Bir 'güzel' transfer
Not: Papazın Çayırı bu yazının ‘seksi fotoğrafları için tıklayın’ şeklinde bir link içermediğini özellikle belirtir.
Bir... İlkokul dört ya da beşinci sınıf. Akçakoca. Yaşıtlarımızın bir çoğundan daha şanslıyız. Voleybol takımımız, her hafta cumartesi günü antrenmanımız var. Sonra yavaş yavaş benim tarafıma yuvarlanan bir top, kafamda uydurduğum kale ve ceza alanına doğru sağ ayak içiyle yaptığım gelmiş geçmiş en iyi orta var.
Freud abi haklı sanırım. Yoksa kadın güzelliğini ellerden başlatan birine ‘parlatıcı veya french olabilir ama ojenin her türlüsüne karşıyım’ dedirten, ‘defol git!..’ i koskoca salonda yankılanan kadının soyunma odasının yolunu işaret eden pembe ojeli elleri değilse nedir?
İki... Dejavu: A takımının oyuncusu servis kullanır, B takımından bir oyuncu karşılar, ikinci oyuncu topu filenin üzerine kaldırır, üçüncü oyuncu topa hayvanlar gibi abanır. Servis B takımına geçer. B takımının oyuncusu servis kullanır, A takımının bir oyuncusu karşılar.... Ne biçim spor bu. Baştan ayağa dejavu hissi.
Üç.... Erkekler denize şortla giriyor kadınlar bikiniyle. Voleybol da aynı. Erkekler şortla kızlar mayo ya da taytla. Şikayetçi değilim. Hem de hiç.
Dört.. - Abi niye sayı oldu bu? Servis geçmesi gerekmiyor muydu?
- Kurallar değişti artık. Topu her kazandığında sayı da kazanıyorsun. Setler yirmi beş sayı üzerinden oynanıyor. Eğer beşinci sete uzarsa final seti on beş sayı üzerinden.
- Sağol abi. Yengeye hürmetler.
Beş... Dikkat ettim de siz konuşurken hep ‘veleybol’ diyorsunuz. Oysa öyle bir şey yok. Voleybol... Voleybol...Voleybol...
Tıpkı Atilla Atalay’ ın dediği gibi insan hiç olmazsa bazı şeyleri değiştirebiliyor hayata dair, kendine dair.
Altı.. “Seda Tokatlıoğlu’ nu tanıyorum elbette. Biz deli gibi antrenmanlar yaparken, bir kenarda oturan küçük bir kızdı. Ben bir süre sonra derslerdi, üniversite sınavıydı derken bıraktım voleybolu. Şimdi sözde ülkenin en önemli bakanlıklarından birinde kimsenin ciddiye almadığı projeler hazırlıyor, üç beş kişinin katıldığı katılanların da uyuklayarak dinlediği sunumlar yapıyorum. Ama kız Fenerbahçe’ nin ve Milli Takım’ ın değişmezi oldu. Ne diyeyim helal olsun kıza.”
Yedi.. Dayımlar. Misafirlik. Gece yarısından doğru yorgun olduğumu söyledikten sonra kuzenin misafire tahsis edilmiş odasına gidiyorum. Uykum gelsin diye elimde kumanda televizyonun karşısında beklemeler. Belki bir sanat filmi.
En sonunda belki sürmekte olan olimpiyatların gün özetine rastlarım diye TRT3 ü açtım.
Maçı izlemeye başladığımda durum 2-0 Çin lehineydi. Ve setleri açık farkla kazanmışlardı. Üçüncü set ise 15-11 yine Çin lehine idi. Neyse diyerek izlemeye başladığımda bunun kırılma noktası olacağını düşünmemiştim ve hatta ikisi de voleybolun iyilerinden olmasına rağmen böylesi bir maçı neden tekrar ederler diye TRT nin hiç iş bilmez tayfasına giydirdim bile. Tam o sırada Kübalı iki numaralı voleybolcu Santos üst üste tam sekiz sayı kazandırdı takımına. İlk önce o seti ardından geriye kalan setleri kazandılar.
Sekiz.. Hayatımın belki de en mutsuz, bir o kadar da umutsuz sezonu. Ciddi ciddi kendimi sanata vermeyi, sevgilime uyup taraftarlığı askıya almayı düşünüyorum. Her ne kadar Rehavet’ le bu askıya alma işini her gündeme getirişimizde ‘Olmaz bu iş. Üst üste iki galibiyet bizi bu kararımızı unutturur’ desek de beni opera bestelemekten alakoyan tek şey sınırlı müzik kabiliyetimden başka bir şey değil.
