31 Mayıs 2009

Trabzonspor 1 - Fenerbahçe 2
TSL 20/05/2009


fenerbahçe trabzonspor

NTVSPOR ve Ajanslar
Trabzonspor son hafta karşılaşmasında Fenerbahçe’ye 2-1 yenilerek, Sivasspor’un puan kaybettiği son haftada Şampiyonlar Ligi’ne katılma şansını tepti.

Trabzonspor kendi saha ve seyircisi önünde Fenerbahçe'ye 2-1 yenilerek Şampiyonlar Ligi fırsatını kaçırmış oldu.

Ev sahibi Trabzonspor’da sakatlığı devam eden Yattara forma giymedi.

Fenerbahçe’de ise sakatlıkları süren Edu, Lugano kadroda yer almadı.

rabzonspor maça hızlı başladı ve ilk dakikalarda Alanzinho ve Gökhan Ünal ile bulduğu pozisyonlardan yararlanamadı.

10. dakikada ev sahibi takım aradığı golü Ümut Bulut ile buldu ve 1-0 öne geçti.

Golü yedikten sonra Fenerbahçe oyunda dengeyi kurdu ve beraberlik golü için Trabzonspor kalesine gitmeye başladı.

İlk yarının böyle bitmesi beklenirken Fenerbahçe Alex’in attığı golle skora dengeyi getirdi ve devre 1-1 sona erdi.

İkinci yarıda ev sahibi Trabzonspor Fenerbahçe’ye oranla daha çok pozisyon bulmasına rağmen golcü oyuncular Umut Bulut, Gökhan Ünal ve Alanzinho bu pozisyonlardan yararlanamadı.

Maç bu skorla biteceği düşünülerken uzatma dakikalarında Güiza sahneye çıktı ve takımını 2-1'lik galibiyeti getiren golü attı.

Kalan dakikalarda başka gol olmayınca maç 2-1 Fenerbahçe'nin üstünlüğü ile sona erdi.

Bu sonuçla Trabzonspor ligi 65 puanla 3. sırada tamamlayarak Avrupa Ligi'ne gitme hakkı kazanırken, Fenerbahçe de 61 puanla 4. sırada tamamlayarak Avrupa Ligi’ne giden bir başka takım oldu.

TRABZONSPOR: 1 - FENERBAHÇE: 2
Stat: Hüseyin Avni Aker
Hakemler: Bülent Yıldırım, Adil Sinem, Nihat Mızrak
Trabzonspor: Sylva, Tayfun Cora, Giray (Dk. 89 Isaac), Egemen, Cale, Colman, Hüseyin, Selçuk İnan (Dk. 79 Ceyhun Gülselam), Alanzinho, Umut Bulut, Gökhan Ünal (Dk. 83 Barış Memiş)
Fenerbahçe: Volkan Demirel, Ali Bilgin, Yasin Çakmak, Gökhan Gönül, Roberto Carlos (Dk. 86 Deniz Barış), Deivid, Selçuk, Emre, Uğur Boral (Dk. 63 Kazım), Alex (Dk. 73 Semih), Guiza
Goller: Dk. 10 Umut Bulut (Trabzonspor), Dk. 45 Alex ve Dk. 90+4 Güiza (Fenerbahçe)
Sarı Kartlar: Dk. 33 Alanzinho, Dk. 67 Giray, Dk. 88 Hüseyin (Trabzonspor), Dk. 37 Selçuk Şahin, Dk. 43 Ali Bilgin (Fenerbahçe)


Devamı ...

29 Mayıs 2009

Finale Bir Adım Kala


Ankara’daki ikinci maçı da kazanıp yolun üçte ikisini geçtik. Pazar günü İstanbul’da da kazanıp seriyi bitirip Efes’i beklemeye başlayacağız büyük ihtimalle. Dün Telekom’un maçın başında biraz daha hırslı falan olacağını düşünüyordum ama ilk yarı gayet sıradan bir lig maçıymış havasında oynadılar.

Maçın başından itibaren oyunun kontrolü bizdeydi bazen müthiş hücumlar yaptık 7-8 pasla bomboş oyuncudan bulduğumuz üçlükler, uzundan uzuna pas yaparak bulduğumuz sayılar takımın hücum akışkanlığının artık çok iyi noktaya geldiğini gösteriyor. Tanjeviç’in en çok eleştiri aldığı yerlerden bir tanesi hücumda hareketsizlikti milli takımda özellikle. Dün ilk yarıdaki hücum setlerinde oyuncuların sürekli olarak hareket etmesi şiir gibi hücumları beraberinde getirdi. El Amin ve Bajramoviç de gününde olmayınca rahat bir ilk yarı götürdük.

İkinci yarılara klasik olarak kötü başlıyoruz üçüncü periyot sendromu neredeyse iki senedir süren bir hastalık . Tanjeviç’in üçüncü çeyrekte 14 sayılardan maçın başa baş hale gelmesini izlemesi ve mola almaması anlaşılır bir şey değil. Nba’de de bazı koçlar bu tür anlarda takımın kendi kendini toparlayabilmesi, karakter göstermesi için mola almama yoluna gidiyorlar ama burası play-off ve burada bunu riske edemezsiniz.Mola da kendi takımına hiçbir şey söylemese bile rakip takımın ritminin bozulmasını sağlama açısından mola alınması gerekirdi.Üçüncü periyotta özellikle Ömer Aşık’ın savunmada gereken sertliği gösterememesi dikkat çekici. Hücum ribauntları ve basket faulleriyle Ömer takıma katkı yaptı ama savunma direnci sakatlık öncesi haliye karşılaştırırsak kesinlikle çok geride. Dünkü maçta çok rahat blok yapabileceği durumlarda bile geri adım attı. Sakatlığın verdiği psikolojik çekinme duygusundan bir an önce kurtulması gerek. Dün maçın 14 sayılardan geri gelmesinin bir nedeni de aslında Serkan’a yapamadığımız savunma. Bu durumlarda takım Ömer Onan’ı çok arıyor. Green’e karşı çok uzun, Preldziç’e karşı çok hızlı kaldığı için Serkan bu miss-match leri iyi kullandı. O anlarda Serkan’ı Devin Smtih’e ya da Solomon’a vermek daha doğru olurdu. Son periyot winner oyuncu avantajıyla maçı çevirmeyi bildik Mirsad’ın attığı iki ekstra üçlükle kopardık maçı.İlk maça göre maçın sonunu daha akıllı oynadık. Penetre etmeyi unuttuğumuz anlarda hücumda krize giriyoruz. Green ‘in penetre yeteneği sınırlı Solomon’un olmadığı dönemde eğer oyunda Emir de yoksa içeriye drive edebilen oyuncumuz kalmıyor,rotasyonda Emir ile Solomon’un aynı anda kenarda olmaması bu açıdan çok önemli. Telekom maçlarını izlerken maçın sonucundan ziyade Efes’e karşı ne yapacağımızı kestirmeye çalışarak da izliyorum. Özellikle uzunlarımız kesinlikle daha agresif olmalı. Pazar günü İstanbul’da maça iyi başlayıp bir an önce 15 lere çıkartırsak farkı ,Telekom maçı bırakacaktır. Farklı bir skorla kazanacağımızı düşünüyorum üçüncü maçı da.

P.S : Maçlar bilindiği gibi Spormax’ten veriliyor. Bu Spormax’ de kanalda program da yapan ve maç sonu röpörtajlarda bulunan alımlı bir kızımız var Merve Toy. Kendisi basketboldan bihaber olduğu için maç sonlarında son derece saçma ve ezberlenmiş sorular soruyor. 9 gündür maç oynamayan ve yeterince maç oynamadığı için tedirgin olan Efes Pilsen’li oyunculara Galatasaray maçından sonra “yorgunluk sizi etkiliyor mu” diye bir soru sorabilmesi hakikaten takdire şayan. Kendisi iki basketbol maçı arasındaki sürenin 20 gün olması gerektiğini düşünüyor herhalde. Spor kanallarının güzel kadın istihdam edeceğiz diye spordan zerre kadar anlamayan merak etmeyen kişilere program yaptırmalarını da bu vesileyle kınayalım.
Devamı ...

28 Mayıs 2009

Basketbol yarı final serisi 2. maç


2. mac


Bugünkü maçtan sonra bir kez daha anlaşıldı; bu takımda 3. periyot sendromu ciddi bir hastalık haline geldi. Soyunma odasında ne oluyor bu oyuncuların başına neler geliyor da 3. periyot başlamasına rağmen oyuncular hala kafa olarak oyunda değiller. Bir garip donma hali yaşanıyor, şuursuzca sahada dolaşıyorlar.

