Medyanın Ahlakı Başına Geleceklerin Sebebi
Dedem "güçlüden değil alçaktan kork" derdi. "Güçlü haksız olmadığın sürece bir şey yapmayabilir ancak bir alçak mutlaka yapar." Bu ülkede alçakların neler yapabileceğini hatırlamak için 28 Şubat'a kadar gitmemize gerek yok. Ortak tarihimiz, darbelerle, darbeleri mümkün kılacak koşulların oluşturulması için yapılanlarla ve daha nice küçüklü büyüklü alçaklıkla dolu.
Medya ise, bu aralar Edward Murrow pozları oynamayı çok sevse de, 6-7 Eylül olaylarının öncesinde İstanbul sokaklarına çıkan provokasyon gazetesinden, DP döneminde darbe tamtamlarını çalanlara kadar alçaklık adına bir çok unutulmaz kompozisyon sundu. Andıç'ı kim unutabilir? Ahmet Kaya hakkında Hürriyet'i süsleyen manşet nasıl hafızamızdan çıkabilir? Varlık vergisini hararetle savunan köşe yazarlarından, organize çetelerin kalemine dönüşmüşlere, "ben seni salonda çok sevdim Sedat"lardan, Hrant hakkında hüküm isteyenlere kadar son derece geniş bir alçaklık tarihi hepimizin hatırında. Elbette sorun sadece merkez medyada değil, güncellenmiş adıyla paralel medya da bu tip "operasyonları" şevkle kabul etmenin tarihiyle dolu.
Ahmet Şık ile Nedim Şener'in tutuklanması ile ilgili hepimizin belini bükecek delilleri müjdeleyenlere rağmen delilleri hala göremedik. 28 Şubat sürecinde Çevik Bir'in yanına gidip size yardımcı olalım diyen Zaman Gazetesi mensupları da herhalde kimsenin aklından çıkabilecek gibi değil. 12 Eylül darbesinin nasıl övüldüğünü unutacak değiliz. Hanefi Avcı'yı bir kaç sene evvel Emniyet Genel Müdürü olmak için önerenlerin nasıl bir anda "İşkenceci" olduğunu keşfettikleri de sır değil.
Soruşturmanın gizliliğini ihlal suçundan açılan davalarda 350 sene ile yargılanan Mehmet Baransu, daha telefonla helikopter düşürme hikayesi kurumamışken "yeni ve kesin" delillerle başkalarını kamuoyu önünde infaz etmeye soyunabiliyor veya 11 ay 20 gün hapis cezası almış Serhat Ulueren, ceza almasına sebep olan olayı aynen devam ettirebiliyor.
Öğrenmiyorlar. Yaşadığımız ortak tarihten hiçbir şey öğrenmiyorlar.
Bugün medya bu kadar nefret edilen, amiral gemisi Hürriyet başta olmak üzere Doğan Medya Grubu'nun tüm gazeteleri, televizyonları toplumsal bir itibarsızlaştırmaya götürülürken, hükümet indiren ve düşüren Ertuğrul Özkök köşesine çekilmişken dahi ders çıkartamıyorlar.
O zaman anlamadıklarını açıkça biz izah edelim.
Siz ne derseniz diyin, insanlar yaşamaya devam ediyorlar, yaptığınız pislikler de akıllarından çıkmıyor. Güçsüz olanlar, bugün sessiz olanlar, yarın güçlenince de faturaları önünüze çıkartıyorlar.
DP'nin elinden iktidarı aldınız, sosyal hareketler böyle biter mi sandınız? Gücünüzün doruğunda dolaşıyordunuz, ne oldu? 28 Şubat sürecinin mağrur gazetecilerinin bugünkü hali nedir? Başbakanları pijamayla karşılayanlar şimdi kime dua ediyorlar?
Neden böyle oluyor? Çünkü, o gün, kamuoyunu bilgilendirme görevini hak, hukuk ve kamu vicdanı terazisinda yapmayanlar, istese de istemese de konjuktürel olarak arkalarına aldıkları güç odakları ile ancak kısıtlı bir süre iktidarın keyfini sürüyorlar. İnsanlar unutmuyor. İnsanlar kendilerine nasıl bıçak sokulduğunu, hangi aşağılık işlerin yapıldığını unutmuyorlar.
