24 Haziran 2010

Al Sana Kaya



Haber burada

Şimdi önemli kısmı kopyalıyorum

"MİRSAD İLE SÖZLEŞME İMZALAMALARI GAYRİ AHLAKİ"

Efes Pilsen’in, play-off final serisi devam ederken oyuncuları Mirsad Türkcan ile sözleşme imzaladığını savunan Mosturoğlu, "Sözleşmesi devam eden ve üstelik play-off serisi sürerken oyuncumuzla sözleşme imzalamasını gayri ahlaki buluyoruz. Bu resmen sporcunun ayartılması demektir, etik değildir. Ama bu kavramların üzerine maalesef Türk sporunda fazla gidilmiyor" diye konuştu.
Şimdi durum şu: Bu sene final serisi sürerken Fenerbahçe'nin Kaya Peker'le anlaşmak üzere olduğu söylendi. Bugün NTVSpor Fenerbahçe'nin Kaya ile 2 yıllık sözleşme imzaladığını duyurdu. NTVSpor'un yalancı çıkması için dua mı edelim yoksa bu omurgasızlığı da savunacaklara karşı size şimdiden sabır mı dileyelim?
Devamı ...

18 Haziran 2010

Daum Konusunda Sorular



Yönetim dün Daum'la ilgili ilginç bir açıklama yaptı. Daum kalacak ama bütün yardımcıları kovuldu ve Daum'un karşı çıktığı sportif direktörlük devam edecek, ayrıca Daum'dan savunma istenecek deniyor. Açıklamanın anlamı şu; Daum'u göndermek istiyoruz fakat tazminatı çok ağır geldi, fakat biz rezil, kepaze, amatör bir yönetim olduğumuz için adamın yardımcılarını kovup üzerine her tür baskıyı yaparak istifa ettirmeye çalışıyoruz.

Bir kez daha Aziz Yıldırım yönetim anlayışı sahnede. Hatta yakında Daum bir şekilde istifa ederse borsaya 8 teknik direktör ismi verilir bunlarla görüşüyoruz diye, daha sonra bir ay önce sözleşme imzalanan hoca ile Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu hedeflendiği anlatılır bize. Şimdi Daum'a her türlü laneti okuyan ve yönetimi haklı bulan, Daum'u karaktersizlikle suçlayan taraftarlara sorular.

1. Futbol şubesi yapılanması gereği başında Aykut Kocaman var. Takımın başarısızlığı nedeniyle Daum'un gitmesini istiyorsanız neden Aykut Kocaman'a karşı değilsiniz?

2. Bu sezon son hafta şampiyonluğu kaçıran Daum fakat son 5 senede sadece 1 kez şampiyon olunurken 3 farklı teknik adam var ve yönetim aynı. Başkanın istifasını neden istemiyorsunuz?

3. Zico'nun ne suçu vardı diye Zico'yu özleyenler Daum lige 5 hafta önce havlu atsa Daum'u mu özlemle anacaktı? Şu anda Daum'a yapılanın Zico'ya yapılandan farkı nedir?

4. Daum yerine önerebildiğiniz en uygun ismin Aykut Kocaman olması size çok komik gelmiyor mu?

5. Daum'u istifaya zorlama yönteminin ve bu belirsizliğin Fenerbahçe'ye en az 2 sezona daha patlayacağını görmüyor musunuz? En büyük suçlunun gerçekten Daum olduğunu düşünecek kadar biat mı ettiniz führerinize?

Daum'u ve Guiza'yı kovunca dertleri bitecek bu takımın. Emin olun bütün başarısızlıklardan sonra teknik direktör kovan büyük başkan Aziz Yıldırım, Aykut Kocaman'a tüm futbol işlerini devredip gözü kapalı 10 senelik sözleşme imzalayacak ve arkasında duracak. El ele seneye Şampiyonlar Ligi kupasıyla tur atacaklar İstanbul sokaklarında. Tatlı rüyalar hepinize.
Devamı ...

17 Haziran 2010

Aykut Kocaman Teknik Direktör Olursa



Pek şaşıracağımı söyleyemem. Aziz Yıldırım yönetiminin bugüne kadar yaptıklarına uygun düşen bir karar olur. Varılacak böyle bir kararı teknik açıdan veya Aykut'un teknik adam olarak yeterliliği açısından bile tartışmaya gerek yok. Aykut'un camiaya gelişi, aldığı görev ve şu anda içinde bulunulan durum nedeniyle Aykut bu görevi kabul ederse mesleğine olan saygısını da göstermiş olur. Yönetimin bu tür alaturkalıklar yapmasına ise artık şaşıran yok.

Aykut ismini tamamen unutalım, sportif direktörün kim olduğu önemli değil. Sene başında "profesyonel bir yapılanma" gereği sportif direktörlük kurumunun kurulduğu ve başına Aykut Kocaman'ın getirileceği söylendi. Real Madrid gibi kulüplerde işleyen bu sistemden anladığımız şu; sportif direktör hocaya destek verecek, yönetim ve teknik kadro arasındaki bağlantıyı kuracak, bütçe-transfer dengesini yakalacayak, futbolun bir numaralı adamı olacaktı. Daum'un iddiasına göre sportif direktör bunları yapmamış, aksine teknik adamı dengelemeye çalışan bir güç gibi çalışmış. Daum'un haksız olduğunu kabul edelim şimdilik.

Aykut'un Daum'un ayrılmasıyla boş kalan teknik adamlık konumuna getirileceğini düşünelim. Bu hamle şu ana kadar yapılmış ve ileride yapılacak bütün kurumsal hamlelere ihanettir. Bunun anlamı şudur "Takımda görev alan bütün profesyonel çalışanlar aslında başka bir çalışanın yedek alternatifidir". Futbolcu açısından düşünüyorsunuz; sene boyunca bir numaralı patron olması gereken insan teknik direktörünüzle anlaşmazlığa düşüyor ve biliyorsunuz ki teknik direktörünüzün alternatifi hep orada, Demokles'in kılıcı sallanıyor tepesinde. Takımda disiplin sağlamak, futbolculara söz dinletmek imkansız hale gelir. Takım kendi içinde taraflara bölünmeye başlar.

Bu hamle ayrıca bütün kurumsal kimliklere de zarar verir. Aykut bir sene boyunca sportif direktörken bir sene sonra teknik adam olarak görev yapmaya başlar. Bu durumda sportif direktörlük görevine başka bir insan mı getirilecek? Aykut bir sene önce yaptığı göreve karşı nasıl bir sorumluluk hissedecek? Eğer kimse getirilmezse bu kurum en başta neden kurulmuştu? Sadece insanlara Aykut ismini göstermek ve geçen seneki başarısızlıktan sonra sus payı vermek için mi?

Aykut'un teknik adamlığı konusunda çok fikrim yok, iyi bir teknik direktör de olabilir. Çok da önemli değil zaten. Eğer teknik direktörlüğe getirilirse bunun camiaya olan zararı çok daha derin olur. Hem kendi kimlikleri, hem kulüpteki kurumsal kimlikler büyük zarar görür ve bu zararın etkileri de uzun vadeli olabilir. Artık belli ki suçlu yine Daum oldu ve gönderilecek, fakat yerine kim getirilirse getirilsin en kötü hamle Aykut olur, Aragones'in geri getirilmesini bile daha olumlu karşılarım.
Devamı ...

16 Haziran 2010

Spor Yayını Özürlüsü Ülke



Sezon başında müjdelerle duyurmuştuk İspanya Basketbol Ligi ACB’nin TRT tarafından yayınlanacağını. Üstelik Yiğiter Uluğ ve Murat Murathanoğlu’nun bu maçları anlatacak olması daha bir takdir etmemizi sağlamıştı TRT’yi. Aradan 8 ay falan geçti. İspanya Ligi play off finali zamanı geldi çattı, ve dün gece itibariyle de son buldu. Yayın haklarını elinde bulunduran TRT İspanya Ligi finalinin hiçbir maçını canlı vermedi. İlk maç TBMM TV’ye takılmıştı, ikinci maçı galiba Formula 1'le çakıştırıp banttan vermeyi tercih ettiler, dün de tarihe geçen olağanüstü bir maçı yine Meclis TV yayını yüzünden izleyemedik.

10 tane kanalı olan bir kurum hiçbir açıklama yapmadan yayın hakkını elinde bulundurduğu bir organizasyonu nasıl yayınlamaz anlamak mümkün değil. Yaptığı onca aptallığın yanında kırk yılda bir hayırlı bir iş yapıp İspanya Ligi’nin yayın hakkını alıp bunu eline yüzüne bulaştırmak büyük bir yayıncılık başarısı.