Çok kıymetli bir fark yaratılmış. 13 sayı, bu kadar zor sayı bulunan bir maçta azımsanmayacak bir farkdır. Bu fark kapanabilir elbet ama rakip öyle tempoyu arttırmış attığını sokuyor falan da değil, fark öyle 1-2 dakika içerisinde kapanmıyor. Bağıra bağıra gidiyor maç.
Tanjeviç mental anlamda uyuşmuş halde seyrediyor olan biteni, sahadakiler kadar hararetle hareket ediyor kenarda ama dağılan, ne yaptığını bilmeden her hücumda süre sona erene dek şuursuzca süreyi tüketip sonra da panikleyip ya saçma sapan şutlar atan ya da topu rakibe veren takıma müdahele etme adına hiç bir hamle yapamıyor, bir fikir üretemiyor sahadakiler gibi o da insiyatifsiz, bilinçsiz.
Eğer basketbola 3. periyotta mola alınmaz diye bir kural gelmediyse Tanjeviç'in bu müdahalesizliğini 3. periyotlarda takımın basiretini bağlayan bir kara büyüden başka bir açıklama gelmiyor aklıma. Ömrümün yarısına gelmişken batıla, doğa üstü güçlere inandıracak beni bu takım.
Takım dağılmış, moral olarak da çökmüş, kimse ne yapacağını bilmiyor, gözler kenara kayıyor ve Tanjeviç elden kayıp giden maça hiç bir müdahalede bulunmuyor. Maçı kaybettiren adam olamadıysa da, seriye heyecan getiren adam oldu.
Sadece mola almamakla kalsa yine iyi. Sakatlar sebebiyle daralan kısa rotasyonu sebebiyle çok erken yorulan Mrsiç ardından ona karşı uzun kalıp koridora dönen Preldziç Serkan'ı maçı çeviren adam haline getiriyorlar Ömer Onan sahada yokken eli ısınmış Serkan'ı bir tek Solomon durdurabilir gibi görünüyor ama Tanjeviç 3. periyotta mola lınmaz kuralının yanına bir de 3. periyotta oyuncu değiştirilmez kuralını eklemiş bekliyor. Serkan yanlış 20 'ye yakın sayı atıyor 3. periyotta ve ona yapılan savunmayı değiştirmiyen bir kenar yönetimimiz var. Şaka gibi.
Maçın ilk yarısında Telekom uzunlarının ortasına atılmış tahrip gücü yüksek bir bombaya dönüşen Oğuz takımın bu içeriye indirilen her topu kaybettiği dakikalarda kenarda. Of ki of.
Fark eridi gitti hatta Telekom öne geçtikten sonra müdahaleler gelmeye başladı. Tanjeviç, takımın geriden gelip maç çevirme kapasitesini test etmek istedi sanırım.
Son periyotta bu sezon defalarca olduğu gibi Mirsad yine kurtarıcı olarak çıktı sahneye süre dolarken attığı potalı 3'lük baldı ama onun dışında her hareketiyle giden maçı kopartıp aldı.
Maçın sonunda Tanjeviç yine sahne aldı gerçi. Telekom'un taktik fauller yapacağı maçın son dakikalarına girilmişken, maç kısalar arasında oynanmaya dönmüşken takımın en kötü faul atan adamını, Ömer Aşık'ı çıkartmayıp intihara teşebbüs etti. Ömer Aşık önce kendisine yapılan 2 faulüde kaçırdı ardından Serkan şut atamayacağı pozisyonda Ömer'i kandırıp 3 atışlık faul çıkarttı ve Tanjeviç kafa kafaya gelen maçta 5 sayıya malolan hatasından ancak dönebildi.
Zor oldu, Telekom ilk maçtaki gibi sezon boyunca hiç yapmadıkları kadar sert oynadılar, yenilgiyi kolay kabul etmeyen, isyan eden bir kimlikleri vardı.
Bu seri İstanbul'da biter bitmesine ama Ömer Onan'ın sakatlıktan kurtulup dönmesi final serisi için elzemdir.

Devamı ...

Guardian: Barcelona Prove Too Strong For United


lionel messi

Rıdvan "Benim için Messi ve diğerleri var" diyor. Güzel oldu attığı gol. Ronaldo'nun çile gibi, yersiz gibi, pembe tangalarını evde unutmuş gibi sahada gezindiği anlarda yükselip vurduğu kafa fermanın imzası gibiydi. Barcelona güzel futbol adına sundukları her şey ile bu gece teşekkürü hak ettiler. Bir başka teşekkür de Ferguson'a, Chelsea gibi maçı katletmeyi değil, açık oynayarak kazanmayı düşündü. Yalnızca bazen sahada daha iyiler vardır ve yapacak da pek bir şey yoktur. Sir Alex'ın Guardian'ın manşetine kızacak hiçbir şeyi yok.

Devamı ...

27 Mayıs 2009

Telekom Serisi Birinci Maç



İlk maçı kazasız atlattık ve seride 1-0 öne geçtik. Bu seriyi anormal bir durum olmazsa 3-0 la geçeceğimizi düşünüyorum ama Ömer’in ikinci maçta da oynamaması durumunda belki bir maç kazanabilir Telekom. El Amin- Solomon kıyaslaması yapan adamların basketbolu bildiklerini düşünmüyorum

Anlık patlamalarla maç kazandırabilen ama diğer takım arkadaşlarının oyuna dahil olmasını zerre umursamayan bir adamla takımın lideri olan,herkesi besleyebilen çok yönlü bir oyuncu nasıl kıyaslanabilir ki?. El Amin ikinci maçta da 30 –40 sayı atsın Tutku Serkan Barış üçlüsü toplam 10 sayıyı geçemeyecekse 50 de atabilir hiçbir sakıncası yok bence yine kazanırız.

Dünkü maçta istatistik olarak birkaç oyuncu ön plana çıktı ama Marqus Green Solomon geldiğinden beri yeni rolüne çok iyi adapte olduğunu bir kez daha gösterdi. Solomon’un gelişini kişiselleştirmeyip oyununu ileriye taşıması takdire değer bir sporcu duruşu. Başrol verildiğinde üstesinden gelemeyen ama karakter rollerinde kendini çok daha iyi ifade eden bir aktör gibi Green. Sene başından beri taşıyamayacağı belli olan bir başrollük üzerinden gittiği için ekstra rahatlamış gibi duruyor.

Dün genel olarak fena oynamadık ama maç sonunu kötü oynadık, farkı bu kadar düşürmelerine izin vermemeliydik. El Amin çok kolay faul alabilen bir oyuncu özellikle hücumda gününde olduğu bir gündeyse onu mutlaka savunmada yıpratmamız gerek. Bajramoviç epey problem yaşattı, bizim uzunların hepsine karşı çabukluk avantajı var yüksek postta şut tehdidi de ortalamanın üzerinde olduğu için oradan birkaç pozisyon zaafımızı kullandılar. Zaten rakip dört numaraları savunma problemi iki senedir kronik problemimiz.Final serisi için beni endişelendiren şeylerden en önemlisi de bu, Ayhan Şahenk’in çemberleriyle birlikte.

Bir parantez de Oğuz Savaş’a açalım. Basketbol fundemantali anlamında kusursuz bir oyuncu olduğunu bir kez daha gösterdi. Sadece oyuna odaklandığında ve kafasını aldığı süreye, koça falan takmadan parkeye verdiğinde Türkiye’nin ve Avrupa’nın en dominant pivotlarından biri olduğunu bir kez daha gösterdi.

p.s Orlando –Cleveland serisindeki bazı hakem kararlarını gördükçe Türkiye’deki basketbol hakemlerini ağzımıza almadan abdest almamız gerektiğin düşünüyorum. Süper yıldız koruması artık çığırından çıkmış vaziyette. Lebron’a yapılan her temasa faul çıkmasından artık bıkkınlık gelmedi mi.? Bırakın da isimler değil oyuncular oynasın şu güzelim oyunu.
Devamı ...

Erkekler Basketbol; Telekom - Fenerbahçe Yarı Final 1. Maçı



Solomon'la başladık, Green'le bitirdik.
Gergin ve sert başlayan, düşük tempoda sayı atmanın deveye hendek atlatmaktan zor olduğu, skorda fark yaratmanın güç olduğu bir maç sergilenirken sahada, rakibi sindiren, kızdıran, hataya zorlayan; hücumda tempoyu arttırıp, dağılan rakibini abondene eden şutlarla, asistlerle maçı kopartıp almaya dair ilk adımı atan Solomon oldu.

Telekom beklenmedik ölçüde dengeli hücum ederek, savunmada sert ve dirençli durarak başladı oyuna. Hiç alışık olmadıkları şekilde oyunu iki yönlü oynama isteğiyle nihayet bu düzeyde sadece hücum ederek maç kazanamayacaklarını anlamış olduklarını gösteriyordu. El-Amin'i benche çekip Tutku liderliğinde oyuna başlamış olmak hücumda El-Amin transferi sonrası başgösteren huzursuzlukla doğan dağınıklığı da gidermiş görünüyordu. Telekom istediğini oynuyor Fenerbahçe bunalıyor görünüyordu ilk dakikalarda. Zaten ilk 5 dakikada sadece 5 sayı bulabilmek, Telekom gibi savunma zaafları üst düzeyde bir takıma karşı sergilenmesi beklenilen bir hücum performansı değildi. Griçek'i zaten hesaba hiç katmıyorduk ama Ömer Onan'ın sakatlığı özellikle savunmada ciddi zaaflar yaratabilirdi.

Bajramoviç gibi hem dışarıdan şut atabilen hem de içeriye penetre edebilen hareketli ve fundamentali düzgün 4 numaraları savunma zaafını 2 yıldır çözemeyen Tanjeviç'in Rasim'le maça başlama tercihi Bajramoviç üzerinden oynanacak setlere karşı bir tedbirdi belki ama onun da kafası maçta olmayınca aksaklıklar iyice diz boyuna çıkıvardi.
Telekom'da Tutku'nun maçtaki ilk sakatlığını yaşayıp kenara gelişi, Fenerbahçe'de Solomon'un oyuna girişiyle işler değişti. Zaten Telekom'un hiç alışık olmadığı sertliği ve dirençli oyunu tüm maça yayabilmesi pek mümkün değil. Hamur yoğrula yoğrula sertleşiyor öyle 1 günde takımın final takımı kıvamına girebilmesini bekleyemezsiniz.

