Türk Futbolunun Alkibiades’i Emre mi?
Antik Yunan’ın bu zamana taşıdığı isimlerden biri Alkibiades. Sokrates’in arkadaşı Atinalı bir general, politikacı, hatip, demokrat ve vatan haini. Spartalı bir asker ve danışman. Atina’nın çökmesine sebep olan usta bir savaş dehası. Perslilere karşı elde edilen Sparta zaferinin ve sonra da Perslilerin zaferlerinin arkasındaki adam. Bir kere daha Atinalı bir general. Seri zaferleriyle Sparta’nın barış istemesine neden olan bir politikacı. Şehirleri savaşla değil iknayla teslim alan bir hatip ve nihayetinde de suikast ile öldürülen bir efsane. Bu topraklarda modern zamanların Peleponnes Savaşları futbol sahalarında hüküm sürüyorsa, Atina Galatasaray ve Sparta Fenerbahçe’dir. Görülüyor ki, Emre de Alkibiades ilan edilme yolunda. Bense yalnızca bir hatırlatmanın peşindeyim.
Alkibiades’in Dramı
Bütün hikaye esasında bir film gibi. Atina’da doğdu ve Atinalılar arasında çok genç yaşlarda dahi önemli görevlere atandı. Başarıları doğal yeteneklerinin tabii sonuçlarından başka bir şey değildi. O taraftarlarının hayranlığını hitabeti, halkın sevgisini zaferleri ve iktidarı hırslı vizyonu ile almıştı. Peleponnes Savaşlarında Atina Sparta karşısında çıkmaza girdiğinde, Alkibiades kimsenin hayal dahi edemeyeceği bir şeyi önerdi: “Sicilya’yı işgal etmek.” Oranın sonsuz kaynaklarını Atina’nın yeni ve büyüyen imparatorluğu için kullanma fikrindeydi. “Atina ancak yeni bir imparatorluk olursa ve karada yenilmez Spartalıları denizden kuşatırsa tam ve kesin bir zafer gelebilir” mealindeki düşüncesi, o zamana kadar görülmemiş boyutlarda bir hazırlık başlattı. Atina bütün parasını bu hayal için harcıyordu ve yönetimini tümüyle Alkibiades'e bırakmışlardı. Savaşın sonucunda Atina’nın yaşadığı felaketi bilenler suçlunun Alkibiades olacağını zannedebilirler, ancak bunun sebebi Alkibiades’in seferi başlatması değildi. Alkibiades’in sefere komuta edememesiydi.
Daha sefer başlamadan, kendi yurttaşları onu Tanrılara hakaret ettiği gerekçesiyle ölüm cezasına çarptırdılar ve Alkibiades ülkesinden kaçmak zorunda kaldı. Söylenebilir ki, Alkibiades’in dramı, yüksek vizyonu ve hayallerini gerçekleştirebilme yeteneğinin kıtlığında değildir, tam tersine yüksek vizyon ve hayallerini gerçekleştirme konusundaki olağanüstü yeteneği, doğal hırsı ve kimilerinin ahlaksızlık olarak kabul ettiği tutumu onun düşmanlarının da bu derece radikal hareket etmesine yol açmıştır. O kıskançlık, haset ve kinle yoğrulan düşmanlığın odağında olduğu kadar, kendi hırsı, sınır tanımazlığı ile de düşman yaratan bir makineydi. Sparta’ya kaçıp Spartalılara askeri danışmanlık yaparak Atina’nın seferini yok ettiği zaman, bu sefer Spartalıların düşmanlığına hedef olmuştu. Hiçbir yerde barınamadı veya hiçbir şehir onun yeteneklerinden yararlanabilecek kadar büyük olamadı.
Emre Galatasaray’ın ortasında geleceğin Hagi’si olarak sıyrıldı. Çok gençti, çok popülerdi ve yalnız Türk Futbolunun değil Avrupa Futbolunun da gelecekteki en büyük yıldızlarından biri olarak kabul ediliyordu. Futbol aleminin bireysel kurumu Pele’nin yaşayan en iyi 250 futbolcusu listesine girdiği zaman buna itiraz edecek kimse bulunamazdı. Henüz 20 yaşındayken UEFA kupasını kazanan takımdaydı. 22 yaşında Dünya Kupası üçüncülüğü geldi. Bütün bu başarılarından sonra yetiştiği klubü bıraktı. “Sağlık için futbol oynamıyordu” Inter’e gitti. Galatasaray taraftarını ilk kırışı olmayacaktı.