Final serisinden bir tane maçı bile canlı yayınlama gereği görmediğiniz bir organizasyonun neden yayın haklarını aldınız? Bu bile bile kamuyu zarara uğratmak olmuyor mu? Daha önce voleybolda Şampiyonlar Ligi maçlarında da aynı şeyi yaptı TRT, yayın haklarını elinde bulundurmasına rağmen yayınlamadığı ve bunun için ceza ödediği maçlar oldu. Bu umursamaz, plansız davranışların sorumlusu kim? Başka kurumlardaki bir kuruşluk kamu harcamasını bile bin tane prosedüre bağlayan, personelden hesap soran devlet bu TRT’ye niye böyle bir şey yapıyorsunuz diye niye soramıyor. İngilizce bilmeyen adamları olimpiyat yayınlamaya gönderen, basketbol maçlarına bile yorumcu olarak Ömer Üründül’ü koyan bu zihniyet mi Türkiye’de spor yayıncılığının kalesi?

TRT spikerlerinin yıllardır övündüğü bir şey var, kendileri sadece futbol değil diğer spor dallarında da anlatım yapacak şekilde yetiştirildiklerini, öyle olduklarını orada burada söyleyip dururlar. Tabi gerçeğin bununla alakası yok. Levent Özçelik’e yüzme anlattırmak onun yüzmeyi iyi anlatabildiği anlamına gelmiyor, ya da Güven Göktaş’a atletizm anlattırmak onun atletizmi müthiş takip ettiği anlamına gelmiyor.

Türk spor basını en büyüğünden en küçüğüne sporu hala ciddi bir iş olarak görmüyor. Şimdi herkes Dünya Kupası nedeniyle haklı olarak TRT’yi eleştiriyor ama 2008 Avrupa Şampiyonası’nda ATV’nin rezil yayıncılığı ya da 2006'da Kanal 1'in Dünya Kupası yayını da tam anlamıyla fiyaskoydu. O çok beğendiğimiz kaliteli bulduğumuz NTV bile geçen yıl Avrupa Basketbol Şampiyonası’nı nasıl yayınladı bir hatırlayalım. Doğru düzgün bir stüdyo programı yapmadan, iki-üç kişilik bir canlı yayın ekibiyle.

Dünya Yüzme Şampiyonası ya da Dünya Atletizm Şampiyonası Alman Televizyonu tarafından nasıl yayınlanıyor, bu kurumlardaki hiçbir çalışan izlemiyor mu bunu acaba? Hadi atletizmi, yüzmeyi nasıl olsa kimse takip etmiyor diye doğru düzgün özen göstermeden yayınlıyorsunuz da bari futbolu basketbolu adam gibi yayınlayın. Dünya Kupasını yorumlarıyla renklendirecek, değişik veriler sağlayacak adamlar Ömer Üründül müdür, Sergen midir, Mustafa Doğan mıdır? Dünya Kupasındaki takımlar hakkında bu adamların bilip ortalama bir futbolseverin bilmediği ne olabilir? Ülkede basketbolu futbolu ve tüm sporları takip eden bunca insan varken hala bu köhnemiş eski futbolcu, asırlık sözde futbol duayeni ikilemine sıkışmış bir yayın anlayışını sürdürmek akılla mantıkla açıklanacak bir şey değil. TRT’den NTV Spor'a, LİG TV'den Spormax'e bu zihniyet değişmedikçe ekrandaki logonun ne olduğundan bağımsız olarak Türk televizyonlarındaki bütün spor yayınları niteliksiz olmaya devam edecek.
Devamı ...

Yapma Dunga! Yapma Dunga!



Sevgili Dunga Hocam,

Sana ülkende "O Alemao" yani "Alaman" dediklerini biliyorduk da, Alamanlar'ın bile 82 model Brezilya gibi top oynadığı şu turnuvada gördük ki, gerek oynattığın futbol, gerek seçtiğin topçular, gerekse de giydiğin paltoyla sen artık "Alamanlık" haline de aşama atlatmış, o güzelim Brezilya'yı sersem sepelek bir takım haline getirmişsin. Ama bu mektubu yazma sebebim başka hocam, onu en sonunda söyliycem.


Hocam ben, yazlık çay bahçelerinde, kıraâthanelerinde, meyhanelerinde, kalabalık ailelerin bir araya geldiği nohut oda bakla sofa evlerinin salonlarında Brezilya'nın desteklendiği, "Berezilya acar takım canım," yorumlarının yapıldığı, Türkiye'nin gidemediği turnuvalarda Brezilya'nın ikinci takım yerine desteklendiği bir ülkenin çocuğuyum. Ben 86'da Maradona sağolsun, kısa donumla Arjantin'e meyil vermiş olabilirim, ama hocam, bu sana, o dünya güzeli sarı formayı giyen çocukları böyle gölgesinden korkar gibi top oynayan bir pısırıklar sürüsü haline getirme hakkını vermez.

Dunga Hocam, zaten gömlek meselesinden aramız bozuktu biliyorsun. Artık hangi semt pazarından, hangi batık Sümerbank deposundan aldığın bilinmez o zevk düşmanı paltonla, yedek kulübesinde sünnet çocuğu gibi durmuş maçı izlerken, ben de elimdeki kadroya baktım hocam. İyi aile çocuğu Kaka bir yana, tarihte hangi Brezilya takımının orta sahası bu kadar renksiz, bu kadar al-verci, bu kadar bülent-akın, bu kadar maldonado, bu kadar sade suya tirit adamlardan oluşmuştur acaba. Şu isimlere bak hocam: Elano, Felipe Melo ve Gilberto Silva. İlk ikisi gittikleri ülkede bütün bir sezonu al verle geçirip en bidon transfer listelerinde başa oynamış, üçüncüsü de muhtemelen maçtan önce 78. yaşını kafasında kırılan yumurtalarla kutlayıp, bastonuyla maça gelmiş bir arkadaş.

Senin ülkende Ronaldinho diye bir futbolcu varsa, beş değil otuz beş kilo fazlası olsa yine kadroya alacaksın hocam. Neymar diye genç bir yetenek ortalığın tozunu atıyorsa, Adriano diye alkolik, göbekli, psikolojik sorunlu ama domuz gibi kuvvetli ve çita gibi kıvrak bir golcün varsa, Pato diye henüz sabi sübyanken AC Milan Huzurevi takımında ilk 11 oynayan bir başka golcün varsa; bunlardan hiç değilse birini alacaksın hocam o kadroya. Bizi bu kavruk Saffet Sancaklı modeli Luis Fabiano'ya mahkûm etmeyeceksin. Hayır hiç birini almıyorsun, bari Alex de Souza'yı, o da olmadı, bizim tercüman Samet'i çağır hocam kadroya. Bir cümlelik demeçten, yarım gazete sayfası beyanat çıkaran o kıvırcık saçlı çocuk, senin orta sahalardan daha yaratıcı, daha kıvraktır vallahi...

Oynattığın futbolu beğenmeyen Brezilyalı yorumculara şarlıyorsun hocam, "mühim olan sonuç" diyorsun, "1989 yılında, Copa America'yı 30-40 yıldır, Dünya Kupası'nı ise 20 yıldır kazanamıyorduk, ondan sonra 1994 ve 2002'de DK'yı, dört kere de Copa America'yı kazandık" diyorsun. Kazanmayıver be hocam, ondan önce de gönülleri kazanıyordun, fena mı? Bak bizim bir lafımız var, "Rakı içenler öldü de, su içenler ölmedi mi?" deriz bütün gamsızlığımızla. Sal gitsin be Dunga hocam, bırak Brezilya, bildiğimiz Brezilya gibi oynasın da, kaybederse kaybetsin. Bak şu güzellere, şu derya kuzularına; Felipe Melo'ya ya da Luis Fabiano'ya benzeyeni var mı hocam aralarında?


