31 Mayıs 2010

Forvet



Yönetimin daha teknik direktör işini ne yapacağını bile bilmiyoruz; uyutmak suskun kalmak, soruları geçiştirip ters cevaplar vermek en iyi yaptıkları iş. O yüzden geçen hafta Aziz Yıldırım'ın ağzından çıktığı iddia edilen "Siz de kafayı Güiza'ya taktınız" demeci için muhakkak yalandır bile diyemiyoruz. Böyle bir durumda forvet sıkıntısını bildiklerini ve Güiza'nın mutlaka gönderilip yerine bir forvet alınması gerekliliğini gördüklerine de emin değiliz. Buna rağmen ben bir oyuncu alternatifi tanıtayım. Kuzey Kore'nin forveti Jong Tae-Se. Yukarıdaki videoda geçen hafta Yunanistan'a attığı iki gol var. İlkinde önce adamı geçip sonra Tsubasa'nın kartal vuruşuyla kalecinin üzerinden, ikincisinde mükemmel kontrol edip çok zor bir açıdan diğer köşeye bıraktığı top. Youtube'da ararsanız Güney Kore'ye uzaktan gelen bir topu kontrol edip fiziğiyle topu bırakmayarak kaleciyle karşı karşıya attığı (Güiza'nın beceremediği) ve İran'a attığı müthiş kafa golleri de var. Kuzey Kore'nin bir maçını 90 dakika izlemişliğim yok fakat bu adam hakkında okuduklarım hep iyi olduğunu söylüyor. Top kontrolü, defans arası koşular, pozisyon bilgisi ve vuruş tekniğinden övgüyle bahsediliyor. Dünya Kupasında izleyip neler yapabileceğini daha rahat anlarız fakat Kuzey Kore gibi defansif mantaliteyle oynayan bir takımda aldığı övgüler Fenerbahçe gibi bir takımda katlanarak artardı. Ayrıca daha '86 doğumlu ve Japon liginde oynuyor.
Devamı ...

28 Mayıs 2010

Şampiyonluk geliyor...



Birbirlerini çok iyi tanıyan ve tüm sezon bu seriyi bekleyen oyunculardan kurulu iki takım birbirinin aynısı senaryoyla başlayıp, sona eren maçlara izin vermiyorlar.
Serinin 3. maçında Fenerbahçe bu sezon en iyi yaptığı işi rahatlıkla yapıp; kısalarının tempoyu delice arttırmasıyla ve hızlı hücumlarla rakibinin savunması yerleşmeden sayılar bularak kazanmıştı.
4. maçta Efes Pilsen, final serileri dışında unutulan adam olan Sinan Güler'le başlayıp kontra hamlesini yaptı.

Guarda yapılana baskıyla ve ilk 3 maçtakinin aksine hücum ribauntlarını kovalamaktan ziyade geriye çabuk koşmaya yoğunlaşan takım oyunuyla Fenerbahçe'yi sevmediği hücuma zorladılar. yerleşmiş, konsantrasyonu yüksek savunmalara karşı kısaların penetrelerinden öte hücumda yardımlaşmayı öne çıkartmak gerekiyordu Fenerbahçe için. Zaten böyle yapınca potaya yüzük dönük ve hareketliyken uygun pasları aldıklarında bunları sayıyla bitirme yüzdesi çok yüksek olan Fenerbahçe'li uzunlar takımın maçta kalabilmesini sağlıyorlardı.
Maçın başında, serinin durgun adamı Kerem'in sahne alışı ve Efes Pilsen'i Fenerbahçe karşısında hakim kılan oyun anlayışını, sabrederek, düşük tempoda, Fenerbahçe'yi uyandırmadan oynatmakta ısrar edişini gördük.
Buna karşılık Fenerbahçe iç sahada yapması gerekeni; daha ilk dakikadan itibaren rakibini bunaltacak ve buradan size ekmek yok mesajnı veren baskılı ön alan savunmasıyla başlayacak savunma sertliğini ve hızlı oyunlarla sonuca gidişini göremedik.
Burada; kısa bir paragrafı tribüne ayırmak lazım. Dile getirilmesi gereken, tepki gösterilmesi gereken bir mesele vardı. Buna karşı yapılan yapıldı. Ama 3. periyoda kadar tamamına yakını dolu tribünlerin maç üzerinde bu kadar etkisiz oluşu hiç bir şekilde açıklanamaz.Fark adım adım açılırken ne çalan düdüklere tepki gösterildi, ne de takımı ateşleyecek türden bir coşku vardı.
Sahada oynanan oyundan tamamen bağımsız, oyunda ne olup bittiğiyle ilgilenmeyen ve takım açısından kötü başlayan bir akşamda oyuna müdahale etmeyi düşünmeyen etkisiz bir performans vardı tribünlerde.
Ne zamanki, tribünler maçla, çalınan düdüklerle ilgilenmeye takımı savunmada direnç göstermeye sevketmeye başladı orada da maç zaten dönmeye başladı.
3. çeyrekte başlayan geri dönüş hakikaten muazzamdı.
O dakikalara kadar hem savunmada hem de hücumda berbat bir performans gösterirken bir anda rakibi üst üste bir kaç kez kendi yarı sahasından çıkmadan top kaybına zorlayacak dek iyi savunma herşeyi değiştirdi.
İyi ve baskılı savunma Fenerbahçe'nin istediği gibi tempolu oyunu getirdi, normal koşullarda rakip savunma yerleşmişken hücumda şuursuzlaşan takım, Preldziç'in ve nihayet Greer'in devreye girmesiyle Efes Pilsen savunmasını dağıttı. Tam takım hücumda tekrar aksamaya başlamıştı ki Vidmar'ın topla beraber Rakoceviç'i sahanın dışına yollayan bloğu geldi. Bu hareket, Fenerbahçe'nin bu maçı ne kadar çok kazanmak istediğinin ve kazanmak için neler yapabileceğinin işaretiydi.
Efes Pilsen korkutucu silahlara sahip bir takım dün akşam bir kez daha görduk bu gerçeği. Rakoceviç, Smith ne kadar iyisavunursanız savunun atabilecek oyuncular, Schumpert bence her ne kadar üst düzey bir oyuncu olmasa da onun neredeyse tek önemli özelliği Fenerbahçe'nin yıllardır çözemediği savunma zaaflarını cezalandıracak türden tepeden atışlardaki yüksek yüzdesi olunca bizim için tehlikeli bir eleman oluyor, Nachbar'ın müthiş bir şutör; yumuşak stili ve bileği, şut anında nefesini ve vücudunu doğru kullanıyor oluşu, soğukkanlılığı onu en az Rakoceviç ve Smith kadar tehlikeli kılıyor. Korkunç derecede iyi atabilen bir takım Efes ama aynı zamanda korkunç derecede kötü yönetiliyor.
Benim nazarımda, Nachbar ve Rakoceviç gibi iki büyük oyuncudan bu kadar az verim alınabilmesi hatta halen onları takımın asli unsurları arasına sokamamış olmak bile başlı başına bir koç yetersizliğidir.
Fenerbahçe tüm çarkları tıkır tıkır işleyen bir takım değil aksine yanlış kurulmuş bir kadronun defolarıyla başladığı final serisinde yürekli mücadelesinin örtmeye yetmediği açıkları gün gibi sırıtıyor.
Guard sorunu başlı başına bir dert; Ukiç geldiği günden bu yana özellikle takımın daha bilinçli hücum etmesini ve hücumda uzunları da oyunun içine sokan yardımlaşmalı oyunları daha çok oynamayı sağladı. Ama mücadele düzeyinin arttığı şu seride gördük ki tek başına asla yeterli değil. Bir kere bir guarddan beklediğimiz ölçüde sert ve baskılı savunmayla rakip guardın oyun düzeni dışına çıkmsını sağlayamıyor.
Vidmar'ın sahada olmadığı dakikalarda boyalı alan savunmasında zaaflar hala aynı şiddetiyle yaşanıyor, tepeden atılan üçlüklere çözüm bulunmasını beklemiyorduk öyle de oldu.
Rakip tempoyu düşürdüğünde ve savunmaya çabuk yerleştiğinde hücumda şuursuzlaşma başlıyor.
Fenerbahçe'nin bu defolarına rağmen Efes Pilsen hep aynı şeyleri deniyor. Hep iyi atıcılarından medet umuyor. Bu kaliteli kadronun kötü yönetiliyor oluşu bizim için bir şans. Ama seriyi buralara getiren en önemli faktörün rakibin kötü yönetiliyor oluşu olduğunu sanmamalı.
Aksine kötü ve başıbozuk geçirilen bir sezonun finalini vidalarını aşırı derecede sıkmış ve takım olmanın gereklerini sonuna dek ifa etmeye çalışan bir ekip var.
Hücum planlarına sezon boyunca bu derece uymaya çalıştıklarını hiç görmemiştik. Efes kısalınca içeriye top indirme ısrarı takdir edilmeli, takımın en kariyerli oyuncularından Greer'in ilk 3 maçta hiç alışık olmadığı türden az süreler almasına rağmen bu takımın parçası olmaktan hiç gocunmayıp son maçta önce atmayı değil attırmayı düşünerek yaptığı patlama da çok önemli, savunma direncini sürdürme ısrarı bu sezon hiç olmadığı kadar yüksek.
Bu takımın kötü geçirdiği bir sezonun finalinde şampiyonluğu kazanmak için kendi içinde yaşadığı değişim takdire şayan.
Devamı ...

27 Mayıs 2010

Genç Slovenler Play-off'a El Koydu



İkinci yarının başında savunma sertliğini arttırma hamlesinin tutmaması, seyircinin zaten maçın başından beri maça hiç etkisi olmayan hali, tavrı; Sinan tarafından tamamen pasifize edilmiş bir Ukiç ve bir türlü girmeyen şutlarla 17 sayı geride bir takım... Maçın 25. dakikasında elimizde bunlar vardı.

Banvit maçında 20 sayı geriye düştüğümüzde çektiğimiz silahı hatırladı Ertuğrul Erdoğan. Tam saha baskı ve alan savunması... Zaten özünde bir panik adamı olan Ender'in oyunda olması bu hamlenin tutmasının en önemli nedendi. 2 sene önceki rakibi bezdiren ön alan savunmasını hatırlayan Ömer, Kinsey ve Ukiç ve içeriyi kapayan Mirsad ve Vidmar'la ilk hamleyi yapıp farkı 17'den önce 10'a sonra Emir'in dördüncü periyot devreye girmesiyle 6'ya çektik. Maçın dönüm noktaları bunlardı aslında. Önce büyük bir gayretle tek hanelere indirebildiğimiz farkı tekrar çift hanelere çıkaran Nachbar'ın üçlüğü, diğeri de fark üçe inmişken Smith'in can yakan üçlüğü. Bu tür durumlarda momentumu ele geçirmiş bir takım için can acıtabilen, direnç kırabilen bu iki pozisyona anında tepki verip ayakta kalmayı başardık ve Greer'in üçlüğüyle 4.30 kala uzun bir aradan sonra öne geçtik. Dördüncü periyot ilk 6-7 dakika neredeyse bütün hücumlarımız ya üçlükle ya basket-faulle bitti.

Emir buna benzer destansı bir performansı geçen sene 6. maçta göstermiş ama o performans galibiyetle taçlanmamıştı. Bugün nihayet onda zaman zaman parıltılarını gördüğümüz Bodiroga performansını ortaya koydu, eli titremeden şutları gönderdi, arkadaşlarını besledi, ve en kritik dönemde liderliği ele aldı. Maç başa baş geldiğinde Efes'in direnci tamamen düştü. 17 sayı geriden gelip 8 sayı öne geçmiştik bitime 1.30 dakika kala. 13 dakikalık bir bölümde 25 sayılık bir fark...

Kısa süreli bir kazandık artık havasıyla Efes'in farkı üçe indirmesine izin versek de süre zaten yetersizdi ve Greer'in turnikesi maça noktayı koydu. Maçın kahramanları konusunda bir sıralama yapmak gerekirse Emir'i öne koymak gerek ama Vidmar'ın maç boyunca gösterdiği olağanüstü dirençe haksızlık etmiş oluruz gibime geliyor. Vidmar geçen maçki performansının da üstüne çıktı bugün. İçeride en sert uzunumuz olarak ve hücumda da kendinden beklenilenden daha fazla katkı yaparak maça damgasını vurdu. Bir diğer kahraman da Greer. Savunma konusunda bugün takımın havasına ayak uydurdu, kolay geçilmedi, ilk yarı iki tane çok iyi asisti vardı, ve maçın son anlarında büyük oyuncu gibi oynadı.

Efes yine inanılmaz bir dış şut yüzdesiyle (11/23) oynamasına rağmen serbest atışlardaki düşük yüzdesi (16/27), baskı karşısında paniğe girmeleri ve en önemlisi kazanma konusunda Fenerbahçeli oyuncuları kadar kararlı olmamaları yüzünden kaybettiler. 3-1'e getirdik. Şampiyonluk için bir maça ihtiyacımız var. Efes'i böyle 17 sayı geriden gelip yenmek psikolojik olarak muhtemelen daha da düşürecektir Efes'i. Pazar günü yine hiç rehavete girmeden yedinci maçı oynuyormuşuz gibi oynayıp kazanmamız lazım.

Maç boyunca takımın oyunundan ziyade beni delirten esas meseleye geleyim. Normalde seyirci takımı uyandırır, bugün tam aksine takım seyirciyi uyandırdı. Tiyatro izler gibi maç izleyen, hakem kararlarına karşı en ufak bir refleks göstermeyen taraftarı takımın tam saha baskısı kendine getirdi. Bin kere yazmışızdır herhalde ama basketbol maçında marş söylemek kadar aptalca bir şeyi anlamıyorum. Tek yapılacak şey ıslık be kardeşim. 90'ların ortalarındaki basketbol seyircisini bir kez daha özlemle andım bugün şu taraftar performansını görünce.
Devamı ...

Fotoğraf


Tribünde kalbini tutanlar, başını elleri arasına alanlar, gözlerini fal taşı gibi açanlar, bir de 6. hissi kuvvetliler...

* Daha net görmek için fotoğrafa tıklayınız.
Devamı ...

26 Mayıs 2010

Fenerbahçe'nin 2009-2010 Sezonu Tüm İstatistikleri


Super Kupa

Süper Kupa: Fenerbahçe 2-0 Beşiktaş

Türkiye Kupası Sonuçları ve İstatistikleri

Avrupa Ligi Sonuçları ve İstatistikleri

Türkiye Ligi Sonuçları ve İstatistikleri

2009-2010 Sezonu Takım Performansı

2009 2019 Sonuçlar

2009-2010 Sezonu Tüm Maçlarda Oyuncu İstatistikleri*

2009 2019 Oyuncu Istatistikleri

* Oyuncu istatistiklerine ligde 3-0 galibiyetle tescil edilen 2 maç eklenmemiştir.

Papazın Çayırı Yazarları Türkiye Ligi Performans Değerlendirmesi


Devamı ...

