30 Eylül 2009

Losing My Religion




A Planı - Asist Rıdvan, gol Aykut
B Planı - Asist Rıdvan, gol Hasan
C Planı - Asist Rıdvan, gol Hasan
D Planı - Asist Rıdvan, gol Hasan

Veysel Hoca devre arası "siz bu maçı alacaksınız, ama ilk golü çok erken atmayın 5 atarsınız sonra" demiş atamamışız.

E Planı - 5. golü atma.

Rıdvan, ilk gençlik travmasında bir marka.


Devamı ...

Plan Değil Pilav



65 senesinin olayı bu slogan. O devirler CHP Türk ekonomisinin kalkınması için plana ihtiyaç duyulduğundan, sistemli ve bilimsel bir iktisadi plan ile gelişimin sağlanacağından filan bahseder, Demirel oralı değildir. Plana karşı çıkar. Fikrin özeti "Bize plan değil pilav lazım". 44 sene sonra, Sülo gönülden connected, fötrü bol olsun.

Devamı ...

Reklam



Adidas'ın yeni reklam kampanyası çok güzel. İzlerken Animatrix izliyormuş gibi hissettim. "Child" ve "Legend" reklamlarını da düşünürsek muhtemelen yaratmak istedikleri ambians, hissiyat da buna yakın bir şey. Bu sefer sahnede Gerrard var. Bu arada bu reklam serisinde muhtelemen bu blogun yazarlarının hayran olduğu 3 ismin de bulunması ayrı bir hoşluk oldu tabi. İstanbul'da yumruğunu yukarı kaldırıp hayata isyanıyla General diye hitap ettiğimiz Gerrard, büyüleyici Messi ve hepimiz için "en iyi" Zidane bir hikayede birleşince, oscar vermek istiyor insan.
(Reklamı da ilk kez Footballove da gördüm, hak geçmesin)

Devamı ...

Kemal Belgin'in çakma gerçekleri



Çakma adalet savunucusu, çakma spor yazarı, asıl kimliği bitmek, tükenmek bilmeyen Fenerbahçe düşmanlığı olan Kemal Belgin medyaspor diye bir internet sitesinde her gün Fenerbahçe'ye sallamayı, sallarkende yalan yanlış bilgileri doğruymuş gibi empoze edip savlarını o yanlış bilgiler üzerinden oluşturmayı iyiden iyiye adet edindi kendine.

Zaten bilginin doğru ya da yanlış olması önemli değil, dezenformasyon yaratıp uydurma haberleri, işkembe-i kubradan çıkartılanları yüksek sesle dile getirip, Fenerbahçe'ye saldırırsanız medyada her daim destek bulursunuz kendinize.

İçi Fenerbahçe nefretiyle dolu olanların bünyelerinin beyin faaliyetlerini etkileyen, bağımsız düşünme ve analiz etme yeteneklerini kısıtlayan bir mikrop içlerini kemiriyor olsa gerek. Zira birilerinin Fenerbahçe'ye saldırırken kullanılan argümanları kesinlikle yanlış bilgiye dayanıyor olsa bile cümle Fenerbahçe düşmanları o argümanları kendilerine rehber edinmekte beis görmezler.

İşte Kemal Belgin'de gündemdeki doping meselesiyle ilgili bu yönetemi benimseyerek saldırmış Fenerbahçe'ye. Kemal Belginin dediğine göre,Kambala'da 2 yıl önce doping yapmışmış.

Gerçi günahını almayalım Kemal Belgin'in internetten araştırıp böylesi bir yanlış bilgiye sahip olmuş olabilir ya da etrafındaki bir Fenerbahçe düşmanı bu yanlış bilgiyi ona vermiş ve fena halde tufaya düşmesine sebeb olmuş olabilir. Hıncal Uluç'un bilinçli biçimde her daim uyguladığı bu yöntemi cahilliği ve araştırma tembelliği sebebiyle bilmeden, istemeden uygulamış olabilir.

Gazeteci ahlakı, doğru bilgiyi araştırıp bulmayı gerektirir ama zaten bu kavram ömrünü Fenerbahçe düşmanlığına hasretmiş birisi bir anlam ifade etmiyordur sanırım.
Kemal Belgin, Kerem Gönlüm'e geçen yıl oynanan basketbol final serisi sırasında yapılan testlerde doping maddesine rastlanması üzerine Fenerbahçe kulübünün yaptığı girişimlere laf atarken 2 yıl önce Kambala'nın da dopingli çıktığını bu yüzden Fenerbahçe kulübünün yürüttüğü mantığa göre Fenerbahçe'nin de 2007'deki şampiyonluğun çakma olduğunu iddia ediyor.

İyi güzel ama Kambala'da doping ne zaman çıktı, hangi testlerde ortaya çıktı bu gerçek, Kemal Belgin, Kambala'nın, Fenerbahçe kulübünün, Fiba'nın, Kambala'nın idrar örneklerini inceleyen labaratuarların bilmediği bu flaş gerçeğe nasıl ve kimler vasıtasıyla ulaştı acaba.

Son günlerde o kadar çok kişi bu argümanı kullanmaya başladı ki artık bende inanmaya başlıycam bu durumu. Lütfen bilen birileri şu gerçeği açıklasın bize. Sanırım biz bir şey kaçırdık. Kambala'nın 2006 yılında doping yaptığının kanıtlanmış olduğu bilgisine nereden ulaşabiliriz, bu gerçeğe ulaşamamış olmak içimi kemiriyor.

Bu acar gazeteci şu linkteki olay yaratacak makaleyi kaleme almış. Almış ama eldeki argümanlar Kambala'dan alınan numuneye yapılan ilk test sonrası kanında yasaklı maddeye rastlandığı açıklandıktan hemen sonra ortada Kambala'nın doping yaptığına dair bir gerçek yokken, basının olaya spekülatif biçimde yaklaşıp, ''Kambala'da doping çıktı'' yollu ilgi çekici yanlış haberler olunca hele de sonrasında Kambala'nın doping yapmadığı, performans arttırıcı bir ilaç kullanmadığı ama kokain kullandığı ortaya çıkmasına rağmen, gerçeğe Kambala'ya cezayı veren FIBA'nın resmi yayın organlarından ulaşılabilecekken ısrarla bu şekilde dezenformasyona devam etmek gazetecilik ahlakına sığmaz.

Bahsi geçen olayla ilgili FIBA'nın resmi sitesinin Kambala'ya verilen cezayla ilgili açıklaması şöyle;

PR N°42 - Decision of the FIBA Appeals' Tribunal on the doping case of Kaspars Kambala
GENEVA (FIBA) – On 27th April 2007, the International Basketball Federation (FIBA) suspended the player Kaspars Kambala (Latvia), born on 13th December 1978, for a period of 14 months, after he tested positive for metabolites of cocaine.The above-mentioned decision was appealed by the player and by WADA before the FIBA Appeals’ Tribunal. Today, 24th August 2007, the FIBA Appeals’ Tribunal has decided to extend the sanction to the player and impose a 24 month suspension period to Mr. Kambala.The sanction rendered by the FIBA Appeals’ Tribunal began on 13th December 2006 (date of the sample collection) and will end on 12th December 2008.FIBA
Devamı ...

Usta! Kulübe 12 Ihlamur Çek


Çay

Dün Fenerbahçe yönetimi Şekip Mosturoğlu vasıtasıyla bir basın toplantısı düzenledi. Daha önce birkaç yerde okuduğumuz fakat kesinliğinden emin olunmadığı için gündeme gelmeyen iddiaların doğruluğu yönetim vasıtasıyla onaylanmış oldu. Bu iddiaya göre maç sonrası doping testine giren Kasun'da da Kerem'de bulunan madde bulunmuş fakat yasal limiti olan 5 mg.'ın altında olduğu için Kasun doping testinden sorunsuz geçmiş.

Önce basında Cathene olarak verilen kimyasalın ismi aslında Cathine. Wikipedia'da Cathine hakkında kısa ve öz bir makale var. Burada ilk gözümüze çarpan ilk olay açığa çıktığında söylendiği gibi bu maddenin bitki çaylarında olmadığı. Hatta wikipedia dalga geçer gibi Not to be confused with caffeine, a compound found in coffee and tea, yani kahve ve çaylarda bulunan kimyasal, kafeinle karıştırılmamalı diyerek makaleyi başlatmış ve ilk saniye golünü atmış. Makalenin son kısmı da maddenin anti-doping kurumunca yasaklandığından ve trafiğinin suç olduğundan bahsediyor. Madde başka amfetaminler gibi dinç kalmayı sağlayan bir madde, o yüzden doping olarak kabul görüyor. Yani spor müsabakasından önce alırsanız daha dinç kalıyor, daha geç yoruluyorsunuz. Madde o yüzden kamyoncular tarafından da kullanılıyormuş. Ayrıntıları şurada okuyabilirsiniz.

Makalenin sağ sütünunda yer alan bilgilerden "Half life 3 hours" sütunu üzerinde durmak gerek. Maddenin vücutta biyolojik yarılanma süresi 3 saat. Yani vücudunuzda 8 mg Cathine varsa 3 saat sonra normal çalışan bir metabolizma 4 mg'a indiriyor. Şu adrestesi Randomized response estimates for doping and illicit drug use in elite athletes başlıklı makalenin tamamını işin uzmanı olmadığımız için anlamak zor fakat kolaylıkla anlaşılacak kısımlar da var makalede.

Makale birçok doping olayının bulunamadığını, o yüzden bilimsel olarak doping olaylarının yüzde kaçının yakalandığının bilinmediğini ve sporcular bunu itiraf etmeyeceğinden bulunamayacağını iddia ediyor. Bu yüzden istatistiğe dayalı bir metod geliştiriyorlar. Gönüllü ve kimlikleri kesinlikle gizli tutulacak sporculara doping yaptınız mı diye soruluyor. Araştırma sonunda atletlerin % 6.8'sinin doping yaptığı anlaşılırken resmi doping testlerinde oran % 0.81. Makale aradaki farkı birkaç nedene dayandırıyor

1) Doping maddelerinin kandaki yarılanma süresi.
2) Doping analizlerinin kalitesi.

Daha sonra tekniklerinin geçerliliğini tartışmışlar ama o bizi ilgilendirmiyor.

Burada dopingi yakalayamamanın ilk nedeni olarak gösterilen biyolojik yarılanma süresinin yakalanmayı engellemesi Cathine'in 3 saatlik yarılanma ömrü bir araya gelince Cathine'in verimli biçimde doping için kullanılabileceğini anlayabiliriz. Doping testlerinin maç bitiminden birkaç saat sonra alındığı ve sporcunun o anda idrar verememe gerekçesi ile(bu durumda bira içiriyorlar) örnek vermeyi birkaç saat daha geciktirebileceğini düşününce yasal limitin iki katı olan 10 mg'ın maç başı ve idrar verme arasında geçen 5 saatte 2-3 mg seviyesine ineceğini görmek güç değil.

Madde sadece tek sporcuda yani Kerem'de çıksa kullandığı bir ilaçtan, içtiği bir şeye karışan bir maddeden veya başka bir şeyin yan etkisiyle ortaya çıktığı düşünülebilir. Fakat yukarıda anlattığım durumu göz önüne alınca ve Kasun'da da maddeden 3 mg. çıktığı düşünülünce ortada ciddi bir sorun olduğunu anlamak güç değil.

Olay duyulduğundan beri sürekli "sizde de Kambala çıktı" diyenlerin anlaması gereken nokta da bu sanırım. Aynı şekilde geçen sene Beşiktaşlı bir oyuncuda da uyuşturucudan dolayı doping testi pozitif çıktı. Yalnız bu oyuncularda çıkan maddeler keyif için yüksek miktarlarda alınan ve bu yüzden günler sonra bile kanda bulunan maddeler. Ayrıca takımda doping testine giren diğer oyuncularda da çıkmamış. Olayın diğer skandal boyutu serinin 5. maçında ilk defa doping testi yapılıyor olması. Ayrıca test sadece maçların bitiminde değil, maç başlamadan da yapılmalı, bu yarılanma süresinin kısa olması avantajını ortadan kaldırır.

Sürekli örnek verilen Kambala 2 sene ceza almıştı. Kerem olay ilk ortaya çıktığında başka oyuncular gibi kullandığı bir ilaç olduğunu iddia etmedi, kasıtlı almadığını söyledi ve kampta herkes ne yiyip içiyorsa ben de onları yiyip içiyordum dedi. Bu açıklamadan sonra hiç sesi çıkmadı. Kerem de 2 sene ceza alırsa kendi kariyeri için ağır bir darbe olacak. Kasun'da da maddenin çıkması Efes Pilsen Kulübü'nü büyük bir sorumluluğun altına itti. Sorumluların kimler olduğunu bulmak en başta Kerem Gönlüm'ün vazifesi, çünkü olan ona oldu.

Evet doping yapan çok var, birçok doping olayı ortaya çıkmıyor, katılıyorum. Yalnız doping zaten bir risktir. Sürekli kimyasallarla oynanarak bulunmaması için uğraşılan maddeler üretiliyor, yarılanma ömürlerine göre uygun dozajda maddeler veriliyor ve dopingi yapanlarla bulmaya çalışanlar arasında hiç bitmeyecek bir mücadele var. Tabii ki bu, dopingden yakalanan bir sporcuyu affetmemizi gerektirmiyor. Kerem olayında bu risk alınmış, belki o maçta da test yapılmayacağını düşünülerek, belki Kerem'in metabolizmasının maddeyi test saatine kadar vücuttan sileceğini düşünülerek... Fakat bir şey ters gitmiş ve Kerem Gönlüm dopingli yakalandı. Dahası başka bir oyuncuda da aynı madde bulundu fakat yasak olan miktarın altında. Bu durumda sorulacak soru, kovuşturulacak insan çok. Bakalım bunlar yapılacak mı.
Devamı ...

29 Eylül 2009

Dünya'nın En Uzun 7 Saniyesi


Antalya-FB

Alex vurdu, n'oluyor lan? 3 kişi boş ortada, aha Guiza aldı. Nasıl 3 kişi boş lan? Ofsayt mı var, kesin ofsayttır. Devam ediyorlar, gidiyorlar lan. Hayatımda böyle pozisyon görmedim. Başlatma lan hayatından, gidiyor adam. Gidiyor mu lan o? Top Guiza'da diyor gidiyor lan. Ayağına takılır düşer bu şimdi. Uğur çekil lan niye o kadar yakın koşuyorsun. Semih olm dursana biraz yavaş git lan ofsaytsın. Gidiyor lan bu bomboş, yürü be yürü lan. Kendisi vurur bu yine, olm kesin vurur, vurma lan. Semih yavaş olm. Uğur bi çekil lan ayağın takılacak. Koş lan koş. Girdi lan ceza sahasına girdi, yürü olm yürü. Ver işte ver vurma bak vurma lan. Adam geldi lan arkada adam var, ver lan. Verdi lan. Aha kesin ofsayt, ofsayt mı lan? Olm Semih niye önde koşup duruyorsun yahu? Vurdu, vurdu mu lan, vurdu, gol diyor spiker. Gol mü ki, kesin ofsayttır. Hakem niye koşuyor lan, hakem nerede olm, yan hakem nerede? Spiker gol diyor, adamın gol diyor. Hakem niye penaltı noktasına gidiyor? Ulan ofsayt mı bu, versene lan golü. Gol mü olm, bu spiker niye bağırıyor? Hakem, dur bir lan hâlâ yürüyorsun. Gol mü ne bu? Aha ortayı gösterdi, gol lan.

GOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOLLLLL

Devamı ...

Şiir



"... Fenerbahçe-Chelsea maçının ikinci yarısını izlemedim, çünkü yeniliyorlardı. Bizim oyuncuların topu sürekli çocuklar gibi kaptırmaları üzücüydü. Küçükken Fener tutkunuydum. Bizim evdeki hava bugün fanatiklik denilen tarzdaydı. Babamla maçlara giderdik. Aklımda kalan büyük anlar, goller değil, takımın sarılı formaları ile sahaya fırladıkları anlardı. Sarı kanaryalar adeta bir kafesten sahaya yayılırdı. Bunu severdim, şiir gibiydi..."
Orhan Pamuk


Devamı ...

28 Eylül 2009

Diyarbakırspor'un Maruz Kaldığı Muamele Ceza Gerektirir



Diyarbakırspor Başkanı Çetin Sümer şayet Bursaspor ceza almazsa takımı ligden çekebileceğini söyledi. Diyarbakır’ın gittiği her maçta aynı olaylar oluyor. Bu işin tabi bir kısmı Diyarbakır’a has değil. Hemen her stadda aynı şeyleri yaşıyoruz. Önce Türkiye’deki stadların olmazsa olmazı olan İstiklal Marşı hep bir ağızdan aşk ediliyor, ki bir an için dahi olsa toplu halde İstiklal Marşı okuma fırsatını kaçırmayalım, hemen ardından konjuktüre göre “Ne Mutlu Türküm Diyene” veya “Türkiye Laiktir Laik Kalacak” sloganlarından bir tanesi bağırılarak gereken yerlere mesaj veriliyor, tabi bu repertuarın en güzide eseri olan “Şehitler ölmez vatan bölünmez” bütün bunların sonunda taraftarın bölünme problemi hakkındaki kısa ve net cevabı oluyor. Diyarbakır’ı özel yapan şey ise taraftarların Diyarbakır için özel bir repertuar geliştirmesi. Bu repertuarın ayırd edici sloganı “PKK Dışarı”. Maazallah PKK içeri girmiş bulunmuş ise ne yapması gerektiği konusunda kafasında bir karışıklık olmasını kimse istemez.

Giriş bölümünde “PKK”, “Diyarbakır” gibi kelimeler geçen bir yazının anlaşılmasının çok güç olduğunu artık hepimiz biliyoruz. Ortalama 5.6 sene eğitim görmüş insanlardan oluşan, 11 – 15 sene arası eğitim görenlerinin ise geri kalan hayatlarında gerçek yaşama adapte olabilmek için öğrendiklerini unutması gereken bir ülkede yaşıyoruz. Ortalama bilgi edinme kaynağı TV, tartışma platformu kahvehane, fikirlerini en edebi sunduğu yerin ise internet haber sitelerine yaptığı yorum olan bir kitle var karşımızda. Dolayısıyla “PKK bir terör örgütüdür. Türkiye bölünemez. Terörle bir yere varılmaz” diyerek konuya başlayıp sıramızı savalım, herhangi bir yanlış anlaşılma olmasın.


Diyarbakırspor’a Yapılan Sıradan Faşizmdir ve İnsanlık Suçudur
Türkiye’nin herhangi bir stadında Diyarbakırspor’a atılan sloganlar Diyarbakırspor’un Diyarbakır’ı temsil etmesi, Diyarbakır’ın da PKK’lı olduğu önermesine dayanıyor. Şüphesiz “PKK dışarı” veya “Şehitler ölmez vatan bölünmez” sloganlarıyla gösterilen “duruş” bir mesaj verme isteğine sahip. Bu mesajın özellikle Diyarbakır’a karşı seçilmesi ise Diyarbakır’ın bu kafalarda PKK ile özdeş olduğunu gösterir. Bu görüş de özetle, “Diyarbakırspor Diyarbakır’ındır, tüm Diyarbakır bilaistisna PKK’lıdır. PKK terör örgütürüdür, demek ki Diyarbakırlılar Teröristtir”den ibaret. Bir şehirde yaşayanların hepsinin veya hiç değilse çok büyük çoğunluğunun belirli bir etnik gruba veya şehirdaşlığa mensubiyetleri sebebiyle “Terörist” olduğunu düşünmek ise klasik bir sıradan faşizm örneği. Zira gündelik hayatta insanları siyasal mensubiyetleri, inançları ve tabiiyetleri sebebiyle “aynı” kabul etmek, herhangi bir kötü örnekle “özdeşleştirmek”, onları tek potada eritmek faşizan bir zihin alışkanlığına tekabül eder. Bu ister Türklerin barbar olduğunu düşünen bir Avrupalıda bulunsun, ister zencilerin aşağılık ırktan geldiğini düşünen bir Ku Klux Klan üyesinde görülsün adı faşizm veya biçimine göre ırkçılıktır. Bu durumun meşru kabul edilmesi, sürekli halde tekrarlanması ve buna karşı çıkanların marjinal kalması ise içinde yaşadığımız gündelik hayatın ne kadar faşizan bir atmosfer olduğunu göstermekten başka bir şeye yaramaz. Böyle bir atmosferin ise neler yapabileceğini hepimiz biliyoruz, şehirler ve mensubiyetler üzerinden birbirini düşman kabul eden insanlardan oluşan bir toplumun toplumsal dokusu hastalıklıdır, böyle bir toplumsal doku sürekli bir halde husumet üretmektedir ve bu husumetlerin çözümü için baskın olarak önerilen militarist bir total yok ediş veya savaş çağırısıdır. Bu durum da bir toplumu çok basit olarak kimlikler üzerinden böler. Halbuki Diyarbakırspor’u Türkiye’nin farklı etnik grubuna mensup bir coğrafyasının meşru temsilcisi olarak kabul etmek, bu farklılığı öğrenmeye veya en azından saygı duymaya çalışmak, kültürel iletişimi, toplum içindeki bağları güçlendirecek bir yol olarak düşünülebilir.


Etnik Ayrımcılıkla Mücadele Federasyonun Görevidir
Diyarbakır şiddete maruz kaldıkça ve bu şiddet meşrulaşıp, taraftar grupları arasında kimin Diyarbakır’a daha çok şiddet uygulayacağına yönelik bir yarış başladıkça kabul edilmesi gereken net gerçek bunun toplumsal ayrışmaya yol açacağı ve öncelikle durdurulması gerektiği olacaktır. Ancak böyle bir sonuç ortaya çıkmasaydı dahi herhangi birine veya gruba kitle halinde mensubiyetleri sebebiyle küfrederek sözlü şiddet uygulamak haksızdır ve yasalarca suç olarak kabul edilmiştir. Türk Ceza Kanunu’nun 216/2 maddesi şöyle diyor: “Halkın bir kesimini, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığına dayanarak alenen aşağılayan kişi, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” Diyarbakırspor’a “PKK Dışarı” diye bağırmak bu maddedeki hükmün birebir gerçekleşmesini sağlamaktadır. Diğer yandan Diyarbakırlılara stadlarda saldırmak, kafalarına koltuk atmak, taş fırlatmak da herhalde suçtur ve cezasız kalmaması gerekir.

Bu fiillere karşı ceza vermekle yükümlü olan organ özel mevzuat gereği Türk Futbol Federasyonu. “Spor Müsabakalarında Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun”un 17. Maddesi diyor ki “Spor ahlakına aykırı, tahrik edici, aşağılayıcı, dil, din, mezhep, ırk, cinsiyet, etnik ve siyasi ayrımcılığa yönelik söz sarf edilmesi veya bu mahiyette afiş veya pankartların müsabaka alanına veya yakın çevresine asılması yasaktır.” Kanun bu fiil için bir ceza da öngörmekte. Dolayısıyla kanunen bu olaylar karşısında TFF’nin yapması gereken şey, fiilin hak ettiği cezayı vererek saha kapatma ve idari para cezası cezalarını uygulamaktan ibarettir. TFF’nin bu halde yanlı tutum alarak, suçun bu şekilde işlemesine göz yumma hakkı bulunmamaktadır.

Tabi Türkiye’de kurumların neyi yapması gerektiğini söylerken evrensel bazı kıstasları esas alıyoruz. Yani insan hakları, açık toplum, demokratik hayatın ilkeleri gibi evrensel bazı kaidelere referans yapıyoruz. Türkiye’deki hiçbir kurum ise kendine bu tip kaideleri referans alıp hareket etmediği, herkesin kaidesi bu kuralların Türkiye hali olduğu için de uygulamada yaşanan adaletsizliklere alıştık. Örneğin “Hepimiz Ogünüz Hepimiz Mehmet” pankartı sebebiyle Trabzonspor suçu ve suçluyu övmek fiillerinden ceza almalıydı, böyle bir olay hatırlamıyoruz, hemen hemen her maç Türkiye’nin stadlarında büyük olaylar oluyor, işte Fenerbahçe Gaziantep maçından önce olan olaylar malumunuz, gereken ceza gelmiyor. Bütün bunlar birikince de TFF veya herhangi bir idari kurum saygınlık kazanamıyor, güven telkin edemiyor, hepsi haklı olarak çifte standartçı olmakla itham ediliyor. Bundan rahatsızlık oldukları da söylenemez, herhalde sürekli çifte standart uygulamanın kendilerine yarattığı keyfi alanın kendilerine verdiği bir hoşnutluk vardır.


Kuralsızlığa Karşı Kural
Bu saatten sonra insanlığa veya insani bir takım hasletlere referans vererek konuşmak çözüm için yeterli değil. Açık ki faşizan zihniyet herhangi bir insani ahlakla bağdaşmaz ve kendisine referans olarak da böyle bir sistemi almaz. Yani biz vicdandan, insan eşitliğinden, hiçbir insanın ayrımcılığa uğrayamayacağından filan bahsedelim, karşıdaki insanı sırf bir şehirden geldiği için terörist kabul eden bir akıl herhalde böyle bir haslete erişebilecek düzeyde değildir. Üstelik bu kendisine kuralla da dikte edilse bu kuraldan daha üstün daha geçerli bir kural olduğunu, kendisinin terörizmle filan mücadele ettiğini düşünecektir. Her ne kadar bir stadda, konuyla alakası meşkuk bir takımın taraftarının kafasına koltuk atmanın nasıl terörle mücadele olacağı veya “milli” kabul edilebileceği tartışmalı ise de, insanların sürekli böyle davranması böyle bir kabullerinin olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla bu kural tanımayan, kuralsızlıkla beslenen veya kendisinin tüm kuralların üstünde olduğunu düşünen zihniyetle mücadele de laf anlatmakla, beyanat vermekle filan olacak iş değil. Mevcut varolan kuralların sert bir şekilde uygulanması gerekir. Bu olaydan sonra Bursaspor’un sahası 5 maç kapatılsa ve ardından bu tip olayları tekrarlayan her takıma bu ceza kati bir suretle uygulansa bir sene sonra yöneticilerin maç çıkışında adet yerini bulsun diye özür dilediği bir atmosferden bu tip olaylar yaşanmasın diye canla başla çalıştıkları, sonuç alınan bir ortama geçiş olabilir. Bu da tabi bunu yapabilecek bir Federasyonla mümkün ki, onu da bu arada bulmak gerekiyor herhalde. Olayların üstünü kapatarak varlığını sürdüren bir Federasyonun üstüne bu kadar görev yüklemek de mümkün değil.

(NOT: Şu saha kapatma ve idari para cezası cezalarının işlevselliği üzerine İbrahim Altınsay çok güzel bir yazı yazdı, bu tartışmaya girmeden bu tip durumlarda idari para cezası ile 9 puan silme gibi bir ceza birlikte uygulansa çok daha işlevsel olur, onu da belirtelim.)


Devamı ...

Avrupa Basketbol Şampiyonası'nın Ardından Birkaç Not



Avrupa Basketbol Şampiyonası tarihleriyle planlı ve maksatlı olarak yıllık iznimi çakıştırarak uyku-basketbol-iftar-basketbol-sahur- basketbol-uyku kronolojisinde bir 15 gün geçirdim. Sonucunu bildiğim basketbol maçlarının tekrarlarını hele o maçı kazanmışsak seyretmeye bayılırım. Ntv ve Ntvspor bizim maçların iki kez tekrarını veriyorlardı.Diğer maçlarında en az birini sahur sonrası tekrar yakalayabiliyorduk .

Önce organizasyondan başlayalım sonra parkeye döneriz. Bir kere Polonya’ya bu şampiyonanın verilmesi son derece saçma, basketbol geleneği olmayan, doğru düzgün ligi olmayan, Prokom ‘un üç dört yıldır varlığı sayesinde bir nebze basketboldan haberdar olan bir ülkede Avrupa Şampiyonası yapılmasını doğru bulmuyorum. 2003’de İsveç’te yapıldığını anımsarsak buna da şükür diyebiliriz gerçi. Polonyalı yönetmenler basketboldan bihaber arkadaşlar olduğu için çoğu pozisyonun tekrarını oyun oynanırken vermeyi ve maçları piç etmeyi başardılar. TRT ‘nin 90’ların ortalarına kadar yaptığı gibi yani. O zamanlar hücum süresi 30 saniye olduğu ve takımlar yavaş oynadığı için pek kaçırmıyorduk pozisyonları yine de ama sokak basketbolu tadında oynanan bir Bulgaristan-Polonya maçını tekrarlara boğmak maçın yarısını seyretmemek demek oluyor mesela. FİBA bir ülkeye organizasyon verirken maçların yayın kalitesini de gözetmek zorunda yönetmenlerin yeterlilik belgesinin bile istemesi lazım bence yayıncı kuruluştan umarım ders alırlar.

Sahadaki basketbola gelince artık bir kez daha gördük ki basketbol gittikçe rugby kadar fiziki temasa doğru gidiyor. Sertlik düzeyi müthiş yükseldi. Pota altı sertliği göstermeyen takımların üst düzey takım olmaları imkansız. Sertlik doğrultusunda artan faul sayısı da artık faul atışlarının öneminin bir kat daha arttığını gösteriyor. Bu turnuvada dikkat çekici şeylerden bir tanesi bence yardım savunmasının sorgulanması olmalı. Bazen oyuncular yardıma gitmeyi refleks haline getirip oyuncu gözetmeksizin yardıma gidiyorlar ve bu da gereksiz yere boş adam bırakıp ceza atışı yemeye sebep oluyor. En dramatiğini Spanoulis'in sahte penetrelerinde biz yaptık mesela, Hidayet yardıma gitmese, ki topun olduğu yönden yardıma gelmesi başlı başına ayrıca bir hata, Prentizis’in o üçlüğü olmayacaktı ya da Slovenya 3 sayı öndeyken Sırbistan maçında Jagodnik Pereoviç’i savunmak için yardıma gitmese(2 sayı atması bir anlam ifade etmiyordu) Teodesiç o üçlüğü atamayacak maçı uzatmaya götüremeyecekti. Yardım savunması yüzünden boş atış yememek için bire bir savunmada artık yenilmemeniz lazım.

