30 Haziran 2009

Tunus


tunus

Fotoğraf Tunus'tan. Denizi özledik. Sabah çalan Manu Chao akşamüstü kendini Cesaria Evora seslerine bırakmalı, akşamsa deniz kenarında rakı sofralarına oturmak lazım. Tercihen güzel bir balık, mümkünse zeytinyağlı mezeler. 70likler bitince yeniden kalkmak için yatağa transit geçiş.

Devamı ...

29 Haziran 2009

Finalde Mesut Şov, 4-0




Bizim başkan ne olduğu belli adamlara ulu orta teklifler yaparak kendini aşağılayadursun, İsveç'teki Avrupa U-21 şampiyonası sona erdi, Almanya İngiltere'yi dağıttı. Mesut yukarıda da görüldüğü üzere 2 asist 1 golle şov yaptı, ilk golün pasını veren de oydu. Finaldeki İngiltere ve Almanya'nın çoğu oyuncusu zaten liglerindeki büyük takımlarda oynuyor. Yarı finaldeki takımlardan İtalya için de aynı durum geçerli. Diğer yarı finalist İsveç'in oyuncularının çok taliplisi olur bu transfer sezonunda. Marcus Berg zaten birkaç senedir ismi duyulan bir oyuncuydu, 4 maçta 7 gol attı, fiyatı 10 milyon euro'yu geçmiştir. İsveç'ten diğer gözdesi transfer Ola Toivonen olur, gerçi zaten PSV'de ama büyük liglerin dikkatini mutlaka çekmiştir. Bir de Rasmus Elm var İsveç'ten turnuvada dikkat çeken, orta saha bulmak zor bu devirde. Mesut Özil de final maçında teknik direktörü tarafından 88. dakikada oyundan alınarak alkışlatıldı. Maç öncesi kol sokup kameraları görünce sevgi kelebeği olan şişme balonları şişirmeyi bırakın. Uluslararası bir Türk yıldız var hâlihazırda, izleyip keyif alın.


Devamı ...

27 Haziran 2009

Turgay Demirel Gereğini Yapar mı?


turgay demirel

Bir taraftar, bir basketbolsever olarak Fenerbahçe Ülker – Efes Pilsen arasında oynanan Beko Basketbol Ligi final serisini bir kenara not etmek durumunda kaldık. Daha uzun yıllar bu ligde bundan sonra meydana gelecek herhangi bir marazi durumda 2009 senesinin final serisine referans vermek kaçınılmaz olacak. Lafı dolandırmadan söyleyelim. Bu tatsız kıssadan benim payıma düşen en değerli hisse “taraftarlık” kavramının benim düşündüğümden daha derin olduğunu öğrenmektir. Kendimizinkini “makul” taraftarlık olarak tanımlayıp, aksi tutum gösterenleri taraftardan saymamak, görmezden gelmek çok bencilce bir tutum. Aslolan onları olduğu gibi kabul etmeyi (“sahiplenmek” kelimesinden özellikle kaçınıyorum) becerip, onları var eden koşulları anlamaya çalışmak. Bu hususta söylenecek çok sözümüz var, ancak önemli bir ayrıntının gümbürtüye gitmesine gönlüm elvermediği için önceliği ona vereyim istiyorum.


Malumunuz Turgay Demirel 1992 yılından bu yana Türkiye Basketbol Federasyonu başkanlığını sürdürmekte. Uzun yıllar Galatasaray forması giymiş ve bu kulüpte basketbolu bırakmış olmasına rağmen başkanlığı süresince Fenerbahçeli kimliğini gizleyememekle suçlanması şu sıralar tadını çıkaramayacağımız bir ironi sadece. Turgay Demirel’in tuttuğu takımı kayırmak gibi bir gizli gündemi vardıysa şayet bunu hayata geçirememiş olduğunu bu final serisinde öğrenmiş olduk. Maksadı hakikaten bu ise Haluk Ulusoy’dan öğrenecek çok şeyi var.

Turgay Bey’in final serisinin son maçından önce Hürriyet’ten Meriç Tunca’ya verdiği röportaja spor medyası sözbirliği etmişcesine aslında yokmuş, hiç gerçekleşmemiş gibi davranmaya devam ediyor. Birkaç gayretli forum/blog yazarı dışında bu röportajdan bahsetme gereksinimi duyan da pek çıkmadı. Fatih’in atıfta bulunduğu röportajın bir yerinde Turgay Bey’in söylediklerini aynen aktaralım:

''Basketbolda maalesef bir çete var.. Bu çetenin içerisinde hakemi de var, antrenörü de var, menaceri de var, basında yazıp, televizyonda yorum yapanı da var.. Bunlar aynı zamanda Milli Takımı da çalıştıran Fenerbahçe Ülker'in hocası Tanjeviç üzerinden beni ve Basketbol Federasyonu'nu vurmaya çalışan tipler. Şu son olaylara bakarsak bunlar başarılı olmuş gözüküyorlar..”

Karşılaştırma yapma gücümüz çok sınırlı ama hayal gücümüzü zorlayalım. Bu beyanatı görev süresinin son senensinde Haluk Ulusoy vermiş olsa ne olurdu? Yer yerinden oynardı. Sormazlar mıydı adama bu “çete” kimlerden menkul diye? Kaç tane maçı bu çetenin hakemleri yönetti, kaç maçın sonucuna gölge düştü? Bu çeteyi kendi çıkarları için yöneten antrenörler, manejerler kim? Peki bu çeteye yardım ve yataklık eden yazarlar, yorumcular kim? Böyle bir iddiayı ortaya atandan ispatını beklemek sadece bizim değil, - daha önemlisi - bu beyanatla zan altında kalanların en doğal hakkı. Böylesine vahim bir iddiayı ortaya atan her kim olursa olsun, ispat edememesi halinde hukuki ve vicdani yükümlülüklerine katlanması gerekir.

Ancak çok daha hayati bir noktayı atlamamak gerekiyor. Bu beyanatı veren herhangi biri değil, Türk basketbolunun en tepesindeki adam. Yani sadece ispat yükümlülüğü yok. Bunun ötesine, şayet varsa, bu çeteyle mücadele edip onu etkisiz hale getirmesi beklenen Türkiye Basketbol Federasyonu’nun başkanı sıfatıyla Turgay Demirel’in bizzat kendisi. Zira o makamın asli görevi şikayet değil icraattır. Şayet o koltuğu işgal eden, bu çeteyle baş edebilecek güç ve kapasiteye sahip değilse, böylesine samimi bir itiraftan sonra kendisinden beklenen onurlu davranış 18 senelik görevine orada nokta koyabilmesidir.

Malum siyaset gündemi bir süredir gerçek mi sahte mi olduğu tartışılan “belge” ile meşgul. Öte yandan yaratıcı manşet kabızlığı dillere destan medyamıza, Uykusuz dergisi her yeni kapağıyla ücretsiz, hayrına ders vermeye devam ediyor. Yaşanan “belge” bunalımını Uykusuz 17 Nisan tarihli sayısında şu cümlelerle özetlemişti: “Savcılıkta sadece fotokopisi bulunan belge sahte çıkarsa bu korkunç bir çetenin Türkiye’nin en önemli makamlarına sızdığı anlamına gelecek. Eğer belge gerçekse bu da korkunç bir çetenin Türkiye’nin en önemli makamlarına sızdığı anlamına gelecek.”

Biz de Uykusuz’a uyalım ve bu yazıyı öyle bitirelim: “Türk basketbolunda bir çete olduğu iddiası doğru değilse, bu iddia sahibi Turgay Demirel’in derhal istifa etmesi gerektiği anlamına gelir. Eğer Türk basketbolunda bir çete olduğu iddiası doğru ise, bu çeteyi çökertemeyen Turgay Demirel'in derhal istifa etmesi gerektiği anlamına gelir”

Devamı ...

Heineken - Walk-in Fridge




Şu sıraların gözde reklamlarından. Yaşadığınız yere göre maçtan önce, sonra ve devre arasında 5 kez denk gelmek mümkün, yine de daha sıkmadı.



Devamı ...

25 Haziran 2009

Talimat mı Malumat mı?


turgay demirel

Turgay Demirel Vatan'a verdiği röpörtajda şöyle diyor

"Fatih Söylemezoğlu orada 13 saniye kala kurala göre bir yorum yaptı ve düdük çaldı. Bu esasında değişen bir kural. ‘Top oyunda değilken, yapılan her faul sportmenlik dışı olarak çalınır’ şeklinde karar. Top oyuna girmeden böyle bir şey çalınmasın diye MHK’nin bütün hakemlere sözlü olarak uyarısı vardı. Defalarca yapıldı bu uyarı bütün toplantılarda. O toplantılarda diyorlar ki; bu çok ağır bir karar olur. Topu oyuna sokarken eğer itişlerde, birebir mücadelelerde faul çalınacaksa bunu top oyuna girdikten sonra çalın. Ya da çalamıyorsanız iki tarafı da ikaz edin. Topu tekrar oyuna sokması için oyuna sokacak oyuncuya verin. MHK’nin bütün hakemlere yaptığı uyarılar var. Ve bu nedenle bu karar sene başından beri bu şekilde hiç uygulanmadı. Maçın son 13 saniyesinde durum berabereyken böyle bir karar çıkınca kural doğru ve geçerli olmasına rağmen, hiç uygulanmasın talimatı verilmesine karşın bu uygulanınca doğal olarak sert bir tepki oluştu.

Şunu anlıyoruz ki bu ifadeden böyle bir düdük çalınmaması konusunda hakemlere bağlayıcı talimat bile verilmiş, peki nasıl böyle bir düdük çalabildi bu adam Kaan Kural'a göre kural adamı olan objektiflik tanrısı Fatih Söylemezoğlu verilen talimata karşın nasıl böyle bir düdük çalabilmiş, başka yerlerden aldığı talimat daha mı etkiliymiş.Bu düdüğü ve onun ardından Fenerbahçe taraftarını ve oyuncularını cahil olmakla itham eden objektiflik adı altında kin kusan kalemleri de.
Devamı ...

20 Haziran 2009

Tribünden Manzara Bu


inonu'de fener

Bizim tozlu parkeler'in çok tepki çeken yazımıza yaptığı yorumu ve daha sonra kendi blogunda yazdığı yazıyı okuduktan sonra kafamda yazacak şeyler vardı. Daha sonra o yazıya alınan bütün yorumlar, dün aethewulf'un yazısına yapılan yorumlar ve fikrini önemsediğim diğer Fenerbahçelilerin yazılarını görüp düşündükten sonra bu yazıyı yazmamaya karar vermiştim aslında. Savunma yapıyormuş gibi bir tonu olacaktı ve böyle düşünülmesi isteyeceğim en son şeydi, çünkü o yazı maçın heyecanıyla falan değil, gerçekten maçın üzerinden 12 saat geçtikten sonra gayet sakinken yazdığım bir yazıydı.

Burada başından anlaşmak gerek sanırım, yazının kalan kısmı bir anda kalbi Efes Pilsenle atmaya başlayan ve olaya bakışı "abi yine olay çıktı, tabii ki Fenerliler işte" sığlığından ileri gidemeyenleri ilgilendirmiyor. Anlatmaya çalışacağım şeyleri "ama biz böyle düşünmenize üzüldük" diyen, diyebilen ve samimiyetlerine inandığım Fenerbahçelilere.

Maç öncesi neler olmuş, olaylar nasıl gelişmiş antu'da açılan birkaç başlık üzerinden yorumlayalım. Maç öncesini maçtan ve maç sonundan soyutlayarak sonuçlar sıralamak ve onları madde madde yazıp sizden ne köy ne kasaba olur demek işin kolayına kaçmak oluyor çünkü...

Daha ayın dördünde bir antu yazarı gerilimin farkına varmış.
Final Serisi olaylara gebe.. yazmış.
Ayın 11'inde Kaya hakettiği özel başlığına kavuşmuş
Kaya Denen Yaratık
Hakemin Efes'e verdiği maç sonrası başlıklar çoğalmış
İPEKÇİDE KUPA KALDIRAMAZSINIZ !!!
Fatih Söylemezoğlu senin.....
Sahibinden Satılık Federasyon ve Hakemler!!!
efes can güvenliği istemişmiş...
ve maç günü birisi geleceği ön görmüş
Bu işin sonu çok kötü olacak...

Maçtan bir gün önce bizi çok şaşırtan bir yazı gelmiş. Ekipteki en sakin, hatta bizim sinirlendiğimiz zaman üslubumuzu ayarlamak için dönüp yazılarına baktığımız fatih şu satırları yazmış

Çarşamba günü Efes Pilsen Abdi İpekçi’de o kupayı kazanırsa nasıl 96’daki Türkiye Kupası finalinde Demirel’in kafasına pet şisesi atabilecek kadar cüretkar olabiliyorsa bu taraftar o salonu Efes’in başına yıkabilecek kadar da cüretkar olabilir. Kimse taraftardan sağduyu falan beklemesin, olacakların sorumlusu bu hakem atmalarını yapan Federasyon ve onları baskı altında tutan Efes Pilsen kulübüdür. Fenerbahçe yönetimi uyusa da Fenerbahçe taraftarı sahipsiz bırakmaz bu kulübü.
Antu'da yaklaşık 20 tane konu açılmasına sebep olan, bizim en sakin bildiğimiz arkadaşımıza "sağduyu öldü" dedirten neler oldu acaba? Bugün "Bunları hep Fenerbahçe taraftarı yapıyor" tayfası ve "bu insanlardan utanıyoruz"cular biliyor mu? O gün biliyorlar mıydı? Gerçekten şiddete karşı insanlar neden Sağduyu Öldü yazısına gelip tepki vermedi(Bir kişi verdi tepki, hakkını verelim onun)? Tüm bu yazılanların, bunca bilenmenin, bunca tepkinin organize olduğunu görüyordunuz da hepsinin blöf olduğunu mu düşünüyordunuz? Yoksa evet yarın tepki verilmelidir mi diyordunuz? Peki nasıl bir tepki bekliyordunuz?

Olan olay sahaya fırlatılan şişeler, iki taraftarın sahaya girip yüzlerce polise tarafından korunan kendilerinden üç kat fizikli oyunculara atağı ve 100 tane çoluk çocuğun 5 tane polis görünce cin görmüş gibi kaçması. Tüm olanlar 10 saniye sürüyor. Yapılanların dışarıdan kaldırım taşı getirip oyunculara fırlatmaktan daha fazla fiziksel zarar veren bir tarafı yok. Fakat oyuncuların taş yağmuruna tutulup taraftarın boşaltıldığı Galatasaray - Fenerbahçe maçı spor haberlerinde bile yer bulamazken Fenerbahçeli taraftarların "rezalet"i ana haberlerin kurtarıcısı...