25 Mayıs 2010

Bir Kez Daha Öndeyiz



Yine gündüzle gece gibi iki yarı oynadık. İlk yarı mükemmel bir savunma ve her topta içeride doğru uzunu bulan bir hücum düzeni, ikinci yarıda pas kanallarını unutup, çaresizce zorlanan penetrelerle potaya gitme üzerine bir kaos. Şunu artık görmemiz lazım, sahada daha uzun olmamız bizi Efes'in her zaman bir adım önüne geçiriyor, Efes'in 4 kısasına karşılık 2 uzundan taviz vermememiz lazım. Maçtan kopmak üzere olduğumuz bölümde Semih-Vidmar ikilisinin bir arada sahada olduğu bölümde tekrar ayağa kalkmayı başardık. Efes bugün doğru basketbol oynamadan maçı başa baş götürmeyi başardı. Bunun en önemli nedeni üç sayı atışlarındaki 12/26 isabet oranları ve faullerdeki 24/30 isabet oranları. Normal bir yüzdeyle oynasalar ilk yarı 25 sayıyla biterdi zaten. Charles Smith maçı kazandırmak için her şeyi yaptı, dağlardan taşlardan şutlar soktu ama Efes son topu Ender'le oynamayı tercih edince Mirsad'ın bloğuyla maç bize geldi.

Maçta ilginç anlar var; tam top bize geldiği anda bir kaç kez topu kaptırıp ikinci bir şans verdik Efes'e. İlk çeyreğin sonunda Emir topu alsa fast-break'ten sayı bulacağız, elindeki topu Ender alıp son saniye üçlüğü gönderdi. Bir kaç kez Kinsey ve Ukiç'de tam aldıkları topu ilk müdahalede kaybettiler. Ve maçın son topunda da o bloktan sonra Kinsey topu yine tutamadı, eğer Rakoçeviç topu tutabilse şutu atacak ya da Charles Smith'e verecekti. Böyle serseri bir topla kaybedebilirdik maçı.

İç- dış dengesini bugün iyi tuttuk. 3.periyodun ilk 6-7 dakikası dışında içeriye her hücumda top indirmeyi denedik. Bireysel performans olarak Ukiç ve Emir biraz kendi standartlarında oynasa Efes bu kadar zalim bir 3 sayı yüzdesiyle oynasa bile maç çok daha erken kopabilirdi. Ukiç maça çok iyi başlayıp takımı ilk periyot çok iyi yönetse de üçüncü çeyrekte Sinan'ın onu sürekli soluna doğru gitmeye zorlayan savunması karşısında epey bir bocaladı. 5 top kaybının da büyük bir bölümünü bu sola doğru penetrelerin sonunda içeride Efesliler arasında kaybolarak yaptı. Thornton'un olmadığı Kaya'nın bu kadar kötü, Kasun ve Ermal'in bu kadar silik bir performans sergilediği bir maçı çok daha rahat almalıydık. Sonuçta öyle ya da böyle kazanarak bir adım öne geçtik. Bu seri bence bizim elimizde kazanırsak biz kazanacağız kaybedersek Efes'in doğrularından çok bizim yanlışlarımız yüzünden kaybedeceğiz.

Bu geceyle gündüz gibi bölüm bölüm iyi performansı maç bölümüne yayamamamız savunmanın tamamen alışkanlıkla ilgili olduğunun kanıtı. Konsantrasyonla, üst düzey istekle bellli bir süre savunma yapabiliyorsunuz ama savunma üzerine kurulu bir takımsanız belli bir savunma standartınız oluyor her zaman. Böyle maç içinde inip çıkışlar yaşamanız daha zor oluyor bu takdirde. Hakemler hakkında da bir kaç kelam edelim. Seyirciden etkilenmeden çok cesur düdük çaldılar, özellikle Rakoçeviç'in sürekli faul göstermeye çalışan bir oyun stili var, ona prim verdiklerini düşünüyorum biraz, bir de Kinsey'in top çalması sonrasında hakemin engellediği pozisyon komik ötesiydi,.Hakemlerin kararlarından bağımsız olarak bizim uzunların çok tuhaf faulleri var, paldır küldür top kaybı yamak üzere gelen Efes kısalarına karşı kollarını indirmeseler iki üç tane hücum faul olabilecek pozisyon savunma faulü oldu.

Sonuçta bir maç kazandık ve henüz 2 galibiyetteyiz. Perşembe akşamı muhtemelen daha dolu bir salonda yine çekişmeli bir maç izleyeceğiz. Serinin karar maçı bizim açımızdan 4. maç. Kazanırsak Efes'in geri gelebileceğini düşünmüyorum, 4. maç Charles Smith'i iyi savunup pick and roll'ü bugünkü gibi savunursak ve kısalarımız Ukiç ve Preldzic hücumda biraz sakin kalıp içeriyi yine iyi kullanırsa kazanacağız. Bir de Greer'in mümkün olduğunca az süre alması lazım. Takımın ritminin tamamen dışında kendi kafasına göre başka bir şey oynuyor.
Devamı ...

22 Mayıs 2010

Fenerbahçe Nefretine Kılıf Aramak



Bursa'nın şampiyonluğuna tüm Türkiye'nin coşkuyla sevinmesinin epey bir insan tarafından Fenerbahçe'ye duyulan nefret yüzünden olduğu yazıldı çizildi, Fenerbahçe'ye duyulan nefretin gerekçesi de Aziz Yıldırım ve bir kaç yöneticinin kibirle özdeşleştirilmesi olarak belirtildi. Büyük Türk mütefekkiri Hıncal Uluç Kırmızı Çizgi'de Aziz Yıldırım'ı Fenerbahçe'den Türkiye'nin nefret etmesinin baş müsebbibi olarak gösterdi.

Aziz Yıldırım Fenerbahçe'nin başından ayrılsa ve yerine Mahatma Gandhi gelse Fenerbahçe'den nefret edilmeyecek mi bu durumda merak ediyorum. Yıldırım Demirören ya da Adnan Polat Aziz Yıldırım'dan daha mı sempatik adamlar ki Beşiktaş ve Galatasaray'a duyulmayan nefret Fener'e duyuluyor? Mesele tamamen nefret söyleminin Türkiyede'ki yaygınlığıyla ilgili.

Dünyanın pek çok demokrasisinde nefret suçu diye bir suç kategorisi var. Bizde maalesef böyle bir suç olmadığı için günlük hayatta politik doğruculuğa özen gösterme konusunu zerre kadar umursamayan insanlar Kürtlere, Ermenilere, eşcinsellere karşı etnik ya da cinsel kimliklerine dayanarak normalde suç sayılması gereken nefret suçunu son derece rahatça işleyebiliyorlar. Türkiye'nin batısında bir kahvede bir saat otursanız bu hakaretlerin, kimliklere yönelik nefret söyleminin ne denli yaygın olduğunu bizzat test edebilirsiniz zaten Hürriyet Gazetesi sağolsun günlük olarak "nefret suçu" işleme ihtiyacını Yılmaz Özdil aracılığıyla karşılıyor herhangi bir yerde gözlem yapmaya gerek kalmadan.

Şimdi bu nefret suçu hedeflerinin en ilginci son zamanlarda ortaya çıkan "Fenerbahçelilik kimliği" Fenerbahçe'ye dair ne varsa aşağılama, küçük görme, camiadaki en ufak bir bireysel olayı kimlik üzerinden tanımlama çabası Türk medyasının da diğer takım taraftarlarının da artık refleksi haline geldi. Bunları yaparken şöyle de bir savunma mekanizması var "e zaten siz de kendinize Cumhuriyet diyorsunuz". Yalçın Doğan'ın Fenerbahçe'nin özgünlüğünü betimlemek için bulduğu bir metaforu sanki Fenerbahçe taraftarı gerçek hayata geçirmiş, sınırları doğuda Malatya batıda Aydın'a dayanan gerçek bir cumhuriyet kurmuş gibi gerekçe göstermek saçmalık ama Fenerbahçe nefretini meşrulaştırmak için ellerinden geleni yapıyorlar.

Aziz Yıldırım'ın zaman zaman kibirli duruşundan, doğruları ifade ederken bile kullandığı yanlış üsluptan ben de Fenerbahçeli olarak rahatsızım ama diğer başkanlar söylem ve eylemleri yüzünden ilgili oldukları kulüple yaftalanmazken Aziz Yıldırım'ın bütün sözleri niye Fenerbahçeli bütün bireylere teşmil edilip itici bir Fenerbahçe taraftarı kimliği yaratılmaya çalışılıyor. 10 senede 7 şampiyonluk sözü veren, Galatasaray Türkiye'dir" diyen bir adamdan kimse nefret etmiyor ama benzer şeyleri Fenerbahçeli kimliği olan biri yapınca kibirden bahsediliyor. Tüm sene boyunca Aziz Yıldırım'ın hakemleri satın aldığını, futbol dünyasını elinde oynattığını söyleyen ve medyadaki nefret söyleminin başyazarı Hıncal Uluç, Aziz Yıldırım'ın Fenerbahçe'yi antipatik yaptığını söyleyebiliyor en ufak bir utanma duymadan.

Evrakta sahtecilik yapıp federasyonu aldattığı resmileşen, kulüp sempatik, doping yaptığı sabit kulüp kapatılma korkusuyla mazlum ama Fenerbahçe antipatik. Özneleri değiştirelim geçen sene olan bu iki olayın bir tanesinin faili Efes ya da Galatasaray değil de Fenerbahçe olsaydı neler yazılır neler söylenirdi? "İşte Fenerbahçe bunun için sevilmiyor" diye kaç tane yazı okurduk acaba? Diğer kulüplerde de Fenerbahçe'den nefret edilmesi için gerekçe gösterilen her şey fazlasıyla var, ama Fenerbahçe'ye nefrete karşı ısrarla rasyonel gerekçe bulma çabasını görüyoruz.

Aziz Yıldırım bütün bunlara karşı ne yapıyor peki? Kulübü 10 senede çağ atlattığı söylenen adam iletişim stratejisi, halkla ilişkiler konusunda kulübü nasıl bu kadar kötü yönetebiliyor? Medyanın hangi söylemden neyi çıkarıp kullanacağını bu kadar yıldır hala öğrenemedi mi Aziz Yıldırım? Pek çok Fenerbahçeli gibi ben de Galatasaray ve Beşiktaş'ın bu seneki tutumlarının, davranışlarının büyüklüklerine yakışmadığını düşünüyorum, büyük kulüp gibi davranamadıklarını ve Fenerbahçe'nin üzerinden kendilerini tanımlamanın bu kulüplerin tarihine yakışmadığını düşünüyorum. Aziz Yıldırım da eminim benim gibi düşünüyor ama bunu ifade etmeye niyetlenirken "Tek büyük var o da Fenerbahçe" ye getiriyor işi. Bunu bir taraftarın söylemesini anlarım ama rakiplerini doğru bir yerden eleştirirken birden nasıl bir üslupla tüm söylediklerinin üzerine çizgi çekecek bir söyleme teslim olunur, haklı bir konumdan tekrar kibirle özdeşleştirilebecek bir noktaya bu kadar kısa sürede geçebilmek nasıl başarılır anlamıyorum. İletişim konusunda tam bir anti-kahraman Aziz Yıldırım

Medya boyutundan sokaktaki taraftar boyutuna geçelim. Pek çok Fenerbahçeli bir hafta boyunca ilgili ilgisiz pek çok sataşmaya maruz kaldı, sporun doğasında birilerini kızdırmak, dalga geçmek elbette var ama artık Fenerbahçe'ye karşı yapılan bu tür şeyleri tetikleyen şey rekabet falan değil tamamen nefret. İşin kötü tarafı nefret bulaşıcı bir duygu ve görünürlüğü arttıkça yaygınlaşması da kaçınılmaz. Aslında sporla falan hiç alakası olmayan bir kaç kadın arkadaşımın Facebook paylaşımlarını, yorumlarını falan görüyorum, tamamen etraftaki nefret söyleminden etkilenip biz de Fenerbahçe'yle ilgili bir şeyler yazalım diye yazılmış şeyler. Herkesin evine bayrak astığını görüp tepki almayayım diye bayrak asan İzmirliler gibi hissediyorlar herhalde kendilerini.

Katı ulusalcıların muhafazakarlardan duyduğu tiksinti ya da katı İslamcıların yozlaşmış olarak gördükleri ötekine yaşam hakkı tanımayan nefret söylemine benzer bir öteki kimliği oluyor Fenerbahçelilik. Taraftarlık bir cemaate aidiyet hissinin duyulduğu ve bunun kutsallaştırıldığı bir şey ama bu diğer cemaate mensup olanlarla bir hemhal duygusu geliştirmeye engel bir şey değil. Taraftar grupları öteki taraftar gruplarının acısına ancak bir tribün lideri öldüğünde mi ortak olacak? Bir taraftar için başa gelebilecek en kötü şeyi yaşamış bir taraftar grubuna üstelik kendileri o rakibin 10 puan gerisinde kalmışken böyle hoyratça, nefretle saldırmak, kendi takımına duyduğu aidiyetten daha fazla rakibe nefret duymak taraftarlıkla falan açıklanamaz. Fenerbahçe taraftarının Bursa'da Beşiktaş'ın 2-2 berabere kaldığını duyunca sevinip sonra haberin yanlışlığına üzülmesi mi daha trajik, yoksa takımının durumu 2-2 yaptığı haberine kahrolan bir Beşiktaşlı'nın durumu mu?

Yönetimin de medya ve kamuoyundaki nefret söylemine karşı birşeyler yapması lazım. Son on haftada Fenerbahçe'ye karşı yapılmadık itham, edilmedik laf kalmadı, kulüp olarak büyüksen bunlara karşı hukuki hakkını sonuna kadar kullanacaksın, çok ağır tazminat davaları açacaksın hukukla sonuç alınamıyorsa anladıkları dilden yanıt vereceksin. Gerekirse taraftarı o gazeteyi almamaya davet edeceksin. Fenerbahçe taraftarı kulübün mağduriyetine inanıyor ve yönetimin tepkisini meşru buluyorsa her türlü sivil itaatsizlik eylemini yapabilir. Geçen sene Efes Pilsen'in doping olayından sonra pek çok insan Efes ürünleri konusunda bireysel olarak bir tepki koyup ürünleri boykot etti belli bir süre. Diğer taraftan, yönetim basın açıklaması yayınladığı ve suçladığı Efes'le üç kuruş için sponsorluk sözleşmesi imzaladı. Bu ülkede Hıncal Uluç Fenerbahçe'ye karşı bir kuruş bile tazminat ödemeden 40 yıldır yazarlık yapıyorsa Fenerbahçe o kadar da büyük değil demek ki. Sezon sonu yaplan basın toplantıları hiç bir işe yaramıyor, önemli olan sezon içerisinde anında bu iddialara karşı topla tüfekle savaşmak olmalı. Fenerbahçe'ye karşı nefret kusmayı bu kadar kolay hale getirirseniz bu iddiaların sonu gelmeyecek. Aziz Yıldırım Fenerbahçe'ye karşı oluşan nefretin tek başına müsebbibi falan değil. Nefret söylemini meşrulaştırmak için zaman zaman nefret sahiplerine koz veren ve onların suçluluk duygularını biraz rahatlatan bir özne sadece.

