Final serisi ilk maçın düşündürdükleri


tbl final serisi

Dünkü maç sonrasında Avrupa basketbolunun seyri ve geldiği nokta hakkında dehşete düşmekle sevinmek arasında gidip geliyorum. Son Eurolegue finalinde de benzeri hislere kapılmıştım, Yunanistan finallerinde PAO-Olimpiakos maçlarının bazılarında da. Hepimizin malumu, Avrupa basketbolunda son yıllarda müthiş bir gelişim var. Oyunun çok fazla sertleşmesi ve gitgide şut atmanın, penetre etmenin, potaya bakmanın zorlaşması bu gelişimin en belirgin özellikleri. Böyle olunca oyuncular sonuca gitmek için çok özel işler yapmak zorunda kalıyorlar. Basit hücumlar göremiyoruz artık, tek kişinin bire birde savunmacısını geçip, potaya gitmesi eskisi gibi kolay değil.

Avrupa'nın üst düzey basketbolunda tüm oyuncularınız hem çabuk ayaklara sahip olabilmeli, hem de fizik olarak çok güçlü olmalı. Hem savunmada hem hücumda yardımlaşma şart. Tüm oyuncuların dripling, şut ve pas yeteneklerinin yanısıra oyun kurucu özelliklerinin bulunması gerekiyor. Oyun artık 5 oyuncunun rakipleriyle mücadelesi olmaktan çıktı, takımlar tam anlamıyla birbiriyle savaşıyor. Savunma dirençleri o kadar arttı ki eskiden el üstünden atılan şutları ''zor atış'' diye tanımlarken bugün bazı maçlarda artık ''zor atış'' el üstünden olan değil rakip üzerinize abanmışken, potayı bile görmeniz zorken ve ayakta durmaya çabalarken geriye doğru çekilip, topu eskisinden çok daha yukarı çıkartarak attığınız şuta deniyor, el üstü şutlar artık bu tür maçların sıradan şutları hatta kolay sayılabilecekleri. Eskiden şutör 2 numaralar için çabukluk, perdelemelerden dışarı çıkabilecek yolları bulabilme zekası ve keskin nişancılık, yumuşak bilek yeterliydi ama artık değil. Ne kadar çabuk olsanız da savunmalar bom boş dış atış şansı vermiyor. Perdelemede savunmacınız takılıp kalsa da perdeyi koyan uzunun savunmacısı artık sadece pota altı yeteneklerine sahip değil, iyi bir 2 numarayı savunacak çabuklukta oluyorlar aynı zamanda. Şut atabilmeniz için çabukluk yetmiyor çünkü savunmada yardımlaşma üst düzeyde, fizksel temaslara eskisi gibi kolay faul çalınmıyor ve ne kadar çabuk şuta kalksanızda mutlaka çok güçlü bir fizksel engeli üzerinizde hissedip o temasa rağmen dengenizi kaybetmeden ve eskisinden daha fazla sıçrayarak ve topu daha yükseğe kaldırarak şut atmak zorundasınız. Uzunların eskisi gibi şut atılırken tek düşüncesi seken ribaundu almak değil, şuta kalkan oyuncu üzerindeki savunmacının sertliği ve mücadeleyi bırakmaması sebebiyle son anda topu uzunlara da indirebilir. Eskisine göre daha çabuk düşünmek, koordinasyon yeteneklerini daha fazla geliştirmek zorunda uzunlar. Guardlara yapılan baskının çok yakın ve çok sert olması sebebiyle çok kez diğer pozisyonlardaki oyuncular setleri kurmak zorunda kalıyor ve bu yüzden her oyuncunun oyun görüşü, organizasyon yeteneği gelişmiş olmalı ve çok kısa sürede pas verebilmeliler. Bire bir adam geçmeler ancak geniş alanda, fast breaklerde mümkün, setlerde çok zor. Herkes birbirine yardım ediyor ve bu sebeble itiş kakışlardan sonra garip eşleşmeler çıkıyor ortaya. 4 numaralar 5 ler, guardların, guardlar uzunların şutunu, penetresini savunmak zorunda kalıyorlar ve dolayısıyla uzunlar daha çabuk ve akıllı kısalar daha güçlü ve dirençli olmak zorundalar.