Emre’nin de yetenekleri Alkibiades gibi tartışılmaz. Ancak metafora müsaade eden şey yalnızca yetenekler değil, agresif ve hırslı mizacıdır. O başarıları kazanırken aynı zamanda hep hedef tahtasının ortasında kaldı. O halde bu mizacın altını çizerek benzerliği diğer alanlarda da devam ettirebiliriz. Yetenekleri tartışılmaz, hırsı ona düşmanlar kazandıran bir Alkibiades saf değiştiriyor. Türk Futbolu Peleponnes Savaşları ise o Atina’dan Sparta’ya geçiyor.
Faydacı bir Analiz
Spartalılar Alkibiades’e kucak açtıklarında bunun sebebi Alkibiades’e bayılmaları değildi, bildikleri yalın bir gerçekti, eğer biri Atina’nın Sicilya seferini durdurabilecekse bu onun yaratacısından başka kimse değildir. Alkibiades özel yetenekleri, askeri dehası, savaş konusundaki çağdaşlarının ötesindeki kavrayışı ile Sparta’ya onların sahip olmadığı bir şeyi, “Sparta dışı bir bakış açısını” sunuyordu. Ancak Spartalılar arasında büyük tartışmalar çıktı. “O bir Atinalıydı. Sparta’nın düşmanıydı ve Sparta’ya zarar vermişti. Şimdi Sparta bu adama mı kucak açacaktı?”
Yine de tartışmalar dindi. Sparta bir demokrasi değildir. Orada kararlar halk oyuyla, çoğunluk kararıyla verilmez. Spartalılar önlerine gelen bu durumu ustalıkla çözdüler, Alkibiades’i değerlendirdiler. Büyük amaçlarına ulaşmak için ondan istifade ettiler.
Emre de Fenerbahçe’ye geleceği zaman bu açıdan incelenmeyi hak etmektedir. Özel ve özgün yetenekleri vardır, orta saha da Fenerbahçe’nin çok ihtiyacı olan bir mevkide çok ihtiyacı olan bir oyun tarzına sahiptir. Oyunun iki yönünde varlığını sürdürür. Ofansif futbola olduğu kadar defansif futbola da yatkındır. Agresif oyun tarzı ve hırsı maç içerisinde mücadeleyi bırakmasına engel olur ve bu yönüyle takım arkadaşlarını da etkileyerek takımın maçı bırakmasını engeller. Ayaklarına hakimdir, dış şut çekebilir ve hızlı / kolay adam geçebilir. Rakip defanslar için bu tipte bir oyuncu problemdir, rakip takım top çıkartırken de bu sefer onunla uğraşmak zorunda kalacaklardır. Futbol bir de rakiple oynanan bir oyun olduğuna göre Emre’nin varlığı onun da birileri tarafından tutulmasını zorunlu kılacak bu da Alex’in bu sene çok karşılaştığı ikili savunma blokajını aşmasına veya yükünün hafiflemesine olanak tanıyacaktır. Bütün bu avantajlarının yanı sıra Emre Türk vatandaşıdır ve aynı mevkide, aynı özelliklere sahip bir yabancı oyuncunun sunmadığı bir avantaj sunar, başka bir mevkiye yetenekli bir yabancı oyuncu alma imkanı.
Fenerbahçe gelecek sene 3 kulvarda birden mücadele edecek. Önem sırasına göre Şampiyonlar Ligi, Türkiye Ligi ve Türkiye Kupası’nda başarı hedefleniyorsa bu dar bir kadronun kaldıramayacağı kadar büyük bir maratondur. Geniş bir kadronun avantajı ise özellikle Şampiyonlar Ligi ve Türkiye Ligi maçları arasındaki kısa süre dikkate alındığında kendini gösterir. Bu sene takımın motivasyon, konsantrasyon ve fiziki kondisyon sıkıntısı çekmesinin sebeplerinden biri de as takımda oynayan futbolcuların ikamesinin mümkün olmamasıydı. Halbuki Emre ve eğer haberler doğruysa Nihat, Fatih ve saire diye giden Türk oyuncular sağlıklı bir rotasyonu mümkün kılarak takım performansının düşmesini engelleyebilirler.