Aziz Yıldırım'ı eleştirmek ve başkanlıktan ayrılmasını talep etmek herkesin hakkı ama Aziz Yıldırım üzerinden nefreti meşrulaştırma tuzağına aklı selim sahibi bir kaç Fenerbahçeli yazardan Bağış Erten'in bile düştüğünü görmek üzücü. Bursa'nın şampiyonluğuna kibirin yenildiği için Anadolu takımlarının sevinmesini anlarım da Çarşamba günkü yazısında diğerlerinin içine Beşiktaş ve Galatasaray taraftarını da dahil edip, onlarında kibir yenildiği için Bursa'nın şampiyonluğuna sevindiklerini söylemek Yıldırım Demirören ve Adnan Polat yönetimlerini kibirden azade görmektir ki Allah adamı çarpar bu söze karşı Bağış Bey :)
Devamı ...

21 Mayıs 2010

Heybet, Zarafet, Sadakat


bky şurada yazmış ya, hakikaten; bu fotoğrafı gördükten sonra bile "kaybedeceksek erken kaybedelim" diyen olur mu acaba.
Devamı ...

Yıldırımın Azizliği



Başkansever bünyem doruklarda dolaşıyor bu aralar. Ağzını açanın ''Aziz Yıldırım gitsin!'' dediği günlerde, Aziz Yıldırım'ı savunmak ne derece doğrudur lakin ben savunuyorum bu adamı. Üstelik savunurken, adabına uydurup ''Hatası yok mu var.. Ama..'' diyerek kıvırmayacağım da.

Papazın Çayırı'nı Aziz Yıldırım destekli yazılarla donatıyorum ya sevinsem mi üzülsem mi bilemedim! Eleştirilerden kitap çıkacak yazılara, 1-2 sayfa da destek yazıları ile katkıda bulunsak fena olmaz. Siyah-beyaz değil neticede hayatımız ve hayatımıza giren insanlar.

Basın toplantısından sonra gazımız biraz alındı muhakkak. En azından koca koca puntolarla ''Fener'de Operasyon'' başlıklarını görmediğim için bir süredir mutluyum. Mutluluğum ne kadar sürer bilinmez orası ayrı.

19 Mayıs günü, tatilin keyfi bir yana kahvaltımı yapmış ve Aziz Yıldırım'ı izlerken 13 yıldır başkan olan birinin samimi ve içten açıklamalarına şahit olduğumu düşünüyordum. ''Bak bu sefer güzel konuştu'' duyguları ile televizyonun başından ayrıldıktan sonra, yazılı ve görsel medyada bolca eleştiri, bolca ''Aziz Yıldırım yaa.. Bırak yeter yaa'' şeklinde serzenişlere denk geldim. Tamam merak etmeyin fazla uzattım girişi. Şimdi sıralıyorum..

+ Olası 5-10 maçlık saha kapatma cezasını, bu basın toplantısı ile engelledi!
- Denizlispor maçından önce ''Aziz bırakmaz milyonları saçar'' dediniz, Trabzonspor maçından sonra ''Kupayı verdi Aziz ligi aldı'' dediniz. Hala utanmadan bir de TFF'ye gözdağı verip olası cezayı daha da düşük düzeye çekmeye çalıştığını mı söylüyorsunuz? Bu kadar güçlü bir adamın domine ettiği bir ligi izlemekten ne keyif alıyorsunuz bana da anlatsanıza. İstediği maçı alıyor, Federasyon parmağının ucunda, taraftara ''Şşt'' dese taraftar süt dökmüş kedi, üstüne üstlük kongrede sürekli başkan seçiliyor. Kendinizi dev aynasında görmeyin zaten bu beyninizle ama buna ek olarak bu adamı da dev aynasında görmeyi bırakın.

+ Kaçan şampiyonluğun sorumlusu ilan edildi; ''Rüştü''
- Canlı izlemediniz muhtemelen basın açıklamasını. Uzun özetini de bir yerlerde okumadınız. Linkini veriyorum ama yine okunmayacaksınız. ''Suçlu varsa benim'' dedi Aziz Yıldırım. Tirajını arttırma peşinde 2 paragraflık, koca koca puntolu ''Sıra Rüştü'de'' haberlerini okuyup peşin ahkama başladınız. Aziz Yıldırım ne diyor? ''Bir Beşiktaş futbolcusunun, Fenerbahçe'nin rakibini arayıp gazlamasının ne alemi var. Sanane ulan'' diyor. Bu haber doğru değil dersiniz kabul ederim. Mantıklı bir savunuş. Peki ya, suçu Rüştü'ye atıyor ne demek. Bu kadar mı acizsiniz okduduğunuzu yorumlamaktan.

+ Melih Gökçek bile daha iyidir Aziz Yıldırım'dan...
- Yoksa biriken Aziz Yıldırım nefretinizi kusmak için mantığınızı da mı devre dışı bırakıyorsunuz... Melih Gökçek gibi bir adamı ciddiye almayı kabul edemiyorum. Bu adamın bunca yıldır başkanlık yapmasından yola çıkıp, Türk halkının zeka seviyesine söven havalara hiç bulaşmayayım. Orası ayrı bir mecra. Derdim, Melih Gökçek'in spor-siyaset metres ilişkisi ile oy deposu cahil taraftarı kandırmasını fark edememiş olmanızda. Melih Gökçek gibi omurgası vücudunda pek de belli olmayan bir insanın duruşunu nasıl savunabilirsiniz! Ya siyaseti ya sporu seçsin dediğinde de mi haksız dı Aziz Yıldırım...

+ Fenerbahçe nefretinin tek bir sorumlusu var o da bu adamdır!
- Bu sefer mikrofonu ben doğru zamanda, doğru cümleler ile 5 Posta'ya bırakayım; ''peki, bu nefret aziz yıldırım ile başladı, umarım onunla biter. olur da yine sosyal mecralarda uzun yıllar birlikte olursak, bu tartışmalarımız hatırlayalım. çünkü eğer FB li taraftar, futbolcu ve yöneticiler özel laboratuarlarda insanların nefret etmesi için yetiştirilmiyorlarsa, aziz gidince gül bahçesi olur yine ortalık. tıpkı eski zamanlardaki gibi.''

Ligde şaibe dedikodularını destekleyen bakanlar haklı, iki hafta içerisinde birbirinin tersi açıklama yapan kulüp ikinci başkanları haklı, ''Atanacak hakemi bilmiyorum ama bir güç var hissediyorum'' diyen spor adamları haklı, alakası olmadığı halde, mesajla motive eden Rüştü haklı, bilerek penaltı kaçırdı diyen spor adamı haklı da Aziz Yıldırım haksız öyle mi!

Maçın son 2 dakikasını izlemeyi bırakıp da elinde mikrofon olan adama direktif verecek kadar ileri görüşlü bir adam Aziz Yıldırım. Şakacıktan Fenerbahçe Şampiyon olsun diyelim, Trabzonlulara zeval gelmesin de stadımıza ne olursa olsun zihniyetli bir adam Aziz Yıldırım. Üzülmesini bilmez, sevinmesini bilmez. Adı çıkmış dokuza, inmeyi bırak ha bire dolaşıyor en pisliklerde..

Bunca pisliğe bulaşmış bir adam olduğuna inanıyorsunuz da, son dakikada gelen şampiyonlukları kutlamayı ihmal etmiyor, bu adamın içinde olduğu süper ligi takip edip bir de utanmadan zaman ayırıyorsunuz! Nasıl bir çelişkidir bu bilemiyorum.

3 yıl şampiyonluk sözü verirken de teminatını alıp sözler veriyor. 15 puan gerideyken de ''Bu sezon şampiyon olacağız'' dediğinde de masa başında el sıkışıyor.

Sonunu da getireyim.

''Aziz ne yapar eder, seneye Fenerbahçe'yi şampiyon yapar''
Devamı ...

Seri başladı vidalar sıkıldı



Normal koşullarda bomboş şutların bile çemberden geçmeye direndiği bu salonda bu kadar dağınık ve yardımlaşmadan hücum eden bir takımın bir çoğu çalışılmış, planlanmış hücum organizasyonlarına dayanmayan zorlama dış şutlarının nasıl bu kadar yüksek yüzdeyle girdiğine şaşırmalıyız; ama dünkü sıradışı hücum yüzdesini şans faktörü dışında açıklayacak etkenler var.
Maçın bitimine 4 saniye kala artık 10 küsür sayı fark varken ve maç kesin olarak kazanılmışken Rakoçeviç'in boş turnikesini engellemek için kendisini yerlere atan ve o hiç bir anlam ifade etmeyen son sayıyı engelleyen Ömer Onan'ın gözlerinde parlayan ateş anlatıyordu bu durumu. ya da hantallığı ve yumuşak oyunu sebebiyle eleştirdiğimiz Oğuz'un hücumda kaybettiği bir topun ardından topu geri kazanmak için yüksek posttan orta saha çizgisine doğru uçusu, hele savunma yapmayı bilmeyen Greer'in Thornton'u, Charles Smith'i savunmak için gösterdiği çaba özetliyordu dün neden kazandığımızı.

Sezon başında farklı galibiyetler alınırken, bu takım hakkında, kısa oyuncuların tempoyu arttırıp, kendinden zayıf takımlar karşında bireysel yeteneklerini önplana çıkartarak sonuca giden bir kimliğe bürünüyor değerlendirmesini yapmıştık.
Görünen şuydu; birincisi hücumda sadece paylaşmayı değil daha da önemlisi yardımlaşmayı hiçe sayan ve birebir oyunlarla potaya gitmeyi isteyen kısaların bu yetenek gösterilerine dayanan hücum tarzı git gide başıbozuk bir takım görüntüsü yaratacaktır ve bu durumun Tanjeviç'in basketbol felsefesiyle taban tabana zıt olması ortada büyük bir sorun olduğunun işaretidir. Belli ki takım hocanın takımı değil. Hem zaten hocada bu takımın hocası olmamalıydı.
İkincisi; bu takım için içeride tüm sezonun anlamı Efes'le oynanacak final serisiyken sezon boyunca mücadelesini esas olarak ortaya koyacağı, kendini sınayacağı arena Euroleague olmalıyken, uzun oyuncularının katkısını ribaunt ve savunmayla sınırlayan hücumlarda onları kısalarla yardımlaşmaya ve ikili oyunlara fazlaca taşımayan bu başıbozuk hücum düzeniyle ve en önemlisi alamet-i farikası atmak olan, atarak kazanan bir takımla Euroleague gibi sertlik düzeyiyle, savunma konsantrasyonu ve organizasyonlarıyla başka bir dünya olan Euroleague'de başarılı olmak mümkün değil.
Euroleague'de beklendiği gibi direnemedik. Sezonun yerel ligde neredeyse tek anlamı olan final serisi öncesi ise kaygılıydık. Zira, iyi oyuncular alıp kötü bir kadro kurmayı beceren yönetim zihniyetinin bir eseri olarak 3 yıl önceki, ön alan savunmasıyla rakibi yıpratan, onun tüm hücum planlarını alt üst eden ona gözdağı veren ve savunmacı, direnişçi kimliğiyle ön plana çıkan takımdan bu gün elde kalan hücumda topu eline alanın kendi oyununu oynamaya çalıştığı, yardımlaşma ve paylaşımın dibe vurduğu, savunmada konsantrasyonun ve fizik direnişin iyice zayıfladığı yumuşak ve kolay kaybeden bir takımdı.
Tüm sezon kötü hücum eden, hücumda yardımlaşmayı hiçe sayan bir takımın bu alışkanlıkları bir günde bırakıp final serisinin zorluk derecesine uygun olarak hareketli ve paylaşarak, uzunlardan maksimum verimi almaya çalışarak, en doğru şutu bulma düşüncesini öncelik haline getirerek hücum etmesini beklemek hayalcilik olurdu.
Yine de, sonuç olarak final serilerinde vidaların sıkılması, şampiyonluğu isteyen oyuncuların sahada yakacağı direniş ateşi işleri yoluna koyabilir diye düşünüyorduk.
İlk maç sonunda görünen şey, takımın sahanın ortasında bu ateşi yakışıydı. İlk yarıda 20'lere çıkan farkı başka türlü açıklamak mümkün değil, o zor çemberlere sahip salonda hiç olmadığı kadar yüzdeli atabilmenin bir sebebi de bu olmalı; kazanacağına inanmış olmak, kazanmak için parkeleri yiyecek kadar çaba göstermeye hazır olmak.
Final serisinin başladığı kadar kolay süreceğini düşünmeyelim. Bir kere hala kötü hücum ediyoruz. Bu yanlış kurulan kadronun sadece 1 tane oyun kurucusu var. Zorunlu olarak Greer'i orada oynattığınızda hem hücumda nefes almadan, plan yapmadan ve oyun kurmadan oynamak zorunda kalıyoruz hemde topu Greer'a potadan çok uzaklarda vererek onun verimini azaltıyoruz. Greer 1 numara oynarken dribling yapması gerekn yerlerde refleks olarak topu tutup potaya bakıyor ve o an tüm hücum düzeni bozuluyor.
Hücumlarda halen, içeriye top indirmek dışında uzunları hücum düzeninin içine sokamıyoruz. Pick n roll yapmadan, uzunların perdelemelerinden faydalanmadan Efes gibi yüksek konsantrasyonla savunma yapabilen bir takıma üstünlük kurmak zor.
Efes'in 4 kısalı oyununa karşı nihayet çözüm bulabildik. Hem de Vidmar ve Semih'le oynadığımız sürelerde. Burada savunmada hareketlilik kadar hücumda Vidmar'ın Efes'in tek uzununu arkasına alıp ısrarla Schumpert'ı içeri gömen Semih'e topu taşımasının rolü büyük. Vidmar'a kazma, akılsız gibi sıfatları hak görenler utansın.
Eğer seriyi şampiyon olarak noktalarsak bu durumda, Griçek'in gidişi ve Vidmar'ın dönüşünün önemli bir rolü olacaktır. Zira Griçek'in gidişiyle kısa rotasyonunda savunma zaafiyetli oyuncuları 5'er 10'ar dakikayla mutlu etme zorunluluğu ortadan kalkarken pota altında tam anlamda pis işlerin adamı olan Vidmar'ın dönüşü o bölgede direnci arttırdı. Yoksa dünkü Kasun'un karşısında direnmek Oğuz ve Semih için hayli zor olurdu.
Efes dünkü maçta bitmedi. Mutlaka 2. maçta daha dirençli ve hücumda tıkanıklıklarına çözüm bulan bir rakip çıkacaktır karşımıza.
Devamı ...

Avea Gol Yemem (Kaleci Tarifesi)



Devamı ...