Bunun üzerine "bunlar hayvan abi, bizden değil bunlar, utanıyorum" demek en kolay şey. Çok kolay bu, bunu diyerek çok rahat bir konuma oturtuyorsun kendini çünkü, ana haber bültenleri yanında, resmi site yanında, pek tarafsız blogcular yanında, herkes yanında... Bir güzel soyutladın olayı, onca olay çıkacak uyarısının sebebi falan kalmadı, maçtan sonra bir tane kareyi aldın ve kendine bir duruş belirledin. Buraya kadar güzel...

Bunun üzerine biraz düşündüm, biraz okudum, biraz da tribünden arkadaşlarla konuştum. Sonra tozlu parkelerin yazısını okudum. Tozlu parkelerle şahsen hiç tanışmadık, internet üzerinden konuşmuşluğumuz var o kadar. Yalnız o yazısını okuduğum an aklıma ilk gelen görüntü Aydın Hocanın son senesindeki play-off'un ilk maçında Daçka'ya yenildiğimiz gün geldi. O gün Cumartesi ve maç bir play-off maçı olmasına rağmen toplam 200 kişinin olduğu salonda eminim tozlu parkeler de vardı. Sonra aklıma Ülker sponsor olmadan bir sene önce oynadığımız ve inanılmaz bir son dakika dönüşüne rağmen Violet'in son saniyede kaçırdığı üçlükle Efes'e kaybettiğimiz (olay falan çıkmamıştı, takımları alkışlayıp göndermiştik) maç geldi. 500-600 kişi vardı ama tozlu parkeler oradaydı, biliyordum, emindim. Ben İstanbul'da değildim ama 13 sene önce Efes'i 2-0'dan 3-2 elediğimiz maç geldi, ben televizyon başında ağlayarak izlerken eminim tozlu parkeler o gün hayranlıkla kendilerini de alkışladığım taraftarlar içindeydi. Aklıma ilk bunlar geldi, içimde ne varsa aynısını yazmıştı, aynı yollardan geçmiş, aynı benim gibi düşünüyor, aynı tepkileri veriyor, aynı şeye tepki gösteriyoruz, kesinlikle o gün ordaydı... İşte o zaman ikna oldum bu yazıyı yazmaya.

Tribüncüleri dışarıdan bakınca sevmeyebilirsiniz. İçlerine girince çok seveceksiniz diye bir geyik yapmayacağım, bazısı kültürsüzdür, birisi çok küfür ediyordur, birisi çok konuşuyordur, birisinin siyasi görüşü size terstir veya tamamen keyfinizden sevmiyorsunuzdur. Çok normal bu. Beni sevmeyenler de vardır aralarında, benim de aralarında sevmediğim vardır. Yalnız tribüncülük hayatım yurt dışına taşındığımdan 7 sene gibi kısa bir sürede bitmesine rağmen o kısa süre bile bana çok şey öğretmiştir.

Sevdiğiniz, sevmediğiniz adamlar artık o tribünün içindeyseniz birsinizdir. Öğrencisinizdir, deplasmana gidecek paranız yoktur, sizi arabaya alır 5 kuruş istemezler. Gidince yiyecek yemeğiniz yoktur, ekmeği böler paylaşırlar. Trabzon'da acemisinizdir, taşın geleceği yeri bildiği için kendisini siper eder korurlar. Polisin canı sıkılır saldırır, yere düşersiniz 10 tane polis sizi tekmelemeye başlar, sizi orada bırakmazlar, siper ederler, üzerinize atlar, polisle kavga eder çekerler sizi. Orada Fenerbahçelisinizdir, Fenerbahçe sahadaki 11 kişi ya da 5 kişi değildir, sizsinizdir orada Fenerbahçe. Bütün olursunuz, bir kişiye yapılan herkese yapılmıştır, dostluğunuz, kardeşliğiniz budur. Birlikten gelir. Binlerce kilometreye, sizi linç etmek isteyenlerin arasına bu birlik sayesinde gidersiniz. Tozlu parkeler'in yazısını okuduğum an aklıma gelen bunlardı, tribüncüydü bu adam işte, birlik nedir çok iyi biliyordu, tribünü yaşamıştı, işinden, okulundan kaçmıştı, polisten yediği tek dayak maçtaydı ama işte 4 paragraflık yazısı her şeyi anlattı bana. Bu birlik nedir en iyi bilenlerdendi... Yukarıdaki fotoğrafı maç sırasında 2 saniye gösterilince izlemek çok keyiflidir. Onları yapmak için gece uyumayan insanlar vardır, valiliğin saçma kararı yüzünden münferit girmek zorunda oldukları İnönü'ye binbir tehlike atlatarak sokarlar, polis sokmaz, saatlerce mücadele ederler. Kimsenin yapmayacağı bu şeyleri Fenerbahçe için yaparlar, arkalarındaki tek güç de ne benim gibi blog yazarları, ne yönetim, ne futbolculardır, sadece birliktir.

Yukarıda gösterdim, Fenerbahçe taraftarı olan onca şeyden sonra eylem kararı aldı. Bir haftadır konuşuluyor bu, bir anda birisinin kafasına esmiş bir şey değil, bir birikimin sonucu, bir patlama. Bundan haberi olmayan bu maç hakkında da yorum bile yapmamalı zaten.

Çarşamba günü Efes Pilsen Abdi İpekçi’de o kupayı kazanırsa nasıl 96’daki Türkiye Kupası finalinde Demirel’in kafasına pet şisesi atabilecek kadar cüretkar olabiliyorsa bu taraftar o salonu Efes’in başına yıkabilecek kadar da cüretkar olabilir.
dendiğinde ne geçti acaba aklınızdan? Bunlar havaya konuşuyor mu? Ben çok poker oynadım, blöf bu, anlarım mı? Bir haftadır bir tür eyleme geçeceğini bas bas bağıran insanlar varken neden bu kadar organize bir tepki gelmedi o zaman? Evet eylem olmalıydı ama böyle değil diyorsanız ne bekliyordunuz? Küfür sınırı koymak yeterlidir mi, su fırlatsak yeter mi, yoksa bu kadar insan gerçekten boş gevezelik mi yapıyor sanıyordunuz?

Neticede o gün taraftarlar, Fenerbahçeliler söylediklerini yaptılar. Küfür ettiler, şişe attılar, birileri de eylem tercihini sahaya girmekten yana kullandı. İşte sürekli bahane edilen münferitlik vardır ya, işte bu sahaya girme tam olarak münferitti. Çünkü o kadar uyarıya rağmen sadece 200 çevik kuvvet polisi vardı ve taraftar grupları sahaya girmeye karar vermiş olsaydı bugün aklınıza getirmek istemeyeceğiniz şeyler olmuş olacaktı. Buna rağmen Türkiye'de bir stadta insan öldürüldüğünde bile kullanılan bu münferit kelimesini bugün kullanan yok.

Taraftar eyleme geçmeye karar verdi, buna itiraz eden ne bir blog yazısı ne bizim blogdaki erken gelen uyarıya gelen tepki vardı. Bugün o eylem kınanmaya başlandı. Şu anda bunu yapmak kolay çünkü... O insanlara hayvan demek çok kolay, Fenerbahçeli değiller demek çok kolay. Oysa tribünden tanıdığım kimse bu kadar kolay satmıyor davasını. Eyleme geçilecekti, geçildi. On bin insan arasından yöntem olarak senin seçmediğin yöntemi seçen iki tane insan var ama tanıdığım ve olay üzerine konuştuğum hiçbir tribüncü onları satmadı. "Hayvan bunlar" diyerek kolayı seçmedi, birliğini korudu. Yöntemi onaylamıyorum, olmasaydı keşke diyenleri anlıyorum. Bunlar hayvan, bunlardan utanıyorum diyenleri anlamıyorum. İster kabilecilik diyin, ister aşiret misiniz deyin. Tribün kültüründe polis aranıza girip adam çekemez, rahat rahat gelip alıyorsa utanırsınız. Tribünü, tribüncüyü ayakta tutan birlik duygusu buradan gelir. Gruplar kavgalı günlerinde bile rakibe karşı sımsıkı, omuz omuza durur. Gruptan bağımsız eyleme geçen varsa kendi aralarında hallederler, ortaya atarak, hedef göstererek değil. O gün salonda on bin Fenerbahçe taraftarı vardı, Fenerbahçe için bağırmaya, karar verilen eylemi yapmaya, Fenerbahçe olmaya gitti.

Şimdi atın ortaya, olayı tecrit edin, soyutlayın yaşananları. Kaya'nın ve Kerem'in tribünlere gidip yaptığı hakaretleri, Ergin Ataman'ı, hakemin kışkırtmalarını unutun. "Ne olursa olsun bunlar hayvan" demek çok kolay. Bir haftada biriken öfkeyi, uyarıları, bunlara göz yumanları ve üzerine daha da fazla dalga geçenleri görmeyin. Tribünde omuz omuza duracağınıza alınan eylem kararını bilmiyormuş gibi davranın, olaydan önce gaz verip olay bitince işte bunlar yaptı diye parmakla gösteren çocuklar gibi davranın. Ne rahat bir pozisyon bu. Tribün insanlarının öfkesini ve düşündüklerini çok iyi anlıyorum, kendilerine de iyice sabır diliyorum. Ortak paydaları ve onları bir tutan Fenerbahçe ama bu devirde işleri çok zor. Uzun yazı oldu, aethewulf'a da söyledim, 20 saniyelik bir olayı basının bu kadar şişirmesi yüzünden çok mesai harcadık dedim, Daum yazıları bir kenarda kaldı, ama bunları yazmazsam da içimde kalacaktı.
Devamı ...

Ali Dia - Tarihin En Kötü Transferi



Graeme Souness'ın telefonu çalar. Telefonun ucundaki kişi George Weah olduğunu söylemekte ve kendisinin Ali Dia isimli bir kuzeni olduğunu, kendisinin PSG'de oynadığını ve 13 kere milli olduğunu belirtip onu takımında oynatmak isteyip istemediğini sormaktadır. Souness teklife atlar ve Ali Dia'yı Southampton'a getirir. Leeds United maçının 32. dakikasında Le Tissier sakatlanınca Souness oyuna Ali Dia'yı sokar. Yalnız bir sorun vardır, Ali Dia futbolcu bile değildir. Souness kendisine toplamda 21 dakika dayanabilir ve 53. dakikada oyundan çıkartır. Ali Dia daha sonra "sakatlığı olduğu" gerekçesi ile takımdan ayrı tutulur ve kulüpten gönderilir. 2001 yılında Newcastle'daki Northumbra Üniversitesi İşletme Bölümünden mezun olur. Zaten İngiltere'ye bunun için gelmiştir.

Devamı ...

19 Haziran 2009

Süslü Hipokratlar Karnavalı


hipokrasi

Hipokrasi: Bir kimsenin gerçekte inanmadığı ahlaki, beşeri, insani, felsefi değerlere ve inanışlara inanıyormuş gibi davranması.

PVH'nin yazısından sonra gümbürtü koptu. Hemen hemen her tarafta ve bu blogda yazı hakkında akıl almaz yorumlar okuyoruz. O kadar çoklar ve o kadar iç sıkıcı bir şekilde aynı cümleleri kurup aynı şeyleri söylüyorlar ki, Türkiye'de herhangi bir spor dalıyla yeni ilgilenmeye başlayan bir İsveçli Türkiye'nin bu alanda kesinlikte İsveç'ten daha iyi olduğuna inanabilir. Zira bu mümtaz kalabalık her türden şiddete inanılmaz bir şekilde karşı çıkıyor, bunu kati olarak ve kesinlikle reddediyor, şiddet karşıtlığını o kadar hararetli savunuyor ki böyle bir şiddet olayı gördüklerinde "yakıştıramıyor", "içlerine sindiremiyor", "utanıyor", "iğreniyor" ve "lanetliyorlar." Bu kadar lanet ve hazım problemi en nihayetinde kendi çözümlerini de ortaya çıkartıyor. "Tribünden bu olayların hemen silinmesi için" hararetli hararetli tartışıp, bütün bu olayların faili olan Fenerbahçe'nin "tümden basketboldan yasaklanmasını", "en az bir sene ceza almasını", "Abdi İpekçi'nin sonsuza kadar kapatılmasını" öneriyor daha insaflıları ise "hiç olmazsa bir kaç ay" bütün bunların gerçekleşmesini talep ediyorlar.

Böyle bir kalabalığın sesinin yankılandığı odada PVH'ninki gibi bir çıkışın bomba etkisi yaratması kaçınılmaz. Kimse bunu beklemiyordu. Herkes "olaylar yakışmadı", "hiç olacak şey mi", "cıkcıkcık" denilmesini bekliyor, toplu halde olayları cıkcıklayıp, hiç bir zaman derinine incelemeden toptancı bir şekilde herkesi lanetleyip işin içinden sıyrılmayı umuyordu.

Esasında bu lanetleme şöleni ve pratiği bütün biçimsizliği ve etkisizliği ile öylesine derinleşmişti ki, lanetlenmezse ne olacağı konusunda da kimsenin kafasında bir şey olmadığı gözüküyor. Sirk yerinin maharetli hokkabazları gibi birbirimize göz yanılsamasından numaralar yapmaya devam ederken her şey pek güzeldi, herkes birbirine numara yapıyor, o güzel toplar havada uçuşuyor, bir anda çıkıp kaybolurken izlemek pek de keyif veriyordu.

Herkes birbirinden bu neviden bir hokkabazlık bekliyor, steril steril yazacak, olayları "asla kata şekerim, ne çirkin şeyler bunlar" derinliğinde analiz edecek, Fenerbahçeli olduğumuzu gösteren herhangi bir beyanat -hiç bir zaman objektif olmak gibi bir isteği ve bunu gösteren yazısı olmayan adamlar tarafından- "subjektif" olmakla eleştirilecek, basitten "taraflılık" çığlıkları atılacak, ulu ve güzel eleştirilemezler ile "uslu Fenerbahçeli" kontenjanından ilişkiler kurup, arada bir gelip "ne de objektif ve güzelmiş pırlanta gibi tertemiz" diyeceklerin şakşakları arasında kutlu kabul edilmişliğimizin tadını çıkartacaktık.