Emre’nin sorunu, daha önce de belirtmiştim, istikrar ve sıhhat. Eğer sakatlıklarından kurtulup istikrarlı bir oyun sergileyebilirse, futbolcu kalitesinin tartışılacak bir tarafı gözükmüyor. O halde temel sorun ne?
Bir Duygu Olayı
Spartalılar Alkibiades’ten neden nefret ediyorlarsa bugün metaforun Sparta’sı olan Fenerbahçeliler de Emre’den hemen hemen benzer sebeplerle nefret ediyorlar. O diğerlerine mensup, o “biz”e zarar verdi ve o “ahlaksız”. Şimdi PVH’nin sorusu çok anlamlı, “Neden Kabullenelim?” noktasında denecek bir şey yok. Kabullenmek istemeyen, bunun için de temelde duygusal sebepleri olan birine bir şeyi kabul ettirmek mümkün ve doğru değildir. İkincisi bu tutum yalnızca bir duygusallıktan kaynaklanmıyor, ortada bir ilke de var. “Böyle futbolcular istemiyoruz.”
Böyle futbolculardan kasıt futbol jargonuyla “çirkef” futbolcular. Emre Galatasaray döneminde yaptıkları ile bizim taraftarın nefretini kazanmıştı. Agresif ve çirkef bir oyun tarzı vardı. Sinirini kontrol edemiyor, “sportmenliğe ve centilmenliğe yakışmayacak” hareketler sergiliyordu. 21 yaşındaydı. Ancak İsviçre maçında futbolcu kovalaması, Milli Takım formasıyla basın tribününe el kol hareketi yapması bu özelliklerini devam ettirdiğini gösteriyordu. (Irkçılık suçlamalarını bilerek saymadım, kendisi suçsuz bulundu. (bkz: Emre racism allegations 'not proven' – FA))
Bütün bunlardan dolayı Emre’yi yargılayabiliriz ancak o zaman Alkibiades’e yapılan bir şeyi tekrarlamış oluruz, büyük sistemin sonuçlarını yargılayarak sistemin kendisini atlamak. Alkibiades gökyüzünden yeryüzüne ışınlanmadı, o bir Atinalıydı, Atina eğitiminden geçti, Atina’da general oldu ve Atina’lı gibi yaşadı. İnançları Atina inancıydı. Karakterine bunlar yön veriyordu.
Emre gökten zembille inmedi. Türk futbolu içerisinde büyüdü. Soru şudur, nasıl oluyorda Bülent Korkmaz, Arif, Emre, Sabri, Arda, Ayhan tipinde futbolcular hep aynı klüpten çıkıyorlar? Neden biz Beşiktaşlı bir Sabri göremiyoruz? Neden Trabzonspor’da Fatih Tekke – Gökdeniz mafiosa ikilisi hariç böyle futbolcular çok nadir? Neden bu tipte futbolcular yoğun miktarda bizim Atina’mızda –Galatasaray’da- yetişiyorlar. Oranın Agogesinin tedrisatını alan insanlar böyleyse acaba sorun tedrisatta mı?
Emre Fatih Terim ekolü ile yetişti. Fatih Terim’in futbolcularına aşırı bir motivasyon yüklemesi yaptığı, oyuncularıyla arasında parental (baba-çocuk) ilişkisi geliştirdiği biliniyor. Fatih’in tokat dahi atabilecek kadar Türk baba figürüyle özdeş, sever de döver de eğitim tarzı gene bu baba-oğul duelinde eğitimin ne kadar derinlere işleyebileceğini de göstermekte. Peki Fatih Terim nasıl bir eğitim tarzına sahip? Bildiğimiz kadarıyla Terim’in takımları agresif, saldırgan bir oyun tarzı ile oynuyorlar. Terim de bu tipteki oyuncuları seviyor. O zaman en başta, kendi elinde yetişen futbolculara bu neviden bir yükleme yapmayacağını iddia edebilir miyiz? Terim bu yükleme ile futbolcuları eğitip, onların agresyonlarını manipüle ederek çirkeflik noktasına kadar arttırırken, bu eğitim Terim'in gidişiyle beraber yok mu olacaktır? Bence bu eğitim o futbolculara işleyecek ve onların futbola bakışlarını belirleyecektir. Terim gittikten sonra da oyuna bakışları, futbol zihinleri bu şekilde olacaktır. Formasyonları budur. Hele ki Terim’in elinde 18’inde yetişmeye başlayan bir çocuğun bu formasyondan kurtulması, üniversiteye giden bir insanın orada aldığı 4 senelik formasyona bağışık kalması kadar nadir bir ihtimal. Emre’yse bir istisna değil.
