Beşiktaş Taraftarına Mektup
Gerçekten ilginç şeyler oluyor. Serdal Adalı ile Tayfur Havutçu'nun İbrahim Akın ile anlaşara şike yaptıkları iddiasıyla tutuklu yargılanmalarına karar verilince önce Çarşı, hafızalardan silinmeyecek "Şerefli şampiyonluğunuzu kutluyoruz" duruşundan geri adım attı, arkasından da Rıdvan Akar'ın yazdığını öğrendiğimiz bir mesajı kamuoyuyla paylaştı. Masumiyet karinesine inandıklarını ancak bu suçlamalara maruz kalanların da kendilerini aklayıp aralarına katılması gerektiğini ifade eden mesajda, bütün taraftarlardan da aynı şeyi yapmalarını bekledikleri ifadesi geçiyordu.
Bugün, Yıldırım Demirören yine spekteküler bir kararla, Türkiye Kupasını TFF'ye iade edeceğini açıkladı. Kulüp UEFA'ya katılacak. Hareket büyük alkış aldı. Şahsen ben hala şayet şike varsa Demirören'in bunu bilip bilmediğini, şayet biliyorsa kupayı neden o zaman iade etmediğini, şayet yeni öğrendiyse şike olup olmadığını bilip bilmediğini ve daha bir çok şeyi soruyorum. Ancak davranış güzel. Nitekim medyanın afilli gazetecilerinden, geniş bir kesime kadar herkes hareketi alkışladı, işte Beşiktaşlılık, duruş, onur gibi kelimelerden mürekkep paragrafları da ortaya koydu. İtirazım yok.
Ancak itirazım şu noktada kendini gösteriyor. Bu acelecilik neden? Neden peşinen şike varmış gibi kabul ederek davranmak zorundayız? Neden önümüze atılan medya çıktılarına bu kadar başımızı eğmek, bu kadar peşinen suçlamaların hepsi kabul edilmiş gibi davranmak mecburiyetinde hissediyoruz kendimizi?
Bugün masumiyet karinesinden bahsedenler hakaret üstüne hakaret yiyor. Biri diyor ki "Beşiktaş'ın farkı suçluluğunuz ispatlanana kadar masumiyetten çok masumiyetinizi ispatlamak zorundasınız görüşünde yatıyor" Engizisyon mahkemelerinin ahlakından çok da uzak olmayan bu görüşü benimsemenin sebebi nedir? Baransu, ROK, hükümete gönülden bağlı paralel medyanın yazarları operasyonu bir genel temizlik operasyonu olarak ele alıp lanse ederken bu tip olayları da alkışlamaktan geri durmuyorlar. Aynı yazarların kendilerine servis edilen bilgileri CMK 157 aleyhine kamuoyuna yansıtmaları, adil yargılanma ilkesine aykırı şekilde medya vasıtalarıyla zanlıları peşinen suçlu ilan etmeleri de kendileri için bir problem olmuyor. Suçla mücadelede, suç işlemenin kabul gördüğü ve sorgulanmamasının beklendiği garip bir coğrafya burası.
Festus Okey, Hrant Dink, Cizre'de bok yedirilen köylüler gibi davalarda, İsmet Berkan, Mehmet & Ahmet Altan, Orhan Pamuk gibi şahsiyetlerin maruz kaldığı muamelelerde reflekslerini kolayca gördüğümüz, Pınar Selek davasında algılama biçimine şahit olduğumuz kolluk kuvvetleri ile adliyeden oluşan kompleksin yaptıklarına koşulsuz, sorgusuz sualsiz derin bir inanç beslemenin de nasıl bir "sol", "özgürlükçü" hatta "muhafazakar" söylemle birleştiğini de Emre Aköz tipi yeni sağ ve Canan Arıtman tipi sol figürleri hatırata getirmeden tahayyül etmek kolay değil.
Evet burası Türkiye ve yaşadığımız bu ülkenin yine birlikte yaşadığımız hikayesinde sağlıklı tutumun devlet erki ve iktidarını kullananlara şüphe ile bakmaktan geçtiğini de unutamayız. Unutmamalıyız.
Bugüne kadar Fenerbahçe taraftarı, özellikle 3 Temmuz - 10 Temmuz arasında yaşanan süreçten kaynaklanan sebeplerle, bu konularda farklı bir duruş ortaya koydu. Öncelikle suçlamalar ve medyaya yansıyış şekilleri taraftarı kızdırmış, iddiaların üst üste gelmesi, spekülasyonların uçması, dosyadaki bulguların hatta Aziz Yıldırım'ın eşkal fotoğrafının medyaya yansıması, ROK, Baransu gibi figürlerin Fenerbahçe'yi Ergenekon ile dahi birleştiren ayarsızlıkları öfke kapaklarını da açmış, ortaya çıkan delillerin bir çoğunun yetersiz olması da soruşturmaya ciddi bir şüphe duyulmasını sağlamıştı. Aynı dönemde rakip taraftarların Fenerbahçe nefreti ile peşin hükümlerini vermesi, Fenerbahçe'nin küme düşürülmesini birer aciliyet meselesi haline getirmesi, 1 haftada iddianame bile hazırlanmadan karar verilmesinin beklenmesi de Fenerbahçe taraftarının bu şüphesini öfke boyutunda yeniden şekillendirdi. En sonunda taraftar masumiyet karinesinden bahsediyor, adil yargılanma ilkesinden dem vuruyor, Calciopoli'de bile İtalyan Federasyonunun 2 ayda karar verdiğini hatırlatıp, Porto kararına atıfta bulunuyordu. Biz de bulunduk.
Tartışma yine de absürd bir yere kaydı.
Önce masumiyet karinesinden bahsedilmesine bile büyük bir tahammülsüzlük yaşadık. Halbuki masumiyet karinesi suçluların ceza almaması gerektiğini söylemiyordu. Tersine suç varsa en ağır yaptırımın uygulanmasını talep ettiğimizi de burada beyan ettik. İstenilen sadece yargısız infaz yapılmaması, suçlu olduğu iddia edilenin suçlu olduğunu gösteren doğru dürüst delillerin varlığının talep edilmesiydi. Bir yandan CMK 157'i hatırlatıyor ve işlenen suçlara, bunların da neden işlendiğine dikkat çekiyor bir yandan da her şeye rağmen deliller medyaya sızdığı için peşinen Fenerbahçe'nin suçlu olduğunu iddia edenlere karşı delillerin hiç de bunu göstermediğini ifade ediyorduk.