Bunları biliyoruz ama dünkü maç artık başka bir boyuttaydı. Euroleague finali de öyleydi. Solomon ve Charles Smith'in etkisiz kaldıklarından bahsediliyor doğru ama bu iki oyuncuda penetre etmenin kitabını yazmışken bir tane bile penetre edememelerinin altında akılara durgunluk verecek derecede disiplinli, konsantre ve güçlü savunma kurgularıydı. Bir tek açık nokta bırakmayan bir yardımlaşma. İki takımın savunmaları da tek bir vücut gibi hareket ediyor, tek bir aaçık nokta bıraksalar bir oyuncu yardımlaşmaya bir kaç salise geç gitse rakibin hızlı hücumcuları o ufacık delikten savunmayı patlatacak bunun bilincindeler.

Kıtlık ve zorluk dönemlerinde bulunan her bir sayıda çok zekice tasarlanmış ve yardımlaşarak hazırlanmış oluyor tabii. Thornton'un kıç üstü yere düşerken üzerindeki ellerini havaya kaldırmış 2.10'luk adamların üzerinden yolladığı şutla bulduğu basket gibi oha dedirten sayılar böyle çıkıyor ortaya.

Şimdi dün oynanan basketbolsa eğer 2 hafta önce Galatasaray-Beşiktaş serisinde oynanan neydi peki. O seride maçların en kritik hücumlarında bile topu getiren guard savunmacısına hiç bir perdeleme yapılmazken bire bir hücum edip boş turnikeyle sayı buluyordu. Dün bırakın maçın kritik anlarını hiç bir hücumunda böyle kolay sayı bulamadı takımlar, bir an konsantrasyon kaybolmadı.

Ben futbol maçı sertliğinde bir mücadele bekliyordum yanılmışım rugby maçı oynandı sanki.

Bir detay; sanırım 3 veya 4 kez hücumda perdeleme yapmaya çalışan oyuncularımıza faul çalındı ve 3 kez de uzunlarımız 3 saniye koridorunda kaldı. Şimdi bizim uzunlarımız bu hataları bir maçta bu kadar çok yapacak kadar mental bir gerilik içinde değiller, maça bu kadar az konsantre olmuş hiç değiller. Ama perdeleme yaptıkları oyuncular o kadar inatla mücadele ediyorlarki o an oraya odaklanan gözler orada güreş müsabakası var zannedebilir.

Artık mücadelenin, sertliğin, oyuncuların pozisyon tanımaksızın pas, dripling, şut yetenekleriyle birlikte hem dirençlerini ve fizik güçlerini geliştirmeleri hem oyun görüşleri ve organizasyon yeteneklerini üst düzeye çıkartmaları sebebiyle bu düzeyde oynanan basketbol başka bir boyuta sıçradı.

Artık Avrupa'da bambaşka bir düzey çıktı ortaya ve biz, Efes'le birlikte o düzeydeyiz. Başka ülkelerde de özellikle Eurolegue takımları ve diğerleri arasında böyle bir açı ortaya çıktı ki kapatılması çok güç artık. Sanki bütün sezon bu final öncesi antrenmanmış gibi, sanki Fenerbahçe ve Efes her maça asılsalar sezonda sadece birbirlerine yenilirlermiş gibi hissettim. Avrupa liglerinde de benzeri tablolar var. Rusya'da CSKA, Yunanistan'da PAO bambaşka boyutlardalar. Partizan'ı Sırbistan'da da, Adriyatik'te de geçmek imkansız. Siena, Benetton gibi güçlü bir rakibiyle antrenman tadında maçlar yapıp finale çıkıyor.

Ergin Ataman'ın geçenlerde bir önerisi vardı. Tam da bu saydığımız sebeblerle artık ligin normal süresindeki maçların formalite maçlara dönüştüğü ve Adriyatik, Baltık ligleri benzeri çevre ülke liglerinin üst düzey takımlarından oluşacak bir üst lige ihtiyaç olduğunu söylüyordu.

İlk bakışta mantıklı ama korkutucu olan şu; makas gitgide açılıyor, yukarıdakiler ve aşağıdakiler arasındaki fark artık sadece aynı oyunu daha iyi ve daha kötü oynayan takımlar arasındaki fark değil.


1 comments:

  1. PVH dedi ki...

    mukemmel bir yazi olmus. dun tam olarak boyle bir mac oynandi. avrupa basketbolu gittikce daha keyifli oluyor gercekten, ozellikle final seviyesindeki maclar.

Yorum Gönder