23 Haziran 2012

Caine's Arcade



Dünyada kartondan yapılmış en güzel "oyun" salonu 9 yaşındaki Caine'in. Ama hikaye bu değil, hikaye bu 9 yaşındaki tek bir çocuğun zekasının nasıl karşılık bulduğunda. Karşımızdaki soru ise şu: neden böyle güzel şeyler oralarda oluyor da, buralarda olmuyor? Neden biz burada buna mahkumuz da, o güzellik orada yetişebiliyor? Devamı ...

22 Haziran 2012

Looking for İstanbul Derby with Eric Cantona



TIFO TV'de yayınlandı. Eric Cantona memleket sathına girmiş, Fenerbahçe - Galatasaray derbisini izliyor.

Devamı ...

14 Haziran 2012

Biz hiç gülmüyoruz


‘’…Bir yıl oldu Şike süreci. Allah aşkına, basında, kamuoyunda, kahve ortamında geyik dediğimiz o kadar çok şey yazıldı çizildi, bunlar doğru kabul edilip üzerinde yorumlar yapıldı ki, artık bir şey diyemiyorum. Bu süreçte yüzlerce haber çıktı. Haberlerin yüzde 90’ı yalan haberlerdi. O yüzden bir şey diyemiyorum…’’

Bu sözler neredeyse 1 yıldır ülke gündemini meşgul eden hatta ülkenin spor kamuoyunda bundan sonra telafisi çok güç olan yaraları açan bir bölünmenin, şiddet odaklı kamplaşmaların fitilini ateşleyen davanın savcısı Mehmet Berk’e ait.

Tabii savcı Berk, milyonlarca taraftarı, sempatizanı bulunan, onbinlerce insanın hayatında yediği yemek, soluduğu hava kadar önemi bulunan bir camianın bu yalan haberlerle kamuoyu önünde rencide edilişine, suçlu atfedilişine; bir futbol takımının oyuncularının akşam yemek yedikleri restoranda bile yine bu haberlerin etkisiyle ‘’şikeciler defolun’’ diye saldırıya uğrayışına falan bu güne dek hiç ses çıkartmadı. Ki, tüm bu yargısız infazın önüne geçecek yetkiye sahipti.

Eğer savcı Berk’in söyledikleri doğru ise, yani yapılan haberlerin % 90’ı yalansa, bu haberleri yapanlar kadar bu linç kampanyasını izleyen ve sorumluluğunu yerine getirmeyen savcılar da suçludur.

Peki savcı Berk hiç düşündü mü, Bolu’nun dağlarının eteğindeki köyde yaşayan, okul defterinin sayfalarını sarı laciverde boyayarak köyünden geçen Fenerbahçe konvoyunun önüne atlayan 7 yaşındaki kız çocuğundan, Silivri’de göz pınarlarını donduran soğuğa rağmen mahkemenin önüne dizlerini tuta tuta gelip bastonuyla nöbet tutan 70 yaşındaki dedeye kadar milyonlarca Fenerbahçeli savcı Berk’in ses etmediği yalan haberlerin cahil kitleler üzerinde yarattığı etkiyle oluşan linç ortamında 1 yıldır neler yaşıyorlar ?

Emin olsun ki, kendisi her şeyi gülerek izleyebilir ama 1 yıldır kulübüne sürülmeye çalışılan lekeye karşı direnen Fenerbahçelinin bu sürece ne gülecek hali var, ne de kendisine yapılanlara gülüp geçmeye niyeti.

Öte yandan savcının söyledikleri medya açısından da yenir yutulur şeyler değil. Basını açık biçimde yalancılıkla suçluyor. Süren bir soruşturma ve dava hakkında hakkında yazılanların, konuşulanların % 90’nının yalan olması ne demek ? Ki, bu iddiada bulunan kişi bu soruşturmayı yürüten bu haberlerin aslının astarının olup olmadığını en iyi bilecek kişi. Yani aslında savcı Berk’in bu beyanı spor basını ve TSYD açısından okunup geçilecek veya savcı Berk’in sürecin başından beri yaptığı gibi gülerek okunacak şeyler değil.

Bu noktada TSYD spor yazarlığının onuruna sahip çıkmak zorunda. Ya basının bu dava ile ilgili yaptıkları haberlerin arkasında duracaklar ve Mehmet Berk hakkında dava açacaklar ya da bu haberlerin yalan olduğunu kabul edip kamuoyundan o haberleri yaptıkları sayfalardan özür dileyecekler.

Aksi taktirde, yaptıkları haberlerin % 90 ‘ının yalan olduğu gerçeğini bir onursuzluk yaftası olarak boyunlarına asıp taşımak zorundalar.
Devamı ...

13 Haziran 2012

Bir Fenerbahçe Anayasası İçin Öneriler



Malum, meclis 30 yıl sonra sivil anayasa yapma derdine düşmüş, anayasa komisyonu orda burda toplantılar yaparken, kendisini Cumhuriyet telakki eden bir camianın da artık kulübün yönetim usulünde köklü bir değişiklik yapma zamanı geldi diye düşünüyorum. Kulüplerin anayasaları bilindiği gibi tüzükleridir. Kulübün işleyişi, yönetimin seçimi, denetlenmesi işlemlerinin hepsi tüzükte açıklanır. Dolayısıyla bizim Fenerbahçe anayasasından anlayacağımız kulübün tüzüğünü çağın gereklerine uygun, bir spor kulübü olmanın ötesine çoktan geçmiş canlı ve devasa bir organizasyonun ihtiyaçları doğrultusunda değiştirmektir. Benim önerdiğim şeyler doğal olarak kişisel görüşlerim, ama niyetim bunlar doğrudur, bu iş budur şeklinde bir hüküm vermekten ziyade canlı bir tartışmayı başlatabilmek.

Önereceğim pek çok şey hayali bulunabilir, ya da Türkiye gerçeklerine aykırı bulunabilir ama unutmayalım ki John Stuart Mill "genel oy" prensibini önerdiğinde ya da Mary Wollstonecraft kadınların oy kullanması gerektiğini söylediğinde bunlar da hayal sayılmıştı, hayal etmekte yarar var o yüzden. Yorum olarak kişisel önerilerinizi de ekleyebilirsiniz, varsın hiç bir şey değişmesin en azından bir Fenerbahçe Anayasa'mız olmasa bile Fenerbahçe ütopyamız olur fena mı ? Başlayalım önerilere.

1-Fenerbahçe Spor Kulübü kendisini Fenerbahçeli olarak tanımlayan, Fenerbahçeliliği kimliğinin ayrılmaz bir parçası olarak telakki eden, ırk din, dil cinsiyet, sosyal statü farkı gözetmeksizin herkesindir.

2-Kulüp üyeliğine giriş ücret mevcut 10.000 tl den 1.000 ya da 500 tl ye indirilmeli, üye aidatları ise aylık düzenli olarak 50 tl olarak tahsil edilmelidir. Fenerbahçe’nin mevcut üye sayısının ilk olarak 100.000 on sene içinde de 500.000 kişiye çıkması ancak böyle sağlanabilir. Üyelik giriş aidatını yüksek tutup, yıllık ödemeyi sembolik tutmaktansa girişi kolaylaştırıp aylık aidatları anlamlı bir seviyeye çekmek kulübün salt üye aidatlarından çok ciddi bir gelir elde etmesini sağlar. 10 sene sonra 500.000 kulüp üyesinin aylık aidatını 50 tl den düzenli olarak ödediğini farz edersek yıllık 162 milyon dolar sadece üye aidatlarından kulübe gelir sağlanır. Kulüp taraftarın kazancından %10 vergi istese sorgusuz sualsiz bunu kulübe verebilecek kadar manyakça bir bağlılığı olan bir taraftar grubu için kulübe üye olup aylık aidat ödemek çok da zor gelmeyecektir.