“Peki biz ahlaki sebeplerle bundan zarar da gördüğümüz, esasında kendi suçları da olmayabilecek ancak geçtikleri tedrisat sebebiyle bu hale gelmiş futbolcuları kabul etmek zorunda mıyız?” Emre Galatasaray’dan ayrıldığında 21 yaşındaydı. Inter’de bu neviden bir hareketine rastgelmedik. Takip imkanımızın kısıtlılığından olabilir. Newcastle United’da beraat ettiği ırkçılık suçlamaları dışında bir olayı da yoktu. Milli takımda yaşanan olaylarda ise tesadüf ki teknik direktörü Fatih Terim’di. İsviçre maçında bütün futbol kariyerinde aldığı kırmızı kart sayısı bir elin parmaklarını geçmeyecek Şifo Mehmet’i bir futbolcunun arkasından koşturup bileğine tekme attıracak kadar gözü dönmüş bir hale getirebilen bir ortamda, Emre’nin “Baba” figüründen etkilenmeyeceği düşünülemez.
Dolayısıyla Emre yaptıklarını bu şartlar içerisinde yapmıştır ve 28 yaşındaki herhangi bir insan gibi hala değişme potansiyelini / şansını önünde tutmaktadır. Fenerbahçe onun agresyonundan istifade edebilir ancak örneklerde gözüktüğü gibi gözünün dönmesine de müsaade etmeyebilir. Zira Atina ile Sparta’nın farklı değerler üstüne oturan şehirler olması gibi Galatasaray ile Fenerbahçe de farklıdır. Hayata bakışları ile farklıdır, başarı algılayışları ile farklıdır ve en önemlisi taraftar ile farklıdır. Fenerbahçe’de Galatasaray’da uygulanan popülerleşme yöntemlerinden başka usuller geçerlidir.
Hala daha “duyguya” dair bir cevap verebilmiş değiliz, ancak anlama noktasında adım atmışızdır. Emre, geçmişinin gölgesini her insan gibi taşıyabilir ancak bununla da geleceğe dair bir potansiyel suçluluk hissetmemelidir. Yaptıkları sebebiyle eleştirilmiş, küfür yemiş nihayetinde nefret kazanmıştır. Ancak bunun geleceğe yansıması için bir sebep yok. Çünkü bence intikam ve kin hisleri de çirkeflik kadar ağır ve “kötü” hislerdir. Bir insanı çirkeflik sebebiyle suçlayabileceğimiz gibi kindarlık sebebiyle de suçlayabiliriz. Bir insanı sahada hareket çektiği için hakir görebileceğimiz gibi, nefret duyduğu için de hakir görebiliriz. Bu elbette Buddha’ya özgü bir bağışlayıcılıkla davranmamızı gerektirmiyor, sadece temkinli bir uzaklıktan onu kazanmanın ve onun getireceklerinden istifade etmenin yollarını bulabiliriz.
