26 Nisan 2012

CAS'tan Öte, CAS'tan Ziyade



"Olmuş işin kötüsü olmaz. Olmasaydı iyi ya, olmuş işte bir kere" cümleleri, bu coğrafyanın en çok kullanılan kalıpları listesinde tarih boyunca ikiliden düşmez.

Camianın kilitlendiği CAS davasından vazgeçmenin de son tahlilde böyle ele alınacağı kesin.

İnsanların bu konuda süregelen iki sivri kutuplu fikirlerini, birbirlerini kırıp dökmeden tartışmasının mümkünü yok gibi gözüküyor. "Davadan vazgeçerek namusumuzu sattınız" ve "Fenerbahçe çıkarları için çok iyi oldu" diyen herkesin Fenerbahçeliliği kendince güzel, herkesin Fenerbahçeliliği kendi meşrebince haklı...

Şahsi fikrimi dile getirdiğim “CAS Davasında Ayıya Dayı Demek” yazısında söylediğim gibi:
“Yönetmek zor zanaat. Fenerbahçe'yi yönetmek hele, hepten zor.”

Yalnız bu zorluğun içerisinde öyle bir aşama var ki “yönetici” sıfatını haiz insanların “mecazen” iki elleri kanda, bir ayakları çukurda, tek gözleri toprağa bakar olsa, ilk yapacakları iş olması gerek:
“Fenerbahçe taraftarını ilk elden ve anında bilgilendiren olmak”

Daha önceleri, son anda kaçan şampiyonluklar sonrası yaşanan derin travmalarda yüksek staj yapmış bir yönetimden bahsediyoruz. Bu stajı başarmalarının ya da o günlerde saklanmış olmalarının bir önemi yok. Hiç değilse 3 Temmuz sürecinden sonra kitlelerin önünde olmaları gerek. Öyle ya da böyle...

Devletler ve holdingler duygularla yönetilemez. Ölümler ve yoksulluklar, bu ikisi için yeri geldiğinde birer rakamdan ibaret olur. Kulüpler de artık bir şekilde devlet ve holding mekanizması gibi yönetilir. Son kertede hepsine eyvallah ama “endüstriyel” diye diye hassas duyguların darmadağın edilmesi de meşrulaşmasın lütfen.

Mesela, Fenerbahçe’nin CAS Davası’ndan çekileceği bir anda belli olmadı herhalde, değil mi? Bu harekete dair iletişim sürecinin nasıl gelişeceği konuşuldu mu? İnsanların kıt kanaat bilgileriyle fikir sahibi olmasını ve daha kötüsü sosyal medyada birbirini yemesini önlemek için neler yapılacağı düşünüldü mü?

Yanıt büyük olasılıkla “hayır” olacaktır. Ama beterin beteri var.

Bugün bir yerde okudum bunu:
“Ben 11 yaşındaki kuzenime söz vermiştim, Şampiyonlar Ligi’nde maça çıkarsak onu stada götüreceğime. ŞL'den men edilince çocuk bir hafta ağladı, bunun hesabını kim verecek peki?”

Her ne olursa olsun, taraftarın karşısına çıkın ve konuşun ki insanlar sizin için “İmzalı Formayı Sevdiklerinize Cepten Gönderin!” haberinin bu çocukların hissettiklerinden daha önemli olabildiğini düşünemesin.
Devamı ...

Çanakkale Geçilmez Fenerbahçe Yenilmez


Erkek voleybol takımı bu kulübün açık farkla en az ilgi gören şubesi. Milyonlarca taraftarı olan bir kulübün İstanbul’daki çoğu maçını sağdan toplasanız 50 soldan toplasanız 60 kişi ancak izliyor. Yarıştığı ligde de Fenerbahçe son 7-8 yıldır en fazla para harcayan 2-3 takımdan biri hiçbir zaman olmadı. Son beş senenin hepsinde mesela Arkas’ın bütçesi Fenerbahçe’nin üzerindeydi, geçen seneye kadar Ziraat Bankası ve İBB’nin yine bu sene Halkbank’ın bütçelerinin Fenerbahçe’nin üzerinde olduğunu vurgulamak lazım. Ama bu takım camiadan hak ettiği manevi desteği, ve hükümranlık kurabilecek maddi yatırımı almamasına rağmen 5 senedir destan yazıyor. 2009 final serisinin 2. Maçında Arslan blok sonrası yere düşüp bileğini burkmasa bugün son 5 senenin şampiyonu olarak bahsedecektik bu takımdan. Ziyanı yok bir tane nazar boncuğu olsun. Erkekler final grubu maç programı açıklandığında finallerin yapılacağı yeri görünce zaten şampiyon olmuş gibi sevindim. Bu kulübün en az ilgi gören takımı burnumuzun dibine geliyordu. Hazır takım gelmişken blog için bir Miljkoviç röpörtajı yapalım diye de girişimde bulunduk. Kulübün iletişim birimi son derece yardımcı oldu, takım menajeri de son derece sıcak yaklaştı ama voleybol sorumlusu Hakan Dinçay transfer görüşmesi sürdüğü için bu ara basına bir şey yansımasını istemediğini söyleyince bizim röpörtaj da yatmış oldu böylece. Takım İstanbul’daki ilgisizlikten sonra Çanakkale’de müthiş bir atmosferde oynadı maçları, gruptaki İBB ve Arkas maçlarında salon tıklım tıklımdı, yarı finalde Galatasaray’ı kenar tribünlere mahkum eden ve maçtan üç saat önce kendisine ayrılan biletleri bitiren yine Fenerbahçe taraftarıydı. Ben Galatasaray maçına üzerimde formayı çıkarıp Galatasaray gişesinden bilet alarak girdim mesela.Finalde de özellikle iki ve üçüncü maçın atmosferi son derece etkileyiciydi. Adım başı Fenerbahçe formalı birileriyle karşılaşıp selamlaştığımız bir 10 gün yaşadık. Cuma akşamı Galatasaray maçından sonra kordonda yürürken iki yaşlı amca bana maç sonucunu, finalde kimle oynayacağımızı falan sordu. Biri 67 diğeri 70 yaşındaymış. Bu yaşa geldik, bayrağı size bıraktık artık maçlara falan gidemiyoruz ama Fenerbahçelik tutkusu 70 yaşında da olsak da peşimizi bırakmadı dedi amca. Fenerbahçeliler arasında 3 Temmuz sonrası tuhaf bir dayanışma duygusu var, bunu toplu olarak bir yerlerde birlikte olunca çok daha iyi hissetmek mümkün. Büyük bir felakete uğramış insanların felaket sonrası samimi dayanışması gibi bir şey. Hüzünlü bir tarafı var ama yine de o dayanışma duygusunu bizzat hissetmek güzel duygu. Saha içine dair bir şeyler de söylemek lazım. Öncelikle koç Castellani’ye değinelim. Geçen sene takım çok kötü durumdayken takımı ayağa kaldırmayı başarmıştı, bu sene de 3 kupanın mimarı oldu. Oyuna müdahaleleri, molalardaki heyecanı, geleneksel Güney Amerikalı ateşiyle takıma çok büyük güç katıyor. Özellikle takdiri hak eden bir diğer isim Turgay Doğan. Yabancı kontenjanın ikiye inmesiyle onun manşet ve hücum performansı kilit önem kazanmıştı. Müthiş bir turnuva geçirdi, hata yapsa da mental olarak oyundan düşmemeyi başardı ve şampiyonlukta çok kritik bir rol oynadı. İvan için söylenecek söz yok geçen sene de finallerin MVP’sini o hak etmesine rağmen Marshall almıştı bu sene nihayet doğru kişiye gitti ödül. Menajer Darek, İvan için “antrenmanda bazen pat diye bir ses duyuyoruz bir şey patladı falan sanıyoruz bir bakıyoruz İvan topa vurmuş” diye anlatıyor İvan’ın etkisini. İvan’ın menajeri play-off devam ederken Türkiye’ye geldi, yönetimle görüşmeleri devam ediyor, İvan’ın İstanbul’da kalmaya istekli olduğunu burda yaşamaktan mutlu olduğunu söylediğini biliyoruz. Bir senelik ücretinin 550.000 euro olduğu düşünülürse bu kadar büyük bir oyuncunun ve bir o kadar büyük bir karakterin takımda tutulması için ne gerekiyorsa yapmak gerek. Biz bu 550.000 euro nun çok çok üstündeki paraları kimlere kimlere vermedik ki kulüp olarak. İvan para yüzünden kulüpten ayrılırsa gerçekten çok yazık olur. Sadece İvan’ın değil bütün oyuncuların sözleşmesinin bittiğini de unutmamak lazım. Emre, Arslan, Serkan, Turgay bu sene Fenerbahçe forması giymeyi hak ettiklerini bize defalarca kanıtladılar. Yabancı sınırı nedeniyle Türk oyuncularına özellikle banka ve müesseselerin ederinden fazla ödedikleri de sır değil. Bu şartlarda bizim yerli oyunculara da çok ciddi teklifler var, umarım bir an önce bu oyunculara hak ettiklerini verip sözleşmelerini uzatırız. Son olarak otelde 50 kere tarif etmeme şuraya basacaksın, şurayı tutacaksın dememe rağmen İvan’la resmimi çekmeyi beceremeyen, otel görevlisine bir yazılı kınama da burdan göndereyim. Devamı ...

Değişen Zamanlar, Başka Kurgular


Şimdi her şeye bir daha bir temiz bakmak lazım. 3 Temmuz günü 8 aylık bir takip sonucunda, Başbakan'dan izin alınarak bir operasyon yapıldı. Operasyon sonrasında Fenerbahçe yöneticileri gözaltına alındı. Medyaya birbiriyle çelişen, 6222 sayılı kanun anlamında bir suç işlendiğini göstermeyen ancak bir takım "zanlar" yaratmaya müsait bilgi ve belgeler sızdırıldı. 3 Temmuz ile 10 Temmuz arasında medyaya sızdırılan her şey yalan çıkarken, sahte itiraflar, yalan görüntü kayıtları arasında kamuoyunda da bir algı oluşturuldu.

Bu dönemde

Galatasaray, Mehmet Baransu, Rasim Ozan Kütahyalı, Şamil Tayyar, malum medya, Trabzonspor ve bu kulübün taraftarları savunma alınmadan, iddianame bile hazırlanmadan, yani daha savcının iddiasının ne olduğu belli değilken, Fenerbahçe'nin küme düşürülmesini talep etti. 12 Temmuz tarihinde yapılan bu ateş üfleyerek sönmez açıklaması özetle buydu.

Aynı dönemde UEFA bir öcü olarak sunuldu, UEFA'nın çok ağır ve büyük bir ceza vereceği efsanesi servis edildi, "spor hukuku başka ceza hukuku başka" gibi akıl almaz ifadelerle "zan üstüne" karar verilebileceği gibi bir aptallık gerçeğin ta kendisi gibi sunuldu.

Halbuki dava aynı zamanda bir ceza davasıydı, TFF'nin vereceği herhangi bir karar "uzman görüşü" olarak bu davanın da geleceğini etkileyecekti. Yani acele bir karar sonucunda bazı insanlar onlarca yılı bulan hapis cezası ile karşılaşabilirdi.

Umursanmadı.

TFF, Medya ve soruşturmaya konu olan tüm takımlar baskı altına alındı. Bütün vanalr, bütün kapaklar açıldı, hissiz, sınırı belirsiz bir düşmanlık taşeronlar ve güçleri tarafından boca edildi.

Kurgunun ilk aşamasında istenilen TFF'nin hızlı bir kararla işi çözmesiydi. Fenerbahçe taraftarı çıkan deliller karşısında abandone olup susacak, ceza kesilecek, amaca ulaşılacaktı. 10 Temmuz günü bu kurguyu bozdu.

İkinci aşama UEFA baskısıyla kararı uzatmadan almaktı. Savcılık soruşturma dosyasının bir kısmını TFF'ye gönderdi. Soruşturmanın gizliliği ilkesi alenen savcılıkça çiğnendi. TFF bu deliler üstüne bir rapor hazırlamaya başladı. Nasıl olduysa bu dosya ingilizce ve fransızcaya çevriltilip UEFA'ya gönderildi. UEFA'da bir karşılık aranarak, UEFA baskısıyla TFF'nin bir karar vermesi talep edildi.

Cornu'nun gelişiyle bu operasyon biçimi de belirli bir aşamaya geldi. O zamanlar medyanın beyaz atlı prensi olan Cornu'nun müsebbibi olduğu bir mektup sonucunda TFF, Fenerbahçe'nin Şampiyonlar Ligi'ne katılım hakkını elinden aldı. Fenerbahçe tahkim kuruluna başvurdu. Tahkim Kurulu da kararı TFF'nin değil UEFA'nın aldığını, TFF'nin UEFA'ya bağlı bir federasyon olarak bu karara uymak zorunda olduğunu karara bağladı. Fenerbahçe de ne yaptı? Madem öyle davayı CAS'a taşıdı.

Ağustos ayından beri edinilen bütün kazanımların arkasında, bu davanın açılması, Yönetimin ilkeli duruşu ve taraftarın uzlaşmaz, boyun eğmez, kabul etmez ruhu bulunmaktadır.

Fenerbahçe çökmedi.

Fenerbahçe operasyonla futbolcularını kaybetmesine, finansal zaafa uğramasına rağmen sahada çökmedi. Dimdik ayakta. Her branşta şampiyonluğun en güçlü adayı. Bu yıl Şampiyonlar Ligi Şampiyonu olduk daha şimdiden iki şampiyonluğumuz var.

Fenerbahçe iç ve dış tüm baskılara rağmen davalarından da vazgeçmedi. Haksızlığını haykırdı. Operasyon uzadıkça,

- Savcının elindeki delillerin yetersiz olduğu,
- Bunun Fenerbahçe'ye yönelmiş bir operasyon olduğu,
- Tutukluluk kararı için meşru bir sebep olmadığı,
- Bazı kulüplerin bu operasyon ile Fenerbahçe'yi bitirmek, rekabette öne geçmek için taşeronluk hizmetine başladığı

kamuoyunun da geniş manada kabul ettiği gerçekler olarak gözüktü. Bugün herkes operasyon döneminde masumiyet karinesinin, soruşturmanın gizliliği ilkesinin ve adil yargılanma hakkının sayısız kez ihlal edildiğini kabul ediyor.

Bir ilginç şey daha var, operasyon uzayıp Fenerbahçe bir sosyal hareket olarak güçlü bir alan açtıkça, hükümet de rahatsız oldu. 6222 sayılı kanun bu sebeple değişti. Şamil Tayyar gibi isimlerin keskin muhalefetine rağmen bu yasanın geçmesinde Fenerbahçe'nin dik duruşunun imzası var. Fenerbahçe politize oldukça, özel yetkili mahkemelerin nasıl garabetler olduğu, Türkiye'deki hukukun durumu da daha görünür hale geldi. Bunun dalgalarının tehdit ettiği her makam da bunun karşısında bir hamle yapma ihtiyacı hissettiler.