Zaman geçip, gücün şehveti ellerinden kaydığı ve iktidar yerini posaya bıraktığı zaman da hesap önlerine konuyor. Tek tek. Yaptıkları tüm aşağılık işler. İşte bu ülkede gazeteler okunmuyor, işte bu ülkede o anlı şanlı köşeyazarlarından çok seviliyor Seda Sayan. Tesadüf mü? Hayır hayatın mutlak, şaşmaz, temel zorunluluğu. Alçakça işler yapanlar mutlaka hesabını öderler.
Ancak medya ders almıyor. Geçmişine bakıp, biz bunları yaptık, o dönem ne kadar da mağrurduk, halbuki şimdi saraylarımızdan geriye toz, gururumuzdan geriye de tasmalarımız kaldı diyemiyor.
Ey medya mensupları, görmüyor musunuz, bu olaylar geçecek? Bu olayların hepsi bitecek. Fenerbahçe, küme de düşürülse, cehennemin dibine de gönderilse, Fenerbahçeliler işlerine devam edecek. Fenerbahçeli bir bakkal dükkanı açacak sabahları, bir memur işine gidecek gene, bir işçi arkadaşlarıyla futbol sohbeti yapacak yine. Kahvehanelerde insanlar konuşacak, bu ülkenin en görkemli salonlarından en pis batakhanelerine kadar her tarafta hayat devam edecek.
Siz Fenerbahçe'yi oradaki o dernek mi sanıyorsunuz? Spor şubeleri olan, yönetim kurulu olan, herkesin beğenisini kazanmış futbolcuları olan bir kulüp. Öyle mi?
Eğer böyleyse bu medya akıl almaz bir zihin hastalığına tutulmuştur ve bunun tedavisi artık mümkün değildir. İnsanlar evlerinde bir tane tabak kırılsa üzülüyorlar, sokaklarında alıştıkları bir esnaf dükkanını kapatsa hayırla yad ederek anıyorlar. Siz insanları büsbütün duygusuz, karaktersiz, ahlaksız, anlık düşünen garip yaratıklar mı sanıyorsunuz? Değiller. Kalplerine işliyor yaptıklarınız.
Ve küfür ediyorlar. Türkiye'nin her yerinde insanlar küfür ediyorlar. Hepiniz şaştınız. Dediniz ki "yahu bu ülkenin başbakanı medyaya bu kadar hücum etti, kimse ağzını açmadı" Çünkü bu millet sizden nefret ediyor. Fehmi Koru'ya Başbakan "sevsinler seni" diye gürlediğinde de anlamadınız mı, cürmünüz ancak iktidarla paralel düştüğü kadar yer yakabiliyor. Seveniniz yok. Sizi koruyacak kimse yok. Çünkü insanları bu hale getirdiniz. Onlar hatırlıyorlar ve hatıraları o kadar kötü ki, sizin için kimse öne çıkmaya cesaret dahi edemiyor.
Fenerbahçe bir dernek değildir. 30 milyon insanın sevgilisidir. Binlerce hikayemiz, hatıramız, acı tatlı anımız var. Çocukluğumuzdan başladık bu hikayenin bir parçası olmaya ve yine çocuğumuza aktaracağız. Siz bunu yok edebileceğinizi filan mı sanıyorsunuz? Şimdi Türkiye'nin her tarafında insanlar sizin rezilliklerinize bakıp küfrediyor. Sesleri belki mırıl mırıl, bazısının çok gür, ancak ediyor.
Bunlar geçsin, küfretmeye devam edecekler.
Ve medya bir kere daha hukuksuz, haksız, ahlaksız yayınlarının sonucunu görecek, mutlaka.
Halbuki elinizde bir şans vardı. Bu sefer, bu olayda dikkat etmek zorunda hissedebilirdiniz. Eğer gücünüzün şehvetinden başınız dönmeseydi, kendinizi önemli hissetme duygusuna bir kere yenik düşmeyip "yahu hukuka uygun, hakkani bir yayın yapalım" deseydiniz, servis etmek yerine soru sorsaydınız, infaz etmek yerine bilgilendirseydiniz, süreci anlatsaydınız, soruşturmaya saygı duysaydınız, adil yargılanma ilkesine sahip çıksaydınız, demokratik bir toplumda olması gerektiği gibi demokrasinin temel değerlerini yükseltseydiniz,
Savcı olmak yerine gazeteci olsaydınız yani,
O zaman bir şans vardı sizin için. Gelecekte de bunları yapmayı, alçaklıklar tarihine bir de güzel sayfalar eklemeyi, bunu bir alışkanlık haline getirip, basın etiği üzerinde yükselip, saygı duyulan gazeteler olmayı başarabilirdiniz belki.