Hocam saklamayayım, bir de korkum var. Hani bizim Fenerbahçe yönetimi hoca konusunda hiçbir açıklama yapmıyor ya; geçen Medgallis kardeşimle konuşurken, acaba dedik, Zico'nun geldiği sene olduğu gibi Dünya Kupası'nda takım çalıştıran bir hocayla anlaştılar da turnuvanın bitmesini mi bekliyorlar. Bunun üzerine Löw geldi aklımıza heyecanlandık, Eriksson geldi, aman aman dedik. Bugün Brezilya maçını seyrederken başka bir şey daha geldi aklıma Dunga hocam, birden buz kestim televizyon başında, kendimi Kuzey Kore'de yaşayan bir rejim aleyhtarı gibi hissettim. Telaffuz etmek bile zor geliyor hocam, söyle lütfen, "yok öyle bir şey" de, cevabî mektubunla beni rahatlat... Eğer doğruysa da, İlker Yasin vurgusuyla üç kere:

"Yapma Dunga, yapma Hayrettin, yapma Aziz..."

Devamı ...

14 Haziran 2010

Fenerbahçe'nin Sezon İçindeki Değişimi



Fenerbahçe'nin bu sezonu -çoğuna anlam verilemeyecek biçimde- inişli çıkışlı oldu. Eksik oyuncular bu inişlerin sebebi olarak gösterilebilir fakat bu iniş periyotları haftalar sürdüğü için sebebi tek bir oyuncunun yokluğuna bağlamak çok ikna edici olmuyor. Fiziksel nedenleri olabilir, eğer öyleyse bunu kanıtlamamız veya anlamamız mümkün değil fakat aşağıdaki grafiğe bakınca ilginç bir tablo var.


x ekseni (yatay eksen) haftalar ve maviye boyalı alan puan alınan bölge, en tepedeyse o hafta 3 puan, ortadaysa 1 puan. Doğal olarak beyaz kısım puan alınamayan haftalar. Yani Fenerbahçe'nin sezonunu 5'e ayırabiliriz

1.-8. Haftalar Arası
9.-15. Haftalar Arası
16.-19. Haftalar Arası
20.-23. Haftalar Arası
24.-34. Haftalar Arası

1.-8. Haftalar Arası kısımda 8'de 8 yapılıyor. Aslında biraz yapay bir görüntü var, Kadıköy'deki İBB maçında çok etkisiz bir oyun ve frikik golüyle, Antalya deplasmanında son dakikada Antalyaspor'un akıl almaz hatasıyla atılan golle kazılan maçlar bu periyotta. Diğer yandan takımın defans kurgusu, kanat oyuncusu ve orta sahası yeni oyuncular, bu bölümün uyum süreci de olduğu düşünülürse Kadıköy'deki Gençlerbirliği maçı, deplasmandaki Bursaspor maçı gibi Daum'un kafasındakileri tam olarak sahaya yansıtan takımları da izliyoruz.

Daha sonra keskin bir düşüş başlıyor. 9-15 haftalar arası tek galibiyet var. Birinci sebep GS maçında 3 maç ceza alan Bilica'nın yokluğu. 16-19. haftalar arasında galibiyetler alınsa da bunlar 3-2 kazanılan Ankaragücü maçı gibi maçları da kapsıyor ve 23. haftaya kadar başka bir düşüş periyoduna giriliyor. Bu ikinci kısımda takım tamamen dağılmış durumda ve bunda Lugano'nun sakatlığı ciddi bir etken. Yani ilk 8 haftada 24 puan alan ve zaman zaman tam olarak istediğini sahaya yansıtan takım 9. ve 23. haftalar arasında durdurulamaz bir düşüşe geçiyor. Şampiyonluk zaten burada kaybediliyor.

Daha sonra son 10 haftada bu sefer mantıkla açıklanamaz bir performans daha ve sadece 2 beraberlik. Bu periyoda kadar son 10 maçın hepsinde gol yiyen takım bu 10 haftalık süreçte gol yemeyen bir takım oluyor.

1. ve 8. haftalar arasındaki beklenmeyen başarıyı Emre'nin normal ötesi performansına, Kazım'ın istekli lig başlangıcına, Lugano-Bilica'nin hızlı sağlanan uyumuna ve forvetlerin (Guiza ve Semih) gol atma yeteneklerini tamamen unutmamalarına bağlamak mümkün.

9. ve 24. haftalar arasındaki düşüşü de Emre'nin normale dönmesine (kötü oynamadı, sadece normal iyi oyun oynuyordu), önce Bilica sonra Lugano'nun yokluğuna, Cristian ve Andre Santos'un fiziksel düşüş yaşamalarına, Guiza'nın tamamen beceriksiz bir kovaya dönüşmesine, Semih'le yönetimin yaşadığı soruna ve Kazım ve Roberto Carlos gönderildikten sonra kanat alternatiflerinin iyice azalmasına bağlamak mümkün. (Unutmadan; Carlos gönderilene kadar birçok maçta defansif sorunların kaynağı oydu, fakat hücuma katkısı vasat bir sol bekten fazlaydı.)

Aslında Fenerbahçe'nin oyun sistemi Kasımpaşa maçı dışında ilk 8 haftada da, 23. haftaya kadar geçen zamanda da benzer özellikler gösteriyordu. Kasımpaşa maçındaki sistemin Fenerbahçe için intihar olduğunu düşünüyorum, şurada yazmıştım o yüzden onu alternatif olarak kabul etmeden geçelim. Takım her maç gol yemeye başlayınca ve iniş önlenemeyince Daum sistemini onarmaya karar verdi ve 24. haftadan itibaren özellikle bekler ve defansif orta sahanın rolü daha defansif olarak belirlendi. Kısaca 1.-23. haftalarla 23.-34. haftalar arasındaki en temel fark hücuma katılan oyuncu sayısı ve defans güvenliğinde oldu.

Beklerin hücuma katılması hücum yaparken elbette büyük avantaj sağlıyor. Diyarbakır'a atılan aşağıdaki gol bir örnek


Aşağdaki kare aynı maçta yenilen gol öncesinde defansın durumu. Defans 2'ye 2 yakalanıyor ve kademe yapacak bek yok çünkü ikisi de rakip yarı alanda kalmışlar.


Bu gol de benzer şekilde Manisaspor'dan sol bek (R. Carlos) ileride kaldığı için orta sahada kaptırılan topla yenilen gol.


Çok gol yemekle sonuçlanan bu hamleye çözüm beklerin çizgi gerisinde kalmaları oldu. Son 10 haftada alınan galibiyet serisinde Gökhan ve Andre Santos'u normale göre çok az hücum yaparken gördük. Bu hamle Gökhan'ın hücum rakamlarına şöyle yansımış

İlk 22 maç: 3 asist, 2 gol
Son 10 maç: 0 asist, 0 gol

Daum bir anlamda takımın üstünlüklerinden (hücumcu bekler) bir tanesini kurban edip az gol yiyerek maç kazanmayı yeğledi. Bu üstünlüğü feda etmeden de çözüm bulabilirdi fakat yeni kanat oyuncuları ve orta saha oyuncuları alması ve onlarla bir sistem kurması gerekecekti. Anladığımız kadarıyla böyle bir şansı olmayacak.
Devamı ...

Almanların Sihirli Sayısı



Adamlar uğraşmış bunu hesaplamış. 2002'de kazanan Brezilya, 1962'de kazanan Brezilya, 2002 + 1962 = 3964. 1970'de kazanan Brezilya, 1994'te kazanan Brezilya, 1970 + 1994 = 3964. 1990'da kazanan Almanya, 1974'te kazanan Almanya, 1990 + 1974 = 3964. 1978'de kazanan Arjantin, 1986'da kazanan Arjantin, 1978 + 1986 = 3964. 3964'ten 2010 çıkarınca 1954 kalıyor. 1954'te kazanan Almanya'ymış. 40 etti ve Almanya'nın 4. kupası.
Devamı ...

11 Haziran 2010

O Zaman Al Sana Ters Ayaklı Kanat



Başka bir şey mi isteseydik? Yok yahu neden başka bir şey isteyelim, iyi oldu bu. Şimdi de tek meziyeti defans arkası koşusu yapmak olmayan tercihen hareketli bir forvet almak lazım. Football Further blogu Dünya Kupasında her takımdan seçtiği bir genç oyuncu hakkında haftalık scouting raporu yazacak, Stoch da var bu futbolcuların arasında. İlginç bir şey yazarlarsa paylaşırız.
Devamı ...

My to aj tak dneska vyhram*



Dünya Kupası başlıyor, İspanya'yı ya da Almanya'yı falan tutacak değiliz ya, hepimiz Slovakyalıyız bu turnuvada. Slovakya taraftarlığımızın Miroslav Stoch'un transferiyle ilgisi olduğunu iddia eden aymazlar, kendinibilmezler, sütü bozuklar varmış. Onların haddini bildirmeye geldim buraya.

