21 Nisan 2014

İstanbul United veya #DirenTribun


Geçen hafta 12 Nisan cumartesi günü Atlas Sineması’nda 33. İstanbul Film Festivali kapsamında dünya premiere'i yapılan İstanbul United filmini nihayet izleyebildik. Film içerisinde görüşlerine yer verilmiş birisi olarak ayrıca heyacanlı ve mutluydum.

Daha önce Arap isyanlarında taraftar gruplarının rolü üzerine izlenimler kaydeden ve konuyu yakından araştıran iki kafadar yönetmen olan Olli Waldhauer ve Farid Eslam Gezi direnişi sırasında İstanbul’un 3 büyük kulüp taraftarlarının eylemlerde oynadıkları etkin rolü duyunca uçağa atlayıp İstanbul’da olan biteni yakından görmeye geliyorlar. Bu sırada örgütlü taraftar gruplarıyla iletişime geçerek konuyu birinci ağızlardan dinlemeye, anlamaya çalışıyorlar. Benim de muhitinde takıldığım vamos bien tayfayla ve papaz’dan onur’la iletişime geçmişlerdi. Bana konuyu o dönem Onur arayıp paslamış bulundu. Gezi parkında tanıştığımız gün uzun uzun Türkiye’deki tribün gruplarını, Fenerbahçe’de olan bitenleri, kuruluşundan 3 temmuz direnişine ve Gezi’ye dek Fenerbahçe tarihindeki direniş kültürünü ve daha pek çok şeyi konuştuk. Barikatların arkasında başka bir Türkiye, başka bir dünya mümkün dedirten çok güzel bir halk olabilme fırsatı yakaladığımızı anlattık. Daha birbirlerinin statlarına gidemeyen grupların kardeşce bir arada olabilmelerinin sebeplerini anlamaya çalıştık. İnsanları habire birbirinden nefret etmeye zorlayan egemen söylemden çok sıkılmış yeni kuşaklardan bahsettik. Duvarlarda yazanların bu kez gençliğin siyasete hitabesi olduğunu gördük.

Sonrasında da bir kaç kez daha bu diyarlara gelip giden yönetmenlerle bir kaç kez vakit geçirdik, çekimlerde bulunduk. Yoğurtçı Parkı'na gittik, tayfayla tanıştırdık. Sonuçta ortaya geçen hafta izlediğimiz belgesel film çıktı. Ellerine sağlık. Burada olan bitenlere dışarıdan bakanların neler gördüğünü, anladığını anlamak açısından çok değerli bir emek sergilemişler. İşin bu yönüyle teşekkürü fazlasıyla hak ediyorlar.

İstanbul gerçekten united mı?

Gezi’de yaşanan bu olağandışı dayanışmaya İstanbul United denmesi bence bu mevzuya konabilecek en yanlış isimlerden biri olarak anlamı baştan zayıflatıyor ve konuyu tam olarak kavramamıza engel oluyor. Her şeyden önce Gezi direnişi 'bütünleşme' olarak nitelenebilecek türden bir vaka asla değildi. Hele hele herhangi birilerinin İstanbul United adıyla ve belirli bir uzlaşmayla kurdukları bir ittifak, grup ya da platform hiç bir zaman olmadı. (Belki bir foruma dönüşmesi beklenebilirdi ama bir iki denemeden öteye gidemedi.) En basit anlamıyla, ülkeyi babasının şirketi gibi gören bir despota karşı başlayan halk direnişinin içinde, çok farklı dünya görüşlerinden süzülüp gelen insanların, tüm önyargılarını yıkan devrimci bir ruh haline bürünerek yarattığı dayanışma ikliminden bahsediyoruz.