20 Mayıs 2010

1-0 Öndeyiz



Türkiye Basketbol Liginin finali oynanıyor ve maçta 1.000 kişi bile yok. 3 ay sonra Dünya Basketbol Şampiyonası düzenleyecek bir ülkede basketbola ilginin hali pür melali bu ülkede. Bir ara adı bizim için uğursuz salona çıkan Ayhan Şahenk'te geçen sene finalde iki maç kazanmış ve o etiketi silmiştik. Bu senede ilk maçı kazanıp geçen sene ters tepen saha avantajını ele geçirdik. Maçı ilk periyodun son üç dakikası ile ikinci periyodun ilk 3 dakikasını arasındaki 6 dakikalık bölümdeki 19-0'lık akıl almaz bir seri sonucu kazandık. Farkın oluşmasında en büyük etken Kinsey ve Mirsad'ın bu bölümdeki katkılarıydı. Efes'in kısaları tamamen kontrolümüz altındaydı. Ömer en iyi yaptığı şeyi yapıp Charles Smith'i tamamen etkisizleştirdi. Geçen sene çok başımızı ağrıtan Efes'in 4 kısalı düzenini bu sever iyi değerlendirdik. Schumpert-Semih miss-match'ini geçen sene lehine kullanan Efes olmuştu, bu maç Semih'e her pozisyonda top indirdik ki bu bizim takımda gördüğümüz bir şey değildi daha önce. Efes'in ikinci yarı savunmada biraz sertlik göstermesiyle hücumda bocalasak da bizde aynı sertlikle yanıt verince ve geri adım atmayınca top kayıplarına rağmen skorda geri gelmelerine izin vermedik.

Ukiç, Kinsey ve Mirsad maçın kahramanları diyebiliriz. Skoru son maçlarda gayet iyi paylaşıyor takım, hücumda bir iki oyuncuya bağımlı olmadığımız zaman kazanma şansımız bir hayli artıyor. Efes'in feci bir üçlük yüzdesi var, 1/15 şut yüzdesini bir daha göremeyiz muhtemelen final serisinde ama kısa savunmasında bugün çok iyiydik. Şutların pek çoğu zorlama şutlardı ve bu yüzdenin oluşmasında Efes'in şanssızlığından ziyade bizim savunma çabamız daha belirleyiciydi.

İkinci maça dair de bir şeyler söylemek gerekirse Kasun'u daha iyi savunmamız lazım. Vidmar'ın kolay faul almadan sertlik göstermesi ve sertlikten yılan bir oyuncu olan Kasun'u oyundan düşürmesi gerek. Kerem-Kasun pick and roll'ünü bugün iki üç kez önleyemedik, bunları daha iyi savunmalıyız. Net ribaunt aldığımız zaman Ömer-Kinsey'le kolay sayı bulma ihtimalimiz çok fazla olduğu için ribauntu alan uzun ilk pası çabuk verdiğinde çok kolay sayılar bulabiliriz bundan sonraki maçlarda.

Ergin Ataman'ın da söylediği gibi Efes bugün mağlubiyetten ziyade sahada ezildiği için ikinci maç daha agresif bir savunmayla çıkacaktır. Finalin anahtarı zaten sertliğe karşı geri adım atmamak, bugün Efes bizim gösterdiğimiz sertliğe yant veremeyip geri adım attğı için maç ilk yarı koptu, ikinci maç daha kararlı olacaklardır. Sadece bir maç kazandık, şampiyonluk yolu uzun, takımın havası umut verici, eğer taraftar da futboldaki nekahat dönemini askıya alıp salona teşrif ederse favori gösterilmediğimiz bir seride şampiyonluğa ulaşabiliriz.
Devamı ...

19 Mayıs 2010

2009-2010 Sezonu Düşman Tanıtımı Basın Toplantısı



2009-2010 sezonu yeni düşman kreasyonları görkemli bir basın toplantısıyla tanıtıldı. Daha önce Lig TV, Ali İpek, Sergen Yalçın gibi çeşitli kurum ve kişileri camiaya kazandıran bu geleneksel toplantıdan bu sene sürpriz isimler de çıktı. Daha önce Fenerbahçe forması giymiş bir oyuncunun da düşmanlar ligine dahil edildiği toplantı coşkulu alkışlarla son buldu. İşte "2009-2010 sezonunda lig elimizden çalındı" demek için kullanabileceğiniz düşman listesi

- Melih Gökçek (Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı, papazınçayırı ünlüsü)
- Rüştü Reçber (Kaleci, telefon operatörü)
- Bursalı Bakanım Faruk Bey (Bakan, Bursalı)

Toplantının sonunda bir gelenek yine bozulmadı ve Aziz Yıldırım gelecek seneye dair sözler verdi.
Devamı ...

Mağluplar: İyi Erdemlerin Sembolüdürler



Milattan 411 yıl önce Atina Sparta'ya savaşta kaybettiğinde, Atina'da milliyetçi duygular kabarmıştır. Atina'daki herkes yenilen güreşçi edası ile ''Yeniden savaşalım.'' diyordu. Atina'da savaş düşmanı olarak bilinen Aristofanes o yıl savaşa karşı bir piyes hazırladı. Piyesin adı Lysistrata.

Atinalılar o yıl, bu yapıtı, yılın piyesi seçtiler. Akıl ile duyguyu karıştırmamayı M.Ö. 411 yılında öğrenmiş Ege'nin diğer yakası.

Fenerbahçe taraftarı, kolay kolay başka takım taraftarının altından kalkamayacağı bir yükle yaşıyor bu dakikadan sonra. Adı da Final sendromu. Finallerin kaybeden tarafı olmak, Fenerbahçe taraftarı için sıradan bir üzüntü ile geçiştirilemeden, zaten taşınması zor olan bir yükün üstüne eklenen fazla ağırlık manasına geliyor.

17 Mayıs 2010 bir Fenerbahçe'linin sayısız mağlubiyet anlarına tanıklık etmiş bir gün değildir. Hepsini diğerinden ayıran farklı bir gündür. 2006'daki Denizli faciasından da ağırdır..

Maçın son 10 dakikasına girildiğinde belki de kayıp gidecek bir şampiyonluğa kendimizi hazırlarken o sesi duyduğumda, kaybedilen şampiyonluktan da öte, utandım. 30 küsür şutun olduğu, direkten dönen topların olduğu, sahanın her alanında iyi oynayan ve 11 futbolcusunun hiçbirini suçlayamayacak durumdayken kulaklarıma gelen sesle irkildim!

100. yıl marşı çalıyordu. ''Haydi Fenerbahçe'' sloganları atılması salık veriliyordu bir mikrofon aracılığı ile. O esnada maç oynanıyor, ölü toprağı serpilmiş taraftar, uykusundan uyandırılmaya çalışılıyordu. Oysa ki taraftarın sessiz kalışına belki ilk defa bu kadar sevindim. Fenerbahçe taraftarı, Türkiye'de hiçbir takımın taraftarında olmayan futbol izleme görgüsüne ve bilgisine sahip. Futbolcuyla beraber gol kaçırıyor, futbolcuyla beraber gol atıyor.

Arada geçmişten gelen alışkanlıklarla ''Beraber yürüdük biz bu yollarda'' diye anlamsızca inletiyor stadyumu ya, yine de bu işi en profesyonelce yapan konumda olmaları su götürmez bir gerçek. Taraftar da, stres ve huzursuzluk içinde tezahürat yapmayı bir kenara bırakmış ve maçı izlemeye koyulmuştu.

Kulakları inleten 100.yıl marşımızdan belki de ilk defa bu kadar nefret ettim. Mağlubiyeti kabullenemeyişi, bizim de dilimizden sıkça düşürmediğimiz ''masa başı oyunlarına'' yönelişimizin ifadesi idi. Altı üstü kaybedilecek bir şampiyonluk vardı oysa sahada. Altı üstü diyorum çünkü Fenerbahçe kulübü ligler başladığı zaman şampiyonluğun her zaman en güçlü adayı olmuştur. Son yıllarda olduğu gibi son maça, son dakikaya kadar da bu mücadelesinden kopmamıştır. Fenerbahçe için şampiyonluk hiçbir zaman zor kazanılan, imkansız bir hedef değildir.

Lakin futbolun içinde olan kaybetmeyi, kendi içinde taşımayan bu anlayış, Fenerbahçe markasına herkesten daha çok zarar vermiştir. O gün o sahada, herkesin fikir birliği etmişçesine yaşanan ve talihsiz diye adlandırılan anons faciası bir yana, maç esnasında çalınan 100. yıl marşı ve ''Haydi 12 numara'' tarzında çağın gerisinde beyinler beni en çok kahreden anlardı.

Hayat bir arzular toplamı değil, hayal kırıklıkları toplamıdır. Hayatta zaferler sayılıdır, mağlubiyetler sayısız... diyor Mehmed Uzun.

Son düdükten sonra, kaybedilen şampiyonluğun şoku ile savrulan 3-5 küfür ve boynu bükük ama gururlu bir kulüp olmayı ben tercih ederdim. 2006'da kaybedilen şampiyonlukta en azından gururumuz vardı. Bize top oynatmamayı hedef edinmiş ama o gün o sahada top oynamak için bir araya geldiğimizin bilincinde olmayan insanlara karşı mücadele etmiştik. 90 dakika önce şaibeli lig diyenler, 90 dakika sonra gözyaşları ile şampiyonluklarını kutlarken ben daha gururluydum...

Bugün bambaşka. Ne 2006 ile, ne başka tarih ile kıyaslanamaz. Kaybetmeyi bilmek, kaybetmeyi sindirmek ve 6-0 dahi olsa rakibi alkışlayan centilmen ruha sahip bir anlayış istiyorum. İşte o zaman, bu dünyadan göçüp gittiğinizde bile rakip 50.000 kişi sizi alkışlar.

Aksi halde olanını 50.000 kişi o gece gösterdi...

''Asıl üstünlük, düşmanının kabul ve tasdik ettiğidir'' der İdris Eş-Şafii.
Devamı ...

Vizyon Meselesi (mi?)




Eli kulağındadır basın toplantısının. Büyük ihtimalle bir gelenek bozulmayacak ve şampiyon olamayan teknik direktörün görevine son verilecek. Fenerbahçe'nin Türkiye Kupası'nı aldığı günü hayal meyal hatırlayan bir taraftar olarak Daum'a olan borcumu da Papazın Çayırı'nda yerine getirmezsem içime taş gibi oturur.


Kovulan teknik direktörlerin hepsinde akibetleri konusunda bir kamuoyu birliği yoktu. Daum olayında ise taraftar da yönetimin arkasında duracak. Vizyonsuz, günü kurtarmaya bakan, elindeki süper kadroya rağmen bunu bile başaramayan hoca, Daum.

Arkama şöyle bir yaslanıyorum, Fenerbahçeli olarak değil, futbolsever olarak düşünüyorum. Zdenek Zeman, Löw, Hiddink, Zico bizdekilerin yalnızca birkaçı. Sonra Del Bosque var, Nevio Scala var, Lucescu var, şimdi belki bir de Rijkaard olacak. Artık bunların sayısı o kadar çok ki benim hafızam için, hepsinde de vizyon eksikliği mi vardı, yoksa şanssızlık, hakem hataları, beceriksizlik, yönetimle uyuşamama gibi sebepler de vuku bulmuş muydu?

Vizyon derken… Zico'yu, Avrupa'da başarılar kazanan takımın başında vizyonlu bir hoca olarak hatırlıyor taraftar. Zico takımın başına ilk geldiği sene eşyalarını alelacele topladığı için ''vizyon''u Japonya'da unuttu. Daha sonra getirtmek için Tokyo'dan kargoya verilen vizyon, yanlışlıkla Zico'nun İstanbul'daki adresine değil de Rio de Janeiro'daki evine gidince Fenerbahçe o sene Dinamo Kiev'e elenmek zorunda kaldı. Şükür ki, ilk sezonunda şampiyon olarak ''günü kurtaran'' Zico, ikinci sezon öncesi tatil için gittiği ülkesinden ''vizyon''unu da beraber getirince bu sefer Avrupa'da başarı da geldi. İkinci sezonunda günü kurtaramaması şanssızlık tabii. Hem vizyonun olacak, hem de günü kurtaracaksın. Kıçına korlar tekmeyi yoksa.

Daum'da ise hiç vizyon yoktu. Diyor taraftar. Ebru Köksaldı kadar futbol araştırmacılığım yok, Gürkan Kubilay kadar istatistiki veri ve bunlardan çıkarımlarım da yok elimde. Ama en azından Türk spor medyasının TV ve gazetelerinden uzak bir sezon geçiren ''berrak taraftar kafası'' na sahip olduğumu düşünüyorum.

Bir önceki gelişinde Aziz Yıldırım ve ekibi Daum ile 5 yıllık sözleşme imzalamıştı. Aziz Yıldırım'ın böyle ''aha bu da milad olsun'' gibi olayları vardır 40 yılda bir. Gerçi orucunu fazla tutamaz ama… Bende o sene başkan için, ''helal olsun! demek insan bu yaştan sonra huyunu değiştirip, uzun vadeli bir başarı için de kolları sıvayabiliyor'' düşüncesi uyanmıştı. İlk sene kendisinden şampiyonluk beklenmeyen Daum, o sene lig kupasını getirdi Fenerbahçe'ye. Ertesi sene daha da kolay yaptı bu işi. Üçüncü senesinde ise puan rekoru kırdı, ligin en çok gol atan, en az gol yiyen, en çok top kazanan, en çok topa sahip olan takımını yarattı.

Pardon !!! Bunu yalnızca 3. senesinde yapmadı Daum. İlk iki sezonda da Fenerbahçe, ligin en az gol yiyen, en çok gol atan, en çok top kazanan, en fazla topa sahip olan takımıydı.

Ama şampiyon olamadı.

Aziz Yıldırım de kendi kurduğu, bize allayıp pullayıp sattığı kumdan şatosuna tekmeyi koyuverdi. Günlük başarı, yine ilke, uzun vade, plan program gibi zırvaların üstünde yer almıştı.

Vizyonlu yönetimin vizyonsuz hocası Daum'u yine de o döneminde camiaya verdiği 2 şampiyonluk ile hatırlamıyorum ben. Daum denilince aklıma hep şu geliyor:

İstanbul'da bir yaz günü, federasyonun görkemli binasında, rezerv lig ile ilgili bir panele, takım elbise-kravat ve gri metalik çantası ile gidişini hatırlıyorum. 3 sezon, 51 maçın naklen yayını, maç öncesi, maç sonrası program maratonu içinde, haberlerde 3 dakika verilen bir görüntüden aklımda kalanlar. Bir de yerli birkaç antrenör vardı. Fatih Terim mi yoksa Yılmaz Vural mıydı, o markalı kazağını omuzlarına atıp, eller cepte, kameralara gevrek gevrek pozlar veren? Tam hatırlayamadım. Haa bir de Daum'un gri metalik çantasının içinde Türkiye rezerv ligi için kendi hazırladığı 16 sayfalık raporu. Aranızda bilen var mı, o raporun içinde neler yazıyordu? Yoksa her yaz çıkan ''Fener süper santraforun peşinde, karısını razı etmeye çalışıyor'' haberleri arasında o rapor verildi de, siz mi gözden kaçırdınız?

Dün bir yerde okudum. Daum'un anlaşması 1 + 1 + 1 olarak 3 senelikmiş. Bunun ne demek olduğunu pek anlayamadım ben. İlk sene şampiyon olursan ikinci sene de sözleşme mi yapıyorlar? Ya da vizyonsuz hocanın ilk geldiği dönemden akıllandılar da ''ilk 2 sene şampiyon bile olsan, 3. sene olamadın mı kıçına tekmeyi koruz'' un hukuki formulü mü?