Tamam Çekler'le Slovaklar lâvukçasına ayrılmaya karar verdiklerinde, çocukluğunda eve misafirliğe gelen örgü süveterli dayılarla, baklava deseni yelekli eniştelerin, "Yoksa siz Çekoslovakyalılaştıramadıklarımızdan mısınız? Ehehehüüüheheh..." esprilerine hedef olmuş bir kuşağın mensupları olarak bizim de canımız sıkıldı. Dertlendik tasalandık. Rakı sofralarındaki sessizliklerin orta yerinde, kavun çekirdeğinin göbeğine bakarak, "Ulan biz de süveterli dayılığa terfi ettiğimizde hangi espriyi yapacağız yeğenlerimize?" diye kederlendik. Ama asla ve kataâ (bunun sonundaki çift "a" Samanyolu TV'de bir zamanlar "Fıkıh Penceresi" adlı programı sunan muhterem amcamızın "fıkıh" telaffuzundaki gibi okunacak) Stoch'la alâkalı değildir Slovakya'nın renklerine gönül vermiş olmamız.

Bir kere Slovaklar, Slovakça konuşur ve Slovakça'da anlam veremesek de kâğıt üzerindeki görünüşüne meftûn olduğumuz şahane harfler vardır. Sözgelimi adında bir "Ď", ne bileyim bir "Ĺ", bir "Ť", şöyle çengeli güzel bir "Š" gördüğünüz adama siz de hasta olmaz, "ulan bu herif kesin ya yazardır, ya da besteci" demez misiniz. Şahsen benim adım Deniz değil, Ďéňíž olmuş olsaydı, şimdi yazılarımı "Papazın Çayırı" yerine "L'Atelier du roman"da yayınlatıyor olur, Dünya Kupası yerine Kundera'nın son romanı konusunda fikir bildiriyorum olurdum Allahıma. (Cümlelerini 'Allahıma' diye bitiren adama bırak "L'Atelier du roman"ı, "Banaz Postası"nda bile ekmek vermezler Allahıma.)

Yalnızca dili değil huyu da güzeldir Slovak kardeşlerimin. Bak mesela Juraj Jánošík'e. Slovak edebiyatının ve vikipedyanın yalancısıyım, kendisi 17. yüzyılda soyluların yolunu keser, onlardan aldığını yoksullara dağıtırmış. Sonradan Yorkshire ormanlarında Robin Hood diye bir çapulcu çıkıp, bunu taklit etmeye başlayınca hemen haber uçurmuşlar Juraj abiye, o hiç istifini bozmadan, "Biliyorum o genci. İstidadlı çocuktur, ellemeyin," demiş. Sonra eklemiş: "55 TL'ye kale arkası bileti satılan anasını sattığımın dünyasında, beni değil de Aziz Yıldırım'ı taklit etse daha mı iyiydi?"


Sonra Vladimir Weiss var, hocamız. Bak resmine, çipil gözleriyle tam bir Slovak değil mi kendisi. Hani Hollywood'un kafamıza kaktığı Doğu Bloku ülkesinden gelen acımasız gizli servis elemanı prototipine kalıbı kalıbına uymuyor mu Weiss amcamız? Kulübeden kalkıp leş bir Doğu Avrupa aksanıyla İngilizce konuşarak, "Lânet olası Paraguaylılar. Canları cehenneme!" diyecekmiş gibi durmuyor mu. Hem sülaleden topçu bu zürriyetine kurban olduklarım. Vladimir Abimiz'in babası 1964'te Avrupa'nın tozunu attıran Çekoslovakya milli takımında oynuyormuş. Oğlu da bizim Slovakya kadrosunda zaten. Biz Güven Sazak döneminde yapılan 189 transferden biri olan Ogün Altıparmak'ın oğlu Batur Altıparmak için boşuna dualar ettik, Batur Abi sonradan menajer olup bizi kazıklamaya kalktı ama Vladimir'in oğlu öyle değil. Manchester City'nin altyapısında oynuyor ve "tesadüf eseri babasının sınıfına düşen öğretmen çocuğu" psikolojisinin yarattığı o çaresizlik hissiyle kıvranmasına rağmen görev verildiğinde çıkıp efendi gibi topunu oynuyor. (Yok lan ben değilim o. Bizim peder Kız Meslek Lisesi'nde çalışıyordu. Ara sıra kantine gidip beleş tost yer, kızlara bakardım.)

Dünya Kupası'nda Slovakya'yı destekleyecek olmamızın sebepleri bu kadarla kalsa iyi. Diğerlerini maçlar başlayınca anlatıcam anlatmasına da, bunca lafın üzerine Slovakya aşkımızı hâlâ Stoch'a bağlayan varsa, onlar ya kör-sağır-dilsizdir ya da Haldun Üstünel'dir. İşte her dinleyişte göğsümüzü kabartan milli marşımız:



Tabii Fenerbahçeliler olarak Stoch transferini sevinç ve şaşkınlıkla karşıladığımızı da söyleyelim. Uğur Boral'ın yerine Miroslav Stoch gelince insan kendini kaybedip, böyle yazılar yazabiliyor.

SON NOT: Bu yazı Aethewulf'un özel isteği üzerine yazılmıştır. Konuyu o sipariş etmedi ama mecburiyetin pençesindeki kim olursa olsun, bir dediğini iki etmemek boynumuzun borcudur. Kolay gelsin...

* "Bu maçı alacaz başka yolu yok" demekmiş. Lukas Gajdos'un yalancısıyım.

Devamı ...

10 Haziran 2010

Dünya Kupası Başlarken



Bir Dünya Kupasını daha göreceğiz ölmez sağ kalırsak 24 saat içinde. Biz futbolsever faniler ömrümüze çentik atılan dört yıllık periyotlardan bir tanesini daha idrak ediyoruz. 8 yaşında adam akıllı futbol izlemeye başlasak ve ortalama ömür 70 yıl desek 15-16 dünya kupasını kanlı-canlı seyretme olanağımız var demektir. Bu benim gördüğüm 6. dünya kupası. Demek ki yolun üçte birinden fazlasını geçmişiz hicri futbol takvimine göre.

Artık eskisi gibi merak ettiğimiz, ismini duyduğumuz ama kendisini izlemek için geniş zamanlar bulamadığımız yıldızları görme sahnesi değil Dünya Kupası. Haftada üç kez Messi’yi canlı canlı koltuğumuzda görüyoruz. Robben’i, Drogba’yı, Rooney’i neredeyse kendi yerel liglerimizdeki futbolculardan daha fazla biliyoruz. Ancak sahnenin farklı olması yine de başka bir merak katıyor. İsmini duyduğumuz, şöhretini bildiğimiz bir oyuncuyu izlemenin merakından ziyade, çok iyi bildiğimiz bir oyuncunun efsane olmak için herkesin geçmek zorunda olduğu bir sahnede ne yapacağını merak ediyoruz daha çok.

Hatırladığım ilk futbol organizasyonu 1988 Avrupa Şampiyonasıydı. Doğal olarak da ilk futbol anıları turuncuya çalan herkes gibi o gün bugündür uluslararası turnuvalarda Hollanda’yı tutarım. 1990 Dünya Kupasındaki Hollanda-Mısır maçında Müslüman diye Mısır’ı destekleyen çevremdekilere laik birisi olduğum için değil Gullit’in Van Basten’in olduğu bir takım nasıl tutulmaz diye tepki gösterdiğimi hatırlarım. Bu turnuva için hayalim Hollanda’yla Arjantin’in finalde karşılaşması ve Hollanda’nın 1978’in rövanşını alması.

Egemen doktrinin her alanda içselleştirmeye çalıştığı “kaybedenleri kimse hatırlamaz tarih kazananları yazar”a inat tüm zamanların en yakışıklı final kaybedeni 1974 ve 1978 Hollandasıdır bence kim ne derse desin. 2000 ve 2002'deki penaltılarla kaybedilen iki yarı final de yine şövalye kaybedişidir. Delice defans yaparak değil çatır çatır top oynayarak kaybedilmiştir.