Özellikle İlk yarıya damga vuran bir başka performans Oğuz'un ne derece hücum çeşitliliğine sahip çok önmli bir pivot olduğunu bir kez daha kanıtlaması oldu. Yaşından beklenmedik ölçüde sakin bir oyuncu, topu eline aldığında potaya gidebilmek adına çok fazla seçeneği var. Hem yakın hem uzak mesafeli şutlar atabiliyor. Arkası dönükken oynamayı iyi biliyor, rakibi geri iten, rakip sendelediği anda dönüp düzgün şut atabilen klasik pivot hücumunu iyi yapabilen bir oyuncu ama yüksek postta yüzü dönükken de hem yumuşak bir bileğe sahip olması sebebiyle düzgün şut atabiliyor hem de oyunu, seti sakin ve iyi biçimde okuyarak top dağıtabiliyor bir de 2.10'luk boyuna olduğu kadar enine de gelişmiş dev bir cüsseden beklenmedik ölçüde seri penetreleri var. Böylesine çok çeşitlilikte hücum alternatifi varken topu eline aldığında en doğrusunu yapabilecek basketbol aklına ve oyun tecrübesine henüz 22 yaşında sahip olabilen bir pivotu durdurabilmek güç elbette. Telekom'da durduramadı zaten.
8 sayı farkla önde kapattığımız ilk yarının ardından ikinci yarıya damga vuran ise El-Amin'in otomatiğe bağlayıp, akıl dışı işler yaparak farkı eritmesi oldu. Telekom maçın başındaki savunma direncini tüm maça yayamamışken, Fenerbahçe'de bir türlü oyun disiplininden kopmamışken farkı başka türlü eritmeleri belki mümkün değildi ama her topu tek bir oyuncunun kullandığı onun da her topu el üstünden 3'lükler atarak sokmaya çalıştığı bir düzenin yarı final maçı kazandırmayacağı aşikardır. Bu maç sonunda çift haneli farklarla gerideyseniz yapılabilecek bir iş ama 3. periyotta farkı bu şekilde eritseniz dahi maçın sonunu hücum düzenini bu kadar bozarak getiremezsiniz. Nitekim El-Amin'i iyi savunmacı Solomon değil ama El-Amin'den bile kısa adam Green ona yapışarak durdurdu. Hiç tutukluk yapmayacak gibi duran bir otomatiğin işleyişini bozdu. Maçı kopartan 3'lükleri de maçın kader adamı olmaya aday El-Amin'e karşı savunmada Solomon'un bile sağlayamadığı üstünlüğü sağlayabilmenin verdiği özgüvenle attı ve soktu.

Solomon'un dönüşü sonrası ondaki performans artışına dikkat çekmek ve iş ahlakı ve her koşulda elinden gelenin en iyisini verme konusunda dört dörtlük bir adam olan Green'i tebrik etmek gerek. Euroleague'le ilgili ifade edilen hedeflerimiz ciddiyse eğer bu takımın guardı Green olamaz iddiamı saklı tutmak kaydıyla Green'in yarı final, final serilerinde kilit önemde bir oyuncu olabileceğini söyleyebilirim.
Devamı ...

25 Mayıs 2009

Fenerbahçe 4 - Konyaspor 2
TSL 24/05/2009


fenerbahçe konyaspor

NTVSPOR ve Ajanslar
Turkcell Süper Lig’de iddiası kalmayan Fenerbahçe, kendi saha ve seyirci önünde 33. hafta maçında düşme hattında bulunan Konyaspor’u 4-2 mağlup ederek rakibini iyice ateşe attı.

Turkcell Süper Lig’in 33. hafta maçında Fenerbahçe, sahasında alt sıralardan kurtulma mücadelesi veren Konyaspor’a 4-2 mağlup etti.

Fenerbahçe’de uzun süreden beri sakatlığı süren Edu dışında eksik oyuncu bulunmazken, teknik direktör Aragones, Gökhan Gönül’ü yine stoperde oynatırken, Semih yedekler arasında maça başladı.

Konyaspor’da ise cezalı oyuncu bulunmazken, teknik direktör Ünal Karaman takımının başında ilk maçına çıktı.

Fenerbahçe maça çok hızlı başladı ve 14. dakikada İspanyol golcüsü Güiza ile 1-0 öne geçti.

Golden 3 dakika sonra yine Güiza skoru 2-0’a getiren golü Konyaspor ağlarına bıraktı.

Konyaspor skor 2-0 olduktan sonra Fenerbahçe kalesine zaman zaman gitmesine rağmen bu pozisyonlarda forvet oyuncularının etkisiz olduğu görüldü.

Fenerbahçe 38. dakikada Uğur Boral ile farkı 3’e çıkarttı.

40. dakikada Roberto Carlos serbest vuruştan muhteşem bir gol attı ve skor 4-0’a geldi.

İlk yarıda başka gol olmayınca devre 4-0 Fenerbahçe’nin üstünlüğü ile sona erdi.

İkinci yarıda Konyaspor, Fenerbahçe’ye oranla daha etkili ataklarla gol aradı.

Fenerbahçe ise ilk yarıdaki farkın da etkisiyle çok fazla risk almadı.

Konyaspor'da 75. dakikada kazanılan penaltı atışında Kratochvil attığı golle skoru 4-1'e getirdi.

90. dakikada Konyaspor'da Poljak'ın golü takımına yetmedi ve maç 4-2 Fenerbahçe’nin üstünlüğü ile sona erdi.

Bu skorla Fenerbahçe puanını 58’e yükseltirken, Konyaspor da 35 puanda kalarak ligde kalma şansını son haftaya bıraktı.

FENERBAHÇE: 4 - KONYASPOR: 2
Stat: FB Şükrü Saracoğlu
Hakemler: Yunus Yıldırım, Volkan Narinç, Serkan Gençerler
Fenerbahçe: Volkan Demirel, Al Bilgin, Gökhan Gönül, Lugano, Roberto Carlos, Selçuk, Emre (Dk. 68 Deniz Barış), Deivid (Dk. 76 Semih), Uğur Boral (Dk. 85 Vederson), Alex, Güiza
Konyaspor: Oğuzhan, Mihajlov, Kratochvil, Mehmet Çoğum, İsmail Güldüren (Dk. 36 Kaue), Bülent Bölükbaşı (Dk. 54 Poljac), Cihan Haspolatlı, Ayman, Fahri (Dk. 65 Mustafa Er), Serhat Akın, Veysel
Goller: Dk. 14 ve 17 Güiza, Dk. 38 Uğur Boral, Dk. 40 Roberto Carlos (Fenerbahçe), Dk. 75 Kratochvil (penaltıdan), Dk. 90 Poljac (Konyaspor)
Sarı Kart: Dk. 84 Gökhan Gönül (Fenerbahçe)
Devamı ...

20 Mayıs 2009

Barcelona vs. Diyarbakırspor


barcelona 2008-2009

Barcelona Türkiye’de son yıllarda futbola entelektüel ilginin de artmasıyla çok daha tanınan bilinen ve sevilen bir kulüp haline geldi. Bir futbol kulübünün ötesinde bir şey olması, Katalan kimliğinin bordo mavili formada tecessüm etmiş hali pek çok insanın Barcelona ilgisi ve sevgisinin nedeni.

Üstelik kalbi solda olanların siyasal temayüllerine indirgenecek bir ilgi de değil Türkiye’deki Barcelona ilgisi. Gayet milliyetçi ve muhafazakar insanların da Barcelona’nın bu kulüpten öte kimliğini benimseyip biraz da bu nedenle Barcelona’ya sempatiyle baktıklarını görebiliyoruz.

Aynı saiklerle ve kimlik politikasının taşıyıcısı olarak Türkiye’de bir takım çıksa peki bu takıma sempatiyle yaklaşılır mı? Kalbi solda olanlar dahil bu takıma Barcelona’ya gösterilen anlayış gösterilir mi bundan pek emin değilim. Sadece kent ismiyle bir “öteki”yi temsil eden ama Süper Ligdeki son sezon kadrosunda Diyarbakır doğumlu sadece bir oyuncu barındıran Diyarbakırspor’a kendisini bütün tribün gruplarının ötesinde gören Çarşı dahil Türkiye’nin neredeyse bütün stadlarında “Pkk dışarı” diye bağırıldığını hatırlarsak aslında bir kulüpten daha fazla olan şeylere Misak-ı Milli sınırları içerisinde pek tahammülümüz olmadığını kabul etmemiz gerekiyor.

Oleguer İspanya milli takımında oynamayacağını açıklayıp Katalan kimliğiyle bunu gerekçelendirince “saf Katalan”, “entelektüel adam”,”helal olsun” nidalarıyla karşılanıyor ama aynı gerekçeyle Kürt bir futbolcu Türk milli takımında oynamayacağını açıklasa herhalde Türkiye’de en çok küfredilen futbolcu ünvanını ele geçirir ve kimse Oleguer’e gösterdiği diğerkamlığı bu futbolcuya göstermezdi.

Kendilerini öteki hissedenler uzak diyarlarda, okyanus aşırı yerlerde olunca onları anlayışla karşılamak hatta onların kimlik ya da dil taleplerine daha ılımlı yaklaşmak mümkün olabiliyor ama burnumuzun dibindeki insanların;Kürtlerin türbanlıların eşcinsellerin herhangi bir talebi, hakkı, çığlığı yok hükmünde algılanıyor çoğu zaman. Öteki belli bir mesafede olduğunda demokratlığını solculuğunu hatırlayan futbol mütefekkirleri de Barcelona’ya sempatiyle bakarken, Bilbao’nun aşırı milliyetçi tutumunu hoşgören bir dil kullanırken bu topraklardan çıkabilecek basit bir futbol ötesi anlam taşıyan kulübe ise hiç çekinmeden “bu kadarı da fazla” diyebiliyor. Diyarbakırspor bu sene tekrar Süper Ligde onların zaten bulundukları bölgenin kimlik taşıyıcısı olma gibi bir iddiaları yok aksine devlet takımı olarak görülüyorlardı pek çok insan tarafından özellikle ligdeki ilk yıllarında. Şimdi Diyarbakırspor’dan devlet biraz elini çekti. Bu devlet görünümlü takıma bile “Pkk dışarı” diye bağırılan bir futbol aleminde gerçekten bölgenin sosyo-politik taşıyıcısı olma iddiasını gütseler başlarına ne gelirdi acaba çok merak ediyorum. “Ötekiye saygılıyım ama benden uzak oldukça” anlayışının çok açık bir yansıması bizim Barcelona ve Diyarbakırspor’a bakışımız.