Septik Bir Bakış Tarzı ve Onun Getirileri
Futbol forumlarında / bloglarında şunları okuyoruz “Peki Fatih Terim’de mi gelecek, o halde Sabri’de mi gelecek, Adnan Polat’ı da transfer edelim mi yani?” Bu biraz abartı ama soruya keskin bir şekilde neden olmasın diye cevap verilebilir. Bu bir iştir, bu insanlar çalışanlardır, eğer çalışanlarla koşullarınız uyuyorsa ve işyerine bir faydaları varsa bu kimselerden kurumun istifade etmesi normaldir. Bizim toplumda aidiyet duygusu güçlü olduğu için iş değiştiren insanlara, örneğin Ali Kırca Show Tv’ye geçtiğinde, hoş bakılmadığını biliyoruz. Herkesde bir satılmışlık duygusu oluyor. Ancak işini en başta para karşılığı yapan, emeği karşılığında ücret alarak sadakatle kurumuna bağlı olarak çalışan bir insanın daha iyi yaşam olanakları karşılığında iş değiştirme hakkı vardır ve bulunmalıdır. Bu yalnız iş değiştirerek kendi yaşam olanaklarını geliştiren için değil, toplum için de çok faydalıdır. Zira toplumu oluşturan bireyler de aynı bu hakkı kullanarak daha iyi işte çalışmayı talep etme, daha iyi olanaklar isteme, nihayetinde de işyerlerinin üstünde kurabilecekleri şimdikinden de yüksek tahakkümlere maruz kalmama olanağına sahip olurlar. Emre, yalnızca futbolcu olduğu için ve bol sıfırlı sözleşmelerin altında imzası bulunduğundan bu haktan mahrum olmamalıdır, hiçbir futbolcu da bu hakkı yalnızca futbolcu olmakla kaybetmezler. Dikkat edilmesi gereken nokta, verilen ücret karşılığı kurumun alacağı fayda olmalıdır. Eleştiri, ahlaken, ancak bu noktadan gelebilir. Zira aksi halde eleştiri bir bireyin haklarını kısıtlamakla ahlak dışı olacaktır. Buna kimsenin hakkı yok.
Şimdi septik bir bakış tarzıyla bundan kuşkuya düşelim ve Emre’nin bu yaptığının onu kabullenmemiz için bir gerekçe yaratmadığını kabul edelim. Bu tipte bir davranış somut durumda Emre’nin Fenerbahçe tribünleri tarafından kabul edilmek için daha istekli oynaması sonucunu doğurabilir. Bu halde Emre, tribünlerden saygı duymak için daha istekli / canlı oynayacak ve takıma fayda sağlayacaktır. Ancak bu tip bir septiklik aşırıya kaçtığı zaman Emre gibi tribün psikolojisinden etkilenen futbolcuların performansları da düşer. Tümer, bu desteği bir biçimde arkasında gördüğü için oynayabildi, aynı durum Emre için de geçerlidir. Ondan somut durumda fayda almak ile almamak arasındaki çizgide tribün etkilidir. PVH tarzında sağlıklı bir septik yaklaşım onu kazanabilecekken, “Kutsal forma, asil çim, ulu stad” üçgenindeki bakış açısı mutlak olarak onu “yok ettiği”, “istemediği” için kaybedecektir. O halde kayba yönelik bakış açısının sorunu yalnız aşırı kindar olması değildir, aynı zamanda zarar verici de olmasıdır. Kaybedilmiş kar da bu evrende zarardır.
İmparatorluklar Yalnız Zaferle Değil Merhametle de Kurulur
Cengiz Han’ın İmparatorluğu eşi benzeri görülmedik bir alanı kaplıyordu ancak kendisi öldükten sonra arkasında hiçbir şey bırakmadı. Bugün o imparatorluk sınırında dolaştığınızda Moğol İmparatorluğu’na dair bir yapı, bir eser bulmak neredeyse imkansızdır. Zira, Cengiz Han nasıl zafer kazanacağını çok iyi bilen bir liderdir ancak halkları nasıl kazanacağı konusunda neredeyse hiç bir fikri yoktur. Tamamen yok ettiğiniz bir halk hiçbir şey üretemez. Dümdüz ettiğiniz şehirler siz ölene kadar korkularıyla bağlı kalabilirler, öldükten sonra korkacak bir şeyleri kalmamıştır.
Roma, Britanya hatta Osmanlı nevinden İmparatorluklar ise iki alanda da başarılıdır. Zaferi kazandıkları gibi halkları da kazanırlar. Onları Romalı veya Britanyalı yaparlar. Onları sistemlerine dahil ederler. Dolayısıyla imparatorluk vizyonunun temel şartı zaferse, diğer şartı da zaferin insanların yüreklerinde yer etmesidir. Amerikan politikacıları buna Hearts and Minds Policy derler ve yüreklerle akılları da kazanmaya odaklanırlar.