CAS davası bu açıdan bakıldığında iki şeye yarayacaktı. Birincisi, Fenerbahçe bu davayla TFF'nin Ağustos ayında verdiği kararın tam olarak hukuka aykırı olduğunu tespit edecekti. Bu zamana kadar UEFA zaten bu işi bir ölçüde yaptı. Yapılan açıklamalarda Fenerbahçe'nin Şampiyonlar Ligi'nden men kararının UEFA tarafından değil TFF tarafından alındığını ifade ettiler. Bu süreç Mehmet Ali Aydınlar, Lütfi Arıboğan gibi isimlerin istifasıyla da sonuçlandı.

Ancak davanın ikinci aşaması psikolojikti. Türk yargısına göre daha zor baskı altına alınabilecek, daha zor kontrol edilebilen, daha tarafsız bir yargı mercii önünde Fenerbahçe'ye bir haksızlık yapıldığının tespiti Türkiye kamuoyunu ve Fenerbahçe taraftarını derinden etkileyecekti. 3 Temmuz sürecinin şike değil bir Fenerbahçe operasyonu olduğu da ortaya çıkacaktı.

Bu davada alınacak bir sonuç en azından psikolojik olarak Fenerbahçe'nin elini hem ceza hem spor yargısında kuvvetlendirecek, bu arada medyada esen terör de tersine dönebilecekti.

Elbette geçen 10 aylık süreçte bu açıdan büyük kazanımlar elde edildi. Ünal Aysal'ın deyişiyle kurgu bozuldu. Fenerbahçe'yi zarara uğratan operasyon güçleri TFF'den silindi, ceza yargılaması herkesin vicdanını kanatır bir hale geldi, mahkemede yapılan savunma alenen Fenerbahçe'nin şike faaliyeti içinde olmadığını ortaya koydu, UEFA bir çok kereler Fenerbahçe'yi men kararını TFF'nin verdiğini ifade etti, siyasal iktidar rahatsız oldu.

Ancak CAS davası bir sigorta olarak değerliydi.

300 gündür tutuklu olan Aziz Yıldırım'ın nasıl bir baskıya maruz kaldığını, psikolojik şartlarını, Fenerbahçe yönetiminin bu kararı alırken hangi unsurları esasa aldığını bilmiyoruz.

Bununla birlikte, CAS davasının geri çekilmesinin "riskin ortadan kalkması" ile açıklanabileceğini kabul ediyorum. Fenerbahçe belirli güvenceler almış olabilir. Türkiye'de adil, bağımsız, tarafsız bir yargı yok. Doğrudan HSYK tarafından kabul edilen, belli güçlerin koşturma alanı olmuş bir yargıda, adil bir karar yönünde güvence almak bazı tavizler vermeyi gerektirebilir.

Mutlu senaryo bu kadar.

Korku senaryosu ise şu,

Zaman değişti.

Galatasaray Çankaya'ya çıktı, Zekeriya Öz TFF'yi ziyaret etti. TFF ve Başbakan kişilerle kurumları ayıralım, ceza verirsek kişilere verelim, gerekirse de Avrupa'ya gitmeyelim modunda.

Medyadaki malum isimler, artık Fenerbahçe'nin şike yaptığını değil, Aziz Yıldırım'ın ergenekoncu olduğunu, ergenekon'a finans sağlamak için Fenerbahçe'yi kullandığını yazıyor. Şamil Tayyar ve Hakan Şükür Samanyolu TV'de bunu alenen ifade ettiler. 6 Aralık 2011 tarihinde Beyaz TV'de bu konu çok daha önce tartışılmıştı.

Yakın zamanda tahliye kararı çıksa da, dava bitmeyecek. Dava devam edecek. Bir süre önce bir gizli tanık Savcı Cihan Kansız'a giderek Aziz Yıldırım'ın ergenekoncu olduğuna yönelik bir ifade verdi.

Ortada kötü bir koku var. Bugün siyaset açısından en elverişli durum Aziz Yıldırım ile Fenerbahçe'yi ayırmak. Bir taşla 15 kuş vurulacak tek senaryo bu.

Nedir o senaryo? Fenerbahçe şike yapmadı ama Aziz Yıldırım Ergenekoncu.

Bu sayede Fenerbahçe şikeden sıyrıldığı için, o arada Beşiktaş, Trabzonspor da soruşturmadan sıyrılacak, acısız kazasız operasyon sonlanacak.

Diğer takım taraftarlarının Aziz Yıldırım nefreti onun suçluluğu ile ortaya çıkartılıp meşrulaştırılacak, Fenerbahçe'nin ise şike suçlamalarından aklanmış olması ile kaybedilen politik puanlar yeniden kazanılmış olacak.

Mutsuz olan fanatikler dışında, ortalama taraftarın bu senaryoda hükümete, cemaate yöneleceği bir şey yok. Mahkeme tahliye kararı verir, arkasından Ergenekon savcıları harekete geçer, Aziz Yıldırım bu sefer Ergenekon'dan gözaltına alınır, biz 3 ay daha onu tartışırken, 3 Temmuz davası biter, Fenerbahçe yeni yönetimini seçer, play off kalkar, bu sene de Galatasaray şampiyon olur, sen sağ ben selamet.

Bu elbette bir senaryo. Bu operasyonu başlatan, sürdüren ve bugüne getiren operasyon güçlerinin elverişli, akıllıca bulabildiği, bunun için de Şamil Tayyar, Baransu gibi isimlerini ön plana sürerek, hareketa başladığı bir alan.

Bütün korku senaryolarını bertaraf edip, haklı olanın kazanmasını sağlayacak tek bir şey var.

Adalet talep etmeye devam etmek. Mücadeleyi bırakmamak. Rahatlamamak. Gevşememek. Mahkeme sürecini takip etmek, verilecek olası bir tahliye kararından sonra hem Fenerbahçe'nin yenen haklarına karşılık 45 milyon €'yu TFF'den talep etmek, hem de UEFA'dan alenen böyle bir karar verilmediğine dair belge istemek.

Varlık yokluk mücadelesinde, yok olmakla karşı karşıya olan bir takım ne yapmalıysa o yapılmalı. Uğraştığımız canavarlar, her şeyi kendilerine benzetmeden, ne yazık ki durmuyorlar.
Devamı ...

25 Nisan 2012

Potkasına Güvenen Borazancıbaşı


Sonda söyleyeceğimizi başta diyelim, Loran Vayloyan'ı yedirmeyiz.

Biz kim miyiz? Yok, biz sadece "bir blog" falan değiliz. Biz bütün Fenerbahçe'yiz.

Siz Hababam Sınıfı'nda, Cilalı İbo'da veya Mavi Boncuk'ta kardeşin / dostun, ona buna yedirildiğini gördünüz mü hiç? Görmediniz. Bilin ki bu konuda da göremezsiniz.

Elli gram bozuk Türkçe'nin yanına iliştirilmiş tonlarca nefretin rengarenk sahiplerini "İt dişi, domuz derisi" diye ezer, geçeriz.

Tuttuğu takım ne olursa olsun, aklı selim hiç kimse, Loran Vayloyan'a reva görülen muameleyi hoş görmez.

Bir insanın köken tabanından, saçma sapan bir tavana doğru yükselen eleştirilere hedef olması ve ayrıca hedef gösterilerek tehdit edilmesi "nefret suçu" kapsamında değerlendirilmesi gereken birer olayken, bu derin adaletsizlik ortamında karşılaşacağımız şey büyük olasılıkla "adam sen de" boş vermişliği olacaktır ama Fenerbahçe'nin hiçbir dinamiği bu konuda susmaz.

Tarihsel süreç içinde Fenerbahçe susmayınca ne olduğunu da en iyi Loran'ı harcamaya çalışanlar bilir. Zira hiçbir şeyden çekmediler dünyada Fenerbahçe'den çektikleri kadar...
Devamı ...

23 Nisan 2012

İkinci Takım



SolAçık twitterdan gönderdi, sanıyorum Fenerbahçe'den sonra bir takımı tutsak, bu çocuklardan iyisini bulamazdık. Yaşa varol Margatania F.C!
Devamı ...

22 Nisan 2012

Hesap Vakti


"Benim için yaptıklarını unutamam asla. Ne kadar ömrüm kaldı bilemem. Hakkını helal et yeter benim için" Lefter

"Bir televizyoncu arkadaşım 58. madde dedi. Ben bir tane rakam biliyorum o da 1907" Rıdvan Dilmen

Devamı ...

21 Nisan 2012

Üçkonak İlköğretim Okulu 1-A Sınıfı: "Fenerbahçeli olmak ne güzel bir şey!"



Ömer Şişman gönderdi. Şanlıurfa Üçkonak İlkokulu öğrencileri güzel yüzleriyle "Fenerbahçeli olmak ne güzel şey" klibini yapmışlar. Çocuklar, Fenerbahçelilik sizin güzel yüzünüzden çok güzel bir şey.

Devamı ...

20 Nisan 2012

Hanedan Sürüyor ve "Galatasaray Yok"


13 yıl önce 19 Nisan 1999' da bir gün önce DSP genel seçimleri kazanmış, memleket seçim atmosferini kazasız belasız atlatmıştı. Evde kimsenin olmadığı bir Pazartesi akşamı geleneksel basketbol maçı seyretme pozisyonuma geçmiş (yere üç dört tane yastık koymak suretiyle uzanarak televizyona bir metre mesafede) 2-0 dan 2-2 ye getirdiğimiz serinin son maçını Avni Küpeli'nin rezil anlatımıyla izlemiştim. Clarisa Davis'in coştuğu maçı kazanmış kadın basketboldaki ilk şampiyonluğumuzu kazanmıştık. Maçın sonunda sevinçten elime ne geçtiyse oraya buraya attığımı, kanepenin üstüne hoplayıp zıpladığımı, maç bitiminde bir arkadaşın eve uğraması sonucu "bu odaya ne oldu böyle" demesiyle farketmiştim.

O maç kişisel Fenerbahçe taraftarlık tarihimde en çok sevindiğim maçlardan biri olarak hala benim için özel bir yere sahiptir. O galibiyetin ve şampiyonluğun tekil bir galibiyet olmadığını kadın basketbolunda çağ açıp çağ kapattığını bugün bir kez daha gördük Bugün 7 si üst üste 10. kez şampiyon oldu taraftarın kendilerine verdiği adla potanın kraliçeleri.

Şöyle bir kişisel istatistiğim var, benim televizyondan izleyemediğim Galatasaray kadın basketbol maçlarını kaybediyoruz, son üç Türkiye Kupası finalini de bir şekilde izleyemedim ve kaybettik, Salı günü İstanbul B.B voleybol maçına gidersem kadın basketbol maçını kaybederiz diye burnumuzun dibine kadar gelen erkek voleybol takımının maçına gitmeyip basketbol maçını izleyeyim dedim, voleybol maçına bir buçuk saat kala bir arkadaşım arabayla evin önüne geldiğini söyleyince ona da söyledim "abi dedim voleybol maçına gidersek kadın basketbol maçını izleyemem ve kaybederiz" Neyse sonuçta arkadaş benim gerekçemi mantıklı bulmadı, eve kadar gelmişken onu da kırmak olmaz diyerek voleybol maçına gittik salona, telefonla skor takip ettik ve maçı kaybettik beklediğim gibi. Yani 3 .maçtaki sorumluluğu üzerime alıyorum.

Bugün maçın son periyotuna kadar oynadığımız oyun benim totemi de sorgulamama yol açtı. Benim televizyondan izlediğim bir maçı kaybedecek miyiz acaba diye şüpheye düşmedim değil ama sonunda bir şekilde kazanmayı becerdik.

Maçın başında yine klasik olarak içeriyi besledi Galatasaray topu hızlı bir şekilde getirip hemen Fowles la buluşturdular, Taurasi düzen içinde kalarak bu içeriyi besleme işini çok iyi becerdi. Biz Angel'in dağınık başladığı Birsel'in iyi oynamadığı bölümde Matoviç'in basketleriyle skorda tutunmaya çalışsak da dış şutları da iyi yüzdeyle atan Galatasaray karşısında 10 sayı geride bitirdik ilk periyodu 24-14

İkinci periyot Esmeral ve Zane'nin girmesiyle savunmamız biraz toparlandı, ribaunt aldığımız pozisyonlarda Cappie'nin hızlı bitirdiği hücumlarla farkı erittik. Esmeral ve Cappie'den bulduğumuz üçlüklerle skoru başa baş getirip periyot bitimine 2 dakika kala 40-41 öne geçmeyi de başardık. O sırada oyuncu değişiklikleri sonucu yine ritmi kaybedip 7-0 lık bir seri yedik ve devreye 47-41 geride girdik.

İkinci yarıya da çok iyi başladığımız söylenemez,Fowles'in etkinliği ikinci yarı itibariyle ilk yarıdaki gibi olmasa da Taurasi üçlüklerle canımızı epey yaktı. Angel ve Cappie'nin zaman zaman Taurasi'yle kişisel çekişme içine girip düzen dışına çıkarak yaptığı tercihler hücumda ritmi bir türlü bulamamıza yol açtı. Bu bölümde farkı 13 sayıya kadar çıkardı Galatasaray. Çeyreğin sonunda Cappie'nin üçlüğüyle fark 10 sayıya düştü 72-62

Son periyota da karşılıklı basketlerle başladı iki takımda. 6 dakika kalana kadar Galatasaray 10 sayılık farkı korudu. Diana Taurasi ne atsa sokmaya devam ediyordu ama Galatasaray'ın içerideki etkinliği epey azalmış durumdaydı. Matoviç-Zamane değişikliği bu bölümde maçın kaderini değiştirdi. Birsel savunmada topu getiren Işıl'a baskıya, Galatasaray'ın pas bağlantılarına Zane uzun kollarını sokmaya başladı. Angel hücumda devreye girdi farkı azaltmaya başladık. Angel'in getirip attığı üçlüğün ribauntunu alan Birsel'in Cappie'yi bulması ve onun üçlüğüyle farkı 3 e kadar indirdik 3 dakika kala. Şaziye'den bir ekstra üçlük yememize rağmen moral olarak oyundan düşmedik, Angel'in basketi ve Zane'nin hücum ribauntundan bulduğu sayıyla maçı tekrar kafa kafaya getirdik.

Son 2 dakikada ise hakikaten acayip şeyler oldu. Önce Birsel miss-match i iyi değerlendirip Fowles'a faul yaptırtıp faul çizgisinden beraberliği yakaladı. Sonra Işıl'dan maçın en kritik topunu çalıp Zane'ye asisti yaptı. Angel'e çalınan uydurma faulle Galatasaray skorda eşitliği yakaladı. Angel'la hücumdan boş dönsek de Taurasi'ye yapılan ikili sıkıştırmalar sonucu üst üste iki top kaybından 4 sayı bulup molayı aldırdık Galatasaray'a. Şaziye'den bir üçlük yiyip rakibi tekrar umutlandırsak da Angel'in basketi sonrası maçı kopardık. Taktik faulleri de iyi değerlendirip maçı kazanmayı başardık. 86-96

Son çeyrek skoru pek akıl alır gibi değil 34-14 üstün bitirmişiz maçın karar periyodunu, Maçın dönüm noktası o zamana kadar savunmada hiç bir sertlik göstermeyen takımın Dikeloukas'ın aldığı teknik faul sonrası birdenbire savunmayı hatırlaması oldu. Zane'nin özellikle son 5 dakikadaki efsanevi performansı maçın en önemli bireysel performansıydı. Angel zaman zaman dengesini kaybetse de maç sonunda mental olarak ayakta kaldı, Taurasi'ye yaptığı akıl almaz bloktan sonra Taurasi'nin oyundan epey koptuğunu da belirtmek lazım. Cappie yine kritik isabetlerle 29 sayı 4 ribaunt 3 asistle tamamladı maçı. Angel kötü bir saha içi yüzdesiyle de olsa 24 sayı 9 ribaunt 3 asistle bitirdi. Maçı getiren Zane Tamene 19 dakikada 12 sayıyla savunmadaki kilit rolüne hücum performansını da ekledi. Birsel de kötü başladığı maçın sonunu iyi oynadı 10 sayı 8 asist ve 5 ribauntla katkıda bulundu takıma.