3-Kulübü yönetmeye talip başkan adayları yönetim kurulu listelerini yaparken Fenerbahçe’nin faaliyet gösterdiği tüm branşları yönetecek kişileri de kulüp genel kurulunun bilgisine sunmalıdır. A kişisi aday listesinde futbolu basketbolu voleybolu masa tenisini kimin yöneteceğini seçim listesinde belirtmeli ve kulüp üyeleri bu adayları bilerek seçim yapmalıdır. Branş yöneticileri yönetim kurulunun doğal üyeleri olup branştaki idari kadroları belirleme yetkisine sahip olmalıdır.

4-Kulüp faaliyet gösterdiği bütün branşların bağlı olduğu uluslararası federasyonlarda daimi bir temsilci bulundurur. Bu temsilci profosyonel bir halkla ilişkiler ya da iletişimci olup yönetim kurulunun dış ilişkiler sorumlusu ve her branşta kulübün o dalda simge olmuş uluslararası saygınlığı olan bir sporcusuyla eşgüdümlü olarak bu ilişkileri birlikte yürütür. Yani somut örnek verelim. Kulübün Cev’le ilişkilerini Lüksemburg’da Fenerbahçe için çalışan ve daimi olarak orada bulunan bir profosyonelle birlikte, kulüp yönetiminin dış ilişkilerden sorumlu üyesi ve diyelim Çiğdem Can Rasna’dan oluşan bir üçlü yönetmelidir. Kulüp bu anlamda bu görevi yapacak eski sporcularını bu göreve hazırlamak, sporu bıraktıktan sonra sporcuların idari görev yapabilmeleri için kendilerini yetiştirme ve geliştirmenin önünü açmalı bu yönde sporcuları teşvik etmelidir.

5-Fenerbahçe’nin yayın organları olan televizyon, radyo, dergi mevcut bulunan yönetimlerin propaganda makinesi değil Fenerbahçe’nin her renginin temsilini sağlayacak konumda olmalıdır. Seçim zamanında başkanlığa aday olan birisi bu televizyon ya da radyoyu mevcut yönetimle eşit oranda kullanır. Televizyon ve radyo yönetimi yönetimden özerk olup editoryal bağımsızlığa sahiptir.

6-Yönetim kurulunda ilk etapta %30 kadın kotası koyulmalı uzun vadede yönetim kurulunda kadın temsil oranı %50 oranına getirilmelidir. Ayrıca yönetim kurulu profilinin yaşlı zengin kalantör görünümlü insanlardan ziyade daha genç sabit geliri olan insanlardan seçilmesi bu doğrultuda bir temsiliyet sağlanmasının da üzerinde durulmalıdır.

7-Kulübe bağış adı altında olsa bile kişisel olarak belli bir miktarı geçecek nakdi yardım yapmak yasaklanmalı kişilerin ekonomik nüfuz kullanarak kulüp içinde ağırlık artırma taktiklerinin önüne geçilmelidir. Fenerbahçe’nin özkaynakları doğru yönetilirse zaten kişilere muhtaç olmadan kulübü dünya kulübü olma seviyesinde tutacak düzeydedir.

8-İl ve ilçelerde bulunan Fenerbahçe dernekleri kulübe üye kayıt etme, seçim zamanı oy kullanılacak ortam ve mekan sağlama gibi yetki ve sorumlulukla donatılmalıdır. 500. 000 üye hedefi tutarsa takdir edilebileceği gibi bu insanların hepsinin İstanbul’da seçime katılması beklenemez. Her ilde bir Fenerbahçe derneği bulunduğuna göre bu dernek yönetimi tarafından tesis edilecek seçim komisyonunca o ilde bulunan Fenerbahçe üyeleri oy kullanabilirler.

9-Fenerbahçe Üniversitesi gibi mevcut YÖK sistemine entegre saçma sapan bir üniversite kurmak yerine yarı akademik yarı think-thank niteliğinde bir Fenerbahçe Araştırmaları Merkezi kurulmalı bu yapı içinde kulübün tarihi, spor hukuku, spor yönetimi, sporcu sakatlıkları, kulüp müzesi gibi konularda yönetime telkin ve tavsiyede bulunacak ve de akademik yayınlar yapacak bir yapı oluşturulmalıdır.

10-3 Temmuz 2011 gününden sonra kulübe operasyon başladığı anda kamu görevinde bulunan başbakan, içişleri bakanı, emniyet müdürü, savcı, hakim dahil olmak üzere kulübe yapılan linçe örtülü ya da fiili olarak dahil olan kişilerin kulüp üyeleriyse üyelikten çıkarılması , kulübe bağlı herhangi bir mekana, kulübün evsahibi olduğu herhangi bir sportif organizasyona girişlerinin ömür boyu engellenmesi sağlanmalıdır.

Anayasalar toplumu örgütlemek farklı sınıflar arası çıkarı optimum noktada dengelemek için yapılır. Bizim işimiz daha kolay aslında ihtiyacımız olan şey bu kulübü ayakta tutan taraftarın sevgisini, aşkını örgütleyebimek. Bu aşkın dinamizmini, bu tutkunun potansiyelini kulübün işleyişine katabilmek. Bu örgütlenmeyi düzgün yaparsak hem dünyanın en büyük spor kulübü olma potansiyelimiz hem her tarafından adaletsizlik akan bu ülkede bir vaha olma şansımız bulunmakta.Ece Ayhan'a kulak verelim "Aşk örgütlenmektir bir düşünün abiler"
Devamı ...

Adalet Şikesi


Susurluk soruşturması için kurulan komisyonun karşısına çıktı, 1000 operasyon yaptık dedi. Uğur Mumcu'nun ağlayan eşinin yüzüne baktı "eğer o tuğlayı çekersek altında devlet kalır."

İçişleri ve Adalet Bakanlığı yaptığı dönemde işlenen yüzlerce faili meçhul cinayet, yargısız infaz, gözaltında kayıp ve katliam ile suçlandı. Hakkında açılan dava 10 yıldan fazla sürdü. Cürüm işlemek için teşekkül kurmak, gıyabi tutuklu sanık Abdullah Çatlı'nın saklı bulunduğu yeri bildiği halde yetkili mercilere haber vermemek ve gizlenmesine yardım etmek; yasalara aykırı olarak Abdullah Çatlı ve Yaşar Öz'e silah taşıma izin belgesi vermek suretiyle görevi kötüye kullanmak; yasalara aykırı olarak Abdullah Çatlı ve Yaşar Öz'e hususi damgalı (yeşil) pasaport verilmesini sağlamak suretiyle görevi kötüye kullanmaktan ceza aldı. Galatasaray delegesi oldu, Sheraton Otel'de kulübü temsil etti. Kendisine özel cezaevi seçildi, 2 yıl yatacak.