Kendimi fena halde tenise kaptırmış durumdayım. Turnuvaları neredeyse birinci turdan başlıyorum izlemeye. Federer’i oyununa hayran olduğum için, Nadal’ ı ise belki bu gün yenilir diye izliyorum. Arada Australian Open 2009 Nadal-Verdasco yarı finali gibi bambaşka hazlar da çıkmıyor değil.
Across the universe (Murat Yılmaz) sayesinde ilk önce Erkekler Ligi Final serisini farkediyorum. Peşi sıra Bayanlar Ligi Final serisi geliyor ki , yan tarafta futbolda tek iddialı olduğumuz kulvar olan Türkiye Kupasında yarı final rövanş maçı varken bana voleybol izlettiren motivasyonu için hem Murat Yılmaz’ a hem de ‘Teşkilat-ı Mahsusa’dan Fatih’ e sonsuz teşekkürler.
Biliyorum o yazılar olmasaydı sadece haberleri ile yetinir maçlar boyunca aldığım sonsuz hazdan bihaber kalırdım. Ve ‘Haremilerin Saltanatını Yıkacağız’ pankartından. Ve Seda’ nın ‘en değerli’ oyunundan. Ve ‘Anja yenge’ mizden. Ve bu başlığın işaret ettiği ‘en güzel’ den.
Dokuz.. Naz Aydemir Fenerbahçe de haberlerini duyduğum da ‘Acaba Messi’ yi mi isteseydim?’ diye kendime sormadım değil.
Yaşından kaynaklanan kolay demorilize oluş dışında oyununa başka bir eleştiri duymadığım Naz’ın kendisini jenerasyonunun mevkisinde en kıymetli oyunucusu yapan tutkusunu ve azmini kaybetmemesi en büyük dileğim.
Belki de bu kaçan şampiyonlukta tek suçlunun kendisi olmadığını ‘Eczacıbaşıbilmemneşirketi’ ne göstermek için iyi bir fırsattır.
Sharapova’ yı hatırlatmak isterim kendisine. Daha doğrusu kendisini Anna Kournikova’ yla karşılaştıranlara verdiği cevabı; ‘Ben şampiyonluk da kazanmak istiyorum.’ Ki kendisi genelin beğenisine uygun görüntüsü ile podyumlarda takılır, sinemaya geçip Bond kızlarından biri olur ve hali vakti yerinde birini kafalayıp yaşar giderdi. Kendisi oyununu beğenmeyen onca kişiye rağmen, WTA bir numarasının henüz Grand Slam kazanmadığı faal tenisçiler arasında Williamslardan sonra en çok Grand Slam kupası kaldırandır.
Değil mi ki ‘başarılı’ bir kadını tarife kalktığınız da ‘güzel’ den çok daha iyi bir sıfat. Sıfatlar ‘güzel’ ile başlıyor, hele de orada kalıyorsa yazık.
Ve Sevgili Naz, böyle olmaması için hem çok sevdiğin aileni, hem Fenerbahçeyi, hem de bizleri onurlandır.
‘en güzel’ i de.
9 Haziran 2009 16:36
Şimdi şu yazının iyi hesaplanmış aritmetiğini bir yorumla bozmayayım diyordum ama soylemezsem olmayacak.
Proust'un "Kayıp Zamanın Izinde" serisinin bir kitabında kahramanımız deniz kıyısında bankta otururken uzaktan bisikletleriyle gelen bir grup kızın sesini duyar. O mesafeden, hem de hiç tanımadığı bu kızların kendileri değilse de şen şakrak sesleri, şamataları, gürültülerini bir anda vaad edici bulur.
Bayan voleybol maçları da insanda öyle bir his uyandırıyor. Tribüne kurulunca, o mesafeden mayolu veya taytlı bir grup kızın o muazzam estetik hareketleri de aynı ölçüde vaad edici.
Insan su perisi filan olmasını bekliyor herbirinin. Ancak o vaadlerin gerçeğe tekabül edebildiğine her zaman şahit olamıyoruz maalesef.
Naz Aydemir bu bakımdan o mesafeden bakınca tahayyul ettğimizinden fazlasini sunan biri.
Sadece çok başarılı bir pasör almadık, aynı zamanda "güzel" bir transfer yaptık.