Biz de biliyoruz, saygı duyulmayı hak etmeyen insanlar, böyle bir şeye muvaffak olamazlar tabii. Tam da başarısızlığınızın göbeğinde söylüyoruz, saygı gösterilmesine layik değilsiniz.
Şurada meslektaşlarınızı telefonla helikopter düşürüp öldürmekle, başka meslektaşlarınızı başkalarının bilgisayarında çıkan alakasız bir word dökümanından terör örgütü üyesi olmakla itham eden insanlara karşı sesinizi mi çıkartabildiniz? Başka basın organlarında arkadaşlarınız maaş alamazken, iki dudak arasından çıkan tek kelimeyle işlerinden olurken "yahu bu ne?" diye sorabildiniz mi? Mehmet Ali Birand dahi işinden olabilirken bir kere dönüp "burada bir saçmalık var" mı dediniz? Hükümet yetkilileri hareket alanınızı her gün daraltırken "basın özgürlüğü"nden mi dem vurabildiniz? Kimsiniz siz? Bir sendika mı kurabildiniz, toplu sözleşme mi yapabildiniz, basın özgürlüğü için özgür basın mensupları olmak amacıyla mücadele mi ettiniz?
İşte medyanın ahım şahım büyük yazarları. Hıncal Uluç'lar, Ertuğrul Özkök'ler, Ekrem Dumanlı'lar, Fehmi Koru'lar, mesleklerine sahip çıkıp "kamuoyunu bilgilendirme görevini yasayla üstlenen, demokratik bir toplumun olmazsa olmazı olan hür ve tarafsız basının korunması önce basın mensuplarının iş güvenliğinin korunmasından başlar. Haydi" mi diyebildi? Kendi mesleğine değer vermeyen, kendi meslektaşlarının haklarıyla zerre ilgilenmeyen bir kütlenin içerisinde debelenip duran piyonlar gibi koşturup bir gün şan ve şöhret sahibi olmak gailesiyle kendi gemisini yüzdürmeye çalışan küçük adamlardan başka ne oldunuz ki?
İşte şimdi hepiniz, şu veya bu holdingin bünyesindeki bir takım medya organlarında çalışıyor, holdingin çıkarlarını zarara uğratmamak için türlü otokontrol mekanizmasının vicdanınızı kelepçeleyen baskısı altında haber yazmaya çalışıyor, işaret alınca vuruyor, düdük çalınca duruyor, ipiniz serbest bırakıldığında da ne mahir olduğunu göstermeye çalışan köleler gibi öne atlıyorsunuz. Şimdi TSYD çıkmış, "basına saldırıyı kınıyoruz, demokrasi" filan. Gülerler. Gülerler. Şu yaşadığınız rezillikler silsilesinde bir kaç bahtsız emekçinin kafasına gelen çakmağa mı üzüldünüz? Onları bunla karşı karşıya getiren tüm sebepleri elbirliğiyle örüp, bataklığın içerisinde sinek ısırdı diye ağlayanlara benziyorsunuz.
Ve Allah aşkına siz, biz bunları gerçekten görmüyoruz mu sanıyorsunuz?
Hayır. Bu insanlar görüyor. Bu millet görüyor. O yüzden başınıza ne gelse, sesini çıkarmıyor, müstehak diyor.
Bir kere olsun yanıltmıyorsunuz, bir kere olsun şaşırtmıyorsunuz.
CNNTURK'un şu yukarıdaki sorusu çok konuşuldu ya, söyleyeyim dedim, bu ne ki, Türk basını, söylerken bile ağızda kötü bir tat bırakıyor.
26 Temmuz 2011 02:27
Birisi bir gun yazdigim bir yazi icin "bu kalemin icinden kilic gecmis" deyimini kullanmisti. Asil bu deyimi sen hakediyorsun arkadas.
Keder ve kelam ve isyanin en guzel yazilarindan biri.
Sakin durma, hep yaz. Insanlar unutmuyor evet, kimse bu yazilari da
unutmayacak.
26 Temmuz 2011 02:32
Mayasında sorgulamak bulunması gereken bir cemaatin, neden bu denli çok saldırıya maruz kaldığını sorgulamaması nasıl açıklanabilirki? Basına saldıranlar sadece muktedirler olsa hadi bir derece diyeceğiz. Kendi ifadeleriyle, kimseye yaranamıyorlar. Ah bir bilseler, sokaktaki insan onlardan -tam aksine- kimseye yaranmaya çalışmamalarını istiyor. İşinizi layıkıyla yapın diyoruz. Çok şey mi istiyoruz?