3 Mayıs 2012 günü Adnan Polat Mehmet Ağar'ı ziyaret etti, kendisine forma hediye etti.

10 Mayıs'ta Arda Turan UEFA kupasını bu mümtaz şahsiyete ithaf eyledi,

1 Haziran'da Fatih Terim, 11 Haziran'da Arda Turan kendisini ziyaret etti.

Daha komiği,

Korkut Eken, Susurluk ana davasında, adam öldürme, adam kaçırma, şantaj, gasp, tehdit gibi suçları işlemek maksadıyla teşekkül kurmak suçundan 6 yıl ceza aldı. 2004 yılında hapisten çıktı. Kendisini karşılayan Muhsin Yazıcıoğlu'na sarıldı, "yöresel bir ağız olan Kürtçe'nin devlet televizyonundan yayınlanmasını" telin etti, "durma ilerle, türkçüler seninle" tezahüratları arasında hayatına döndü.

Kader,

3 Mayıs 2012 günü Adnan Polat'tan hemen önce Mehmet Ağar'ı ziyaret etti..

27 Ocak 1997 tarihinde hakkında verilen tutuklama kararından sonra firar etti. Cürüm işlemek amacıyla silahlı teşekkül oluşturmak, görevi ihmal, silah kaçakçılığı gibi suçlarla itham edildi. Ceza aldı, hüküm giydi. Sonra..

"Halk arasında korku endişe ve panik yaratacak şekilde kamu düzenine karşı kasten adam öldürme, adam kaldırma, yağma cürümlerini işlemek üzere oluşturulan silahlı çetenin yöneticiliğini yapmak'' suçundan İstanbul 6 Nolu DGM'nin kararıyla Türk Ceza Kanunu'nun ilgili maddeleri gereceğince 6 yıl ağır hapis cezasına çarptırılan ve bu cezası kesinleşen İbrahim Şahin, 2003 yılında Cumhurbaşkanı tarafından affedildi..

Polis muhbiri Erhan Tuncel cinayetin işleneceğini Trabzon İl Emniyet Müdürlüğü'ne bildirdi.. Bir kere değil, beş kere değil, tam 17 kere.. Trabzon İl Emniyet Müdürlüğü de cinayetten tam 11 ay önce İstanbul Emniyetini bilgilendirdi. Cinayetten 5 ay önce Yasin Hayal'in Hrant Dink'i öldürteceğini Jandarma İstihbarat da biliyordu. Ogün Samast Yasin Hayal'in suratına bağırdı: "Öldür dedin öldürdüm". Hayal ise planı Erhan Tuncel ile MİT mensubu İlhan Güler'in yaptığını söyledi. İstanbul emniyeti sahte rapor da hazırladı, Celalettin Cerrah vali, Muammer Güler milletvekili de oldu. TİB ses kayıtlarını son dakikaya kadar sakladı. Jandarma biliyordu, emniyet biliyordu, MİT biliyordu. Devlet haberdardı. Ogün Samast yalnız değildi. 16 Aralık 2011 tarihinde Özel Yetkili Mahkeme, Celalettin Cerrah'ın en başta söylediğine geldi "suç münferitti", "örgüt yoktu", Ogün Samast terör örgütüne üye olmak suçundan beraat etti.

Fethiye'de bir otelde çalışıyordu. 8 kişinin tecavüzüne uğradı. Dava açıldı, 8 kişi de beraat etti.

"Vatana zararlı çocuklar yok edilmeli" dedi, o da beraat etti.

2002 yılında Mardin’de 13 yaşında olan N.Ç, iki kadın tarafından para karşılığı erkeklere pazarlandı. Aralarında devlet memurlarının da bulunduğu 26 kişi N.Ç ile ilişkiye girdi. Olayın duyulması üzerine N.Ç ile ilişkiye girenler ve küçük kızı pazarlayan iki kadın hakkında dava açıldı. Mahkeme o tarihte 13 yaşında olan N.Ç'nin kendi rızasıyla fuhuş yaptığı ve psikolojisinin bozulmadığını söyledi. İyi hal indirimi uyguladı. Yargıtay da bu kararı onadı. 13 yaşında kıza tecavüz eden sanıklar, iyi halli sayıldı, 4 yıl ceza aldı..

Abdi İpekçi'yi katletti. 10 yıl hapis cezası aldı. İki ayrı gasp ve soygun suçlarından aldığı hapis cezaları da 7 yıl 2 aya indirildi. 2000 yılında Türkiye'ye geldi, 2010 yılında hapisten çıktı. Apar topar TRT'de canlı yayına katıldı. Çüşşş artık diyenlere programın sahibi Rıdvan Memi şöyle cevap verdi: "Mehmet Ali Ağca ile röportaj yapma şansı ele geçirip, bunu gerçekleştirmeyen biri gazeteciliği bıraksın limon satsın"

Dosyayı önce ÖYM'den aldılar, sonra savcı, "teşvik priminin kaydı bulunmadığı için kulübe bağlanamaz" dedi. Kulüp önce belgeleri sunacağını söyledi, sonra gazete küpürleri gönderdi, arkasından da "belge filan yok çünkü çok kez taşındık" diye açıklama yaptı. Adnan Polat "görevi kötüye kullanma" suçuyla yargılandı, ilk duruşmada, 30 dakika içerisinde beraat etti.

Almanya'da insanların dini duygularını suistimal ederek dolandırıcılık yaptığı gerekçesiyle örgüt üyeleri ceza aldı. Alman savcı esas failler Türkiye'de dedi. Adalet Bakanlığı 6 Ekim 2008 tarihinde dosyayı Almanya'dan istetti. Dosyanın tercümesine 24 Şubat 2009 tarihinde başlandı. 20 Mayıs 2009'da çeviri tamamlandı. 6 Temmuz 2011 tarihinde, yani çeviriden 2 yıl sonra, Zahid Akman tutuklandı. Ağustos ayında savcılar HSYK kararıyla görevden alındı. 21 Ekim 2011 tarihinde Zahid Akman tahliye edildi. İddianame yazıldı, mahkemeye sunuldu ama, bu sefer de mahkeme görevsizlik kararı verdi. Davaya kimin bakacağı hala bilinmiyor..

34 sanıklı Hizbullah Ana Davası 2010 yılında karara bağlandı. Diyarbakır 6’ncı Ağır Ceza Mahkemesi 198 silahlı eylem, yazar Konca Kuriş'in öldürülmesi de dahil çoğu domuz bağı ile işlenmiş 156 cinayet, 80 yaralama olayından sorumlu olan, aralarında örgütün askeri kanat sorumlusu Cemal Tutar ile şura üyesi Edip Gümüş’ünde bulunduğu 16 sanığı müebbet hapis cezasına çarptırdı. Sanıklardan biri cezaevinde yaşamını yitirdi, mahkeme, 11 sanığı, ‘terör örgütü üyeliği’ gerekçesiyle 1 ile 14 yıl arasında değişen hapis cezalarıyla cezalandırdı, 7 sanığı da tutuklu kaldıkları süreyi göz önüne alarak tahliye etti.

Sonra, 4 Ocak 2011 tarihinde Hizbullah terör örgütü üyesi olduğu gerekçesiyle tutuklu bulunan, aralarında örgütün askeri kanat sorumlusu Cemal Tutar ile şura üyesi Edip Gümüş’ün de bulunduğu 10 sanık Yargıtay kararıyla tahliye edildi.

Şike ve teşvik primi suçlarını işleyerek ekonomik çıkar elde etmek amacıyla suç örgütü kurmak suçuyla itham edildi.

Neden bu suçu işlesin?

Savcı diyor ki: "Aziz Yıldırım 2010-2011 yılı başında 3 yıl üstüste şampiyonluk sözü vermiş, ancak sezon içinde bu iş zora girince "örgütsel faaliyete başlamış"tır.