10 sene önce savunmada dolaşan hücumda çoşan oyunculara tahammül edilebiliyordu ama Harun Erdenay şu an oynasa mesela o olağanüstü hücum potansiyeline rağmen hiçbir üst düzey takımda görev alamazdı. 10 yıl önce iyi savunma yapan oyuncular rol adamlarıydı. Bir anlık ya da bir maçlık birilerini kilitemeleri istenir ve onu yaparlardı. Artık oyunun bu yönünü iyi oynayan oyuncular rol oyuncusu değil ana oyuncular oldular. Sinan’ın ve Ömer Onan’ın ilk beş başlamasını kimse yadırgamıyor ve çoğunluk hatta doğru buluyorsa bu zihniyet değişiminin en açık göstergesi. Bu şampiyonanın ardından bence şunu da gördük pek çok yıldız oyuncunun olmadığı bu turnuvada bile iyi takım seyretmenin de iyi oyuncu seyretmek kadar büyük bir keyif olduğunu bir kez daha idrak ettik.

Mesela Rusya inanılmaz kötü bir kadroyla gelmesine rağmen takım olma nosyonuna sahip olabildiği için çeyrek finale çıkabildi. David Blatt'ın bu takımı çeyrek finale çıkarması 2007'deki şampiyonluğa göre daha büyük bir başarıydı bence. Potansiyeliniz ne kadar sınırlı olursa olsun sert savunma yapabiliyor ve takım olarak ayakta kalabiliyorsanız bir yerlere gelebiliyorsunuz. Potansiyeliniz iyiyse ve sahanın iki yönünde de bir basketbol aklı geliştirebiliyorsanız da üst düzey bir takım oluyorsunuz. Nba ile Avrupa basketbolu arasındaki farkı da savunma dozajının iyice arttığı bu turnuvalarda bir kez daha görüyoruz, Nba de normal sezonda zaten hiç savunma yapılmıyor, play-offlar da biraz sıkıyorlar sadece, Avrupa'daki hazırlık maçları bile sertlik olarak Nba play-off larının önünde. İşin kötü tarafı Nba de savunma yapmamaya alışmış Avrupalı oyuncuların zaman zaman savunma alışkanlıklarını unutması. Basketbol fundemantalini Barcelona'da almış Pau Gasol'ün bizim maçta bir türlü pick and roll savunamamasını unutulmuş bir alışkanlığa bağlayabiliriz ancak.

Gelelim Avrupa basketbolunun zayıf karnına, organizasyonların keyfiliği ve hakem kararları. Hakemler açısından Yunanistan maçına kadar çok sıkıntı yaşamadık biz ama özellikle ilk turdaki Rusya ve Fransa'nın olduğu gruptaki maçların hakemleri berbattı. Basketbol hakemin maça doğrudan etkisinin maksimum olabileceği yegane spor dalı ve bu iş çok çirkinleştiriyor bazen bu sporu. Yine de geçen Avrupa Şampiyonalarına göre ben hakemlerin biraz daha dengeli düdük çaldıklarını düşünüyorum. Bir başka tuhaf konu Fiba'nın Dünya Şampiyonası için 4 tane wild card hakkı olması. 1 değil 2 değil 4 tane wild card. Yani turnuvaya katılacak takımların %25 ini doğrudan FİBA belirliyor. Bu tamamen saçmalık FİBA'nın keyfiliğinin nasıl büyük bir alanı kapladığının göstergesi. Bu saçma duruma istinaden büyük ihtimalle Rusya Litvanya ve İtalya wild card alan üç Avrupalı olacak bir tane de diğer kıtalardan birine verilen kontenjanla 24 takım tamamlanmış olacak ki Afrika'dan bir ülkeye verileceğini düşünüyorum onun da.
Devamı ...

Haydi Hep Beraber Tempo, Şappi


Kazım(Antalya)

Futbol herkesin konuştuğu bir şey olunca beklentiler de ona göre çeşitli ve zor karşılanır oluyor. Örneğin bir maçta 7-8 orta yapan oyuncunun ortalarından sadece 2 tanesi yerini bulsa hatırlananlar onlar değil rakip tarafından karşılanan 6 orta oluyor. Elimde istatistiği yok ama Dünya'nın en iyi kanat oyuncularının bile % 20'den yüksek isabetle orta yaptığını sanmıyorum. Buna rağmen mesela Gökhan'ın tek kusurunun isabetsiz ortaları olduğunu düşünen binlerce taraftar var. Ümit Özat Fenerbahçe sol kanadının son 15 senedeki en verimli oyuncusu olmasına rağmen hâlâ dağlara orta yapan bir oyuncu olarak hatırlanıyor.

Futbol takımından beklenen oyun da kanat oyuncularının ortalarıyla aynı kaderi paylaşıyor. Fenerbahçe hakkında yapılan yorumlardan anladığım rakibe topu göstermeyen, 90 dakikanın 90'ında da rakibi boğan, 30 pozisyon bulup 8-9 tane atan bir takım beklendiği. Burada bu rakamları yazınca komik görünüyor fakat dünkü maçın ardından Rıdvan'ı dinleyin, Mehmet Demirkol'u okuyun, birkaç blog ve forum gezin ve rakamlar abartılıysa gelip "evet abartmışsın" yazın. Benim anladığım, tarif edilen takım böyle bir takım.

Bir sebebi maçın yorumcusu. Lig TV maç yayınlarına artık yorumcu koymasın, yorumcuların futbolu en iyi insanların bile düşüncelerine etki ettiklerini düşünüyorum. Dünkü maçın ardından Ersun Yanal "Fenerbahçe bir iki pozisyon buldu ama temposuzlar, bu şekilde işleri zor" dedi. Bunu anlayıp saygıyla karşılıyorum, fakat bugünkü Galatasaray maçının devre arasında "Bu maçın Galatasaray galibiyetiyle bitmemesi için mucize lazım" manasına gelecek bir yorum yaptığında o zaman işler değişiyor. O zaman gördüğü futbolu yorumlamak yerine rüzgarın estiği yönü, medyanın takımlara verdiği rolleri kafasına iyice oturtmuş ona göre yorum yapıyor diyorum. Dün Fenerbahçe'nin ilk yarı oynadığı futbol bugün Galatasaray'ın ilk yarı oynadığı futboldan iyiydi. Şimdi yazının içinde anahtar kelime Galatasaray geçtiği için buraya üşüşüp yorumlarla konuyu saçma sapan yerlere götürecekler olur, o yüzden şimdiden gireyim araya, sizinle ilgisi yok kardeşim gaza gelmeyin. Galatasaray iyi oynuyor, en azından iyi oynadığı söyleniyor, o yüzden onların oyununu referans alıp Fenerbahçe'yi konuşuyoruz.

Galatasaray'ın sezon başından beri bütün maçlarını izledim. Berabere girdiği maçların son kısımlarında karşı sahaya yıkılıp gol için bastığı dakikalar dışında Fenerbahçe'de olmadığı için şikayet edilen tempo Galatasaray'da da yoktu. Bu bahsedilen baskı da tempolu oyunsa, Fenerbahçe dün 60-80 arası bu baskıyı kurdu. Üstelik Gökhan sakatlanıp Semih girince CM'nin efsane taktiği 4-1-2-1-2'ye dönülmesine rağmen. Bu geçişten sonra 5-6 dakika takım zorlandı çünkü Fenerbahçe'nin tipik çok pas yaparak ortada boşluk arayan ya da kanatlara açılan oyunu orta saha bir kişi eksik kalınca sekteye uğradı. Sonra defans iyice öne çekilip neredeyse orta saha çizgisi önünde kurulunca Cristian'ı ilk defa bu kadar hücum oyununun içinde gördük zaten. O dakikalarda yoğun bir baskı vardı. Alex'in şutu, Bilica'nın kafası, Guiza'nın karşı karşıya kaçırdığı 2 hücum, Cristian'ın kaleci tarafından kurtarılan şutu, Guiza'nın kanatlardan gelen iki ortayı ıskası, 3 tane direkten dönen top, 1 tane verilmeyen penaltı ve 2 tane gol. Bunlar elimizde. Kanat adamlarından Santos ve Gökhan çok formsuz, Vederson idare ediyor, Kazım iyi oynuyor. Yenilen gol Gökhan'ın bireysel hatası, yapılmayacak bir hata. Mehmet Demirkol bu kadar atak geliştirilen bir oyunu "Fenerbahçe sadece özet görüntülere oynuyor" diyerek eleştiriyor. Benim takıldığım nokta da bu. Bir takım bu kadar şut çekip bu kadar iyi hücum yaptıysa sürekli yüksek tempoda oynamasına gerek yok zaten. Fenerbahçe'yi çeyrek final oynatan oyun da tempoyu yükselterek maça hükmeden değil, topa daha fazla sahip olup tempoyu kendisine ve skora göre ayarladığı oyundu.

O sezon Türkiye Ligi'nde istenilen olmadı çünkü kanat adamlarımız çok zayıftı. 4-2-3-1 için hiç uygun değillerdi. Bu sezon en azından Kazım bu katkıyı veriyor, ve kanatlardan en az iki oyuncu bu katkıyı verirse bu sistem Türkiye'de de yürür. Türkiye'de 90 dakika tempolu oynayacak takım var mı ki Fenerbahçe'den bu bekleniyor. Geçtim Türkiye'yi Avrupa'da Barcelona dışında kaç takım her hafta böyle oynuyor? İnönü'de izledikleri Manchester maçın kaç dakikası tempolu oynadı? Fenerbahçe'nin oyununun eleştirilmesini anlıyorum ama kendi ayarladığı maç temposundan şikayet edilmesine katılmıyorum. Bu sene ligin puan kaybedilebilecek takımları Gençlerbirliği, Eskişehirspor ve Bursaspor. Bursaspor maçında şikayet edilen yavaş tempoyla deplasman takımının yapması gerekeni yaptık, maçın hızını biz ayarladık ve Bursaspor'a ciddi bir pozisyon vermeden galip geldik. Gayet iyi bir takım olan ve çok iyi bir boş alan forveti olan Bursaspor bile o maçtan sonra kötü bir takım ilan edildi. Sürekli tempo yükseltmeye çalışan Fenerbahçe'nin arkada 2 tane yavaş defansla bu takımlara karşı yüklendikçe yüklenmesi bekleniyor sanırım. Fenerbahçe'nin bu sezon istediklerini yapamadığı ve kötü oynadığı tek maç bence Manisaspor maçıydı, bir de Twente var. Genel bir yorum yapılır belki ama Galatasaray'ın sezon başından beri oynadığı maçlara bakıp Fenerbahçe'nin dün oynadığı oyundan net olarak iyiydiler diyeceğimiz maçı yok. Buna rağmen Rıdvan sözüne "Fenerbahçe kötü oynayarak kazanıyor, Galatasaray dolu dolu oynuyor" diye başladı. Rüzgarın yorumcuları çok etkilediğini düşünüyorum, aynı rüzgar rakipleri de psikolojik olarak etkiliyor tabii.

Fenerbahçe'nin sorunu yok mu, var tabii, hem de çok net gözlemleniyor artık. Geçen haftaki İBB maçından sonra da bahsetmiştik, Fenerbahçe'nin golcü sorunu var. İkinci golü bir türlü atamıyoruz. Bursa'da da, İBB maçında da, dünkü maçta da sorun buydu. Oyun yapısı nedeniyle gol pozisyonuna giremiyor değiliz. İBB maçının 30. dakikası ve Antalya maçının 60. dakikası rahatlıkla 2 farkla geçilebilirdi. İsim verelim, tek sorun Guiza. Kanatların formsuzluğu ve özellikle sol kanadın içeriye kat etmemesi de başka bir sorun ama Guiza varken bunlara sıra gelmez sorun listesinde. Kısa vadede çözüm Guiza yerine Semih veya Kazım'ın oynaması, orta vadede çözüm devre arası Guiza ve Deivid yerine Nobre tarzı iki tane forvet bulunup getirilmesi, uzun vadede çözüm sene sonu artık tek forvet oynayabilecek az buçuk yetenekli oyuncu alınması. Guiza yerine vasat bir golcü bile olsa ne Fenerbahçe'nin temposu ne yavaşlığı konuşuluyor olurdu. Guiza sadece fiziksel ve psikolojik olarak çökmüş değil, aynı zamanda yeteneksiz. Karşı karşıya kaldığı pozisyonlarda dikkat ettiyseniz topu biraz sağa çekip sürekli kalecinin sağına vuruyor. Guiza ile karşı karşıya kalan kaleci direkt soluna yatarsa büyük ihtimalle kurtarır. Sol ayağı hiç yok, o yüzden soluna topu çekip kaleci geçme şansı falan da yok. Hava toplarında zaten 1.60'lık oyunculardan top alamayacak kadar kötü bir fiziksel gücü ve zamanlaması var. Kısacası çok kötü forvet ve Fenerbahçe'ye çok zarar veriyor, Fenerbahçe'nin bu kadar eleştirilmesinin tek sebebi de kendisi.

Aykut Hoca da tempo kelimesini kullanıp bundan şikayetçi oldu. Sanırım Diyarbakırspor maçının ikinci yarısında oynadığımız oyun seviyesinde bir oyunu kastediyor. Andre Santos ve Gökhan'ın formu düşmeye başladığından beri o maçtaki pas organizasyonunu yapma şansımız olmadı. Bir de Emre'nin yokluğu etkiledi tabii takımı. Yalnız Aykut'un bahsettiği tempo da Rıdvan'ın, Demirkol'un istediği şey değildir, çünkü onlara(ve çokça başkalarına) göre Fenerbahçe hiç iyi maç oynamamış bu sezon. Fenerbahçe beklenilen seviyede değil ama bu kadar pozisyona giren ve orta saha-defans-kanat uyumunu kısa sürede tutturup az gol yiyen takımın sürekli aynı kelimelerle eleştirilmesini de biraz insafsız buluyorum. İyi bir forvet olsa bu takım çok daha fazla keyif verir, birileri çekirge diye kendilerini kandırmaya devam etsin. Geçen hafta son dakikada galibiyeti kurtaranlar için kimse çekirge demedi "ama o ilk yarıdaki penaltı pozisyonu" dendi, bu hafta nedense "ama Uğur'un tepesine çullanılması" diyen duymadık, koskoca gazete "çekirge yine zıpladı" diye başlık atmış. Ver tempoyu ver coşkuyu çekirge zıplamaya devam etsin.
Devamı ...

27 Eylül 2009

Antalyaspor 1 - Fenerbahçe 2
TSL 26/09/2009


Antalyaspor Fenerbahçe

NTVSPOR ve Ajanslar
Fenerbahçe, ligin 7. haftasında Antalyaspor'u son dakika golüyle 2-1 yendi. Sarı-lacivertliler 3 topta direği geçemezken, galibiyet golü kalecinin üçe tek yakalandığı kontrada Semih'ten geldi.

(Not: Bu bölümü hazırlamakta olan kıymetli yazarımız senelik izninin bir kısmını kullanmak üzere memleketi Berlin'den ayrıldığı için Papazınçayırı Ajansına geçici bir süreyle ara vermiş bulunmaktayız. Okurlarımıza teletubby duyurulur.)