P.S. Diyarbakırspor Barceleno’nun kullandığı “bir kulüpten daha fazlası’sloganını kullansa hakkında kim ilk önce kapatılma davası açar diye bir soruyla bitirelim.

a)Yargıtay
b)Genelkurmay
c)Futbol federasyonu
d)Medya
e)Hepsi.

Devamı ...

17 Mayıs 2009

Futbolcular Yatağa Gitmeli, Partiye Değil


jose mourinho

Inter şampiyonluğu ilan ettikten sonra Siena maçının bir anlamı kalmadı. Futbolcular da kendilerini şehre atmışlar, şampiyonluğu kutluyorlar. Bu işlerden rahatsız olan bir kişi var: Jose Mourinho. Diyor ki "Biraz sinirliyim. Yarın maç var. Futbolcular yatağa gitmeli partiye değil" sonra da cümleyi şöyle bitirmiş "Yine de kutlamak istemelerini anlıyorum." Jose is speyşıl beybi.

Devamı ...

Antalyaspor 1 - Fenerbahçe 1
TSL 17/05/2009


fenerbahçe antalya

NTV Spor ve Ajanslar
ANTALYA – Turkcell Süper Lig’de ligde düşme hattından uzaklaşmak isteyen Antalyaspor, 1-0 öne geçtiği maçta 2 dakika sonra yediği golle Fenerbahçe ile 1-1 berabere kalarak büyük fırsatı kaçırdı.

Antalyaspor’da sakatlığı nedeniyle Orhan Ak, Abdullah Çetin ve cezalı Ertuğrul Aslan forma giyemedi.

Fenerbahçe’de ise sakatlığı uzun süredir devam eden Edu, Selçuk Şahin forma giymedi. Luis Aragones golcü oyuncu Semih’e ilk onbirde şans tanımadı.

Antalyaspor ilk yarıda özellikle Ali Zitouni ve Dijehoua ile çok önemil pozisyonlar yakalamasına rağmen bunlarda kaleci Volkan Demirel’i geçmeyi başaramadı.

Fenerbahçe Alex’in organizasyonunda pozisyonlar üretmeye çalışmasına rağmen forvet hattında Güiza’nın yalnız kaldığı görüldü.

İlk yarıda başka gol olmayınca devre golsüz sona erdi.

İkinci yarıda Antalyaspor biraz daha etkili görünürken, Fenerbahçe temkinli oyunu tercih etti.

Ev sahibi takım aradığı golü 74. dakikada sonradan oyuna dahil olan Hakan Özmert ile buldu.

Golden 2 dakika sonra konuk Fenerbahçe, Lugano beraberlik golünü attı.

Kalan dakikalarda her iki takımın da gol çabası sonuç vermedi ve maç 1-1 beraberlikle sona erdi.

Bu sonuçla Antalyaspor puanını 36’ya yükseltirken, Fenerbahçe de 55 puana yükseldi.

ANTALYASPOR: 1 - FENERBAHÇE: 1
Stat: Antalya Atatürk
Hakemler: Aytekin Durmaz xx, Erdinç Sezertan xx, Özgür Çetiner xx
Antalyaspor: Ömer Çatkıç xx, Uğur Kavuk xx, Yalçın Ayhan xx, Musa Nizam xx, Şenol xx, Ali Zitouni xxx, Korhan Öztürk xx (Dk. 63 Hakan Özmert xxx), Sedat Ağçay x, Fatih Ceylan x (Dk. 85 Ahmet Kuru x), Tita xx, Sergey Dijehoua xx (Dk. 67 Mustafa Özkan x)
Fenerbahçe: Volkan Demirel xx, Ali Bilgin x, Gökhan Gönül xx, Lugano xxx, Roberto Carlos xx, Deivid xx, Josico xx, Emre xx, Alex xx (Dk. 86 Kazım x), Uğur Boral xx (Dk. 60 Vederson x), Guiza x (Dk. 66 Semih x)
Goller: Dk. 74 Hakan Özmert (Antalyaspor), Dk. 76 Lugano (Fenerbahçe)
Sarı Kartlar: Dk. 55 Ali Zitouni (Antalyaspor), Dk. 70 Emre (Fenerbahçe)
Devamı ...

14 Mayıs 2009

Günaydın Antu


antu com

Antu’nun kupa maçından sonra açılışı böyle. Sezonun ilk yarısındaki Kayserispor maçından sonra da “Emeği geçen herkese teşekkürler”li bir görsel hazırlamışlardı. Antu dahi istihza yollu da olsa bir şey söylemek zorunda hissediyor, bir eleştiri getiriyorsa durumun vehameti üstünde kafa patlatmaya gerek yok. Kahvenin laptopumuzun üstüne dökülmesinden biraz daha vahim ve nükleer bir savaş çıkmasından birazcık daha hafif bir durumla karşı karşıyayız.

Tabi konu antu olunca ben öfkelenmeye başlıyorum. Sene başında bu blogda yayınlanan “birey kültü” yazısı orada yayınlandığında insanlar komaya girmiş, taşikardi geçiresiye yazmış gibi yorumlara abanmıştı. Daha sonra bu blogun yazılarına sansür uygulandığını gördük. Birisi bizim bloga link vermeye görsün hemen mesajı yeniden düzenleniyor, “Allah muhafaza Aziz Yıldırım eleştiriliyor nütfen nütfen eleştirilmesin dinimiz amin” türü bir hissiyat ile yazı yayından kaldırılıyordu. Şaşırtıcı değil. Yani en azından ben böyle şeylere şaşırmaktan vazgeçtim. Bu ülkede bu tip absürditelere şaşırmak, örneğin denizde su olmasına şaşırmak kadar insanın zamanından çalan bir şey. Öyle her şeye şaşırasıya yazsak, sokakta yürüyemeyiz, evden dışarı çıkamayız, daimi bir şaşkınlık hali içerisinde işlevsiz kalırız.

Ama öfke baki tabi. Antu.com sene başında dahi kolaylıkla yapılabilecek eleştirileri neden yapamadı? Bizim sene başında söylediklerimiz nasıl oldu da sezon sonunda büyük bir bilgelik ve olgunlukla yazılan bir yazının içeriği haline geldiler? Çünkü antu sezon başında bunları görse dahi söyleyemezdi. Böyle bir analiz yapmak en nihayetinde o analizinin sorumluluğunu almayı da gerektirir. Antu de transfer politikasının yanlış, kadronun bütünüyle yetersiz olduğunu biliyor, bu transfer politikasını belirleyenin de, kadronun yetersizliğinin de sorumlusunun tek başına Aziz Yıldırım olduğunu ayırd edebiliyordu. Aziz Yıldırım eldeki geniş kaynakları verimsiz kullanmış, profesyonel akıllardan istifade etmemiş, ben bilirimci bir şablon içerisinde, betondan anladığı gibi futboldan anlayarak bu kararları tek taraflı vermişti. Ancak antu bunu söyleyebilir mi? Türkiye’nin en büyük taraftar oluşumlarından bi tanesi bir parçası ve yaratıcısı olduğu Aziz Yıldırım kültü içerisinde böyle bir eleştiriyi yaparsa ancak kendi kendisine zarar vermiş olurdu. Yönetimden ve kendi mensuplarından gelecek eleştirileri karşılayamadığı için biat yolunu seçip, riyakarca bütün bunlar hiç yokmuş gibi davrandı hatta bunların ifade edilmesini bile engelledi. Şimdi bugün “özeleştiri yapmamız gerekir” diye yazarken bizzatihi özeleştiri yapmalarını gerektirecek bu süreçlerde nasıl aktif bir katkıları olduğunu, Fenerbahçe kamuoyunun önemli bir parçası olarak biat kültürü içerisinde bu başarısızlığın sebeplerinden biri olduklarının da ayırdına varacaklar mı? Onların sessizliği, koşulsuz itaati, en ufak bir eleştiriyi dahi kaldıramayışları sebebiyle engellenebilecek bir çok yanlışın gerçekleştiğini, mutlak itaatın ve sessizliğin Fenerbahçe’nin menfaatine olmadığını görebilecekler mi?

Doğrusunu söyleyeyim bu “özeleştiri yazısı”içeriği hoşuma gitse de samimi filan gelmiyor. Teker kırıldıktan sonra yol gösteren çok olur bir şaşışehlalıktan başka bir şey değil. Eleştirirken dahi eleştirmemeye, laf söylerken dahi söylememeye koşullanmış gibi, ortayolcu, suya sabuna gelmez bir dili var yazının. Özeleştiri yapılmasını söylerken dahi bunu ancak rica ederek ifade edebiliyorlar. Açık açık hatalıydınız, bu sezonun tüm sorumluluğu yönetimin üstünde, yanlış politikaların doğal bir sonucu ve sizin yönetim tarzınız da esasında bu yanlış politikalardan oluşan bir kompozisyon diyemiyor, Aziz Yıldırım’ın kişiliği itibariyle başka bir yönetim tarzı sergileyemeyeceğini kavrayamıyor, bu tek adam diktasının verimsizliğe yazgılı olduğunu göremiyor, daha modern, daha akılcı bir yönetim de talep etmiyorlar. Aziz Yıldırım’dan lütfen özeleştiri yaparak artık biraz daha akıllı tercihler yapmasını rica ediyorlar.