Fenerbahçe’nin bugün koyduğu başarı vizyonu bir imparatorluk vizyonuna koşut. Fenerbahçe Şampiyonlar Ligi Şampiyonu olmak istiyor. Bu Avrupa’daki en büyüklerden yüksek veya onlara denk ekonomik kapasite demektir. Bu yüksek bir prestije sahip olmak demektir. Bu oyuncu potası olarak geniş ve kaliteli bir kadroya sahip olmak bunu da devam ettirmek anlamına gelir. Eğer bunlar yoksa, Fenerbahçe sekizlerle rekabet edemez. Bu çağda değil, futbolun aldığı bu halde değil, Avrupa’nın bu kadar ucundan gelip tam ortasına yerleşmek onun gerektirdiği endüstri / finans ve insan kaynaklarına sahip olmadan mümkün değildir. Her açıdan rekabet etmemiz gerekiyor, yıldızların Fenerbahçe’yi cazip görmesi için, genç yeteneklerin Fenerbahçe’de olmak istemesi için, daha çok forma satmak, daha iyi finansal kapasitelere erişmek için. Bunlarsa gerektirdikleri bakış açısından muaf bir şekilde olamaz. İtalya veya İspanya Ligi sekizincisinin bile daha çok TV gelirine sahip olduğu bu çağda kaçan bir şampiyonluğun ekonomik değeri hedefe ulaşmayı geciktirir ve maliyeti arttırır. Fenerbahçe, hedefi buysa, başarıya mahkum bir kurumdur.
Bu başarı için futbolcu seçimleri getirecekleri faydalar üstünden yapılmalı. Böyle bir kurum futbolcularını kendine uyduracaktır, onların ahlakını kendi ahlakıyla değiştirecektir. Onları da kurumsal kültürüne katacaktır. Emre Galatasaraylı Emre olamaz, Fenerbahçe forması giydikten sonra artık yalnızca bir forma giymiş değildir, o kurumun kültürünü de giymek durumundadır.
O halde kabul etmemiz için bir gerekçe daha duruyor. Emre’nin yapabilecekleri önümüzde bir şans olarak gözükmekte ve Fenerbahçe’nin herkesin üstündeki kurumsal amaçları, bizim de bu amaçları istediğimiz düşünülürse, bize farklı bir hareket tarzı aksettirmiyor. Belki yalnızca 400 – 500 kişi diğer tarz hareketi benimsese de, diğer tarafın neden aksi yönde davrandığı da açıklanabilir oluyor. Ben Emre’nin fayda getirebileceğine inanıyorum, ben geçmişten gelen bir nefret ve kin ile geleceği çizmenin doğru olmadığına inanıyorum, ben çirkef futbolcuları Fenerbahçe’ye yakıştırmadığım kadar, bu bakış açısına uymayan bir hissiyatla insanları dışarıda tutmanın da doğru olmadığı kanısındayım. Bence Fenerbahçe yeni vizyonunun gerektirdiği kurumsal yapısıyla bu futbolcuları dönüştürebilecek güce de sahiptir ve eğer böyle değilse o zaman o vizyonu koyma hakkı da yoktur.
Nihayeten, ben Emre’ye bir şans verebilmemiz gerektiğini düşünüyorum. Galatasaraylı Emre’yi gördük ve hayatının o bölümü kapandı, şimdi Fenerbahçeli Emre’nin önünde günler duruyor ve kendisini ispatlamak için her türlü şansa sahip. “Hep destek tam destek” , “İstikrar” ve diğer neviden sloganlarla ifade olunan ruh büyük bir düş olan en büyük başarı, Avrupanın en büyüğü olan klubü yaratmaksa, yerel taleplerimizin de dışına çıkabilmeliyiz. Bazen bunun birinci koşulu “merhamet”tir ve imparatorluklar da kan bekledikleri kadar şefkat isterler. Bu olmadığı zaman okuduğumuz Alkibiades’in dramasıysa Atina’nın sahip olmadığı lükse sahip olan bugünkü bizler için belki başka türlü bir davranış mümkün demektir.
5 Haziran 2008 08:20
Sizin anlattığınız Alkibiades ile Emre arasında küçük bir fark var. Alkibiades şehri tarafından istenmez, yoluna taş koyulurken Emre şehrine ihanet edip gitti. İlla size para mı kazandıracaktı değil, o sezon Galatasaray'ın üstüste 5. şampiyonluğuna mal olması, takımı ve taraftarları arkadan vurmasıdır kızılan.
Ayrıca Spartalıların yaptıkları da bir Atinalı olarak bana ters geldi. Ben savaşı kazanmak için düşmanla iş birliği yapmaktansa şerefimle ölmeyi tercih ederdim. Bu tabi bizim yönetimin .. varmış gibi Okan'ı getirmesiyle yalan oldu ya, neyse...