Turkcell Süper Lig'de Antalyaspor ile Fenerbahçe, Antalya Atatürk Stadı'nda karşı karşıya geldi.

Lig'de ilk 6 haftayı kayıpsız geçen Fenerbahçe, mücadeleye iyi başlamasa da golü erken buldu. 9. dakikada Alex'in şık pasında Kazım sağ çaprazdan sert vurdu ve sarı-lacivertli takımı öne geçirdi: 0-1

Fenerbahçe oyunun hakimiyetini ele aldığı dakikalarda kalesinde şok bir gol gördü. 21. dakikada orta alandan atılan bir uzun topta, savunmanın hatasını iyi değerlendiren Ali Zitouni, yaptığı kava vuruşuyla skoru dengeledi: 1-1

İlk yarıda Colin Kazım ve Mehmet Topuz'un bir şutu direkten dönerken, takımlar soyunma odasına 1-1'lik eşitlikle gitti.

İkinci yarı orta alan mücadelesi şeklinde başladı. Fenerbahçe istediği baskıyı kuramazken, savunmamnın arkasına atılan toplarla pozisyon arayan Antalyaspor da bir tehlike yaratamadı.

Fenerbahçe'de sakatlanan Andre Santos'un yerine Uğur, Gökhan Gönül'ün yerine de Semih oyuna girdi. Sarı-lacivertlilerde Mehmet Topuz sağ bekte görev yaparken, orta sahada daha çok topa sahip olan Antalyaspor, üretkenlikten uzak bir görüntü çizdi.

Son bölümlerde maçı kazanma arzusuyla rakip kaleye yüklenen Fenerbahçe'de Guiza karşı karşıya 2 net pozisyondan yararlanamazken, Bilica'nın da bir vuruşu direkten geri geldi.

Son dakikalarda Antalyaspor, Fenerbahçe kalesinde etkili olurken, sarı-lacivertli takım hafızalardan kolay silinmeyecek bir gol buldu.

Antalyaspor hücumunun ardından kontratağa çıkan Fenerbahçe'de, bir anda 3 oyuncu kaleci Polat ile karşı karşıya kaldı. Guiza'nın pasında Semih topu boş kaleye yuvarladı ve Fenerbahçe bu golle ligdeki 7. maçını da kazanarak puanını 21'e yükseltti: 1-2

ANTALYASPOR: 1 - FENERBAHÇE: 2
Stat: Atatürk
Hakemler: Yunus Yıldırım, Mustafa Emre Eyisoy, Alper Ulusoy
Antalyaspor: Polat, Yalçın, Batak, Ertuğrul (Dk. 85 Korhan ), Orhan, Kerim (Dk. 12 Hakan Özmert), Jedinak, Sedat, Ali Zitouni, Veysel, Necati (Dk. 76 Balili)
Fenerbahçe: Volkan, Gökhan (Dk. 50 Semih), Lugano, Bilica, Wederson, Cristian, Kazım, Mehmet Topuz, Dos Santos (Dk. 46. Uğur Boral), Alex, Guiza (Dk. 90 Selçuk ?)
Goller: Dk. 10 Kazım, 90. Semih (Fenerbahçe), Dk. 21 Ali Zitouni (Antalyaspor)
Sarı Kartlar: Dk. 18 Kazım, Dk. 33 Bilica, Dk. 38 Gökhan Gönül (Fenerbahçe), Dk. 33 Yalçın, Dk. 47 Hakan Özmert, Dk. 59 Ertuğrul (Antalyaspor)
Devamı ...

Kutsanan Alex'in Şovu


Lefter ve Alex

Meğer Alex'in dünkü şovunun arkasında Lefter varmış. Bu hafta içi görüşmüşler. Görüşmeyi Hürriyet'te Ercan Saatçi yazmış. Resmi site de biraz bahsetmiş ve Fenerbahçe dergisinin gelecek sayısında görüşme hakkında ayrıntılı bilgiler ve fotoğraflar olacağını yazmış. Hiç almayanlar için bile dergiyi alma sebebidir. Hürriyet'teki yazıdan bir iki önemli noktayı buraya da alalım

Bu sohbet esnasında dikkatimi bir şey çekti; sahada soğukkanlı görmeye alıştığımız Alex inanılmaz heyecanlıydı... Büyükada’ya yaklaştıkça ‘Acaba efsane Lefter Küçükandonyadis bu buluşmaya nasıl bir tepki verecek’ sorum da cevabını bulmuştu. Lefter de en az Alex kadar heyecanlıydı. İki kızı olan Lefter, büyük kızından olan iki torununun yanında Alex’i görünce, “Sen de benim üçüncü torunumsun” diyerek sıcak bir şekilde sohbeti başlattı.

Söz sırası Lefter’e geldiğinde, Efsane şöyle konuştu:

“Topu ayağına aldığı zaman her şeyi yapıyor. Ben topu aldığım zaman gidiyordum, Alex de gole gidiyor. Eğer genç olsaydım, Alex ile yan yana oynamak isterdim. Verdiği pasları, attığı golleri herkes yapamaz. ”

Alex, üzerine giydiği formayla fotoğraf çektirdikten sonra, “Bu formayı Brezilya’ya götüreceğim ve en güzel yerde saklayacağım. 10 numaralı forma her zaman Lefter’indir. Kaptanlık da forma da benim üzerimde ödünç olarak duruyor” diyerek, Lefter’e olan saygısını yaptığı bu jestle süsledi...

Devamı ...

Kanye West Interrupts Yıldırım Demirören


kanye-demirören

Amerikalıların ne kadar boş beleş olduğunu iki hafta önce bizzat gözlemledim. Youtube'u ne zaman açsanız yeni videolar listesi baştan aşağıya Kanye West disses ve Kanye West Interrupts videolarıyla doluydu. Olayı bilmeyenler için Canarino abimiz blogunda işiniz yok mu lan sizin diyerek tek cümlede özetlemiş. Bugün fark ettim ki geçen hafta da boş durmamışlar bu olay üzerine çok feci geyik döndürmüşler youtube'da. İlk gün Kanye West Interrupts Obama videosu çıkmıştı zaten, diğer bombalar şunlar

Kanye West Interrupts the News
Kanye West Interrupts the Emperor (muazzam)
Kanye Interrupts Keyboard Cat
Kanye Interrupts Usher
Kanye Interrupts Mario

Adamın nezaketsizlik rekoru kırıp söz kesmediği bir tek bizim spor programları kalmıştır diye düşünüyorsanız yanılıyorsunuz




Devamı ...

26 Eylül 2009

Fenerbahçe 45 Sene Sonra Bile Aynı


64-65 Sezonu

64-65 sezonu artık ezberimizde. Fenerbahçe her hafta galip geldikçe tekrarlanan "en son x'te x 64-65 sezonunda alınmıştı" kalıbı sayesinde hafızamısın silinmez kısmında kendisine yer buldu. Diğer tarafta da x'te x güzel ama Fenerbahçe iyi oynamıyor var. Onun hafızamızda kendisine yer aramasına gerek yok, zaten böyle büyüdük, Fenerbahçe'yi böyle öğrendik. Şansa bakın ki Milliyet tam da bugün 60 yıllık arşivlerini internette halka açtı. Ben de şu ünlü 64-65 sezonunu merak ettim.

Milliyet'in arşivlerine göre 64-65 sezonunda 5. maçımız İstanbulspor'a karşıymış. Şöyle değerlendirilmiş maç

Maçın ilk çeyreği bitti, tek pozisyon tek şut yok... Etraftan "kardeşim bu sahada top oynanmaz" sesleri.. Oyunun ilk 20 dakikası da bitti. Tek pozisyon tek şut yok... Etraftan "Bu sahada futbol oynanmaz" sesleri... Maçın ilk 25 dakikası da bitti. Tek pozisyon tek şut yok... Etraftan "Eee, bu balçıkta, yürünmez bile..." sesleri...

F.Bahçe - İstanbulspor maçının ilk yarısı için söylenebilecek söz bu kadardı. İki takım da sahanın ortasında kümeleniyor, iş, ceza sahasının önüne geldiğinde, bitiveriyorlardı. Sarı-Lacivertli takımda forveti oynamaya zorlayan bir kişi vardır: Ergun.
6. maç Hacettepe maçı. O maç da şöyle yorumlanıyor.

Dağınık bir oyun tutturan ve sayısız gol fırsatını heba eden Fenerbahçe, H.Tepe engelini çok zor aştı.

Fenerbahçe'nin golcüsü Ziya dün Hacettepe karşısında hayli fırsat kaçırmasına rağmen maçın neticesini değiştiren tek sayıyı kaydetmesini bildi.
7. maç 7. galibiyet Şekerspor'a karşı

Fenerbahçe dağınık olduğu, çamura iyi hükmedemediği, rakibin şuurlu enerjisi ile başa çıkamadığı ilk devrede iki gol attı da... Gerçekten iyi futbol oynadığı ve Şekerspor defansını bunalttığı ikinci devrede gol atamadı. Şekersporun oynadığı futbol ise en fazla baş eğdiği zaman bile iyi idi.
Bugünün futbol jargonuyla "orta sahada kümelenmek" "maç çok top kaybının olduğu bir orta saha mücadelesi şeklinde geçiyor"a, "forveti oynamaya zorlayan bir kişi vardır: Ergun" "Orta sahada hücum yönü kuvvetli, hücumu düşünen tek oyuncu Emre"ye, "Dağınık bir oyun tutturan Fenerbahçe" "Çok yavaş oynayan ve ileride çoğalamayan Fenerbahçe"ye, "rakibin şuurlu enerjisi ile başa çıkamamak" da "Orta sahada dirençli rakibe karşı oyun üstünlüğünü sağlayamamak"a tekabül ediyor. Halk ve yazarlar yedide yediden memnun değil, rakip değil çamuru da yenmeli...

Ayrıca 23 Kasım 1964'teki sayının ilk sayfası "Parti Liderleri Anlaşmaya Vardı: Yayınlanan bildiride Ordu'ya yönelen her çeşit tahrikin karşısında olunduğu belirtildi" diyor. Bazı şeyler 45 senede de 145 senede de çok değişmiyor, hele Fenerbahçe hiç değişmiyor. Bugün 7'de 7 yapalım, bu da değişmesin ama 64-65 sezonunun 8. haftasında Beşiktaş'la kötü bir oyundan sonra berabere kalmışız ve ilk puanı vermişiz, 45 yıl sonra bari bu değişsin.
Devamı ...

25 Eylül 2009

Nerede Bu Gerginler?


galatasaray kasimpasa

Bursaspor maçından sonra Fenerbahçe'nin galibiyetinden bahsedilirken isminin önüne hep bir sıfat konuldu. Zamanında Villareal nasıl Nihatlı Villareal, İnter nasıl Okanlı, Emreli İnter olmuşsa Fenerbahçe de 2 hafta önce gergin/asabi Fenerbahçe yapıldı. Hafta boyunca "gergin" Fenerbahçe'nin oyunundan değil kartlarından bahsedildi. Fenerbahçeli futbolcuların hakemin çevresini sarıp taciz ettiği söylendi hatta televizyonda sürekli ağzını bozan bir yorumcu tecavüz kelimesini bile kullandı.

galatasaray kasimpasa

Geçen hafta ne oldu peki? Kasımpaşa maçında yukarıdaki fotoğraflarda gördükleriniz oldu. Yetmedi aşağıdaki pozisyonda Keita boksör gibi çaktı yumruğu. Kırmızı kart yaptığı, fakat o kadar tekme yiyen adamı anlıyorum (birileri de Alex'i, Emre'yi anlasa). Galatasaraylı oyuncuların o verilmeyen penaltıdan sonra yaptıklarını da çok normal buluyorum. Bir hakem futbolcuları şirazeden çıkarabilir, Galatasaraylı futbolcular da haklı olarak çıktılar. Yalnız bugüne kadar bekledim, bir kişi bu maçtan sonra Galatasaray sinirli, asabi, gergin yazmadı. Bu maçta İlker Meral nasıl Galatasaraylı oyuncuları delirttiyse o maçta da Deniz Çoban Fenerbahçeli oyuncuları delirtti. Bir hafta boyunca bir gerginliktir başka bir şey duymadık. Hatta Buna ilk paragrafta bahsettiğim argo kelimeleri kullanmaktan kaçınmayan yorumcu Fenerbahçeli 3-4 oyuncunun kırmızı kart görmesi gerektiğini söyledi. Bu hafta nereye kayboldu bu gerginlikten gerilenler?

galatasaray kasimpasa

Bursaspor maçından sonra yönetim bu yapılanlara tepki versin demiştik, ses çıkmadı tabii. O maçta Lugano ve Andre Santos'un gördüğü kartlar komik bile olamayacak kadar saçmaydı. Yönetmelik gereği bir maçta 6 sarı kart veya fazlasını gören takımlar o maç için kart başına 1500 TL ödüyor. Fenerbahçe boşu boşuna 9000 TL ödedi ve buna hiç tepki gösterilmedi. Büyük ihtimalle "nereden baksan bilet 55 Lira, 2 haftada bunun üç katını toplarız" diye düşünüyorlar.
Devamı ...

Ortega Tekrar Milli Takımda


Ortega

Reuters haber salmış, Ariel Ortega 6 yıl sonra Arjantin Milli Takımı'na çağırılmış. Haftaya oynanacak Gana hazırlık maçı kadrosundaymış. Haber ayrıca diyor ki Ortega 1994-2002 arasında 3 Dünya Kupası oynamış. Arjantin grupta 5. sıradaymış ve evinde Peru ile deplasmanda Uruguay maçları kalmış. Grupta ilk 4 direkt Dünya Kupası'na katılma hakkı kazanıyorken 5. olan takım play-off maçı oynayacakmış.

6 sene öncesi tam da Fenerbahçe günlerine denk geliyor. Ortega'yı hatırlamak bize hüzün veriyor da alıp Lorant gibi bir hocanın eline veren, Ceyhun gibi bir adamla uğraştıran, Fatih Akyel'i kaptanı yapanlara ne hissettiriyor bilmiyoruz.

Devamı ...

24 Eylül 2009

55lira.com


55 Lira Tepki

55Lira.com'dan alıntı:

Sitemizin hiçbir dernek, grup ya da oluşumla ilgisi yoktur! 55Lira.com tamamen bağımsız bir internet sitesidir.

Tek derdimiz, tek amacımız Fenerbahçe tribünlerinin halktan koparılmasının önüne geçebilmektir.

Protestomuzun toplumun büyük bir kesimine ulaşabilmesi, ve hatta Fenerbahçe yönetiminin sesimizi duyabilmesi için vereceğiniz desteğin önemi çok büyük olacaktır.

MSN, Facebook, Twitter gibi sosyal ağlar üzerindeki arkadaşlarınıza sitemizden bahsederek; blogunuzda sitemizi duyurarak, üye olduğunuz topluluk forumlarında sitemize yer vererek bize destek olabilirsiniz.

Blogunuzda ya da sitenizde yazmış olduğunuz yazıları lütfen bizimle paylaşınız. Destek veren siteler, bu sayfa altında listelenecektir.

Bilet fiyatlarıyla ilgili daha önce yazdıklarımız

Bilet Fiyatları ve 2010 Model Manipülasyon Tekniği
İsyan Ediyoruz!
Fenerbahçe Halkındır, Müşterinin Malı Değil
Boş Koltukların Şöleni


Devamı ...