Tek sorun burası öyle bir yer değil. Burası oturup da makbul olmak ve genel tarafından makbul kabul edilerek bin kere söylenmiş bulunanı binbirinci defa yazmak için kurulmadı. Biz Aziz Yıldırım'ı eleştiriyorduk, uslu ve makbul çocuklar olmak için değil tam da böyle olamayacak kadar eleştirimize ve o eleştirinin parçalarna güvendiğimiz için. Biz oturup ANTU'yu eleştiriyorduk, "Peki Emre'yi neden kabul edelim" bu blogda yayınlandığında ortada herkes Emre'yi nasıl içine sindireceklerini, neden kabul etmeleri gerektiğini birbirine anlatmaya ve izah etmeye çalışıyordu. Hiç makbul ve uslu bir görüş değildi. Burada söylendi. Oturup herkesin gözleri Lugano'ya çevrilmişken ve ikinci dünya savaşı dahil neredeyse her şeyin suçu onun üstüne atılmaktayken de itiraz buradan geldi. Fenerbahçe internet sitesindeki saçmalıkları "Babanızın Malı mı o Site" diye gösteren veya Ümit Özat'a yapılan vefasızlığa isyan eden de bu blogdaki yazılardı. Bizim yazılarımız ve Fenerbahçe üzerinden söylediklerimiz, bu takıma olan inancımızı belirten bütün cümlelerimiz kendi içinde bulunduğumuz grubun normalleri ve alışılmışlarına aykırıydı. O sebeple de o cenahlardan da sanılanın, bilinenin üstünde tepki aldık. Ancak makbul ve uysal olan olmadık. İtirazımız varsa belirttik, isyanımız varsa söyledik, hak bildiğimizi ifade ettik. Şurada yazılarımızın tamamına bir bakan, şurada okuyan izleyen insanlar son kertede acımasızlık derecesinde katı bir şekilde ait olduğumuz camiayı eleştirdiğimizi görebilir. Uslu çocuk olmak pahasına kimsenin şefaatinden medet umacak veya bildiğimizi yutacak değiliz, şirin gözükmeyi de şirinleri de pek sevmiyoruz. Tam tersine söylenilen doğru ise tam da şirin olmamayı, alışılmışı yerinde hoplatmayı, uysal olanın kafasında bir zil çalmayı, makbul steril victoria dönemi kızı gibi yaşayanların püriten dünyalarında bir çatlak yaratmayı istiyoruz.

PVH'nin yazısı üstüne lanet üstüne lanet mesajı, küfür ve hakaret aldık. Beşiktaşlılar ve Galatasaraylılar mal bulmuş mağribinin şevkiyle, Fenerbahçeliler ise çoğu zaman şaşkınlıkla itirazlarını ilettiler.

Bunların arasında biri oturup "papazın çayırında otlayanlar" diyip bizi işaret ederken Aziz Yıldırım'a diktatör diyen, bunu da uzun uzun izah eden adamları "başarı fetişizmi"nden muzdarip olmakla suçladı. Ona göre fenerbahçeliler başarı fetişizmden kurtulmazsa "papazların çayırlarında Aziz Yıldırım tarafından otlatılanlardan biri olacak" ve "yeri geldiğinde "Fener'i sahipsiz mi sandınız?" diyerek sağa sola tekme savuranları savunur hale gelecek"ti. Bu tip bir ortalama algıyla, her şeyi ve herkesi umduğuna, alıştığına ve istediğine benzetmeye çalışmaya yönelmiş akıl ile anlaşmak kolay mı? Temel önermesini başarı fetişizmine sahip olmamız bunu da Aziz Yıldırım tarafından otlatılan bir otlakta yapmamız üstüne kuranı anlamamak imkansız. Buna inanmak zorunda. Aziz Yıldırım'ı eleştiren, ona diktatör diyen, Emre'nin boğaz kesme hareketine o formayı kirletiyorsun diye karşılık veren, İbo gönderilince kızan, Zico'nun gidişine karşı duran ve nihayetinde Fenerbahçe Aykut olsun diye temenni de bulunan bi dil onun algı dünyasında gerçekten varolursa Fenerbahçe'ye duyduğu derin ve köklü nefreti de etkileyecektir. Bu nefrete devam etmek, bunu sürdürmek için Fenerbahçe'nin ve tüm Fenerbahçelilerin inandığı gibi olmasına ihtiyacı var. Hepimiz kötüyüz, hepimiz başarı fetişizminden muzdaribiz, makyevalistiz, ahlaksızız, hegemonuz ve eğer böyle olmadığımız gözüküyorsa da "aslında" böyleyiz, işte bu olayda bunu ispatladı. Buna inanmak zorunda.

Baş edemezler, kafaları almaz, alıştıkları uslu Fenerbahçeli cümlelerini kurmazsanız, peşin peşin onların duymayı bekledikleri gibi onlara ses çıkarmazsanız iletişim kuramazsınız. Bu tip adamlar sürekli olarak makbul ve uslu olduğunuzu ispat etmek zorunda olduğunuz adamlardır. Aziz Yıldırım'ı sabah akşam kötüleyeceksiniz ama yalnız bu kadar değil aynı zamanda Fenerbahçe'nin ahlaksız olduğunu da kabul edeceksiniz, desibellere övgüler düzüp Fenerbahçe tribünlerinin ne kadar boktan olduğundan bahsedecek, Cemil'e bir övgü cümlesi koyacaksanız her zaman Şeref'i de yad edecek, Lefter'i Metin'siz, Hakkı'sız ağzınıza bile getirmeyecek, Zeki Rıza Sporel'in vatan haini olduğunu iddia edebilecek, sarı ile laciverti bir renk havuzunda onların görmek istediklerine yaklaştırdıkça var olacaksınız. Ahlak, hakikat ile filan alakası olmayan bir şey. Bunlara benzeştikçe ahlaklısınız, uslusunuz, alkış alacaksınız.

Bu zihniyetten ikrah ediyorum. Bu zihniyet karşısında öfkeleniyorum. Diğer camiların günahları en az bizim kadarken, karikatürler tarafından yönetilip, teşvik primleriyle dolaşıp, her hafta sonu sessiz kaldıkları için görmedikleri şiddet olaylarının yanından geçip herhangi bir olayda Fenerbahçe üçüncü dünya savaşını başlatmış gibi tepki vermelerinden nefret ediyorum.

Hipokrasi inanmadığı bir şeyi inanıyormuş gibi savunmaktır. Şiddete karşılar, sindiremeyenler, utananlar her iki haftada bir stadlarda Mahmut Hocacılık mı oynuyorlar? Türkiye'nin her tarafındaki stadda şiddet eylemleri şelale gibi akarken, Türkiye'nin her yerinde her hafta kavgalar çıkarken sessiz kalanlar eskaza televizyonda bir spor müsabakası izleyip denk geldikleri için bir anda şiddeti keşfediyor, buradan cennete varacak kadar çok cümle ve kelime ile bu şiddeti yere yere havale geçiriyor, ruhları mengeneye girmiş gibi bağırıyorlar. Vay anasını. Gandhi gibi gezinip yarrak görmüş Viktorya dönemi kızı gibi çığlık atarak karşılanan olay ne? Bir basketbol maçında olaylar çıkmış.

"Maçın ilk çeyreğinde Galatasaraylı seyircilerin, Fenerbahçe benchine attığı votka şişesi sahada patladı. Şans eseri kimsenin yaralanmadığı olay sonrası Şeref Tribünü’nde kavga çıktı. Galatasaray Basketbol Şube Sorumlusu Ahmet Dedehayır, Fenerbahçeli yönetici Semih Özsoy’un üzerine yürürken, bir seyircinin de Şeref Tribünü’ne atlamasıyla tartışma yumruklaşmaya dönüştü."
http://www.milliyet.com.tr/.....HaberDetay&ArticleID=1016704

"İlk devre boyunca tribündeki 150 kadar Galatasaray Cafe Crown taraftarı ile ev sahibi ekibin taraftarları arasında tartışma yaşandı. Devre arasında bu tartışmalar kavgaya dönüştü. Taraftarlar tribünde birbirine girdi. Yumruk ve tekmelerin konuştuğu kavgaya polis müdahale etti."
http://www.radikal.com.tr/....20.11.2008&CategoryID=84

"Basketbol Federasyonu'ndan yapılan açıklamaya göre, 27.11.2004 tarihinde BJK Akatlar Kültür ve Spor Kompleksi'nde yapılan maç sırasında, tribündeki taraftarların taşkın davranışlarda bulunması, küfürlü tezahürat yapılması ve sahaya yabancı madde atılması, maçın son periyodunda bir Beşiktaşlı taraftarın sahaya atlayarak hakem Halil Baldemir'i yumruklamasından dolayı federasyon Disiplin Kurulu, Beşiktaş'a 1 maç kendi salonunda oynamama cezası verirken, 750 milyon lira da para cezasına çarptırdı."
http://www.habervitrini.com/haber.asp?id=154939

Vay anasını! Şiddet ne kadar da yaygınmış! Şurada oturup da şiddeti kınadığını, kınamaktan mide ağrısı geçirdiğini, titreme nöbetlerinde kaybolduğunu yazanların hangisi bu tip bir olayın kendi takımı, kendi taraftarı ve kendi kulübü nezdinde de gerçekleşmeyeceğini söyleyebilir? Ama daha önemlisi şu, hangisi böyle bir olayı istemiyor? Herhangi bir Fenerbahçeli basketbolcu Beşiktaş maçında Beşiktaş taraftarına kol hareketi yapsa, dilini çıkarsa, Bogdan her maçtan sonra Beşiktaş'a hakaret etse, aynı pozisyonu yaptığında Solomon'un başı okşanırken Cevher'e faul verilse, Fenerbahçe eğer Beşiktaş kupayı alırsa takımı ligden çekeceğini söyleyip alenen tehdit etse, 2-0 dan sonraki maç bütün basketbol camiası tarafından kötü şöhret ile bilinen bir hakem devreye girip bütün maçı katletse Beşiktaş taraftarı maç sonunda alkış tutup, "gelin çiçek derelim annemize verelim" türküsü eşliğinde salondan ayrılacak mıydı? Bugün burada oturup da "şiddet çok pis çirkin bir şey bir kere" diyenlerin hangi biri o salonda o şartlarda olsa "lütfen arkadaşlar hakaret etmeyelim, şiddete tevessül etmeyelim, efendi gibi maçımızı izleyip alkış tutalım" diyecekti?

Aksine. Göreceğimiz kesif bir sessizlik olacaktı. Muhtemelen Kaka'nın aylık maaşı filan hesaplanacak, Ronaldo'nun Paris Hilton'a nasıl bindiği yazılacak, bir kaç Fenerbahçeli olur da itiraz ederse o zaman o sesler de "fanatik olmakla", "bu şeylerin hep olduğuyla", "önce dönüp de Lugano'ya bakmamız gerektiği" ile filan cevaplandırılacak, her cümlenin sonunda "camiaya mal etmeyelim" mesajları çıkacaktı.

PVH'nin yazısı bu süt muhallebesi kıvamındaki ortamdaki bombadır. İlk kez beyne kan gitti. Tansiyon yükseldi. Bunu hemen şiddetin faili olmakla hatta gelecekteki şiddet eylemlerinin de sorumlusu olmakla karşıladılar. Onlara göre böyle bir yazı şiddetin faili olmak ile eşdeğerdi. Aynı şekilde sistematik hakaret, ezik büzük muhabbetleri, sürekli devam eden aşağılama ve tahkir şiddetin görünüm şekilleri ve şiddeti besleyen damarlar değil mi? Bu dili kullanıp devam ettirerek şiddeti lanetlemek AK-47 ile ateş açarken barış dilemek gibi. Dün Fenerbahçe Aykut olsun diye yazı yazan biri böyle bir cümle ediyorsa düşünülmesi gereken şey bir basitleştirme, sığlaştırma veya niteliksizleştirme olmamalı, bunu mümkün ve var eden her şey de bir masaya yatırılmalı. Bütün bu olayların sorumluluğu tek kişiye bırakılamayacak kadar ağırdır, bu olayın bütün paydaşları hesaplarını verdi, bütün yapılan kötülükler de sahaya giren bir tane kırmızı tshirtlü amcanın varlığı ile temize mi çekildi? İnsanların sahaya girip gözü dönmüş gibi Kaya'ya saldıracak kadar isyan içerisinde olmasının sebebi anlaşılmaz mı?

İsyan bir dildir ve bir iletişim biçimidir. Gözü önündeki ahlaksızlığa, adaletsizliğe, haksızlığa karşı insan isyan eder. İsyanın karşısındakine zarar vermekten çok ona bir mesaj verme, onu belirli bir harekete ve ahlak dairesine döndürme isteği vardır. Beşiktaş taraftarı polis üstlerine yürüyüp İnönü'de biber gazı sıkarken isyan ediyordur, oturup da gerizekalı gibi "Polise hiç bir şekilde el kalkmaz taş oluruz", "işte kargalar ehi ehi" diye yazı yazmayız. O isyanı anlar ve hatta hak veririz. Yürüyüş yapmak isteyen insanların üstüne polis timi gönderip, su sıkıp sonra da biber gazı sıkarsanız o insanlar bu adaletsizliğe ve izansızlığa karşı tepki koyacaklardır, ellerinden bu hariç her şey alınmıştır ve artık dil bu seviyeye inmiştir. İlla kafamızı biber gazı atılmasını beklememiz gerekmiyor. İsyanı var edecek koşullar bu kadar dar değil. Elinizden hakkınız olan çalınıyorsa itiraz edersiniz ve bunun biçimleri vardır, Tribünler koro halinde küfürlerle isyan ederler, bağırarak isyan ederler, hareketlenerek, susarak, arkalarını dönerek ve hücum ederek.

O halde tribünlerde şiddeti engelleyecek olan şey steril ve varımsız bir "Ay şiddet ne ayıp lanetliyorum. Şimdi görevimi yaptım. Paris Hilton'u siken Ronaldo fotoğrafını postlamaya devam edeyim" mantığı da olamaz. Şiddeti mümkün ve var eden koşulların ortadan kalkması gerekir. Bu tribünlerin güvenlik görevlileri yok mu? Dağ başı mı orası? Böylesine stress yükü yüksek bir maçta polisin orada olması gerekmiyor mu? Bu pratik bir de moral alt yapı var. Bir Federasyon tehdit edilebilir mi? Bir kulüp Şampiyon olmazsa ligden çekileceğini söyleyebilir mi? Tetikçi bir hakem alenen maça göz göre göre gönderilebilir mi? Şiddeti durduracak olan şey şaşı şehla şiddeti kınama, ortayolcu şiddet ne iğrenç pis beyanatları, lanetlemeler, utanmalar, yakınmalar ve sindirim sistemi bozuklulukları beyanatları değil pratik, uygulanabilir, güçlü ve etkin önlemlerdir. Şiddeti adaletle durdurursunuz. Şiddeti oyunun kurallarına saygı göstererek durdurursunuz. Şiddeti insanların güvenliğini sağlayarak durdurursunuz ve eğer bunlar sağlanmazsa elbet sahaya inecek insanlar her zaman olur. Ne dün bunların eksikliğini çekiyorduk ne de yarın çekeceğiz.

İnsanları tek tek uyararak, aman şiddet olmasın diyerek, bir taraftan da buna içi geçerek, istediklerine susup istediklerini lanetleyerek, istediğine kör istediğine teleskop, şiddeti esasında hiç reddetmeden Fenerbahçe yapınca sureti haktan gözükmek için reddederek, uslu uslu baş eğip, bağıra çağıra küfrederek çözemezsiniz. Şiddetten mide ağrısı olan şiddetin sebepleri ve onu mümkün hale getiren koşullarla uğraşmalıdır, üç beş tane adamın sahaya girmesi ile filan değil.