Fowles'un 23 sayı 11 ribauntu, Taurasi'nin 32 sayı 8 asist 4 ribauntuna Şaziye'den de 14 sayılık ekstra bir katkı gelmesine rağmen Galatasaray maç sonunda Taurasi'nin pilinin bitmesiyle inisiyatifi Fenerbahçe'ye bıraktı. Maçın son üç dakikasında Fenerbahçe'nin bulduğu 6 sayı Galatasaray'ın üst üste yaptığı 3 top kaybı sonucu oldu. Taurasi'nin 8 top kaybı Galatasaray adına dikkat çekici bir faktördü. Fenerbahçe'nin kötü oynadığı bir bölümde bile topun kıymetini bilmesi ve maçı sadece 3 top kaybıyla bitirmesi de maçı döndürmesinin en önemli nedenlerinden biriydi.
Sonuçta yıllardır türlü kepazelikle uğraşan, her yıl kendisi şampiyon olmasın diye statü değiştirilen bir ligde 7. kez üst üste şampiyon olmayı başardı bu takım. Dünyanın en önemli oyuncularından üçüne sahip olmak da yetmedi Galatasaray'a. Takım kimyasının bireysel performansları her zaman yeneceğini bir kez daha ispat etti Fenerbahçe.

Maç sonu Abdi İpekçi'de maçı münferit olarak izlemiş ve hiç bir tahrik edici eyleme girişmemiş Fenerbahçe taraftarının karokola götürülüp ifadesinin alınması da bu sene Emniyet' in Fenerbahçe taraftarına yaptığı kimbilir kaçıncı abukluk. Caferağa'da bireysel olarak maç seyreden Galatasaraylılara bir şey yapılmazken aynı şeyi yapan Fenerlilere uygulanan bu çifte standardı nasıl açıklayacak acaba İstanbul Emniyeti. Yine bu vesileyle her türlü durumda başımıza vicdan polisi kesilen, romantikliği, solculuğu, objektifliği kimseye bırakmayan adamların tek laf etmemesi de bizi şaşırtmadı. Şu ülkede haksızlığa maruz kalan Fenerbahçeli olduğunda yaşanılan suskunluk kadar derin bir suskunuk bulmak zor. Siz haksızlığa karşı sırf olay Fener'in başına geliyor diye susmaya devam edin biz de dünyanın en güzel isim tamlamasını bir kez daha haykırmaya. "Şampiyon Fenerbahçe". Son olarak ünlü düşünür Cappie Pondexter'in da dediği gibi "Galatasaray yok"

Devamı ...

Netice: Fenerbahçe Spor Kulübü


2001 - 2002 / 2010 - 2011 sezonları arasında 5 ana branşta Fenerbahçe 22 kez lig şampiyonluğu kupasını kaldırmış. Burada en dikkat çekici bölüm Kadın Basketbol. Toplamda 8 şampiyonluk ile potanın kraliçeleri ligi domine etmiş. Erkek ve Bayan Voleybol son 5 sezonda yükseliş trendinde. Bu sezon da bu başarıların daha ileri bir aşamaya gittiğini gördük. Futbol takımı 4 şampiyonluk, 4 ikincilik ile ligin en güçlü takımı olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla Fenerbahçe Türk sporunun hegemon gücü olarak gözüküyor. 3 Temmuz operasyonunun da nasıl bir alana hücum ettiğini çok daha rahat görüyoruz. Operasyonun yarattığı ekonomik tahribata ve psikolojik atmosfere karşın her branşta Fenerbahçe'nin bu sezonu yine en yüksek başarı içerisinde kapatmaya aday olması da kulübün gücünü gösteriyor. Bu durum yalnızca kulübün altyapı kaynaklarından, stad ve diğer imkanlarından değil, sosyal bir hareket olmanın yarattığı avantajdan da kaynaklanıyor. Fenerbahçe darbeye rağmen ayakta kalıyor çünkü onun gücü kupalardan veya bireylerden değil, çok daha temel, yıllara dayalı, halkın desteğiyle güçlenen yapısından doğuyor.

Devamı ...

16 Nisan 2012

"A.... Kodumun Fenerlileri" Diyebilen Bir Futbolcu ve Hoşgörü



Büyük Kaptan Emre Belözoğlu'nun zamanında söylemiş olduğu ve televizyon kameralarına aynen yakalanan bir cümleyi "." ile sansürlemek haddimize değil ama kusura bakmasın artık.

Herkesin Fenerbahçeliliği öğrendiği büyükleri vardır. Ha keza, sürüp giden hayatın içinde teorik, tribünde ise pratik olarak feyiz alınan ağabeyler / kardeşler mevcuttur.

İşte bunların bizim payımıza düşenleri Fenerbahçeli olmayı, her zaman için "başka bir şey" olarak betimlediler, öyle gösterdiler. Bu başkalığın içerisinde tabii ki "hoşgörü" de vardır ama ders alana ve hatalarını tekrar etmeyene...

Buna istinaden sonda söyleyeceğimi başta yazayım:

Emre, Türkiye spor tarihinin en büyük mücadelesini veren Fenerbahçe'ye yakışmıyor. Mesele dünden beri konuşulan "nigga" falan değil. Emre ahlaksızdır. Bu kadar net. Ahlaksızlığa gösterilen toleransa "Yeter" demek, güzel bir Fenerbahçeliliktir.

Küfür kötü bir şey değil.

Baba Hakkı'ların, Lefter'lerin küfürlerini yıllar sonra "hatıra" başlığı altında dinlerken "ehe ehe" diye gülmemizin sebebi, bu insanların küfrü karşıdakine kafir muamelesi yapmak için değil, eğlenmek ya da dozunda bir siniri boşaltmak için kullanıyor olması.

20. yüzyılın ilk yarısına ait insanlık profilini geri getirme çabasında değiliz. Sadece ahlaksızlığını Fenerbahçe'ye gelmeden önce defalarca ispat etmiş birisi hakkında hâlâ "Bu maçta olay çıkartmaz" veyahut da "Bu adam kendi takım arkadaşına karşı çirkinleşmez" denemiyorsa, bu insan neden ısrarla Fenerbahçe'de forma giyiyor, bunu merak ediyoruz.

"E, ama yerli oyuncu. İyi de bir yerli oyuncu. Biz oynatmayalım da rakipler mi alsın?"

Alsın anasını satayım. Hani kupa büyüklüğü değildi, bizim büyüklük?

Tam 4 sene önce yazdığım bir yazıyı kopyalayacağım aşağıya.

Emre Fenerbahçe'ye geldiğinde hissettiklerim, şimdi hissettiklerim ile aynı paralelde.

Biz bu hayatta Fenerbahçe'ye o ya da bu şekilde "gözümüzün içine baka baka" küfreden kimseyi affetmemeyi öğrenerek büyüdük. Bu saatten sonra huy değiştirecek değiliz. Mecburiyetlerden ötürü katlanılan durumlar karşısında hiç değilse "Bu da olmaz artık" demek, Fenerbahçe'ye borcumuzdur.


Emre Belözoğlu Fenerbahçe’de. Bu rezilliği de gördük sonunda.

Kimse sporculardan ve yöneticilerden kuruluş yıllarının adanmışlığını beklemiyor.

Kulüp binası yanarken pijamalarıyla içerideki hatıraları kurtarmaya dalan kaptanlar‚

İstanbul´un en varlıklı ailelerinden olduğu halde yazları kulüpte kalarak etrafı silip süpüren idareciler‚

Kulübün suyu borcundan dolayı kapanacak diye çoluğunun çocuğunun rızkını su parasına veren oyuncular‚

Kulüp zorda diye sahip olduğu hanın odalarını bir bir satıp sonunda emekli maaşıyla kalacak kadar seven yöneticiler yok artık.

Ama...

Fenerbahçe‚ sadece kazandığı kupalarla taraftarını memnun etmek ile görevli bir kulüp değil. Benim nazarımda Fenerbahçe‚ yaptığı her şeyle yukarıda saydığım insanların ruhlarını da şad etmeli. Fenerbahçe defaten kapanmaktan‚ yokluklar içerisinde erimekten kurtulduysa bu sevgi ve adanmışlık sayesinde kurtuldu.

Şimdi, “günümüz gerekleri” diye bir aldanmışlığın peşinden gidip de bütün bu değerleri bir kez daha sularda boğmanın bize kaybettireceklerini görmek bu kadar zor mu?

Bu sporcunun saha içerisinde‚ oynadığı takımın tribünlerini de zaman zaman dahil ederek yaptıklarını unutmak bu kadar kolay mı olmalı?

Her fırsatta haklılığından dem vurduğumuz meşhur ve muteber sporcu özelliklerinden ´ahlak´ı bize karşı sergilemek bir yana dursun; Fenerbahce dendiğinde küfürden başka cümle kurmayan bir adamı Fenerbahçe´de görmek hiç iç acıtmayacak mı?

Hangimiz şirketimizde ya da evimizde‚ kendimize / ailemize ağız dolusu küfür etmiş birisini gönül rahatlığıyla ağırlayabilir‚ onunla teşrik-i mesaide bulunabiliriz? El cevap: Ancak midesiz olanlarımız.

Yazıklar olsun. Fenerbahçelilik değerleriyle, bütün maneviyatımızla oynadığınız yeter artık.

Cem Karaca’nın dediği gibi:
Bizi siz delirttiniz.
Evet, evet.
Siz, siz.

Devamı ...

Emre Meselesi, Tepkiler ve Bloga Dair



Gün geçtikçe Türkiye’de akıl sağlığını korumak mümkün olmuyor, dün akşam Emre’nin Zokora’ya söylediği iddia edilen şey üstüne bir kez daha gördük ki ahlaki tutum denilen şey fiile göre değil özneye göre alınıyor.

Önce şu eleştiriye yanıt vererek başlayalım, Emre’yi kimse üzerinde Fenerbahçe forması var diye sevmek zorunda değil, tıpkı arabayla adama çarpıp arkasına bakmadan olay yerinden uzaklaşan Bilica’yı üzerinde Fenerbahçe forması var diye sevmek zorunda olmadığı gibi.
Şimdi Emresever arkadaşlara şu üç zincirleme soruyu soralım

1- Emre Galatasaray’da oynarken Emre’yi seviyor muydunuz,, karakter olarak beğeniyor muydunuz, saha içindeki tavrını onaylıyor muydunuz?
2- Emre’nin Galatasaray’dan ayrılıp Fenerbahçe’de oynamaya başladığı döneme kadar karakterinin olumlu yönde değiştiğini , sahadaki davranışlarının olumlu yönde evrildiğini düşünüyor musunuz. ?
3- Emre Fenerbahçe forması giyerken Emre’nin yaptıklarını, saha içi halini, tavrını onaylıyor musunuz?

Şimdi birinci sorunun cevabı “Emre’yi sevmezdim, beğenmezdim ama Fener’e gelince değişti”yse Emre’nin Fenerbahçe’deki halini tavrını onaylamak kendi içinde tutarlı olur. Çünkü adam senin onaylamadığın halini tavrını değiştirmiştir ve sen de bu durumda tutumunu değiştirebilirsin.

Anormal olan durum şu; ilk iki soruya hayır yanıtı verip yani Emre’yi Galatasaray’da sevmediğini, Emre’nin daha sonraki süreçte çok da değişmediğini belirten birisinin üçüncü soruya evet demesi.Bu çoğunluğun yaptığı ve başlı başına tutarsız bir durum. Çünkü bir insanın onaylamadığın durumunda herhangi bir değişiklik olmazken üzerinde sarı-kırmızı yerine sarı –lacivert var diye ahlaki tutumunu değiştirmek en hafif tabirle söyleyelim tutarsızlıktır.

Şöyle bir örnek de verelim Emre’yi falan unutalım. Saha içinde X , Y ye ırkçı bir şey söylemiş diyelim, hangi tepkiyi veririz bu durumda. X’in yaptığı kötü bir şeydir deriz, peki bu X’in yerine Emre gelince yani özne değişince fiilin ağırlığı nasıl azalıyor. Özne belirsizken fiilin doğru olmadığını söyleyen insanlar özne belirginleşince bu tutumlarından nasıl bu kadar kolay vazgeçiyorlar. Tersini de düşünelim ki asıl toplumsal ikiyüzlülük de burada. Aynı şeyi Emre Zokora’ya değil de Burak Yobo’ya yapsaydı bugün Fenerbahçeliler nasıl davranacaktı. Olayın faili Baros olsa Galatasarlılıar nasıl davranacaklardı, olayın mağduru Eboue olsa nasıl davranacaklardı.

Bu sorularla içtenlikle şu yanıtı vereyim, özne değiştiği için tutumları da değişecekti. Türkiye’de genel, günlük hayata sinen ve aslında çoğu insanın farkında bile olmadığı bir ırkçı söylem var, bu zaman zaman hedef değiştirip kimi zaman Kürtlere kimi zaman Ermenilere, siyahilere, eşcinsellere dönük olarak ortaya çıkabiliyor. İşin daha kötü tarafı bugün Emre üzerinden sanki ırkçılık karşıtıymış naraları atanların pek çoğunun da aslında derdi ırkçılık falan değil.

Olayın failinin Fenerbahçeli olması ya da Fenerbahçe’ye bu yolla saldırmak için ırkçılık gibi en aşağılık suçu bile araçsallaştırmakta beis görmeyen bir zihniyetin egemen olması. Mesele şu ortada tavır alınması gereken bir durum varsa bu adamın üzerindeki formaya bakarak alınmaz, üzerinde Fenerbahçe forması var diye birine yönelik nefret geliştirmek ne kadar patolojikse üzerinde Fenerbahçe forması var diye birisini kusursuzlaştırmak, yaptığına mazaret bulmaya çalışmak da o kadar patolojiktir ve aynı zihniyetin ürünüdür. Şunu da belirtelim, birisi size küfretti diye adama ırkçı söylemle yanıt vermek mazeret falan değildir.