Beklenen ise bu değil, uysal koyun gibi takımı düşürün, suçlulara da en ağır cezayı verin diyerek susan, bundan başka bir cümle kurmayan, Aziz Yıldırım'a, kadere ve hayata küfürler ederek bu günleri de mi görecektiniz diye ağlayan bir taraftar kitlesi oysa bunun pek de Fenerbahçeli kitleyle buluşmadığını pazar günü gördük. Hayır Fenerbahçeli taraftar yeteri kadar suçlanmıştı, hakarete maruz kalmıştı ve adalet isteğini de en yüksek tondan ifade edecekti.
Beşiktaş Asbaşkanı ve Teknik Direktörü'nün tutukluluk kararı ise ikinci bir kırılma noktası oldu. İlk önce Fenerbahçe davanın merceğinden uzaklaştı, sonra ilk haftalık durumun etkisiyle olacak insanların ses tonu düştü, hakaretlerin seviyesi azaldı, suçlamalar güçsüzleşti, medya mensupları Beşiktaş'ın kesinkes küme düşürüleceğini dakika başı beyan etmemeye, deliller medyaya sızmamaya ve daha bir çok usulsüzlük de azalmaya başladı.
Böyle bir ortamda, Beşiktaş taraftarı da sessizleştiler. Olaya inanmamak, reddetmek ile bu olayın kendilerine de sıçramasının üzüntüsü ile Fenerbahçe taşlama olayı biterken, davranış şekilleri de değişti. Eyvallah.
Ancak Çarşı'nın alkışlanan tutumu ve arkasından Demirören'in hareketini bütünüyle anlamsız buluyorum. Zira doğru tutum şike yapmadığınızı bize ispat edin değil, şike yaptıklarını ispat etsinler olmalıdır. Bugün, bu yargının, bu ülkedeki yargı araçlarının ve emniyetin hiç hatasız, son derece objektif olarak, somut bulgularla bir insanı suçlayabildiğine inanmak baştan sağlıklı bir tutum mu?
Solcu, anarşist gibi öğeleri kimliğine dercettiğini ifade eden bir grubun, hakim otoriteden gelen bütün iddiaları aynen kabul edip, bunları benimseyip sonra da bunların gerçek olmadığının ispatını beklemesi doğal bir tutum mu? Bu tutumu alkışlayanların aynı dönemde en ufak bir hükümet eleştirisini veya hakim otoriteye yönelen sorguyu hakaret seviyesinde bastırmaya çalışması, diyelim bir kız çocuğunun polisten dayak yemesini bile savunacak kadar kafası dönmüş adamların tam da bu tutumu aynen bekliyor olması da kimsede alarm zili etkisi yaratmıyor mu?
Tayfur ile Serdal Adalı tutuklu yargılanmaya başladı. Aynı günlerde İbrahim Akın'ın bütün suçlamaları kabul ettiği ifade edildi. Tam olarak neyi, nasıl kabul ettiğini öğrenemedik. Öğrendiğimiz İskender ile İbrahim'in Fenerbahçe ve Beşiktaş'tan gelen şike tekliflerini kabul ettiğinden ibaretti.
Bugün 1903haber sitesine düşen bir açıklama ise olayların pek de böyle lanse edildiği gibi olmadığını gösteriyor:
"
Beşiktaş Kongre Üyesi ve Avukat Ali Rıza Dizdar, bugün Ahmet Ateş'i ziyaret etmek için Metris cezaevine gitti.
Ahmet Ateş ile yaptığı görüşmenin ardından yaşanan gelişmeleri HABER1903'e anlattı.
- YUSUF DİYE BİRİSİ ADALI'YI ARAMIŞ -
" Ortada Yusuf diye bir menajer var. İbrahim Akın ile İskender Alın'ı Beşiktaş'a transfer etmek için çabalayan bir isim. İbrahim Akın, Galatasaray kulübüne gidecekmiş. Serdal Adalı, Ahmet Ateş'e demişki; Yusuf denen birisi arıyor bunu tanıyor musun? Ahmet Ateş'te ben bu ismi tanımıyorum ama bir araştırayım demiş. Tayfur hoca da bu oyuncular iyi, alırsak iyi olur demiş. Bu olay Bursaspor - Beşiktaş maçının öncesinde yapılan bir konuşmadır. Bu isim Bursa'dayken, Tayfur Havutçu gelin yüz yüze konuşalım demiş. Yusuf bey Otel'e gelirken, Otel'in tarifi için Ahmet Ateş'i arayıp yol tarifi istemiş. O sırada bazı olaylar çıkınca görüşememişler. Daha sonradan Yusuf beye Milliyet gazetesine gelin orada konuşalım notunu bırakmış. Ama Savcının bu hususta kafasına taktığı nokta şu; Neden menajerin yalnız gelmesini istediği yönünde. Serdal Adalı'da demişki, tabii ki yalnız gelmesini istedim. Çünkü futbolcuların fiyatının arttırılmaması için. "
"YETER Kİ TRANSFERİN BİTSİN -
" İbrahim Akın, "Ben bir at istiyorum" demiş. Serdal Adalı'da, Akın'a senin transferin bitsin yeterki ben sana daha iyilerini hediye ederim demiş. Şunu açıkça söylüyorum, tek kelime bile Serdal Adalı, Tayfur Havutçu ve Ahmet Ateş'in İbrahim Akın'a maçta kötü oyna, maçı bize sat gibisinden konuşması olmamış. Ben bir Hukukçu gözüyle şunu gördüm, bu olayda bir kurban yaratmışlar. Bunlarda Serdal Adalı, Tayfur Havutçu ve Ahmet Ateş oldu. " dedi.
- SAVCI İBRAHİM'E İFADE İMZALATMIŞ -
"İbrahim Akın ile görüşme şansım olmadı ancak aldığım bilgiye göre, Savcı İbrahim Akın'a sen bir ifade imzalayacaksın ben seni serbest bırakacam demiş. İbrahim'de ifadeyi imzalamış. Daha sonra mahkemeye çıkacağını duyunca da mahkemede bu ifadeyi yalanlamış. " dedi." [1]
Şimdi buna göre olay şöyle: Serdal Adalı'ya İbrahim Akın'ın transfer edilmesi teklifi gelmiş, Adalı doğal olarak Teknik Direktörüne bu konuyu sormuş, Tayfur onaylamış, ikili görüşmelere başlamışlar, bu at meselesini de İbrahim Akın açmış, Serdal Adalı daha güzel şeyler de alırım demiş.
Normal bir transfer operasyonu?