23 Eylül 2009

Dört Ayak İyi, İki Ayak Kötü


kerem gönlüm

Korkunç bir final serisi yaşadık. Hakem hataları, Efes yönetiminin bilinçli gerginlik politikaları, Basketbol Federasyonu üstünde kurulan baskılar serinin ruhunu değiştirdi, neticesiyse Fenerbahçe’nin bir şampiyonluğuna mal oldu. Bunlar öyle gizli kapılar ardında, kuytularda yaşanmış şeyler de değil, Adnan Polat ile Yıldırım Demirören’in buluşması gibi, “şampiyonluk bizim kupa sizin” sloganı kadar açık, sürmanşet gerçekleşmiş hadiseler yekünü. Ancak belli ki psikolojik sebeplerle bu hadiseler tartışılmaya değer görülmüyor, gerek medyanın genelinde, gerekse Fenerbahçe camiasında bu tip olaylar bedbinlik ve umursamazlıkla geçiştiriliyor. Bunu herkes kanıksadı. Fenerbahçe en güçlüdür, ona yapılan her şey “mübah”tır, ancak onun lehine gerçekleşmiş en küçük bir hata “şaibenin, şikenin, kara bir lekenin” göstergesidir. Bu seferki olay ise geçiştirilemeyecek kadar büyük, kanıksanamayacak kadar nadir ve üstüne gidilmesi gerekiyor, bir basketbolcunun testlerinde doping çıktı.

Türkiye’nin spor atmosferi akıl almaz. Önemli kanaat önderleri açık açık “Fenerbahçe’ye pabuç bırakmamak için” yayın yapmak istediklerini söyleyebiliyor, başka kanaat önderleri bir hakemin mahfettiği bir maçta Fenerbahçeli futbolcuları “neredeyse hakeme tecavüz edeceklerdi” diye itham ediyor, bazı oyuncular açık hedef haline getiriliyor, basketbolda ise Fenerbahçe’ye karşı olan “adil” oluyor, haklı sayılıyor.

Bu hastalık elbette sadece spor dünyasında yok. Medya içerisinde yer alan köşe yazarları veya kanaat önderlerinin somut olaylar karşısındaki genel alışkanlığı ait oldukları kutuplar lehine tutum almaktan ibaret. Önemli olan gerçeklik değil, önemli olan ait olunan siyasi cephenin faydası. Dolayısıyla bu ülkenin medyasında gerçek muteber değil, bu ülkenin medyasında gerçek, durumdan duruma göre değişebilecek, faydalı ise yazılacak, faydasız ise göz kapatılması gereken tatsız bir durumdan ibaret. Bir yandan halk bidon kafalı, göbeğini kaşıyan adam gibi itham edilebiliyor, ertesi gün halkın çektiği acılardan ve halkçı bir iktidarın gerekliliğinden uzun uzun bahsedilebiliyor. İnsan eşitliğine ve demokrasiye inandığını iddia edenler, demokratik herhangi bir tutum almak zorunda hissetmiyor. Varolan bir olay, bir anda “bu şunlara zarar verir” denilerek kapatılmaya çalışılıyor hatta “bu şekilde şu kuruma zarar veriyorsunuz bunları yazarak amacınız nedir” diye de sorulabiliyor. Gerçeğin bu kadar çok kapatıldığı, hakikatin bu kadar tehlikeli bulunduğu, adil olanın ancak politik olduğu bir ortamda medya bu ülkenin en güvenilmeyen kurumu. İşte yazdıklarına kimse inanmıyor, herhangi bir haber 40 farklı kaynaktan teyid edilmedikçe insanlarda bir güven oluşturmuyor. Objektif gerçekliği, bizatihi hakikati önemsememek, hatta bunu düşmanca bulmak bir tür yazar refleksi. Herkes nasıl bir diğerine çakacağını, karşı kutba lafı nasıl da sokacağını düşünmekten kafayı yemiş, olanın ne olduğunu izaha ve analize kimse meyyal değil.

Fenerbahçe spor aleminin diğeri. Fenerbahçe tutulmuyor çünkü Fenerbahçe bu medya cambazlığı karşısında diğer bütün kulüplerden daha güçlü, daha muteber, daha çok sevilen, daha çok takip edilen bir sosyal kurum. Fenerbahçe sokaklarda mutluluk, işyerlerinde yüksek satışlar demek. Fenerbahçe üstünden konuşmak traj getiriyor, gazete sattırıyor, birilerini şöhret yapıyor. Onun mutluluğu da acısı da çok keskin.

Şimdi bu ülkede, bir Fenerbahçeli sporcu Basketbol final serisinde sahaya dopingli çıkmış olsa, bu seride olduğu türden hakem hataları Fenerbahçe lehine yapılmış olsa, Fenerbahçe başkanı yatırımları kesmekle Türkiye Basketbol Federasyonunu tehdit etmiş olsa, herhalde yer yerinden oynardı. Bu haklı da olurdu. Bütün bunlar fecaat şeylerdir, bunlar insanları isyana sürükleyecek kadar adaletsiz şeylerdir. Bu yapılanlar adil oyunu rayından çıkartır, taraflar arasında kapatılamayacak bir eşitsizlik yaratır.

Aynısı Fenerbahçe’ye karşı olunca ise gördüğümüz şey sadece sessizlik. Hiçbir şey yok. Kimse isyan etmiyor, eleştirmiyor, ağzını açmıyor. Gerçek olan, adil olan önemli değil, önemli olan Fenerbahçe’ye zarar veriyor olması. Bu sebeple susulmalı, bu sebeple gözler önüne serilmemeli, gerçek kapatılmalı.

Spor yazarlığı konusunda tüm yeteneği birilerine korkak diyerek hakaret etmekten ibaret, ağzına doladığı “cesur futbol – korkak futbol” ayrımıyla bütün bir sporu analiz etmeye çalışan kısır zihinlerin lügatındaysa bu durum için kullanabilecekleri tek bir kelime dahi bulunmuyor.

Final serisinde bir sporcu yasaklı bir madde kullanmış.

Bunun cezası nedir? Bu ne demektir?

Final serisinde Fenerbahçe’ye karşı oynayan bir sporcu yasaklı bir madde kullanmış.

Bu ne demektir? Ne yapılması gerekir?

Hayvan Çiftliği’nin sloganı dört ayak iyi, iki ayak kötüydü. Anlaşılıyor ki Türkiye çiftliğinin de böyle bir sloganı var, Fenerbahçe kötü, kalan her şey iyi.

Devamı ...

Veronica


Veronica Araujo

Brezilya'nın Inzaghi'si Adriano diyebiliriz. Durup dururken değil tabii, Inzaghi ne kadar gol yollarında etkinse Adriano'da o kadar etkin ve travesti arkadaşlarını da sayıma katarsak Brezilya nüfusunun %54'ü ile beraber olmuş gibi gözüküyor. Her neyse, konu Veronica. "Brezilya ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür" tavrını apaçık ortaya koymuş. Bilimum faşizme, milliyetçiliğe iğrenerek, kan kusarak, adeta kramplar geçirerek bakanların bile Brezilya milliyetçiliğine ve bayrağına saygısı herkesin malumu. Sambasıyla, Plajıyla, duran toplara güzel vuran topçularıyla cennet bir vatan olarak kabul edilen bu güzel ve bayağı arkadaş sahibi ülke, Dünya Brezilya Olsun sloganı ile harekete geçse, tüm dünya "bunca yıl durduğunuz kabahat" demez, "istediğin gibi olsun" der billahi. Evet.

Devamı ...

Geç Bile Kaldın


roberto carlos

NTVSPOR'a göre Roberto Carlos gidiyormuş. Prestij, tecrübe gibi hiç pratik faydasını görmediğimiz sebeplerle transfer edildi deniyordu. İlk senesinin sonunda neden gönderilip sol kanadı 3-4 sene götürecek bir adam alınmadı anlamadım. Geçen sezon sonunda sözleşmesinin uzatılması zaten yönetim skandalı. Daum'un takıma hiçbir faydası olmadığını düşünen varsa Roberto Carlos'un takımdan kesilmesini örnek veririm. Bu takım için daha faydalı bir gelişme olamazdı. Başka bir oyuncu Carlos'un Bursaspor maçındaki oyununu oynasa tesis çıkışında "are you player" çekilirdi.

Devamı ...

21 Eylül 2009

I Never Promised You a Rose Garden


daum

Daum, durumun 6 sene önce ilk geldiğinden farklı olduğunun muhtemelen farkında. Durum şu, Daum 6 sene önce geldiğinde enkaz almıştı ve tek beklenti o takımı ayağa kaldırmasıydı. O takımı toparlamaktan fazlasını yaptı, takım şampiyon oldu. Şimdi de enkaz aldı, kazanmayı unutmuş bir takım verildi fakat 6 sene öncesinden farklı olan şey camianın beklentisi; herkes şampiyonluk istiyor. Daum 6'da 6'ya rağmen bitmeyen eleştirilere, ıslıklanan oyunculara, maç sonu sorulan sorulara bakıp tepkileri anlayınca kafasındakileri sıraladı. "Takımın istediğim seviyeye gelmesi için bana 2 yıl gerekiyor", "6'da 6 yaptık, geçen sene 6 maçta durum neydi?" dedikten sonra "Takımın geçen seneden çok farkı da yok" dedi. Bu son iki cümle beklentilere karşı tavrını net biçimde ifade etmiş; benim işim takımı toparlamak, şampiyon olursak da bonusu olur diyor. Röportajın sonunda "bir de taraftarlara bir şarkı armağan etmek ister misiniz" diye sorulsa belki cevap vermezdi ama onun yerine ben vereyim



I beg your pardon,
I never promised you a rose garden.
Along with the sunshine,
There's gotta be a little rain sometimes.
When you take, you gotta give, so live and let live,
Or let go.
I beg your pardon,
I never promised you a rose garden.

I could promise you things like big diamond rings,
But you don't find roses growin' on stalks of clover.
So you better think it over.
Well, if sweet-talkin' you could make it come true,
I would give you the world right now on a silver platter,
But what would it matter?
So smile for a while and let's be jolly:
Love shouldn't be so melancholy.
Come along and share the good times while we can.

I beg your pardon,
I never promised you a rose garden.
Along with the sunshine,
There's gotta be a little rain sometimes.

I beg your pardon,
I never promised you a rose garden.

I could sing you a tune or promise you the moon,
But if that's what it takes to hold you,
I'd just as soon let you go, but there's one thing I want you to know.
You better look before you leap, still waters run deep,
And there won't always be someone there to pull you out,
And you know what I'm talkin' about.
So smile for a while and let's be jolly:
Love shouldn't be so melancholy.
Come along and share the good times while we can.

I beg your pardon,
I never promised you a rose garden.
Along with the sunshine,
There's gotta be a little rain sometimes.

Arada bir yağmur da yağacak tabii. Önde olunan maçta futbolcu ıslıklamak da neyin nesi? Aşk bu kadar melankolik olmamalı, hazır iyi gidiyorken biraz da keyfini çıkarmak gerek.
Devamı ...

Çok Yorgunum
Beni Bekleme Kaptan


bilica ibb

Fenerbahçe bugün "fakat"lı yorumlar arasında yine kazanıyordu. Daum da maçtan sonra "takımın gidişatından memnun musuzun?" sorusuna, "Altıda altı yaptık, geçen sene altı maçta durum nasıldı?" sorusuyla cevap verip muhabbeti kilitleyen arkadaş rolüne giriyordu. Zaten yönetim 3 sene boyunca bize ölümü gösterip müthiş bir hamleyle kendisine razı ettiği için ölümü hatırlatma gereği duydu.

Konuşmasında takımın istediği seviyeye iki senede geleceğini de söyledi. İrdeleyince hiç garip bir açıklama değil, bir teknik adamın bir takımı alıp istediği oyun düzenini istediği oyuncularla oturtması iki sene sürer, fakat bu da asıl soruya ve soruna cevap değil. Fenerbahçe lige iyi oynayarak başlamasına rağmen neden sürekli geri gidiyor?

Emre'nin yokluğu

Emre uzun seneler sonra ilk kez istikrarlı biçimce iyi oynarken hakemin gözü önünde rakibine vurup, üzerine küfür ediyor, buraya kadar 2 maç cezayı garantilemişken üzerine bir de hakemi tartaklayıp bir maç daha ceza alarak cilalıyor. Kendisine sahada özellikle hakemler tarafından haksızlık yapıldığına inanıyorum fakat bu yaptıkları en hafif tabirle cahilce. Mehmet Topuz onun yerine hiç sırıtmadı fakat tam olarak Cristian'ı tamamlayacak özellikleri yok. Hücum presini Emre kadar etkili yapamıyor, top alıp taşıma yeteneği daha az, Mehmet tek pasla, verkaçlarla giden bir oyuncu. Fenerbahçe ise Cristian'dan dolayı adam geçerek topu taşıyacak bir orta sahaya ihtiyaç duyuyor. Emre'nin yokluğu Fenerbahçe'yi olumsuz etkiliyor.

Rotasyon

Bir tarafta Mustafa Denizli, her hafta as kadrodan 5 oyuncuyu değiştirip herkesi farklı bir mevkiye koyuyor; diğer tarafta Daum, en formsuz, yorgun oyuncuyu bile 7 günde 3 maça çıkarıyor. Geçen sezonla bu sezonun kadrosu kıyaslanınca gelen oyuncular Mehmet Topuz, Özer, Andre Santos, Bilica, Cristian. As kadrodan giden tek Edu var. Transferlerin hiçbirisi takımı tek başına başka bir seviyeye taşıyacak oyuncular değiller, fakat iyi yerliler ve eksik mevkilere alınan yabancıların geçen seneyle karşılaştırınca olumlu etki yaptığı yer kulübe oluyor. Kadro geçen seneye göre daha güçlü değil belki ama kesinlikle daha derin. Peki bu derinlik kullanılmayacaksa takımın geçen seneden ne farkı kalıyor?

Andre Santos ve Cristian her hafta daha kötü oynuyorlar. Cristian'ın top kaybı sayısı lineer olarak artıyor. Andre Santos oyundan çıkarken "abiler bi ambülans gönderin beni götürsün" diyecek gibi. Guiza ayrı alt başlığı hak ettiği için onu geçelim şimdilik. Oyuncu dinlendirmek demek Sion maçındaki gibi bütün yeteneksizleri aynı anda sahaya sürüp neredeyse turu kaybetmek anlamına gelmiyor. Bu maçta Andre Santos yerine Özer, hatta Uğur başlayabilir. Cristian yerine Abdülkadir, hatta Selçuk başlayabilir. Kazım yerine Deivid oynayabilir. Deivid kenarda oturuyor, bu haliyle sonradan gireceği maçlarda da en ufak bir katkı verme ihtimali yok. İç sahadaki nispeten rahat maçlarda oynayamayacaksa bütün sezonu oturarak geçirecek. Abdülkadir böyle bir maçta (rakip hiç rahatsız edemedi) çok top kaybeden Cristian yerine giremeyecekse ne zaman oynar? Andre Santos ve Alex'in ikinci yarı oyununa bakınca Özer onlardan bile kötü mü durur sahada? Neden Özer 6 maçta sadece 5 dakika oynayabildi?