8 de 8, 10 da 9 yapan takımın bir de Barcelona gibi oynayıp 2-2- bitirdiği Manisa maçları var aklımda kalan. Aslında Barcelona gibi oynadığın bir de son Trabzon maçı var da, onu unutmak istiyorum. 10 tanesi net, 14 gol pozisyonunda 1 gol çıkartıp, rakibin yarım pozisyonundan 1 gol yemen… Ama tabii ''top o 3 direğin içinde geçseydi'' geyiğine de sarmamak lazım. Suçluların aradan sıvışmasına yarar bu. Gerçi onlar yine sıvışacak gibi. Daum gideceğine göre…

Geriye, vizyonlu yönetim ve vizyonun ne olduğunu Türk spor medyasından öğrenen bilinçli taraftar kalıyor. Hadi bakalım!!! Heyecanla bekliyorum.

Devamı ...

18 Mayıs 2010

Kendimize Güveniyoruz Yalanı


AY

İstikrar, istifayla sağlanamaz. İyice sirke çevrilen kulübün en son rezilliği bu. "Yüksel Günay, yönetime çağrı yaparak 'İstikrar, istifayla sağlanamaz' dedi." gibi inanılmaz komik ifadeler var. Sanki bu haberi oraya yönetim koydurmuyor. İnanılmaz. Açıklamanın altını çizeceğim yerleri kulüpte cuntacı mantığın ne kadar içselleştiğini ve yönetimin kendini onaylayan ve kutsayan bir gücün arkasında eylemlerine devam edeceğini gösteriyor.

Yüksel Günay'ın açıklamasının tam metnine geçmeden hemen önce koydukları cümle şu "Yüksel Günay, bu açıklamayı Fenerbahçe’nin senatosu niteliğindeki Yüksek Divan Kurulu adına yaptığının altını çizdi." Gerçekten bu yapıyı 1960 Darbesi sonrası kurulan ve içinde seçimsiz, ömür boyu görev yapan üyelerin bulunduğu cuntacı Senato'ya benzetmek güzel olmuş. Branşların adını değiştirirken bırakın onay almayı, kongreye bilgi bile vermeyen yönetim destek mesajını "Fenerbahçe'nin senatosundan" alıyormuş. Bunu yazdıktan hemen sonra tutup Divan Kurulu çok bağımsız bir kurummuş gibi yönetim övgüleri sıralanması gerçekten komik. Bu komediyi anlayacaklarını bile sanmıyorum.

Yüksel Günay konuşmasına "İlk olarak şunu söylemek isterim ki; burada dile getireceğim görüşler sadece benim değil, kurulumuzun üyeleriyle bir şekilde üzerinde uzlaşmaya vardığımız görüşlerdir" diye başlamış. Senatonun üyeleri böyle düşünmüşse Fenerbahçelilik paydasında Fenerbahçeyi tanımlayan milyonlarca insanın, Fenerbahçe'nin meclisi olan Kongre'nin ne düşündüğü önemli değilmiş. Belli ki Aziz Yıldırım yönetimi güvenoyu peşinde, kongreden çekiniyor olacaklar ki bu güvenoyunu Senato'dan alma ihtiyacı duymuşlar. Şu yapılan açıklama bile "Başımız dik, devam ediyoruz"un kuyruklu yalan olduğunun kanıtı. Kendinize güvenmiyorsunuz ve yarattığınız hiyerarşik yapıda tüm fikirleri, tüm eleştirileri, tüm tepkileri duymazdan gelerek cuntacıların senatosuna benzettiğiniz kurumdan onay alma ihtiyacı hissediyorsunuz.

Geçen sene kongre öncesi kulübün resmi sitesini kendi reklamı için kullanan başkan şimdi de kulübün "bağımsız" denetçilik yapması gereken kurumlarını ve resmi yayın organlarını koltuğunu kurtarmak için kullanıyor. Aziz Yıldırım'ın tek adamlığının geldiği nokta bu. Yüksel Günay açıklamasını şaşırtıcı olmayan şekilde "birlik ve tek yürek olma günüdür" diyerek bitiriyor. Şu meşhur "birlik" yine zikrediliyor. Yarın yapılacak basın toplantısında da neler söyleneceğini tahmin etmek zor değil, bunlar ulusal ölçekte aşina olduğumuz sloganlar.

"Düşmanlarımızı yenemedik"
"Günlerce spekülasyonlar yapıldı"
"İç mihraklar bu başarısızlığı fırsat olarak görüyor, saldıracaklar"
"Birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz gün"

Taraftarlar olarak biz 2006'da da birlik ve beraberlik içindeydik, merak etmeyin. Siz kendinizi güçlendirmek için 2 ay kulübü sahipsiz bırakıp dönerken Fenerbahçeliden başkası değildi başımızı yasladığımız. Şimdi de farkı yok. Yalnız bu birlik ve beraberliği sizin güç, iktidar, para hırsınız için kullanmamızı beklemeyin. Senatolarınızdan, tepelere yerleştirdiğiniz adamlarınızdan, kulübe soktuğunuz beceriksiz çalışanlardan bekleyin bu birliği. Kendi kendinize icazet verip Fenerbahçeyi temsil ettiğinizi söyleyin, biz karşınızda durmaya devam edeceğiz, birlik ve beraberlik içinde.
Devamı ...

Bir Aziz Yıldırım Yönetimi Klasiği



Dün saklandıkları sığınaktan çıkıp bir şeyler söyleme lütfunda bulunmuşlar. Yaptıkları ilk açıklamada İstanbul Emniyeti'ne içten bir teşekkür var. Fenerbahçe yönetimi, Fenerbahçe taraftarıyla dalga geçmeye devam ediyor. Dünden beri insanların maç sonu yaşadığı korku hikayelerini okuyorum. 4 tane çevik kuvvet polisinin, yanında 10 yaşında çocuğu ağlayan babayı yerde tekmelerle nasıl linç ettiğini, kendi halinde üzülen insanların bile arasına biber gazıyla girilip kadın, çocuk demeden nasıl dağıtıldığını, maçtan çıkan insanlara nasıl sıra dayağı çekildiğini okuyorum. Panzerlerle, coplarla stat dışında nasıl terör estirildiğini okuyorum. Bunların karşılığı Fenerbahçe Kulübü'nden İstanbul Emniyeti'ne teşekkür.

Daha önce Trabzon'dan ölümün kıyısından dönen insanların hikayelerini dinleyip ertesi gün Trabzonspor'a ve Trabzon Emniyeti'ne teşekkür ettiklerine şahit olduk. İnönü Stadı'na giren Fenerbahçe taraftarını hiçbir hukuksal dayanağı olmadan şiddet uygulayarak dışarı atan valiliğe ve emniyete şükranlarını sunduklarına da şahit olduk. Şimdi saklandıkları sığınaktan kafalarını uzatıp yine kötü gün dostları emniyete selam göndermeyi unutmamışlar.

Dün haksız yere dayak yiyen, tekmelenen, çocuklarının yanında linç edilen insanlar şok olmuş durumda, isyan ediyorlar. Aziz Yıldırım yönetimi için Fenerbahçe taraftarı nakit girişi sağlayan, ceplerinde parayla yürüyen ve iyi ıslık çalabilen kodamanlar; rakip taraftar da bazen centilmenlik gösterisi için çay servis etmelik, ertesi hafta şov yapmak için üzerlerine lazer tutmalık mankenler. Futbol dünyasındaki her birey için bir rolleri var. İstanbul Emniyeti ise en seviştikleri kurum. Artık 1 Mayıs dayağı, Tekel işçileri tartaklanması gibi toplumsal olaylardan sonra da emniyeti tebrik etmelerini bekliyorum. Fenerbahçe aynı zamanda sosyal sorumlulukları olan bir kulüp, bunu ihmal etmesinler.
Devamı ...

17 Mayıs 2010

Bir Fenerlinin Bilinç Akışı



"İnsan iki kere aşık olamaz ki" der Virginia Woolf, Mrs. Dalloway'de. İnsan iki kere aşık olmadan nasıl iki kez aşk acısı çekebilir peki ey Woolf?

4 yıl içinde yaşadığımız iki hüznü, iki acıyı bir şeye benzetmek gerekirse aşk acısı diyebiliriz. Kaybettikten sonra kişiye göre geçen bir zaman diliminde şuursuzluk hali, sonra geçip giden maça dair birbiri ardına hafızadan çağrılan görüntüler, şu şöyle olsaydı, şu iki santim sağa gitseydi dilekleri ve yine bunların sonunda elde var hüzün. Sevdiğiniz, aşık olduğunuz birinden ayrıldığınız ilk anlara benziyor şampiyonluğu böyle son anda kaçırmak. Zamanla unuttuğunuzu falan sanıyorsunuz ama bir yerlerde duruyor öylece. Dün pek çok insan maçın ikinci devresinde Denizli maçını yeniden yaşadı. Unuttuk, bir daha olmaz denilen maç o günkü tazeliğiyle zihnimizdeydi, e kolay değil ilk aşk acısı kolay unutulmuyor elbet . Şimdi bir başka acının, gönlümüz asla başkasına kaymasa da peşine takıldığımız tuhaf sevgiliden ikinci darbeyi de yemenin şaşkınlığı içindeyiz. Masumiyet filmindeki Bekir'in yıllardır peşinde koştuğu Uğur için söyledikleri geliyor aklıma. "Yol belli eğ başını usul usul yürü şimdi ... dönüş yok.

Bazen düşünürüm Fenerbaçe'yi hayatımın merkezine koymasam daha sağlıklı bir psikolojim olur muydu diye. Niye bunca trajediden sonra halen aynı yoğunlukla peşindeyiz bu renklerin? Dün o denli büyük bir hayalkırıklığından sonra yavaş yavaş Efes maçını düşündüğümü farkedip şaşırıyorum kendime. Daha kaç kere hüzünle terbiye edildikten sonra başka bir hüzün ihtimaline karşı ateşe üşüsen bir pervane saflığında bu kulübün peşine düşeceğiz? Nasıl bir tutkudur ki her büyük trajediden sonra tekrar tutkuya sarılma iradesini kendimizde görüyoruz? Bizi bu kadar hayal kırıklığına uğratan annemiz, babamız, sevgilimiz, patronumuz, şirketimiz olsa bütün ilişkilerimizi bitirmeyi göze alabilecekken neden şu sarı-lacivertli çubuklu formaya rest çekemiyoruz arkadaş? Yanarken görüp içimizin sızladığı, gözlerimizi kaçırdığmız Saraçoğlu tribünlerine üç ay sonra yine içimiz titreyerek gideceğimizi bilmek nasıl bir çaresiz aşık psikolojisidir?

Dün gece maç sonrası şampiyonluk için süslenmiş arabanın üzerinden sarı lacivert bayrakları sessiz ve tevekkülle söken iki adam gördüm sokakta öyle boş gözlerle dolaşırken. Dört sene içinde şu psikolojiyi iki kez yaşayıp hala ruh sağlığını korumak nasıl mümkün olabilir ki? Daha kaç kez düğün hazırlıkları yaparken cenaze evine dönüşen bir evin sakinleri olma halini yaşayacağız? Sarı-lacivert olduğu için mi kolaylıkla kabulleniyoruz bu "Stockholm sendromunu"?

Artık yaşım 30 lara yaklaşıyor, 23 senedir yani akl baliğ olduğumdan bu yana bu kulübün peşindeyim, bu saatten sonra bu kadar hayatımın merkezi olmuş bir şeyi çıkarıp atmam da mümkün değil. İnsan her hayal kırıklığını kalbindeki bir odaya kilitler derler, biz Fenerlilerin kapasitesi artık doldu. Hüzünlerle eskisi gibi baş edemiyoruz, tansiyon, nabız falan kontrolden çıkıyor artık. Bunları düşünürken Efes maçının hakemleri belli olmuş mu diye düşünüyorum bir yandan, Kinsey biraz adam gibi oynasa diye geçiyor içimden, ulen ne diyorum ben diye dönüyorum tekrar.

Campenalla'nın müthiş filmi "La Silenzio de sus ojos" daki repliği hatırlyorum. "Bir erkek her şeyini değiştirebilir, dinini, eşini, ideolojisini, inancını, ama tutkusunu değiştiremez". Masumiyet'teki Bekir gibi başımızı önümüze eğip "yol belli" diyoruz tekrar -sahi Efes 4 kısaya döndüğünde bu sefer ne yaparız?- Kim demiş bilinç akışı Viriginia Woolf romanlarında olur diye, bir Fenerlinin zihninin adıdır; "bilinç akışı".
Devamı ...

Biraz İtidal



Fenerbahçeli olmak hüzünle arası iyi olan melankolikler için bile başlı başına bir sınav. Pek çoğumuz dün geceden itibaren boğazında yutkunamadığı bir şeyle yaşıyor. 2006’da ilk kez tattığımız, acısını unuttuğumuz şey yine geldi dayandı boğazımıza. Dünkü maça dair söylenecek çok şey yok aslında. Yine kaybettik, bir kez daha kaybettik. Samuel Beckett sağ olsaydı “yine dene yine yenil daha iyi yenil” sözünü Fenerbahçe kulüp binasının üstünde görmek isterdi herhalde en çok.

Henüz 24 saat bile geçmedi dolayısıyla bu kadar büyük bir hayal kırıklığı üstüne alınacak hiçbir karar sağlıklı olamaz. Fenerbahçe yönetimiyle ilgili ne düşündüğüm genel olarak belli her türlü sonuçtan bağımsız olarak Aziz Yıldırım’ın yönetim üslubunu Fenerbahçe’ye yakıştıramayanlardanım, bunun sportif başarıyla falan da alakası yok, dünkü maçta yaşanan anons skandalının münferit bir hadise olmadığını düşünüyorum, yönetimin kriz yönetme konusunda en ufak bir iradesinin olmadığını bir kez daha gördük Denizli’den sonra. Maçtan sonra yönetim adına açıklama yapacak, taraftara itidal tavsiye edecek yönetici yok etrafta. İşler iyi giderken herkes konuşur camia şok halindeyken ortalığı sakinleştirmek, biraz olsun sakin kalabilmeyi sağlayacak hamleyi yapmaktır yöneticilik; yoksa en önde bayrak sallamak değil.

Dün şampiyonluğun gitmesi kadar o tribünleri yanarken görmek de futbolcuların polis otosuyla tecavüz suçlusu gibi evlerine gitmeleri de canımı acıttı. Şu maç sonrası görüntülerle, hangi oyuncu seneye aynı tür bir maçta tam performans verebilir acaba merak ediyorum. Yenemezsek linç edilebiliriz baskısıyla oynayan bir futbolcu topluluğundan mı şampiyonluk bekleyeceğiz? O gitsin, bu gelsin şunu yakalım bunu yıkalım diye bir şey söylemek için biraz normalleşmeyi bekleyelim. Denizli maçı sonrası gibi transfer döneminde kulübün elini kolunu bağlayan bir istifa hiçbir şey kazandırmaz. Bir kongre tarihi belirleyip orada görevi bırakmak çok daha mantıklı. Camia tekrar ayağa kalkacaktır kimsenin şüphesi olmasın. Fenerbahçe daha önce de defalarca tökezledi, yere düştü ama daha güçlü olarak kalktı her seferinde. Taraftarın birikmiş öfkesini, müthiş bir seviçten inanılmaz bir kahıra dönüşen ruh halini anlıyorum ama bu hiç kimseye birilerini linç etme onun bunun kellesini isteme hakkını vermez.