Hatta daha net söylüyorum muhtemelen en normal transfer operasyonlarından bir tanesi.
6222 sayılı kanun kapsamında düşünüldüğünde şike suçunun oluşması için bir müsabakanın sonucunu etkileme karşılığında menfaat teklifi ve bu teklifin kabulü gerekmektedir. Böyle bir ifadenin olmadığı da söyleniyor. Buna hiç dikkat etmeye gerek yok mu?
Dahası, savcının, kanunen leyhine de delilleri toplamak zorunda bıraktığı İbrahim Akın'ı bir biçimiyle kandırarak bir ifadeyi imzalamaya zorladığı, İbrahim Akın'ın sonradan bu ifadeyi yalanladığı da ifade ediliyor. Bu başlı başına büyük, kocaman bir skandal değil mi?
Eğer hikaye böyleyse, Savcı ve adli kolluk görevi süren güçler eldeki delilleri bir tevil yöntemiyle yeniden yorumlayarak iddialarını bunun üstüne kurmuşlar ise burada insanların hakları yenmiyor mu? Hem Serdal Adalı hem de Tayfur'un uğradığı zulüm değil mi? İnsan hakları ihlali değil mi?
Elbette bu ifadelere de koşulsuz biat etmemiz gerekmiyor ancak sanki bunlar hiç yokmuş gibi, bu ifadeler ve şikayetler hiç bulunmuyormuş gibi peşinen, medyaya yansıyan taraflı haberler ile karar verip, alkışlar arasında uysal koyun gibi ipin gelmesini beklemek de kabul edilebilir değil.
Evet, gerçekten de bu operasyon bir kamuoyu algısı yaratma operasyonu olarak da yürüyor. Evet bir takım bulgular delil niteliği dahi kazanmadan medyaya servis ediliyor, medyadaki bir takım insanlar operasyonun tarafıymış gibi açıklamalarda bulunuyor, onlarca yalan delil, haber ortaya çıkıyor, iftiralar atılıyor, 7/24 medya baskısı altında bir flaş haber diğerini izlerken Emniyet görevlileri sanki El Kaide ile mücadele ediyormuş gibi kamuoyu desteği bekliyor ve evet bu soruşturmayı da hala İsveç makamları değil Türk yargısı, Türk polisi sürdürüyor.
Adalete güveniyoruz. Çok güzel. Yargımıza inanıyoruz. Harikulade. Ancak itimad kontrole mani değildir.
Bu zamana kadar Türkiye'de yaşayan bir insanın, herhangi bir konuda devlet makamlarına ve idaresine sorgusuz sualsiz bir güven duymasını sağlayacak tek bir örnek olay bile bulunmamaktadır. Nokta dergisinin basılması, Ahmet Şık - Nedim Şener olayı'ndan tutun Nuh Mete Yüksellere kadar çok geniş bir alanda, ideolojik konumlar, akçeli ilişkiler, farklı beklentilerle ellerindeki yetki ve güçleri kullanırken hukuk kurallarını ikinci plana atabilecek devlet yetkililerinin uzun manzumesi bizi bir kere daha dikkatli olmaya sevk etmelidir.
Bugün, bunları yazmaktan büyük üzüntü duyuyorum ancak Beşiktaş taraftarına da seslenmek istiyorum,
Sizi alkışlayan Rasim Ozan'ların, Baransu'ların, Emre Uslu'ların, Erdoğan Aktaş'ların yine Beşiktaş Kongre üyesi olan Ali Rıza Dizdar'ın açıklamalarına hiç yer vermeyeceğini hep birlikte görmüyor muyuz?
Avukatı İbrahim Akın'ın şikeyi kabul ettiğini reddederken, yek ağızdan kabul ettiğini söyleyenler korosunun amacının gerçeği, olanı tüm boyutlarıyla ve kamuoyunu bilgilendirme amacıyla lanse etmek olmadığını hepimiz bilmiyor muyuz?
İster merkez medya olsun ister paralel, tüm medya gruplarının tarafsızlık, ölçülülük, hukuka uygunluk, adalet gibi temel nosyonlardan uzak olduğunun onlarca hikayesi ve somut örneği yok mu?
Ayağa kalkın Beşiktaş'lı kardeşlerim. Adalet talep edin. Adalet. Ne eksik ne fazla. Suç varsa ceza verilmesini ancak insanların iddialarını da ispatlamasını talep edin. Adil yargılanma ilkesine uyulmasını, medya yoluyla peşin infaz yapılmamasını, medyanın operasyonun gönüllü ajanı gibi değil kamuoyunu bilgilendirme amacıyla hareket etmesini talep edin.
Soru sorun arkadaşlarım. Soru sorun. Cevaplar bizi tatmin ederse ancak hakikati öğrenmiş oluruz. Ancak soru sormanın faydası şudur, eğer soru sormazsak bir haksızlık varsa asla öğrenemeyiz.
Kendinizi kaptırmayın. Ne Fenerbahçe, ne Beşiktaş ne de herhangi bir takımın taraftarı suçlu değil. Bizler takımımızı desteklemekten ve sevgimizi vermekten başka bir şey yapmadık. Suçluların cezasını talep etmek önce bizim hakkımız. Bizler suçlu gibi hareket edemeyiz, ancak adalet bekleriz, herkes için adalet, bizim de yarın öbürgün başımıza gelse muhtaç olacağımız adalet.
Zira adalet yoksa, yalnız ligler yalan değildir, yalnız futbol yalan değildir, içinde yaşadığımız bu ülke de bir düzmecedir ve biz de düzmecenin içerisinde rolünü oynayan küçük piyonlardan başka bir şey olamayız.
[1] http://www.haber1903.com/futbol/iste-olaylarin-perde-arkasi.htm
14 Temmuz 2011 20:02
Eline sağlık öncelikle. Beşiktaş taraftarı acaba bizim bir haftadır yaşadığımız toplu lincin bir benzerini yaşasaydı, her kanalda hakaret edilseydi, Serdar Adalı ve Tayfur Hoca'nın fotoşoplu görüntüleri her yerde dolaşsaydı(en başta rakip takımın başkanının gazetesinde), emniyette çekilen fotoğrafları ülkenin en fazla satılan gazetelerinden birinde manşet olsaydı, rakip takımın en büyük taraftar grubu kendi sitesinden bir takımı aklayıp Beşiktaş'ı infaz etseydi, medya ve emniyet alenen suç işleselerdi Beşiktaş'a karşı yürütülen soruşturmada tepkileri aynı olur muydu?