Fenerbahçe çok yorgun. Eğer Daum her hafta iki oyuncuyu değiştirerek oynayacağı rotasyonlu bir sistemi oturtamazsa fiziksel olarak düşen Fenerbahçe ligde ilerleyen haftalarda seri puan kayıplarına başlar. Bu sene ligde bir maçta kaybedilecek iki puanın bile sonucunu kehanette bulunmaya gerek yok sanırım. Keşke bu maçta Guiza veya Kazım sarı kart görseydi, cezalı duruma düşerler haftaya Daum oyuncuları değiştirmek zorunda kalırdı.

Guiza

Fenerbahçe'nin ikinci yarı oyununa bakıp çok öfkeye kapılmamak gerek. İlk yarı bence bu sezon oynanan en iyi oyun oynandı. Guiza yüzünden güme gitti. Üst üste kalecinin üzerine vurduğu iki şuttan daha komiği Gökhan'ın ortasına yükselerek yaptığı ıskaydı. Fiziksel olarak da psikolojik olarak da çökmüş durumda, sebebini ben de bilmiyorum. Yaptığı tek olumlu hareket sağdan Vederson'un kucağına yaptığı orta, onun dışında sahada yürüdü. Takıma sadece kaçırdığı gollerle zarar vermiyor. Şu sistemde mevkisi oyun için çok kritik. Alex ikinci forvet gibi ama görevi tek forvete pozisyon hazırlamak. Kanatlarımız da ilk 30 dakika çok verimliydi. Çoğu pozisyonda pozisyon alamadı Guiza, top kontrolü de çok kötü. Ayağına aldığı her topu gol yapsın demiyoruz, fakat Fenerbahçe'nin şu sisteminde tek forvet verimli olmak zorunda. Zor pozisyonda topu kontrol edip sert bir şut çıkarır, bir kafa topu alır, bir adam eksiltir şutunu çeker, golü yine kaçırır ama takıma moral olur bu. Taraftarın da iştahı yerine gelir, takımı iterler. Guiza yöresine gelen her topu ezerek takımın iştahını kaçırıyor, taraftarın morali bozuluyor. Bugün Semih başlasa ilk yarı en az 2 fark olurdu, ikinci yarı da çok farklı geçerdi. Guiza çok kötü, bunun mazereti yok artık, oynamaması gerekiyor.

Bilica

Maçın en kötü oyuncusuna değinip en iyisini unutmayalım. Bilica için ön yargılar vardı, hâlâ var, o yüzden bu maçtan sonra bile hakkını veren çıkmazsa biz verelim. Bugün Guiza maçı 1 olumlu, 20 olumsuz hareketle bitirdiyse Bilica da tam tersi 20 olumlu 1 olumsuz hareketle bitirmiştir. Onlarca top kesti, topu hiç şişirmeden orta sahaya aktardı, bütün fiziksel mücadeleleri kazandı, hızlarını kullanmak isteyen forvetlere izin vermedi. Bugün maçı Vederson'la birlikte aldı. Önder'den çok daha iyi olduğu ortada, Lugano da her hafta daha iyi oynuyor, uyumları da artınca ve yanında maçla alakası olmayan Roberto Carlos olmayınca çok iyi maçlar çıkarıyor. Maçın tartışmasız yıldızıydı.
Devamı ...

20 Eylül 2009

Fenerbahçe: 1 - İBB: 0
TSL 20/09/2009



PAPAZIN ÇAYIRI - Fenerbahçe, belalısı İstanbul Büyükşehir Belediyespor'u Vederson'un 34. dakikada attığı frikik golüyle 1-0 yenerek ligde altıda altı yaptı. Ancak takımın sönük futbolu, "Fener'den bayram hediyesi" manşetini atmaya hazırlanan yaratıcı(!) spor sayfası şeflerinin hevesini kursağında bıraktı.

Bayramda küsler barışır, yaşlılar ziyaret edilir, büyüklerin elleri öpülür, küçüklere harçlık verilir, misafirlere şeker tutulur. Ama bu bir bayram günü bile olsa Herr Daum kadrosunu bozmaz, sözgelimi Kazım'ı oynatmakta ısrar edip, oyuncusunu bütün stada yuhlatır. Oyuncu değişiklikleri için yine şablonlarına başvurur, takımın gamsızlığına çare bulmak şöyle dursun, protestoculara şöyle seslenir maçtan sonra: "Tepki gösteren taraftar ne zaman altıda altı gördü?"

Papazın Çayırı'nda maç yavaş başladı, yavaş bitti. Henüz 3. dakikada kaleci Volkan Demirel eski günlerinden bir bukle sunarak İskender'in ortasında boşa çıktı ama takımın Energizer tavşanı Gökhan, oraya da yetişti İBB'li futbolculardan önce.

Zavallı Güiza ise inanılmaz gol fırsatı harcama ritüelini yerine getirmek için 20. dakikayı beklemek zorunda kaldı. Soldan Alex'in yerden topuna Kazım dokundu onsekiz içinde, Santos Güiza'nın önüne yuvarladı. Güiza'nın ilk vuruşu kaleci Oğuzhan'dan döndü, ilginçtir ikincisi de. Maçın en net pozisyonuydu bu.

30. dakikada yine Alex sahnedeydi. Vederson'un maç boyu yaptığı en akıllı bindirmeye seyirci kalmayan Kaptan 30 metreden şahane bir arapas çıkardı. Vederson'un ortasında ise önce Santos vuramadı, arkaya açılan topta Kazım'ın şutu ise savunmaya çarptı.

34'de ise Fenerbahçe'nin golü geldi. Serbest vuruşta Vederson, oynadığı mevkiinin kulübede oturan ağababasına gönderme yaparcasına, topu yaklaşık 30 metreden köşeye nefis bıraktı ve maçın tek golünü attı.

Fenerbahçe, ikinci yarıda pozisyon bakımından ilk yarıyı da arattı. Daum, "Ulan bayram önü çocuklara harçlık da veremedik," dercesine mahzun gözlerle maçı izlerken, sarı-lacivertliler açısından tek güzel şey rakibe hiç gol pozisyonu vermeden maçı bitirmekti.

66. dakikada Gökhan Gönül'ün ortası tehlikeli olabilirdi ama kaleci Oğuzhan topu kontrol etti.

Maçın 83. dakikasında ise Semih "oyuna sonradan giren" Şentürk'ün ceza yayı üzerinden yaptığı şahane vuruşu, Oğuzhan kale arkasındaki muhabirlere poz vererek tokatladı ve bu maçın son pozisyonu oldu.

Saracoğlu'nda maç bayram coşkusuyla değil, homurtular, mırıltılar, ah vahlar ve yuh sesleriyle sona erdi. Bayramınız kutlu olsun.

Hakemler: Hüseyin Göçek, Alpaslan Dedeş, Cemal Bingül
Fenerbahçe: Volkan, Gökhan, Lugano, Bilica, Vederson, Kazım (65 Semih), Mehmet (71 Selçuk), Cristian, Andre Santos (83 Uğur), Alex, Güiza
İstanbul Belediye: Oğuzhan, Kus, Metin, Vinicius, Ekrem, İskender (46 İbrahim), Okan, Zeki, Sylla, Tum, Gökhan Kaba (61 Ali) (80 Serhat)
Sarı Kartlar: Bilica, Alex/ Tum, Okan, Metin
Gol: Vederson (34)
Devamı ...

18 Eylül 2009

Boş Koltukların Şöleni


bos tribun

Dünkü maçla, Daum'la, Roberto Carlos'la, Guiza'yla ilgili yazılacak çok şey var ama bunları herkes bolca yazıyor, ben pas geçeyim. Fenerbahçe'yi kemiren başka bir hastalıktan bahsedeyim. Yukarıdaki fotoğrafa bakın, sonra da hemen aşağıdaki yazının fotoğrafına. Lig maçlarından alışığız ama böyle bir maçta gördüğünüz o boş, sarı koltuklar neyin habercisi? Dünkü oyunla ve mağlubiyetle o sarı koltukların ilgisi yok mu?

Fenerbahçe'nin en kötü döneminde bile Avrupa Kupası maçları şölendir, taraftarın bayramıdır. Avrupa Kupası maçı varsa kötü sonuçlar unutulur, stat tıklım tıklım dolar, taraftar coşkuludur. En kötü sezonumuzda Panathinaikos maçı tıklım tıklım doldu, Palermo maçı hafta içi olmasına rağmen son senelerde taraftarın en çok coştuğu maçtı, favori olmamamıza rağmen Feyenoord maçında tek sarı koltuk göremezdiniz ama bilmeyen birisine dünkü fotoğrafları gösterseniz Fortis Türkiye Kupası maçında çekildiğini söyler. Dün stadın boş olması için hiçbir neden yok. Fenerbahçe bizim tanıklık ettiğimiz en iyi lig başlangıcını yapmış, maçın kesin favorisi ve hemen hemen bütün taraftarlar Fenerbahçe'nin kazanacağını düşünüyor.

Maç sırasında bütün bunlara bir de takımın öne geçmesi ekleniyor. Bizim bildiğimiz, en azından benim bildiğim, o tribünlerin yıkılması için bütün şartlar oluşmuş. Buna rağmen olmuyor... Televizyon başından bile maratondan ufak bir grubun destek verdiğini, tribünlerin kalanının eşlik etmeye niyetli olmadığını anlıyoruz. Bir türlü coşkuyu sağlayacak o kritik eşik aşılamıyor, tribün o havaya bir türlü girmiyor. Sahada futbol uyutuyor, arkadan itmesi gerekenler daha fazla uyutuyor. Gol atılıyor bir uğultu bile olmuyor. Ev sahipliği Fenerbahçe'ye en ufak bir katkı sağlamadı dün. Fenerbahçe ilk yarının son yarım saatinde ve ikinci yarı başında motivasyona ihtiyaç duyuyordu, o dakikadan sonra oyunculara motivasyon sağlayacak olan da ne kenarda tepinen teknik adam ne devre arası ziyaret eden kulüp başkanı olabilir, sadece inançlı ve inatçı taraftar olur.

Kötü futbol ve sonuçta motivasyon sağlamak zor bir görevdir ama öne geçen takımı desteklemek çok daha kolaydır. Fenerbahçe taraftarı dün bırakın ihtiyacı olan takımı motive etmeyi, Fenerbahçe 1-0 öne geçtikten sonra bile coşku yaşayıp gereken baskıyı kuramadı. En kötü günde bile Avrupa Kupası maçlarını şölen olarak yaşayan, dev pankartlarla, bayraklarla tribünleri donatan, tek bir tane boş koltuk bırakmayan Fenerbahçe taraftarı dün küçük bir kısmı dışında aktif olarak tribünde yoktu, maçın da Fortis Kupası maçından farkı yoktu. Sebebi tabii ki belli. 2 aydır defalarca yazdık, fakat anlamamaya direnenler, isyan edenleri hainlikle suçlayanlar dünkü maçtan sonra muhtemelen teknik direktörü ve birkaç oyuncuyu suçlayacak ve yine gözlerinin önünde olanı görmeyecek. İşte 55 Liralık biletin sonu, sonucu budur. Yavaş yavaş değil, hızlı şekilde azalan taraftar sayısı, başarıya rağmen yok olan coşku, Fortis Kupası maçına dönen Avrupa Kupası maçı...

Biriktirdiğiniz 55 Liralık bilet paralarıyla alacağınız yeni 36'lık yıldızlara başarılar başkanım. Avrupa Kupası maçları bile şölen olamıyorsa Fenerbahçe'nin birçok insan için nasıl bir anlamı kalıyor, nasıl bir taraftar kitlesi oluşuyor acaba?
Devamı ...

Fenerbahçe 1 – Fc Twente 2
EL 17/09/2009



PAPAZIN ÇAYIRI - Eski adıyla Uefa Kupası yeni adıyla Avrupa Ligi’ ndeki ilk maçında Fenerbahçe sahasında Hollanda’ nın Twente takımına 2 – 1 mağlup oldu.

Rehavet’ in de dediği gibi bazı şeyler hiç değişmiyor; Inzaghi hala ofsayttan gol atıyor, Daum hala oyunun gidişatına bakmaksızın çok önceden kendi kendine söz verdiği dakikalarda oyuncu değiştiriyor. Sonra olan Marsilya’ ya oluyor. Bir de yeniden baharda avrupa hayali kuran çubuklu sevdalılarına.


Oysa ilk on dakikadaki baskısıyla işi erken bitirmek isteyen bir Fenerbahçe vardı sahada.

4’ te Emre' nin baskısı sonucu top Güiza' nın önünde kaldı. Guiza' nın vuruşu defanstan sekerek Emre'nin önünde düştü. Emre’ den önce defans topa müdahale edince top yeniden Guiza' ya gitti. Guiza bu kez rolleri değişmek istercesine Alex' i görmek istedi ama top kalecide kaldı.

5’ te top bu kez Roberto Carlos' un baskısıyla Fenerbahçeye geçti. Guiza içeri kaçan Alex 'i görmek istediyse de defans araya girdi. En sonunda ceza sahasının dışında topla buluşan Cristian sert vurdu ama top yandan auta çıktı.

Rakip defans oldukça dikkatli, uzaktan şutlar bu yüzden çok önemli. Fenerbahçe daha çok şut denemeli.

9’ da Alex, Guiza ile yaptığı ver-kaç sonrasında yerden vurdu, defanstan seken top kornere çıktı. Alex’ in kullandığı köşe atışında arkaya seken topu Guiza içeri yolladı ama defans uzaklaştırdı.

İlk on dakikanın ardından Twente oyunda dengeyi kuruyor...

16’ da karşılaşmanın o ana kadar olan en tehlikeli atağına şahit olduk; Carlos’ un kullandığı uzun taç atışı sonrası seken top Kazım'ın önünde kaldı. Kazım boşluğu bulduğu anda dönerek vuruşunu yaptı, kaleci Boschker üzerine gelen topu kontrol etti.

17’ de Cristian çaprazdan sert vurdu, kaleci son anda topa sahip oldu.

19’ da Twenteli oyuncular Nkufo'yu defansın arkasına kaçırmak istediler ama yan hakemin ofsayt bayrağı buna dur dedi.

20’ de bu defa Twente iyi geldi: sol kanatta Stoch Gökhan Gönül' ü çalımlayarak ceza sahasına yaklaştı, içerideki Ruiz' e aktarmak istedi ama defans araya girip tehlikeyi önledi.

24’ te beklenen orta geldi: Gökhan Gönül, sağdan çizgiye kadar indi ve içeri ortaladı, Guiza’ nın kafası az farkla üstten auta çıktı.

28’ de Twente' de Tiote, Emre'yi üçüncü kez faulle durdurunca bir önceki faulde aynı oyuncuya ‘bu iki oldu üçüncüde canını yakarım’ diyen hakem sözünü tuttu. Karşılaşmanın ilk sarı kartı.

İkinci yarım saate Fenerbahçe kornerlerle başladı, üst üste üçüncüye ulaşınca mahalle maçlarımızı hatırlayıp gol olmazsa bile penaltı umduk ama olmadı. Twente dersini iyi çalışmıştı ya da sorular bildiği yerden çıkıyor.