Antu ben söyleyeyim ricanız kabul olunmayacak. Aziz Yıldırım kendisinin hatalarını göremeyecek. “Futbolcular bana ihanet etti, teknik direktör kötü yönetim gösterdi, suçlu kadro ve teknik yönetim” diyecek, acele ile transfer yapılacak, bir teknik direktör gidecek yenisi gelecek, bu yönetim tarzı da aynen şimdiki gibi devam edecek. Siz de orada oturup, bu yönetim tarzının doğal sonuçlarının tekrar tekrar karşınıza çıkması karşısında hayıflanacak, özeleştirir misiniz nütfen diye yalvaracak, kötü oluyor ama bu transfer politikaları yani diyerek mıymıy itiraza devam edeceksiniz.

Ayağa kalkmanın zamanıdır. Türkiye’nin en büyük taraftar oluşumlarından bir tanesisiniz. Sesiniz herkesden gür çıkar, herkese kendini dinletir. Talepte bulunan. Aziz Yıldırım görevi Ali Koç’a bırakmalıdır. Rıdvan Dilmen Barcelona’daki Johann Cruyff gibi Fenerbahçe futbol takımının futbol aklı olarak sportif direktörlüğe getirilmelidir. Fenerbahçe kültürüne ve şablonuna uygun bir teknik direktör göreve getirilmelidir. Transfer için bu direktörlük kapsamında bir futbolcu arama ağı oluşturulmalı, bu ağ teknik direktör ve Dilmen ile ortaklaşa çalışarak takımın ihtiyacı olan mevkilere gereken uygun karakterde ve yetenekte futbolcuları belirlemeli ve bu futbolcular transfer edilmelidir. Teknik Direktör ile kısa vadeli düşünülmemeli, objektif başarısızlık hali hariç uzun vadeli hedefler için birlikte çalışılmaya devam edilmelidir. Anlık, basından gelen eleştirileri karşılamaya yönelik tepkisel transferler, teknik direktör seçimleri ve bir kişinin duygusallığından başka bir şey olarak adlandırılamayacak bir yönetim politikası ile buraya kadar. Fenerbahçe’yi Fenerbahçe gibi görmek istiyorsanız, susmayın, talep edin. Gün itaat günü değil, isyan günü.

-----
1- Ne Kadar Profeyşınılsınız Aziz Bey 2
2- Birey Kültü Üstüne
3- Şeref Tribününde 45 Dakika
4- Verimsiz Tek Adam Diktası
5- Bir Antu.com Yazısı
6- Aulas vs Yıldırım
7- 2006'dan Bugüne
8- Yönetim İstifa
Devamı ...

Çile Yılı


aziz yıldırım

Kraliyet ailesinin yaşadığı türlü çeşit felaketten sonra Kraliçe Elizabeth 1992 yılını “Annus Horribilis” ilan etmişti, felaket yılı. Bu sene de Fenerbahçe için “Çile Yılı” olarak kabul edilebilir. Şampiyonlar Ligi Çeyrek Finalisti, şampiyonluk iddiasını son haftaya kadar sürdüren bir takım, “yürüye yürüye şampiyon olmalıydılar” gibi bir kaprisle yok edildi. Onun yerine aynı erk tarafından bu takım kuruldu. Yürüyen bir takım. Mutsuz bir takım. Heyecansız bir takım. Ruhsuz bir takım ve daha fenası basbayağı kötü bir takım.

Sene sonunda Zico gönderildiğinde bu blogda isyan etmiştik. Yalnız gönderilmesine değil, bunun olabilecek en çirkin şekilde de yapılması profesyonellik iddiasında olan bir kulübe yakışmıyordu. Zico yüzüne bile bakılmadan, sanki onca başarısı ve kulüp tarihine katkısı yokmuş gibi gönderildi. (bkz: ne kadar profeyşınılsınız aziz bey)

Ancak bu, bu sene yaşayacaklarımızın önsözüymüş. Yönetimin en belirgin özellikleri ortaya çıktı. Bu yönetim yani esasında Aziz Yıldırım, profesyonel akıllardan istifade etmiyor, milyarlarca dolar değerinde bir kulübün en temel yönetim gereklilikleri ile kendini bağlı hissetmiyor, transfer politikasını tek elden belirliyor, kulübün ihtiyacı olan transferleri değil, alınması gerektiğini düşündüklerini alıyor, teknik direktörü rahat bırakmıyor ve onun ikamesi olacak şekilde hareket ediyor en nihayetinde de “azizsilin” gibi metodlara başvuruyor, başvurmak zorunda kalacağı bir atmosferi de bizzatihi kendi yaratıyordu. (bkz: aziz reis) (Bkz: dipnotlar)

Aziz Yıldırım dönemi finansal anlamda bir başarı hikayesi olsa da, birey kültüne dayanan şarkiyatçı bir tek adam diktasının tüm menfi özelliklerini içinde barındırıyor. Doğal sonucu böyle türbülansı daim bir kulüp. Başarısızlıklar karşısında istifa etme ricatları, toplu biat gösterileri karşısında yeniden iktidara yürüyüş, anlık başarıların arkasından gelen başarısızlıklardan mürekkep bir gel git oyununda, yönetim, futbolcular ve bizler deniz tutulması yaşıyoruz. Midemiz ise en çok bu sene bozuldu. Güverteden aşağı bakamıyoruz.

Temel gerçekler var. İyi futbol iyi futbolcularla oynanır. Mourinho’nun dehası, Hiddink’in zekası, Van Gaal’in mentalitesi bu fikirleri gerçeğe çevirebilecek bir araç yoksa işlevsizdir. Basit ifadesiyle Mourinho Mardinspor’u Şampiyonlar Ligi’ne sokamaz. İyi futbolcular için yalnızca çok para gerekmez, takımın ihtiyacı olan futbolcuları bulmak için bir geniş izleme ağı, o ağın sonuçlarını analiz edecek bir idari futbol aklı ve sonra o futbolcuları takıma katarak burada tutabilecek finans gerekmektedir. Tek başınıza paranızın olması bu parayla Josico ve Maldonado’yu aldığınızda sahada karşılığını bulmayacaktır. Bu sebeple büyük kulüpler geniş gözlem ağları kurarlar, bu ağlardan gelen sonuçları futbol ekollerine uygun olarak kurulmuş idari yapılarında değerlendirirler ve teknik direktörlerle birlikte takımın ihtiyaçları tespit edildikten sonra harekete geçerler. Aurelio’yu gönderebilirsiniz ama bu ancak en az Aurelio kadar takıma katkı sağlayacak ikame futbolcular bulduğunuz zaman kulübe katkı sağlar.

Yönetim diktatörlük değildir. Bu çağda değil. İnsanlığın uzun yürüyüşü binlerce deneme ve yanılmadan sonra insan toplulukları için en iyi yönetim modelinin diktatörlük olmadığını apaçık gösterdi. Diktatörlükler farklı akıllardan çıkabilecek inovatif fikirleri yok ettikleri, açık bir kamuoyu oluşturarak doğrunun bulunmasını engelledikleri, liyakati değil dalkavukluğu yükselttikleri, kaynakları tek elden ve verimsiz kullandıkları, diğer insanlar üzerinde baskı yaratıp genel olarak mutsuzluğu arttırdıkları için kötüdür. Yönetim, kümülatif ve kollektif bir iştir. Ticari işletmelerde iyi yönetim profesyonel akıllardan ve tecrübelerden istifade etmek, çalışanlara insiyatif alanları açmak, onların fikirler oluşturmasına müsaade edip bu fikirleri açıkça tartıştırmak ve bu yolla verimliliği sağlamaktır. Aziz Yıldırım her bakımdan kötü bir yöneticidir. Muadilleri arasında dahi başarısızdır. Aulas, yoktan bir takım var ederken, elindeki onca imkana rağmen onun yarısı kadar dahi başarılı olamamış, futbol kulübünü mevcut hale getirmiştir ve artık istifa etmesi gerekir.

Kişiler temsil ettikleri kurumlar değildir. O kurumlar içerisinde görev alan, o kurumlara hizmet etme mesuliyeti altında olan bireylerdir. Bu sorumlulukları onlara belirli yetkiler verir ama aynı zamanda görevler de yükler. Bu görevlerde başarısız olan biri o kurumdan çekilmelidir. Fenerbahçe Aziz Yıldırım değildir. Bundan çok daha iyisidir. Fenerbahçe 102 senelik Türkiye’nin en önemli kulübüdür. Bu ligin esas oğlanıdır, her sene çekilen bu filmin başrol oyuncusudur, bu halkın en uzun süreli en güçlü geleneklerinden biridir. Fenerbahçe Lefterleri, Can Bartuları, Cihatları ve Alpaslanları mümkün ve var eden, o kişileri birer efsaneye dönüştüren ve o efsaneler ile kimliğini bulan büyük bir sosyal harekettir. Dolayısıyla Aziz Yıldırım Fenerbahçe’ye hizmet eden biri olarak görevini yapamıyorsa artık gitmeli demektir. En nihayetinde Türkiye’de Aziz Yıldırımcılar yok, Fenerbahçeliler var ve Fenerbahçe Aziz Yıldırım’dan sonra da varolacak.

Bir de dipnot, bu akşam sadece kötü bir kadro izlemedik, bu akşam yetersiz de bir kadro izledik. Bu kadro oynamadığı için kaybetmediği, oynadığı halde kaybetti. Bu kadro o kadar kötü ve o kadar bitmiş ki hiç biri Fenerbahçe formasını taşımayı hak etmiyor. Fenerbahçe böyle bir rezalet ile “Fenerbahçe” olmadı. Hala daha Türkiye’nin herhangi bir sahasında sahaya çıktığında herkesi heyecanlandırıyorsa bunun sebebi asla böyle olmaması.