Hala pazar günü sokağa dökülen binlerce insanı Aziz'in paralı askerleri diye yaftalayan kendini bilmez adamlar var etrafta. Halbuki Aziz gider, ben giderim, sen gidersin ama Fenerbahçe geride kalacak olandır.
Evladımıza miras olan bu sevdaya sonuna kadar sahip çıkacağız kim buna hangi gözle bakarsa baksın.
14 Temmuz 2011 20:40
aethewulf,
o metin üzerinde biraz durmak lazım.
samimiyetlerini sorgulayamam elbette, ama dikkatimi çeken bazı şeyler var: bildirinin alt metinleri, ve çarşı ruhunun dip akıntıları..
konu hakkında bir yazı:
http://emirz.blogspot.com/2011/07/carsi-ruhunun-dip-akintilari.html
14 Temmuz 2011 21:12
beşiktaş taraftarı "duruş... duruş..." diye diye bön bön göle bakan narcissus'a dönüştü. duruş bu mudur? ilk suçlamada sevdiğini gemiden atmak. "aman lekesi bana bulaşmasın" demek. aykut, tayfur gibi tutuklanacaktı, sonuna kadar yanında yer alırdık. beşiktaş'ın "anarşi ve delikanlılık pazarlama" uzmanları bu vakada sınıfta kaldı. türkiye kupasını iade etmeleri de ayrı bir ucuz kahramanlık gösterisi. kimi kandırıyorlar? kupa dediğin teneke parçası. o teneke parçasının getirisi/manası olan avrupa ligi'nden kendiliğinden feragat ettin mi aynı zamanda? hayır. o zaman daha neyin havasını atıyorsun, arkadaşını, evladını, yoldaşını satmışsın sen, mesele bundan ibaret.
14 Temmuz 2011 22:25
her hangi bir bağlamla kullanılmayan 'etik' bir önermenin içi boştur. bir şey söylemez. bütün bu olay silsilesinde taraftarların ve medyanın kendisini dışarıda sayıp, etik bir pozisyon alması kadar bir garabet az bulunur. ama ülke uzun zamandır akıl tutulmalarından yapılmış bir garabetlik sembolü gibi. kendinizi aslında karşısında durduğunuz kimseleri 'savunurken' buluyorsunuz.
ikinciliğin başarısızlık olduğu, yönetimlerin teknik adamalrın değiştiği, bazen her şeyin neredeyse sil baştan yapıldığı bir ülkede kazanmak için her yolu deneyen adamları suçlu ilan etmek tuhaf değil mi?
bu ülkede, herkes akla çabucak gelen 'doğruları' hiç kimselerin düşünmediği çözümler olarak ifşa etmeye bayılır. misal ben çözüm altyapı diyen futbol romantiklerinden hoşlanmam. altyapı iyidir hoştur ama neredeyse bir senelik bir plan bile yapamadığınız bir ortamda neyin altyapısını kuracağınızı düşünememiş bir adamın zırvalamasıdır. birazcık düşünen biri bunun bir seçim olamayacağını, sabırsız, fazlasıyla zorba, takımıyla-oyuncusuyla sevgi ve hayranlık ilişkisini unutmuş kazanmaktan başka bir şeyi düşünmeyen tüketici-taraftarın ihtiyaçlarını alt yapıyla, planla karşılamanın mümkün olmadığını bilir.
bu bildiride de buna benzer 'doğrulardan oluşan bir etik çağrısı, bir masumiyet anıtı!!!!!
insanlara bu kadar yukarıdan ve buyurgan bir dille masumiyet çağrıları yapanların masumiyetini kim sorgulayacak? birilerini yargılamak ve temizliğini bize karşı ispat etmeleri gerektiğini söyleyecek kadar ne zaman temiz olduk?
14 Temmuz 2011 22:36
Bence bu süreç bir yerde iyi oldu, turnusol kağıdı misali ayıkmamıza yaradı, şöyle ki; sol görüşlü/aydın bilip de çeşitli sosyal paylaşım sitelerinde listelerimizde varolanların bazılarının şu yedi günlük süreçte hangi bayağılıklarla linç politikasına ortak olduklarını gördük. Nasılsa gün gelir devran döner...
14 Temmuz 2011 23:39
(yorumun devamı sanırım gelmemiş)
haksızlık ve iki yüzlülük üzerine kurulmuş bir garabetler ülkesinde yaşıyoruz, suçlu olduğu zannıyla düşene vurduğumuzda, bir an 'masum ve günahsız' olduğumuza inanıyoruz. ne kadar şiddetle vurursak o kadar da günahsızız.
ülkede son yirmi senedir bırakın bütün futbol severlerce sevilen, kendi taraftarları tarafından hayranlık duyulan bir figürümüz oldu mu? alex'in bu ülkede kendini kabul ettirme serüvenini, isminin etrafında dönüp duran 'futbol' tartışmalarını düşünün. muhtemel demeye gerek bile duymuyorum, dünya üzerinde alex'in yuhalanabileceği(az alkmaar maçı) tek ülkede yaşıyoruz. benim açımdan, bütün bu şike soruşturmalarından daha yıkıcı bir andı. zico, benim gördüğüm en iyi fenerbahçe takımını izletmişken, gidişini engellemek için ne yapıldı?
herkesin efsane olduğuna emin olduğu seba nasıl gitti bu ülkede? en efsane futbolcumuza, yöneticimize, teknik direktöre sabrımız ne kadar? aykut kocaman şampiyon olmasaydı algısı ne olurdu? kazanmaktan başka bir şeyi kabul etmeyen, üç yenilgi de her şeyi sil baştan yapan, kazananların ne olursa olsun hakkıyla kazanmadığını söyleyen, asla hakkıyla kaybettiğine inanmayan 'bütün taraftarlar' değil mi? taraftarlık kültürü takımdan takıma değişmeden 'genel olarak' böyle şekillenmiyor mu? norm bu değil mi?
bütün bu kültürü yaşayanların ve çoğaltanların etik konuşması mide bulandırıcı. başa dönersek, her hangi bir politik bakış açısı üretmeden naif doğruculuk ve ahlakçılık oynamak kadar tuhaf bulduğum çok az şey var dünyada.
aslında uzun uzadıya analizler yapmadan, sadece bir fotoğrafa bakmak yeterli kazanmakla ilişkimizi görmek için. ülkenin neredeyse tamam üç büyükleri ya da üç kazananların taraftarları. biz bu oyunu sevmiyoruz. kazanmayı seviyoruz. kazananın taraftarıyız. şimdi birilerini bize benzedikleri için suçluyoruz. şimdi benzediklerimizle aramızda hiç bir ilişki yokmuş bütün bunları yeni duymuş, bunların parçası olmamış gibi yapıyoruz.