Yani sözünü tutmak için...

19 maçta şike ve teşvik primi yapıldığı söylendi, Emenike'nin bir türlü ortaya çıkmayan görüntülerinden, döner şikesine, şöbiyet şikesinden transfer şikesine akıl almaz suçlarla itham edildi.

Gözaltı görüntüleri montajlandı, silahlı görüntülerle birlikte piyasaya sunuldu, eşkal görüntüleri de medyaya sızdırıldı.

Bir Emniyet müdürü bir gazeteciye "hayatımın en iyi operasyonu" diye ballandıra ballandıra anlattı. Daha iddianame oluşmadan, polis fezlekeleri evine postalanan zat-ı muhterem de zaten hükmü koydu: bu soruşturma "sanat eseri bir soruşturma"ydı.

Tutukluluktan önce 8 ay, tutukluluk süresince 11 ay, toplamda 19 ay devam eden bir davada, 1 Lira finans açığı bulunamadı. Bir tane başka takım yöneticisi, futbolcusuyla şike / teşvik primi konuşması yok, hala çıkmadı.

64 bin 10 kelimeden oluşan bir savunma yaptı. Şike ve teşvik primi olduğu iddia edilen tüm maçlar için ayrı ayrı cevap verdi.

Dahası, davaya bakan mahkemenin davaya bakmaya yetkili olmadığı bile ortaya çıktı.

Davanın bilirkişisi hala yok, etik kurulu da Aziz Yıldırım'ın bir tane maçta bile şike / teşvik primi suçu içerisinde olmadığını söylüyor.

Bin operasyon yapan adam, 2 yıl ceza aldı. Adam kaçırma, adam öldürme, gasp, tehdit, görevi ihmal suçlarını işlemek için çete kuran 6 yıl. Savcılar Ogün Samast'ta örgüt bulamadı, 13 yaşındaki N.Ç para karşılığı erkeklere satıldı, savcılar onda da iyi hal buldu, 198 silahlı eylem, 156 domuz bağı cinayeti işlemekle suçlanan örgüt üyeleri çoktan tahliye edildi,

Aziz Yıldırım 11 aydır tutuklu, savcı 13 yıl 10 ay hapsini istiyor..

Bugün bu ülkede, operasyonu kimin yaptığını, şikenin ne olduğunu buz gibi görüyoruz.

Bugün bu zorba düzenin karşısında olmaktan hala gurur duyuyoruz..
Devamı ...

7 Haziran 2012

Fenerbahçe "Bir Yere Kadar" Fenerbahçelilerindir



"Devamı" butonuna basınca göreceğiniz yazıyı 24 Mart 2011 günü, "Bir Fenerbahçelinin Fikrî Faaliyetten İstifası" başlığıyla yazıp, kendi blog sayfamın faaliyetine son vermiştim.

Bir süre sonra kapılarını çaldığımda, sağ olsunlar, Papazın Çayırı beni misafirliğe kabul etti. 30 Mayıs 2011'de "Mazi Güzeldir" dedik ve başladık. Mazide kalsaymışız, iyiymiş, onu anladık.

"Süreç" kelimesinden nefret ettiren 3 Temmuz sonrası yaşananlar, hamasetle ve bomboş "Hep Destek Tam Destek" sloganıyla yaratılan o kurumsallığın, devasa III. Reich binaları gibi yıkılmasını izletti bize. Sürecin tek temizi, tek omurga sahibi ve tek savaşanı taraftar oldu.

Kitleleri meydana yönlendirip "Aman aman vazgeçtik" diyen "taraftarın yeni kalesi" internet siteleri gördük.

Twitter'da yazdıklarıyla, Dünya'nın bütün ezilenleri kendisine yüz sürüyormuş gibi davranıp, politikacılarla karşı karşıya gelince "Süreç hassas. Aman siyasilere sert çıkmayın" diyen, serserisevmez yeni nesil tribüncü gazetecileri gördük.

Maçlarda sete çıkıp, her fotoğraf karesine boyun uzatan saçı sakalı ağarmış, anlı şanlı tribün aaaaabilerinin (!) hastane bahçelerinden (Şener Şen'in filmde yaptığı gibi) topuğu kıçına vura vura kaçtığını gördük.

Gördük Allah gördük... Hepsinin raconu yerin dibine batsın. Ama batmaz. Batan yine biz olalım.

Kendi blogumda yazmayı bitirmemin sebebi Aydın Kirman'a dair bir haberdi. Blog aleminden komple çekilmemi sağlayan da yine böylesi bir şey oluyor. Tanıştığımdan beri Fenerbahçeliliğine ve tribüncülüğüne gıpta ettiğim bir kardeşimin, Fenerium'a dair haberinin ardından yaşananlar ve öğrendiklerimiz bana "Fenerbahçe, sadece bir yere kadar Fenerbahçelilerindir" dedirtti.

Devam'daki yazının sondan bir önceki paragrafı, bu blog için bir geçerlilik taşımıyor tabii ki. Zira Papazın Çayırı, Fenerbahçe Blogları Aleminin görüp, göreceği en sağlam blog oldu, oluyor, olacak... Sadece idare-i maslahatın cirit attığı bir ortamda, ben kendimde dik durma edebiyatı parçalayacak kalem kuvvetini bulamıyorum.

"Türkiye'de bir iş yapılmayacaksa komisyona havale edilir" gerçeği yüz küsur yıldır ortada dururken, bu şekilde iş görmeye çalışanlara, asıllar dururken fasonlara kızanlara tahammül çağı geldi, geçti. Sokaklarda ve meydanlarda görüşürüz. Eyvallah ağalar :)



BİR FENERBAHÇELİNİN FİKRÎ FAALİYETTEN İSTİFASI

Fenerbahçe'de Semih Bayülken'e ve gruplara kızılırken en çok kullanılan argümanlardan bir tanesi "Fenerbahçeli olmayanların kulübe üye olmasını sağlayarak, oy manipülasyonu yapmaları" idi.

Yıllar geçti.

Günlerden bir gün, Fatih Sultan Aziz Yıldırım, grup tekfurlarının duvarlarla çevrili şehrine girip, surlara "$ ve €" işaretli bayrağı dikerek, develerin tellal, pirelerin berber olduğu grupçuluk çağını sona erdirdi ve hep beraber anlı şanlı "kurumsallık" çağına geçtik.

Lisanslı ürün almayanların sahte Fenerbahçeli sayıldığı, haftada bir kez Fenerium'dan alışveriş yapmayanların hor görüldüğü, "Taraftar Kart" denen plastiğin bir nevi "Sevda ölçer" halini aldığı günler yaşadık.

Bilet fiyatları, öğrencileri ve halkın dörtte üçünü oluşturan alt gelirli insanları Fenerbahçe'den uzağa itti.

Turist Ömer'in görüldüğü takdirde yaka paça dışarı atılacağı bir stadyum sahibi olduk.

Kaymakam Cafer'in kapı şekli geçmişte kaldı.

Hababam Sınıfı'nın yerini zengin çocukları aldı.

Hepsinin şahikası, Galatasaraylı insanların kulüpte cirit atmaya başlamasıydı.

Fenerbahçeli kıtlığına kıran girmiş gibi, kurum yöneticileri ve idari personel, Galatasaraylılardan seçildi.

İçeriden bilgi ve görüntü sızdırmaların bu insanlar kaynaklı olduğu öğrenildikten sonra bile zihniyet değişmedi.