Bunun adı süslü hipokrasi karnavalıdır. Birbirimize hokkabazlık yapıp, hoşumuza gideceğini düşündüğümüz cümleleri, hoşa gitsin istenilen paragraflarda altalta getirip, toplu halde lanetleyip toplu halde alkışlayıp, hep aynı yerde hep beklenileni yapıp, görevimi yaptım adamcığı gibi sorunun ne olduğuna bile bakmadan yanından teğet geçip, sonra da kendisiyle aynı cümleyi kurmayan birini görünce kalp krizi geçirip birbirmizi eğlendirmek sirk nahiyesinde bile anlamsız bir devir daim olur.

Biz buradayız ve bu blog karnavalın bir parçası değil. Bizim içimizden geçenle söylediğimiz bir. Ne sureti haktan gözüküyoruz ne de rahle-i tedrisattan geçip bir örnek olmayı içimize sindiriyoruz.

Biz buradayız ve sizi daha çok deli edeceğiz. Ta ki hipokrasinin iğrenç olduğunu anlayana, ta ki gerçekten hiç bir şeyi tartışmadan tartışmış gibi yapmaya, ta ki sorunları irdelemeden çözümler kastırmaya, ta ki istediğine bakıp istediğine bakmayan seçimlik ahlaka son verilene kadar.
Devamı ...

Taraftarlığın Geçişkenlik Özelliği


degiskenler

Bilim insanlarını hayrete düşüren, yeni bir fenomen. Senelerdir matematiksel işlemlerde geçerli sandığımız özellik, değişkenler yerli yerinde olunca her yerde karşımıza çıkıyormuş.

Devamı ...

18 Haziran 2009

Koca Fener'i Sahipsiz mi Sandınız?


efesliler dayak yerken

Türkiye'de basketbol maçlarının bilet fiyatları 5-10 TL arasında iken Efes Pilsen'in 50 TL'ye bilet satması çok normaldi... Fenerbahçe tepki olarak olmayan Efes taraftarına bileti 100 TL yapınca olay oldu. İlk iki maçtan sonra Ergin Ataman hakemleri, federasyonu suçladı, normaldi... Sonraki maçlarda yaşanan hakem rezaletlerine Fenerbahçe taraftarı tepki gösterince ağlıyorlar oldu. Mrsiç adamın yanında yürüdü fauldü, Kaya yerde yatan Solomon'un üzerine yürüdü "aman oğlum sakin haydi oyununa devam et" oldu. Ömer'in faulü kasıtlıydı, Sinan'ın elini kolunu vurmadığı yer kalmadı iyi savunmacı oldu. Ergin her maçtan sonra tribünlere, protokole dönüp el kol hareketi yaptı, maçın stresi oldu. Kaya 3 yaşında çocuk gibi tribüne gelip dil çıkardı, attığı her basketten sonra tribüne kol hareketi çekti hırslı oldu. Şimdi hak ettikleri dayağı yediler Fenerbahçe taraftarı rezalet çıkardı oldu. Size bir, size yalakalık yapan şaşkın kardeşlere iki, sizin iki yüzlü centilmenlik anlayışınıza üç... Fenerbahçe'yle uğraşırsanız her sene böyle olay çıkacak, bunu da not edin bir kenara, belki yönetimin sesi çıkmıyor da hâlâ birkaç mangal yürekli var o tribünlerde...


Devamı ...

17 Haziran 2009

Bir Kez Daha; Haramilerin Saltanatını Yıkacağız



İşin buralara gelmiş olmasının bir dolu sebebi olabilir. Basketbol dışı etkenleri, dile getirmek, fazlaca yazmak istemesekde hakemlerin serinin altını üstüne getirdikleri aşikardır. Memleket basketbolunun son 25 yıldaki lokomotifi olmanın verdiği gücü kirli oyunlarda kullanma becerisi Efes'in pek bilindik marifetlerindendir zaten.

2 haftadır bizler bu birbirinden gergin maçlarda tribünde olmanın yorgunluğunu ve stresini öylesine yaşadık ki artık sabırları taşıran yanlı yönetimlerin çileden çıkarttığı oyuncuların hakem masasını tekmelemelerini falan doğal karşılayabilecek durumdayım. Bu oyunun masumiyetine, haklı olanın, daha çok emek verenin, hakedenin kazanacağına dair inancımız yıllar önce sarsılmıştı ama serideki her maçı geren, kavgalara zemin hazırlayan, all-star maçında bile sportmenlik dışı faul almayı becermiş adam olarak tarihe geçen Kaya'yı kendilerine itiraz ettiğinde yanağını okşayarak sakinleştirip, top kendisinden dışarı çıkmasına rağmen topu Fenerbahçe'ye veren hakemin kararını düzeltip topu rakibine verecek kadar sportmen bir adam olan Ömer Onan'ı itiraz ederken itip kakan hakemlerin bu kadar ayan beyan biçimde niyetlerini belli etmeleri de artık iyiden iyiye kabak tadı vermeye başladı.

Beşiktaş'lısının, Galatasaray'lısının Efes tribünlerinde boy göstermeleri, birden bire memlekette Efes basketbol sevdalılarının sayılarının artması, nerede Fenerbahçe varsa orada cümleten, renk ayrımı gözetmeden kirli ittifakların ortaya çıkması da artık gülünç hale geldi.

Ne büyük camiayız ki karşımıza çıkan milyonlarca destekci kazanıyor, sezon boyunca kendi takımlarıyla ilgilenmeyen Galatasaray, Beşiktaş taraftarları pozisyon pozisyon Efes-Fener serisini takip ediyor, yorumluyorlar. Ergin Ataman ve Kaya Peker'i kahramanlaştırıyorlar.

Bu hasetle doğan ittifağın sebebi ligi son 2 yıldır domine ediyor olmamızda değil, şampiyonluklara hasret geçirdiğimiz yıllar boyunca kah Çukurova, kah Paşabahçe, kah Ülker taraftarı kesilen aslan cimbomluları, vahşi kartalları çok gördük.

Beşiktaş’lıların Efes’e kendilerini ve diğer kulüp takımlarını basketbol salonlarının dışına itmeye çalıştığına dair haykırışları hala kulaklarımızda çınlarken, Galatasaray’lı taraftarların 2 sezon önce ( kendi cafe crownluklarını unutup ) kendilerini lig şampiyonu ilan ederken Efes Pilsen ve ( Fenerbahçe ) Ülker müessese asıl şampiyon biziz diye pankart açıp güya müesseselerin salon sporlarındaki hakimiyetine karşı duruş sergilerken bugünlerde Efes Pilsen’in en büyük destekçileri kesilmeleri bizim için şaşırtıcı değil ama memleketimizdeki taraftarlık kültürü açısından hakikaten düşündürücü.

Bu omurgasızlık, bu renk belirsizliği, bu kendisini sadece Fenerbahçe düşmanlığı ekseninde ifade edebilme hastalığı kronikleşmiş artık.

Ne diyelim, tedavi olmak istemeyen hastayı kendi haline bırakmak lazım.

Öte yanda, gerçekten Efes Pilsen’e gönül vermiş insanlar hiç yok değil tabii. Ama onlarda şu kural kitabından copy-paste yapıp son 13 saniyedeki faule kurallar gereği sportmenlik dışı faul verilmeliydi diye ortalığa atlamayı bırakmalılar artık.
Geçen yıl hatırı sayılır miktarda Euroleague ve Avrupa’daki çeşitli liglerden maçlar seyrettim. Bir kez dahi böyle bir faul çalındığını görmedim, he belki Eskişehir ortaokullar arası basketbol şampiyonasında falan çalınmıştır, ya da ne biliyim Hollanda’da amatör maçlarda falan.

Hakemlerin sevmedikleri, uygulamaya direndikleri bir kuraldır bu. Zira oyunun bugün Avrupa’da geldiği aşamada ruhu sertlik üzerine kurulu, rakibe topu oyuna sokmadan başlayan baskıyı kasti fauller çalarak yumuşatırsanız bugün bildiğimiz Avrupa basketboluna zarar verirsiniz. Bu kuralın uygulanması için ya Thornton’un yapılan fauller sebebiyle topu oyuna sokacağı süreyi kaçırması, ya topu oyun alanına gönderirken faul yapılan oyuncunun temas sebebiyle topu tutamayıp top kaybının yaşanması, ya da oyuncuya sert ve kasti bir faul yapılması gerekir. Yoksa bu faul bu düzeydeki maçlarda ilk kez uygulanan bir kural olarak kayıtlara geçmelidir. Ve eğer bu faul ölçü alınacaksa, final serisi boyunca sadece o maçta bile 10’larca sportmenlik dışı faul çalınmalıydı.

Ama yine de tartışmayı o maça ve o faule indirgemek asıl yapılmak istenendir. İşte Fenerbahçe’liler kuralı bilmeyip kuru gürültü çıkarıyorlar yanılsamasını yaratmaktır.

Seri boyunca yaşananları gördük, sadece 3. maçta Sinan’ın son 10 saniyede Solomon’dan kaptığı top öncesi yaptığı açık faule bile Efeslilerin bugünlerde ellerinden düşürmedikleri kural kitabında yazanlar uygulansa bugün bunları tartışmıyor olurduk.

Neyse yaşananlar bizim açımızdan sürpriz değil. Ama bu camianın kuruluşundan bu yana haramilerin saltanatına, kendisine karşı kurulan ittifaklara, ayak oyunlarına nasıl cevaplar verdiğini bir kez daha hatırlatmak zamanıdır.
Devamı ...

16 Haziran 2009

Hazin Bir Ayrılık Mektubu veya Sir Alex Ferguson nasıl Ezik, Mal ve Köle Taciri Oldu


alex ferguson

"Beşiktaşlı'yım diyen futbolcu Beşiktaşlı'dır. O'nu almak isteyen olursa kendi ezikliği vardır" diye başladı Demirören, bugün bu sıfatın ne manaya geldiği konusunda bize dersler vermeye devam ediyor. Düşünün bir yönetim kurulu bir açıklama yapıyor ama açıklamayı kimin yaptığını açıklamıyor. Yönetim Kurulu Başkanı mı, Yönetim Kurulu üyeleri mi, internet sitesinin admini mi kim yazmış belli değil. Yazının altında bir imza "Beşiktaş JK". Ey Allah'ım nasıl bir transfer yaptıysak kulüp dile geldi. Dünyanın hiç bir yerinde görülmemiş şeydir, örneğin Genelkurmay Başkanlığı haftada bir açıklama yapıyor hiç birinde Türk Silahlı Kuvvetleri diye imza atılmıyor, açıklamayı yapan kimse onun adı yer alıyor. Amerikan Başkanı bir açıklama yaptığında "Amerika Birleşik Devletleri" demiyor kendi adını oraya yazıyor. Ve bizler biliyoruz ki bir Genelkurmay Başkanı açıklama yaptıysa orada zaten Türk Silahlı Kuvvetleri adına konuşmaktadır, o sebeple başkanlığı vardır ve bu başkanlık onu temsile yeterlidir. Yıldırım Bey bunu dahi bilmiyor. Bari sonuna imzanı atabilseydi de cürmünü görebilseydik. Ona bile muktedir değil. Yazının içeriği ise muhteşem.

Sen Beni Tarabya'da bir yata, Ataköy'de bir kata bir de 5 para etmez bir cep telefonuna.

Çılgın Sedat şarkısında ayrıldığı sevgilisine yukarıdaki satırlar ile sitem dolu bağırıyordu, onun kendisini benzin döküp yakacak lümpen halleri her birimizi güldürmüş aşkının acısından "çılgınlaşmış" bu garip gence hiç değilse sempati duymuştuk. Öylesine bir durumdu ki sevgilisini üstüne benzin döküp yakmakla tehdit eden genç bir sonraki satırda bağırıyordu "Ulan Yakarım ya sen bir bidon benzine değil sen benim gözümde bir bardak suya değmezsin"

Yıldırım Demirören'ki bir aşk hikayesi. Siyah beyaz Çılgın Sedat gibi biraz. Ona göre "Önce Kayserispor Başkanı ile görüşülmüş" ancak başkan Mehmet'ini veremeyeceğini Fenerbahçe'ye söz verdiğini söyleyince "Hepimiz futbolcunun kararına saygı duymalıyız" demiş.

Yani Kayserispor Mehmet'iyle Beşiktaş'ın görüşmesine izin vermemiş. Yıldırım aşık, Yıldırım'ın gönlü yangın yeri, babası vermeyince babasına bozulmuş posta koymuş bir delikanlı yüreği ile "Bu onun kararı anlıyor musun bu onun" diye isyan etmiş. Gözleri yaşlı, yüreği hicranlı sevdiği Mehmet'i aynı sevgilisini baba evinden kaçıranlar gibi kaçırmış, Antalya'ya götürmüş. Aynı otelde kalmamış. Herhalde bu da gerdekten önce beraber olmama ilkesine dayanıyor. Yıldırım temiz bir şekilde dünya evine girmek istemiş, Mehmet'iyle 15 dakika görüşüp ayrılmış. Ailevi değerlerimize ve ahlakımıza mugayir bir şey yapmaktan kaçınmış. Görüştüklerinde de ailesini de çağırmış, nişanlısıyla küçük erkek kardeşi ile beraber görüşenler gibi seviyeli bir durum yaratmak istemiş. Şöyle diyor "Yıldırım Demirören, Mehmet Topuz’a bir saatlik mesafesi olan farklı bir otelde kalmıştır. Başkanımız Demirören ve yöneticilerimiz zaman zaman futbolcu ile Antalya’da bir araya gelmişler, Mehmet Topuz’a insani bir yaklaşım sergileyip, değer vermişlerdir."

Ancak bu değerler bilinmiş mi sorarım? Yüreğinde aşkın acısıyla kıvranan genç Demirören'in insani hisleri değer bulmuş mu? Asla. Baba nemrut, baba dediğim dedik. Mehmet'ini Yıldırım'a vermiyor. Demirören şöyle ifade ediyor "Beşiktaş Kulübü, Mehmet Topuz’a insani bir yaklaşım gösterdiği için asla pişman değildir" Çılgın Sedat şöyle diyor: "Ben bir sevgi kurbanıyım bu alemde / Taşırım omzumda aşkımı ömrümce"

Sevmek Suç mu? Kader Bu mu?

Asil yürekli Yıldırım 1 hafta boyunca bir saatlik mesafede bir otelde kalmasına rağmen özgür bıraktığı, ailesini yanında tuttuğu Mehmet'ine yaptığı iyiliklerin hesabını soracak değildir elbet. Sevmiş, aşık olmuş delikanlı gibi davranmıştır. İnsaniyetinden, doğruluk ve dürüstlük adına onu özgür bırakmıştır. Oysa neler neler yapabilirdi? "Bonservis ücreti olmadığı halde, kulübünün rızası ile transferi bitirme yolu izlemiş ve olayı sürece bırakmış"tır. Yani bonservissiz kendisini alabilirdi ama almamıştır. Gözlerimiz yaşlı bu Romeo hikayesini dinliyoruz. Juliet'in babası kızı Romeo'ya vermeyecektir. Gizlice evlenirler. Ancak sonuçta ne olur? Yıldırım işte bir Shakespeare figürü gibi bağırmaktadır "Seni alırdım ama rızasını istedim" yani bak yavrum ben de kötü olmasını bilirim.

