En Büyük Delilimiz Alınterimiz
Harareti bu aralar nispeten azalmış gibi görünse de 3 Temmuz’dan bu yana ülkenin ana gündem maddesi futbol. 6 Temmuz’da iktidar partisi kabinesini açıkladı. O hafta yoldan çevirip sorsanız, soruşturma kapsamında gözaltına alınanların ismini ezbere bilecek olanların çoğu yeni kabinenin Gençlik ve Spor Bakanı’nın adını bilmiyordu muhtemelen. Günlerdir konuşuyoruz, yazıyoruz, çiziyoruz. Yıldızı, aktörü bol bir yılsonu müsameresi sanki. Kimler yok ki: Emniyet, savcı, UEFA yetkilileri, TFF’nin eski/yeni yöneticileri, kulüp yöneticileri, oyuncu menajerleri, mafya babaları, kendisine akıl danışılan bir imam ve bir adet yarış atı. Ama kimse onları konuşmuyor.
Daha düne kadar tiraj iştahıyla şampiyonluk destanını yazıp, cesur yüreklere methiyeler düzenler, ligin ilk yarısında işler kötü giderken kovulsun diye teneke çaldıkları halde, şampiyonluk gelince Aykut Kocaman devriminin muhafızı kesilenler 3 Temmuz’dan bu yana iyi gün dostu nasıl olunur herkese gösterdiler. Bu ülkede 18 gündür futbolla yatılıp kalkılırken, futbolun asıl aktörü futbolcuların bu hikayede yok sayılması onları şaşırtmıyor olmalı. Bir takımın şampiyonluğu tartışılırken, şike ve teşvik hesaplarının gırla gittiği bu futbol aritmetiğinde sezon boyunca sahada ter dökenlerin etkisiz elemana indirgenmesi normal onlara göre.
Endüstriyel futbola karşı bayrak açmış olanların 3 Temmuz’dan bu yana kullandıkları ve futbolcuyu dıştalayan, sahada olanı yok sayan retorikleri nihayetinde endüstriyel futbolun dili değil mi? Sezon boyunca sahadaki mücadeleyi, futbolun asıl emekçilerinin performanslarını, birbirleriyle ve çevreleriyle ilişkilerini, algılarını, duygularını hiçe sayan bir perspektiften bakınca tribünden izlediğimizin CM’den farkı ne?
Çarşı meşhur duruşunu gösterince Beşiktaş yönetimi kupayı iade etmiş. Çok güzel. Peki iade ederken kimse sormuş mu Beşiktaşlı futbolculara ne düşündüklerini? Gruplardan final maçına kadar ter dökenlerin fikrinin, duygularının İbrahım Akın’ın talip olduğu söylenen yarış atı kadar haber değeri yok mu? Serdar Adalı ve Tayfur Havutçu gözaltına alınınca “ŞEREF’inizle oynayın HAKKI’nızla kazanın” ültimatomuna alkış tutanların taraftarlık terazilerinde sahada asıl mücadeleyi verenlerin İstanbul Emniyeti kadar ağırlığı yok mu?
Futbola bu perspektiften bakanların günlerdir sürdürdüğümüz mücadeleyi, yaşadıklarımızı, hissettiklerimizi anlamaları oldukça zor. Fenerbahçe yönetiminin bile anlayamadığını onlardan beklemek güç. 10 Temmuz Pazar günü her yaştan binlerce Fenerbahçe taraftarının yollara dökülmesini, şampiyonluğu vermek istememenin bencilliği, ya da futbol oligarklarına koşulsuz biat kültürüne indirgemek isteyenleri kendi vicdanlarına havale etmek lazım. 10 Temmuz günü Beşiktaş Adliyesi önünde beklemek yerine otobüslere doluşup Topuk Yaylası’na çıkanların sahip çıktıkları ne şampiyonluk kupası ne Aziz Yıldırım ne de Şekip Mosturoğlu’dur.
Fenerbahçe taraftarı futbolcuların sezon boyu akıttığı alın terine sahip çıkmıştır. Ne eksik ne de fazla.