1- Ne Kadar Profeyşınılsınız Aziz Bey 2
2- Birey Kültü Üstüne
3- Şeref Tribününde 45 Dakika
4- Verimsiz Tek Adam Diktası
5- Bir Antu.com Yazısı
6- Aulas vs Yıldırım
7- 2006'dan Bugüne
8- Yönetim İstifa
Devamı ...

Beşiktaş 4 - Fenerbahçe 2
FTK - 13/05/2009


beşiktaş fenerbahçe

İSTANBUL/MERT AYDIN- 26 yıl önce Fenerbahçe'ye son kupayı kazandıran futbolcular isyan etmişler. Artık her sezon röportaj vermekten sıkılmışlar. Belki de bizden habersiz şimdiki futbolculara mesaj göndermiş olabilirler, "Aman kazanın artık şu kupayı" diye. Beşiktaş tarafında ise garip bir durum var maç öncesinde. Yıllarca Fenerbahçe maçlarında güle oynaya kazan sonra başla 2-1 yenilmeye. Taraftarın bünyesi alışık değil. Böyle olunca onların da temizlemesi gereken bir durum var ortada. Kısacası Fenerbahçe de Beşiktaş da stresli.

İzmir'in dağlarında çiçeklerin açtığını marşlardan biliyoruz. Tribünler de rengarenk. Beşiktaşlı futbolcular ısınırken Rüştü'nün sakatlığı rahatsız ediyor. Hakan kapıyor eldiveni. Aragones de Babacan Volkan'ı kupa kalecisi bellemişti zaten. Onu sürüyor sahaya. Tıpkı birkaç yıl önce Arsene Wenger'in tüm turları yedeklerle geçip finali de onlarla oynadığı gibi yapıyor.

Ekrem'i sola çeken ve Ali Bilgin'i zorlamaya çalışan Beşiktaş daha bu taktiğini sahaya yansıtmaya çalışırken golü buldu. Tello, korneri yerden Yusuf'a doğru kullandı. Açıkçası Yusuf gibi bir adamın bu kadar cılız bir vuruş yapmasını herkes yadırgadı. Sanırız Volkan da öyle. Top gitti Volkan'ın da çabasıyla içeri girdi: 1-0.

22'de Beşiktaş'ın ilk tehlikeli kontrası geldi. Tello, Selçuk'tan kaptı topu. Sağdaki Holosko'ya uzattı. Onun ortasında Bobo, maçı bitiriyordu. Ama top bacaklarının altından geçiverdi. Bu pozisyon Alex'i ve Fenerbahçe'yi uyandırdı. 25'te Alex'in ve 26'da Güiza'nın şutlarında Hakan başarılıydı. Ama 27'de Deivid sağdan geldi. Aradan kendini boşa çıkaran Güiza'ya uzattı. Sivok'u aşan top, Beşiktaş maçlarını boş geçmeyen İspanyol'un ayağına geldi: 1-1.

Fenerbahçe, golden sonra ayağa top yapmaya devam etti. Beşiktaş ise uzun toplar denedi. Set oyununda ise sarı-lacivertli savunmayı Ali tarafından delmeye çalıştılar. Ama nafile. 38'de Roberto Carlos'un eski günlerini hatırlatır frikiğinde Hakan refleksin kralını gösterdi. 41'de ise Güiza, Alex'ten gelen topu yine Brezilyalı'ya aktarmaya çalışırken pozisyon kaçtı.

İkinci yarıda Üzülmez'i oyuna alan Beşiktaş 47'de yine Bobo ile fırsat yakaladı. Ara pasını kovalayan Brezilyalı'nın vuruşu kaleciye takıldı. İkinci yarıya daha agresif başlayan Beşiktaş 56'da öne geçti. Bobo ceza alanı dışından kaçırdıklarını affettirecek ve kaleci Volkan'ı zora sokacak şekilde vurdu: 2-1.

60'ta Deivid sağdan geldi. Ortasında Semih'in vuruşu direğin yanından fişek gibi dışarı çıktı. 63'te Beşiktaş ceza alanı içi karıştı. Güiza ve Lugano etten duvarıdan geçiremedi topu. 64'te Tello'nun yaydan harika şutu Volkan'ın eline çarpıp üst direkte patladı. 69'da Tello, savunmadan çaldığı topla ceza alanına girdi ama Volkan hayati bir kurtarış yaptı.

73'te Yusuf, Gökhan'dan aldı topu. Soldan ortası bir türlü havadan inmedi. Bobo da geldi kafasını doğru yere yönlendirdi: 3-1. 80'de Tello'dan aldığı topla Holosko ceza alanına girip rahatça golünü attı: 4-1. 90'da Hakan, Güiza'yı düşürünce penaltı kazandı Fenerbahçe. Alex , ikinci yarıdaki tek olumlu hareketini yaptı: 4-2.

Yazık Fenerbahçe'nin eski futbolcularına. Gelecek sezon da röportajlar garanti. Beşiktaş'a bir tebrik. Peş peşe gelen Fenerbahçe yenilgileri onlara ders aldırmış. Özellikle de fizik üstünlükleri ikinci yarıda oyuna tamamen hakim olmalarını sağladı. Duble için de yol gözüktü!

BEŞİKTAŞ-FENERBAHÇE: 4-2
Hakemler: Bünyamin Gezer, Tarık Ongun, Asım Yusuf Öz
Beşiktaş: Hakan, İbrahim Toraman (46 İbrahim Üzülmez), Gökhan Zan, Sivok, Ekrem, Cisse, Ernst, Yusuf (75 Uğur), Holosko, Bobo (83 Nobre), Tello
Fenerbahçe: Volkan Babacan, Ali, Gökhan Gönül, Lugano, Roberto Carlos, Deivid, Selçuk, Emre (66 Deniz), Uğur (52 Semih), Alex, Güiza
Goller: Yusuf (6), Bobo (56, 73), Holosko (80); Güiza (27), Alex (90, pen)
Sarı Kartlar: İbrahim Toraman, Sivok; Lugano, Semih
Devamı ...

13 Mayıs 2009

Bu Sefer Bizim


yıldırım demirören

"Kupayı şu anda hastanede olan Saffet Ulusoy'a götüreceğimi söylemiştim. Türkiye Kupası ona armağan olsun" diyordu Yıldırım Demirören maçtan sonra. Türkiye Kupası ve Şampiyonluk hayallerinin canlı olduğu bir sezonun felaket finaline giden basamaklardan biriydi bu maç. O zamanlar Adnan Polat ile Demirören şimdiki gibi kavga etmiyor, Eric Gerets "Onların aile dostu olması maçı etkilemez" demek zorunda kalıyordu. Sonunda Galatasaray şampiyon, Beşiktaş Türkiye Kupası sahibi oldu. 3 sene sonra, bu sefer kupa bu adamın ellerinde yükselmesin, Saffet Ulusoy'a koşa koşa kupayı götürenler, bu kupaya dokunamasınlar. Hak ettikleri gibi, ona hep uzaktan baksınlar.

Devamı ...

Eşcinsellerin Hakemlik Yapma Hakkı


eşcinsel hakem

Sosyal hayatta karşı karşıya olduğumuz ve yeni örnekleriyle her gün karşılaştığımız türden bir istibdat rejimi veya proto faşizmden futbol da bağışık değil. Örgün eğitimin makbul bulacağı türden bir ırkçılık, “Mehmet olunmaz Mehmet doğulur” pankartları, “Hepimiz Ogün’üz” sloganları ile zaten sahalardaydı. Her sabah andımızı okur gibi İstiklal Marşı okuyarak maça başlamamız ise 28 Şubat günlerinden kalma bir alışkanlık. Yani futbol sahalarında hali hazırda bir damarı ve karşılığı bulunan hamasi-milliyetçi bir söylem var. Bu söylemin doğal uzantılarından birini de bugün okuduk.

Sağlık sorunları sebebiyle askerlikten muaf tutulanlar hakemlik yapılamazlar” kuralı sebebiyle bir eşcinselin hakemlik yapma hakkı elinden alınmış.

Faşizm yalnızca totaliter, topluma belirli bir ahlakı dayatan ve insan hak ve hürriyetlerini bu kapsamda yok eden rejim değildir, faşizm aynı zaman geniş halk kitlelerinin haksızlıklar karşısındaki suskunluğu ile de meşrulaşan bir sistemdir. Başkalarının da uğradığı haksızlıklara karşı çıkan insanlardan oluşan bir toplumda faşizm kök salamaz. Ancak yahudileri savunmanın toplum tarafından “makbul” bulunmadığı ve insanların konformist sebeplerle sustuğu, farklı cinsel veya dini tercihe, etnik veya kültürel kimliğe sahip insanlar mezalime uğrarken kalanların sessiz kaldığı bir yer faşizmin bereketli toprakları sayılabilir.

Bir insanın eşcinsel olduğu için mesleğini yapmaktan mahrum bırakılması da buna koşut bir durum. Eşcinsellerin neden hakem olamayacağı pek anlaşılır değil. Bir insanın cinsel tercihi, saha içerisinde koşmasına, futbol kurallarını öğrenmesine ve uygulamasına engel olamaz. O halde bu insanların bir meslekten men edilmesinin sebebi nedir? Tabi MHK uygulaması buna bir “kılıf” bulmuş. O da “sağlık sorunları sebebiyle askerlik yapmayanların hakem olamayacağı” kuralı. Bu kuralın başlı başlına saçmalığı bir yana, eşcinselliğin bir sağlık sorunu olduğunu ima etmesiyle de basbayağı gerici, düpedüz yanlış, buz gibi hilaf-ı hakikat. Bunun üstüne bina edilen bir uygulama bu çağda ancak ve yalnız sistematik bir ayrımcılığı ifade eder. Azınlığa mensup bir grubun mensupları sadece azınlık oldukları için “norm” karşıtı olarak belirlenmiş ve onların yine azınlığa mensup olmalarına neden olan kimlikleri ile diğerlerinden farklı bir muameleye maruz bırakılabileceği –konumuzda da bırakılacağı- düşünülmüştür. MHK alenen belirli bir cinsel tercihin dışındakileri kendi meslek gruplarından atmak istemiş, bu homofobik proto faşizan akılla da kendine bir “bahane” üretmiştir.