Yıldırım Demirören bundan sonra marjını arttırır ve babaya öfke kusar. Mehmet'i bir mal gibi satmaya çalışmıştır! Bu zihniyet hangi çağda var, başlık parasına karşı çıkan bir anadolu yiğidi, örfi kurallara başkaldıran bir ilericinin aşk dolu yüreği vardır onda. Oysa baba geçmişte kalmıştır.

Hele Şu Mehmet'in Vardığına Bir Bakın

Buradan sonra Yıldırım Demirören öfkesine artık iyice hakim olamaz. Sevdiği, biriciği, göz nuru kendisinden zorla alınmıştır. Alan ise kimdir? Fenerbahçe! Halbuki Yıldırım Şampiyonluklar kazanmış kupalar sahibi olmuştur. Fenerbahçe'den o kupaların feriştahı vardır, belki üç katıdır ama o zenginliği ile baş gösteren ağanın oğludur işte! Oysa Yıldırım öyle midir? Yıldırım'ın bir diğer sevgilisi Tümer de Fenere neler neler demesine rağmen sonra ona gitmiştir. Ağa'nın oğlu onu da koynuna almıştır. Yıldırım kavruk teni ve yangın yüreği ile bu sevgilisinin de gitmesinin acısını yaşamıştır. Ders verir "transferlerle bir ilk olmaz, pisbok, bok bok bok bok"

O tüm ülkenin "tertemiz", helal olsun", "yakıştı" dediği kupaların sahibidir. Tüm ülke bilaistisna kendi arasında "yakıştı", "helal olsun", "tertemiz", "cillop" diye konuşan delikanlılardan oluşmaktadır. Ülkemiz kupalar için bu ifadeleri kullanmaktadır. "Yakıştı", "Üstünde iyi durdu", "Seni açtı", "Rengi de pek güzelmiş" bütün bunların hepsini de Yıldırım için demiştir. O artık Mehmet'i çoktan unutmuştur, onun sevgisi artık kalbinde yoktur, Çılgın Sedat "Hala parmağımda bir yüzüğünü taşıyorsam / Bu seni sevdiğim anlamına gelmez" der "Benim param pulum olmasa da aslan gibi delikanlı gibi / Yüreğim var" şarkısını finalize eder.

Yıldırım Demirören sahneden çekilir. Nemrut aile yüzünden ağanın oğluna mal gibi verilen aşkının acısı yüreğindeyken o çoktan tertemiz bir delikanlı olarak herkeslerin yakıştı dediği kupasıyla çoşkulanmış ve bunları arkasında bırakmıştır.

Müzik araya girer "Şimdi gel de gör beni bambaşka biri. Topladım dağılan kalbimin her köşesini. Ardından ağlayan o zavallı kız nerede şimdi. Gel gör beni. Sevenlere vereceğim kalbimi" oooooo "her şeyimi"

Bir Sene Önce Uzak bir Yerde

Sir Alex Ferguson çok kızgındır. Real Madrid sözleşmeli futbolcusu Ronaldo'yu istemekte, Ronaldo'da Real Madrid'e gitmek istediğini söylemektedir. Ferguson Real Madrid'in futbolcusunu ayartmasına o kadar öfkelidir ki "onlara bir virüs bile vermem" der. Transfer kilitlenir. Aynı günlerde Blatter bir açıklama yapar, "futbolcular modern zamanların kölelidir" der "futbolcu alım satımları bunu çağrıştırıyor" Gündem bir anda değişir, Ronaldo Blatter'in sözlerine katıldığını söyleyince İngilizler dalga geçmeye başlarlar "Haftada 120.000 pound kazananan köle" ve "o zaman futbolcularla sözleşme yapmanın ne anlamı var" diye manşetler çıkar.

Ferguson tartışmaya dahil olur. "Kölelik kaldırılalı çok oldu. Futbolcular senede 5 - 6 milyon pound kazanıyorlar. Bu sözlere daha fazla cevap vererek onurlandırmak istemem ancak köleliğin tarihini düşünürseniz bu çok talihsiz bir demeçtir"[1]

Ronaldo 1 sene Manchester United'da kalır. Sonra da Real Madrid önce Manchester United ile görüşür, kulübü ikna eder ondan sonra kulüpten aldıkları izin ile futbolcu ile anlaşıp takımlarına katarlar. Bir mal gibi. Real Madrid'de oynamak isteyen bir topçuyu oynatan Ezik Ferguson, köle taciri olarak mal gibi oyuncusunu satmıştır. Halbuki sözleşmeli topçusunun sırtını sıvazlamalı ve "Hadi canım güle güle" demelidir, sözleşme diye bir şey yoktur, kural diye bir şey yoktur, futbolcuların senede milyonlarca euro kazanmasının önemi yoktur. Dünyada milyonlarca aile çocuklarının ihtiyaçlarını karşılamak için hayvanlar gibi üç kuruşa çalışırken, binlerce insan açlık sınırı altında yaşarken, insanlar iş bulamaz veya işten atılacağım korkusuyla hayatlarını harap ederken, Demirören'in şirketindeki işçiler 600- 700 milyon liraya bir ay boyunca ailelerini geçindirmek için deliler gibi çalışıp bir krizde kapı önüne konulurken senede 1,5 milyon YTL kazanan bir futbolcu "mal" yerine konulmuştur çünkü senede 4 milyon YTL kazanabileceği -istediği kulübe- gitmesine engel olunmuştur.

Yıldırım Demirören budur. Yıldırım Demirören için ekonomi diye bir şey yoktur, hukuk diye bir şey yoktur ama adalet diye de bir şey yoktur. Kendi işçileri, Türkiye'deki binlerce insan bu şartlar altında yaşarken bu durumu "mal yerine konmak" diye tarif edebilir ve altına da Beşiktaş JK diye imza atabilir, onun için eziklik Alex Ferguson'un ve bütün dünyanın yaptığıdır, mallık bütün futbolcuların sözünde durmaları ve kulüplerin kendi seçimleri doğrultusunda hareket etmesidir. Kalan hiç bir şey değil. Ve böyle bir dünyanın ortasında milyonlarca euroyu tek başına kazanan bir adama da "mal" diyebilir.

Halbuki mal ona denmez, başka şeye denir, onu da en iyi Yıldırım Demirören bilir..

[1]http://news.bbc.co.uk/sport2/hi/football/teams/m/man_utd/7528145.stm

Devamı ...

15 Haziran 2009

Filler ve Çimen



Malumunuz olduğu üzere Mehmet Topuz’un bir ara yılan hikayesine dönen transferi her platformda olduğu gibi bizim blogda da her yönüyle tartışıldı. Blog yazarlarının gönlünden geçtiği gibi değilse de öngörüleri doğrultusunda nihayete erdi. Mehmet’in soyadı “Topuz” olunca ne zamandır kelime oyununa muhtaç spor camiası başta Beşiktaş forumları olmak üzere bu soyaddan türetilebilecek bütün bayağı esprileri tükettiler. Futbol tarihine “Mehmet bize Topuz’u size” bayağılığıyla geçmeye namzet bu transfer hikayesinde olaya müdahil olan 3 takım ve onların yöneticileri –ki bu ekibe ezeli rakibine “ezik” deme cürretini gösteren Demirören de dahil- bu utanç verici, yıpratıcı kördöğüşünden en az hasarla kurtuldular. Bağış Erten’in birçok spor yazarınca ıskalanan çok isabetli tespiti bize gösteriyor ki hukuki olarak değilse de itibari olarak bu dörtlünün en zayıf halkası olan Mehmet Topuz en çok yıpranan isim oldu. Bir kez daha filler tepişirken olan çimene oldu.

Aslında ne bu hikayeyi ne de Mehmet Topuz’u özel ve özgün kılan hiçbir şey yok. O hiç de iyi yönetemediği bu süreçten itibarı sıfırlanarak çıksa da en azından İnönü stadı dışında kendisine dokunulmazlık kazandıracak bir formayı bugün itibariyle sırtına geçirdi. Oysa onun hikayesi herhangi bir anadolu kulübünde oynayıp bir gayret 3 büyüklerden birine kapağı atmayı düşleyen her yetenekli futbolcunun anonim hikayesi.

3 yıl boyunca hizmet ettiğiniz, terinizi akıttığınız kulübünüz, form grafiğiniz yükselirken kapısını çalan taliplilerinizi “biz şampiyonluğa oynayan bir takımız, Mehmet bu takımın belkemiği, asla satmayı düşünmüyoruz” diye geri gönderirler. Ancak sedaları şu gök kubbeden silinmeden, 1 sene sonra bedelsiz serbest kalacağınız gerçeği kabak gibi ortaya çıkınca, takımlarının belkemiğini haraç mezat satmaya girişebilirler. Hem de bunca yılın emeği hatrına olsun onun fikrini sormaya tenezzül etmeden. Kayserispor Onursal Başkanı Mehmet Özhaseki, Kayseri cephesinin olaya bakışını yoruma gerek bırakmayacak şekilde özetledi zaten: “Parayı veren düdüğü çalar”. Dün takımınızın kaptanısınızdır, bugün düdüğü.

Futbolcuyu “meta” olarak gören sadece Özhaseki değil ki. Futbolcunu menajeri Mehmet Korkmaz bu resmin içindeki en mide bulandıran adam. Ne futboldan ne spor hukukundan zerrece anlamayan, değil futbolcuya rehberlik etmek 3 kazı güdemeyecek bir futbolcu simsarı, al takke ver külah iki kulübü birbirine düşürüp, alacağı komisyon uğruna hesapta haklarını koruyacağı bir futbolcunun itibarını sıfırlamasında başrol oynuyor.

Beşiktaş kulübünden bağımsız olarak Demirören’e de bir teşekkür borçluyuz. Futbolseverler için hiçbir masraftan kaçınmayarak 1990’ların futbolcu kaçırma filmlerini kendi üslubuyla yeniden yorumladı. Otele oyuncu kapatma, Kayseri’de bağ evinde bilmem kaç ülkücü gözetiminde ev hapsi gibi birkaç ayrı sahne kullanarak filme zenginlik kattı.

Genç ve yetenekli her Türk futbolcusunun 3 büyüklerde oynama hayalinin senaryosu kabaca bu zaten. Yıldızın parlayana dek “eti senin kemiği benim” denilerek başkanına teslim edildiğin kulüpte keşfedilmeyi bekleyerek çalış. Sana bir talip bulsun diye kıçı başı ayrı oynayan menajerlerin elinde maymun ol. Her kapını çalan 3 büyük yöneticisine “ben zaten doğuştan bilmemneliyim” de, yaranmaya çalış. Herşey yolunda giderse, dua et ki bunca yıl hizmet ettiğin kulübün seni parayı kim bastırırsa ona versin.

Her transfer döneminde kulüp başkanlarının ve futbol menajerlerinin tepiştiği arenada genç futbolcuya ezilen çim olmak düşüyor. Mehmet Topuz sadece bir örnek. Onu diğerlerinden ayıransa herşeyi eline yüzüne bulaştırmasına sebep olan beceriksizliği.

Devamı ...

Resmi Siteden Amca Oğlu'na Mektuplar


bjk acıklama

Kulüplerin resmi sitelerinde çok komik açıklamalar gördük de Bjk bu konuda nirvanaya ulaşmakta kararlı. Doğuştan Beşiktaşlı, birisi siyah birisi beyaz ikizler, pembe gömlekli gibi haberlerden sonra şimdi de üslubu sert olsun diye yazılan ama Türk futbol tarihinin üslubu en komik açıklaması yapılmış. Taraftar forumlarında bildiği 200 kelimeyle deklarasyon yazanların kalemlerinden çıkanlar ne kadar komikse bu açıklama da o kadar komik, hatta okuduğunuz zaman hissettiğiniz naifliği sebebiyle biraz sempati bile duyuyorsunuz.


Başkanımız Yıldırım Demirören önce Kayserispor başkanı ile ardından da futbolcu ile temas kurmuştur. Kayserispor başkanının Başkanımız Demirören ile yaptığı telefon görüşmesinde önceliğin Fenerbahçe’de olduğunu söylemesi üzerine, Başkanımız “Hepimiz futbolcunun kararına saygı duymalıyız” demiştir.

Ardından tüm kamuoyunun bildiği gibi Mehmet Topuz, 4-5 kere televizyon kanallarına röportaj vererek, küçüklüğünden beri gönül verdiği takıma kavuşmanın mutluluğu içinde olduğunu, ailece Beşiktaşlı olduklarını, 50 milyon dolar verseler de asla başka bir takımın formasını giymeyeceğini tekraren ifade etmiş ve Beşiktaş formasını giymiştir.

Kaldı ki Mehmet Topuz, ligtv.com.tr internet sitesi ile Kayserispor forması giydiği dönemde yaptığı röportajda da sitenin Yetkili Müdürü Erdem Erol’a Beşiktaşlı olduğunu yazılmaması koşulu ile açıklamıştır. Ayrıca Mehmet Topuz, geçen yıl takımımızın uçağında bulunduğu sırada da el yazısı ile Beşiktaş’ta oynamak istediğine dair bir kağıdı imzalamış, bunu da tüm basının önünde yapmıştır.

Yıldırım Demirören, Mehmet Topuz’a bir saatlik mesafesi olan farklı bir otelde kalmıştır. Başkanımız Demirören ve yöneticilerimiz zaman zaman futbolcu ile Antalya’da bir araya gelmişler, Mehmet Topuz’a insani bir yaklaşım sergileyip, değer vermişlerdir. Özgürce tatilini yapmasını söylemişlerdir. Beşiktaş Kulübü, Mehmet Topuz’a insani bir yaklaşım gösterdiği için asla pişman değildir; çünkü Kulübümüz’e yakışan tutum budur.

Kulübümüz, Kayserispor’un futbolcunun 2009-2010 sezonu için olduğunu söylediği sözleşmesinin tescili açısından geçerliliği bulunmaması nedeniyle bonservis ücreti olmadığı halde, kulübünün rızası ile transferi bitirme yolu izlemiş ve olayı sürece bırakmışken; Kayserispor bir mal gibi kaptanını Fenerbahçe’ye satmıştır.

Mehmet Topuz’un transferinde “yeni bir model” uyguladığını söyleyen Fenerbahçe Kulübü de yanılmaktadır. Bu transferde uygulanan model, yeni değil, dünyadan yaklaşık 200 yıl önce silinen kölelik modelidir. Fenerbahçe Kulübü, futbolcunun kararına ve gönlündeki takıma saygı göstermiş olsaydı, asıl o zaman saygı duyulacak bir davranış sergilemiş olacaktı.