14 Temmuz 2011 23:39
haksızlık ve iki yüzlülük üzerine kurulmuş bir garabetler ülkesinde yaşıyoruz, suçlu olduğu zannıyla düşene vurduğumuzda, bir an 'masum ve günahsız' olduğumuza inanıyoruz. ne kadar şiddetle vurursak o kadar da günahsızız.
ülkede son yirmi senedir bırakın bütün futbol severlerce sevilen, kendi taraftarları tarafından hayranlık duyulan bir figürümüz oldu mu? alex'in bu ülkede kendini kabul ettirme serüvenini, isminin etrafında dönüp duran 'futbol' tartışmalarını düşünün. muhtemel demeye gerek bile duymuyorum, dünya üzerinde alex'in yuhalanabileceği(az alkmaar maçı) tek ülkede yaşıyoruz. benim açımdan, bütün bu şike soruşturmalarından daha yıkıcı bir andı. zico, benim gördüğüm en iyi fenerbahçe takımını izletmişken, gidişini engellemek için ne yapıldı?
herkesin efsane olduğuna emin olduğu seba nasıl gitti bu ülkede? en efsane futbolcumuza, yöneticimize, teknik direktöre sabrımız ne kadar? aykut kocaman şampiyon olmasaydı algısı ne olurdu? kazanmaktan başka bir şeyi kabul etmeyen, üç yenilgi de her şeyi sil baştan yapan, kazananların ne olursa olsun hakkıyla kazanmadığını söyleyen, asla hakkıyla kaybettiğine inanmayan 'bütün taraftarlar' değil mi? taraftarlık kültürü takımdan takıma değişmeden 'genel olarak' böyle şekillenmiyor mu? norm bu değil mi?
bütün bu kültürü yaşayanların ve çoğaltanların etik konuşması mide bulandırıcı. başa dönersek, her hangi bir politik bakış açısı üretmeden naif doğruculuk ve ahlakçılık oynamak kadar tuhaf bulduğum çok az şey var dünyada.
aslında uzun uzadıya analizler yapmadan, sadece bir fotoğrafa bakmak yeterli kazanmakla ilişkimizi görmek için. ülkenin neredeyse tamam üç büyükleri ya da üç kazananların taraftarları. biz bu oyunu sevmiyoruz. kazanmayı seviyoruz. kazananın taraftarıyız. şimdi birilerini bize benzedikleri için suçluyoruz. şimdi benzediklerimizle aramızda hiç bir ilişki yokmuş bütün bunları yeni duymuş, bunların parçası olmamış gibi yapıyoruz.
14 Temmuz 2011 23:45
ülkede, ilişkisiz ve bağlantısız neredeyse adım atılamazken, her hangi bir kurumda işlerin olağan akışıyla gerçekleşmesi adına herkes adamını ararken, futbolun kirliliğinin insanların tansiyonlarını düşürmesi çok acıklı değil mi? daha tuhafı, bırakın kulüpleri bu işleri düzenlemek adına var olan federasyonun ve modern futbol ilahlarımızın önderliğinde isviçre harekatını düzenleyen ülkede yaşamıyor muyuz?
iş görüşmesine giren birinin o işi almak için hatırlı birilerini araması vaka-ı adiye ülkede. şikeden ne farkı var bunun? hak edenin hak ettiğini aldığı bir ülkede bu mümkün olur muydu? bu kadar sıradanlaşarak normalleşmiş bir davranma biçiminden ötürü birine ahlaksız deme hakkımız var mıdır? gene de birine ahlaksız diyebilmemiz için ahlakın 'normu ve normal'i temsil etmesi gerekmez mi? ahlaksızlığın normu oluşturduğu ve bir biçimde parçası olduğumuz bir düzene ve unsurlarına, kendimize yalandan da olsa iğneyi batırmadan, çuvaldızı hırsla batırmamız neden? sahi, her şeyin ve herkesin kirliliğinden bu kadar eminken, biz nasıl bu kadar temiz kaldık?
15 Temmuz 2011 01:36
"Dahası, savcının, kanunen leyhine de delilleri toplamak zorunda bıraktığı İbrahim Akın'ı bir biçimiyle kandırarak bir ifadeyi imzalamaya zorladığı, İbrahim Akın'ın sonradan bu ifadeyi yalanladığı da ifade ediliyor. Bu başlı başına büyük, kocaman bir skandal değil mi?"
Degil tabiki. Savci itiraf almak icin pazarlik yapabilir. Itiraf et seni mahkemeye cikarmayim der. Eger sucu yapmamissan neden itiraf edesin, cikarsin mahkemeye savunursun kendini. Ifadeyi imzalamaya zorlamak kafasina silah dayayarak olur. Savci diyorki aleyhinde kanit var, itiraf edersen tutukluluk halini kaldiririm, bu cok normal. Ibrahim Akin eger pazarlik sonucu istedigini almamissa mahkemede savciya verdigi ifadesini reddeder ve yargilayin beni der, bu da cok normal. Bu yaziyi yazan arkadas biraz Law & Order izlesin bence :)
15 Temmuz 2011 01:45
şimdi hukuk fakültesi 1. sınıftayız, anayasa hukukunu dersi. bir hususta tartışma çıkıyor, kızın teki söz aldı, bence jüri karar vermeli dedi. hoca şaşırdı, eski anayasa mahkemesi üyesi, "ne jürisi" diye sordu. kız gayet rahat, "jüri var ya hocam filmlerde" diye cevabı verdi. hocanın bir yüzü ekşidi "jüri yok kızım" dedi "bizim hukuk sistemimizde"
law and order dizisinden hukuka muttali olduğunu zanneden adama ben ne diyeyim?
türkiye'de savcılar amerikan savcıları ile aynı yetkilere ve görevlere sahip değildir.
kaldı ki, amerikan savcıları da -blöf yapsalar da- zorla bir insana bir ifadeyi imzalatamazlar, karşıdakinin bilgisizliğinden cehaletinden istifade ederek aldıkları ifadelerin geçersiz olduğunu bilirler.
bizde de geçersizdir, farkı bizde savcının normalde blöf yapma hakkı bile yoktur, tüm olayı somut koşulları ile ortaya koyup karşıdakinin hür iradesi ile verdiği ifadeyi almaya çalışmalıdır. işkence zaten yasak da, kandırmak, iradesine fesat karıştırmak bütünüyle mümkün değildir.
law & order'dan bu kadarı anlaşılmıyor tabi, onun yerine ordinaryus prof sulhi dönmezer'in nazari ve tatbiki ceza hukuku kitabı var 3 cilt, bir okursan, sana salak dememek için bu kadar yazı yazmak zorunda kalmam.