Gel gelelim, filmde ortaya çıkan anlatı üzerinden baktığımızda tüm iyi niyetine rağmen filmin Gezi’de olan biteni anlamakta ve anlatmakta büyük sıkıntı içinde olduğunu görüyoruz. Film meselenin nasıl bir duygu etrafında şekillendiğini göstermeye çalışırken sebep sonuç ilişkilerini nedense pas geçmiş. Uzun denebilecek bir sürede olayların tanığı olarak gösterdiği kararkterlerin Gezi’den önceki çatışma noktalarını anlattıktan sonra, nedense Gezi’de oluşan birlikteliğin içeriğine değinmemiş. Hikayeleri anlatılan bu 3 karakterin birbirlerinden ne kadar nefret ettiklerini, küfürlerini bolca dinlediğimiz halde, filmin ismine istinaden bile olsa hiç bir zaman bir arada görmüyoruz. Direniş sırasında nasıl bir arada olduklarından, neye karşı ve nasıl bir ortak mücadele yürüttüklerinden neredeyse hiç bahsetmeyerek en can alıcı noktaları ıskalamış. İzlerken asıl meseleye ne zaman gireceğini merak etmekten kendimi hiç alamadım. Üstüne üstlük filmi domine eden, anlatımına en çok yer verilen kişinin Galatasaray taraftarı olması filme adeta gerçeküstü bir hava katmış. Elbette Gezi’ye bireysel kararlarıyla katılan pek çok Galatasaraylı taraftarın olduğu inkar edilemez bir gerçek ama bu süreçte ultraslan’ın takındığı iktidar yanlısı tavrın pek çok Galatasaraylıyı rencide ettiği de bir o kadar gerçek. Bu gerçeklerden uzak duran çözümlemelerle böyle bir isyanda taraftarın oynadığı rolü galatasaray tribünlerini merkez alarak anlatması, filmin inandırıcılıktan uzaklaşmasını ve hatta belgesel türünün sınırlarını zorlayarak adeta mockumantary sınırlarına sürüklemesini sağlamış. Bu da filmin sahiciliğiyle yakalayabileceği olası büyük etkisini maalesef çöpe atmış.

Film, yer verdiği kişilerin grup kimliklerini öne çıkarmadan bireysel tavırları çerçevesinde bir hikaye anlatma iddiasında görünse de bu karakterlerin içinde şekillendiği sosyolojiye değinmeden anlatılanlar meselenin içinde olanlar için çok yüzeysel, dışardan bakanlar için de eksik veya yanlış olarak kavranmasına yol açıyor. Elbette böyle bir filmde Çarşı olgusunun belirlediği kültürel kodlara hiç değinmeyen bir anlatım yolunu tercih edebilirsiniz ama çatışmaların ortasında buldozerle TOMA kovalayan Çarşı fenomenininden tek kare bile göstermeden 'gezi direnişinde taraftar gruplarının etkin rolü' konulu bir belgesel yapmak ortaya çok ciddi özgün bir bakış açısı koymayı gerektirir ki maalesef ortaya çıkan eserde tam olarak buna rastlayamıyoruz.

Aynı şekilde Fenerbahçe tribüncülerinin biber gazına ve polis baskısına son 3 yıldır neden ve nasıl maruz kaldığına ve muktedirin tüm unsurları tarafından çapulcu, terörist, marjinal diye yaftalanarak şiddete uğramalarının meşrulaştırılmasına hiç girmeden bu insanların neden Gezi'de olduklarını anlamak da anlatmak da çok zorlaşıyor. 3 yıl önce çoluk çocuk onbinlerce Fenerbahçeli'nin protesto için köprüye yürüyüşlerinin plastik mermi ve gaz bombalarıyla durdurulması olayına filmin bütünü içinde yer vermek istememek elbette anlaşılır bir durum olabilir. Fakat 31 Mayıs gecesi İstanbul United isminin de doğmasına yol açan, onbinlerce insanın sabaha kadar kilometrelerce yol yürüyerek Anadolu yakasından Avrupa yakasına yaya olarak geçerek direnişe katılmalarından ve bu olayın Gezi direnişinin şahlanmasına yol açmasındaki çok büyük etkisinden tamamen habersiz gibi davranınca, filmin geri kalan tüm söylemi de bu 'gerçeklik' içinde çok güdük kalıyor.

Direniş burcu ve yükselen yıldız

Filmin Atlas Sineması’nda gösteriminden sonra yapılan söyleşi kısmında Alin Taşcıyan filmin Çarşı odaklı değil de Galatasaray taraftarı odaklı olmasını nasıl düşündüğünü filmde yer alan çarşı grubundan Ayhan Güner’e sorduğunda Ayhan ağabey hiç ummadığım bir tavırla ‘Olsun bunun hiç önemi yok. Biz Çarşı olarak zaten hep bu konularda öncüyüz. Fenerbahçeli Galatasaraylı arkadaşların da peşimizden gelmesi çok güzel şey’’ diyerek uzaktan bildiğim kadarıyla kendisine yakışmayacak şekilde kibirli bir yaklaşım sergilemiş oldu. Bu cevaptaki meseleyi kavrayış biçimi de aslında filmde Çarşı’nın etkin rolünün pas geçilmesi kadar önemli başka bir eksikliği gösterdiği için bence çok önemli. Fenerbahçe’nin 2011’den beri özel yetkili faşizme karşı yürüttüğü son derece net ve kararlı direnişinin içinde de Gezi’de de baştan beri yer alan bizler için konunun kimin öncü, kimin takipçi olduğu tartışmasına sıkıştırılması boş bir sidik yarışından başka bir şey olmaz ki bu da Gezi’yi yanlış anlamanın başka bir çeşidi sayılır.