Bu transferle bir ilke imza attıklarını açıklamalarını ise tebessümle karşılıyoruz. Beşiktaş Kulübü, transferlerle değil; başarılarıyla, şampiyonluklarıyla ve rekorlarıyla Türkiye’de ilk’leri gerçekleştirmiş ve adını tarihe bu şekilde yazdırmıştır. Beşiktaş bu yıl da iki kupayı birden kazanarak tarih yazmıştır. Dolayısıyla transfer yaparak ilklere imza atılmayacağını en iyi Fenerbahçe Kulübü’nün ve onun başkanının bilmesi gerekir. Fenerbahçe’ye küfür eden Tümer Metin’i kadrolarına dahil etmeleri, transferi ve sonrasında yaşananlar da onlar için en çarpıcı son örnektir.

Bu transfer sürecinde Kayserispor’un genel menajeri sıfatıyla ortalıkta dolaşan ve demeçler veren şahsın, son olarak Fenerbahçe resmi televizyonunda röportaj vermesi, bu röportajın Fenerbahçe resmi internet sitesinde de yayınlanması tarafımızdan şaşkınlıkla karşılanmıştır. Bu şahsın “ne” olduğunu spor kamuoyu çok yakından bilmektedir.

Mehmet Topuz’un anne ve babası Antalya’da yaptıkları basın toplantısında, oğullarının artık sevdikleri takım Beşiktaş’ta olduğunu ve futbol hayatını burada sürdüreceğini, Beşiktaş’ta oynamaması halinde haklarını helal etmeyeceklerini açıklamışlardı. Evlatlarıdır... Bu işten ekmek yiyeceklerdir, onlar da haklarını helal etsinler.

Biz BJK olarak Mehmet Topuz’a eğer var ise tüm haklarımızı helal ediyoruz...


- Kendi ifadesiyle- gönlünde ve kalbinde Beşiktaş var iken, şu anda sırtında başka bir takımın forması olan Mehmet Topuz’a, futbol yaşantısında başarılar diler, Türk Futbolu’na faydalı olmasını dileriz.

Bu açıklama ile konuyu kapattığımızı, bu tür tali konularla uğraşmadığımızı, bileğimizin hakkıyla kazandığımız, tüm ülkenin “helal olsun”, “yakıştı”, “tertemiz” diye yorumladığı çifte şampiyonluğumuzun coşkusunu camiamızla ve taraftarımızla birlikte yaşadığımızı kamuoyunun bilgilerine saygılarımızla sunarız.
"Hakkını helal etme"li, "Tümer de size küfür etti oh olsun"lu, "olm istesek alırdık adamın sözleşmesi yoktu ama efendilik bizde kalsın dedik"li, "herkesin helal olsun, yakıştı, tertemiz dediği çifte kupayla coşuyoruz"lu, "çifte kupa aldık, tarih yazdık, rekorların takımıyız ki biz"li forzabesiktas'tan yapılan derlemenin kulübün resmi açıklaması olarak, çok da ciddi bir pozisyon alınarak yapılmasını aynı tarzı devam ettirerek, forumlardan bir alıntıyla yorumlamak lazım

bjk acıklama

Devamı ...

Sağduyu Öldü



Normalde kolay sinirlenen birisi değilim hayatım boyunca pek çok olay karşısında kontrolümü kaybetmeden doğru düzgün mantıklı tepki gösterebilmeyi başardığımı düşünmüşümdür, kaybettiğimiz için çok üzüldüğüm rüyalarıma giren basketbol maçları oldu daha önce, Fenerbahçe’yi hayatının bir parçası haline getiren herkes gibi bir anda dünyamızın karardığı, herşeyin simsiyah gözüktüğü saatler ya da günler geçirdiğim olmuştur.

Dün o düdükten sonraki kontrolden çıkmış halimi hayatımın geri kalan bölümünde bir daha yaşamayacağıma eminim. 27 yıldır beni yüzlerce maç seyrederken görmüş ailemin ilk kez yüzümde gördükleri ifadeden paniğe kapılıp sağlığımdan endişe ettiklerini, ellerimin ve bütün vücudumun titremesine şahit olup ne oldu da böyle oldu diye arada televizyona anlamsız gözlerle baktığını gördüm.

Şimdi anti-Fenerbahçeli olmayı hayatının parolası yapmış kah Efes’i kah Botaş’ı voleybolda Eczayı masa tenisinde Çukurova’yı destekleyen hiç utanmadan Beşiktaş ve Galatasaray formalarıyla Efes tribününe oturup taraftarlık üzerine ahkam kesen taraftar müsveddelerinin “e kural böyle Fenerbahçeli cahiller bilmiyor laflarına gelelim.”

Fatih Söylemezoğlu bugün çıksa ve ben bu düdüğü Olympiakos-Panya final serisinde ya da Vitoria’da Barcelona –Tau sersinde 13 saniye kala çalardım arkadaş ve o salondan sağ çıkardım desin ben de bundan sonra basketbol üzerine tek satır yazmayayım. Böyle bir şey yapamayacağını biliyoruz, o düdüğü Abdi İpekçi’de 12.000 Fenerbahçeli önünde de çalamayacağını biliyoruz. Eğer dünkü maçın hakemleri o salondan fiziksel bütünlüklerine halel gelmeden çıkabildiyse dua etsinler bizim o hep şikayet ettiğimiz bilinçli basketbol seyircisi olmadığındandır. Şu olay Yunanistan da İsrail de İtalya’da ya da İspanya’da olsa sahaya giren birileri tarafından çoktan darp edilmiş olurdu üç hakem de.

Çarşamba günü Abdi İpekçi’de bir maç daha var, telafi düdükleriyle serinin 3-3 e gelmesini sağlayacaktır Federasyon, zaten Efes’in de çok asılacağını zannetmiyorum maça,bu maçın sonucundan ve gidişatından bağımsız maça gidecek her Fenerbahçeli tavır göstermek zorundadır, maçın hakemlerinin aleyhte her düdüğünde haklı ya da haksız ayrımı yapmadan kıyameti koparmalıdır, salonu boşaltmaya asla yürekleri yetmeyecek kimse merak etmesin,başta Efes Pilsen benchine ve özellikle Kaya’ya fair-play falan dinlemeden tepki göstermelidir. Hayatımda ilk kez şiddetle arasına mesafe koyan, pasifizmi yücelten birisi olarak bu maçta olabilecek herhangi bir olayı eleştirmeyeceğimi ve derin bir oh olsun duygusuyla karşılayacağımı belirteyim. Efes Pilsen’i Euroleague maçlarında yıllardır destekleyen birisi olarak kesinlikle bu yıldan itibaren Efes’in her maçında rakipler için dua edeceğimi,bu onursuzluğu kendine ilke edinmiş, yatırım küçültme tehdidiyle hakemleri esir almış şirketin Türk basketbolünden elini eteğini çekmesini dört gözle beklediğimi belirteyim. 1992-1993 sezonunda Ali Sami Yen’de Galatasaray ‘a yenildiğimiz maçta Wagenhaus’un Erdal’a yaptığı harekete Ahmet Çakar penaltı çalmış ve o pozisyon Türkiye’de benzer pozisyonlarda çalınan ilk penaltı düdüğü olmuştu. Dün de sağolsun hakemler basketbolda bir ilki yine Fenerbahçe üzerine denediler. Kulübün hala resmi bir açıklama yapmamasını ve kendini Mehmet Topuz transferi nedeniyle havalarda görmesine bir anlam veremiyorum. Efes ürünlerinin boykotunu bile talep edebilir yönetim oysa taraftardan. Çarşamba günü Efes Pilsen Abdi İpekçi’de o kupayı kazanırsa nasıl 96’daki Türkiye Kupası finalinde Demirel’in kafasına pet şisesi atabilecek kadar cüretkar olabiliyorsa bu taraftar o salonu Efes’in başına yıkabilecek kadar da cüretkar olabilir. Kimse taraftardan sağduyu falan beklemesin, olacakların sorumlusu bu hakem atmalarını yapan Federasyon ve onları baskı altında tutan Efes Pilsen kulübüdür. Fenerbahçe yönetimi uyusa da Fenerbahçe taraftarı sahipsiz bırakmaz bu kulübü.
Devamı ...

Şaşkın Biraderler



Geçenlerde Efes Pilsen üzerinden bir kez daha net biçimde ifade edilen Fenerbahçe nefretinden bahsetmiştim, hatta biz Efes'le ne kapışmıştık zamanında şeklinde itiraz edenler olmuştu. Şimdi biraz blogları gezin görün ne demek istediğimi. Galatasaraylıların ve Beşiktaşlıların şu anda tek ümidi Efes Pilsen olmuş. Bayan basketboldaki ezici üstünlüğümüz, voleybolda yanımıza bile yaklaşamamaları öyle koymuş ki şimdi basketbol takımının 3. kez üst üste şampiyon olma ihtimalı kabus olmuş. Tek ümitleri Efes Pilsen, dün de imdatlarına hakem yetişti. Mirsad'a ve Rasim'e saldırıyorlar, seyircisiz oynama cezası verilmeli, o pozisyonda centilmenlik dışı çalınır, kural o diyorlar. Maçı bile izlemedikleri için pozisyondan haberleri yok, Ömer'in yaptığı faulse bile oyun başlamadan dursun diye kasıtlı olarak değil adamını savunmaya çalışırken kaçırdığı için yapıyor. Semih kendilerine zamanında çok koyduğu için onun bile adını bile olaylarla ananlar çıkmış. Basketbol federasyonu da şaşkın biraderler daha beter şaşmasın diye olaya müdahale etti, son 3 maçtır hakemler Efes kardeşlerine istediğini veriyor zaten. Dördüncü maçta bir ara rakibinin yanında yürüyen oyuncularımıza bile faul çalınıyordu. Kendi basketbol takımları hakkında 3 tane yazı yazmayan adamların bugün Efes fanatiği olup basketbolun Erman Toroğlusu kesilmelerine hiç şaşırmıyoruz biz yalnız, gün geldi birbirlerine "sen bizim kardeşimizsin" diye de bağırdılar.

Devamı ...

14 Haziran 2009

Utanmıyor musunuz?


final serisi

Şimdi bir çok insan bu son düdük yüzünden hakemle ilgili bir şeyler yazacağımı düşünüyordur ama sadece iki sekans için bu yazıyı yazacaktım. Kaya kendisiyle konuşurken saçını okşayan ama sanırım Ömer Onan kendisiyle konuşurken geriye doğru iten bir hakemin yönettiği maçtı bu maç. Devin Smith Kaya ya dirsek gösterdiğinde sportmenlik dışı faulü çalan hakemler bugün Kaya'nın yere düşen Solomon'un üzerine yürümesine hiç bir şey çalamadılar.

20 yıldır basketbol maçı izliyorum top oyuna girmeden çalınan faulün otomatik olarak sportmenlik dışı faul olarak değerlendirildiğini düdük çalındığı anda da biliyordum, pek çok aptal yorumcu gibi önce ağır karar diyip daha sonra kural böyleymiş diyip bu kararı normalleştirmesini görünce delirmemek elde değil.

Hangi maçta 10 saniye kala kenardan oyuna sokulan topta böyle bir faul çalınmış bana birisi anlatsın. Tau Barca serisinde Olympiakas -Panya serisinde Ömer ile Charles Smith arasındaki pozisyon gibi 1000 tane pozisyon oluyor maçın son hücumunda hangi seride böyle bir düdük çalınır, kim cesaret edebilir oynanan maçın önüne geçmeye. Fatih Söylemezoğlu bugün rahat uyuyacak mısın. Ergin Ataman hala hakemlerle ilgil konuşabilecek misin?

Ayıptır bir maçı bir şampiyonluğu bir taraftan alıp bir tarafa verebilecek kadar gözü dönmüş hırsızlara kaldı bu ülkenin basketbol finali.

Fenerbahçe yönetimi gücünü Mehmet Topuz'a imza attırarak göstermesin şu salonda bu takımın aleyhine böyle bir düdük çıkabiliyorsa bu ülkede federasyon falan kalmaması lazım. Aynı düdük Fenerbahçe lehine çıksaydı bugün Tuncay Özilhan Efes'in yatırımı durdurduğunu açıklayacaktı Ergin Ataman kıyameti koparacaktı. Bu kulüp bu düdüğün altında kalırsa benim için bitmiştir. Fatih Söylemezoğlu'na hakemliği bıraktırmazsa Fenerbahçe büyüklüğü diye bir şeyden kimse söz etmesin.
Efes Pilsen'in başına Çarşamba günü Abdi İpekçi'yi yıkamayan bir taraftar da Fenerbahçe taraftarı olduğunu iddia etmesin.

Eğer şöyle bir düdük Yunanistan da bir Panja-Olympiakos maçında çalınsaydı bugün Atina 'da sokak çatışmaları devam ediyor olurdu. Fenerbahçe'nin kaderiyle oynamak bu kadar kolay olmamalı. Efes'i de Merkez Hakem Kurulunu da Türkiye Basketbol Federasyonu'na dünyayı dar etmezse bu yönetim kimse Fenerbahçe büyüklüğünden söz etmesin. Hala ellerim titriyor, zaten bu final serisi yüzünden tansiyon problemi çıktı başıma bir de.

Sadece oyunun tarafı Fenerbahçe olduğu için bu denli tepki göstermiyorum. 2005 de ki Avrupa Şampiyonası'nda Hırvatistan-İspanya maçındaki hakem kararlarından nasıl utandıysam ve bu oyunu seven biri olarak FİBA'ya tepkimi yazılı olarak gösterdiysem bu oyunun önüne geçen hakemlerden de o denli utanıyorum,Fatih Söylemezoğlu'nun utanmadığını bilerek.
Devamı ...

13 Haziran 2009

Mehmet Topuz Transferi #6 - Final


mehmet topuz

Bir Yildirim Demiroren Saheseri: Mehmet Topuz Transferi diye baslamistik, bu serinin 6. yazisi oldu. Yildirim Demiroren sureci tam da kendisine yakisan sekilde yonetti. Fenerbahce'ye "ezik" dedigi an ipleri elinden kaybetmis, Demiroren'in Carsi'si olmaktan baska bir sey simgelemekte zorlanan Carsi da bu sozun ustune atlamisti. "Mehmet Bize Topuzu Size", "Photoshop degil Orjinal" gibi "yaratici" ifadeleri ile bugun dalga gecmek cok kolay. "Kendisi bizim fotografi sizin"den baslayip "Mehmet Kartpostali Carsi'ya Bedava" diye devam da edebiliriz. Ancak boylesine kiskirtici, provakatif ve karsidakini hakir goren bir dil en sonunda yarattigi dusmanlik ile yerilmeye deger. Bu dilin bir faydasi olmadigini birinci elden biliyoruz. Kibrin, boburlenmenin ve karsidakini asagilamanin donen devran icerisinde insani nasil bir pozisyona dusurdugu bir fotograf kadar berrak. Fakat bunu vesile addedelim su Demiroren ve Carsi ustune iki cift laf edelim.