15 Temmuz 2011 02:50
bu oalylar başladıgından beri kafamız çok dolu,canımız cok sıkkın.
bir inanamama,kabullenmeme hali içersindeyiz,buna bir lafım yok.
lakin bu ruh hali paniğe yaklaşıyor adeta,abi beşiktaşın yaptığı bu olay PR stunt değildir de nedir?
iyi kötü besliyorsunuz sizde,hemde iyi besliyorsunuz,polise basına bok atarak,beşiktaşlıların yerine tayfur ve serdarı savunarak,üstüne ibrahimwe yapıldıgı iddaa edilen savcı oyununu skandal diye niteleyerek
ne insan hakkı kalmıs ne cmk ne karine
bi bi sakin olun lütfen
bize ne beşiktaşlıların bu kafasından,tirat dökmüşsünüz üstüne.
bırakın zaten beynimiz doluyken fenerbahceyi düşünelim,beşiktaşa koyim ,onların "ilkeli" başkanının başkanının ne malzemeden oldugunu iyi kötü herkes biliyor zaten.
kısacası,bize ne ? bunu mu konusacağız?
haklıdır haksızdır,beşiktaşlıların düşüneceği şey bu,illa bu kupa olayı üzerinde yazılıp çizilecekse ,bence biz bu durumdan nası mantıklı bir tepki vereceğimizi,yararlanabileceğimizi yahut göreceğimiz zararı kestirmeye calısmalıyız,olayı eleştirmek yerine.
ayrıca,polise,savcıya,beşiktaşa,çarşıya,basına giydirilmiş,evet,bravo,şu an ihtiyacımız olan tam olarak bu,dahada içe kapanıp,dahada kuşatma kafa yapısına girmek.giydirilmeyi hak etmediklerin değil ama,şu dönemde daha sağduyulu ve sogukkanlı olmamız gerekirken bu bkogun postlarının adeta bir panik havasına girmesi benim gibi bir fenerbahceliyi rahatsız ediyor.
saygılar ve sevgiler.
15 Temmuz 2011 09:25
@nadas
kesinlikle altına imza atacağım yorumlar yazmışsın. biz toplum olarak ne kadar temiz kalabildiysek, bu toplumun içinden gelen siyasetçisinden spor adamına herkesten de aynı oranda temiz kalabilmesini bekleyebiliriz ne eksik ne fazla. istisnasız hemen hepimiz adaleti gerçekten adalet için değil kendimiz için isterken, elimize adalet terazisinin dengesini değiştirecek en ufak bir fırsat geçtiğinde gözümüzü kırpmadan değerlendirecek kadar da insanlığımızı maalesef yitirdik. şu anda olup biten konusunda devam eden süreç tamamlanıp cezalar kesildiğinde futbol camiasında geriye kalanlar anadan yeni doğmuş bebek kadar günahsızlardan mürekkep olacak sanan koyunları ibretle izliyorum. şuna vicdani olarak kanaat getirebilirim ki zaten temiz olmayan bir oyunu asla ve kat'a temizleme amacı gütmeyen bir süreçteyiz. aethewulf bir hukuk adamı kimliği ile sürecin hukuki boyutlarını vicdani kanaatleri ile de birleştirerek gayet güzel yazılarla süslüyor bu sayfaları. ama bunların gerçekleşmesi bile yorumda belirtmiş olduğun olaya bakışımızdaki en temel sakatlığı ortadan kaldırabilmeye yetmiyor. en basitinden şu anda galatasaraylıların yerinde olsak yani şu ana kadar kulübümüzün bu olaylar ile bir ilişkisi ortaya konmamış olsa bugün haksızlığa karşı sırt sırta verdiğimiz renkdaşlarımızın kaç tanesinin daha ispatlanmış birşey yok hele bi mahkeme olsun diyeceğinden, kaç tanesinin kesin şike yapmıştır küme düşsün pezevenkler diyeceğinden emin olabiliyor muyuz? hatta kendimizden ne kadar eminiz? x kulübün başkanı (x=herhangi bir spor kulübü) o meşhur"duruş"unu sergileyerek kupayı iade edeceğiz diyerek kendü kamuoyunda puan kazanma gayretine giriyor ancak kupa ile birlikte kazanılan para ve uefaya katılma hakkı da dahil diğer haklar iade edilmediği için o meşhur duruş daha önceki tüm örneklerinde olduğu gibi bir ayağı sakat bir duruş olmaktan öteye gidemediği halde bir ucuz delikanlılık örneği olarak sözümona kendi camiasının vicdanını serinletmiş oluyor. nasıl bir ülkede yaşıyoruz hala akıl sır erdiremiyorum...
15 Temmuz 2011 10:42
Her ne kadar su blogda yazilanlar ve yazanlar beni entellektuel orgazmlara gark etse de... bu kadar yazinin yerine cogu zaman ulasamadigini dusunuyorum...
Cogunlukla, baskalarinin soylediklerini ve yaptiklarini muthis bir titizlik ve mantikla ayiklayan, analiz eden bir tarz soz konusu...
Oysa olan bitenin mantikla bir alakasi yok.
Besiktasin (carsinin) dediklerini ele alalim mesala. Oradaki cumlelerin hic bir onemi yok.
Ama geri plandaki duygu cok net:
Size olan nefretimiz ve asagilik oldugunuza inancimiz o kadar buyuk ki, bizimkiler de sike yapmis dahi olsa, onlari besiktastan ayri kabul eder, kendimizi hakli gormeye devam edebilir, daha onemlisi, sizin sikeci asagilik oldugunuza inancimizi surdurebiliriz...
Ve hatta "kupayi da geri veriyoruz, biz o kadar asiliz, pislik olan sizsiniz" ...
Bu toplumsal bir sorun. Fener, Bjk, sike ile ilgisi yok. Bu yaratilan duygu ve dusunceye yazi ile, teker teker her bjk, gsliyle konusarak, mantikla anlatarak etki edemezsiniz.
Neyse. Durum kotu... Daha dun ulke bolundu; bahseden yok. Of.