Artık eskisi gibi takımların kadrolarını ezberlemiyorum, Dünya Kupası defterleri tutup her maç golleri, kartları falan yazmıyorum, ama yine de eski yoğunlukta olmasa da dünyanın bütün futbolseverleriyle aynı noktaya odaklanacağımı bilmek heyecan verici. Aynı yıl içinde hem futbol hem basketbol hem de kadın voleybolda Dünya Şampiyonası olunca yıllık izini de nerede kullanacağını şaşırıyor insan. Honduras hükümeti gibi maç saatlerine göre mesai saatlerini ayarlayan bir hükümetimiz de yok maalesef. Mesai saatine denk gelen 14:30 maçları yüzünden 4-5 maç kaçıracağız ama ne yapalım telafi ederiz onları da. Bol sürprizli bol gollü ve Hollanda’nın şampiyon olduğu bir Dünya Kupası diliyorum. Herkese iyi seyirler.
Devamı ...

9 Haziran 2010

Ters Ayaklı Kanatlar


Gol

Şampiyonlar Ligi Finali'ne Bayern Münih'in sol kanatta Hamit, sağ kanatta Robben ile çıkması ters ayaklı kanat oyuncularının nasıl kullanılacağına dair referanslar almak için güzel oldu. Inter Robben'e özel önlemler almıştı fakat Hamit görevini daha rahat yaptı. Bulduğu üç, dört tane şut fırsatı var. Bunları değerlendiremedi, özellikle Schweinsteiger'in de vasat oynaması yüzünden boş şut bulmak dışında bir hücum etkinliği de yaratamadı fakat yine de ters ayaklı kanat oyuncusuyla oynamanın potansiyellerini Şampiyonlar Ligi Finali'nde bir kez daha gördük.

Jonathan Wilson şu yazıda uzunca açıklıyor. Özetlemek gerekirse ters ayaklı kanatla oynamanın faydaları şöyle: Takımlar artık genelde tek forvetle oynuyor. İki forvet oynayan takımların bile forvetlerinden bir tanesi sürekli geriye gelerek boşluk yaratma ve ofansif orta saha gibi pas trafiğine girmekle meşgul oluyor. Modern futbolda iki forveti ceza alanında statik dikip kafalarına orta gelmesini bekleyen bir takım kalmadı. Böyle olunca kanatlardan yapılan ortaların değeri azalmış durumda. Burada Fenerbahçe'yi örnek vermek gerekirse kanat oyuncularının (Vederson, Gökhan) sürekli çok başarısız ortacılar olmasından yakınılmasının bir sebebi de bu. Tek forvet oynayan Fenerbahçe, ceza alanı içinde en az beş defans oyuncusu arasında bir tek adamı bulmaya çalışıyor.

Çözüm ise topu kaleye doğru götürmek. Sol ayaklı bir sol kanat oyuncusu soluna aldığı topla ilerleyip çizgiye yakın bir noktadan orta yaparsa topla ilerleyip kaleye yaklaşması kadar tehlike yaratamıyor. Buna kanıt olarak gösterecek bir istatistiksel veri yok elimde fakat bunu son dönemde oynanan futbolu izleyerek gözlemlemek mümkün. Ters ayaklı bir kanat oyuncusunun avantajı ise şu oluyor; örneğin bir sol kanat ceza alanı yayına doğru ilerleyecekse sağına doğru dripling etmiş oluyor. Sağ ayağı güçlü bir oyuncunun topu sağa doğru sürüp defanslardan saklaması ve uygun şut fırsatı yakalaması ise daha etkili. Şampiyonlar Ligi finalinde soldan içeri dalan Hamit'in yakaladığı şut fırsatları bunun sayesinde yaratıldı. Robben'in bu sene Şampiyonlar Ligi'nde attığı bir golü örnek olarak koyayım


Bence Fenerbahçe bu sistemi oynamak için ideal bir oyun sistemine sahip. Bunun sebebi de Alex'in varlığı. Bunu anlatmadan önce daha önce yazdığım şu yazıdaki ilk iki fotoğrafa bakmak gerek. İlk iki fotoğrafta Uğur, ne kadar sol ayaklı olsa da, soldan ceza alanına giriyor ve Alex ikisinde de mükemmel bir zamanlamayla tam olması gereken yerde. Alex'in böyle bir özelliği var, top kendisinde değilken de oyunu iyi okuyup en uygun pozisyonu bulabiliyor. Kanatlardan ceza alanına yapılan hızlı bindirmelerin en büyük faydası da defansın bir anda dengesini bozması ve markajcıların adamlarını kaybetmeleri. Yani Fenerbahçe kanatlardan ceza alanına doğru driplingleri sık kullanmaya başlarsa Alex'i gol pozisyona sokma ihtimali çok yükselecek.

İkincisi Alex'in sadece ceza alanı değil ceza alanı önünde de büyük bir şut ve pas tehdidi olması (örnek bu sezon Kadıköy'deki BJK maçında attığı gol). Kanattan yapılan bindirmelerde genelde bek ya yerinde kalıyor ve başka bir oyuncu bindirme yapan oyuncunun üzerine gidiyor ya da bek de gelirse ikili sıkıştırıyorlar ve ilerideki bir hücumcu markajsız kalıyor. Genelde ceza yayı önü ve çevresinde pozisyon alan Alex'in markajcısının yardıma gitmesi çok olası ve Alex boş kalıp bu bölgede topla buluşturulursa büyük ihtimalle tehlike yaratacağı anlamına geliyor. Yukarıda söylediklerimi de aşağıdaki videolar daha net anlatacaktır



İlk golde Alex sakat olduğu için sahada değil fakat yerinde Emre oynuyor. Andre Santos kanattan bindirince iki oyuncu üzerine gidiyor ve Emre boş kalıyor, top solda olduğundan ve Andre Santos hızlıca sağa ilerlediğinden sağ kanattaki Kazım da boş kalmış. Emre sağa pasını veriyor ve Kazım vuruyor.

İkinci golde Özer topu bırakmadan yaya doğru ilerliyor, 3 oyuncu karşılamak zorunda kalıyor, bu sefer Alex boş ve o da boş kalan sağ kanada pasını veriyor.

Kanattan ortaya bindirmelerin fazla kullanılması sadece Alex değil, beklerimizin özellikleri nedeniyle de Fenerbahçe'ye uygun bir sistem. Andre Santos ve Gökhan hücumcu bekler ve sürekli ileri çıkıyorlar. İkinci golde olduğu gibi ters kanatta yapılan bindirmede diğer kanat oyuncusu ceza alanına giriyor ve onu savunan rakip beki de yanında götürüyor. Bu durumda ileri çıkan Andre Santos veya Gökhan'ın önünde büyük bir boşluk oluyor. Özetlemek gerekirse örneğin sağ kanat oyuncumuz yaya doğru topla ilerlediğinde aşağıdaki hücum düzeni oluşacak. Topla hızlı ilerleyen oyuncuyu durdurmak için iki veya üç oyuncu onu karşılayacak (örnek yukarıdaki 3 gol videosu), arkadan gelen bekin önü boş kalacak, Alex markajdan kurtulacak ve topla en tehlikeli olduğu noktada topla buluşabilecek.

Hucum Duzeni

Bu düzeni ters ayaklı kanatla yani sol kanatta sağ ayaklı, sağ kanatta sol ayaklı oyuncu oynatarak yapmak en başta anlattığım nedenlerle daha kolay. Bir anda yön değiştiren kanat oyuncusu güçlü ayağıyla topa çok daha hakim olabilir ve rakibin dengesini bozabilir. Kendisini karşılayan oyuncular diğer hücumcuları markajdan kurtarır, karşılayan olmazsa yay civarında etkili kullandığı ayağıyla şut imkanı bulur. Ayrıca bu düzen Fenerbahçe'ye çok da yabancı değil. Sağ ayaklı Tuncay en verimli olduğu günlerinde sol kanatta bu şekilde oynuyordu. Mehmet Topuz'un top sürme yetenekleri diğer Türk oyuncularla karşılaştırıldığında daha üst düzeyde. Bu durumda o sol kanatta kullanılır ve sağ kanat için de sol ayaklı, top taşıyabilen bir oyuncu alınırsa bu hücum düzeni etkili biçimde kullanılabilir.
Devamı ...

8 Haziran 2010

Transfer Rüyaları Görmeye Gerek Yok


Carlos imza

Taraftarın transfer sabırsızlığının sebebini anlamak güç değil. Başkan her sene Mayıs'a doğru "Dünyayı sarsacak oyuncu" falan diyor, Haziran'ın başında da "bize önerilen oyuncular Dünya'nın en büyük oyuncuları, artık Fenerbahçe bu noktadadır" diyor. Sonra bütün yaz bekleyip sürpriz oyuncular alıyorlar. İnsanların hâlâ ısrarla büyük yıldız, Avrupa'yı sarsacak transfer beklemelerini anlamıyorum. Bir şeyler öğrenmiş olmaları gerek son dönemlerde yaşananlardan diyorum ama yok, kimsenin bir şey öğrenmeye niyeti yok.