Şahikalar üstünde meydan okuyan bir avuç er vardı. Fakat "yaklaşacak düşmana mezar olur bu yerler" konusunda da sıkıntı vardı.

Olmadı. Bilet fiyatları, halktan uzaklaşma ve diğer konularda fikir ve eylem olarak çarpışan bir kaç avuç insanın gücü düzeni sarsmayı başardı ama değiştirmeye yetmedi.

Ve nihayet bugün Fenerbahçe resmi sitesinde bir haber...

Bugün Hürriyet Gazetesi’nde Ferudun Niğdelioğlu imzası ile yayınlanan bir haberde Fenerium Genel Müdürü Sayın Aydın Kirman’ın kulübümüze üyelik başvurusunun Başkanımız Sayın Aziz Yıldırım’ın itirazı sonucu reddedildiği iddia edilmektedir. Habere göre Başkanımız Sayın Aziz Yıldırım Sayın Kirman’ın Galatasaraylı olduğu gerekçesi ile başvurusunu kabul etmemiştir. Söz konusu iddia baştan aşağı uydurma bir senaryodur.
"Sayın Kirman’ın kulüp üyeliği için yaptığı başvuru 07.02.2011 tarihli yönetim kurulu kararı ile onaylanmıştır. Ancak o tarihten bugüne üyeliğin başlaması için yerine getirilmesi gereken prosedürler Sayın Kirman tarafından tamamlanmadığı için üyeliği resmiyet kazanmamıştır. Hal böyle iken Hürriyet Gazetesi’nde yazanların tamamının yalan yanlış bir senaryo olduğunun bilinmesi gerektiğini önemle duyururuz.

Şu açıklamayı yapan, içine sindirebilen, hoş görebilen, "Fenerbahçe'de Galatasaraylı üye olabilir yahu. Ne olacak ki" diyebilen herkesle ayrı Fenerbahçelerin insanıyız.

Bir branşta değil, dokuz branşta, birer şampiyonluk değil, isterse biner şampiyonluk olsun, ben bu düşünce tarzını kabul etmedim, etmeyeceğim.

Bu zihniyete omuz vermedim, vermeyeceğim.

Büyük bir çoğunluğun, "Fenerbahçe Sevgisi" adı altında ses çıkarmadığı onlarca çakallık ve haksızlık ortada dururken; en aşağılık muamelede, en hain zorlamada bile yönetimin istediklerini paşa paşa yapıp, bunu "Fedakarlık" olarak lanse etmek yerine, dik duruş sahibi olmayı ya da illa ki dış etkenler yüzünden bel doğrulamıyorsa çekip gitmeyi düşünmemek...

Hayır, bu fedakarlık değil. Büsbütün kendini kandırmak.

Bu yüzden artık fazladan fikir mücadelesine gerek yok. Söylenebilecek her şey söylendi.

Hakimiyetin kayıtsız şartsız "umursamazların" olduğu bir Fenerbahçe'de, hayatını ve kalbini maneviyat duvarına yaslamış bizim gibi "istemezlerin" yeri yok.

O açıklamada yer bulan anlayışa müsamahakar bakan veya gerekli mücadeleyi yapamadığı halde ortalarda gezen herkes, işlenen günaha ortaktır.

Başkasını bilemem fakat ben ahir zaman ümmetinin bir ferdi olarak, uhrevi olsun, beşeri olsun, bünyede yeterince günah biriktirdiğimi sanıyorum. Daha fazlasına gerek yok.

Gün gelir, devran dönerse başka yerlerde, başka zamanlarda Fenerbahçe üzerine fikir tartışılır. Lakin hal yukarıdaki gibi olunca, zaman zaman kendi özelimizin de yer aldığı, fakat genelde Fenerbahçelilik temelinde yazıların paylaşıldığı bu blogun bir manası kalmıyor. Vitrin, yani eski yazılar olduğu gibi duracak ama dükkanı kapatıyorum.

En sona da bu yazıyı koyalım arşivden. Biz gücümüz yettiğince bağırdık ama cephe düştü. Eyvallah!

Halkın Takımı Üzerine Çirkin Bir Yazı

Devamı ...

5 Haziran 2012

Tahkim Kurulu Kararı: Eyyam ve Tren


Önce her şeyi bir temize çekmek lazım. Ortada bir tahkim kurulu kararı var. Anayasanın ilgili hükmü gereği bu kararın daha üst bir temyiz mercii yok. Yani karar kesin. Kararı veren otorite, futbol konusunda "uzman" sıfatına sahip. Bu sıfatın hakkını verip vermediği bir yana, bizzatihi "otorite" olması sebebiyle bundan sonra mahkeme sürecini de doğrudan etkileyecek. Nitekim 16. Ağır ceza mahkemesi'nde görülen davanın hali hazırda başka bir bilirkişisi de bulunmuyor. En başından beri söylediğimiz gibi, TFF'nin spor yargılamasında vereceği hüküm ceza yargılamasını da etkileme gücüne sahip. (bkz: hukuku filan boşverelim peki ya sonra?)

Dolayısıyla bugün Tahkim kurulunun verdiği kararla kesinleşen karar, nihayetinde 16. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen davanın da sonucunu belirleyecek.

Bu kapsamda bakarsak, karar diyor ki:

İlhan Yüksel Ekşioğlu, Şekip Mosturoğlu, Cemil Turhan Gençlerbirliği - Fenerbahçe, Eskişehirspor - Trabzonspor ve Fenerbahçe - Ankaragücü maçlarında müsabaka sonucunu etkilemeye teşebbüs etmiştir. Yine aynı karara göre kendilerine 1 yıl ile 3 yıl arasında değişen sürelerde hak mahrumiyeti cezası verilmekte.

Bu ne anlama geliyor?

1- Tahkim kuruluna göre şike ve teşvik primi suçu teşebbüs aşamasında kalmış. Dolayısıyla hayata geçmemiş. Yani şike ve teşvik primi suçu işlenmemiş.

Bunu nasıl izah edecekler bilemiyorum ama, bu suçun "teşebbüs" aşamasında kalması için müsabaka sonucunu etkilemeye yönelik bir teklif olması ve bu teklifin semeresiz kalması yani kabul edilmemesi gerekiyor. Merakla tahkim kurulunun "teklif" olarak neyi sunacağını bekliyoruz. Müsabaka sonucunu etkilemeye yönelik "girişim" nedir ve bu neden "teşebbüs" aşamasında kalmıştır bunları gerekçeli kararda ortaya koymak zorundalar.

2- Aziz Yıldırım bütünüyle temiz.

Tahkim Kurulu raporuna göre Aziz Yıldırım suçsuz. Şike ve teşvik primi suçu işlemediği gibi, bu suça teşebbüs dahi etmemiş.

3- Fenerbahçe temiz, Küme düşme, puan silme, kulüp binasını yakma yok

Raporda Fenerbahçe Spor Kulübünü bağlayacak bir isnad veya bir ceza yok. Yani bu kararı esas alırsak, Fenerbahçe'nin temiz olduğunu, yukarıda yer verilen yöneticilerin münferit olarak müsabaka sonucunu etkilemek için girişimde bulunduğunu kabul etmek zorundayız. Zira eğer Aziz Yıldırım bu teşebbüsün emrini veriyor olsaydı onun ve elbette Fenerbahçe'nin de ceza alması gerekirdi. Kararda böyle tek bir ifade yok.