15 Temmuz 2011 11:58
bunların duruşlarını yesinler.. selçuk dereli ile türkiye kupasını alırken hastanelere giderken de aynı duruşu sergileselerdi.. bazı sazanlar atlamış hemen tüpçünün içi boş işlerinden bir kaç tanesi daha.. kupayı iade edeceklermiş.. ne alaka ya ne boş işlerdir bunlar.. neyse ancak kendi şakşakçılarını kandırır bu tatlı su kurnazları..
15 Temmuz 2011 12:02
(1)
Çarşı, Ridvan Akar'ın yazdığı o yazıyı 'manifesto' olarak kabul etmekle otoriteye itaat ettiğini biliyor elbette. Bu otorite sadece yargının ve hukukun otoritesi değil. Türkiye'de belli çıkarları ya da kesimleri korumak adına her zaman var olagelmiş, genelde devletin belli bir kesimi tarafından tetiklenip, özellikle medya yoluyla psikolojik bir linç şekline bürünen ve bu yolda kıvama getirilen toplumun çoğunluğunun da desteğini alan; sonunda da ya 16-17 yaşındaki bir tetikçi çocuk, ya biber gazlı coplu bir polis, ya üniformasız sarkık bıyıklı bir asker ya da 301. madde gibi tetikçi yasalar yoluyla hedefine darbeyi indiren bir Leviathan otoritesidir bu.
Bu devasa yapı; içinde polisi de, askeri de, medyayı da, hukuku da, sporu da, dini de, siyaseti de, ekonomiyi de vs. barındırır. Eğer anarşist değilseniz, inandığınız dünya düzeni ne olursa olsun bunlardan bazılarını ya da hepsini gerekli veya saygı duyulması gereken veya da zararsız olarak görebilirsiniz. Hepimiz, hayatın her anında bu bileşenlerden biriyle ya da birkaçıyla karşı karşıya geliriz ya da onların içinde yer alırız. Burada temel olarak bir sıkıntı yoktur. Mevcut sistemde polise de, askere de, hukuka da ihtiyaç duymaktayız. Dini inaçlarımız olabilir. Medyayı bilgi almak ya da eğlence amacıyla takip ederiz. Sporu, futbolu sevebilir, takımımızın renklerine sevdalı olabiliriz. Ekonomik faaliyetler içinde bulunuruz vs.
Ama bu karşı karşıya gelişlerin birinde, eğer muhatap olduğunuz ya da ilgilendiğiniz bileşenin, aslında o dev Leviathan'ın bir parçası olarak diğer bileşenlerden bazılarını da yanına alıp normal dışı hareket ettiğini görürseniz (göremeyebilirsiniz ya da umursamayabilirsiniz de), burada ya otoritenin belli bir amaç ya da hesap içinde olduğunu görür; sorgulamaya başlar, ona karşı tavrınızı belirler ve gerekirse eyleme geçersiniz ya da otoriteden korku, otoriteye itaat, otoriteye güven, pasifistlik, muhafazarlık gibi çeşitli sebeplerle otoritenin bu hamlesine 'boyun eğer ya da saygı duyarsınız'.
Fenerbahçeliler, bir pazar günü temel olarak hukuk ve spor ile karşı karşıya geldiler. Takımlarının yeni yasayla birlikte ağır cezalar gerektiren şike suçunu işledikleri iddiasını okudular, izlediler. Fakat daha ilk günden bir şeylerin ters gittiği ortadaydı. Hiç de normal olmayan şekillerde polisin, medyanın, siyasetin ve ekonominin de bu sürece dahil edildiğini gördüler. Bunların arkasındaki devasa yapının bir şeyler planlıyor olabileceğini sorguladılar. Bu otorite bu şekilde harekete geçtiğinde; ne medyanın bilgi verme görevini, ne polisin adalete hizmet etme görevini ne de hukuki mercilerin adaleti sağlama görevini olması gerektiği gibi ifa edemeyeceğini, etmediğini gördüler. Ve bunlar arasında en asli ve hayati olanını belirleyip 'Adalet' isteyerek sokağa çıktılar. Bu, temelde bir 'sol duruştur'. Bunu görmeyenler ya da görmek istemeyenler fenerbahçelileri şikecilere destek vermekle, başkanlarının yanında durmakla (bazılarımız gerçekten başkanın kimliğinin yanında durdu tabi, sayıları azdır) suçlama gibi çok sığ bir görüşe sahip olabilirler tabi, haklarıdır.
15 Temmuz 2011 12:02
(2)
Yazının başında Çarşı'nın mevcut otoriteye itaat ettiğini bildiğini söylemiştim. Çarşı'da aklı başında adamlar vardır. Bu olaylar ekseninde, karşılarında sadece hukuki normal olmadığını, arkasında birçok şey olabileceğini bilecek kadar muhalif olanları da vardır. Peki bu kişiler, neden bir emekçi olan Tayfur Havutçu'ya "aklan da gel" demektedir? Burada Tayfur'un kendisini aklama gibi bir mecburiyeti olmadığını bilmiyorlar mı? Bunu söyleyerek aslında polise ve savcıya insanları delilsiz olarak karalama ve suçlama hakkı verdiklerini yani otoriteye koşulsuz güven duyduklarını görmüyorlar mı? Bu türden bir yargısız infazcılığın nelere ortam sağladığı blog yazısında Festus Okey, Hrant Dink gibi örneklerle anlatılmış zaten. Bunu düşünmüyorlar mı?
Elbette düşünüyorlar, görüyorlar, biliyorlar. Buna rağmen bu şekilde hareket etmelerinin sebepleri üzerine daha uzar gider bu yazı. Sanırım daha önce bu blogta ve başka mecralarda Çarşı'nın solculuğu üzerine tartışmalar yapıldı. Eğer gerçekten adalet, eşitlik gibi kavramlara duyarlılık gösteriyorlarsa, Tayfur'a neden "aklan da gel" dediklerini kendileri sorgulayabilir.
15 Temmuz 2011 12:44
Ulan sokayım duruşunu yaaa. Her ne kadar işin içinde dümen varsa da bjk taraftarı da yapılan bu açıklamalar dan sonra" kupayı istemiyoruz. Ne zaman aklanırlarsa o zaman bu kupa bizimdir deriz" diyorlar. Şu anki durumları gösteriyorki ( her nekadar dümen varsa da ) şike yapmışsın. Şike yapan bir kulüp nasıl onurlu olabilir. Onurlu olsaydın yapmasaydın o zaman derler adama. Yalandan şirin gözükmek için böyle tripler yapmayın. Ne bok olduğunuzu zaten ts şampiyonluğu kutlarken yazmış olduklarınızla gösterdiniz. Sokayım sizin onurunuza da duruşunuza da .....