Yönetim internet sitesinden bu akşamki maç için yaptığı “Fenerbahçe Ruhu Seni Çağırıyor” başlıklı açıklamada:
“ Sen!. Sarı-Lacivert renklere gönül vermiş FENERBAHÇELİ! Seni o akşam mabedinde yalnızca bir futbol maçı beklemiyor… 21 Temmuz akşamı seni Aykut KOCAMAN beklemiyor… Mehmet TOPUZ, Gökhan GÖNÜL, Volkan DEMİREL, Alex de SOUZA değil seni bekleyen…”
diyor, ve bizleri bekleyenlerin uzun bir listesini yapıyor. Kimler yok ki. Nurizade Ziya Bey, Ayetullah Bey, Enver Necip Bey, Topuz Hikmet, Cihat Arman, Şükrü Saracoğlu.
3 Temmuz’dan bu yana ne yediğimizden tat alabiliyoruz ne içtiğimizden. Günlerdir süren dezenformasyondan, lobilerden, kulislerden başımız döndü. Bugün içeriye sokacağımız pankartların “sakıncalı” olanlarının yasak ama Aziz Yıldırım tişörtlerinin 10 TL’ye serbest olduğu yerde sizleri kimin beklediğini bilemem. Beni 3 Temmuz’dan bu yana yöneticilerin bile öksüz bıraktığı, bilimum spor programlarında kurulan darağaçlarında söz hakkı bile verilmeden asılmaya çalışılan ama “En Büyük Delilimiz Alınterimiz” diyen bir takım bekliyor.
21 Temmuz 2011 19:51
Çarşı, aynen maçlardaki tribün tavırlarındaki gibi, burada da kendine oynadı. Nasıl desibel derdini kupaların önüne koydularsa burada da ucuz kahramanlığa kaçıp (yazdığınız gibi) takımı ve içeridekileri sattılar.
21 Temmuz 2011 20:14
3 Temmuz'dan bu yana fark ettiğim bir şey oldu; taraflı, tarafsız, özel kuruluş, kamu yayınları, tetikçisi, tabutçusu farketmeksizin karşılaştığım tüm yayınları dinledim ve/veya izledim. Türk spor medyasının da hukuki boyutu bu denli büyük bir gündemde aslında nasıl sınıfta kaldığı o kadar net nlaşılıyordu ki!
Örgütsel ve organize suçlarda, soruşturma safhası nasıl işler, soruşturma safhasının akabinde savcılıkça nasıl bir yol izlenir; mahkeme tutukluluk kararını neden, nasıl ve neye göre verir bunu yaşayarak öğrendi Türk spor medyası. Tam da bu süreçte kervan yolda düzülür mantığıyla hareket edenler çuvalladı. Yayına hukuktan anlayan, özellikle de "Sporda Şiddetin Önlenmesine İlişkin Yasa"yı bilenleri yayına çıkaranların sayısı bir elin parmağını geçemedi.
Kervan yolda düzülür dedik ya... işte bu noktada ise hem süreci öğrenip hem de yayın yapmaya çalışırken saha üzerinde oynayanların verdiği emek unutulmuştu hep. Bu yazı orayı oldukça sağlam muştalıyor.
Yukarıdaki tespitlerimden tetikçileri bir kenara ayırıyorum isimlerini bile zikretmeye gerek olmayan 3 tetikçinin başını çektiği zaman ayarlı maşalar işlerini nasıl yaptıklarını çok ama çok iyi biliyorlardı. Perde arkasındakilerin söylediklerini yapmak konusunda hep "Açıkel"li davrandılar. Ama bilsinler ki bu futbolcular "Kütahyalı" bir seramik ustası gibi sabırla yaptılar işlerini. Alınterleri kuruyalı çok oldu ama bari haklarını şimdi iade etseler.
Tıpkı sizin yaptığınız gibi...
Not: "Kimse milyon dolarlar alıyorlar koşacaklar tabii!.." sığlğına sığınmasın. Burada emekten bahsediyporuz.
22 Temmuz 2011 05:20
Eline saglik Olgu, uzun zamandir ne dusunuyorsam onu yazmissin.