Yapım süreci sırasında filmin yönetmenleriyle görüşen diğer Fenerbahçeli arkadaşlarımın anlattıklarını da aşağı yukarı bilen birisi olarak, filme tam olarak yansımasa da Fenerbahçe tarafı olarak meseleye bakışımız ve aktarmaya çalıştıklarımız gayet net aslında: 3 temmuz 2011’den beri Fenerbahçe için hangi haklı sebeplerle muktediri karşımıza alıp topyekün direndiysek, Gezi’ye de aynı motivasyonla dahil olduk. Fenerbahçe direnişiyle demokrasi tarihimizde özel yetkili bir ‘darbe hukuku’na karşı gösterilen en şiddetli ve kitlesel direnişin parçası olduk. 3 yıldır gerçek bir halk dayanışmasının muktedir karşısındaki gücünü tecrübe edindik. En önemlisi de en başından beri, Fenerbahçe davasında da Gezi’de de üstünlerin hukukuna karşı hukukun üstünlüğünden, eşitlikçi ve özgürlükçü bir ülke yönetiminden başka bir şey talep etmedik. Talana, yağmaya; özel yetkili operasyonlarla kişilerin ve kurumların bağımsızlığının ele geçirilmesine; adalet duygusunun yerle bir edilmesine; milli iradenin ve kamu vicdanının kirli ittifakların çıkar bekçiliğine dönüştürülmesine karşı geldik.

Geziden çok önce özel yetkili faşizmin ablukası altındaki bir kulübün haklarını ve asırlık kişiliğini korumak için gösterdiğimiz direnişin çapulcu, marjinal diye etiketlenerek değersizleştirildiği, üzerimizdeki baskı ve şiddetin medya ve iktidar tarafından meşrulaştırıldığı dönemde, Gezi'ye katılan kitlenin büyük çoğunluğu henüz kanaatlerini penguen medyasının pompaladığı 'gerçeklik' üzerinden geliştiriyordu. Gezi'den sonra formalarına gururla çapulcu yazan bu neslin Fenerbahçe direnişine bir sempati geliştiremese de empati kurmasını beklemek lüks olmamalı.

Stat bizim semt bizim

31 mayıs gecesi, yaşadığı semt için, semtindeki park ve o parktaki tek bir ağaç için, birlikte büyük bir dostluğu yaşadığı kulübü için, alın teri için direnmeyi tecrübe etmiş onbinlerce insanın kilometrelerce yol yürüyüp, boğaz köprüsünden yaya olarak karşıya geçerek parkını ve semtini korumak için mücadele eden dostlarına destek olmasının doğal içgüdüsünü anlamadan gezi’ye dair inandırıcı bir şeyler söylemek çok zor. Haksızlıklar ve zorbalık karşısında başka türlü davranmayı zaten bilmeyen insanların ruh halini görmezden gelerek 'Gezi ruhu'nuna dair söylediğimiz her şey samimiyetsiz kaçıyor. İstanbul United kavramı bir ruh halini temsil ediyorsa en çok böyle bir ruh halini temsil ediyor.

Her ne kadar ismiyle İstanbul United ölü doğmuş bir kavram oldu desek de bizim dayanışma ve direniş halinde olmamız gereken asıl büyük gerçek hala karşımızda duruyor. İster İstanbul United densin, ister benim tercih edeceğim gibi #direntribün diyen çıksın, bizim asıl gündemimizde dalga dalga gelen totaliter rejimin baskılarına, tektipleştirmesine, rantiyeciliğine, hukuksuluğuna, yaratılan yasakçı korku imparatorluğuna karşı dayanışma halinde olmanın yolunu yordamını geliştirmek var… Bunun için yanyana gelip maç izlememize gerek yok. Nefret söylemlerine pirim vermeyerek, sorunlarımızı barışcıl bir dille ve tavırla çözecek iradeyi göstermemiz hiç olmadığı kadar önemli. Her türlü kirli oyuna karşı, güzel ve mertçe oynamayı savunan insanlar olmak için kendimizi daha fazla zorlamamız şart. Adalete olan güvenin tamamen kaybolmasının yarattığı ve daha da yaratacağı yıkıcı etkilere karşı 'herkes için' adalet talep etmemiz, adaletin kendi kabilemizin çıkar bekçiliğine dönmesine izin vermemek için ortak mücadele etmemiz şart. Aidiyetlerimizin üstünlük değil, farklılık olduğunu kavrayan dayanışmacı dile özenerek tribünlerde aşk ve özgürlük şarkılarının söylenebildiği bir iklimi hep birlikte acilen yaratmamız gerekiyor.

Devamı ...