Son olarak Bursa’ya tebrikler. Sezonun tümüne bakıldığında kimse hak etmediklerini söyleyemez, büyük iş yaptılar, yıllarca Bursa’da yaşamış, Bursa tribününde de “gözlemci taraftar” olarak bulunmuş, Anadolu’dan şampiyon çıkacaksa bunun Bursa olacağını yıllardır söyleyen biri olarak bu öngörünün bu kadar büyük bir trajedinin sonucunda gelmesi de ilginç oldu şahsım adına.
Devamı ...

Aziz Yıldırım İstifa! Şimdi!



Aklım almıyor şu saniyede Aziz Yıldırım savunması yapılmasını. Ben çok mu başka görüyorum dünyayı, taraftarlık denen şeyi çok mu farklı algılıyorum bilmiyorum ama aklım almıyor. Aynı faciayı daha önce de yaşatan, hatta "bunlar benim yüzümden oluyor, Fenerbahçe'nin iyiliği için istifa ediyorum" diyen adamın aynı rezaletin ikinci kere yaşanmasında hiç mi suçu yok, nasıl savunuluyor bu adam anlamıyorum.

Kibir, aşırı gurur, rahatsız edici kendine güven bu camiaya göre değil, bunu hâlâ öğrenemedi mi bu başımızdaki adamlar? Taraftar bir haftadır stresten mide ağrısıyla uğraşırken fenerbahce.org'u şampiyonluk marşlarıyla donatıyorlar, sonra maç bitiminde apar topar kaldırıyorlar. Şu rezillikleri hiç mi görmüyor gözünüz? Maçtan önce FBTV'yi açıyorum daha ortada bir şey yok ama kutlamalara başlamışlar. Bu nasıl bir kendine güven, neye güveniyorlardı? Aynısı başımızdan geçeli daha 4 sene olmadı mı? Yine bu başkan yok muydu başımızda?

Ligde 400 dakika oynayan Deivid'e 3 milyon euro verip "ben onunla konuşurum sezon sonu, görürsünüz seneye" diyen Aziz Yıldırım değil mi? Sahada yürüyemeyen, sonra ben gideceğim diye tutturan Carlos'un sözleşmesini uzatan Aziz Yıldırım değil mi? Hâlâ sonsuz gücüne inanan, konuşarak futbolcuların performansını arttıracağını inanan bir liderle başarı nasıl gelecek? Geçen seneki rezil ötesi performanstan, berbat kadrodan sonra ağır eleştiriler alan ve kongrede 3 sene üst üste şampiyonluk sözü veren Aziz Yıldırım değil mi? Sözünde duramadı ve gidecek, bu kadar basit.

Son dakikada yaşanan anons skandalının sorumlusu akılsız bir adam mı? Bu stada ıslık makinesi koyduran, taraftar gaza gelsin diye sirk gibi maçın ortasında marş çaldıran kim sanıyorsunuz? Senelerdir taraftarı manipüle etmek için kullanılan stat DJ'lerinin böyle bir skandala imza atması çok mu garip geliyor? Bu sirk ortamını yaratan kim sanıyorsunuz? Stada Lig Tv'yi sokmayız diyen, sonra tehditleri görünce seve seve sokan, sonra da çocuk gibi kablolarını kesen Aziz Yıldırım yönetiminden başka bir yönetim miydi? Bu rezilliğin yaşandığı gün hangi mantıkla profesyonel ve kurumsal denilebilir şu yönetime?

Bu diktatörlük altında bu rezilliklerin yaşanması çok mu garip, Fenerbahçe tarihinin en ağır, en kepaze rezilliklerinden birinin bu yönetimle yaşanması çok mu garip?

Aziz Yıldırım 3 yıl üst üste şampiyonluk sözü verdi ve sözünde duramadı. Şimdi istifa zamanı. Bu maç yüzünden değil, bu sezon yüzünden değil, son 5 sezon yüzünden, Carloslar, Guizalar, Aragonesler yüzünden. O yapılan rezil anons yüzünden.

AZİZ YILDIRIM İSTİFA! Geri dönmemek üzere, ŞİMDİ. AZİZ YILDIRIM İSTİFA! HEMEN!
Devamı ...

İnadına Daum, İnadına Aziz Yıldırım



Başlığa bakıp da CHP kongresinde bayrak sallayan ve kendini ülkenin en önemli seçicisi sanan delege havalarını bir kenara bırakıyorum. Cümlelerime başlamadan da söyleyeceğim şeyi söyleyeyim;

''Bursaspor'u tebrik ediyorum.''

Sonra gelelim Fenerbahçemize.

Bir 90 dakika hatta ve hatta direğin 5 cm sağında olan bir top her şeyi değiştirebilir mi? Daum kötü, Aziz yıldırım kötü, Fenerbahçe camiası yanlış yaptı. Top 5 cm beriden geçse, 15 pozisyonun biri girse peki ne değişecekti? Her şey mükemmel miydi?

Orta açan Burak Yılmaz'ın ilginç vuruşu gol olunca mı Fenerbahçe'nin kaderi değişecek...

Ellemeyin hiçbir şeyi. Ben 90'lı yılların ''Takımı sat başkan'' muhabbetlerinden oldukça sıkıldım. 2000'lı yıllarda eğer profesyonel bir yönetim ve anlayışı egemen ise göreve devam etmeleridir temennim.

Olmadı. Bir tanesi kaçtı. Daha gelecek çok şampiyonluk var. Üzüntüyse üzüntü. Sonuna kadar yaşayalım. Ama öfkeyle oturup zararla kalkma vakti değil şu an...

''Fenerbahçe'de operasyon'' başlığını gördüğüm anda, kaçan şampiyonluktan daha çok üzülürüm her şeye...
Devamı ...

16 Mayıs 2010

Fenerbahçe 1 - Trabzonspor 1
TSL 16/05/2010



NTV Spor
Fenerbahçe Kadıköy’e şölen için çıkıyor. Şampiyonluğu kaybederlerse hüzün başrole çıkacak. Aradaki fark bu. Bursa’da ikincilik bile baş tacı edilecek. Ama Kadıköy’de öyle değil. Belli ki Daum bir an evvel gol istiyor. Süper Lig üstü temponun nedeni bu olmalı. Amaç Bursaspor’un üzerinde bir baskı yaratmak. Yoksa maçın başında gol bulunca şampiyonluk garanti olmuyor. 2. dakikada Güiza’nın şutunu Trabzonspor kalecisi Onur çıkarıyor. Özer bir daha kaleye gönderiyor topu. Giray siper ediyor gövdesini. Bu tempo ve 7-8 kişilik toplu hücumların riski arkadaki boşluklar. 5’te Alanzinho geliyor. Uzaktan vuruşu az farkla dışarı çıkıyor. 8’de Alex’in ortasını Güiza dışarı gönderiyor. 13’te Topuz’un kaleye yönelen vuruşunda Selçuk İnan’ın topuğu araya giriyor.

14. dakikada Alex ceza alanı dışında istediği noktada boş kalıyor. Şutunu vuruyor. Türk futbolunun yeni umudu Onur ancak çelebiliyor. Güiza yetişiyor. “Acaba atabilir mi?” soruları arasında ağları havalandırıyor: 1-0.

Fenerbahçe tempoyu biraz olsun düşürüyor. Ama bu kez gereksiz itiraz hastalığına yakalanıyorlar. Sarı-lacivertliler, kalelerine 40 metre uzaklıkta aleyhlerine verilen faule aşırı tepki gösteriyor. Onlar 4-5 kişi Yunus Yıldırım’a baskı yaparken oyun başlıyor. Trabzonspor atağı sağ çaprazdan Burak’ın şık aşırtmasıyla (şut mu orta mı) son buluyor. Son bulduğu nokta kalenin içi: 1-1. Volkan 10 hafta sonra ligde kalesinde ilk kez gol görüyor.

Bursa’dan gelen gol haberi sinirleri bozuyor Fenerbahçe’de. Zararlı bir agresiflik içinde oynamaya başlıyor sarı-lacivertliler. Sanki ilk yarı böyle biterse şampiyonluğu kaybedecek gibi davranıyorlar. Bu bölümde Trabzonspor biraz soğukkanlı top çevirse sürpriz bir gol daha bulabilir.

30’da kaotik bir duran topta Bilica’nın kafası direkten dönüyor. 45+1’de Mehmet Topuz, verkaçlarla ceza alanına giriyor. Vuruşunda Onur başarılı.

İkinci yarıya da Onur kurtarışıyla başlıyoruz. Gökhan Gönül’ün 47’deki slalomu ve kornere gönderilen şutu. 52’de Alex yayda topu önünde buluyor. Sağıyla şansını deniyor ama istediği yere gitmiyor top. 57’de Güiza’nın sağ çaprazdan şutunda yine Onur devleşiyor. 66’da Güiza, Vederson’un ortasında kafayı kaleye gönderemiyor. 71’de Alex ceza alanına girerken Onur’un üzerine vuruyor. 79’da Cristian geçen haftaki golünü andıran şutu yolluyor kaleye. Onur ve direk engelliyor golü.

“Fener gol, gol, gol şampiyonluk geliyor”. Son haftaların favori sloganı bu maçta da dakikalar boyunca ağızlardaydı. Fenerbahçe’nin bir türlü gol getirmeyen o baskısı, Trabzonspor’un direncini, sarı-lacivertlilerin stresini arttırdı. Yeni bir Denizli faciasının ayak sesleri geliyordu. Denizli’de Anelka’yı sokmakta nazlanan Daum, Semih yerine Gökhan Ünal’ı sahaya sürüyordu. 90’da Gökhan Ünal’ın şutunda sahanın yıldızı Onur vardı kalede. 90+1’de Alex kaleyi tutturamadı yakın mesafeden.

Fenerbahçe’nin tek yapması gereken artık şampiyon Bursaspor’u kutlamak. Bu arada yanlış bilgiyi verip Fenerbahçe’nin şampiyon olduğunu ilan edenleri de merak ediyoruz.

FENERBAHÇE: 1 - TRABZONSPOR: 1
Stat: Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu
Hakemler: Yunus Yıldırım, Baki Tuncay Akkın, Alper Ulusoy
Fenerbahçe: Volkan Demirel, Gökhan Gönül, Bilica, Lugano, Vederson, Mehmet Topuz, Emre, Selçuk (Dk. 64 Cristian), Özer (Dk. 65 Deivid), Alex, Güiza (Dk. 83 Gökhan Ünal)
Trabzonspor: Onur, Serkan (Dk. 86 Yattara), Giray, Egemen , Cale, Burak (Dk. 57 Ceyhun), Engin, Selçuk, Colman, Alanzinho (74 Murat), Umut
Goller: Dk. 14 Güiza (Fenerbahçe), Dk. 23 Burak (Trabzonspor)
Sarı kartlar: Dk. 36 Colman, Dk. 88 Giray (Trabzonspor), Dk. 75 Bilica (Fenerbahçe)
Devamı ...

13 Mayıs 2010

Ne pis insanmışsınız arkadaş



Yahu tamam, eğer olursa, gümbür gümbür gelen bir şampiyonluk olmayacağını, takımın o eski zamanlarda Amazon gibi yıkıp geçen Fenerbahçe olmadığını, kimi maçı şansla, kimi maçı rakibin hatasıyla, kimisini de haybeye kazandığımızı biz de biliyoruz. Sezon başından beri yazıp çiziyoruz burada, takımı eleştiriyoruz, hocayı tefe koyuyoruz, moraller dibe vurduğunda topçulara da iki çift laf geçirip yükümüzü azaltmaya çalışıyoruz.

Ama siz ne utanmaz arlanmaz, ne karanlık beyinli, ne habis ruhlu, ne komplocu adamlarmışsınız lan. Köpükler saçan ağızlarınızla atmalara doyamadığınız o bok kalıntıları, çöplüğünüzden kazıdığınız o çamur süprüntüleri, o metan gazından patlamak üzere olan komplo teorilerinizle; her fırsatta çakmaya, laf sokmaya bayıldığınız Hıncal Uluç'la aynı noktada buluştuğunuzun, birbirinize ne kadar çok benzediğinizin bilmem farkında mısınız?

Hadi diyelim Leo Franco'yu, Murat Şahin'i, İveşa'yı, Serkan'ı, Hüseyin Göçek'i, İller Bankası'nın pasör çaprazını, Banvitspor'un yüksek gardını, Tokatspor'un malzemecisini, Federasyon'un çaycısını, MHK'nın odacısını ve dıdısının dıdısını Aziz Yıldırım satın almış olsun. Hadi diyelim Fenerbahçe parayla, tehditle, güçle kendi maçlarını halletmiş olsun. Ulan zavallı aymazlar, Beşiktaşlı futbolcuların, Gaziantep deplasmanında gözüne projektör tutulmuş tavşan gibi sahada gezinerek maçı kaybetmesini de mi Aziz Yıldırım sağladı? Trabzon deplasmanında yakaladıkları pozisyonları heba etsinler diye Galatasaraylı forvetlere para mı yedirdi Aziz Yıldırım? Bursaspor, Olimpiyat Stadı'nda İBB'nin dipdiri futbolu karşısında burçak yemiş tosun gibi soruturken de mi Aziz Yıldırım vardı perde arkasında?

İlk yarıdaki Beşiktaş maçında durum 0-0'ken gül gibi penaltımız gitti, hakem hatasıdır dedik, ses etmedik. İkinci yarıdaki maçta yarım düzine gol pozisyonu var, sağır sultanın gözü de kör değil ya maçı hak eden tarafın hangisi olduğunu görüyor. Ondan sonra vay efendim, hakemi, federasyonu satın almışız. Maçta çıkıp aslanlar gibi oynarsın, rakibi domine eder, sağlı sollu yüklenirsin de, sonra boktan bir hakem kararıyla üç puanı kaptırınca anlarım isyan etmeni.

Sonra neymiş, bir değil, iki değil, üst üste üç maçta kaleci satın almışız. Ah benim aymazım, ah benim körüm. Seyrettin mi sen o maçları? Hem Kasımpaşa, hem Eskişehir, hem Ankaragücü maçında baştan sona üstün oynayan takım Fenerbahçe, rakiplerin 270 dakikada neredeyse hiç gol pozisyonu yok, bu sezon hak etmeden, şansa kazandığı maçlar da oynayan Fenerbahçe bu üç maçı da anasının ak sütü gibi helal ederek kazanmış. Sen hâlâ bana kaleci diyorsun. Hayır duyan da o hata yapan kalecilerin her biri, birer Lev Yashin, birer Gordon Banks, birer Dino Zoff sanır. Sen de tanıyorsun işte bu adamları, ben de tanıyorum; herkes biliyor hataya ne kadar meyilli olduklarını. Öyle olmasa zaten Fener artığı Rüştü'yü ya da kör Franco'yu değil; o bok attığın, hakaret ettiğin adamları geçireceksin kalene.