Biz bu blogda her türlü ötekileştimenin karşısında olduk, bundan şikayet ettik, özellikle 3 Temmuz sonrası neredeyse devletin bütün kurumlarının ortak söylemiyle Fenerbahçe taraftarının ötekileştirilmesine ,bunun üzerinden bir nefret söyleminin öznesi yapılmamıza isyan ettik. Dolayısıyla bundan şikayet eden bir taraftar grubunun, siyahları aşağılayan bir söylemi sahiplenmesi, mazur sebepler bulmaya çalışması başta 3 Temmuz sonrası kendi duruşuna zarar verir. Emre şöyle ceza alsın defolsun gitsin falan diye mastürbasyon malzemesi yapmaktan ziyade alınacak tutum bu davranışın ve söylemin kabul edilemezliği ve Fenerbahçe’nin kendi iç disiplin hükümlerini oyuncunun savunmasını da alarak uygulamasıdır.

Zamanında şunlar şunlar da şöyle yaptı diye döküm verip bu olayı normalleştirme çabasına falan girmemek gerek. Gandhi’nin şu sözünü hatırlatmakta fayda var , “göze göz bütün dünyayı kör eder” Galatasaray’ın aynı durumda ne yaptığı, Trabzon’un ne yaptığı beni zerre kadar ilgilendirmez, nitekim Trabzon’da ki ırkçı hezeyenlardan nasıl şikayet ediyorsak aynı durumu kendi renklerimizle gördüğümüz zaman da aynı şikayeti yapmak mecburiyetindeyiz. Galatasaraylıların Fatih Terim gibi bir adama imparator demeleri kendilerinin ahlaki pozisyonunu gösterir, ya da Trabzon'daki örgütlü linçci-faşist tutumdan kimsenin rahatsız olmaması bu ülkenin ikiyüzlülük politikasını gösterir. Aynı ikiyüzlü tavrı bizim gösterme gibi bir lüksümüz yok.

Bir söz de Twitter’da Emre’nin hareketine cephe aldık diye bize etmediği küfür kalmayan, bizi hain olmakla, Fenerbahçeli olmamakla suçlayan insanlara.
Kimse eleştiriden münezzeh değil dolayısıyla bizim fikirlerimize, tutumumuza yönelik eleştirinin başımızın üstünde yeri var, küfürleri falan da kişisel olarak çok önemsediğimi söyleyemem. Beni en çok inciten şey Fenerbahçeli olmamakla itham edilmek. İnsan bunu söylerken azıcık utanır, 3 Temmuz’dan bu yana özellikle ilk haftalarda medyada bir tane Fenerbahçe haklarını savunan haber yapılamazken, saatlerce uykusuz kalıp acabaları, şüpheleri dile getiren, kendi işinden gücünden zaman ayırıp Uefa kararlarını, tüzüklerini çeviren, İtalya’daki Yunanistan’daki şike soruşturmasını örnek gösteren medya dezenformasyonunu bertaraf etmek için çırpınan sanki bu blogdakiler değilmiş gibi, Trabzon'da kafasına tuğla yiyen, Ankara'ya erkek voleybol takımının yanına deplasmana giden, Sapanca'da kürek takımını yalnız bırakmayan, Naz'ın, Arslan'în altyapıdaki Merve'nin emeğini derdini , başkanından, KTÜ'lü öğrencilere kadar her Fenerbahçelinin hakkını gücü yettikçe dili döndükçe savunan bu blogdakiler değilmiş gibi Emre’nin yaptığı kötüdür dediğimiz için bizim Fenerbahçeliliğimize laf edecek kadar acizleşmeyin.

Sanki takipci sayımız artsın ya da eksilmesin gibi bir gayemiz varmış ya da bundan bir rant sağlıyormuşuz gibi bizi takip etmeyeceğini falan söyleyen arkadaşlara da Allah selamet versin diyelim. Fikirlerimizin daha çok insana ulaşması bizi memnun eder, ama bizi kalabalık bir kitle takip ediyor diye ortayolculuk yapacak, inanmadığımız şeyleri tepki almayalım diye savunacak kadar çapsız insanlar değiliz.
>
Devamı ...

emre, papaz, fenerbahçe



ırkçılık yalnızca bir küfür değildir. insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur. bu yüzden rıdvan bunu duyar duymaz "eğer emre bunu demişse soyunma odasına gitsin, duşunu alsın, formayı çıkarsın, futbolu bıraksın" dedi, bu yüzden biz "eğer (eğer kelimesinin de bir anlamı var) bunu demişse acilen çıksın açıklasın yoksa fenerbahçe cezayı kessin" dedik, diyoruz.

galiz küfrü birey affedebilir, ırkçılığı bütün bir etnik grup ve insanlık ailesi adına kimse affedemez.

ama önce bir şey anlatacağım,

bir çoğunuzla 3 temmuz sonrasında tanıştık ama bu blog 3 temmuzdan önce de vardı. bu blogda yazdığımız hiçbir şeyi de havaya yazmadık, kimsenin yüzüne söyleyemeyeceğimiz şeye burada yer vermedik.

nasıl?

bilenler biliyor bundan 1 ay önce aziz yıldırım ile 3,5 saat metriste yanyana görüştük. kendisine bir söz vermiştim, orada geçen hiçbir konuşmayı hiçbir yerde yazmadım.

bugün bir şeyi yazacağım.

o gün, sohbetin debisinde, kendisini 3 temmuz'dan önce bir diktatör olarak gördüğümü kendisine de söyledim. çünkü bunu bu blogda yazmıştım. (bkz: birey kültü üstüne) kurumsallaşma, tek adam yönetimi üzerine kendisi de fikirlerini ifade etti. eğri, doğru, burada yazdığım şeyi kendisine söylemeseydim aynada kendi yüzüme bakamazdım. söyledim. ne oldu? aziz yıldırım beni fenerbahçeli olmamakla mı itham etti? aksine, uzun süre kurumsallaşma üzerine tartıştık.

çünkü aziz yıldırım müdenasız bir insan, lafını esirgemez, biz de eğilip bükülmeden doğru bildiğimizi söyleyebilen insanlardanız.

3 temmuz sürecinden önce, konu emre olduğunda bu blogda iki farklı görüş vardı. birincisi pvh'nin emre gelmesin (bkz: peki niye kabullenelim) ve olgu'nun "şimdi kime düşman" yazılarıyla belirtilen hattı. (bkz: şimdi kime düşman)

ben de bu blogda "türk futbolunun alkibiades'i emre mi?" diye sordum. (Bkz: türk futbolunun alkibiades'i emre mi?) velhasıl ne oldu? emre geldi. birine boğazını kesme hareketi yaptı, o zaman da emre fenerbahçe'yi bıraksın diye burada yazdık.

ama emre fenerbahçe'yi bırakmadı.

şimdi bir ara daha,

biz herkesin nabzına göre şerbet veren düşünceleri savunsaydık zaten oturup bir medya kuruluşunda yazardık. bu yeteneğimiz var. bugün burada, 3 temmuz'dan sonra ifade ettiğimiz görüşleri yazdıysak bunun temel sebebi, bu konuda bir takıntımızın olması. bugün bir çok insanla bir bağlantıya sahipsek, inandığımız şeyleri yazabilmemize borçluyuz. kimse bize bir şey borçlu değil, bizim aynalara karşı borcumuz vardı, o borcu da ödemeye hayat boyu devam ediyoruz,

bir dakika daha,

fenerbahçe'nin, türkiye'nin, hükümetin, cemaatin, şu veya bu kişinin ali menfaatleri için herhangi bir haksızlığa karşı gözümüzü kapatmayı, susmayı, kabullenmeyi, içimize sindirmeyi kabul etmiyoruz, etmedik. eğer bunu edecek olsaydık, şurada burada iki "spam yaparız" diyen adam yerine bize allah günü tehdit eden adamları tercih ederdik.

siz biz buradan duyurmadığımız için bir şey yok sanıyorsunuz, ama var, hatta bunu papazınçayırındaki yazarlar bile bilmiyor, ama var. neden? çok önemli olduğumuzdan mı? hayır. bugün türkiye'de müesses nizamın replikleri dışına çıkan herkes bunu yaşadığı için var.

şimdi parantezleri toplayalım,

emre ırkçılık yaptıysa

- ki kendisi "bunu diyip demediğimi bilmiyorum" diyor

bunun bedelini ödemeli.

çünkü biz lefterin tertemiz fenerbahçesini istiyoruz. çünkü biz, bu ülkenin umudu olan fenerbahçe'yi seviyoruz. o yüzden şükrü saraçoğlu stadının adı lefter küçükandonyadis stadı olsun diye burada yazdık, yazmaya da devam edeceğiz. biz lefter için feneri bir başka seviyoruz.

hatta "biz"i de karıştırmayayım,

çünkü ben fenerbahçe'den özgürlüğe, adalete, insanlığa dair bir ışık görmek istiyorum. çünkü ben, fenerbahçenin kupalarından çok ahlakını, madalyalarından çok "iyiler her zaman kazanır"ı gösteren hikayesini seviyorum. ben fenerbahçeyi şampiyon olduğu, kupa aldığı, sahada karşı takımı yendiği için değil,

hatta bunlar umrumda bile değil,

rıdvan gibi tertemiz çalımları, alex'in, van hooijdonk'un, cemil turan'ın bileğiyle, hakkıyla kazandıkları için seviyorum. ben fenerbahçe'yi ırk, din, dil ayrımı yapmaksızın, hiçbir haksızlığa sapmaksızın, kimseyi sınıfı, beşeri konumu diye ayırmaksızın, turist ömer'le ali koç'u, en üsttekiyle en zor durumda olanı birleştirebildiği hikayesi için seviyorum. Lefter, kemalettin, uche, okocha, nielsen ile herkesin belli ahlaki değerler sebebiyle buluşabildiği, herkese örnek olabilecek çubukluyu seviyorum.

ben fenerbahçe'yi, bir sosyal hareket olduğu için, nusaybindeki o yapayalnız çocuktan, caddede yürüyen yaşlı teyzesine kadar ahlaka, insanlığa, adalete, eşitliğe, dürüstlüğe dair düşündürdükleri için seviyorum. eğer ben "bu etikete sahip olanlar her şeyi yapabilir, kazanan her zaman haklıdır" düşüncesinde olsam, zaten oturup da idris naim şahin'e bu kadar sövmezdim.

ve benim umrumda değil kupalar? cehennemin dibine. herkes kupa kazanır. manchester city bile şampiyon olacak, olabilir, olma ihtimali var. çavuşeskuyu arkasına almış, stalinle palazlanmış takımlar bile futbolda şampiyon oldu. ben zidane'ın materazziye isyan eden halinde, bugün burada alparslan eratlı ile ifade edebileceğim hikayeleri seviyorum.

adalet, eşitlik, özgürlük yoksa şampiyonluk nedir ki? o şampiyonluk hiçbir şeye değmez, hiçbir manaya gelmez. ben maç 3-0'ken, soyunma odasında "çıkın ve fenerbahçe gibi oynayın" diyen alpaslan eratlıyı seviyorum. her koşul aleyhindeyken, adam gibi, doğru bir şekilde, bütün gücüyle mücadele edenlerin kazanmasını seviyorum. fenerbahçe kazandığı için değil, bu kadar güzel kazandığı için şiirlerin konusu.

ben rıdvanın füleli çalımlarını değil, karşıdakine zulmetmeden, haksızlığa uğratmadan, hagi gibi suratına tükürmeden, zerafetle atılan haklı çalımlarını seviyorum. ondan karşımda gördüğümde, diyorum ki "hocam sizi gördüğümde hala elim ayağıma dolanıyor"

ben puşkaş ergünleri, mikro mustafaları, basrileri, serkanları seviyorum. kan, ter, gözyaşı evet, haksızlık asla.

çünkü ben bunları anlatacağım çevreme. diyeceğim ki iyilik var, adalet var, haslet var, doğru yaparsan, zarar vermezsen, mücadele edersen, zulme boyun eğmezsen gene de kazanabilirsin.

emre her şeyin aksini temsil ediyor. her şeyin. aykut hocayı üzüyor, yeğeni sen hocaysan ben de imamım diyor, hakan abisi başını okşuyor bir yöne koşuyor, ingilterede ırkçılık hikayesi çıktıktan sonra -ki yalanlandı- burada gene fuckin niggar diye bağırırken görülebiliyor.

belki dememiştir, zokora keskin, bıçkın bir yalancı.. bilemem. ama boyun kesme hareketini gördüm. aykut'a neler çektirdiğini gördüm. arkasında duramam. kendisi bile duramıyor, "belki o lafı etmişimdir" diye açıklama yapıyor.

tek bir şey, çok gerçek, biz emresiz kazandık, kazanmaya da devam edeceğiz. emre çin'e mi gidecek, uganda'yı mı? umrumda değil. fenerbahçe emre'ye muhtaç değil. emresiz de olur. ama ahlaksız olmaz, ama adaletten, ilkeden, prensipten soyutlanmış bir fenerbahçe, ünal aysal'ın galatasaray'ından başka bir şey ifade etmez.

emre diyor ki, "özür dilerim" peki. zokora affetsin. ben affetmiyorum. çünkü ben oturup da melo rieara'yı bir odaya kilitleyip dövdüğünde bunun ceza hukukunun bir konusu olduğunu ve ceza alması gerektiğini yazdım. GS, çıktı bu işin üstünü kapattı. Kendilerine yakışan bu. Trabzonspor ırkçı pankartları açtığında, beyaz bereliler tribüne dadandığında bunun üstünü kapattı. Eleştirdik ama nihayetinde orası başka bir yer. Çarşı trabzonspor'un şampiyonluğunu kutladıktan bir gün sonra "aklanın da gelin" diye yazı yazdığında güldük. haklıydık. ama onlar da işte öyleler.

Fenerbahçe öyle olmadığı için Türkiye'nin en büyük sosyal hareketi. Fenerbahçe prensipten, ilkeden taviz verseydi,

bugün aziz yıldırım'ı satmıştık, tam da istedikleri gibi fenerbahçe'nin ali menfaatleri için bir adamı sokak ortasına bırakmış, istedikleri başkanı seçmiş, yolumuza devam ediyorduk,

fenerbahçe öyle olsaydı, aziz yıldırım hiç içeri girmezdi. onlarn istediği her şeyi yapardı, yönetimi onlarla birlikte yapar, seçimlerde onların istediği adayları destekler, girme dedikleri yere girmez, gir dediklerine girer, şimdi CL Finaline oynayacak bir takımın keyfini çıkartırdı.

fenerbahçe öyle olsaydı, sporun imamı başka takımdan değil fenerbahçe'den çıkardı, ilk hes fenerbahçe'nin olurdu, enerji santralimizin yanına bir de baraj koyardık.

fenerbahçe öyle değil, o yüzden bedel ödüyoruz. şükürler olsun.

o yüzden bugün dünyada eşi benzeri görülmedik bir taraftar organizasyonuyla yürüdük, o yüzden bugün herkesin karşısına dimdik çıkıyoruz, o yüzden başkan hapiste ama masum.

emre değil.

emre ırkçı küfür etti. emre ırkçı mı? değil. daha kötü, karşıdakini yaralaması için küfür etti. etmiş olabilir. bunu yaptığını bile hatırlamıyor.

ben de diyorum ki sabri yoboya fuckin niggar dese ne yapacaksak öyle davranalım. öyle davranmaya mahkumuz.

benim inancım bu.