Bir kere 3 yıldız falan alacak yer yok kadromuzda. Takımın gelecek sene de garanti oynayacak adamlarını yazalım

------------Volkan----------
Gökhan---Lugano---XXX---A. Santos
XXX-----Emre-----XXX----XXX
------------Alex-----------
------------XXX------------

XXX bölgeleri transfer beklenen bölgeler. Şu anda XXX dışında 3 yabancı var. Yani 5 tane XXX bölgesinden sadece 3 tanesinde yabancı oynayabilir.

Defansın ortasında direkt oynayabilecek kapasitede bir Türk olmadığına göre Bilica veya onun üst versiyonu bir yabancı stoper Lugano'ya eşlik edecek. Bir yabancı hakkı kesin olarak defansa kullanılacak. Kalan 4 bölgeye 2 yabancı hakkı kaldı.

Alternatif 1:
Bir Türk forvet (Sercan veya Hamit gibi) alınacak ve Sercan-Semih-Gökhan Ünal üçlüsüne güvenilecek. Sağ kanatta Mehmet Topuz, Kazım (dönerse), Özer alternatifleri olacak ve +2 için bir sağ kanada yabancı daha alınacak. Böylece bir sol açık transferi yapılacak ve orta sahanın göbeğinde Cristian veya yeni alınacak bir yabancı oynayacak. Bu alternatif forvet seçimi nedeniyle riskli. Örneğin Sercan alınıp ilk 11 oynamaya başlarsa büyük bir baskı olacak ve sürekli Şampiyonlar Ligi'ne Sercan gibi bir oyuncuyla mı girileceği sorulacak. Son senelerdeki forvet fiyaskolarından sonra alınması zor bir risk. Bu durumda kadro şöyle oluyor.

------------Volkan----------
Gökhan---Lugano---Yabancı---A. Santos
Mehmet-----Emre-----Yabancı----Yabancı
------------Alex-----------
------------Sercan------------

Alternatif 2:
Forvete çok iyi bir yabancı alınacak ve son yıllardaki hatadan dönülecek. Mehmet Topuz orta sahada Emre'nin yanında oynayacak, sağ veya sol kanada bir oyuncu alınacak ve Özer yabancı oyuncunun alınmadığı kanatta ilk tercih olacak.

------------Volkan----------
Gökhan---Lugano---Yabancı---A. Santos
Özer-----Mehmet-----Emre----Yabancı
------------Alex--------------
------------Yabancı------------

Alternatif 3:
2. alternatiften farklı olarak Mehmet Topuz ve Özer geçen sene oynadıkları kanatlarda oynayacaklar ve orta sahada Cristian oynayacak veya defansif özellikli bir yabancı alınacak.

2. ve 3. alternatiflerin temel farkı takımın oyun karakterini değiştirecek olması. Cristian veya benzer özellikleri olan bir orta saha ile devam edilirse geçen sene yaşadığımız hücumda yeteri kadar çoğalamama sıkıntısı tekrar yaşayabiliriz. Bunun bir sebebi de geçen sene kanatlarda oynayan Mehmet ve Özer'in yeterli hücum katkısını verememesiydi.

Bence ideal çözüm 2 numaralı kadro. Sol kanada alınacak ve skora direkt etki eden bir yabancı ve orta sahada sürekli baskı yapabilecek Mehmet, Emre ikilisi özellikle Türkiye Ligi için takımın çehresini değiştirebilir. Bu diziliş beraberinde, özellikle Avrupa Kupasında, sorunları da getirir fakat bu sıkıntı 6+2 kuralında Cristian gibi bir yedeğiniz varsa aşılabilir. Takımın zaten daha esnek sistemleri daha başka oyuncularla oynayabilme karakteri geliştirmesi gerekiyor artık.

Geçen sene oynadığımız ve az gol yiyerek son 10 haftada çok puan topladığımız sistemde çok da az gol atıyorduk. O sistemde defansif oyunculardan bir tanesi (örneğin Lugano) olmadığında bir anda takım dağılmıştı. Bu sistemi zorluk derecesi fazla olan maçlarda yine kullanabiliriz fakat daha saldırgan, önde basan, defansı ileride kuran bir sisteme de geçme esnekliğimiz olmalı. 2. alternatifteki kadro ve isabetli transferlerle oluşturulan bir yedek kulübesi bu imkanı sağlayabilir.

İki alternatifte de görüldüğü gibi alınacak ve takımın çehresini değiştirecek oyuncu sayısı toplam 2. Kimse öyle dört beş tane büyük transfer, 3 adet yıldız, dünyayı sarsacak adam falan beklemesin. Yöneticiler ve başkan da sürekli pratikte tutması imkansız sözler vermesin. 3 tane yıldız forvet transfer edip iki tanesini tribünde istatistikçi yapacaksa verebilir tabii, orasını bilmem.
Devamı ...

7 Haziran 2010

Gelene Hoşgeldin, Gidene Hiçbir Şey



Salon sporlarında dünyanın en iyi isimleri transfer ediliyor, bir kaç sene öncesine dek ancak rüyalarımızda görebileceğimiz kadrolar kuruluyor, önümüzdeki sezon birden fazla takımımız branşlarında Avrupa'nın en üst düzey organizasyonlarında final oynarsa bu hiç kimse için sürpriz olmayacak.

Ama ne olursa olsun, 1.5 sezon çalıştırdığı takıma 6 kupa kazandırmış. Fenerbahçe tarihinin kulüpler bazında en büyük başarısını kazanan takımı saygınlığı, bilgisi, becerisi ve oyuncularına aşıladığı takım olma bilinciyle yaratmış bir hocanın ardından resmi sitende bir teşekkür bile etmiyorsan bu kulüp insani değerlerle yönetilmiyor demektir.

Büyük olmayı güçlü olmakla, zengin olmakla eşdeğer tutan yönetim zihniyeti. Bu kulübe emeği geçmiş insanları bir kalemde silmeye devam ettiği sürece o bizim bildiğimiz büyük kulübe dair tüm değerleri ne yazıkki aşındırmaya devam edecek.
Devamı ...

6 Haziran 2010

Arko El Kremi Çok Faydalıdır



Şimdi işin şakası yok büyük bir ümitle bekledim. Maçın biter bitmez bizim başkan bir heyecan ile istifa edecekti, sonra tabi kimse "abi bir geri dön" demeyecekti, o da "3 sene şampiyonluk vaad ediyorum bu son olsun allaamakitabıma" vaadi elinde tnt olduğundan dönecek yüz bulamayacaktı, yeni bir dönem açılacaktı filan. Hiç alakası yok yahu. Adam gayet "görevimin başındayım" dedi, "durmak yol yola devam" dedi gitti. Böyle ucuz vurup "Nesrin Baytok göreve" demek de istemiyorum ama Aziz Yıldırım'sız bir Fenerbahçe hayali kurmak da şu şartlarda çok zor. Adamın iki dudağına mühürlü kaldı kulüp kaderi, küserse gidecek, gönlü çekerse kalacak, sonumuz hayrolsun.

Bu saatten sonra da burada neden Aziz Yıldırım gitmeli gibi bir yazı yazmak da çok heyecan verici değil. O kadar iyi nedenselleştirdik, o kadar çok yazı yazdık ki hani biri çıktısını alsa kitap olur, kürsülerde okutulur. Öyle disipline çevirdiğin konuyu tekrar tekrar ısıtmak güzel olmuyor, onun yerine bambaşka bir şey diyeyim, bu Banu hanımefendi bizi renk körü filan olmamakla itham etti ya ona biraz bozuldum. Yani elbette taraflıyız, taraftarız, futbolla ilişkimiz önce tuttuğumuz takım üzerinden kuruluyor. Ben, biz, belirli bir maaş karşılığı futbol analizi yapmak üzere bir iş ifa eden insan değiliz ki Banu? Tabi kendi takımımız ve onunla kurduğumuz gönül bağları hakkında yazı yazıcaz, bizi heyecanlandıran, yazı yazmaya teşvik eden şey bu. Öte yandan, yazdığımız haklı mı haksız mı bambaşka bir konu. Sen şimdi otur twitter da Rıdvan ile makara geç, ondan sonra Radikal'de yazıyı patlat, sonra millet o sözleri Rıdvan'a söylediğini zannedince yok öyle değildi de. Ne yapalım gönlünü de bilemiyoruz ki, zahirden gördüğümüzü söylüyoruz. Madem öyle kusura bakma da dedik, bu kadar hicran olacağını da gerçekten tahmin etmemiştik. Eleştirilmeye değil de içinde böyle yara olmasına üzüldüm, yoksa sevdiğimiz insansın, gelsen şarabını, peynir tabağını eksik etmeyiz, masada kral gibi ağırlarız sarhoş olsan evine de taşırız, başımızın üstünde yerin var.