Sorun yine dönüp dolaşıp başarı için her yol mübah mıdır konusuna geliyor. Bu Aziz Yıldırım'ın size yaptığı en büyük kötülüktür bence. Taraftar olarak siz de profesyonel düşünmeye başladınız.
Fayda kısmına gelirsek yine katılmıyacağım haliyle. 7 yıldır bir olayı olmayan bir adamı aldınız. Yeteneğine kimse bir şey demiyor da kariyeri önümüzde duruyor işte. Bütün bunların üzerinde huzursuzluk çıkarma potansiyeli bu kadar yüksek bir adamı, bu kadar yüksek bir ücretle takıma getirmek büyük bir risktir. Emre kendini kabul ettirmek için şahane işler yapabilir, ama çok kolay bir şekilde büyük zararlar da verebilir.
Her neyse yazıdan büyük yorum yapmayayım. Yanlızca şu var, umarım Emre'nin sonu Alkibiades'e benzemez, yanlış hatırlamıyorsam geri dönüyordu Atina'ya.
Bir de o Spartalılar ne kadar çirkinlerdi filmde :)
5 Haziran 2008 11:44
Zaten yazının yazarıyla benim yazdığım yazı ardından bu meseleyi müzakere etmiştik. Siyam ikizleri olarak doğmadığımız için de aynı konuda geliştirdiğimiz farklı yargılar ve anlama biçimleri var. Aslında bu iki yazı farklı görüşleri savunsalar da olaya farklı açıdan bakmaktalar ve ikisi de kendi içinde tutarlı (kendi yazımı bu anlamda değerlendiremem belki ama tutarlı olduğunu düşünmesem yazmazdım zaten). Olaya farklı açılardan bakıyoruz yalnız. aethewulf'un ortaya koyduğu fikrin temelinde Emre'nin onu eleştirdiğimiz şeyleri yapmaya iten sistemin dışında olacağı ve bu haliyle de ona bir şans vermemiz gerektiği yatıyor. Bu açıdan haklı, gerçekten verilecek şansı değerlendirir mi onu zamanla göreceğiz. Öte yandan transferin teknik açıdan getireceği avantajlar var ki Emre'nin T.C. vatandaşı olması en büyüğü. Zaten bunlar fizik kuralları kadar gerçek olduğu için muhalefet edemeyiz. Benim yazıda takıldığım tek bir nokta var, o da şu:
"Futbol forumlarında / bloglarında şunları okuyoruz “Peki Fatih Terim’de mi gelecek, o halde Sabri’de mi gelecek, Adnan Polat’ı da transfer edelim mi yani?” Bu biraz abartı ama soruya keskin bir şekilde neden olmasın diye cevap verilebilir. Bu bir iştir, bu insanlar çalışanlardır, eğer çalışanlarla koşullarınız uyuyorsa ve işyerine bir faydaları varsa bu kimselerden kurumun istifade etmesi normaldir."
Sabri'yi geçiyorum ama Fatih Terim ve Adnan Polat yukarıda ifade ettiğimiz sistemin aktörleri değil bizzat yönetmenleri. Yani aslında o sistemin havasından suyundan etkilenen insanlar değiller, o havayı ve suyu Emre gibi futbolculara sunan insanlar. Bu sistemden kurtulan bir oyuncu artık bizim kültürümüzün parçası olacak ve bu onun için bir şans, bunu kullanmalı derken bu sisteme tamamen aykırı bir yapımız olduğunu söylüyoruz. Şimdi o ortamı yaratan insanları her ne kadar kulüpleri ile aralarında işçi-işveren ilişkisi olsa da kabullenmek bu tespitimizle çelişiyor. Neden olmasın, işte bu yüzden olmasın. Zaten Emre konusunda da aslında temel ayrılık noktası bu. Emre bu ekolde harap olmuş bir aktör müydü, yoksa bu ekolü yaratan, büyüten bir futbolcu muydu? aethewulf daha çok birincisine, ben daha çok ikincisine inanıyorum. Bu noktada ayrılan insanlar sadece ikimiz değiliz
1. fikri temsil eden yazısıyla Hasan Ali Atasoy http://getir.net/qxw
2. fikri temsil eden yazısıyla Ebru Köksaldı http://getir.net/qxx
var örneğin.