ırkçılık, hele de etnik köken sebebiyle bir başkasına eza çektirmek, ahlak konusu değil, ceza hukukunun konusu, benim için özür dileyince mesele bitmez.

eğer bunu söylemezsem, o zaman ben de emre olurum. forma üstümdeyken ne yapsam mübah değil, asla da olmayacak.

Devamı ...

15 Nisan 2012

Cappie' den Galatasaray Yok Performansı 98-93


Perşembe akşamından daha coşkulu bir taraftar önünde maça iyi başladık. Angel-Şaziye eşleşmesini iyi değerlendirip kolay basketler bulduk, içeriyi kullandıklarında Fowles'la sayı bulsalar da kısalar kötü şut atınca hücum ribauntu vermeyip hızlı pas temposu sonucu bulduğumuz sayılarla 10 sayılık bir farkı yakaladık. 8.dakikada Angel'e çalınan ikinci faul ve hemen ardından gelen teknik faulle ritmimiz kayboldu, Taurasi'nin çizgiden bulduğu sayılar sonrası periyot sonu yakaladığımız farkı koruyamadık ve Galatasaray farkı 3 e kadar indirdi. 21-18

İkinci çeyrek Galatasaray tamamen içeriden bulduğu sayılarla direnmeye devam etti, Taurasi'nin ikili sıkıstırmaların hepsini asistle cezalandırması sonucu gerek Fowles gerek Tina kolay sayılar buldular. Hücumda Angel'in faul problemi sonucu kaybettiğimiz ritmi yine yakalayıp Matoviç ve Tamene ikilisinin üretimleriyle 5-6 sayılık farkı yakaladık. Periyot sonunda kolay pozisyonları değerlendirebilsek ve basit top kayıpları yapmasak fark çift hanelere çıkabilirdi ancak ilk yarıyı 4 sayıyla önde kapatabildik. 42-38. İlk yarıda Galatasaray'dan yediğimiz 38 sayının 28'ini iki uzundan yedik, Taurasi 2/9 la yine kötü şut atsa da özellikle Fowles'a yaptığı asistlerle Galatasaray hücumuna yön veren isim oldu.

İkinci yarıya Angel'in yokluğunda hücumda tüm sorumluluk Cappie'ye kaldı, Uzunları kullanmaya devam eden Galatasaray'a dışarıdan destek hiç beklenmeyen bir yerden Işıl'dan geldi. Birsel'in top kayıplarından bulduğu turnikelerle morali yerine gelen Işıl'ın hücumda bulduğu sayılarla Galatasaray maçta dengeyi sağladı. Bu bölümde Cappie'nin de son derece yüksek yüzdeyle oynayıp savunmanın tamamen düştüğü bölümde hücumda bir tıkanıklığa izin vermediğini belirtelim. Üçüncü periyotta Galatasaray'ın iyi oynamasına rağmen bir türlü skorda üstünlüğü ele geçirememesinin de maçın psikolojik olarak kırılma anlarından olduğunu söyleyebiliriz. Bir siz atın bir biz atalım havasında oynanan üçüncü periyotun büyük bir kısmı sonrası son 10 dakikaya 63-63 berabere girdik.

Dördüncü periyotun başında savunmayı tekrar hatırlayıp Galatasaray'a kolay sayı fırsatı vermezken hücumda Cappie'ye Angel'in de eşlik etmesiyle 4 dakikada 10 sayılık bir fark elde ettik. Tina ve Fowles kaynaklı sayılara karşı Angel ve Nevriye ile yanıt verip farkı koruduk. Son iki dakikaya da 10 sayılık farkı koruyarak girdik. Rahat bir galibiyet beklerken bütün taktik faulleri sokmamıza rağmen Galatasaray'ın bulduğu arka arkaya üçlükler maçı bir türlü bitirememize yol açtı. Bu bölümde Taurasi'den iki Prince'den bir tane üçlük yedik. 7 saniye kala farkı 3 e kadar indirmeyi başardılar.Cappie'nin bir kez daha faul çizgisinde hata yapmaması sayesinde maça noktayı zor da olsa koymayı başardık 98-93


Maçın yıldızı tartışmasız Cappie'ydi. "Galatasaray yok" söylemini eyleme döktü 29 sayıyla. Özellikle işlerin iyi gitmediği üçüncü periyotta Angel'in yokluğunda skorda geriye düşmemizi engelleyen isimdi. Savunmada ilk maçtaki kadar efektif olduğunu söyleyemeyiz, ama ikinci yarı hücumdaki performansı şahaneydi. Nevriye uzun zaman sonra hayata döndü 11 sayıyla. O görmeyi özlediğimiz orta mesafe şutlarını maçın kırılma noktalarında göndermeyi başardı Galatasaray potasına. Angel da faul problemi nedeniyle sadece 23 dakika oynayabildiği maçı 20 sayıyla kapattı. Şaziye'yle eşleştiğinde de Bahar'la eşleştiğinde de Galatasaray savunmasının başına bela oldu. Orta mesafede iyi şut attığı bir gün Angel'i tutmak mümkün değil. Matoviç de ilk maçın aksine skora ciddi katkı yaptı bu maç, 17 sayı 5 ribaunt ve 5 asistle takımın hücumunun en önemli parçası olduğunu bir kez daha gösterdi.

Nevriye hayata döndü dedik Esmeral'de de bir kıpırdama belirtileri görüyoruz, şu boş üçlükleri soksa ve bir numara oynadığı dönemlerde biraz saati kontrol etse çok daha iyi olacak. Birsel sahada çok uzun süre kalmanın da etkisiyle yorgunluğa bağlı hatalar yaptı, kaybettiği üç top da Işıl'ın boş turnikesi olarak döndü,kafaca bitmiş olan Işıl'ı da kendine getirdi bu top kayıpları.

Galatasaray'da 20 sayı ve üzerinde üç oyuncudan katkı almasına rağmen Caferağa'da bir mağlubiyete daha engel olamadı.Taurasi'nin 25 sayı 9 asist 4 ribauntu, Tina'nın 20 sayı 6 ribauntu ve Fowles'in 24 sayı 6 ribauntu galibiyete yetmedi. Işıl'dan kendilerinin bile beklemediği 13 sayı 5 ribaunt 5 top çalma 2 asist gibi bir katkı almalarına rağmen Cappie ve Angel'i savunamayınca mağlubiyet kaçınılmaz oldu.

Geçen maç olduğu gibi toplam ribauntlarda 34-26 üstünlük sağlamışız ama geçen maç üstün olduğumuz hücum ribauntu sayılarında 11-6 Galatasaray üstünlüğü var bu sefer. Top kayıplarında da 17-10 la 7 fazla top kaybetmişiz. Aslında ilginç bir istatistik de şu: Galatasaray ikilik ve üçlük atış olmak üzere toplam bizim potaya topu 78 kez atarken biz sadece 56 kez rakip potaya topu atabilmişiz. Yani bizden 22 kez fazla atış imkanı bulmuşlar. Bu seviyede bu kadar ciddi bir fark olmasına rağmen maçı kazanmamızın nedeni çoğu taktik faul olmak üzere 27 kez gittiğimiz serbest atış çizgisinden 25 isabet bulmamız.

Maçın hakemlerine gelelim, İsmail Aydın berbat bir hakem olduğunu iki hafta önceki Fenerbahçe-Banvit maçında zaten bir kez daha göstermişti, bu maçta da yine rezilce düdükler çaldı, Angel'a çaldın teknik faulü mimik ve el kol hareketi yaptın diye tamam anladık arkadaş da topu üzerine atan Taurasi'ye niye çalamıyorsun aynı teknik faulü.
Taurasi maçta 15 tane falan faul yapmasına rağmen iki tane taktik faulle maçın son saniyesinde ancak 5 faule ulaşabildi. Üstelik çıkarken hakemin düdüğünü de şöyle bir el attı ama yine teknik faul gelmedi kendisine. İki maçtır Fowles'a bir tane hücum faul çalınmaması da bir acayip.

Bazı durumlarda Galatasaray aleyhine çalamadıkları düdükleri direkt eyyam kokan telafi düdükleriyle mesela Taurasi'nin üç atış olması gereken faul pozisyonunda atış vermemeleri, ya da Tamane'nin Fowles'in eline vurduğu pozisyonu çalmamaları gibi pozisyonlarla dengelemeye falan çalıştılar akılları sıra. Ne olduğu anlaşılmayani bir başka durumda da maçın bitimine 7 saniye kala Taurasi'nin Cappie'ye yaptığı taktik faul sonunda oyuncular şöyle birbirlerine karşı bir horozlandılar ama daha sonra birbirlerinin arkalarına bir iyiniyet jesti olarak bir vurdular. Hakem önce karşılıklı teknik faul çaldı ama sonra sanırım bu teknik faulü diğer hakemin olayı izah etmesiyle geri aldılar. Cappie'ye o pozisyonda ikinci teknik faul çalınsa diskalifiye olacak ve ertesi maç da cezalı olacaktı. Gerçi maçın canlı anlatımını yapan TBF'nin internet sayfasında o pozisyonda Taurasi'nin taktik faulünden sonra Cappie'ye de bir faul çalındığı yazdı ama hakemin ne çaldığı hala muamma. Karşılıklı teknik faul yerine karşılıklı faul mü çaldı acaba diyeceğim ama oyun durmuşken karşılıklı faul de olmaz.

Şimdi seri Abdi İpekçi'ye taşınacak Salı günkü maçı yine çok ciddi oynamamız lazım. 2-0 önde olabiliriz ama yine kazandığımız bir şey yok. Bundan sonraki maçın yine 0-0 başlayacağını unutmadan ve kesinlikle 2-0 ın rehavetine girmeden bu seriyi bitirmek lazım. Galatasaray şu an bizi yenebileceğine inanmıyor, onları hiç uyandırmadan seriyi bitirip kupayı Abdi İpekçi'de kaldırabiliriz. Abdi İpekçi'de muhtemelen hakemler Cappie ve Angel'in üzerine fazla gidip aptalca fauller çalacaklardır, onların deplasmanda sakin kalması çok önemli, Biz eğer üçüncü maça iyi başlarsak ve oraya kazanmaya gittiğimiz inancını maçın başında verebilirsek Galatasaray'ın baskı altına girmesi kaçınılmaz. Az kaldı bir galibiyet daha alıp uzanalım 7. üst üste şampiyonluğa.

Taurasi maç sonunda yine kendine yakışanı yapmış, dünyanın en iyi oyuncusu olabilirsin çirkeflikte de bir numarasın. Gerçi geçen sene üç hafta üst üste doping kontrolüne girip bu sene sezon başından beri bir kez bile doping kontrolüne girmeyince, hakemlerin yüzüne top atıp düdüğünü ağzından alıp teknik faul yemeyince kadın nasıl olsa ne yapsam ceza almayacağım özgüvenini yaşıyor dolayısıyla tribüne hareket çekmesine falan bir ceza verilemeyeceği özgüveniyle parmak da kaldırır ayak da kaldırır çok şaşırmamak gerek. Üçüncü maçın hakemlerini merak ediyorum. İsmail Aydın kozu da yetmeyince zulalarındaki en değerli tetikçilerden Murat Biricik'i bekliyorum bakalım yanına da şöyle bir Türkiye Kupası'nı Galatasaray'a kazandıran Fatih Arslanoğlu fena olmaz.




Devamı ...

14 Nisan 2012

#OmuzOmuzaCaddeye


İstanbul, Vedat Türkali

Salkım salkım tan yelleri estiğinde
Mavi patiskaları yırtan gemilerinle
Uzaktan seni düşünürüm İstanbul
Binbir direkli Halicinde akşam
Adalarında bahar
Süleymaniyende güneş
Hey sen güzelsin kavgamızın şehri

Ve uzaklardan seni düşündüğüm bugünlerde
Bakışlarımda akşam karanlığın
Kulaklarımda sesin İstanbul

Ve uzaklardan
Ve uzaklardan seni düşündüğüm bugünlerde
Sen şimdi haramilerin elindesin İstanbul

Plajlarında karaborsacılar
Yağlı gövdelerini kuma sermiştir.
Kürtajlı genç kızlar cilve yapar karşılarında
Balıkpazarında depoya kaçırılan fasulyanın
Meyvesini birlikte devşirirler
Sen şimdi haramilerin elindesin İstanbul

Et tereyağı şeker
Padişahın üç oğludur kenar mahallelerinde
Yumurta masalıyla büyütülür çocukların
Hürriyet yok
Ekmek yok
Hak yok
Kolların ardından bağlandı
Kesildi yolbaşların
Haramilerin gayrısına yaşamak yok

Almış dizginleri eline
Bir avuç vurguncu müteahhit toprak ağası
Onların kemik yalayan dostları
Onların sazı cazı villası doktoru dişçisi
Ve sen esnaf sen söyle sen memur sen entellektüel
Ve sen
Ve sen haktan bahseden Ortaköyün Cibalinin işçisi
Seni öldürürler
Seni sürerler
Buhranlar senin sırtından geçiştirilir
İpek şiltelerin istakozların
ve ahmak selameti için
Hakkında idam hükümleri verilir

Haktan bahseden namuslu insanları
Yağmurlu bir mart akşamı topladılar
Karanlık mahzenlerinde şehrin
Cellatlara gün doğdu
Kardeşlerin acısıyla yanan bir çift gözün vardır
Bir kalem yazın vardır
Dudaklarını yakan bir çift sözün vardır
Söylenmez

Haramiler kesmiş sokak başlarını
Polisin kırbacı celladın ipi spikerin çenesi baskı makinesi
Haramilerin elinde
Ve mahzenlerinde insanlar bekler
Gönüllerinde kavga gönüllerinde zafer
Bebeklerin hasreti içlerinde gömülü
Can yoldaşlar saklıdır mahzenlerinde

Boşuna çekilmedi bunca acılar İstanbul
Bulutların ardında damla damla sesler
Gülen çehreleri ve cesaretleriyle
Arkadaşlar çıktı karşıma
Dindi şakalarımın ağrısı

Bir kadın yoldaş tanırdım
Bir kardeş karısı
Hasta ciğerlerini taşıdığı çelimsiz kemikli omuzları
Ve hüzünlü çehresiyle bebelerini seyrederdi
Cellatlara emir verildiği gün haramilerin sarayında
Gebeliğin dokuzuncu ayında
Aç kurtların varoşlara saldırdığı
Tipili bir gece yarısı
Sırtında çok uzak bir köyden indirdi
Otuzbeş kiloluk sırrımızı
Zafer kanlı zafer kıpkırmızı

Boşuna çekilmedi bunca acılar İstanbul
Bekle bizi
Büyük ve sakin Süleymaniyenle bekle
Parklarınla köprülerinle kulelerinle meydanlarınla
Mavi denizlerine yaslanmış
Beyaz tahta masalı kahvelerinle bekle
Ve bir kuruşa Yenihayat satan
Tophanenin karanlık sokaklarında
Koyunkoyuna yatan
Kirli çocuklarınla bekle bizi
Bekle zafer şarkılarıyla caddelerinden geçişimizi
Bekle dinamiti tarihin
Bekle yumruklarımız
Haramilerin saltanıtını yıksın
Bekle o günler gelsin İstanbul bekle
Sen bize layıksın

Devamı ...