26 Temmuz 2011 02:40
basina tepki cok yerindeydi ve devam etmeli, bir de sahaya girilmesiydi o macta cok guzel olacakti. dikkat ettiyseniz olay "taraftar sahaya girdi, mac yarim kaldi" diye verildi cogu yerde. basina verilen tepki arka planda kaldi.
26 Temmuz 2011 03:09
Çoğu kişinin ağzında bir klişe var bu aralar "UEFA %1 şüphe varsa bile küme düşürün diyor" şeklinde. Hem hukuka hem mantığa aykırı bu sözü kimin uydurduğu, ilk kim tarafından söylendiğine dair (UEFA nın böyle bir açıklaması yok zira) bir yazı yazarsanız faydalı olur diye düşünüyorum. Bu uydurma sözünde bilinçli olarak servis edildiği ve insanların kafasına sokulduğu düşüncesindeyim. "Çok ciddi deliller" 3 haftadır bir türlü bulunamadığı için bu söz üzerinden Fenerbahçeyi vurmaya, haklı bile olsa küme düşürmeye çalışıyorlar çünkü.
26 Temmuz 2011 04:11
Bu programda sorular bazı ünlü kişilere sorduruluyor. Yukarıdaki sorunun sordurulduğu kişi ise bilin bakalım kim?
Bundan birkaç hafta önce kendi kaleme aldığı Çarşı bildirisinde Kayseri'deki Bozbaykuşlar'la kurduğu empatiden bahseden empatisever bir meslek büyüğümüz.
Onları anlamamız lazım demişti kemal-i ciddiyetle. Ama aynı metnin devamında, kulüp sevgisi sebebiyle yürüyüş tertip eden onbinlerce insandan oluşan bir kitleyi, şikecilerin peşinden yürümekle itham ederek, onlardan aynı empatiyi esirgemişti.
25 adet Bozbaykuş'u fahri hemşeri ilan edip, 25 milyon taraftarı temiz futbol cemaatinden aforoz eden bu abimizin portresinden süte batırılmış bembeyaz fair play imgesi çıkmazdı, çıkamadı da...
ilgili bir yazı için:
http://emirz.blogspot.com/2011/07/mene-mene-tekel-upharsin-rdvan-akara.html
26 Temmuz 2011 04:20
emir, seni de ekledim blogroll'a.
26 Temmuz 2011 10:02
yazıda, medyanın felaket hazırlama ustalığından, gazetelerin bu uğurda propaganda merkezleri gibi çalıştığı olaylardan bahsedilmiş. benim belleğimde en silinmeyecek olansa 19 Aralık operasyonları öncesindeki yayınlardır. isteyen açar bakar bir ay boyunca adım adım, hürriyet-milliyet el ele, onlarca insanın öldürülmesi için halkı nasıl ikna etmişler, nasıl içeridekilerin başlarına gelecek olan her musibeti hakkettiklerine inandırmak için 'haberler' kurgulamışlar.
o bildiriyi rıdvan akar'ın hazırladığını öğrendiğimde aklıma gelen de buydu. bugün medya içinde önemli rollerde gördüğümüz hiç kimsenin hem de hiç kimsenin altını çizerek vurgulamak gerekir, bir başka kitleye ahlak çağrısı yapması ahlaklı değildir. temizlik çağrısını yapanların ellerinin temiz olup olmadığını soran yok.
yazıda bahsedilen olaylar ve dahası, onların-medyanın yüzlerinin- hep yukarıya olan yolculuklarında görmedikleri, gözlerini kapadıkları, küçük bir ayrıntı sayarak normalleştirdikleri olaylar. ahmet şık'ın ,tam sayısını hatırlamıyorum, bir kaç sene önce express'e verdiği bir röportaj bütün ortamı içeriden anlatıyor
bu ülkenin toplumsal mayasının makus bir yanı var: hiç kimse duruşunun kaynağını kendinde ve kendisi için ifade edemiyor. başkalarının olumsuzluğunu vurgulamak, sadece bunu yapmak bir duruş sahibi olmaya yetiyor. hep başkasını gösteren asla kendine dönmeyen bir dil. fenerbahçe uzun zamandır bu olumsuz ayna olma işini yapıyor ve anladığım kadarıyla yapmaya devam edecek.
fenerbahçe kendinde ve kendisi için saf kötülükken -özü bu çünkü- diğer takımlarda özellikle beşiktaş'ta ortaya çıkan her hangi bir bozulma 'fenerbahçelileşme' olur,'ur' olur, öze yakışmaz, kesilip atılır. olsa olsa 'münferit' olur.