4- 2010 - 2011 Sezonu Şampiyonu Fenerbahçe

Sadri Şener "kupamı verin" demekte haklı, zira 3 yöneticisi "müsabaka sonucunu etkilemeye münferit olarak teşebbüs eden" Fenerbahçe "temiz" olduğu ve herhangi bir ceza almadığı için 2010 - 2011 sezonunun resmi şampiyonu da Fenerbahçe.

Şimdi bu karara bakarak bir zafer heyecanı ile gözleri dolan fanatik Galatasaraylı ve Trabzonsporlu arkadaşları toptan kutlamak gerekiyor. Karara göre şike yok, teşvik primi yok, teşebbüsler münferit, olay sahaya yansımamış, Fenerbahçe hala süper ligde ve 2010- 2011 sezonu lig şampiyonu. Artık sevinçten kendilerini kaybedip zafer turuna çıkabilirler.

5- Tahkim Kurulu Kararına göre Savcı'nın iddialarının altı boş

Kararın savcı açısından da çok ciddi sorunları var.

Nasıl? Çok basit, 6 Temmuz 2011 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğü 19 maçta şike ve teşvik primi suçu tespit ettiklerini açıkladı. Tahkim kurulu diyor ki hiçbir maçta şike ve teşvik primi yok, 3 maçta münferit yöneticilerin teşebbüsü var.

İddianameye göre Aziz Yıldırım şike ve teşvik primi yoluyla müsabaka sonucunu etkileyerek ekonomik çıkar sağlamak amacında bir örgüt kurmuştu, örgüt yöneticileri ve üyeleri eliyle de 13 maçta şike ve teşvik primi suçunu işlemişti. Bugün tahkim kuruluna göre örgüt yok, fiiller münferit ve zaten suç da yok, münferit teşebbüsler var.

Dolayısıyla TFF Tahkim kurulunun tam bağımsız, hukuki bir otorite olduğuna inanan kişinin aynı anda savcının da "sanat eseri bir soruşturma" sonucunda şike ve teşvik primi suçlarını açığa çıkarttığını söylemesi mümkün değil. Birinden biri aynı anda makul olamaz.

Diğer yandan, şunu söyleyebiliriz, bugün 16. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen davada, bilirkişi yok. Ortada uzman görüşü olabilecek tek somut karar da örgütlü bir suç işlenmediğini ve Aziz Yıldırım'ın temiz olduğunu söylüyor. Dolayısıyla 6222 sayılı kanun anlamında, davaya bakmaya yetkili olmayan yine de davaya bakmakta ısrar eden mahkeme en azından bu kararı dikkate almak zorunda. Bunun iki sonucu var, savcının o iddianamesinin altı büsbütün boş, Aziz Yıldırım'ın beraat etmesi gerekir, Şekip Mosturoğlu ile İlhan Ekşioğlu için ise "suç teşebbüste" kaldığı için savcının "suç işlendiği" yönündeki iddiaların reddi ile teşebbüs bakımından ceza verilmesi icap eder. O cezalar da muhtemelen infaz hükümleri gereği bu zamana kadar tutuklu geçen süreye eşit olacağı için onlar da 25 Haziran'da başlayacak duruşmalar sonucunda tahliye edilecektir.

Üstelik, bu yöneticiler 1 veya 3 yıl arasında hak mahrumiyeti cezası aldıkları ve geçen sene fiilen yöneticilik yapamadıkları için UEFA açısından da Fenerbahçe'yi bağlayacak bir şey yok. İddia edilen suç bir önceki seneye ait olduğu ve bütünüyle yerel düzeyde kaldığı için UEFA, Şampiyonlar Ligi tüzüğünün 2.05 maddesinde belirtilen idari tedbiri uygulamama hakkına da sahip. Yani? Bitti gitti. Hukukun parlaklığı önünde artık eğilip, zafer turunuza bir katmer daha verebilirsiniz.

Fenerbahçeliler neden sevinmiyor?

Verebilirsiniz de Fenerbahçeliler mutsuz. Mutsuz çünkü bu karar hukuki değil, siyasi. Bu karar bir eyyam kararı. Fenerbahçe normalde tamamen temizdir, bütünüyle beraat etmeli. Buna karşın bugün Fenerbahçe teşebbüs aşamasında dahi olsa bir şike kararının acısını yaşıyor.

58. maddenin değişmesi TFF'nin bir eyyam kararı vermesinin de temel zemini oldu. Nedir bu zemin? Eldeki delillerde 6222 sayılı kanun manasında bir suçu ispatlayacak mesnete sahip tek bir delil bile yok. İki kişinin aralarında yaptıkları ezoterik konuşmalar şike ve teşvik primi suçunun veya bu suça teşebbüsün delili ise, farz-ı misal Sivas'a demir ve balık gönderen Trabzonspor'un da ceza alması gerekirdi. Halbuki böyle bir ceza yok.

Daha net ifade edersem, hukukun genellik ve eşitlik ilkeleri bu karar ile çiğnenmiş durumda. Aynı durumda, emsal fiilleri yapan iki kişiye farklı ceza verilmekte. Biri beraat etmekte diğeriyse cezalandırılmakta. Dolayısıyla karar hukuki değil.

Peki bu kararı TFF Tahkim Kurulu nasıl verdi? Çok net bir şekilde üzerindeki üçlü baskı mekanizması ile verdi. Belli kulüpler sürecin başından beri "suçun işlenip işlenmediğini" değil "Fenerbahçe'nin hangi cezayı alacağını" tartışıyor. Yani bu kulüpler için yargı sürecinin ilk aşaması daha 3 Temmuz günü bitti. Suç vardı, kesindi, tartışılmazdı. Dolayısıyla suçun unsurları, suçun gerçekten olup olmadığı aşamasına bir türlü geçemedik. Bu aşamaya geçemediğimiz için de muhataplarla adil yargılanma, masumiyet karinesi gibi ilkeler üzerinden ortak bir tartışma zemini geliştiremedik. Bu adamlar başından beri sadece cezanın miktarı üzerinde tartıştılar. TFF kendi üstünde kurulan bu baskıyı 58. madde değişikliğinin yarattığı alanda bir şekilde def etti. Hem onları güya "tatmin" edecek bir şekilde Fenerbahçe'nin "suç işlediği" imasını taşıyan bir karar verdi, ama "ceza" vermedi. Neden?

Çünkü siyasi otorite de Fenerbahçe'nin ceza alması sonucunda Fenerbahçe kitlesinin kendisine yönelteceği faturaları ödemek istemiyor. Siyasi otorite aynı zamanda Fenerbahçe'nin bütünüyle aklanarak GS, TS ve diğer başka taraftar gruplarından kaynaklanacak herhangi bir siyasi maliyeti de göğüslemek istemiyor. Kısaca söylersek, siyasi otorite yani hükümet bu dava yüzünden 1 tane oy kaybetmek, karşısında da toplumsal bir muhalefet görmek istemiyor. Dolayısıyla siyasi otorite için en uygun çözüm herkesin öyle veya böyle susacağı, kimsenin aktive olmayacağı, Fenerbahçe'nin suçlandığı ancak ceza almadığı bir ara formül. Bu formül hayata geçsin diye 58. madde değiştirildi, "kişilerin işledikleri suçlar kulüpleri bağlamaz" gibi hukuk garabeti bir mantık kuruldu, TFF yönetimine gelsin diye Yıldırım Demirören desteklendi ve sonuç ortaya çıktı.