13 Nisan 2012

Finalin İlk Raundu Bizim 75-69


Ceyhun Yıldızoğlu beklenildiği gibi iki kuleli düzenle başladı maça, Fenerbahçe ise Tamane'yle değil Nevriye- Matoviç ikilisiyle bu ikilinin karşısında durmaya çalıştı. İlk periyot Angel'in çabukluk ile acelecilik arasında gidip gelen tercihleri ve Matoviç'e top indirememe gibi iki nedenden dolayı her zaman ki hücum temposunun ötesinde bir Fenerbahçe vardı sahada. Galatasaray daha çok Fowles'dan Tina'ya indirdiği toplarla skorda önde kalmayı başardı. Fenerbahçe ana hücum stratejisini işletemediği bu çeyrekte Cappie ve Angel'in biraz da bireyselliğe dayalı sayılarıyla skorda tutunmayı başardı. 15-17

İkinci çeyrek Fowles-Tina ikilisinin etkinliğinin biraz düşmesi ve rotasyon gereği tek tek kenara gelmeleri nedeniyle Galatasaray içerden aldığı skor katkısını bulamamaya başladı. Tamane ve Esmeral'in girmesiyle savunmada sertleşip hücumda yavaş yavaş ritmimizi bulmaya başladık. Taurasi'nin kötü şut tercihleri sonrası içerden gelmeyen skor katkısı dışarıdan da gelmeyince Galatasaray hücumu tıkandı. Hücumda Fenerbahçe'nin ritim yakalamaya başladığı tehlikesini gören Ceyhun Yıldızoğlu alan savunmasına geçti ancak Birsel iki hücumda bu savunmaya cezayı çekince Fenerbahçe skorda 6-7 sayılık bir üstünlük sağladı. Devre sonunu Angel biraz iyi oynasa çift hanelerde bitirebilirdik ama kolay bir basket bulacağımız hücumda üç turnike kaçırıp Taurasi'den transition hücumda üçlüğü yiyince fark 3 e kadar düştü.


Tamane, Esmeral Angel ve Cappie'nin gavurların tabiriyle söyleyelim "fresh" olduğu bölümdeki savunmamız ikinci çeyrekte sadece 13 sayı yememizi sağladı. Fowles ve Tina kaynaklı sayıların gelmemeye başlaması seri öncesi de belirttiğimiz üzere Galatasaray'da oyunun hemen kişiselleştirmesine yol açtı. Önce Taurasi sonra Prince bu bölümde organizasyon dışı top kullanmaya başladılar, bu da bizim ekmeğimize yağ sürdü. İlk yarıyı 33-30 önde kapattık.

Üçüncü çeyreğe de içeriden iki hücumda dört sayı yiyip skorda geriye düşerek girdik. Birsel'in organizasyonuyla içeride biraz Matoviç'i beslemeyi başladık. Angel ve Cappie'nin sayılarıyla farkı yenien 6-8 sayı civarına çektik. Taurasi'nin 3 faulle kenara gelmesinden sonra Prince Galatasaray'ın hücumdaki tek opsiyonu haline gelmeye başladı. Son bölümde farkı 10 sayıya kadar çıkarsak da Prince'in son saniye üçlüğüyle son çeyreğe biraz olsun moralli girdi Galatasaray 54-47

Son periyota Şaziye'nin üçlüğüyle başlayıp farkı 4 e çektiler, Hücumda Tamane'nin ikinci periyottaki ribaunt hakimiyetini kaybetmesi sonucu ikinci üçüncü hücum şanslarıyla ayakta kaldılar, Fenerbahçe hücumu yine ritmini kaybetmişken Birsel köşeden bulduğu üçlükle bir kez daha oksijen takviyesi yaptı. Fowles'in içerden hücum ribauntlarından bulduğu sayılar ve Tina'nın orta mesafe şutları sayesinde Galatasaray 2 dakika kala farkı bir sayıya kadar indirmeyi başardı. Son iki dakikada o ana kadar aslında çok iyi yapmadığımız penetre yapmayı akıl ettik. Angel ve Cappie ile faul çizgisinden bulduğumuz sayılarla skorda önde kalmayı başardık. Cappie ve Angel'in iki orta mesafe basketi sonucu 3 sayı önde girdik son dakikaya. Cappie topu elinde fazla tutunca 24 saniye süresini eritip Galatasaray'a bir şans verdik ama Bahar'ın şutu sonrasında Cappie'nin Işıl'ın elinden söküp Angel'e verdiği pas sonucu bulduğumuz turnike maçın sonunu ilan etti. 75-69

Maç genelinde bir kez daha gördük ki Fenerbahçe Galatasaray'dan daha derli toplu, planlı ve düzenli olan takımdı.Dönemsel olarak bize üstünlük sağlayabildikleri iki uzunlu sistemi de aslında net ribaunt sonrası hızlı gelerek çok kolay cezalandırabiliriz, bir kaç sefer yaptık bunu ama daha fazlasını da yapabiliriz. İki uzunlu oynayınca ve dışarıda da Taurasi'yi tercih edince Galatasaray'ın delici ve penetreci özelliği olan tek kısası Prince'i kullanamaması onların hücum akışını bozuyor ve sadece içeriden tehdidi olan bir takım haline getiriyor. Atlamamamız gereken bir konuyu da yeri gelmişken söyleyelim Galatasaray'ın dışarıdan tek tehdidi olan Taurasi'yi Cappie'nin şahane bir şekilde savunması, penetrelerine kesinlikle izin vermemesi ve serbest atış çizgisine hiç getirmemesi, ayrıca hücumda da onu çabukluğu sayesinde faul problemine sokması maçın anahtarlarındandı.

Maçın akışını değiştiren oyuncu yine geçen F8 maçında olduğu gibi Tamane'ydi. Onun oyuna girmesiyle oyunun momentumu tamamen bize geçti, 13 sayı 8 ribauntla çok ciddi bir katkı yaptı tavşan adımlı uzunumuz, İkinci olarak yine kritik yerlerde sorumluluk alan ceza şutlarını sokan Birsel'i söyleyebiliriz. 14 sayı ve 5 asistle şahane bir performans sergiledi. Angel biraz savruk, biraz dengesiz olsa da 20 sayı 9 ribaunt 4 asistle maçın hem sayı hem ribaunt lideri oldu bizim tarafımızda. Angel'in da Şaziye'yi 5 faulle kenara götürdüğünü ekleyelim.

Özellikle Galatasaray'ın Türk rotasyonundan birini faul problemine sokmak stratejik açıdan son derece önemli, Şaziye oynasa ne olur oynamasa ne olur falan diye düşünebiliriz ama Şaziye çıkınca onun yerine biri girmiyor, mutlaka sahada iki üç kişinin de pozisyonu değişiyor, bu maçta bile bunun faydasını gördük, aslen 3 numara olmayan Bahar Şaziye 5 faulle çıkınca üç numaraya geçti, maçın en kritik topunu pozisyonu gereği o kullanmak zorunda kaldı, yine maçın en kritik hücumunda ayakları Angel'a göre çok yavaş kaldığı için faul yaptı ve iki kolay sayı bulduk son dakikada. Yani aslında önemsiz gözüken bir küçük ayrıntı bizim lehimize ciddi fark yarattı.


Matoviç ve Nevriye'den beklediğimiz katkının gelmediği 10/17 ile sezonun en berbat faul yüzdesiyle faul attığımız bir maçı kazanmak aslında oyunumuzun seviyesinin bir kademe daha yükselmesiyle ikinci maçı da kolaylıkla alabileceğimizin bir göstergesi. Toplam ribaunt sayılarında 41-36 ile Galatasaray'ı geçmemiz, bu zamana kadar başımızın belası olan hücum ribauntu konusunda 13-12 üstün olmamız maçın ilginç istatistiklerindendi. Ancak her ne kadar toplam ribauntlarda bir sorun yaşamamış gözüksek de son 5 dakikada fazlasıyla verdiğimiz hücum ribauntları yüzünden maçı kafa kafaya getirdiğimizi de unutmamak lazım.


Seride ilk maçı kazanmak önemliydi ama zaten Galatasaray'ın Caferağa'ya gelirken ki hedefinin bir maç kazanmak olduğunu düşünürsek henüz kazanılmış hiç bir şey olmadığını söyleyebiliriz. Savunmada ciddiyetimizi koruyup Cappie ve Angel'in penetre yeteneklerini efektif kullanabilirsek ikinci maçı da alıp dev bir adım atabiliriz. İkinci maç Matoviç'den ekstra bir performans bekliyorum bu maçta fena sinirlendi ve sinirlendiği zaman performansı yüzde yüz artıyor. İkinci maç Cumartesi 18:00 de 2-0 la Abdi İpekçi'ye yolcu ederiz umarım takımı.
Devamı ...

12 Nisan 2012

Oktay Mahmuti: Bir Fair Play Karikatürü


Öncelikle belirteyim Oktay Mahmuti bence Türkiye'deki mevcut koçlar içinde en iyisi, bu şimdiki görüşüm değil, Ergin Ataman sonrası devraldığı Efes Pilsen de yıldız olmayan oyuncularla takır takır işleyen bir düzen kurmuş Prkacin'i o yaşında yeniden diriltmiş, Mustafa Abi gibi bir oyuncudan Euroleague'in saygıdeğer savunmacılarından birini yaratmış Kaya Peker gibi bir oyuncuyu Euroleague'de ayın oyuncusu olabilecek seviyeye getirmiş bir düzeni yaratabildiği için 2004- 2005'den beri görüşüm. Hatta Tanjeviç'li günlerde Fenerbahçe forumlarında da 50 kez falan yazmışımdır takımın başına Oktay Mahmuti gelsin diye. Coaching yönünü takdir ediyorum, Galatasaray'da yarattığı takımı, başka yerlerde o kadar değerli parçalar olmayacak oyuncuları değerli hale getiren sistemi son derece övgüye değer buluyorum. Tamam bunları iyi güzel yapıyorsun eyvallah takdir de ediyoruz da arkadaş artık bırak şu tribüne oynamayı, delikanlı tribi yapmayı, fair play için yaşıyorum numaralarını. İlk yarıda Sinan Erdem'deki maçta hakemler tamamen Galatasaray lehine bir maç yönetmiş, üç tane steps olan pozisyona ağzına düdüğü götürüp bir steps düdüğü çalamayacak kadar acizleşmişken , hatta son pozisyonda Tutku'nun Oğuz'a yaptığı hücum faulü çalmayıp Gordon' a bomboş şut buldurmuşken maç sonunda bu adam gitti, hakemler soyunma odasına giderken arkalarından tükürükler saçarak küfretti.

Beş dakika sonra mikrofona sanki iki dakika önce hakemlere bağırıp çağıran arkasından tükürükler saçarak hakaret eden kendisi değilmiş gibi "küfür olmasın burda da olmasın, bizim sahamızda da olmasın, 30 yıl geriye gidiyoruz" temalı şirin gözükme konuşması yaptı. Medyadaki koyun sürüsü de "arkadaş madem küfür kötü de sen hakemlere gidip niye küfrettin diye sormayıp adam doğru söylüyor, adam efendi diye taltif ettiler Mahmuti'yi

Bir kaç hafta sonra Türkiye Kupası'nda bu sefer Beşiktaş maçının sonunda bu "fair play"e ömrünü adamış kahramanımız gitti maç sonu yine hakemlere geçirdi, onunla da yetinmedi gitti maçın komiserine de bir güzel küfretti bu sefer hakemler küfürleri maç raporuna yazacak yüreği gösterdiler ve küfür ve hakaret yüzünden bu "fair play" ruhlu coachumuz 3 maç ceza aldı. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu demek için biraz daha sabredelim daha bitmedi.

Oktay Mahmuti geçen Cuma akşamı Telekom maçından sonra dün akşamki Fenerbahçe maçını kastederek Galatasaray taraftarını sukunete davet edip, Galatasaray'dan gelen herşeyi kutsayan aptal spor basını tarafından yine yere göğe konamadı. Dün akşam, Cumartesi günü taraftarı sukunete davet eden adam daha maçın ilk çeyreğinde Ender'in kendini yere attığı bir pozisyon sonrası sahanın ortasına kadar gelip hakemleri bir güzel azarladı, ayarı verdi, teknik faul çalınmayacağından emin olduğu için son derece rahat tavırlarla bir süre boyalı alanda dolaştı, sonra kendi hareketlerinden tahrik olup Fenerbahçe'ye küfreden taraftarı sanki iki dakika önce hakemi dövecekmiş gibi sahaya giren kendisi değilmiş gibi sukunete davet etti.

Oktay Mahmuti bu sene dengelerin kendi lehlerine döndüğünün farkında. Hakemleri fiili olarak taciz etse de, alenen yüzlerine tükürüp küfretse de kendisine bir halt çalamayacaklarını, ama rakip koçlar gak dese teknik faul geleceğini bal gibi biliyor. Bu sene maçın başa baş olduğu Karşıyaka ve Efes maçlarında 4. periyotun ortasında kendi lehlerine çalınan iki teknik faulün tesadüf olmadığının elbetteki farkında. Maçı izlerken Galatasaray'ın momentumu yakaladığı bölümde Spahija'ya teknik faul çalınacağını yazdım Twitter'da, bunu söylemek için kahin olmaya gerek yok, basketbol ligini takip etmek kafi. Nitekim sahanın ortasına kendisini dövmeye gelmiş koça teknik faul çalamayan Mehmet Keseratar topu ayağıyla verdi diye Spahija'ya teknik faul çaldı.

Oktay Mahmuti iyi coach, yarattığı takıma da oynadığı basketbola da saygı duymak lazım ama şu fair playcilik oynamaktan vazgeçsin artık. Hakeme küfredip iki dakika sonra "30 yıl geriye gidiyoruz küfür edilmesin" demeyi, söylemlerinin 180 derece zıttı eylemleri bıraksın. Başında Spahija olan bir takımı yenmek için bugünkü gibi rezil hakemlere ihtiyaç yok. Merak etmesin hakemlere verilen Galatasaray'ın işini kolaylaştırma talimatı Play-off da da geçerli olacak, kendisine teknik faul çalan bir babayiğit bu sene çıkmayacak. Çakma "fair play" şövalyeliği numarası artık komik duruyor, bir zahmet bıraksın bu işleri Oktay Mahmudi
Devamı ...

10 Nisan 2012

Fenerbahçe-Galatasaray Final Serisine Bir Bakış


Türkiye Kadınlar Baksetbol Ligi’nde üst üste üçüncü kez bir Fenerbahçe Galatasaray serisi sonunda şampiyon belli olacak. Son iki sene serileri 3-0 ve 3-1 lik skorlarla geçip şampiyon olmuştuk. Geçen sene kağıt üzerinde favori değilken Taurasi ve Penny’i hesapta olmayan bir şekilde kaybetmişken, saha avantajı rakipteyken herşeye rağmen şampiyon olmayı başarmıştı kızlar. Galatasaray’ın kadrosu geçen seneye oranla bireysel olarak baktığımızda biraz daha güçlendi, her ne kadar kimya olarak bir türlü sahada potansiyelini yansıtamasa da isim olarak geçen seneden daha iyi ve geniş bir rotasyona sahip oldukları söylenebilir.