33’ te Kazım, orta sahanın ön bölümünde aldığı topla ilerledi. Ceza sahasına girmeden sert vurdu ama top üstten auta gitti.

35’ te Fenerbahçe Roberto Carlos ile serbest vuruş kullandı, yaklaşık 40 metreden kaleye yolladığı sert şutta kaleci top yerden de sekmesine rağmen iyi yer tutmuştu.
36’ da Twente bu defa çalıştığı yerden atağa çıktı. Bu hızlı atakta Stoch defansın arkasına koşu yaptı. Bilica son anda topu kornere attı.
40’ da Gökhan Gönül sağdan ceza sahasına girdi. Rakibine çalımladıktan sonra müsait durumdaki Guiza yerine kaleye vurmayı denedi ama top defanstan döndü.
41’ de Andre Santos, rakibini formasından çekince sarı kart gördü.
Aynı dakika içinde sarı kartı tehlikeli olmaya başlayan Tiote birazda sakatlığı sebebiyle oyundan çıktı, yerine Janssen girdi.
42’ de Nkufo' nun indirdiği topa Kuiper sert vurdu, üstten auta çıktı.
45’ te Ruiz ceza sahasında tehlike yaratmasına izin vermeyen defans araya girip topa sahip oldu. Bilica’ nın büyük hatasıyla top yeniden Ruiz’ in önünde kaldı ama Ruiz topu kullanamadan hatasını telafi edip tehlikeyi uzaklaştırdı.
Bir dakikalık uzatmanın ardından iki takım maça başladıkları skorla soyunma odasına döndü.
İlk yarıda olduğu gibi ikinci yarının başında da sahada etkili bir Fenerbahçe var.
48’ te Alex, soldaki Roberto Carlos' u gördü. Roberto Carlos’ un yerden yaptığı orta şut karışımı vuruşu kaleci son anda kornere çeldi.
49’ da Bilica'nın bıraktığı topa Roberto Carlos sert vurdu, top defanstan sekti ve Lugano' nun önünde kaldı. Lugano döndü ve vuruşunu yaptı ama vuruşu zayıftı.
50’ de bu kez Emre ceza sahası dışından şansını denedi; istediği gibi vuramadığı top Guiza için pas oldu fakat Güiza topu kontrol edemedi. Güiza’ nın uyum sorunu yoksa geriye mi dönüyor?

54’ te Twente tehlikeli geldi. Perez' in bıraktığı topu Kuiper içeri ortaladı. Ruiz, bomboş pozisyonda kafayı vurdu ama auta attı.

58’ de maçın kader anını yaşadık. Hissedersiniz, eğer bu gol olmuyorsa gün sizin gününüz değildir. Gökhan Gönül yine sağdan çok iyi getirdi, Güiza bir grup defans oyuncusunu kendisiyle birlikte ön direğe pikniğe götürdü ve Gökhan Gönül’ ün nefis ortası Alex' i buldu. Alex’ in bomboş pozisyondaki kafa vuruşu kale yerine topu auta gitti... Oysa aynı pozisyonda Anelka’ nın ortasında yine bir Hollanda takımı olan PSV Eindhoven ağlarını havalandırmıştı.

62’ de bir türlü uzaklaştırmadığımız topta ecel terleri döktük: Janssen uzaktan şansını denedi, kademede Gökhan Gönül karşıladı, top son olarak Ruiz’ in önünde kaldı, Volkan’ la karşı karşıya kaldığı pozisyonda vuruşu yan ağlarda kaldı. Pozisyon sonrası oldukça sinirlenen Volkan’ ın arzu nesnesi bir defa daha direklerdi.

64’ te bir önceki pozisyonun verdiği uyarı sinyallerini dikkate alan Daum Roberto Carlos’ un yerine Mehmet Topuz’ u oyuna aldı. Oysa sahadaki manzara üç oyuncu değişikliği hakkını da bu dakikada kullanmasını gerektiriyordu.

68’ de Kazım'ın ortasında Guiza kafayı vurdu ama top yandan auta çıktı.

69’ da takımının o ana kadarki en dikkat çeken oyuncusu olan Stoch oyundan çıktı, yerine Vucijevic girdi.

71’ de kazanılan firikik atışında bu defa soru Twente’ nin bilmediği yerdendi. Topun başında Alex ve Andre Santos varken topa Mehmet Topuz vurdu; çok sert ve düzgün bir vuruş çıkarttı ve top ağlarla buluştu. Şimdi durum: 1 - 0

75’ te sakatlığı nedeniyle saha kenarına alınan Gökhan Gönül’ ün olması gereken yerdeki yokluğunun bedelini ağır ödedik. Twente atağında savunmanın arkasına sarkan Nkufo yerden sert vurdu, Volkan'ın müdahalesine rağmen top ağlarla buluştu... Şimdi skor: 1-1

Bu sadece yenilen bir gol değildi. Suskun trübünler, yolunda gitmeyen bir şeyleri farkederek düştükleri boşlukta hiç olmazsa kenardan bir teknik direktör hamlesi bekleyen futbolcular...

77’ de zaman tüneliyle eski Avrupa kupası maçlarına gitmiş gibiydik: Perez’ in kullandığı serbest atışta, yıllar önceki gibi duran top zaafı yaşayan Fenerbahçe defansının uzaklaştıramadığı top Nkufo’ nun önünde kaldı. O da bitirici vuruş denileni yaptı; maçı bitiren, geceyi bitiren, oyuna sonradan katkısı konusunda Daum’ un kredisini bitiren... En sonunda Fenerbahçe’ nin bu seneki resmi maçlarda yenilgisizliğini bitiren...

Golün ardından Kazım ve Güiza’ nın yerine oyuna Deivid ve Semih girdi. Geç kalan bir değişiklik, bir B planına sahip olmayan teknik yönetim.

80’ de Alex ceza sahasında topla buluşur buluşmaz topu kalesini terkeden kalecinin üzerinden aşırttı. Ama daha önce ortaya çıktığı gibi gece ne Alex’ in ne de Fenerbahçe’ nin gecesiydi. Kaleciyi geçen topu Twente defansı çizgiden çıkardı...

90’ da Twente'de Perez oyundan çıktı, Nashat oyuna girdi...

Hakem üç dakikalık kayıp zamanı işaret ediyor. Bir şeyi değiştirmeyen üç dakika.

Dileyelim ki kayıplarımız bu üç dakika ile sınırlı kalsın.

Yine de bu maçtan karlı ayrılanlarlar var: Mehmet Topuz’ un güzel vuruşu sonrasında gelen gole şahit olan biz seyirciler, bayram kutlamasını bir kaç gün önceden uzaktan da olsa halleden Mehmet Topuz.
Acaba büyük başkan ‘el öpenlerin çok olsun’ demiş midir aradaki mesafeye aldırmadan...

FENERBAHÇE: 1 - TWENTE: 2

Hakemler: Claudio Circhetta, Francesco Buragina, Raffael Zeder (İsviçre)

Fenerbahçe: Volkan Demirel, Gökhan Gönül, Bilica, Lugano, Roberto Carlos(64 Mehmet), Kazım(78 Deivid), Emre, Cristian, Andre Santos, Alex , Güiza(78 Semih)

Twente: Boschker, Stam, Wisgerhof, Douglas, Kuiper, Tiote (41 Jannssen), Perez(90 Akram), Brama, Stoch (69 Vujicevic), Ruiz, Nkufo

Goller: Mehmet Topuz(71) / Nkufo (75, 77)

Sarı Kartlar: Andre Santos / Tiote, Kuiper
Devamı ...

17 Eylül 2009

Kazanmak Gerek


europa league

Twente maçını kaybetmek 5 maç daha oynanacak grupta umutları bitirmeyecek ama kazanırsak büyük avantaj yakalayacağız. Birkaç sebebi var. Birincisi rakiplerin adımızı duyunca hâlâ iki sene önceki Şampiyonlar Ligi çeyrek finalini hatırlamaları. Böyle maçlarda rakibin ismi ve imajı takımın oyun yapısına direkt etki yapıyor. İsmimizden çekinerek çıkacak Hollandalı bir takım kendi liginde bol bol alıştırmasını yaptığı hücuma dayalı futbol yerine sağlamcı bir anlayışla çıkarsa kendi sahamızda baskı yapmamız kolaylaşır. Baskı geldikten sonra da Fenerbahçe asıl güçlü tarafı olan hücumcularının teknik becerilerini kullanma fırsatı yakalar. Bizim bu "grubun abisi" takımı imajını sağlamlaştırmak için bu ilk maçı almamız gerek, o zaman oynayacağımız diğer maçlar da kolay olacak.

İkinci nokta ilk torbadan en iyi takımlardan birisini çekmemize rağmen üçüncü torbadan Twente gibi diğer takımlara oranla güçlü bir çekmiş olmamızın yarattığı dezavantajı tersine çevirmemiz gerektiği. Twente liginde maç kaybetmedi ve formdalar, zaten ne kadar teoride fikirler sonraları tutmasa da birçok insan gruba ilk baktığında rakibin Steaua değil Twente olacağı söyledi. Bir anlamda gruptaki en ciddi rakiple kendi evimizde oynuyoruz ve üstlerine çıkmak istiyorsak kazanmamız gerekiyor.

Üçüncüsü fikstürün bizim için avantajlı olduğu. İkinci maçımız her şartta yenmemiz gereken Sheriff. Bu maçı kazanırsak ikinci maç sonunda 6 puanımız olacak ve büyük ihtimalle puan farkıyla liderlik konumunda olacağız. Hemen sonraki maç da Bükreş deplasmanında, oraya 6 puanla rahat çıkarsak en kötü bir beraberlikle dönersek ve 4. maçta içeride Steaua'yu yenerek işimizi halletmiş oluruz. Fikstür bize bu açıdan büyük avantaj sağlıyor fakat bu senaryonun en kritik noktası Twente ile evimizde oynayacağımız maç. Onu kaybedersek durum tam tersine döner, 3. maçta çıktığımız deplasman ölüm kalım maçına dönerse çok zorlanırız.

Dördüncüsü ilk maçın futbolculara vereceği öz güvenin kalan maçlar için motivasyon unsuru olacağı. İki sezon önce evimizde İnter'e karşı aldığımız galibiyet çeyrek finalin yolunu açmıştı, o galibiyeti alamasak çok daha farklı gelişirdi her şey. Bu bütçeyle ve bu imkanlarla bu grupta evimizde hiç puan kaybetmemiz gerekiyor. Bunun ilk adımı da yarınki karşılaşma olacak. Gruptan evimizde tam puanla çıkarsak 2 sene önceki gibi "evinde yenilmez" bir turnuva çıkarabiliriz, bu da gelecek turlarda önümüzü açar.

Sakat oyuncumuz yok, yabancı sınırı da yok, Emre de cezalı değil. Tam kadro çıkacağız. Defansımız Bursa maçında çok iyiydi, aynı şekilde oynarlarsa kazanacağımızı düşünüyorum. Tek sıkıntı Kazım olabilir, yerine Mehmet Topuz'un başlamasını istiyor herkes fakat sanırım Daum Kazım'ı tercih edecektir. Alex'in ne kadar istekli ve hırslı olacağı ve Guiza'nın kaç tane pozisyonu harcayacağı da her zamanki gibi Fenerbahçe'nin oyununu belirleyecek. Bu grup ve fikstür bizim için büyük fırsat, umarım bu fırsatı iyi kullanarak başlarız.
Devamı ...

Savaş Başlıyorsa Bizim de Tarafımız Bellidir


hincal uluc

Hıncal Uluç yazmış

NTV 90 Dakika'yı bitirme kararı aldığı gün, başta CNNTurk, "Hemen bizde başlayın" diyen pek çok teklif almıştık.. Haşo "Hıncal Ağbi bu yaz doğru dürüst tatil yapmak istiyorum. Bayrama kadar bunları unutalım" dedi.. Ben de topu Haşmet'e bıraktım..
Şimdi görüyorum ki, acilen başlamamız gerek..
"90 Dakika'yı Aziz Yıldırım bitirdi" lafı, medyada bayağı etkili olmuş.. En önemli imzalar dahil, bir suskunluk, bir tıs..
Dün sabah Fenerbahçe ve Hakemler konusundaki yazımı bir daha okudum. "Acaba fazla sert mi kaçmışım" diye..
Az bile yazmışım..
İtile kakıla, küfür, azar yiye yiye maçı yöneten ve bir tek kırmızı kart çıkaramayan bir hakem (Demeye dilim varmıyor) hatta göklere çıkarılmış..
Böylesine sinmiş, sindirilmiş bir medya içinde sesini duyurmanın yolu, sert olmak..
Aziz Yıldırım'ın kimseyi susturamayacağını, özellikle genç meslektaşlara göstermenin bir yolu bu.. Bir yolu da, 90 Dakika'ya bir an önce, bir yerde başlamak, Sevgili Haşmet..
Hadi kolları sıva.. Tatil yeter!..
Camianın kanaat önderi savaşa başladığını açıklamış. Hiç çekinmeden yazmış da "Fenerbahçe'ye karşı savaş başlatıyoruz" diye. 1 haftadır kanaat önderlerinden bağımsız cenk eyleyen yiğitler vardı zaten. Beşiktaşlılar bile kendi maçlarındaki hakem rezaletine göz yumup iş bilmez bir hakem yüzünden çığrından çıkan maçın kurbanı olan Fenerbahçe'yi mesulmuş gibi göstermek için yırtınıyorlardı. Boşuna değilmiş bu çalışma, şimdi kanaat önderleri Fenerbahçe'ye resmi olarak savaş açtığını ilan etmiş, sevinebilirler. Bu adam da karışıyorsa artık mücadele hiç olmadığı kadar çirkinleşecek demektir. Her zaman eleştirdiğim Aziz Yıldırım da ilan edilen bu savaşa karşı her türlü çirkinlikle karşılık versin, hiç oturup sesimi çıkarmam. Fenerbahçe'ye savaş ilan ediliyorsa bizim de tarafımız bellidir. İttifaklarla, birliklerle, medyayla, iftiralarla, ağır sanayi hamlenizle saldırın, karşınızda Türkiye'nin en büyük camiası var.

Sevgili Haşmet..
Sen de kafayı şimdiden sallamaya başla.. Tatilde kireçlenmiştir, maazallah programda tutulup kalmasın!..
Devamı ...

15 Eylül 2009

Bana Kadınlar Sevdiren Şarkı


Scarlett Johansson

Normalde sinema veya modellik dünyasından müzik işine girenler kınanır, halk bunlara kötü gözle bakar, 1-0 geride başlarlar, seviliyorlarsa da sevilmez olurlar. Benim Scarlett Johansson'le aramdaki ilişki (mükemmel başladı cümle) tam tersi. Scarlett Johansson hanımefendiyi hiç takdir etmiyordum, afedersiniz fiziksel olarak biraz büyük bir takım uzuvlarından dolayı sükse yapmış bu diye arkadaşlarla tartışıyordum, sonra da ekliyordum "parası olan herkes yaptırır lan ne var ki?".