Cemaat ile hükümet arasındaki ayrım da buradan kaynaklanıyor. Cemaat sürecin en başından beri aktif. 6222 Sayılı Kanun değişirken de bunu açıkça ortaya koydular. Ne diyorlardı? Bu kanunda değişiklik yapılması cemaat tarafından önemsenen başka bazı davaları da etkiler, lafıyla Ergenekon ve Balyoz davalarına da sirayet eder. Ne olacak? Bu davaya dokunulmaması lazım. Hatta muhatap ağır bir ceza almalı ki, diğer davalar için de emsal oluştursun. Yani cemaat şu gücü göstermek istedi, toplumsal muhalefet ne kadar büyük olursa olsun, muhatap cezayla karşılaşır. Neden? Çünkü cemaatin egemenlik merkezinin (yargı - emniyet) otoritesi ve operasyon kabiliyeti bununla sınırlı. Meşruiyet kılıfındaki cebri şiddet eliyle gazetecilerden öğrencilere kadar geniş bir toplumsal muhalefet alanı baskı altına alınırken, Fenerbahçe'nin yarattığı ters dalga ile bu dalgayı kırması, diğer herkesi de motive edecek, toplumsal kanalları açacaktı. Tersi de doğru, Fenerbahçe'yi bile ötekileştirerek yok edebilecek bir güç merkezi, herkesin pasifize olmasına da neden olabilir. İş uzayınca ve siyasi maliyet artınca, bu bedeli ödeyecek olan siyasi otorite masadan farklı bir biçimde kalkmak istedi. Çatışma burada yaşandı, MİT davasında devam etti, şimdilik geleceği de belirsiz.

Bu üç baskı grubu altında kalan TFF'ye dördüncü bir baskı da Fenerbahçe camiasından geldi. Fenerbahçe'ye yüksek bir ceza verip Trabzonspor ve Beşiktaş'a hiçbir ceza vermemek de malum hayvana su kaçırmak olacağı için, öncelikli olarak "diğer bütün kulüpler", Göksel Gümüşdağ'ın veciz -ama unutulan- ifadesiyle kurtarıldı, siyasi otoriteyi tatmin edecek bir "karar" alındı, Mehmet Baransu'nun küplere binmesinden anladığımız kadarıyla da bu karar cemaati tatmin etmedi.

Yani, ortada son derece siyasi bir dava var. Bu davaya bakanlar bağımsız, tarafsız otoriteler değiller ve öncelikleri de hukuk değil. Dolayısıyla çıkan sonuç da hukuki olmuyor, hukuki olmadığı için de adil olmuyor, adil olmadığı için haklı olmuyor, haklı olmadığından da Fenerbahçe'ye yapılan zulüm oluyor. Bu yüzden mutsuzuz.

Peki ileride ne olacak?

TFF kararı iktidar bloğunun tamamını tatmin etmediği için, 25 Haziran'da başlayacak duruşmada esas sorunu göreceğiz.

Mahkemeye katılan avukatlardan gelen bilgilere ve basına yansıyan açıklamalara göre mahkeme heyeti "hızlı" bir karar verip bu davayı adli tatilden önce bitirmek istiyor. Bu yüzden büyük ihtimalle soruşturmanın derinleştirilmesine yönelik talepleri reddedecek. Yine mahkeme, muhtemelen Aziz Yıldırım, İlhan Ekşioğlu, Şekip Mosturoğlu ve Cemil Turhan'a bazı cezalar verecek. Aziz Yıldırım'ın cezası infaz hükümlerine göre ayarlanıp, yattığı süreye sayılabilir. Dolayısıyla bir dahaki duruşmada Aziz Yıldırım çıkabilir veya çok az bir süre daha yatarak infazını tamamlayıp tahliye edilebilir.

Neden?

1- Hukuki hiçbir sebebi yok. Hukuken eldeki deliller herhangi bir ceza vermeye müsait değil. Hala 6222 sayılı kanun anlamında objektif olarak suçun unsurlarını kanıtlayan hiçbir fiziki, maddi delil yok. Tek bir anlaşma konuşması yok. Tek bir teklif ve kabul yok. Hiçbir şey yok. Ama bu dava hukuki değil siyasi.. Dolayısıyla siyasi sebeplerle bu karar verilmek zorunda.

2- Siyasi olarak bu karar verilmek zorunda çünkü, 8 aylık "sanat eseri bir soruşturma" yürüten, iktidarın güç çekirdeği emniyet güçlerinin bütünüyle delilsiz, bulgusuz insanları tutukladığı mahkemenin beraat kararı ile apaçık ortaya çıkar. Güç çekirdeğinin meşruiyeti ciddi darbe alır. Buna izin veremezler.

3- Böyle bir karar verilmek zorunda çünkü, 3 Temmuz'dan bugüne kadar geçen 11 ay süresince savcılar, her tür delile ve ortaya konan somut bulguya rağmen iddianame ilk açıklandığında ne talep ettilerse onu talep etmeye devam ettiler. Sadece ceza süresi 6222 sayılı kanundaki değişiklik sebebiyle yeniden hesaplandı. Yani savcılar için bu dava bir onur meselesi. Hakim otoritenin beraat kararı, savcıların tamamen bomboş, hiçbir delile dayanmayan bir davayla 11 ay boyunca, Türkiye'nin en çok izlenen davasını yürütüp sonra da başarısız olduklarını cümle aleme gösterir. Yanisi? güç çekirdeğinin dinamosu olan savcıların bu şekilde perişan olmasına hakim otorite izin veremez.

4- Siyasi otorite açısından bu karar verilmek zorunda çünkü Aziz Yıldırım 11 aylık savunma süresi boyunca siyasi otoritenin kurduğu hakim dilin tamamen karşısında, alternatif bir dille cevap verdi. Cumhuriyet değerlerinden, biber gazı yiyen öğrencilere kadar giden, özel yetkili mahkemelerdeki davaların siyasi olduğunu ortaya koyan, davanın hukuki değil de siyasi bir süreçte yürüdüğünü gösteren bu alternatif dil, hakim siyasi otoritenin siyasi söylem hakimiyetini de kırdı. Aziz Yıldırım alenen bu otoritenin ideolojisiyle mücadele etti. Hiçbir yara bere almadan salıverilerek kazanmasını, yani kendilerinin kaybetmesini yine pratik siyasi sebeplerle istemezler.

O halde, bütün Fenerbahçe'liler 25 hazıranda başlayacak duruşmalar sonunda gelecek karara hazır olsunlar. Tünelin sonuna geldik ve karşımızdaki ışık tünelin sonundaki ışık değil, üstümüze gelmekte olan yük treninin farları.

Yine bu okumayla UEFA açısından ne beklemek gerekir?

Tek bir şey, UEFA temelde TFF tarafından bilgilendiriliyor. TFF ve UEFA'ya bilgi veren lobiler hangi bilgileri vermiş ise o bilgiler ışığında bir karar çıkacak. Bir başka deyişle, UEFA'nın "TFF'nin siyasal bir karar aldığı, esasında alması gereken kararları almadığı, özerk yapısını kaybettiği bu sebeple 5 sene cezalandırılacağı" senaryosu gerçekçi değil. Platini'nin doğrudan siyasi otoriteyi karşısına almayacağını, her halükarda siyasi otoriteyle çatışma içerisine girmemek isteyeceğini biliyoruz. Hep böyle oldu. Dolayısıyla Türkiye'ye ceza meza gelmeyecek. Galatasaray açısından müjde varsa burada, Galatasaray Şampiyonlar Ligi'ne katılma hakkını Türkiye'ye verilecek bir ceza nedeniyle kaybetmeyecek. Finansal durumları açısından yaşadıkları sorunlar nedeniyle bir men cezası gelirse, onu da kendileri halletmek zorunda.