Bizde ise geçen seneki dar rotasyon bu sene de devam ediyor, tüm sezonu neredeyse 7 kişiyle oynadık, üstelik standart katkısı olan ve final serilerinde bunca zamandır farkı yaratan üç Türk oyuncudan ikisi Esmeral ve Nevriye belki de kariyerlerinin en kötü performanslarını sergilediler son bir ay içerisinde. Final 8 de Penny’nin sakatlanması da takımın oyun aklının bir anda bir seviye aşağı inmesini beraberinde getirecektir.

Fenerbahçe’nin Galatasaray’a göre artılarını değerlendirelim biraz, bir kere seriye saha avantajına sahip olarak başlamak oyuncuların özgüveni açısından son derece önemli, Caferağa’da son yıllarda Galatasaray’ın futboldaki Kadıköy fobisi gibi bir fobisi oluştuğunu da göz önüne alırsak küçümsenmeyecek bir psikolojik avantaj olarak görülebilir. İkincisi uzun süredir bir arada oynama alışkanlığı ve Galatasaray’ın Türk rotasyonuna kıyasla bizimkilerin bu seviyelerde daha sakin ve soğukkanlı kalabilmesi de önemli bir avantaj. Üçüncü üstün olduğumuz nokta hücum olarak Galatasaray’ın tersine bireysellikle değil daha çok post bölgesini merkez olarak kullanıp pas kanallarıyla baskete gitme gibi bir stratejiyi mükemmel bir şekilde uygulamamız. Fenerbahçe F8 ‘e kadar Avrupa’nın en iyi hücum eden takımıydı son bir aylık dilimde sezonun ilk bölümündeki ritimden biraz kopuk gözükse de hücum olarak Galatasaray’dan daha düzenli ve akıcı olduğu söylenebilir.

Galatasaray’ın takım olarak bize üstün olan taraflarını da değerlendirelim. Bir kere bizden daha iyi bir savunma yaptıklarını söyleyebiliriz, oyunun belli dönemlerinde Fenerbahçe’nin vidaları sıktığı bölümler oluyorsa da maç ve sezon geneline baktığımızda Galatasaray savunmasının bize oranla daha istikrarlı olduğunu görebiliriz. İkinci olarak serinin en kilit faktörlerinden biri olan ve Fenerbahçe’nin en zayıf karnı diyebileceğimiz ribaunt konusunda Galatasaray’ın Fowles ve Tina’yı da birlikte kullanabileceğini düşünürsek ribaunt kaynaklı ikinci şans sayılarının da önemli bir tehdit olduğu gözüküyor. Nitekim Türkiye Kupasında Galatasaray adına kazanılan maçın da en önemli parametresi hücum ribauntu sonrası bulunan sayılar olmuştu.

Yapısal üstünlük-eksiklik boyutundan biraz parke içinde neler olabileceğine geçelim. Fenerbahçe sezon başında kaybettiği Cumhurbaşkanlığı maçında da son kaybedilen Türkiye Kupası’nda da Tamane’yi çok aradı, Son olarak F8 deki maçta da gördük ki Galatasaray’ın dominant uzunlarına karşı pota altında bir numaralı savunma opsiyonu Tamane olmalı. Penny’nin sakatlığı olmasa bizim koç acaba Tamane’yi final serisinde tercih edecek miydi bilinmez ama final serisini Fenerbahçe kazanacaksa Zane’nin bu seriyi iyi oynaması ve Fowles-Tina ikilisine karşı ayakta kalabilmesi kilit nokta olacak. Ceyhun Yıldızoğlu belli bölümlerde sahada bulunan yabancılardan Prince’den vazgeçip Tina ve Fowles’u birlikte kullanma yoluna gidebiliyor. Özellikle ikisinin birlikte oynadığı dönemlerde net savunma ribauntu alabilirsek rakipteki iki uzunun ağırlığından yararlanıp Angel- Birsel –Cappie organizasyonuyla çok kolay sayılar da bulabiliriz, eğer ribauntu alamazsak ve ikinci üçüncü şansları verirsek ya da ikili sıkıştırmalar sırasında birbirlerine pas verebileceği pozisyonları engellemezsek ibre Galatasaray tarafına dönebilir.


Yazının başında Galatasaray’ın kimyasının oturmadığından bahsettik aslında bu final serisinde bizim en büyük kozumuzun bu olduğunu düşünüyorum, savunmada sertlik düzeyini biraz yükselttiğimiz anda Galatasaray sistem dışına çok kolay çıkabilen bir takım, son maçta ikinci yarı başında savunmamız biraz iyileştiğinde içeriyi beslemeyi tamamen unuttular ve Taurasi tek başına oynamaya başladı, Caferağa’daki sezonun ilk yarısındaki maçta da aynısı olmuştu, Taurasi takımdan kopuk tek başına hücumda sorumluluk almıştı, eğer içeriye top indirmezlerse gerek Prince gerek Taurasi hücumu tamamen kendi başlarına oynamaya elverişli oyuncular ve tek kişilik bir performansla da bizi yenmeleri çok zor. Onun için o bağlantıyı yani içerden dışarıya ve dışarıdan içeriye verilecek pas bağlantılarını iyi savunmak çok önemli.


Bizim açımızdan da şöyle bir tehlike var, diyelim bunu yaptık ve Taurasi oyunu tek başına oynamaya başladı ve attıklarını da sokuyor, bu durumda biz de de gerek Cappie gerek Angel oyunu kişiselleştirmeye ya da rövanş duygusuyla oyunu bireyselleştirmeye yatkın ve yüksek egolu oyuncular, böyle olası bir durumda Taurasi’yle bir meydan savaşına girmeyip düzen içindeki rollerine sadık kalmaları çok önemli,bizim hücumumuz bireyselliğe dayalı olmadığı için eğer topu Angel’in eline verip beklersek hücumda hiçbir şey üretemeyiz. Dolayısıyla Taurasi’nin dönemsel kişisel performansının arttığı bölümlerde Angel ve Cappie’nin kesinlikle bireysel zorlamalarla ona yanıt verme telaşına kapılmamaları lazım.
Taurasi ve Prince savunmalarına gelirsek bu iki oyuncuyu normalde Penny ve Birsel’le savunuyorduk. Prince’in ilk adımı Birsel’e göre çok daha hızlı olduğu için çok kolay geçip boş turnikeyi bulabiliyor, son maçta belli dönemlerde Angel’la tutmayı denedik Prince’i. Kadroda şu an Penny olmadığı için Angel’in Prince yerine Taurasi’yi savunması daha mantıklı olur. Cappie de Prince’i savunur. Birsel de bu bölümde iki numara olarak kim oynuyorsa Işıl ya da Melisa Can hücum tehditleri diğer iki oyuncua göre daha az olduğu için onu savunur.

Uzunlarımız zaten zebellah gibi iki uzunla uğraşacakları için savunmada kısaları kolay geçirip onlarla baş başa bırakmamız çok önemli. Yoksa şeffaf bir dış savunma yapıp her penetrede potaya kadar gitmelerine izin verirsek uzunlar direkt faul problemine girer. Tersi de geçerli özellikle Angel’in hücumdaki deliciliğinden ve atletizminden yararlanıp rakip uzunları faul problemine sokabileceğini de es geçmeyelim. Oyunun bazı bölümlerinde Şaziye ile falan eşleşirse her pozisyon potaya gitmesi şart.

Angel’in ayrıca faul problemine de çok dikkat etmesi lazım bazen saha içinde duygularına çabuk yenilebiliyor, geçen seneki final serisindeki performansını bu seneye yansıtırsa herşey bizim için daha kolay olur. Cappie’nin Mersin serisinde gösterdiği performans da son derece umut verici. Rusya yılları bildiğimiz deliciliğinden biraz bir şeyler götürmüş olsa da özellikle şut performansına çok ihtiyacımız var.

Galatasaray’ın bize karşı oyunun karar dönemlerinde tıpkı son iki maçta olduğu gibi alan savunması yapacağı zaten malum. Türkiye Kupası’nda alan savunmasına felaket hücum etmiştik F8 de ikinci yarı başında Birsel dış sutları çatır çatır sokunca alan savunması iflas etmişti. Bireysel şut performansı yine belirleyici olacaktır bu dönemlerde ,Esmeral sakatlık sonrası hiç kendine gelemedi, Cappie ve Birsel’in bulacağı dış şutlar rakibin bu en büyük savunma kozunu elinden alacaktır.
Nevriye konusunda da bir şeyler söylemek lazım son bir 1-2 aydır bildiğimiz Nevriye performansından çok uzak oynuyor kaptan. 0 sayıyla 2 sayıyla maç tamamlayıp peynir ekmek gibi soktuğu orta mesafe şutlarını potaya değdiremediği maçlar oldu bu dönemde, gerek bel sakatlığı gerekse sözleşme uzatmamasının bu performansa neden olduğu şeklinde söylentiler de var bilmiyorum ne kadar doğrudur ama Nevriye’nin final serisinde eski haline yaklaşması lazım, orta mesafede onun ve Matoviç’in şut ve pas tehdidi bizim temel hücum stratejimizin dayanak noktası.

Günlük değişkenler, bir hakem kararı, Şaziye’nin bulacağı ekstra iki üçlük, Kübra’nın iki pozisyon iyi savunması falan gibi küçük detaylar kazananı kaybedeni belirleyecek. İki takım arasında bu sezon oynanan 5 maçın 3 ünü biz 2 sini onlar kazandı. Üst üste 7. Kez şampiyonluk ve saltanatın devamı için Perşembe günü 20:00 de bir kez daha Caferağa’da yolculuğa başlıyoruz. Sakatsız keyifli ve kazananın sarı-lacivert olduğu bir seri dileğiyle

Devamı ...

8 Nisan 2012

Artık Herkes Susacak Gerçekler Konuşacak - 14 Nolu CD!


Ben de şöyle bombastik bir müzikle girmeyi isterdim ama ne yazık ki yazılı medyada imkanlar belli. Matrix'ten navrası koyucan esasında, asatu masaa gammaya diye diye bir gireceksin, hepinizin aklı dönecek. Yapamıyoruz. Anca tepeye "artık herkes susacak" yaz, bu kadar telegol olabiliyoruz. Bu yüzden okuyucularımızdan da özür diliyorum. Sarsıcı objektif gazetecilik deneyimimiz yok. Napalım yavaş yavaş adapte olacağız.

Evimin Kapısının Önünde Bulduğum Şüpheli Kargo Paketi
Bilenler bilir, Aziz Yıldırım tarafından alınan altı üstü 2 bin 700 metrekare alana sahip, 900 metrekare kapalı alanlı bir hacienda'da yaşıyorum. Bu zamana kadar ne yaptım? Halkımızın hassas, demokrat, ilerici, çağdaş, yüksek, ana sütü gibi tertemiz hassasiyetlerine gözlerimi kaparayak, YENİ, İLERİ, SON DERECE YÜKSEK DEMOKRASİ çizgisinden saptım. Kemalist, ergenekoncu, diktatöryanın en güçlü temsilcisi olan Aziz Yıldırım'a methiyeler düzdüm. Şikeci, ergenekoncu ve ekonomik çıkar elde etmek amacıyla suç örgütü kuran bu adam hakkındaki gerçeklere sırtımı döndüm.

Hakan Şükür'ün, Şamil Tayyar'ın, Mehmet Baransu'nun asla tasvip etmeyeceği bu işlerin sonucunda özel jetten, hacienda'dan başka ne elde ettim? Mutlu muydum? Hayır. Para, özel jet, como gölünde malikane mutluluk getirmiyor dostlarım. Hakka hizmet eden Ekrem Dumanlı'nın yaşadığı türden çay ile simidin, bir kaşar peynirle biberin mutluluğuna, bu karanlık zihnimde ulaşamıyorum.

Bugün her şey değişti. Röbdeşambrımı giyip, cohibamla bahçede dolaşırken çalan bir kapı ziliyle irkildim. Çünkü bu cümleyi hep kurmak istemiştim. İrkilmek. Ne güzel bir kelime.. Yoksa neden irkileyim lan, insan evinde irkilir mi? Hacienda diyorum ya? 900 metre kare. Tayyip Erdoğan'ın kankası Aziz Torunlar'ın Clifton Yalısı'ndan bile daha büyük bir şey bu.

15 dakikalık bir yürüyüşten sonra kapıya ulaşınca (Hala kırgınım Aziz bey. Ev içi arabası almadınız bize. Yürümek gibi aşşağılık, helk işleri ile uğraşıyoruz) bir de ne göreyim? Bir kargo paketi...

Gizemli kargo paketinin üstünde şu yazıyordu

"Mrb. Bazı grçkleri görmeni sağlar umarım :( Bu zamana kadar bizi çok üzdün. Aç bak. Anlayana... Tşk.
Not: CD Aziz Yıldırım'a aittir!!!'1!"

Paketi açtım ve yukarıda gördüğünüz CD ile karşılaştım. Çok açık bir şekilde 1943 yılında, Aziz Yıldırım tarafından üretilmiş bir CD!

CD'nin İçinden Çıkan Şok Edici Gerçekler

CD'yi dikkatli bir şekilde inceledim. İçinde "kötülükler", "pislikler" gibi klasörler bulunan CD bir kerede üretilmiş ve üstverisine göre 1943 tarihli.

CD'deki tüm dökümanlar word ve jpeg. Bunları son kaydeden kişi "BÜYÜK BAŞKAN AZİZ YILDIRIM YANİ BEN" isimli kullanıcı. Hassas bir incelemeyle bu kişinin Aziz Yıldırım olduğunu tespit ettim. Nitekim CD'nin üstündeki yazı da Aziz Yıldırım'a aitti. Bunu nereden anlıyoruz? Çünkü kargonun üstünde öyle yazıyor.

CD'nin içerisinde bir belge var ki çok ilginç. Belgenin başlığı "Ergenekon örgütü mensubu Fenerbahçe Spor Kulübü'nün PKK, Naziler, Stalin, Mao Zedung ve Kim Jong İl ile kurduğu bağlantıların perde arkasındaki esas amaç olan Siyonizmi getirmek, hükümeti zayıflatmak, güçsüzü ezmek, güçlüyü korumak, bu halkın temiz duygularını istismar ederek Kur'an-ı Kerim'in yasaklandığı zamanlara geri dönmek eylem planı"

İşte o şok edici belgeden okuyanları sarsacak bazı cümleler.

"Naziler ile bağlantılar güçlendirilecek. Böylelikle gelecekte doğacak olan bir başka badem bıyıklı asabi şahsiyetin kendisine benzetilmesi suretiyle yıpratılması sağlanacak."

"Mao Zedung'un toplu katliam yapması desteklenecek. Sırf pislik olsun. Sonra da hükümete maocu denecek."

"PKK isimli bir terör örgütü kurularak bu örgüt büyük oranda desteklenecek. Niye? Çünkü hükümetin temiz, adil, güzel bir futbol mücadelesini verirken artacak terör olaylarıyla konsantrasyonu bozulacak, devran aynen devam edecek"

Şimdilik bu kadarını paylaşıyorum. Devam edecek.