Eşcinseller hakem olabilir. Mühendis, bakkal, berber, taksi şöforü ve bilim adamı vesaire her mesleği yapabilecekleri gibi. Zira herkesin insanlık onuru içerisinde çalışarak kendi refahlarını arama hakkı bulunmaktadır. Bu hak da hiç kimsenin elinden zorla, saçma sapan bahaneler ve önyargılarla alınamaz. Bu çağda oturup şunları anlatıyoruz ya, insanın isyan edesi geliyor. En aşağı 5 sene boynca her gün “Ülküm yükselmek ve ileri gitmektir” diye bağırıp geldiğiniz noktanın bu olmasından hiç üzülmüyor musunuz?
Devamı ...

11 Mayıs 2009

Saltanatın 10.Yılı


bayan basketbol takımı

1999 un serin bir Mayıs gecesi Galatasaray ve Fenerbahçe bayan basketbol takımları Abdi İpekçi'de final serisinin son maçına çıkıyorlar. Normal sezonda iki kez yenildiğimiz için 1-0 geride başladığımız seride ilk maçı kıl payı kaybedip 2-0 geriye düşüyoruz. Herkes Galatasaray'ın bir kez daha kazanıp 90'ların tamamında olduğu gibi şampiyon olacağını düşünüyor Fenerbahçe önce skoru 2-1 e getirip, 3. maçı da kazanıyor ve 2-2 lik durum sonrası şampiyonu belli edecek maça çıkıyoruz

İlk kez bir bayan basketbol maçında birden fazla kamera var o gece, Avni Küpeli'nin rezalet anlatımıyla gerim gerim gerilerek 5. maçı izlemeye başlıyoruz. Yıllarca kenar sayfalarda en alt köşede "bak yine yenilmişiz Galatasaray'a Allah kahretsin" diyerek görüntüsüz sessiz bir şekilde haberdar olduğumuz ama yine de üzüldüğümüz bayan basketbol haberlerine bir son vermeye sadece 40 dakika kalmış. Maç son dakikaya kadar başa baş geçiyor 2-0 geriden gelmenin moraliyle o sene Final Four'da 3. olmuş yenilmez armada denilen Galatasaray'a karşı 3. kez kazanıyoruz ve 10 yıllık saltanatına son veriyoruz.

Maçın ardından heyecan ve sevinçten darmadağın olmuş salonu toplamaya çalışırken o güne kadar Galatasaray'la anılan bayan basketbolun bir daha kolay kolay değişmeyecek bir şekilde Fenerbahçe'ye geçtiğini ve bu şampiyonluğun başlangıç olacağını dilediğimi ve hissettiğimi hatırlıyorum. Aradan 10 yıl geçmiş. Son 10 yıla damgasını vuran Fenerbahçe bayan basketbol takımı 7. kez şampiyon oldu geçen hafta. "Ne zaman Galatasaray'ın dominantlığını engeleyeceğiz" diye neredeyse 10 sene beklemiş birileri için bu branştaki her Galatasaray galibiyeti, her şampiyonluk en az futbol kadar erkek basketbol kadar önemli. Bu vesileyle o ilk şampiyonlukta emeği geçen herkesi Serap'lı Arzu'lu Didem'li Clarisa Davis'li ve Nagy'lı kadroyu (Avni Küpeli ısrarla "Nagi" diye telaffuz ederdi)bir kez daha saygıyla analım, hem bayan voleybol hem bayan basketbolda sezonu şampiyon kapatmak muazzam oldu. Voleybolcuların da bu seneki şampiyonlukla bir gelenek başlatacağından şüphem yok.
Devamı ...

Reklam



Küresel ekonomik krizin sebepleri hakkında herkes bir şeyler söylüyor. Bu video, eğer hala tam olarak ne olduğunu anlamayan bir kaç kişi varsa onlara ne olduğunu basit olarak anlatmak için yapılmış. Amacına da ulaşıyor.

Devamı ...

10 Mayıs 2009

Fenerbahçe 1 - Denizlispor 0
TSL 09/05/2009


denizli fenerbahçe

NTV Spor ve Ajanslar
Turkcell Süper Lig'de şampiyonluk yarışının uzağında kalan Fenerbahçe, 31. haftasında karşılaşmasında ligde kalma mücadelesi veren Denizlispor'u ağırladı.

Maça hızlı başlayan taraf Fenerbahçe oldu. İlk yarı boyunca gol girişimlerinde bulunan Fenerbaçe'nin çabaları sonuç vermedi ve ilk yarı 0-0 sonuçlandı.

Karşılaşmanın ikinci yarısında ataklarını sürdüren ev sahibi ekip, Güiza'nın golüyle 62. dakikada 1-0 öne geçti.

Maçın kalan dakikalarında her iki takım da yakaladığı pozisyonlardan yararlanamadı ve maç 1-0 sona erdi.

FENERBAHÇE: 1 - DENİZLİSPOR: 0
Stat: Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu
Hakemler: Tolga Özkalfa, Baki Tuncay Akkın, Mehmet Metin
Fenerbahçe: Volkan Demirel, Ali, Gökhan, Yasin, Roberto Carlos, Deivid, Selçuk (Dk. 44 Deniz), Emre, Uğur(Dk. 64 Gökçek Vederson), Semih(Dk. 56 Alex), Güiza
Denizlispor: Özden, Feridun, Goncalves, Burak, Çağlar(Dk. 89 Selahattin), Bangoura, Braga (Dk. 78 Güray Vural), Fatih, Caner (Dk. 68 Engin Memişler), Roberts, Angelov
Gol: Dk. 62 Güiza (Fenerbahçe)
Sarı kart: Dk. 27 Burak (Denizlispor)
Devamı ...

9 Mayıs 2009

Şampiyon veya Artık Biraz Rekabet İstiyoruz


bayan basketbol

Fenerbahçe Bayan Basketbol Takımı, üstüste 4. kere şampiyon olup Bayan Basketbol Ligi'ni domine ederken, amaçları "Fenerbahçe'yi şampiyon yapmamaktan" ibaret "vizyonlu", frankofon yöneticiler bir kere daha azap içerisinde kaldılar. Bu seneki ikinci şampiyonluğumuzu kutluyor artık biraz rekabet istiyoruz.

Devamı ...

7 Mayıs 2009

Més que un club


barcelona

Times'da mükemmel bir yazı var, "Barcelona'nın Güzelliği Chelsea Çirkinliği'ni Yendi" diyor özetle. Bu maç futbola futboldan daha fazla şeyin de vesilesi olarak bakanlar için bir Barcelona - Chelsea maçı filan değildi. Ahlakla ilgili bir sorundu. Zerafetle sertliğin, güzellikle çirkinliğin, şövalyelik ile pusunun, adaletle haksızlığın mücadelesi gibiydi. Dünyada bu çağda bu kadar güzel bir futbolu oynatmak için bu kadar direnen köklü bir gelenek ile en nihayetinde Rusya'da haksız bir şekilde milyarlarca dolarlık bir servete konmuş bir oligarkın kişisel ihtirası arasındaki mücadeleydi. Jedi'lara direnen Sith'ler gibi, Western filmlerindeki son düello sahnesi gibi geçti mücadele. Sonunda iyi çocuk kazandı. Bizim taraf belli. 27 Mayıs'ta darbelere karşıyız hepimiz barçalıyız.

Devamı ...

6 Mayıs 2009

En İyisi Futbloglar - Resimleri İçin Tıklayınız


 futbloglar

Futbloglar kanımca en iyi futbol blogları takip aracı. Üstelik papazınçayırı’nın da içinde bulunmasından en çok memnuniyet duyduğum yapılardan biri. Önce şunu söylemek lazım, bu “çok fazla futbol blogu var” geyiğini anlamlı bulmuyorum. Bir şeyin çokluğuna ancak ihtiyacın üstünde olması ile karar verilebilir. Üstelik bloglar ne yapıyor? Okuyucuya en geniş manasıyla bir veri sunuyor. Yani blog yazarları bu bloglar aracılığıyla başka insanlarla iletişim kuruyor. O halde bloglar nasıl çok olabilir ki? İnternette byte mı bitti abi? Sınırlı sayıdaki binary sayıları israf mı ediyoruz? Veya bloglar zorla birilerinin bilgisayarını açıp kendilerine maruz mu bırakıyor? Okuyucu istediği kadar blogu okuyabilir, istediği kadar blog arasında hangilerini okuyacağını seçebilir.

Bizim blog açıldığından beri bir çok blog okudum ve bunlar arasında bir kere baktıktan sonra bir daha bakmadıklarım da var. Aynı dinlemediğim radyolar, okumadığım gazeteler, izlemediğim TV programları ve takip etmemeyi seçtiğim internet siteleri gibi. Bütün internet dünyası benden soruluyormuş veya herkes benim evdeki bilgisayarın harddiskini kullanıyormuş gibi “olm çok fazla site var lan” demeyi anlamlı bulmuyorum. Var da ne oluyor yani abi? İnternette çok fazla site var, akıl almaz derecede çok var ve hiç birimiz “lan artık çok fazla site oldu anasını satayım” diye huysuzlanmıyoruz. Aynı şey. Blog var, futbol blogları da var, insanlar da açıyorlar. Demek ki bu konu üzerinden iletişim kurmayı isteyecek çok fazla insan var. Hepsi bunu ne kadar kaliteli yapıyor tartışılır, ama bu da “kalite” kelimesinin subjektif bir beğeni ölçütünü imlemesinden kaynaklanıyor. Aynı herkesin aynı müziği dinlememesi ve bazı müzikleri “kalitesiz” bulması gibi. Heyhat bugün birinin mutlak olarak kalitesiz bulduğu şeyleri deli gibi dinleyecek kadar çok insan var dünyada.