Trabzonspor ve Beşiktaş'a şike girişimleri sebebiyle bir ceza verilmeyecek. Tahkim kurulu o işi temizledi. Beşiktaş'ın şu an tek sorunu finansal sorunları.

Fenerbahçe ise, çok büyük ihtimalle 2.05 çerçevesinde bir idari tedbir cezası alacak. Cezanın gerekçesi de bazı yöneticilerin müsabaka sonucunu etkileme fiilerine teşebbüs etmesi olacak. Bu yöneticiler en aşağı 1 yıl hak mahrumiyeti cezası aldığı için Fenerbahçe gelecek sene Şampiyonlar Ligi'ne katılacak. Disiplin soruşturması yönündense büyük ihtimalle gene, geçene sene Şampiyonlar Ligi'ne katılmadığı için UEFA'nın yalan beyana dayalı bir disiplin soruşturması ihtimali bulunmuyor.

Gerçi bu konuda, TFF'nin bazı girişimlerde bulunması, nasılsa o yöneticilerin 2011 - 2012 sezonunda fiilen yöneticilik yapmadığı, yine 2011 - 2012 sezonuyla ilgili herhangi bir iddia bulunmadığı, Fenerbahçe'nin bir önceki sezon Şampiyonlar Ligi'ne katılmayarak zaten gerekeni yaptığı, dolayısıyla bu sezon katılması önünde bir engel olmadığına yönelik bir bilgilendirmede bulunduğu ihtimali de var. O ihtimal doğruysa, UEFA Fenerbahçe'nin Şampiyonlar Ligi'ne katılmasına onay verebilir.

Peki şimdi ne oldu?

Şimdi olan şu,

sürecin bütünüyle hukuk kuralları içerisinde yürüdüğü, cemaat ve siyasetin müdahale ettiği senaryolarının komplo teorisi olduğunu ifade edip, bunu da Mehmet Baransu, Ekrem Dumanlı, Türkçe olimpiyatları esnasında yapılan açıklamalar çerçevesinde izah edenler, bu kararı bir izah etmek zorundalar. Eğer 2 temmuz 2011 günü Başbakan'ın müsaadesiyle başlayan, "sivasspor maçını kazanmasalardı operasyona başlamayacaktık" diyen savcılar eliyle yürütülen, emniyette alınan ifade tutanaklarının bile belli medya merkezlerine sızdırıldığı, bu sızdırmalara karşı ne İçişleri Bakanlığı'nın ne Adalet Bakanlığı'nın 11 ay boyunca kılını kıpırdatmadığı, 6222 sayılı yasanın siyaset açısından en elverişli şekilde değiştirildiği, bu değişim sırasında belli merkezlere bağlı medya organlarında o zamana kadar eşi benzeri görülmemiş bir muhalefetin yapıldığı, davaya bakma yetkisi olmayan bir mahkeme tarafından görülen bir dava siyasi değilse, bu karar ne? Bu tahkim kurulu kararını nasıl yorumluyorlar? İstedikleri oldu mu? Mutlular mı? Hukukun zaferi karşısında ceketlerini iliklediler mi?

Bir başka açıdan, eğer bu dava siyasi ise ve gerçekten eldeki verilerden Fenerbahçe'nin şike yaptığına inanıyorlarsa, Fenerbahçe'nin hiçbir ceza almamasını içine sindirebiliyorlar mı? Doğrudan Trabzonsporlulara sormak istiyorum, bu işin üstü kapatıldı, rahat mısınız?

Şayet bu karar ve devamında gelecek olan kararlar hukuki değil de siyasi ise, siyasi amaçlarla başlayan, gene siyasi egemen güçler tarafından yürütülen, adil yargılanma hakkının sistematik bir şekilde ihlal edildi, bağımsızlığı ve tarafsızlığı kuşku altındaki ÖYM'ler ve TFF organları tarafından yürütülen bu davada "şike" nerede be kardeşim? Bundan büyük şike mi olur? Siyasetin yaptığı şikeye karşı bu kadar suskun olmayı nasıl izah edeceğiz? Veya başka bir açıdan sorayım, "bu adamler kesin şike yapmıştır"dan daha ciddi bir delil olmadan insanların özgürlüğünden mahrum kalmasına seyirci kalmak ahlakın neresiyle bağdaşıyor?

1984'te güzel bir hikaye var. Winston Smith, proleter bölgeye gittiği zaman, iki yüz üç yüz kadının tava, tencere almak için toplandığını görür,

"hepsi de eğri büğrü eften püften şeylerdi, ama tencere tava gibi şeyleri bulmak hiç de kolay değildi. Tavalar göz açıp kapayıncaya kadar satılmış, tek bir tava bile kalmamıştı. Birer tava kapmayı başaran kadınlar ötekilerin itip kakmaları arasında kendilerine yol açmaya çabalarken, bir sürü kadın da tezgahın çevresine toplanmış, satıcıyı öbürlerini kayırmakla, tavaların bir bölümünü saklamakla suçluyordu. O sırada yeni bir cayırtı kopmmuştu. İki kızgın kadın, birinin saçları darmadağın aynı tavaya yapışmış, birbirinden çekip almaya çalışıyordu. Bir süre çekiştirip durmuşlar, sonunda tavanın sapı birinin elinde kalmıştı. Winston iğrenerek bakmıştı onlara.. Oysa çok kısa bi süre önce yalnızca birkaç yüz gırtlaktan yükselen çığlıkta yüreklere korku salan bir güç yatıyordu! Neden gerçekten önemli sorunlar söz konusu olduğunda böyle haykırmıyorlardı ki?"

karaborsada bir tencere satıcısının yaptığı bu belli belirsiz haksızlığa karşı bireysel olarak bu kadar öfke kusanlar, kendilerini tencerelerden mahrum bırakan, hiçbir zaman yeterli tencereye vermeyen, özgürlüklerini alan, çocuklarının ölmesine neden olan sisteme karşı neden bu kadar suskunlar? Bir araya gelseler..

Öyle olmuyor... Bu tencere tava işinde haksızlık yapıldı iddiası üzerinden heyecanla nutuklar atmak, o kadının elindeki tavanın gittiğini görmek, o tavaya sahip olmak daha kolay, daha acil, daha tatmin edici.

O kadar ki, ceza infaz kurumundaki Aziz Yıldırım'ın TFF kararlarını belirlediğini, Fenerbahçe taraftarının toptan manyak olduğunu, Fenerbahçe Cumhuriyeti ceza almasın diye her şeyi yapmaya hazır olduğunu, siyasi otoritenin bundan korktuğunu, zaten Tayyip Erdoğan'ın da Fenerbahçeli olduğunu, bütün dünyanın ve evrendeki herkesin suçlu Fenerbahçe'yi kurtarmak için elinden geleni yaptığını, medyanın da buna göz yumduğunu, ancak Allah'a şükür UEFA diye bir kurum olduğunu, Aziz Yıldırım ve Fenerbahçe'nin uşağı olmuş bu düzene karşı gereken tokadın Cenevre'den geleceğini düşünmek, bu komplo teorisine inanmak bile daha kolay. Tava bir kere eline geçerse, artık eve götürecek bir tavan var demektir.

Bazen kendimi, Airstrip 1, Londra'da gibi hissediyorum. Sene 1984 ve şubat ayındayız....
Devamı ...