Bu belgedeki ana eylem planı çerçevesinde hayata geçirilen bazı faaliyetler şöyle:

Maginot Hattını Aslan Ekşi Yıktı


"maginothattiniyikanaslaneksi.jpeg" isimli belgeye göre, 1940 yılında Aslan Ekşi, Aziz Yıldırım tarafından özel olarak görevlendirildi. Nazilerin Fransa'yı ele geçirmesi için, çok kritik bir süreçte Fenerbahçe tarafından bu adım atıldı. Gereken müdahale yapıldıktan sonra özellikle Aslan Ekşi'nin smaçlarına dayanamayan Maginot Hattı, yenilmezlik rekorunu 3-1'lik bir yenilgi ile kaybederken, darma duman oldu. Aslan Ekşi görüyorsunuz bu zaferi Nazilerle nasıl kutluyor. Plan icra aşamasına geçip tamamlandığı için, hükümeti çok sarstı. Bundan 62 yıl sonra kurulan hükümet hala Nazi olmakla suçlanıyor, temiz hükümetimiz faşist diye yıpratılıyor.

Volkan Demirel Eldivenin İçinde Kurtuluş Savaşından Kalma Tüfek Saklıyor


"volkandemirelineldiveni.jpeg" ve "volkan demirelin eldiveninde sakladığı tüfek.docx" dosyalarında aynen şu ifadeler geçiyor

"Volkan Demirel birinci dünya savaşı sonrasında yaşanan Kurtuluş Savaşı'nda elde ettiği bir tüfeği eldiveninin içine saklayarak sahada şiddet ve düzensizlik olaylarının artmasına vesile oluyor. Kimsenin göremediği bu tüfek esasında eldivenin içine ustaca yerleştirilmiş durumda ve kritik zamanlarda rakiplerine saldırmak için kullanıyor. Tüfeğin bir özelliği de, adam öldürmemesi, sakatlayıcı olması. Böylelikle öfke ve hırs içerisine giren rakip futbolcular kamuoyunun belleğine hırslı olmayı, öfke duymayı, kötülük yapmayı yerleştiriyor."

Lugano Kandil'de

16 Şubat 1976 tarihli ve son kullanıcısı BÜYÜK BAŞKAN AZİZ YILDIRIM YANİ BEN olan "PKK ile geliştirilecek ilişkiler.docx" ve "luganokandil.jpeg" isimli dosyalara göre Lugano esasında Fenerbahçe'den hiç ayrılmadı. İstanbul'dan Paris'e, Paris'ten Şam'a, Şam'dan karayoluyla Tahran'a, Tahran üzerinden de Alma Ata'ya geçen Lugano, buradan hava yoluyla Madrid'e, Madrid'den yine hava yoluyla Bağdat'a geçti. Bağdat'tan deveyle Musul'a, Musul'dan iki katır, dört at, 8 adet havan topuyla Kandil'e geçen Lugano burada faaliyetlerine devam ediyor.

Amerikan Tarihini Değiştirecek O Belge: Kennedy'nin katili kim?

"kennedyenasilkoyduk.jpeg" isimli dosya sadece Türk tarihini değil Amerikan ve dünya tarihini de değiştirecek nitelikte. Amerika'nın en saygıdeğer, ileri demokrat, özgürlükçü, din ve vicdan özgürlüğü noktasında bir mihenk taşı olan Başkan Kennedy'nin bu zamana kadar CIA tarafından öldürüldüğü sanılıyordu. Ya da Lee Harvey Oswald'ın da öldürdüğüne inanan bazı saflar vardı.

Oysa 9 Kasım 1964 kayıt tarihli yukarıda yer alan belgeye göre Kennedy'i Aziz Yıldırım öldürttü. Lee Harvey Oswald'ı transfer vaadiyle kandıran Aziz Yıldırım, "buğdaya boy verdirt, öküze gem vurdurt" şifresiyle yürüttüğü operasyon sonucunda Kennedy'nin ölümüne neden oldu.

Devam Edecek

Şu an yoğun baskı altında olduğum için daha fazlasını şimdilik yazamayacağım. Ama gerçekler birbir ortaya çıkmaya devam edecek. Papazınçayırı olarak dürüst, namuslu, ilkeli, tarafsız, objektif yayıncılık anlayışı ile kamuoyunu bilgilendirmeye devam edeceğiz.

Not: Bu işi Aston Martin bile çözmez başkan... :(
Devamı ...

7 Nisan 2012

Şecaat Arz Ederken Voleybol Federasyonu...



Takıma tek söz yok. Hepsine helal olsun. Düt demeye dudak gerek.

Türkiye Voleybol Federasyonu, sonunda lig şampiyonluğunu kulüp takımından alıp müesseselerden birisine vererek emeline ulaştı. Artık NTVSpor'un Fenerbahçe her yenildiğinde sevinçten deliren programcısı ile birlikte tüm diğerleri, federasyon önderliğinde sirkat söylemeye ve "Fenerbahçe Geri Döndükten Sonra Kitlelere Daha Çok Açılan Voleybolun Yeniden Küçük Arka Bahçe Yapılması" hususunda çalışmalarına daha büyük bir şevkle devam edebilirler.

Hadi bunlar işi gücü bırakmış, "Fenerbahçe'yi nasıl engelleriz" diye konuşuyorlar. Ya bizim yönetici / idareci postunda oturanlar ne yapıyor? Kale kuşatılmış. Sallayan mancınığın, gelen güllenin haddi hesabı yok. Bizimkiler "Hancı bana şarap getir hahahahahahaa" modunda takılıyorlar. Ayıptır!

Koca şubenin iç - dış mücadele sorumluluğunu Hakan Dinçay'ın üzerine yüklemişler. Sadece kupa posterlerine girip, gündem programlarına katılıyorlar. Ne ala memleket.

İnsanlar "Ortada bir namussuzluk var" diye sinirle dört dönedursun, "Aldığım para ve başarılar sayesinde kazandığım itibardan başkası beni ırgalamaz. Kupa kıtlığına kıran girmiş değil ya. Aynı set seneye de var. Allah'tan ümit kesilmez. Elbet biz de bir tane alırız imanım" havasıyla ortada gezenler de var. "Yok" diyen beri gelsin.

Fenerbahçe'de gönüllü yönetici ya da profesyonel idareci olan insanların, arkadaki koca kitleden haberdar olmaması imkansız. Bu kuvvet elindeyken federasyon dayatmalarına tek bir kelime dahi edememek için bostanda korkuluk olarak iştigal etmek gerekiyor.

Türkiye Voleybol Federasyonu, her türlü manevra ile takımın önünü kesmeye çabalarken, muzaffer iletişim kanallarının tek bir saniyesini karşılık vermeye ayırmamasına ne demeli? Yakında taraftara adab-ı muaşeret dersi vermeye başlayacakmış gibi gözüken bildirilerin, ucundan kenarından voleybol federasyonuna dokunamaması... Yemiyor herhalde...

Fenerbahçe aylardır it dişiyle ayrı, domuz derisiyle ayrı uğraşıyor ama yöneticilerin neredeyse tamamı Lee Van Cleef - Clint Eastwood kapışmasında bar verandası altına saklanan çocuklar gibi ortada yoklar. Hadi politikaydı, hükümetti derken bir takım mevzularda "korku dağları bekler" hallerini anlıyor olalım. Voleybol Federasyonu da bu kadar kolay mı diş geçirecek Fenerbahçe'ye?

Bu federasyonun elinden bir de teşekkür plaketi alınmış. Yazıktır... Hafta başı olduğunda "Voleybol Federasyonu kurumsal zihniyetini" camiaya hedef göstermeyecek bir Fenerbahçe "yönetim kurulu" daha sonra hak aramaktan bahsetmesin.
Devamı ...

CAS Davası Köprüsünde Ayıya Dayı Demek



Yönetmek zor zanaat. Fenerbahçe'yi yönetmek hele, hepten zor. Hükümetinden, bürokratından üzerine gelen çığın altından kalkmak mecburiyeti, bir süre sonra yerini "hemen her yöneticide" boş vermişliğe bırakır. Vücudu ham insanın, istemsiz, saçma sapan koşan ayakları gibi.

CAS davasına dair dedikodular dolanıyor ortalıkta. Ne olur, bilinmez. Açıklama gelmeden galeyana gelmenin lüzumu yok ama açıklama galeyan gerektirecek gibi olursa geri de durmamak gerek.

Uzun uzadıya yazmayacağım. Yalnızca, haber düşünce, senelerdir aklıma kazınan bir teoriyi paylaşmak istedim. Kemal Tahir'in "Esir Şehrin Mahpusu" kitabında, Binbaşı Arif Bey üzerinden roman kahramanı Millici Abi Kâmil Bey'e anlattığı bir hikayenin son kısmı.

Fenerbahçe yönetiminin ayıya dayı demeyeceğini, dik duracağını, taraftarını da arkasına alıp yükleneceğini umarak. Umut, fakirin ekmeği...

Köprüyü geçene kadar, ayıya neden dayı, diyorsunuz? Köprünün başını ayı tutmuş gibi geliyor. "Ayıyı tepeleyip geçmek zor! Dayı deyip sıyrılmak kolay," diyorsunuz. Girdiğiniz yolda köprü bir tane olsa, belki haklısınız! Girdiğiniz yol: Politika... Durmadan köprü geçeceksiniz. Güç yetirebildiğinize aklınız yatsa, ilk köprüde ayıya dayı demezdiniz! Daha birinci köprüde, kolaya kaçtığınızı gören namuslu insanlar, sizi bırakacak. Tevfik Fikret'ten kopup Ali Kemal'le kalıyorsunuz! Ayıların arasında büsbütün güçsüz giriyorsunuz. Her köprüyü geçtikçe, arkanızda ayıların tuttuğu köprüler bırakmaktasınız. Peki biraz ilerde, dört yanınızı çepeçevre kuşatan ayıların istediklerini, nasıl yapmamazlık edebileceksiniz? Bir zaman sonra artık paralanmayı göze almanın bile faydası kalmayacak. Köprüyü geçene kadar ayıya dayı demek, ayılara yem olmayı başından kabullenmek demektir.
Devamı ...

5 Nisan 2012

Fenerbahce.Org ile Bambaşka Âlemlere...



Ha Oktoberfest şenlikleri, ha Fenerbahce.org vaziyetleri. Arada sadece nüanslar var.

Fenerbahçe ne kadar ileriye gidiyorsa, resmî site o kadar kendi yerinde sayıyor. O bünyede çalışan muazzam özverili, müthiş iyi niyetli insanlar var ama bunlar bir yüzdeki göz sayısını geçmeyince bir türlü iyi şeyler olmuyor işte, olamıyor.

Uzun uzadıya yazmaya gerek yok, son marifet aşağıda. Buyurun.

Kadın basketbol liginin statüsünü bilmemek, üzerine bir de hiç merak etmemek, bodoslama haber girmek. Yüzlerce (mübalağa yok, evet yüzlerce) benzeri örnekten utanmamak, arlanmamak.

Helal olsun, Fenerbahçe.org; Aziz Yıldırım şu kulüpte onca şey becerdi, biz sizi beceremedi. Vallahi helal olsun.

Devamı ...

4 Nisan 2012

Abdülmelik'in Suçu Ne?



17 yaşındaki Abdülmelik, okulda kantini protsto etmek için bir bildiri dağıtıyor. Arkadaşlarını pahalı kantine karşı, hep birlikte evden yiyecek getirmeye çağırıyor. Diyor ki "Çarşamba günü şu saatte birlikte oturup yemek yiyelim, dayanışma ve paylaşmayı güçlendirelim" Gün geliyor, güzelim liseli çocuklar hep birlikte oturup yemek yerken birden Müdür ve polis kendilerini basıyor. Çocuğun Hrant Dink yürüyüşüne katılması bile aleyhine kullanılıyor, örgüt üyesi olmakla itham ediliyor, okuldan atılıyor. 12 Eylül Mahkemede değil, Abdülmelik'in hayatında, sokakta, hepimizin yaşamında.

Devamı ...

Resmî Site Bir Hiçtir, Sosyal Medya Her Şey



Son hadise malumunuzdur.

Ülkemizde yaşayan bir kısım zevatın ne kadar zerzevat olabildiğini bilmeyenler için söyleyelim; Trabzonspor'un münevver (!) üniversiteli taraftarlarından bir kısmı, Fenerbahçe taraftarını fotoğrafla hedef gösterip, başlarına bir de ödül koymuşlar.

Buna karşılık ilk tepkiyi gösterenler ise tabii ki "meşhur sürecin her bir saniyesinde olduğu gibi" Fenerbahçe taraftarları olmuş.

Peki Fenerbahçe resmî sitesi ne yapmış? Şimdilik hiçbir şey. Yapar mı? Muamma. Haberleri var mıdır? Bilinmez. İş mi bu? Değil.

Fenerbahçe resmî sitesinin kendisine "dünya kulübü" diyen hiçbir kulübe yakışmayacağı ve fotoğraf seçimlerinden içeriklere kadar her şeyin baştan savma yapıldığı hemen herkes tarafından kabul gören bir gerçek

Lakin her ne kadar yavan bir tasarıma da sahip olsa, hiç değilse bazı can alıcı noktalarda "internet vasıtasıyla milyonlarca insana hitap edebilmesi" işlevsellik için yeterli.

Haklarını yemeyelim; bunu hiç yapmadılar mı? Yaptılar tabii. Örneğin sahaya lazer tutan bir Fenerbahçe taraftarının "Sayın muhbir vatandaş" tarafından kulübe ya da emniyet güçlerine bildirilmesini istemişlerdi.

Kulübün "koltuk kırılması ve sair hadiseler" yüzünden aldığı cezaları, genelleme yapa yapa duyurmaları ve sanki o genellenen taraftarlar kulübe hiç girdi yapmıyormuş gibi "Sizin yüzünüzden bilanço zarar gösteriyor işte" sızlanmalarıyla bildiri yayınlamaları da hafızalardan silinmedi.

Tabii ki bunlar resmi sitenin kendi tasarrufları değil. Ortada "Kurumsal İletişim" diye yönlendirici bir departman var. İsmini görünce fasulye gibi nimetten sayabileceğimiz bu bölümün henüz taraftar yararına bir iş yaptığına şahit olmadık.

Hiç değilse bu son olayın ardından kararlı bir tavır gösterilmesi ve böylesine hain bir tehdit peşinden, sürecin en kuvvetli dinamiği olan taraftarın arkasında durulması gerekir.

Eskiden bu ülkede "düğmesi altı aydan başlar" denenlerden bir tanesi de Fenerbahçelilerdi. Şimdi bu hal değişmişse, bunun sorumlusu "Taraftar=Para" kafasıyla bakan yöneticilerdir.

Fenerbahçe Spor Kulübü'nü yönetenler, taraftarlarına yönelen bu kahpeliği sergileyenleri ele güne karşı rezil etmeyi ve "bunu düşünebildikleri için" hepsini kanun yoluyla süründürmeyi başarabilirler ise gözlerde büyürler. Yok, yapmazlar ya da yapamazlar ise... Taraftar da tarih de burada. Şimdilerde her görüldüğünde "başkanım" hitabıyla göğsü kabaranlar, yarın bir gün halife postundan çıktıkları zaman gördükleri muameleye şaşar, kalırlar. Alimallah!
Devamı ...