Sonra Vicky Cristina Barcelona çıktı aramız iyice bozuldu, Woody Allen'ın komik obsesiflerini severim de bu filme ve Scarlett Johansson hanıma tahammül edemiyordum. Aslında Allen abinin de Scarlett hanımefendinin de kabahati yok. Vicky Cristina Barcelona filmindeki o çakma isyankar kız imajını görünce "hah dedim, işimiz var; Amelie'den sonra Türk kızlarının kendilerini özdeşleştireceği isyankar imajı". Bir de son Türk orta-üst sınıfınının İspanya ve İspanyolca çılgınlığını ve yarısının Barcelona gezdiğini göz önüne getirince eyvah eyvah, facebookların favori filmler kısmında LOTR (bonus olarak trilogy yazılıyor) ve Amelie kendine yancı buldu demetir. Böyle böyle soğudum ben bu hanımdan.

Kızımızın imdadına Radyo Eksen yetişti. Pete Yorn'la yeni bir albüm çıkarmış, sabah akşam çalıyorlar. Pop müzikten çabuk sıkılırım, çok yumuşak olanlarını en baştan sevemem ama bunu sevdim, elimde değil; itiraf ediyorum, sabah akşam döndürüp döndürüp dinliyorum. Hem pop müzik, hem Scarlett Johansson ama gönül ferman dinlemez, sevdim bir kere artık.



Youtube'da da canlı söylüyor, embed'e izin vermiyor ama linkini vereyim. Böyle şirin bakışlar (2:28'e dikkat), eliyle tempo tutması falan, iyice kanım ısındı bak. Sesi de fena değil mi ne?

http://www.youtube.com/watch?v=WjW08xDpcNM
Devamı ...

Sireli Yegpayris



Tutulacak balıklar, içilecek rakılar, doldurulacak 6lı kuponları ve hatırlatılacak bir vicdan var ama, senin adın o kadar umutlu ki.

İyi ki doğdun abi.

Devamı ...

14 Eylül 2009

Güzel Bir Gün



Nasıl özlemişim Fenerbahçe’yi. Samimiyetle söyleyeyim, bu milli maçlar beni heyecanlandırmıyor. Özellikle Bosna maçında bir futbol maçını izlemekten kaynaklanan doğal bir adrenalin bile hissetmedim. Boş, bomboş, kesinlikle anlamsız bir top depikleme oyunu gibiydi. Üstlerindeki formaları çıkartıp örneğin bir Rusya Sırbistan maçı olduğunu hayal ettiğimdeyse içimi öyle bir sıkıntı bastı ki Acun Ilıcalı ile Var Mısın Yok Musun izlemek istedim.

Tabi delirenler, kendinden geçenler vardır. Objektif blog yazarı ve futbol yorumcusu olsaydım, herhalde bir Colo Colo – Palestino maçı kadar çoşabilirdim. Bu gibi hallerde objektif blog yazarı olmak inanılmaz bir şey olmalı. Colo Colo – Palestino maçında heyecandan tırnaklarımı yediğimi, ellerimin titrediğini, futbol aşkıyla yana kavrula Mecnun’a döndüğümü düşünüyorum, abi daha bunun Real maçı var, Barcelona maçı var, “İşte Premier League bu” var haftasonu kasırga gibi, fırtına gibi geçer herhalde, hafta başına işe gittiğimde “yumruk yedim, çılgına döndüm ben” diye ofiste otururum.

Objektif değilim. Bunun da bir avantajı var, nasıl özlemişim Fenerbahçe’yi. Bunlar sahaya bir çıktılar, dedim ki of be of, Boğaza bakar gibi, buz gibi bir rakı koymuş gibi, çıtırdamış bir lüferi hüpletir gibi seyre daldım. Bursalı çocuklar var, üstlerinde Bursa forması, bir iki tatlı velede bakıyorum, sonra hop Alex’i görüyorum, diyorum ah be abi, o sahalara ne güzel gidiyorsun, o yeşil çimler ayaklarının altında nasıl hoş duruyor, başla resitaline de kulaklarımızın üstünde tepinen davlumbaz derbinin pası gitsin.

Dur bak bu noktaya bir geleyim. Bu derbi maçı izledim. Bir bok anlamadım. Bir kere bir derbi maçta Sabri susmaz. Susuyorsa derbi değildir. O ne lan. Sabri bile gereksiz agresiflik yapmıyor. Neredeyse anaokulu halısahaya gitmiş gibi, böyle bir uhuvvet çökmüş herife. Allah’tan şu Ramazan günü Mustafa Sarp kafayı atıp sarı kartla sıyrıldı da “Hah bir Galatasaray derbisi” dedirtti. Franco ceza sahası dışında topu eliyle itekleyince de tam oldu. Biraz derbiye benzedi maç. O neydi lan öyle, stres yok gerilim yok, bomboş defansın ortasında leblebi gibi topa vurup sayı toplamalar, bonus çıkmış gibi gelen goller.


Bursa taraftarı Diyarbakır tribününe nazire yapıyor


Bursa Fener maçı daha iyi. Bir kere Fener var. Fener varsa maçta bir heyecan var, bir olay var. Bursa taraftarı da bunu biliyor olacak ki, maçın başındaki nazik karşılamaları maç sırasında da tezahürat olarak geri döndü.


Taraftar "Kimler geldi, kimler geçti, hiç birisi senin kadar sevilmedi" pankartını açmış


Ama resitali gene Kaptan yaptı. Alex, abi bak açıkça söylüyorum gel panellerde konuş, Bienal’e katıl, Louvre da sergilen. Öylesine gol atılır mı? Başkalarının topu taca atamayacağı yerde Kaptan gol yapıyor, üstüne de bir ufak koyup bitiriyor, yanında da kalamarı iyi ediyor. Birileri, onu dağla, bayırla, odunla, kalasla karşılaştıra dursun, o dağdan Mount Rushmore çıkartıyor, bayırı sürüp organik tarıma geçiyor, odunu kalası da şömineye sokuyor.

Sahada Çubuklu varsa, dünyada hala güzel şeyler var demek, yoksa objektif yazarlar ve bitmeyen “Fener pozisyon bulamadı ki” geyikleri.

Devamı ...

Bursaspor 0 - Fenerbahçe 1
TSL 13/09/2009



PAPAZIN ÇAYIRI - Bir tarafta yakaladıkları her olumlu seride lige verilen aradan sonra kaldığı yerden devam edemeyen Fenerbahçe, diğer yanda ligin en zor deplasmanlarından birine ev sahipliği yapan, ligde evindeki son yenilgisini 2 Kasım 2008’ de almış ve bu sezon Sivasspor’ un son iki yıldır açtığı yolda yürümek isteyen Bursaspor...

Son yılların en iyi sezon açılışı geliştirmek arzusunda olan Fenerbahçe ve Anadolu isyanının bu seneki ateşi olmak isteyen Bursaspor’ u karşı karşıya getiren maçta Alex’ in kalecinin uzanamayacağı köşeye bıraktığı topla kazanan Fenerbahçe oldu: 1-0

2’ de Alex' in yerden pasında Güiza' dan önce Yenal riske girmeyerek topu kornere attı. Kullanılan köşe vuruşunda Bilica topu yeniden Alex' e kazandırdı. Alex' in ortasında kaleci Ivankov boşa çıktı, sonrasında oluşan karambolde hakem Ivankov’ a yapılan bir faulü tesbit etti...

3' te Ali Tandoğan' ın pasıyla hareketlenen Ivan' ın sağ kanattan ortaladığı topa Roberto Carlos zamanında müdahale etti.

10’ da Güiza' nın orta şut karışımı vuruşunda top doğrudan auta çıktı...

15’ de Ali Tandoğan' ın ortasında Roberto Carlos' a çarpan top kornere çıktı. Kullanılan köşe atışında Hüseyin önünde kalan topa sert vurdu ama top kaleyi bulmadı.

21’ de uzun pas yapması yasaklanması gereken oyunculardan Lugano' nun yerini nadir bulan uzun paslarından birinde topla buluşan Güiza ceza sahası içinde topa istediği gibi vuramadı. Top Ivankov’ un ellerinde.

24’ da tarafsız bir gözle kıran kırana bir mücadele kabul edilebilecek bir pozisyonda, Lugano ve Yenal' ın mücadelesinde hakem kurallara aykırı olanın Lugano tarafından yapıldığına hükmetti. Üstelik mücadele anlayışımız farklı olmalı ki Lugano sarı kart gördü. Yine de verilmiş bir karara bu denli şiddetli tepki verilmesini ne anlayabilmek ne de üzerinde sarı lacivert forma taşıyan futbolculara yakıştırmak mümkün.

25’ de protesto sırası Güiza' daydı; çalan düdüğün ardından topu yere vurduğu için sarı kart gördü. Aynı pozisyonda futbol ahlakından asla şüphe duymadığımız Alex kendisine yakışmayan bir hareketle sarı kartını göstermek için Guiza’ ya giden hakem Deniz Çoban’ a omuz attı. Bunun bedeli en azından bir sarı kart olmalıydı; öyle oldu.

29’ da Alex' in pasında Güiza ceza sahası önünde topla buluştu ve klas bir hareketin ardından topa vurdu araya giren Ömer Erdoğan mutlak bir golü önledi..

32’ de Kazım Kazım'da rakibine yaptığı müdahale sonrası sarı kart gördü ve kimse buna itirazı yoktu.

34’ te Gökhan Gönül sağ çaprazdan sert vurdu. Ardından kimsenin dokunamadığı top Vederson' un önünde kaldı... Vederson' un ortasından bir sonuç gelmedi.

37’ de Ergiç rakiplerinden şık çalımlarla sıyrıldı ama vuruşunda top kaleci Volkan' da kaldı.

38’ de Fenerbahçe neden şut denemiyor diye düşünürken Mehmet Topuz’ un sert şutu dışarı çıktı.

42’ de Fenerbahçe aradığı gole kaptanı Alex ile ulaştı. Ivankov' un kısa düşen pasında Alex Güiza' yı gördü. Güiza defanstan dönen topu son bir hamleyle gerilerden gelen Alex’ in önüne bıraktı. Sonrası ise biz bu oyunu güzel bulanlar için haz anıydı. Alex’ in yaptığı şut çekmek değildi. Topu kelimenin tam anlamıyla kalecinin uzanamayacağı yere bıraktı: 0 -1

43’ te Fenerbahçe Kazım ile 2. gole çok yaklaştı.. Kazım ceza sahası dışında rakibinden sıyrılarak sert vurdu Ivankov üzerine gelen topu zorlukla uzaklaştırdı. Ama Alex Kazım’ a çok kızgın; topu daha müsait durumdaki Güiza ya da kendisine atmak yerine uzaktan şansını denediği için.

İlk yarıyı sonlandıran düdüğün ardından Fenerbahçe soyunma odasına 1-0 önde gidiyor...

Karşılaşmanın ikinci yarısı oyuncu değişiklikleri ile başladı. Bursaspor adına ilk yarının en başarılı oyucularından olan Ömer Erdoğan şaşırtıcı bir şekilde oyundan alınırken İbrahim oyuna giriyor. Fenerbahçe' de ise muhtemelen yabancı kontenjanına takılan Roberto Carlos oyundan alınırken Andre Santos oyunda.

48.dakika Fenerbahçe ikinci yarı için hayalini kurduğu hızlı ataklardan biriyle rakip yarı alana geldi. Güiza'nın pası da en atak kadar hızlıydı ve Andre Santos’ un topa yetişmesi mümkün olmadı.

59’ da Bursaspor'da oyuncu değişikliği Yenal oyundan alınırken Ozan İpek oyuna girdi.

61’ de Sercan' ın pasında Turgay ceza sahasında topla buluştu ama öncesinde kalkan bayrak var; Turgay' ın pozisyonu ofsayt...
Bu pozisyonun hemen ardından Güiza Alex’ e bir asist daha yapma fırsatını topa hızlı vurduğu için kaçırıyordu.

62’ de oyuna yeni giren Ozan İpek Kazım' ın formasından çekince sarı kart gördü.

63’ de bir değişiklikte Fenerbahçe' de; Güiza oyundan alınırken Deivid oyuna girdi

66’ da kale çizgisini geçen topun ardından Gökhan Gönül, yan hakeminde kendisiyle aynı kararda oluşundan cesaret bularak itirazlarını sürdürünce sarı kart görmesi kaçınılmazdı. Üstelik hem yan hakem hem de kendisi haklıydı.

69’ da Bursaspor' da son oyuncu değişikliğini yapan Ertuğrul Sağlam oyunda hamle üstünlüğünü ele geçirmek adına çok yorulan Volkan Şen’ i oyundan alırken oyuna Shin girdi.

70' te rakibini arkadan çeken Andre Santos Fenerbahçenin sarı kart gören altıncı oyuncusu oldu.

71’ de Mehmet Topuz’ un sağ kanattan yaptığı ortaya arka direkte Deivid' in kafa vuruşu defansa da çarparak dışarı çıktı. Belki de kornere giden bu top Güiza - Deivid değişikliğinin belki de tek olumlu sonucuydu.

78’ de Fenerbahçe' de son oyuncu değişikliği yapılırken Kazım çıkar, Mehmet Topuz sağ kanada geçer düşüncesinde olanlar yanıldılar: Mehmet Topuz oyundan alınırken Selçuk Şahin oyunda.

79’ da Fenerbahçe ceza alanında tam bir karambol yaşandı. Sol kanattan Shin ortaladı, top kale sahasında Bilica'dan sekti, arka tarafta Hüseyin pasını penaltı noktasındaki Ivan Ergiç'e aktardı. Ergiç'in şutunda top kalenin yanından auta çıktı. Garip olan pozisyonun başlangıcındaki açık ofsaytı yan hakemin kaçırmasıydı.

85’ de Alex kendinin ve takımının 2. golüne çok yaklaştı. Vederson' un sert ortasına yaptığı güzel kafa vuruşu az farkla yandan dışarı çıktı.

90+1’ de genç Sercan Fenerbahçeli meslekdaşlarından rol çalmak istedi; hakeme gösterdiği tepkiler sonrasında o da sarı kart gördü.

90+3’ de sağdan cezalanına giren Kazım sert vurdu ama top yan ağlarda kaldı. Oysa bekleyebilir, oyuna yarım saat önce giren Deivid bir kaç dakika sonra ceza alanına girdiğinde ona pas atabilirdi.

90+4’ de Bursaspor adına karşılaşmanın en önemli fırsatı kaçtı. Batalla’ nın sağdan yaptığı güzel ortayan ilk önce Turgay ardından bomboş poziyonda Sercan dokunamadı.
Son düdükle beraber Fenerbahçe ligin en zor deplasmanlarından biri olan Bursa’ dan üç puanla ayrılan taraf oldu.

BURSASPOR-FENERBAHÇE: 0-1

Hakemler: Deniz Çoban, Baki Tuncay Akkın, Volkan Narinç

Bursaspor: Ivankov, Ali, Ömer (46 İbrahim), Zapotocny, Yenal (60 Ozan), Turgay, Ergic, Hüseyin, Volkan(70 Shin) , Batalla, Sercan

Fenerbahçe: Volkan, Gökhan, Bilica, Lugano, Roberto Carlos (46 Andre Santos), Kazım, Mehmet (78 Selçuk), Cristian, Vederson, Alex, Güiza (63 Deivid)

Gol: Alex (42)

Sarı Kartlar: Ozan, Sercan / Lugano, Alex, Güiza, Kazım, Gökhan, Andre Santos

Devamı ...