Daha da uzatmaya lüzum yok aslında. Allah aşkına bir kenara çekilin, suyu bulandırmayın da, doya doya, tadını çıkara çıkara şampiyonluğa giden takımımızı izleyelim. Darb-ı mesel kulağınıza küpe olsun:

"Merdi kıptî şecaâtin arz ederken, sirkatîn söyler."

Bunu beğenmediyseniz kolayı var:

"Kişi kendinden bilir işi."

Devamı ...

12 Mayıs 2010

Mucize Geri Dönüş



Son yıllarda izlediğimiz en garip maçlardan biriydi herhalde. İlk yarıya 10-0 ikinci yarıya 11-0'lık seriler yiyerek başlayan ve 25. dakikayı 20 sayı farkla geride geçen bir takımın maçın sonunda kazanan taraf olması tam anlamıyla bir mucize. Maçtaki iniş-çıkışlar Fenerbahçe'nin oyun ve takım karakterinin nasıl olduğunun da yansıması aslında. Oyunun özellikle savunma bölümünde çok ciddi bir problem yaşıyoruz. Maçın ilk dört, beş dakikası tam anlamıyla uyuyorduk, savunmada bomboş şut atan Banvit kısaları şut idmanı yaparken hücumda Ukiç'in zorlama üçlükleri dışında hiç bir şey üretmedik. Banvit farkı gittikçe açtı, savunmadaki konsantrasyon eksikliği hücumdaki dağınıklığı da birlikte getirince fark 15-16'lara kadar çıktı. İlk yarının son iki üç dakikasında Mirsad'ın ve Greer'in üçlükleriyle bir seri yakalayıp ilk yarıyı tek hanelerde bitirmeyi başarabildik ancak. 32-40.

İkinci yarıya ilk yarının sonunda momentumu lehine çevirmiş bir takım olarak daha iyi başlayacağımızı umarken 11-0'lık bir Banvit serisiyle başlayınca havlu atmanın eşiğine geldik. Emir bir türlü hücumda akışkanlığı sağlayamazken savunmada Lance Williams ve Charles Davis'i durduramayınca fark 20'ye kadar çıktı. Bu dakikadan sonra Kinsey ve Ömer'le birlikte ön alanda baskı yapmayı nihayet akıl edince Ömer'in kaptığı toplarla iki üç tane kolay basket bulduk. Hücumda dengeyi kaybeden Banvit'e karşı özellikle Kinsey'in de etkili olmasıyla fark tekrar tek hanelere düştü ve üçüncü periyot sonunda fark 10 sayıya indi. 50-60.

Dördüncü periyota aynı şekilde baskılı başlayıp Banvit'in hücumdaki paniğinden yararlanıp farkı gittikçe kapattık. Charles Davis'in aldığı hücum faul ve teknik faul sonucunda momentum tamamen lehimize döndü. Kinsey'in teknik faullerden bulduğu sayılarla maçın 35. dakikasında ilk kez öne geçtik. Ömer Onan köşede bomboş üçlüğü atsa 3:30 kala farkı 6'ya çıkarıp zaten oyundan düşmüş Banvit'i nakavt edebilirdik ama artık faul problemi nedeniyle sertliğini kaybeden baskılı ön alan savunmasına karşı Barış'ın drive'ları, Simmons'ın boş üçlükleri sonucu Banvit tekrar 4 sayı öne geçti. Ömer'in üçlüğüyle tekrar hayata dönüp son dakikada Semih'in faulleriyle bir kez daha öne geçtik, ardından Semih savunmada bir blokla ibreyi tamamen lehimize çevirdi. Taktik faulleri atan Kinsey'le farkı üçe çıkardık ve Banvit'in son hücumdaki top kaybı sayesinde 5 sayılık üstünlüğü sağladık. Son saniyedeki üçlük sadece skoru belirledi. 79-77.

İki sene önce bu takımın en önemli özelliği ön alandaki etkili savunmasıydı. Bu sene bu özelliği tamamen kaybettik neredeyse. Zaten Gricek ve Greer varken böyle bir savunma yapmak pek olası değil. Bugün maçı çeviren oyuncular bu savunmayı yapan Ömer ve Kinsey oldu. Arkada da önce Vidmar sonra Semih içeriyi biraz kapatınca maç birden bize döndü. Umarım oyuncular anlamışlardır artık canımız isteyince savunma yaparız gibi bir anlayışla şampiyon olunamayacağını. Özellikle Barış'ın olmadığı dönemde Banvit'te iki genç guard oynarken yapmaya başlasaydık bu baskılı ön alan savunmasını, maç 20'li farklara gelmeden kazanabilirdik. Ama yine uçurumun kenarından gelmeyi tercih ettik.

Böyle mucizevi bir geri dönüşle kazanılan bir maç takımın özgüveni açısından da iyi oldu aslında. Moral olarak çökmüş Banvit karşısında Bandırma'daki maçı da kazanıp seriyi bitirmemiz lazım. Maçın hakemleriyle ilgili de bir kaç kelam etmek lazım. Benim en nefret ettiğim hakem türü telafi düdüğü çalan hakemler. Bugün haklı bir hücüm faul sonrası itirazı inanılmaz abartan Charles Davis'i haklı olarak diskalifiye etti hakem üçlüsü. Ama o kararın altında kaldıklarını düşündüklerinden o andan sonra neredeyse her temasa Fenerbahçe aleyhine faul çaldılar. Hemen bir sonraki hücum maç boyunca hiç çalınmayan pivotun perdelemesine Oğuz için hücum faul çalındı. Telafi düdüğünün bu kadar iyi bir açıklaması olamazdı. Doğru verdiği kararın arkasında durmakta zorlanan hakemlerle nereye kadar?
Devamı ...

Taurasi Fenerbahçe'de



Uzun zamandır kesin gibiydi ama resmen açıklanmadan yine de sevinmeyelim diye tedbirli bir iyimserlikle bekliyorduk gelişmeyi. Dün namağlup gelen şampiyonluğun ardından bugün Diana Taurasi’nin transfer haberiyle Fenerbahçe taraftarı ikinci bir şampiyonluk kazanmış gibi sevindi büyük ihtimalle. Dünyada herhangi bir spor dalında bir numara olan bir sporcu ilk kez Türkiye’ye geliyor. Bunun sembolik anlamı çok büyük. Gamova da çok dominant bir oyuncuydu kendi dalında belki ama en iyi olup olmadığı tartışılır; ancak Taurasi’nin basketbolun Messi’si olduğu konusunda sanırım bütün otoriteler hemfikir.

Fenerbahçe kadın basketbolda yıllardır çeyrek finallerin kapısından döndüğü senelerden sonra nihayet o beklediğimiz bir adımı daha atmaya karar verdiğini gösterdi böylece. Seneye açık açık Avrupa Şampiyonluğu hedefini telaffuz edebiliriz. Birsel, Esmeral,Penny, Taurasi gibi bir dış rotasyonuna eğer Nevriye’nin yanına Taurasi kalitesinde bir uzun alabilirsek yıllardır Rus takımlarından çekinen bir takımdan, Rus takımlarının çekindiği bir takıma dönüşeceğiz. Kadınlarda hem voleybolda hem basketbolda Avrupa’nın tepesinde olacağımız seneler başlıyor. Hayırlı olsun.
Devamı ...

TBBL Finaline WNBA Finalinden 5 Oyuncu


Sutton-Brown

Dün oynanan kadınlar ligi finalinde geçen sene WNBA'de final oynayan 5 oyuncu mücadele ediyordu. Bu ciddi bir rakam, gösterilen ilgiye oranla ciddi bir yatırım olduğunun kanıtı. 2009 WNBA final serisini Phoenix Mercury 3-2 kazanmıştı, yani iki finalden de galip ayrılan Penny Taylor oldu. WNBA finalinin MVP'sinin gelecek sene Türkiye'de oynayacağı söyleniyor, umalım o da doğru olsun. Oyuncuların 2009 WNBA finalinde bulunduğu kadrolar:

Phoenix Mercury
-----------------------
Penny Taylor - FB

Indiana Fever
-----------------------
Tamika Catchings - GS
Katie Douglas - GS
Tammy Sutton-Brown - FB
Ebony Hoffman - FB
Devamı ...

'Yine' Şampiyon II



Kupalarla birlikte şampiyonluk klipleri de üst üste geliyor. Bu sezon ligi bütün maçlarını kazanarak kapatan ikinci takımımız. Üst üste 5. şampiyonluk kraliçelere çok yakıştı.
Devamı ...

Bambaşkasın Fotomaç



Haber şu

DÜNYA basketbolunun önemli isimlerinden Diana Taurasi’nin F.Bahçe’ye transfer olacağı iddia edilmişti. Fakat ünlü yıldız WNBA'de oynamayı F.Bahçe'de oynamaya tercih etti. Taurasi, WNBA takımlarından Phoenix Mercury takımına transfer oldu. Bu arada Mercury'ye transfer olan G.Saraylı Penny Taylor ise, "Türkiye harika ama basketbola değişik bakış açısı olan kendi kurallarıyla oynayan bir ülke" yorumunu yaptı.
Bu olayı bilenler şimdi gülmeye başladı bile ama bilmeyenlere anlatayım. WNBA Mayıs-Ekim periyodunda oynandığı için kadın basketbolcular bu dönemde WNBA'de, kalanında Avrupa'da oynuyor. Şu anda Fenerbahçe'de ve diğer birçok takımda oynayan basketbolcular da ABD'ye dönüp WNBA'de oynayacaklar ve sezon bitince Avrupa'ya dönecekler. Penny Taylor ise Fenerbahçe basketbolcusu, Galatasaray değil, daha 2 saat önce kupa kaldırdı. Türkiye'de basketbol değişik diyip Mercury'e transfer olmuş AHAHAHAHAHAHHAHAHAHAHHA.

Allah razı olsun FOTOMAÇ.

Devamı ...

11 Mayıs 2010

Kraliçeler Yine, Yeniden Şampiyon



Hasat mevsimi sürüyor... Elde var üç. Erkek ve kadın voleyboldaki dubleden sonra kadın basketbolunda da şampiyonuz. Potanın kraliçeleri, WNBA patentli bir sürü oyuncu olan ve Rusya liginden sonra belki de Avrupa'nın en kaliteli liginde normal sezonda ve play-off'ta tek mağlubiyet bile almadan 5. kez üstüste olmak üzere 8. kez artık dolmuş taşmış müzemize getirdiler kupayı.

İlk yarıda 8 sayılık farkla öne geçip ikinci yarı son çabasını ortaya koyan Galatasaray'a karşı geriye düşşek de bu takım deplasmanda da olsa, hakem düdükleri aleyhine de olsa geriye adım atmamayı başardı. Çok sınırlı bir rotasyonla kendisinden daha derin bir kadroya karşı kazanıldı bu şampiyonluk. Parantez açmamız gereken özel oyuncular var bu şampiyonlukta. Cappy'i, Katie Smith'i görmüş bir taraftar olarak yabancı oyuncu beğenme eşiğimiz epey yüksek ama Penny Taylor gibi bir soğukkanlılık abidesinin bambaşka bir yeri var taraftarın kalbinde. Bugün yine skor olarak takımın yükünü çekti, en kritik yerlerde sorumluluk aldı ve lider ruhlu bir takım oyuncusunun nasıl olması gerektiğini gösterdi. Ebony Hoffman dev gibi yüreğini her saniye parkeye yansıtan bir oyuncu ve özellikle final serisinde hücumda yaptığı ekstra sayılarla müthiş bir katkı verdi. Bugün potadan sekip içeriye düşen üçlüğü girdiğinde artık maçın bize döndüğü ve kolay kolay kaybetmeyeceğimiz belli olmuştu. Annesinin Caferağa'da 40 yıllık bir Fenerbahçe taraftarı gibi tezahürat yaptığını da görmüştük. Kulüple özdeşleşen yabancı oyuncunun vücut bulmuş hali...

Diğer takımlarla Fenerbahçe arasındaki o bir türlü kapatılamayan farkı yaratansa onca kaliteli yabancıya karşın her daim Türk oyuncularımız. Uzun yıllardır birlikte oynamanın verdiği alışkanlıkla takımın çok önemli omurgasını oluşturan Nevriye, Birsel ve Esmeral'in de bu şampiyonlukta müthiş katkısı var. Tammy'e, Nevlin'e, Begüm'e, Powell'a, Ajavon'a, Devran'a ve İpek'e de alkışlarımızı yollayalım. Emeklerine sağlık, sezon ortasında takımdan garip bir şekilde ayrılan eski koç Haydar Kemal Ateş'e, çok kritk bir anda göreve getirilen mevcut koç Aydın Uğuz'a ve kimsenin inanmadığı bu branşa ilgi gösteren vizyon belirleyen, yatırım yapan yönetime de sonsuz teşekkürler.

Maçın bitimiyle sahaya yabancı madde atan Galatasaray taraftarına da aferin, kendilerine yakışanı yaptılar. Daha farklı bir şey beklemiyorduk zaten. Her branşta ezildikten sonra en büyük umutları kadın basketbol olmuştu ama dâhi antrenörleri Zafer Kalaycıoğlu yüzlerini kara çıkarttı. Şimdi aslında onun da Aziz Yıldırım'n adamı olduğunu falan dillendirmeye başlayan komplo teorileri bekliyoruz kendilerinden.

Bir sonraki Şampiyon Fenerbahçe yazısını da Pazar gecesi yazmak dileğiyle.
Devamı ...

Neresinden tutsan elinde kalan takımla finale



Erkek basketbolda yarı final serisi, sezon başında yanlış hamlelerle geçirilen transfer sezonunun ve dağınık, amaçsız, başıboş oynanan maçlarla geçirilen koca bir sezonun yarattığı defoların tüm açıklığıyla ortaya çıktığı bir maçla başladı.
Takımın normal sezondaki; boşvermiş, amaçsız, dağınık görüntüsü play-offların başlangıcıyla birlikte vidaları sıkılmaya başlanmış bir takım görüntüsüne doğru evrilmeye başladı.