Yildirim Demiroren bir basiretsizlik sembolu olarak artik yukseliyor. Yapamadigi, yapamayacagi icin ancak provokasyon yoluyla mudahil olabildigi ve dahiliyeti ile normal bir transferi iki taraftar grubu arasinda bir kan meselesine cevirebildigi bu transfer surecinde kendi niteliklerini de ortaya koydu. Yildirim Demiroren yalan soyler, Mehmet Topuz'a Kayserispor ile anlastigini ve iki gun icinde sorunlarini cozebilecegini soyleyerek kandirmaya calismistir, Demiroren kumpas kurar, Topuzu veya Menejerlerini "Besiktas'ta oynamak istedigini" soyleterek Besiktas'a gelebileceklerine inandirmistir, Fenerbahce'nin bu yolla transferden vazgecmesini istemis, Fenerbahce vazgectikten sonra da Kayserispor'un daha az bir bonservis bedeli isteyecegini hesaplamistir. Demiroren mesul ve makul hareket edemez, yaptigi hareketlerin taraftarlar arasinda nasil yankilanacagi, kulupler icin nasil bir krize sebep olacagini umursamaz o yarattigi bu kriz eliyle menfaat saglamaya odaklanir. Sorumlu bir sekilde hareket edemez Ahmet Cakar'a kizar "sen git kucuk Cakar ile gez" der, Fenerbahce'ye ezik diye hakaret eder, kendi yarattigi krizleri kendisinin dahi icinden cikamayacagi bir hale getirir.

Karsimizdaki portre bu. Ancak bunun daha uzucu bir yani var bunu da bu olayda gorduk.

Carsi nasil bir baskana sahip oldugunu biliyordu. Yonetim suresi boyunca basiretsizliklerini, soyledigi sozleri nasil yuttugunu, nasil hic bir konuda sorumluluk almadigini ve hep basarisizliklari cevreye yayarak, sorumlulugunu reddederek siyrilmaya calistigini biliyordu. Carsi Yildirim Demiroren'in yonetimi boyunca 51 transfer yaptigini kulubu kendisine 61 milyon YTL borclandirdigini ve bu borclari "elbette faizi ile" tahsil edecegini beyan ettigini de biliyordu. Carsi basarisizliklar zamaninda Federasyona, Fenerbahce'ye ve dunyanin geri kalanina hakaretler eden, komplo teorileri ureten bu sayede basarisizligini ortbas etmeye calisan bu adamin davranis kaliplarini, neleri yapip neleri yapamayacagini (ki bu hemen hemen her sey anlamina geliyor) izliyor, yasiyor ve goruyordu.

Buna ragmen ona uymayi sectiler. Suleyman Seba'ya kufur edip gonderen, Ahmet Dursun Seba gitsin diye bagirdiktan sonra Serdar Bilgili'ye karsi bayrak acan, Besiktas'in en basarili zamanlarinda muhalif en basarisiz zamanlarinda suskun olan bu grup sezon sonunda kendilerini fesh ettiklerini aciklayip sonra geri donmeye karar verirken gosterdikleri karakteri gosterdiler. Yildirim Demiroren'in hamasetini suskunlukla karsilayip benimsediler, onun kufurlerine karsi ahlaki davet edeceklerine bu ahlaksizligin parcasi olmayi tum bu olaylari birer ergen cocuk gibi Fenerbahce'ye kufretmek icin vesile olarak kullanmayi tercih ettiler. Baskanlarinin karsisinda onurlu bir sekilde durmak yerine yalanlari isteyerek yuttular, buyuttuler ve kendi kitlelerine aktardilar: Yalanin alanini genislettiler.

Birer buyuk dezenformasyon makinesinin en guzel ve piriltili parcasi gibi yeni kufurler ve hakaretler ureterek dusmanliklari koruklediler, fanatizmin sesinin dogruyu bastirmasina izin verdiler ve bu yetmediginde gercekleri de carpittilar, sitelerinin baslarina da bu manzumeleri doktuler.

Mehmet Topuz ucakla Istanbul'a gelirken ise bunlarin hicbirini sitelerinde goremedik. Sessizlikleri isyandan degil gercekler karsisindaki mahcubiyetten bile kaynaklanmiyor, yalnizca bakmamayi tercih ediyorlar. Aydin veya Fahri'nin yasadiklari karsisindaki sessizlik gibi susuyorlar simdi sadece yarin Mehmet Topuz Inonu'ye geldiginde ona nasil hakaret edeceklerini kurguluyorlar.

Bu dil iflas etmistir. En guclu savasini vermis, yalanlarini medya eliyle pazarlamis, kufurler ve hakaretlerden paragraflarla kusanmis, hakaret etmek icin varolmasini umdugu tum vesileleri kaybetmis, kalplerinde baskalari icin diledikleri her sey kendilerine donmustur. Endustriyel futbolun karsisinda olmak ne kelime, ahlaksizindan bir kapitalist kurumu oyuncagi yaparken onlar da o oyuncagin kollarindan tutmus, ahlak adina ne varsa ezilirken birer mengene olmus, konusmalari gerektiginde susacak ve susmalari gerektiginde konusacak adamlardan baska bir sey olmadiklarini gostermistir.

Bu gidisle Besiktas diye bir sey kalmayacak sadece Yildirim Demiroren olacak. Besiktas'in durusu diye bir sey degil yalniz Yildirim Demioren. Baskanlik, kurum, gelenek hic biri yok sadece kirmizi surati, sisen dudaklari, aksi her gun cikan yalanlari ve ofkeli diliyle Yildirim Demiroren. Onun oyuncaklari, onun oyunculari ve onun Carsi'si. Besiktas bu dilin kurdugu hapishanenin bugun artik mahpusu olmaya gidiyor. Cunku bugun bir Carsi yok artik, o kapandi, Demiroren pazari ve musterileri var.
Devamı ...

12 Haziran 2009

Monty Python Uluslararasi Felsefe Maci: Almanya - Yunanistan



"Top Arsimet'te ve sanirim bir fikri var! '"Eureka" Arsimet'ten Sokrates'e.. Sokrates tekrar Arsimet ile oynuyor. Arsimetten Heraklitus'a. Heraklitus Hegel'i gecti. Guzel bir orta... Uzak kosede Sokrates topla bulusuyor. Sokrates topu kafayla indirdi. Mukemmel bir vurus ve GOOOOOOL. Yunanlilar deliye dondu. Sokrates atti. Mukemmel bir orta! Sokrates inanilmaz vurdu. Almanlar itiraz ediyor. Hegel gercekligin doga disi etigin a priori sonuclarindan biri oldugunu soyledi. Kant hakeme kategorik kurallar eliyle ontolojik varlik bilgisinin yalnizca dusunsel oldugunu anlatmaya calisiyor. Marx ise pozisyonun acikca ofsayt oldugunu iddia etmekte!"
Uluslararasi Felsefe Maci, Almanya - Yunanistan, Munih Olimpiyat Stadyumu

Devamı ...

11 Haziran 2009

Mehmet Topuz Transferi #5 - Medya


hurriyet topuz haberi

10 Haziran tarihinde akşam 6 gibi antu'da bir üye bir mesaj yazıyor. Mesaj şu

Topuz´un Kayserisporla yenilediği sözleşmeyi geçersiz saydırmaya çalışan 8jk Hangi Büyük Gazeteyi bu haber için kullanıyor? Yarın Bekleyip Göreceğiz.......Fenerbahçe Taraftarı kendisine karşı duranları unutmaz‚bu da böyle biline !!!!!

Link de burada

İddia ilginç... Kayserispor'u bu transferde köşeye sıkıştırmak için önce basın önüne defalarca çıkarıp "Ben Beşiktaşlıyım" dedirten, sonra bir adamını gönderip formayla fotoğraf çektiren, sonra da otele kapatan Beşiktaş yönetiminin büyük bir gazete ile anlaştığı ve başka bir strateji denemek için bu gazeteyi kullanacağı iddia ediliyor.

Hemen aynı gece Hürriyet gazetesine bir haber düşüyor, haberin tarihi 11 Haziran. Haber şu

Topuz serbest iddiası

FENERBAHÇE ile Beşiktaş’ı karşı karşıya getiren Kayserispor’lu futbolcu Mehmet Topuz’un transferiyle ilgili olarak spor adamı Şahin Ulu, şok bir belge ortaya koydu. Daha önce kulüpleri ile ihtilaf yaşayan Sergen Yalçın, Ersen Martin ve Yusuf Şimşek dosyalarını çözüme kavuşturan Ulu, Mehmet Topuz’un Kayserispor kulübü ile hukuki bir bağının olmadığını iddia ederek, "Mehmet Topuz, Futbol Federasyonu talimatlarına göre, 31 Mayıs 2009 tarihi itibarıyla serbest kalmış bir futbolcudur. Bugün isterse gidip Beşiktaş ya da başka bir kulübe serbestçe imza atabilir. Kulübü Kayserispor da Topuz için herhangi bir bonservis bedeli talep edemez" diye konuştu.

Ulu’nun belgeleriyle ortaya koyduğu Mehmet Topuz olayında yaşanan gelişmeler şöyle:

"Kayserispor, Mehmet Topuz ile 11 Haziran 2007 tarihinde, Kayseri 2.Noterliğince onanan 2008-2009 yılını kapsayan sözleşmeyi imzalar. Bu sözleşmenin, Futbol Federasyonu’ndaki tescil tarihi 7 Ağustos 2008’dir. Kayserispor, Mehmet Topuz ile yine aynı noter kanalıyla 2008 yılının 20 Mayıs’ında dönem harici sözleşme yeniler. Bu sözleşme 2009-2010 yıllarını kapsamaktadır. Bu, Kayserispor’un iddia ettiği gibi Topuz’un sözleşmesininin bir yıl daha uzatıldığı mukaveledir."

Linki de burada.

Bir antu üyesinin iddiası aynen söylendiği gibi oluyor, bir adam çıkıyor, önce daha önce çözdüğü davalar var denilerek kredi kazandırılıyor ve bu olay hakkında da otorite olduğu fikri veriliyor, daha sonra aslında Mehmet Topuz'un bonservisi şu anda elinde ve isterse Beşiktaş'a imza atabilir haberi veriliyor. Burada bu hırsla ve daha önce örneği görülmemiş bir oyunla mağdur edilen taraf Kayserispor tabii ki. Onlar hemen cevap vermiş

Kulübümüz futbolcumuz Mehmet TOPUZ ile 10.06.2009 başlangıç 31.05.2010 bitiş tarihli “dönem harici” sözleşmeyi 20.05.2008 tarihinde Kayseri 2.Noterliğinde 6402 yevmiye numarası ile karşılıklı olarak imza etmiştir. Kulübümüz aynı gün yani 20.05.2008 tarihinde iş bu sözleşmeyi 277 kayıt no.su ile Türkiye Futbol Federasyonu Kayseri Bölge Müdürlüğü’ne teslim etmiştir.

Bütün kulüpler iki senedir Mehmet Topuz'un peşinde, onların bunu fark etmemiş olması, futbol federasyonunun sözleşme bitim tarihi olarak 2010 yazması, bu belgelerin ve bu spor hukukçusunun ancak olaylar bu kadar karıştıktan sonra ortaya çıkması ve alelade bir antu üyesinin bu senaryonun yaşanacağını saatler önce yazması olayın baştan sona kurmaca olduğu fikrini kuvvetlendiriyor. Birkaç gün önce Beşiktaş'ın ve başkanının seviyesi bellidir, kulübümüz sükunetini korumalı demiştim, bu olaydan sonra Beşiktaş başkanı Ahmet Çakar'la televizyonda argo bombardımanına girişti, Beşiktaş taraftar sitesi hayali iddiaları bir araya getirip Fenerbahçe'nin transfer etiği yoktur konulu tamamen kafası karışık bir mesaj yayımladı ve Beşiktaş Hürriyet ile anlaşıp kamuoyu yaratmak için haber manipülasyonu işine girdi. Beşiktaş'a diyecek bir şey yok. Yalnız daha dün "Flaş! Flaş! Flaş! Topuz Fenerbahçe'ye imza attı" haberi yapan Hürriyet'e denecek çok şey olmalı. Gerçi Hürriyet Hürriyettir, ona da şaşırmıyoruz, bakın daha önce Hürriyet hakkında neler demişiz

Hürriyet, Hürriyettir
Hürriyet'in Ahlakı

Bitirirken...

***

Birkaç yıldız koyalım da...

***

Hürriyet okurları gelip...

***

bu yazıyı okursa yabancılık çekmesin.
Devamı ...

10 Haziran 2009

Futbol Fanatizmi


murat belge

Murat Belge
Taraf - 02/06/2009


"Baktım, Mehmet Barlas bu sabah “Bir futbol takımını fanatiklik düzeyinde tutanları anlarım” cümlesiyle başlayan bir yazı yazmış. Bu cümleyi yazan ben olsam, cümlenin yüklemi de “anlamam” olurdu. Çünkü sahiden anlayamıyorum bunu. Daha genel bir çerçevede bakınca, “fanatizm” denen tavır, üslûp, hayatta en hoşlanmadığım şeydir. Böyle olmasına rağmen, “anlamadığımı” söyleyemem. “Fanatik dindar”, “fanatik milliyetçi” vb. Bunlar var, oluyor; çünkü bu gibi ideolojiler ya da inançlar zaten taraftarlarından böyle bir bağlılık talep ediyorlar."

"Futbol ya da genel olarak spor talep etmiyor mu? Hayır, şüphesiz o da ediyor. Aslında, o tür ideolojilerin yarattığı bağlanma kalıplarını alıp kullanıyor. O düzeyde tanınmış bir bağlanma biçimini, “falanca takıma bağlanacaksın” diye farklı bir alana uyarlıyor. Sözgelişi, milliyetçiliğin terminolojisi, kelime haznesi vb. olmasa, bir taraftar da kanının siyah-beyaz ya da sarı-lacivert aktığını söylemeyi akıl edemezdi. Ama orta yerde böyle özenle kurulup büyütülmüş bir model olunca, ondan malzeme ödünç almak da kolaylaşıyor.

Kolaylaşıyor da şu “ödünç almak” durumundan ötürü sporda bu çeşit fanatizm bana anlaşılmaz görünüyor. İki gün önce bu yılın şampiyonunun Beşiktaş olduğu anlaşıldı. Zaten bazılarımıza böyle futbol yazısı yazdıran olay da bu şampiyonluk ya. İkide birde sevinç gösterisine çıkmış taraftarların yarattığı trafik tıkanmalarına takılıp araba içinde of pof ettikçe, futbol kendini benim hayatımın da parçası haline getirmeyi başarıyor. Neyse, şampiyonluk sonrası gazetelerde okuyorum ki, Mustafa Denizli, böylece, üç büyük takımı da şampiyon yapmayı başarmış.

İşte, asıl “anlaşılmaz” bulduğum durum. Diyelim ki ben Beşiktaş taraftarıyım. Mustafa Denizli’ye de bayılıyorum, “Onun gibi teknik direktör yok” diyorum, tezahürat yapıyorum, falan. Derken ertesi yıl bir de bakıyoruz Mustafa Denizli Galatasaray’ı çalıştırmaya başlamış. Şimdi ben zihnimde nereye oturtacağım onu?