Şampiyonluk güzel şeymiş lan. Böyle Efes'i yendik ya, hiç o Efes kapaklı blog yazıları filan kalmadı. Geçen sene ortalık bara dönmüştü, her blogun açılışında bir efes kapağı var millet zevkten parabol olduydu, bu sefer tıs. 3. Setin ortasında Efes 27 sayıda kalınca tabi heyecan kalmıyor kimsede, lise basket takımıyla maç yapar gibi. En azından ben Kaya'dan bir atraksiyon bekliyordum, bir yumruk olsun, kafa kol olsun, kaç bin adam var, en azından bir künde, o da fos çıktı. Meyva çayı nasıl şeymiş arkadaş, bir sene önce 15 metreden potaya zıplayanlar 27 sayıda kaldı, maçı izlerken üzüldüm yeminle.

Kaya'yı mı alacakmışız bu arada? Yani Kaya. Ne Zulüm gördük, ne vefasızlık çektik arkadaş taraftar olarak. Al bir kaya nerene dayarsan daya diye ilkokul pankartı ile mi iletişim kuralım, gözyaşı akıtalım? Veya Rambo Okan gelsin bir Fenerbahçeli taraftar dövüp sonra da Fenere küfretsin, seneye bizim bir takıma monte etsinler kendisi, yıllardır hayalini kurduğu formaya kavuşsun çocuk, işler böyle absürd gidiyorsa sonuna kadar gitmeli.

Şampiyonluğu kaçırdık ya şimdi bütün yaz Krasic'i almakla uğraşırız. Sonra Eylül'de Krasic gelmez. 4 tane Dos Santos, De Souza bulur getirirler. Takıntı oluyor bizde bazen böyle futbolcular, 50 ay onla uğraşıp 10 günde transferi bitiriyoruz. Öyle müthiş bir futbol zekası, aklı, tartışmasız transfer üstünlüğüne sahibiz.

Tartışmasız üstünlük derken, yahu uzay takımı diye başladığın sezonu şampiyonluktan 8 kulaç uzakta bitirdiğin bir sezonun yenildiğin son maçında (nefes al) rakibin şampiyon olamadı diye aşk ile sevinmek nedir be abi? Yani neyin kutlamasını yapıyorsun? Ne acaip adamlar var lan. Bir tribün dolusu adam Fenerbahçe şampiyon olamadı diye kutlama yaptı, hani Rijkaard'ı aldık, Haldun müthiş transferler yaptı, şendik şakraktık, en büyüktük, Türkiye'dikten buraya hızlı inişi nasıl içinize sindirdiniz? Takım Avrupa takımı ama bütün mensupları Gemerekli, zihniyet 14.000 kişilik ilçe sınırında kalmış, bana yar olmayan kız karşı komşunun oğlunun da olmasın da isterse konsomatris olsun tipi bir akıl.

Şu yukarıdaki adamlar da bombacı. Herkesin töresi, görgüsü farklı tabi. Bu aralar bombalarla haşır neşirim ondan koydum özel bir manası yok. Başlık da halkı bilinçlendirme görevim gereği öyle. Çevreye ve topluma faydalı olsun istiyorum bu yazılar.

Bir de Rehavet yazı yazsın biraz daha fazla, insan özlüyor.

İzmir bir sıcak, bir de internet kafede yazıyorum, dolayısıyla yazının sonuna geldik. Bu güzel İzmir pazarında biraz dolaşıp nar sulu soda içicem, acaip güzel bir şey.

End of Transmission.
Devamı ...

3 Haziran 2010

Ertuğrul hocaya saygı



Kenar yönetimiyle arasındaki köprüleri atmış, oyuncuların kafasına göre oynadıkları, benchte çizilen oyunların uygulanmamasından bıkmış hocanın molalarda oyuncularıyla dialoğa geçmekten bile kaçındığı, karşısında en ufak bir direnç gördüğünde dağılıp yenilgiyi çabucak kabul eden, kazanmak adına sadece atmayı düşünen bir takımı yardımcı koç etiketiyle başladığınız bir sezonda talihsiz bir hastalık sebebiyle devralmak ve devraldığınızda da sizden şampiyonluk beklendiğini bilmek kolay iş değil.

Kaldı ki, şampiyonluk kaçarsa o güne dek türlü eleştirilere maruz kalmış, git denilen (dediğimiz) Tanjeviç'in final serisinde bu takımı toparlayacak vizyona sahip olduğu ama Ertuğrul hocanın bunu beceremediği söylenecekti.
Ertuğrul hoca için sadece denizin ortasında kendisine devrdilen gemiyi kıyıya yanaştırdı demek doğru olmaz. Daha ötesini yaptı; fırtınaların ortasında rotasını kaybetmiş ve yalpalanan gemiyi sakinlikle idare edip bir rotaya oturttu.
Sezon ortasında Euroleague'de ya tamam ya devam maçında bile birbirleriyle yardımlaşarak oynamayı unutan, savunma yapmadan sadece atarak oynayan, maçları idman havasında idare eden takım final serisinde kazanırken rakibi karşısındaki en belirgin özelliği her maçı kazanmak için kendilerini parkelere atan, gözlerinden ateş fışkırırcasına oynayan oyuncuların oluşturduğu takımdaşlık ruhunu ve kazanma azmini sahaya yansıtabilmeleriydi.
Ertuğrul hocanın oyunculara sevgiyle yaklaşarak ve onlara sahada belli özgürlüklerler vererek özgüvenle oynamalarını sağlayan tarzının etkilerini es geçemeyiz.
Israrla kenarda çizilen hücum setlerini uygulamak için topu paylaşan ve birbiriyle yardımşlaşarak hücum eden takımın bu görüntüsünde yine Ertuğrul hocaya oyuncuların duyduğu güven ve saygının rolü büyük olsa gerek.
Seri boyunca her maçta ona belli kusurlar bulduk. zaten bu kadar dinamik ve skoru, senaryosu çok çabuk değişen bir oyunda koçun hatalar yapması kaçınılmaz.
Ayhan Şahank'teki ikinci maçın son periyodunda 1.5 maçtır devam eden ısrarla uzunlar üzerinden hücum etme çabasından vazgeçip, rahatça kapatılacak farkın zorlama dış şutlarla açılmasına ses çıkaramamasında Ukiç'in telaşlı oyunu kadar onu da sorumlu tuttuk, yine Ayhan Şahenk'te oynanan bir önceki maçta sonlarda fark açılmadan alması gereken molayı almadığı için dağılmış görüntüdeki takımın çaresiz kalıp maçı kaybedişinde onun da hataları vardı dedik.
Ama bu hatalar oluyor basketbolda ya da koçun o an yaptığı tercihin sonucu yaptığı tercihi hatalı ve doğru kılabiliyor.
Ertuğrul Erdoğan'ın final serisi boyunca yaptığı 2 iş çok önemlidir, hatta şampiyonluğu kazanan takımın final serisindeki yüksek konsantrasyonlu oyununda kilit önemde hamlelerdir.
Bir kere rotasyonu başdöndürücü ve oyuncuların maç konsantrasyonunu düşürecek hızda değil aksine oyunun ihityaçlarını göz önünde bulundurarak ve oyuncuların aldıkları süreler arasında fazla aralar bırakmadan uygulaması, oyuncuların rollerini ve koçun kendilerinden beklentilerini anlayabilmeleri açısından çok önemliydi.
İkincisi; sezon boyunca hücumdan anladığı kısaların bireysel yeteneklerini kullanarak bire bir zorlamalarla potayı bulmaya, dışarıdan pozisyon yaratmadan şut atmalarıyken bu takımın Efes Pilsen'e göre belki de en güçlü olduğu şeyi yapmasını hücumda topu içeriye, uzunlara indirerek hücum etmeyi bu takımın her bir oyuncusunun beynine işlemiş olması, sezon boyunca kazanılan şuursuz, başıbozuk hücum alışkanlıklarını kırabilmesi şampiyonluğun kilit noktalarındandı.
Muhtemelen Tanjeviç o hastalık illetine yakalanmamış olsa takım final serisinde yine vidaları sıkacak sezon boyunca kendisini esir alan başıbozukluktan sıyrılacaktı.
Ama bu gerçek, Ertuğrul hocanın final serisine bu takımı tam da olması gerektiği gibi hazırlamış olduğu gerçeğini kabul etmemize engel değil.
Ertuğrul hocanın, kenardaki vakur ve saygın duruşunun altında bu takımı şampiyon yapan emeklerini görmeli ona saygı duymalı.
Devamı ...