Bornova serisi, vidalarını sıkmaya, işin ciddiyetini bilince çıkarıp oynamaya başlayan Fenerbahçe'nin bu haliyle normal olarak kolayca kazandığı maçlara sahne olmuştu.
Yine de, sezon boyunca özellikle savunma direnci ve zorluk derecesi yüksek maçları kazanma becerisi konusunda fazlaca kendini geliştiremeyen takımımız açısından Bornova serisindeki görüntü şampiyonluk konusunda ümitlenmemizi sağlamaya yetmedi.
Kendisinden daha zayıf ve dar kadroya sahip takımlara karşı oyunu hızlandırmayı becerdiği zaman kolayca kalite farkını ortaya koyan bir kadro var. Ama sezon başından bu yana oturtamadığı hücum düzeni bir kenara, zayıf ve dağınık savunmasıyla final serisi için hazır bir takım görüntüsü vermiyor. Sezon başında iyi oyuncular alıp kötü bir kadro kurmuş olmanın defolarıyla başa çıkmak kolay değil tabii. Bu defolar Euroleague'e kapasitemizin, beklentilerimizin çok altında bir sonuçla veda etmemize sebeb oldu. Muhtemelen Efes'le oynanacak final serisinde de, yanlış kurulan kadro en büyük handikabımız olacaktır.
Defoların en önemlisi; bu takımın 3 yıl içerisinde yaşadığı karakter değişimidir.
Herşeyden önce savunma direnciyle kazanma arzusunu sergileyen ve takım olarak hem hücumda hem de savunmada yardımlaşmayı en üst seviyede uygulayabilen bir ekip buharlaşıp giderken bugün elimizde kalan ancak yüksek tempoyu tutturabildiği zaman kadro kalitesinin farkıyla kendinden daha zayıf ekiplere üstünlük sağlayabilen, kazanma arzusunu sadece tempolu ve kolay sayı bulunabilen maçlarda sergileyebilen, bu görüntüsüyle sadece Türkiye ligi için iddialı olabilecek yumuşak ve sadece ''hücumcu'' sıfatını hakeden bir ekiptir.
Önemli bir başka defo ise bu takımın Euroleague'den çok erken elenmiş olması sebebiyle kendisini zorlayacak, geliştirecek türden maçları fazlaca oynayamamasıdır. Ki, zaten yukarıda anlattığımız gibi sadece yüksek tempoda ve geniş alanda oynadığında etkili olabilen bir takıma dönüşmekte bu durumundan önemli bir katkısı var.
Yanlış kurulan kadronun, rotasyonu verimli biçimde kullanmaya engel olması da önemli bir dert. Sezonun önemli bir bölümünde oyun kurucusuz oynayıp, hücum düzenini bir türlü oturtamamış takıma Ukiç gibi çabuk oynama becerisi dışında takım arkadaşlarını oynatmayı becerebilen ve savunma becerileri de yüksek bir oyun kurucu transferi koca sezon boyunca yönetimin yaptığı tek doğru hamleydi. Ama oyun kurucu konusunda hala büyük bir dert var. Bu takımın Ukiç dışında oyun kurucusu yok, bu durumda aslında bir oyun kurucuyla beraber 2 numara olarak oynadığında ve özellikle istediği tempoyu bulduğunda durdurulması çok güç olan Lynn Greer çok zaman Ukiç'in dinlendirilmesi için kullanılıyor.
Oyunu Greer gibi tek düşüncesi potaya ulaşmak olan bir oyuncuyla kurmak hem zaten hücum anlayışında takım olgusunu hiçe sayan, topu alanın hiç bir yardım almaksızın kendisine şut pozisyonu yaratmaya çalıştığı bir takımın hücum düzensizliğini içinden çıkılmaz bir karmaşaya sokuyor hem de Greer'in verimini azaltıyor. Greer'in refleksleri oynatmak üzere gelişmemiş ama en iyi savunmalar karşısında dahi ekmeğini taştan çıkartıp sayı bulabilecek müthiş bir silah. Onu oyunkurucu olarak oynattığınızda, rakibi darmadağın edebilecek olan silahınız sizin düzeninizi de dağıtabiliyor. Tabii bu durumda koçun değil oyuncuların takımı yönetiyor oluşu da önemli bir etken.
Hücum düzenin oturtulamaması ve yaşanan başıbozukluğun, hareketli ve özellikle de potaya yüzü dönükken durdurulması çok güç hücum silahları olan uzun oyuncularımızın verimli kullanılamamasının da önemli bir sebebi olduğunu söyleyebiliriz. Oysa hem Ukiç hem de Preldziç penetre yapmayı iyi bilen yaparken de rakip savunmanın yanlış kaymalarını görebilen çok zeki asistçiler. Ama hücum düzeni oturmamış, hücum setlerini iyice çalışmamış takım genelde bireysel olarak hücum ediyor.
Bu hücum düzensizliğiyle Banvit serisini de geçebiliriz ama Efes gibi takım savunması Eurolegue seviyesinde sınanmış bir ekibe karşı yardımlaşmalı, uzunların penetreleriyle kısalara koridor açıp, kısaların hareketli uzunları besleyebildiği hücumlara ihtiyaç duyacağız. Ama sorun tam da şu noktada düğümleniyor; tüm sezon boyunca topu elinde tutanın savunmacısını geçip kendine pozisyon yaratmaya çalıştığı garip bir düzensizlikle hücum eden takım bu alışkanlıklarından vazgeçip yardımlaşmalı bir hücum düzenine nasıl kavuşacak.
Bu takım Banvit serisini zorlansa da geçecektir. Kadro kalitesi de zaten bunu gerektiriyor. Ama bu kadar savunma zaafiyetiyle daha da önemlisi savunma yaparak maç kazanmayı düşünmeden oynamaya alışmışken final serisini kazanması için gerekli oyun karakterini bu kısa süre içerisinde nasıl kazanacak orası da soru işareti olarak kalacak.
Devamı ...

Al Kardeşim Ye, İç, Gül, Oyna



Ligin son haftalarına girilmişti. Şampiyonluğun iki adayı kalmış, Otarafspor ve Butarafspor. Şutarafspor ve Ötekispor lige iddialı girip sonunu getiremeyince son haftalara eğlenceli uğraşlarla girmişler çünkü canları sıkılıyormuş. Bir de ligle ne şampiyonluk, ne küme düşme, ne Avrupa'ya gitme işi kalan takımlar varmış, bunlardan bir tanesi de memleketin de ligin de ortasında bulunan Ortatarafspor'muş. Bu Ortatarafspor ile Butarafspor'un son haftaların birinde maçı varmış. Otarafspor tabii ki Ortatarafspor'u destekleyecekmiş.

Otarafspor başkanı "Sadece desteklemek olmaz, bu işe el de atalım" demiş ve tutmuş Ortatarafspor'un başkanını ve yardımcı antrenörünü çağırmış, demiş ki "Size açıktan 500.000 lira, oyuncularınız da Butarafspor'dan puan alırsa onlara da 200.000 lira prim, ayarlayıverin şu işi." Bakmışlar para iyi, mırın kırın etmişler ama yan cebime koy olmuş. "O iş oldu bilin" diyerek ayrılmışlar. Maç günü daha yaklaşmadan Ortatarafspor'un yöneticileri hakemdir, Butarafspor başkanıdır, duyumdur, iddiadır; aklına ne gelirse konuşmaya başlamış.

Sonra maç günü gelmiş. Bu çok konuşan yönetici yine çıkmış, bu sefer "Butarafspor'u 3-0 yeneriz, bu sene şampiyon bize para veren Otarafspor olsun, biliyoruz da konuşuyoruz, kesin yeneriz!" demiş. Otarafspor ve taraftarları Ortatarafspor'un stadına organizasyon düzenlemişler. Ortatarafspor ve Otarafspor taraftarları maça el ele, kol kola, ortak atkılarla gelmiş. Ortatarafspor stadında hep bir ağızdan "Şampiyon Otarafspor" diye bağırmışlar da. Butarafspor oynamış, oynadıkça gol atmış. Ortatarafspor yardımcı antrenörü çok sinirlenmiş, yarım metre ofsayta bile "ofsayt değil bu" diye sinirlenebilmiş. Hatta sonra hakeme dönüp "sen görürsün sen, düğünüme çiçek gönderen ağır abime söyleyim seni de gör sen" anlamında parmak da sallamış. Bir derdi varmış ama tam anlayan olmamış.

Sonra maç bitmiş ve Butarafspor kazanmış. Bütün bunlar çok normalmiş gibi karşılayan ve canları haftalardır boş boş maç izlemekten sıkılan Şutarafspor ve Ötekispor camiaları "Butarafspor muhakkak Ortatarafspor kalecisini satın almış, bizimkileri de almışlardı zaten" demişler. 3 nesil sonra bu hikayeyi okuyan nesillerin akılları almamış bu işi, "ne garip" demişler.

Şimdi "Para aldık" yerine "bizim kardeşimiz" koyun. 9 Mayıs 2010'dan başlayarak teşvik primi ülkemizde artık serbest, hayırlı olsun. Bu günden sonra bir kişi de "teşvik primi" diye ağlarsa açıp bugün ne yazdığını okurum, adamlığına not veririm.
Devamı ...

10 Mayıs 2010

Satın Alma İlanı



FENERBAHÇE SPOR KULÜBÜNDEN

Basın No:1907
Kulübümüz 2010-2011 sezonunda faaliyet göstereceği tüm branşlarda maç kazanmak için rakip takımlarda forma giyen 8 kaleci, 3 pasör ve 4 oyun kurucu satın alacaktır. 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu’nun 22/d madesine göre doğrudan alım usulüne göre yapılacak olan mevkilerde oynamakta olan sporculara ait şartlar aşağıda sunulmuştur.

Kaleci:
1) En az 3 yıl birinci kaleci olarak Türkiye Liglerinde oynamak.
2) Fenerbahçe tarihinde asla yenemediğimiz, sürekli yenildiğimiz Galatasaray, Beşiktaş, Eskişehir, Ankaragücü, Kasımpaşa, Trabzonspor, Gençlerbirliği ve Bucaspor takımlarında en az 20 maç oynamış olmak.
3) Maç satın alma konuşmalarının teknik takibe takılmaması için Batı Samoa yerel dillerinden birini mükemmel derecede konuşabilmek.

Pasör:
1) Fenerbahçe Kadın ve Erkek Voleybol Takımlarına zorluk çıkaran Arkas, Ziraat Bankası, Eczacıbaşı, Vakıfbank Güneş Sigorta Türk Telekom oyuncusu olmak.
2) Bu takımlarda bir sezon önceki tüm maçların yüzde 80'inde bilfiil oynamak.
3) Satış olduğunun anlaşılmaması için yapılacak hataların en az yüzde ellisinin fileye temas, ya da faullü pas şeklinde olmayacağını taahhüt etmek.

Oyun Kurucu:
1) Basketbol takımlarımızın bir türlü mağlup edemediği Efes Pilsen, Banvit, Olin Gençlik ve Galatasaray Kadın basketbol takımlarından birinde oynamak.
2) Bu takımlarda bir ya da iki numarada 3 sezon boyunca ilk beş başlamış olmak.
3) Serbest atış yüzdesinin yüzde 50'nin altında olacağını ve asist/top kaybı oranının eksilerde olacağını yazılı olarak taahhüt etmek.
4) Geçen yıl kulübümüz tarafından satın alınan ve şampiyonluğu hükmen kazanmamız için her türlü fedekarlığı yapıp biraz da abartan ve final serisinde 10 mg cathene alan vefekar oyuncular Kerem Gönlüm ve Mario Kasun ihale mevzuatına göre ihalelerden yasaklı sayıldıkları için bu ihaleye katılamasalarda gönüllerimizde her daim yaşayacaklardır.

Söz konusu şartlara haiz sporcuların en geç fikstür çekimini takip eden bir hafta içerisinde kulübümüze bizzat başvurmaları gerekmektedir.

ÖZEL ŞARTLAR:
1) Anlaşma sağlanan sporcuyla maç satış sözleşmesi imzalanacak olup söz konusu sözleşmedeki bedel üzerinden vergi,harç v.b yükümlülükler sporcuya aittir.
2) Satın alınan sporcu parasını satışın gerçekleştiği maçı takip eden mesai günü sonunda alacaktır. Zamanında ödenmeyen alacaklara 6183 sayılı kanunda belirtilen gecikme zammı uygulanır.

Tüm sporculara ilanen duyurulur.

Not: Bu alımlara rağmen şampiyon olmama durumu ortaya çıkarsa kulübümüz pasör çaprazı, pivot ve ön libero satın alma hakkını saklı tutar.
Devamı ...

Spor Kulübü


Spor Kulubu

Devamı ...

9 Mayıs 2010

Ankaragücü 0 - Fenerbahçe 3
TSL 09/05/2010



NTVSPOR ve Ajanslar
Oyunun hemen başı. 2.dakika. Güiza, Alex’e doğru atıyor topu. “Alex’in ilacı” olarak bilinen Hürriyet’in ayağı kayıyor. O zeminde ve yağmurda normal bir şey. Ama Alex Allah’tan dışarı atıyor. Gol olsa Hürriyet yandı. Banka hesaplarına kadar incelenmesini isteyebilirler. 16’da soldan Vederson’la geliyor Fenerbahçe. Manevi babası ve manevi ağabeyi tribünde. Ortasına Güiza’nın müsait durumda kafası dışarı gidiyor.

23. dakika. Alex soldan korner kullanıyor. Mehmet Topuz, sezon başında büyük tantanayla alınan ama ligde gol atamayan adam, nefis vuruyor kafayı. Uyanık Lugano golü önlememek için çekiliyor: 0-1.

30’da Rothen’in şutunu Volkan çeliyor. Ofsayt durumundaki Rajnoch ağlara gönderiyor. Yardımcı hakem Nihat Mızrak golü vermiyor. Allah’tan gerçekten de ofsayt! Ama Ümit Özat heyecanını yenemeyince cici olmayan bir şeyler söylüyor kenardan. Ve tribüne gönderiliyor.

İkinci yarıya Alex olmadan çıkıyor Fenerbahçe. 46’da yeni kaptan Emre’nin sağdan korneri. Uzak direkte Güiza vuruyor kafayı. Serkan’a çarpan top ağlara gidiyor: 0-2. Cristian’ın girişiyle defansif yönden iyice geçilmesi zor bir takım haline geliyor Fenerbahçe. 66’da Güiza’nın yaydan şık vuruşu az farkla dışarıya gidiyor. 67’de Cristina kim bilir kaç metreden vuruyor! Top ağlara yapışıyor: 0-3. Bu sezon ligde gol attığı iki maçta da (Kayserispor ve Manisaspor) takımı kazanamamıştı. Galiba bu kez şeytanın bacağı kırılacak. 77’de ilk Ankaragücü tehlikesi. İlhan yakın mesafeden vuruyor. Bilica uçarak kornere gönderiyor topu. Aynı Bilica 85’te de Geremi’nin kafasını çizgiden çıkarıyor.

Gol yememekte ısrarlı Fenerbahçe şampiyonluk yolunda önemli bir engeli aştı. Son hafta ne Fenerbahçe ne de Bursaspor için kolay olacak. Trabzonspor zaten kupa finalinde Fenerbahçe’yi yenerek yapabileceklerini göstermişti. Bursaspor ise lig üçüncülüğünü kovalayan Beşiktaş’ı ağırlayacak. Az dedikodulu, güzel futbollu bir son hafta dileğiyle…

ANKARAGÜCÜ: 0 - FENERBAHÇE: 3
Stat: 19 Mayıs
Hakemler: Kuddusi Müftüoğlu, Mustafa Emre Eyisoy, Nihat Mızrak
Ankaragücü: Serkan, Geremi, Koray, Muhammet, Broggi, Hürriyet, Rajnoch (Dk. 65 Vassell), Mehmet (Dk. 65 Murat), Sapara, Rothen (Dk. 83 Kağan), İlhan
Fenerbahçe: Volkan Demirel, Gökhan Gönül (Dk. 80 Bekir), Lugano, Bilica, Vederson, Selçuk, Emre (Dk. 73 Deivid), Mehmet, Özer, Alex (Dk. 46 Cristian), Güiza
Goller: Dk. 24 Mehmet, Dk. 46 Güiza, Dk. 67 Christian (Fenerbahçe)
Sarı kartlar: Dk. 43 Lugano, Dk. 68 Cristian (Fenerbahçe), Dk. 49 Rothen, Dk. 61 Muhammet (Ankaragücü)
Devamı ...