My to aj tak dneska vyhram*
Dünya Kupası başlıyor, İspanya'yı ya da Almanya'yı falan tutacak değiliz ya, hepimiz Slovakyalıyız bu turnuvada. Slovakya taraftarlığımızın Miroslav Stoch'un transferiyle ilgisi olduğunu iddia eden aymazlar, kendinibilmezler, sütü bozuklar varmış. Onların haddini bildirmeye geldim buraya.
Tamam Çekler'le Slovaklar lâvukçasına ayrılmaya karar verdiklerinde, çocukluğunda eve misafirliğe gelen örgü süveterli dayılarla, baklava deseni yelekli eniştelerin, "Yoksa siz Çekoslovakyalılaştıramadıklarımızdan mısınız? Ehehehüüüheheh..." esprilerine hedef olmuş bir kuşağın mensupları olarak bizim de canımız sıkıldı. Dertlendik tasalandık. Rakı sofralarındaki sessizliklerin orta yerinde, kavun çekirdeğinin göbeğine bakarak, "Ulan biz de süveterli dayılığa terfi ettiğimizde hangi espriyi yapacağız yeğenlerimize?" diye kederlendik. Ama asla ve kataâ (bunun sonundaki çift "a" Samanyolu TV'de bir zamanlar "Fıkıh Penceresi" adlı programı sunan muhterem amcamızın "fıkıh" telaffuzundaki gibi okunacak) Stoch'la alâkalı değildir Slovakya'nın renklerine gönül vermiş olmamız.
Bir kere Slovaklar, Slovakça konuşur ve Slovakça'da anlam veremesek de kâğıt üzerindeki görünüşüne meftûn olduğumuz şahane harfler vardır. Sözgelimi adında bir "Ď", ne bileyim bir "Ĺ", bir "Ť", şöyle çengeli güzel bir "Š" gördüğünüz adama siz de hasta olmaz, "ulan bu herif kesin ya yazardır, ya da besteci" demez misiniz. Şahsen benim adım Deniz değil, Ďéňíž olmuş olsaydı, şimdi yazılarımı "Papazın Çayırı" yerine "L'Atelier du roman"da yayınlatıyor olur, Dünya Kupası yerine Kundera'nın son romanı konusunda fikir bildiriyorum olurdum Allahıma. (Cümlelerini 'Allahıma' diye bitiren adama bırak "L'Atelier du roman"ı, "Banaz Postası"nda bile ekmek vermezler Allahıma.)
Yalnızca dili değil huyu da güzeldir Slovak kardeşlerimin. Bak mesela Juraj Jánošík'e. Slovak edebiyatının ve vikipedyanın yalancısıyım, kendisi 17. yüzyılda soyluların yolunu keser, onlardan aldığını yoksullara dağıtırmış. Sonradan Yorkshire ormanlarında Robin Hood diye bir çapulcu çıkıp, bunu taklit etmeye başlayınca hemen haber uçurmuşlar Juraj abiye, o hiç istifini bozmadan, "Biliyorum o genci. İstidadlı çocuktur, ellemeyin," demiş. Sonra eklemiş: "55 TL'ye kale arkası bileti satılan anasını sattığımın dünyasında, beni değil de Aziz Yıldırım'ı taklit etse daha mı iyiydi?"
Sonra Vladimir Weiss var, hocamız. Bak resmine, çipil gözleriyle tam bir Slovak değil mi kendisi. Hani Hollywood'un kafamıza kaktığı Doğu Bloku ülkesinden gelen acımasız gizli servis elemanı prototipine kalıbı kalıbına uymuyor mu Weiss amcamız? Kulübeden kalkıp leş bir Doğu Avrupa aksanıyla İngilizce konuşarak, "Lânet olası Paraguaylılar. Canları cehenneme!" diyecekmiş gibi durmuyor mu. Hem sülaleden topçu bu zürriyetine kurban olduklarım. Vladimir Abimiz'in babası 1964'te Avrupa'nın tozunu attıran Çekoslovakya milli takımında oynuyormuş. Oğlu da bizim Slovakya kadrosunda zaten. Biz Güven Sazak döneminde yapılan 189 transferden biri olan Ogün Altıparmak'ın oğlu Batur Altıparmak için boşuna dualar ettik, Batur Abi sonradan menajer olup bizi kazıklamaya kalktı ama Vladimir'in oğlu öyle değil. Manchester City'nin altyapısında oynuyor ve "tesadüf eseri babasının sınıfına düşen öğretmen çocuğu" psikolojisinin yarattığı o çaresizlik hissiyle kıvranmasına rağmen görev verildiğinde çıkıp efendi gibi topunu oynuyor. (Yok lan ben değilim o. Bizim peder Kız Meslek Lisesi'nde çalışıyordu. Ara sıra kantine gidip beleş tost yer, kızlara bakardım.)
Dünya Kupası'nda Slovakya'yı destekleyecek olmamızın sebepleri bu kadarla kalsa iyi. Diğerlerini maçlar başlayınca anlatıcam anlatmasına da, bunca lafın üzerine Slovakya aşkımızı hâlâ Stoch'a bağlayan varsa, onlar ya kör-sağır-dilsizdir ya da Haldun Üstünel'dir. İşte her dinleyişte göğsümüzü kabartan milli marşımız:
Tabii Fenerbahçeliler olarak Stoch transferini sevinç ve şaşkınlıkla karşıladığımızı da söyleyelim. Uğur Boral'ın yerine Miroslav Stoch gelince insan kendini kaybedip, böyle yazılar yazabiliyor.
SON NOT: Bu yazı Aethewulf'un özel isteği üzerine yazılmıştır. Konuyu o sipariş etmedi ama mecburiyetin pençesindeki kim olursa olsun, bir dediğini iki etmemek boynumuzun borcudur. Kolay gelsin...
* "Bu maçı alacaz başka yolu yok" demekmiş. Lukas Gajdos'un yalancısıyım.
11 Haziran 2010 09:24
son 10 senede okuduğum en kötü blog yazısıydı..lanet olsun 5 dakikam gitti..
11 Haziran 2010 10:06
Son 14 senede okudugum en guzel blog yazisiydi..Okumasam bu 5 dakikada bana Nobel odulu kazandiracak bir fizik teoremi gelistirecektim fakat boyle bir yaziya Nobeller feda olsun..
11 Haziran 2010 10:35
@azgard
insanoglu ne tuhaf... su yazi karsisinda bes dakikasini heba ettiigini dusnenler de cikabilirmis demek ki. kaldi ki bizler rehavet yazsin da kendimize gelelim diye dualar ederken. sadece nobel degil oscarlar da feda olsun.
bu vesile ile izmirdeki 'herkes'lere selam.
11 Haziran 2010 13:56
2,4 dakikada okudum ben, şanslıyım galiba. yazı da güzel zaten. bi daha okuyayım da 5 dakikaya tamamlayım bari.
11 Haziran 2010 16:26
@Azgadr,
hocam ayıp yahu, emek veriyor yazan arkadaş bu işe. çok kötü bir yazı idi demek nasıl bir motivasyondan kaynaklanmaktadır?