Krasiç Gelmeyecek



Guardian'daki yazının son paragrafında net bir şekilde ifade edilmiş, hatta oyuncunun kendi ağzından sözlerle açıklanmış, Krasiç'e teklif yapılmış fakat Türkiye'ye gelmek istemiyor. Son paragrafın çevirisi şöyle

Krasiç'in (Dünya kupası hakkında) iyimser konuşması bir zorunluluktan ileri gelebilir fakat Fenerbahçe'den aldığı çok iyi teklifi geri çevirmesi kendine olan güveninin kanıtı. Söylediğine göre Fenerbahçe çok çok iyi bir teklifle gelmiş fakat 25 yaşında CSKA ile benzer hedefleri olan bir takıma gitmek iyi bir kariyer hamlesi gibi görünmüyor. Şampiyonlar Ligi performansıyla dikkatleri zaten üzerine çekmişti fakat iyi bir Dünya Kupası performansının onun istediği "İngiltere, İtalya veya İspanya"ya yolu açacağının bilincinde. Fenerbahçe'nin teklifini geri çevirmesi Dünya Kupasında Sırbistan'la iyi şeyler yapacağına inandığının göstergesi.
Muhtemelen CSKA Fenerbahçe'nin bonservis önerisini kabul etti ve Türk basını bunu öğrendikten sonra bize her gün yeni bir Krasiç haberi sunuyor. Oyuncu kendi ağzıyla üç büyük ligden birine gitmek istediği için teklifi reddettiğini söylemiş. Fazla oyalanmaya gerek yok.
Devamı ...

Yabancı Sınırı 6+2+2+3+4+Maldonado Olsun



Türk futbolunda bir şeylerin değişmesi için artık gözümüzü açmamız lazım. "Biz neredeyse kendi kendimize oynayıp eğleniyoruz, ligimizi bizden başka umursayan yok" diyen spor yazarlarına tokat gibi cevap TFF'den geldi ve artık her maç tribünde 2 yabancı oturacak. Bakalım yabancılar maçımızı hangi gözle izleyecekler, tribündeki varlıkları futbolumuza muhakkak bir güç, ışık, zeka, kuvvet katacak. Yalnız bu değişiklik yeterli değil. Benim önerim şu; 6 yabancı sahada, 2 yabancı kulübede, 2 yabancı tribünde, 3 yabancı maç saatinde diskoda, 4 yabancı maç günü kendi ülkelerinde ve bir adet Maldonado. Diskodaki yabancılar kaybedilen maçlar sonrası taraftarın "Biz kahroluyoruz, onlar diskoda eğleniyor" şikayetinde kullanılacak. Ayrıca yönetim çok sıkışırsa "Oyuncumuz maçı izliyordu" diye açıklama yapacak fakat oyuncunun diskodaki resimleri çıkacak ve bu sefer "Arkadaşlar, oyuncu bizi kandırdı, yalan söylemiş, gereken yapılacak" diyerek dikkati başka yöne çekebilecek. Maç günü ülkelerine gönderilecek 4 yabancı kaybedilecek maçlar sonrası disiplin eksikliğinden ve takımın sahipsizliğinden şikayetçi olmak için kullanılacak; "Adamın umrunda değil abi, tatilini yapıyor". Her takıma bir Maldonado ise kötü oyuncu örneği ve kadro yetersizliğine dair konuşmalarda referans sıkıntısı yaşanmaması için şart. Gördüğünüz gibi devrim niteliğinde bir çözümle daha geldim, bunların neden dikkate alınmadığını anlamak güç.
Devamı ...

2 Haziran 2010

Şampiyonuz



Felaketlerle başlayan, sakatlarla, hastalarla, seyircisizlikle devam eden; koçun hastalığıyla doruğa ulaşan, herkesin umudunu kestiği bir sezonu iki kupayla kapatıyoruz. 90'larda büyümüş ve basketbolu Efes'le değil Fenerbahçe'yle, kendi takımıyla sevmiş bir kuşak için bu şampiyonluklar çok değerli. 80'lerde kılpayı kaçan, 1991'deki ilk şampiyonluktan sonra play-offlarda üstüste iki sene İbo'nun burnunun kırılmasıyla hayal olan, 1995'te Ülker'e ve hakemlere, 1999'da Gilmore'un serbest atışlarına takılan şampiyonluğu hayal etmiş, peşinde koşmuş insanlar için basketboldaki her şampiyonluk en az futbol kadar değerli. Son 4 yılda 3. şampiyonluğumuz... Geçen senenin hüznü hala hafızalarımızda ama bu sene özellikle son maç Efes'i finale çıktığına pişman ederek eze eze yenmek geçen senenin rövanşını aldığımız anlamına geliyor. 5'te 5 için en zayıf halka olan erkek basketbolda da şampiyonluk geldikten sonra insan futboldaki kaçan şampiyonluğa daha çok hayıflanıyor. Bizim için ve Fenerbahçe'nin rakipleriyle saf tutan bukalemun taraftar kitlesi için zor bir sezon oldu. Şimdi şampiyonluğu kutlama zamanı. Ergin Ataman'ın tweetlerini heyecanla bekliyoruz. Bakalım Fenerbahçe nefreti mağlubiyetle birleşince ne gibi yaratıcı mesajlar verecek kendisi.
Devamı ...

1 Haziran 2010

Taraftar Göreve



Çarşamba akşamı serinin en önemli maçına çıkıyoruz. Kazanırsak 4. şampiyonluğumuzu ilan edeceğiz. Efes’in geçen sene (ç)aldığı şampiyonluğun rövanşını almış olacağız. Ergin Ataman’ın gökyüzünde gezinen egosunu yere indirmiş olacağız. Anlaşılabileceği gibi bir Fenerbahçeli adına maça motive olmak için pek çok neden var.

Maçı nasıl kazanacağımız teknik olarak üç aşağı beş yukarı belli. Sahada uzun kalmak, ısrarla içeriden oynamak ve topa baskı. Bu üç şeyin her birini yüzde ellinin üzerinde yaparsak bu maçı kazanırız. Smith elli tane üçlük atsa da hakemler 30 tane aleyhimize faul çalsalar da kazanırız. İki takımın oynadığı basketbol da günümüz basketbolundan çok uzak bunu kabul etmek lazım ama biz 90 ların basketbolunu oynuyorsak Efes 80 ‘lerin basketbolunu oynuyor. İki takım da demode ama biz daha az demodeyiz sanki.

Abdi İpekçi’deki son maçın ilk yarısında hiç de iyi bir sınav vermeyen taraftar umarım bu maçın önemini idrak etmiştir Bu maçta marş söyleyen adama ihtiyaç yok, Efes hücumlarında kulakları sağır edecek ıslık, ve her aleyhte hakem kararında ya da faul beklenilen pozisyonda ortalığı ayağa kaldıracak bir gürültü çıkarmak. Taraftarın yapması gereken bu. Fark ilk yarı 30 a çıksa da asla kutlama havasına girmeden son düdüğe kadar maçın içinde kalan bir taraftar profiline ihtiyacımız var. Basketbolda taraftar maçın akışını tamamen değiştirebilir, bunun onlarca örneğini gördük, oyuncular tarafından uyandırılan bir taraftarın bile maçı alabileceğini gördük daha 5 gün önce.

Maça gidecek herkes en az oyuncular kadar konsantre olmalı bu yüzden. Bu sene kendimizce haklı nedenlerle yalnız bıraktığımız takımın son 40 dakikasında kesinlikle ekstra performans göstermeliyiz taraftar olarak.

Şampiyonluk sadece 40 dakika uzakta. Fenerbahçe’ye had bildiren Tuncay Özilhan’a kafayı Fenerbahçe’yle bozmuş Ergin Ataman’a sahada cevaplarını verelim. Ergin Ataman’a tweeter hesabını kapattıracak bir performans bekliyorum oyunculardan ve taraftarlardan.
Devamı ...