15 Temmuz 2011 14:23
@aethewulf hocam naptın yerlerdeyim.. gayette ciddi okuyodum yorumları falan, o nasıl bi son cümle..
15 Temmuz 2011 15:26
Aethewulf ne yapsın, hukukçu adama gelip biraz law&order izle bence demek nasıl bir kafanın ürünüdür? Emre'ye de bir tavsiye CSI, law&order yerine The Wire'ı izle bizimle bir alakası olmasa da cop shows arasında gerçeğe en yakın olan.
15 Temmuz 2011 15:54
yazının büyük çoğunluğuna katılıyorum. ancak beşiktaş, fenerbahçe ve diğer takım taraftarlarının bu işlerde hiçbir sorumluluğu olmadığını düşünmek ve savunmak bana pek doğruymuş gibi gelmiyor.
vur kır parçala bu maçı kazan, en büyük taraftar futbolcular sahtekar vb.. şeklinde tezahürat eden ya da kötü geçen bir sezonda mutlaka yönetimi, teknik direktörü istifaya davet eden, daha ileri gidip tesis basan, futbolcuları tehdit eden, bazı futbolcuları kurban seçip her maç ıslıklayan taraftar bu işin sorumlusudur.
fenerbahçe-efes finalinin sonunda, galatasaray fenerbahçe maçının sonunda sahaya inip sporculara saldıran taraftar bu işin sorumlusudur. başarısız olduğunuzda yanınızda değiliz, yanınızda olmamız için mutlak başarılı olmalısınız diye düşünen ve bu şekilde tepki gösteren taraftar bu işin sorumlusudur. futbolcuları, teknik kadroyu ve kulüp yönetimlerini sürekli başarı baskısı altında tutan taraftar bu işin sorumlusudur. elbette tek sorumlu olan bu insanlar değildir ama hiç bir suçlarının olmadığını düşünmek de bana göre doğru değildir.
şike soruşturması bu saatten sonra ne şekilde sonuçlanırsa sonuçlansın yöneticiler de sporcular da teknik adamlar da taraftarlar da özeleştiri yapmak ve değişmek zorundadır.
şu an heykelini dikmeye çalıştığımız alex i ıslıkladığımız, istemezük diye bağırdığımız maçlar olduğunu unutmayalım.
15 Temmuz 2011 23:33
Trabzon yerel medyasından Selim Şener'in yazılarını okuyun lütfen,hükümetin ve malum kesimin yaptığı operasyonları,yönetim kurulunun neredeyse tamamının nasıl ele geçirildiğini yazıyor,bazı saf ve temiz arkadaşlar ise hala Trabzon'un da yargılanmasını bekliyor(!)
16 Temmuz 2011 15:32
@gumgumok
bence öz ama kapsamlı bir analiz olmuş.
ellerine sağlık.
16 Temmuz 2011 16:30
Yapılan yürüyüşün ve bundan sonra yapılacak eylemlerin hala Aziz Yıldırım veya birkaç yönetici için yapıldığını zannedenler, bunu argüman olarak kullanıp muhteşem sosyopsikolojik ayarlar vermeye çalışanlar var.
Elbette içinde her seviye ve kültürden gelen insanların bulunduğu bu grupta kendini yöneticilerle özdeşleştiren, yaşadığı üzüntü ve hayal kırıklığını kişilerle kurulan özdeşim üzerinden dile getirenler de var.
Ama süreci takip edip anlamaya çalışmayınca, büyük resmi kaçırıyor bazıları. (veya öylesi işine geliyor)
Fenerbahçe yöneticilerinin suçsuzluğuna olan inançları değil insanları yollara döken.
Aklı başında herkes böyle bir olasılığın FB yöneticileri için de GS, BJK, TS veya diğer takım yöneticileri için de varolduğu bir düzende yaşadığımızı bilir.
Mesele, son bir haftada emniyet-adliye-medya üçgeninde yaşanan adaletsizlik ve ahlak dışılığın ortalama insanın aklı ve sezgileri ile kavrayabileceği kadar basit ve aleni olması.
İnsanlar hala geçmiş operasyonları örnek veriyor.
Oysa:
- Bu olaydaki delil ve bulgular ortalama eğitimli bir insanın aklı ve sezgisiyle rahatça kavrayabileceği, kurulmaya çalışılan bağlantıların gücü ve niteliğini sorgulayabileceği nitelikte.
- Günlük insan deneyiminin sezgisel çıkarımlarıyla bile kavranabilecek basitlikteki delilleri insanların ağzını açık bırakacak şekilde yorumlayan, aktaran medyanın sefaleti bu nedenle çok daha görünür durumda.
(Örneğin güçlü suç şüphesi nedeniyle hapse yollanan kaleci Korcan'ın avukatının açıklamasını isteyen nette bulabilir. Ne emniyette ne de savcılıktaki sorgusunda kendisine şike suçunu isnat edecek nitelikte elle tutulur tek bir kanıt gösterilmediğini, dolayısıyla kendisinin de mahkeme başladığında neye karşı savunma yapacağını bilmediğini belirtiyor.)
- İlk defa tüm Türkiye'de her katmandan insanı içeren bir toplulukta herhangi siyasi, kültürel bir angajman olmaksızın insanların ortak adalet duygusunu en temel, entellektüel donanımdan en bağımsız şekilde (yukarıda sayılan nedenlerle) harekete geçiren bir durum söz konusu.
Burada taraftar birlikteliği sadece bir aracılık rolü üstleniyor.
Daha büyük ve daha insani bir duygunun ortaklaşa paylaşılmasına aracılık ediyor.
17 Temmuz 2011 02:53
günlerdir aklıma takılıp durur,bu takıntılarımı nerede,ne zaman paylaşsam diye.Sanırım şimdi tam da zamanı.Türkiye herkesin malumu üzre,sağcı, muhafazakar bir ülke ve ülkemizde sol hemen hiç hükümet olmadı desek yeridir.Durum bu iken,solun tepesindeki demir yumruk hiç eksik olmadı,sola hep soğuk ve mesafeli duruldu,en olmadık yalanlarla aşağılandı,sesinin çıkmasına hiç izin verilmedi.Ama bir sol grup hariç.Kendilerine ÇARŞI adını veren bu grup,devrimci ve hatta anarşist olduğunu her defasında lanse eder de egemen güçler bu çok devrimci ve anarşist gruptan neden hiç rahatsız olmaz.Sizce de garip değil mi?Maskelerinizi çıkarın sahtekarlar ve nereden beslendiğinizi açıklayın...