26 Temmuz 2011 11:54
shaktar maçında sahaya giren arkadaşları izlemek lazım medyanın "ontolojik" sorunlarını kavramak için. kale direklerine asılanları, çimleri kopartanları, futbolcuları öpmeye çalışanları, bütün bunları yaparken arkadaşlarına telefonlarıyla çekmeleri için yalvarıp bir yandan da ertesi gün facebook'da yapacakları sükseyi düşündüklerini ele veren o taraftarı izlemek lazım. Hıncallar, Ertuğrullar, Mehmetler o insanların arasından çıkma, inanın bana. Ve biz burada bu insanların üstündeki renkler üzerinden ahkam kessek de aslında biliyoruz acı gerçeği; biz buyuz ve biz biraz da bunu hak ediyoruz.
26 Temmuz 2011 13:27
Bizim ülkemizde "basın" ya da "gazetecilik" kavramları çok basite indirgenmiş durumda. Önceden gazetecilik zor bir meslekti. Araştırmacıydı gazeteci dediğin, taşın altında eli değil, komple bedeni vardı. Uğur Mumcu'lar, Abdi İpekçiler falan vardı gazeteci olarak. Yazdıklarıyla değil, araştırıp ortaya çıkarttıklarıyla "gazeteci" oldular onlar.
Şimdi devir değişti. Devir, güce ve paraya tapanların devri oldu. Hükümet destekçisi holding sahiplerinin daha fazla kazanmak amacıyla açtığı/sahip olduğu/satın aldığı gazetelerin, limoni kalemşörleriyle doldu ortalık. Araştırmadan ve eleştirmeden uzak durarak, oturdukları yerden, arkadaş sohbetlerinde yaptıkları çıkarımlarla köşe yazıları yazıp, araya iki süslü eleştirimsi koyup "gazeteci" olmaya çalışıyorlar.
Hele spor yazarları daha vahim durumdalar. Türkiye'de iş yapacak tek gerçeğin "sansasyon" olduğunu kavramış ve kabul etmişler, gazete sattırabilmek adına kara cahilin bile inanmakta güçlük çekeceği saçmalıklarla dolduruyorlar köşelerini.
Olayın gerçeğini araştırmak şöyle dursun, pislikle beslenen mikroplar gibi saldırıyorlar olayın üstüne; daha fazla para yapabilmek adına.. Ve sonra saygı istiyorlar.. Emekçilikten falan bahsediyorlar..
Bir ülkenin ahlak seviyesini ciddi anlamda görsel ve yazılı medya belirler. Bugün gazetelerin 3. sayfası gibi bir gerçek varsa, bu gerçeğin esas sorumlusu o sayfaya konu olanlar değil, o sayfayı yaratanlardır. Antiparantez olarak, o sayfalardan birine bir tanıdığım konu olmuştu çoook uzun zaman önce. Olayın özü ile tamamen alakasız bir hikaye yazılıp, o insanları ahlaktan tamamen yoksun bir halde göstermişlerdi. "Bir fotoğraf bul ve altına hikaye yaz" gazeteciliği sürdüğü sürece ne toplumun ahlakı düzelir ne de basına olan antipatimiz değişir..
26 Temmuz 2011 15:15
Bu ülkenin çözmesi gereken mesele, zihniyet meselesidir ve bu hastalıklı zihniyetin Fenerbahçesi, Galatasarayı A partisi, B partisi yoktur.
Bazı aydınlar mevcut duruma "ortaçağa dönüş" diyorlar. Güce tapma, ahlak ve etiğin bu kadar ağızlara sakız olduğu dönemde, ahlaksızlığın tavan yapması bu durumu paradoks olmaktan çıkarıp zihniyet açısından gerilemenin nedeni açık seçik ortaya döküyor.
Bu noktada Fenerbahçelilik kitlelerin ortak tepki noktası, en güçlüyü suçlamak, en güçlünün üzerinden ahlak bekçiliği yapmak,ki ben buna birşeyleri doğru yapma çabasına verilen genel tepki olarak görüyorum, taraftarı "halk" olan bir spor kulübünü yıkmaktan ziyade, bu halkı kendi çıkarları ve doğruları üzerinden yönlendirmek, eğip bükmek çabasıdır.
Medyanın, bu çadır tiyatrosunda, kendisina biçilen rol tastamam budur.