Aynı şey tabii oyuncular için de geçerli. Bir kulüpte parlayan, onun asları arasına giren futbolcu kulüp değiştirince, hele eskisinin ciddi rakibi olan bir kulübe (Galatasaray-Fenerbahçe ilişkisi gibi) geçince ne oluyor? Okuyoruz, görüyoruz. Eski takımının taraftarı nefret ediyor, hakkında kötü tezahürat yapıyor, falan.

Yaşım küçükken ve futbola ilgim doğal olarak daha fazlayken ben de bu “bağlılık” konusunu ciddiye alırdım ve takımını bırakan oyuncuya bir çeşit “vatan haini” gözüyle bakardım. Bizim futbol tarihinin “flaş transfer”lerinden biriydi (erken biri), Kadri Galatasaray’ı bırakıp Karagümrük’e geçince ne kadar şaşırdığımı hatırlarım, örneğin.

Oysa bu iş –olması gerektiği gibi- profesyonel bir işse, elbette Mustafa Denizli veya takım değiştiren oyuncular gibi davranmak gerekir. “Ne için geçtin” sorusunun en doğal cevabı da “Para için” olmalıdır.

Ama öyle olunca “fanatik taraftar” olmayı anlayamıyorum. Spor amatör kaldıkça, tamam; semtimin, hattâ kentimin takımını tutmayı da bir yere kadar anlıyorum. Ama bu yıl tapındığım futbolcu ya da teknik adamdan önümüzdeki yıl başka takıma geçti diye nefret etmeyi ya da bunun tersini, yani “şu x ne çamur oyuncu” falan diye söz ettiğim oyuncuyu bu yıl “bizde oynuyor” diye başımın üstünde taşımayı anlamıyorum.

Yalnız, şu da var: “fanatizm” son analizde “insana özgü” bir tavır, bir üslûp. Bazı insanlar bunu kendi hayatlarında “ideolojik fanatizm” olmaktan çıkarıp bir futbol takımı fanatizm halinde yumuşatmayı başarabiliyor, yani futbolda böyle olmakla hayatlarının başka alanlarını rahatlatabiliyorlarsa, eh, bu da iyi bir şey. Böylesine sözüm yok."
Devamı ...

Solomon Topu Tut


willie solomon

Maçı nasıl verdiğimizi hala anlayabilmiş değilim. İki maçtır yaptığımız top kayıplarına rağmen bir şekilde kazanmayı biliyorduk ama bu sefer top kayıpları maçın sonuna sıkışınca Efes tarafından iyi cezalandırıldı ve kaybettik. Maçın tartışmasız yıldızı Mirsad 25 saniye kala serbest atışlarda 2 de 1 yerine 2 de 2 atsa fark 4 sayıya çıkacak ve biz 3-0 ı kutluyor olacaktık. Efes bizi yenebileceğini gördü, bir nevi İvan Dragon’un kaşını açan Rocky konumunda hissedip 4. maç daha da saldırgan ve pes etmeden oynayacaklardır.

Tanjeviç’in oyuncu ve mola tercihleri maçı kaybetmemizdeki en önemli öğe. Solomon’un kontrolden çıktığı o kadar barizdi ki maçı kaybettireceği zaten belliydi. Özellikle uzatmada hala Solomon’un kontrolünde bir hücum planlamak son derece saçma bir tercihti, kahraman olma çabası içersine girdiği anda Solomon zaten saçmalıyor. Özellikle deplasman maçlarında sık yapıyordu bu saçmalıkları ama dün kendi sahamızda ilk kez bu kadar kötü bir Solomon gördük. Önceki iki Efes maçında da son derece kritik hatalar yapmış ama bir şekilde telafi edebilmişti. Dünkü hatalarının maalesef telafisi yoktu.

Green’in basketbol zekasından ise son derece şüpheliyim top kaptırdığı yetmiyormuş gibi kendinden 35 santim uzun adama turnike atarken faul yapıp iki kez basket-faul olmasına sebep oldu. Bırak atsın adam turnikesini be kardeşim 1.65 lik boyla nasıl engelleyeceksin ki basketi Ender ve Kerem’in yine son derece verimsiz olduğu bir maçı bizim oyun kurucularımızdan gelen ekstra performanslarla kazandı Efes. Thornton yağmur gibi üçlük atarken dışarıda savunmayı 2.10 luk Semih’e yaptırmak da ayrı bir coaching taktiği herhalde biz faniler Tanjeviç’in bazı taktiklerini çözemiyoruz zira. Son periyot maçın skoru ne olursa olsun Mirsad ve Ömer sahada olmalı artık bunu kabul etmesi lazım Tanjeviç’in.İkinci maç da Ömer Onan’ı son çeyrek hiç oynatmadı. Bu maçta da niye oynatmadığını ,Efes Pilsen hücumda bu kadar etkili olmaya başlamışken neden en iyi iki dış alan savunmacısı Devin Smith ve Ömer Onan’ı yanında oturttuğunu anlayamıyorum.

Kasun onca zaman 4 faulle oynarken sadece bir iki dakikalığına da olsa sırtı dönük top alıp faul aldırması için Oğuz’u niye kullanmayız bunu da anlamak zor.
Sonuçta final serisinde Efes’e bir maç kaybettik dünyanın sonu değil, Perşembe günü 40 dakika full konsantrasyon gösterip top kayıplarını biraz sınırlarsak Efes’i yeneriz.

Maça giden taraftar hakkında da bir şey söylemek lazım. Maalesef Türkiye’de doğru düzgün ,bilinçli basketbol taraftarı çok az. Ne hakemleri baskı altına almayı biliyoruz ne de oyunun hangi bölümünde maça müdahale edeceğimizi. Saçma sapan şarkı söyleme yeri değil salon sporları, birisi şu tribün liderlerini uyarsın şarkı falan söylemesinler, aleyhine çalınan ortada bir düdükde kıyameti koparacaksın ve rakip hücum ederken deli gibi ıslıklayacaksın. Çok mu zor Allah aşkına şunu yapmak? Şu Ülker City nin salon inşaatı bittiğinde kulübe resmi olarak başvurup gönüllü salon taraftarı eğitmeni olmak istediğimi belirteceğim bu gidişle. Partizan taraftarını,Tau taraftarını gördükten sonra 12.000 kişi maçta nasıl bu kadar etkisiz kalır bunu kabul etmek mümkün değil.

Perşembe hayati bir maç oynayacağız oyuncular umarım bu hayal kırıklığını çabuk unutup ayağa kalkarlar. Solomon ve Green’e de 4. maç için bir ilkokul fişiyle seslenmek istiyorum.”Solomon topu tut” “ Green topu at”
Devamı ...

9 Haziran 2009

Michaela Ochotská


Michaela Ochotská

Tomáš Ujfaluši'nin eski sevgilisi Michaela Prag Üniversitesi uluslararası ilişkilerden mezun olmuş. TV'de sunuculuk yapıyor. Tomas kendisini 6 tane hayat kadını ile aldatıp sonra da milli takımdan yasaklandıktan sonra ayrılmışlar. Şimdi de işte kendi geçimini sağlamak için emek kokan elleriyle çalışan bu Doğu Avrupa kızı, gözleri yaşlı geleceğe umutla bakıyor. Dur lan buralar bayağı saçma oldu. İnzaghi'nin sevgilisi olunca ne kolay oluyor halbuki. Geçen Elena'da da böyle zorlandım. Onur artık bu bölümü devralma vaktin geldi, onu söylemek istiyorum.

Devamı ...

Bir 'güzel' transfer



Not: Papazın Çayırı bu yazının ‘seksi fotoğrafları için tıklayın’ şeklinde bir link içermediğini özellikle belirtir.

Bir... İlkokul dört ya da beşinci sınıf. Akçakoca. Yaşıtlarımızın bir çoğundan daha şanslıyız. Voleybol takımımız, her hafta cumartesi günü antrenmanımız var. Sonra yavaş yavaş benim tarafıma yuvarlanan bir top, kafamda uydurduğum kale ve ceza alanına doğru sağ ayak içiyle yaptığım gelmiş geçmiş en iyi orta var.



Freud abi haklı sanırım. Yoksa kadın güzelliğini ellerden başlatan birine ‘parlatıcı veya french olabilir ama ojenin her türlüsüne karşıyım’ dedirten, ‘defol git!..’ i koskoca salonda yankılanan kadının soyunma odasının yolunu işaret eden pembe ojeli elleri değilse nedir?

İki... Dejavu: A takımının oyuncusu servis kullanır, B takımından bir oyuncu karşılar, ikinci oyuncu topu filenin üzerine kaldırır, üçüncü oyuncu topa hayvanlar gibi abanır. Servis B takımına geçer. B takımının oyuncusu servis kullanır, A takımının bir oyuncusu karşılar.... Ne biçim spor bu. Baştan ayağa dejavu hissi.

Üç.... Erkekler denize şortla giriyor kadınlar bikiniyle. Voleybol da aynı. Erkekler şortla kızlar mayo ya da taytla. Şikayetçi değilim. Hem de hiç.

Dört.. - Abi niye sayı oldu bu? Servis geçmesi gerekmiyor muydu?
- Kurallar değişti artık. Topu her kazandığında sayı da kazanıyorsun. Setler yirmi beş sayı üzerinden oynanıyor. Eğer beşinci sete uzarsa final seti on beş sayı üzerinden.
- Sağol abi. Yengeye hürmetler.

Beş... Dikkat ettim de siz konuşurken hep ‘veleybol’ diyorsunuz. Oysa öyle bir şey yok. Voleybol... Voleybol...Voleybol...
Tıpkı Atilla Atalay’ ın dediği gibi insan hiç olmazsa bazı şeyleri değiştirebiliyor hayata dair, kendine dair.

Altı.. “Seda Tokatlıoğlu’ nu tanıyorum elbette. Biz deli gibi antrenmanlar yaparken, bir kenarda oturan küçük bir kızdı. Ben bir süre sonra derslerdi, üniversite sınavıydı derken bıraktım voleybolu. Şimdi sözde ülkenin en önemli bakanlıklarından birinde kimsenin ciddiye almadığı projeler hazırlıyor, üç beş kişinin katıldığı katılanların da uyuklayarak dinlediği sunumlar yapıyorum. Ama kız Fenerbahçe’ nin ve Milli Takım’ ın değişmezi oldu. Ne diyeyim helal olsun kıza.”

Yedi.. Dayımlar. Misafirlik. Gece yarısından doğru yorgun olduğumu söyledikten sonra kuzenin misafire tahsis edilmiş odasına gidiyorum. Uykum gelsin diye elimde kumanda televizyonun karşısında beklemeler. Belki bir sanat filmi.

En sonunda belki sürmekte olan olimpiyatların gün özetine rastlarım diye TRT3 ü açtım.
Maçı izlemeye başladığımda durum 2-0 Çin lehineydi. Ve setleri açık farkla kazanmışlardı. Üçüncü set ise 15-11 yine Çin lehine idi. Neyse diyerek izlemeye başladığımda bunun kırılma noktası olacağını düşünmemiştim ve hatta ikisi de voleybolun iyilerinden olmasına rağmen böylesi bir maçı neden tekrar ederler diye TRT nin hiç iş bilmez tayfasına giydirdim bile. Tam o sırada Kübalı iki numaralı voleybolcu Santos üst üste tam sekiz sayı kazandırdı takımına. İlk önce o seti ardından geriye kalan setleri kazandılar.

Sekiz.. Hayatımın belki de en mutsuz, bir o kadar da umutsuz sezonu. Ciddi ciddi kendimi sanata vermeyi, sevgilime uyup taraftarlığı askıya almayı düşünüyorum. Her ne kadar Rehavet’ le bu askıya alma işini her gündeme getirişimizde ‘Olmaz bu iş. Üst üste iki galibiyet bizi bu kararımızı unutturur’ desek de beni opera bestelemekten alakoyan tek şey sınırlı müzik kabiliyetimden başka bir şey değil.

Kendimi fena halde tenise kaptırmış durumdayım. Turnuvaları neredeyse birinci turdan başlıyorum izlemeye. Federer’i oyununa hayran olduğum için, Nadal’ ı ise belki bu gün yenilir diye izliyorum. Arada Australian Open 2009 Nadal-Verdasco yarı finali gibi bambaşka hazlar da çıkmıyor değil.

Across the universe (Murat Yılmaz) sayesinde ilk önce Erkekler Ligi Final serisini farkediyorum. Peşi sıra Bayanlar Ligi Final serisi geliyor ki , yan tarafta futbolda tek iddialı olduğumuz kulvar olan Türkiye Kupasında yarı final rövanş maçı varken bana voleybol izlettiren motivasyonu için hem Murat Yılmaz’ a hem de ‘Teşkilat-ı Mahsusa’dan Fatih’ e sonsuz teşekkürler.

Biliyorum o yazılar olmasaydı sadece haberleri ile yetinir maçlar boyunca aldığım sonsuz hazdan bihaber kalırdım. Ve ‘Haremilerin Saltanatını Yıkacağız’ pankartından. Ve Seda’ nın ‘en değerli’ oyunundan. Ve ‘Anja yenge’ mizden. Ve bu başlığın işaret ettiği ‘en güzel’ den.

Dokuz.. Naz Aydemir Fenerbahçe de haberlerini duyduğum da ‘Acaba Messi’ yi mi isteseydim?’ diye kendime sormadım değil.

Yaşından kaynaklanan kolay demorilize oluş dışında oyununa başka bir eleştiri duymadığım Naz’ın kendisini jenerasyonunun mevkisinde en kıymetli oyunucusu yapan tutkusunu ve azmini kaybetmemesi en büyük dileğim.

Belki de bu kaçan şampiyonlukta tek suçlunun kendisi olmadığını ‘Eczacıbaşıbilmemneşirketi’ ne göstermek için iyi bir fırsattır.

Sharapova’ yı hatırlatmak isterim kendisine. Daha doğrusu kendisini Anna Kournikova’ yla karşılaştıranlara verdiği cevabı; ‘Ben şampiyonluk da kazanmak istiyorum.’ Ki kendisi genelin beğenisine uygun görüntüsü ile podyumlarda takılır, sinemaya geçip Bond kızlarından biri olur ve hali vakti yerinde birini kafalayıp yaşar giderdi. Kendisi oyununu beğenmeyen onca kişiye rağmen, WTA bir numarasının henüz Grand Slam kazanmadığı faal tenisçiler arasında Williamslardan sonra en çok Grand Slam kupası kaldırandır.

Değil mi ki ‘başarılı’ bir kadını tarife kalktığınız da ‘güzel’ den çok daha iyi bir sıfat. Sıfatlar ‘güzel’ ile başlıyor, hele de orada kalıyorsa yazık.

Ve Sevgili Naz, böyle olmaması için hem çok sevdiğin aileni, hem Fenerbahçeyi, hem de bizleri onurlandır.

‘en güzel’ i de.

Devamı ...