Yalnız bu blogları takip etmek isterseniz, bir aracıya ihtiyacınız var. Bütün beğendiğiniz blogları, güncel ve düzgün bir şekilde takip edebilme, bloglar arasındaki ilişkileri ve atışmaları izleyebilme, üstelik de “şukela” diyebilme şansınız bilindik RSS okuyucular ile filan pek mümkün değil. Futbloglar çok akıllıca bir çözüm olarak bunu bizler için yapıyor. Açıyorum Futblogları kim ne demiş, son olaylar hakkında birbirinin aynı kaç yazı yazılmış, yeni, değişik ve düşünülmemiş ne söylenmiş takip edebiliyorum. Başka konulardaki bloglar için de bu yöntemi tavsiye ederim. Madem blog ödülleri karı blogları diye bir kategori yarattı mesala onların da “karıblogları.com”u olsun, yemek blogları var “tarifblogları.com” yapılsın. Futbloglar iyi model.

Futbloglar’ı sırf bu sebeple de seviyor değilim. Muadilleri arasında ikametgah ilmuhaberi, noter onaylı nüfus kağıdı sureti ve savcılıktan sicil kaydı istemeyen bir o var. Aynı tornadan çıkmış, aynı şekil şemalde ve rahle-i tedrisatta blogları pazarlamak gibi bir amacı da yok. Olanı sunuyor işte. Olan bu. Fanatik yazarların blogları da var, subjektif yazarların blogları da var, Beşiktaşlılar, Fenerbahçeliler, Galatasaraylılar ve tabi Millwall’lular var. Bu Millwall da nasıl şeymiş anlamadım. Ömrü hayatımda bir tane Millwall’u görmüş değilim, blog dünyasında hiç olmazsa 40 tane gördüm. Dünyada İngiltere’den sonra en çok Millwall taraftarı Türkiye’de lan herhalde.

 millwall
hottest millwall fan 2008 birincisi


Futblogların bu yapısı, yani belirlenmiş sınırlar içerisinde belirlenmiş bir konu çizgisini “hoşa gider” bir üslupla sunanları yayınlamaya yönelik tek kimlikli zihniyeti olmaması, daha farklı mecralardan daha farklı fikirlerin de duyulmasına imkan tanıyor. Evet hep beraber curva nord, curva sud geyikleri yapabilir, Barcelona’nın 1963 kadrosunun 2009 kadrosuyla karşılaştırmasını keyifle irdeleyebilir, hazırladığımız analizleri maçı izledikten sonra Galatasaray – Fenerbahçe maçı heyecanıyla gene sunabiliriz ama futbloglar illa ki böyle yapan blogları sunacağım gibi bir dayatma yapmıyor.

Dolayısıyla futbloglar’ı futbol bloglarını takip etmek için tek geçiyorum. Bir de şu widgetı düzgün bir hale getirseler, siteye koyucam direkt, o da son söz eleştirisi olsun. George Best yaşasaydı, yeminlen bak, futbloglar okurdu. O kesin.
Devamı ...

Blog Ödülleri 2009


bö2009

"Ödüller yapılan törenle sahiplerini buldu" Bu cümleyi aynen bir başka ödül töreninden copy paste ettim. Bütün ödül törenleri için bu cümle kullanılıyor herhalde. Törene bizim PVH de katılmış. Ülker Spor Blogları kategorisinde son baktığımda 5. sıradaydık, oy veren herkese teşekkür ederiz. Bu mevki sebebiyle herhangi bir ödül alamasak da Blog Ödüllerinde "Hepimiz Papazız, Papazın Çayırıyız" diye bağıran, tezahüratları ve sloganları ile konferans sırasında bizi de oraya taşıyan fasulyedencilere, "fa-sul-ye-den kom lalala laylaylay" tezahüratı ile (ro-ber-to carloos lalaalay lay lay melodisiyle) mukable ediyoruz. Blog ödül törenleri ile ilgili içeriden bir yazı için fasulyeden.com, bizi ve 3puan'ı geçip ikinci olan o muhteşem blog için fenerlig ve üçüncü olarak takdirlerimizi toplayan blog içinse eskrimciler'e bakınız. Son kertede Canarino'ya da teşekkür etmek istiyorum, onun gösterdiği desteğin en ufak karşılığı bu olabilir. Blog Ödülleri 2010'da birinci görücem bu blogu, valla yazıların çıktısını alır postayla evinize gönderirim bütün posta sistemi felç olur, ansiklopedi ebadında yazıyoruz lan burda.

Devamı ...

Psikoloji Bozmak


fb bjk

Şu sıralar ortalarda olmamamın sebebi tatile çıkmam. Seneler sonra tatil için İstanbul'a gelmek ilginç bir ruh haline sokuyor insanı, öyle bir turist psikolojisine girmişim ki vapurda karşıya geçerken Kız Kulesi fotoğrafı bile çektim. İlk geldiğim gün fasulyedencilerle blog ödülleri törenine gittim. Ödüllerde kopyala-yapıştır usülü çalışan bir Fenerbahçe blogunun ikinci, eskrim blogunun üçüncü olması sebebiyle okuyucularımızı kınadım. Yine de afili giysileri ile törene katılanların arasında tezahuratlarla ve yamyamlıklarıyla törene renk katan fasulyedenciler papazınçayırı için "yenilsen de yensen de taraftarın seninle, papazında çayırında seninle birlikte" tezahuratı yaptı. Gönüllerin şampiyonu olduk...

Bir sonraki gün Beşiktaş maçımız vardı. Uzun ayların ardından maça gitmek isterdim fakat 70 milyonluk bilet fiyatı öğrenci bütçemi sarsacaktı. Aynı akşam bir arkadaşım tarafından Beşiktaş'ın orta yerinde satılınca aklıma bir muziplik geldi. Gittim Beşiktaş'ın göbeğinde bir kahveye, eski usül maç izlemeye... Maç öncesi insanların yüzlerinde bir rahatlık vardı, Sivas da puan kaybetmiş, Fenerbahçe'de Gökhan Gönül stoper oynayacak, Lugano ve bunları boş geçmeyen Alex zaten yok. Eminim üç farktan aşağısına ceketini veren bile bulurdum.

Fenerbahçe ayağa pasla, oyunu ve orta sahayı kontrol ederek başladı maça. Beşiktaşlılarda hâlâ bir rahatlık var gibiydi, sanırım Fenerbahçe'nin eksiklerine ve bu sezonki performansına güveniyorlardı. Guiza alışkanlığı gereği Rüştü'nün üzerinden topu aşırınca girdikleri şekle çok gülmek istedim ama vize başvurusu için fotoğraf çektirmem lazımdı, gözlerim mor çektirmesem iyi olurdu, kafamı öne eğdim. Guiza'dan yedikleri gol öyle bir şoka uğrattı ki küfür bile edemediler. Kazma, küçük emrah, acıların çocuğu dedikleri adam dönmüş sus yapıyordu suratlarına, küfür bile edemiyorlardı. En çok da her maç izlenen ortamda bulunan heyecanlı adamı izliyordum golden sonra. Beşiktaş topu orta sahada bile alınca ayağa fırlayan eleman kafasını sandalyeye vurmaya başladı, ve ben hâlâ gülmüyordum, daha büyük bir sabır testini geçemem.

İkinci yarı Ali Bilgin asist yapınca ne olduğunu anlamadılar, ben tek kelime bile etmiyordum, hiç tepkim yoktu ama nedense yanımdaki adam beni teselli etmeye çalıştı. Beşiktaş gol atınca nedense çok sevindiler, hatta golden sonra kamera Semih'e döndü ve orada bayağı bir küfür ettiler, nedenini tam anlamadım. Ben aynı tepkisizlikle oturuyordum, sanırım "2-1 oldu yahu neden sevinsin" diye düşündüler, işte o zaman Bjk ikinci golü atmasın diye çok dua ettim çünkü onda da aynı tepkisizliği görünce foyam ortaya çıkacaktı.

Sivas kazanmış olsaydı hem izlediğim yerde hem de İnönü Stadında olaylar çıkar, küfürler dinmez, biz daha da çok eğlenirdik, fakat bu durumda bile şampiyonluk şansları yüksek olduğu için sineye çekip oturdular. BJK'nin varlık amacı Fenerbahçe'yi yenmek. Senelerdir berabere bile kalamıyorlar. Tevazuya gerek yok, Alexsiz, Luganosuz, Edusuz, Gökhan Gönül stoperli, Ali Bilginli kadroyla dalga geçe geçe yendik. Çaktırmak istemeseler de çok fena sinirlerini yıpratmış durumdayız. Eminim kupada bizi yenmeyi şampiyon olmaktan çok istemeye başlamışlardır diyordum ki biraz önce Beşiktaşlı bir arkadaşı gördüm ve bu kanaatimin doğru olduğunu bizzat onayladı. Tahir Kıran-Ulusoy ikilisi de İnönü Stadında maçı izliyordu, bakalım kupa finaline Selçuk Dereli verilecek ve Ulusoy'un hasta akrabalarına Fortis Kupası ile manevi destek sağlanmaya devam edilecek mi.
Devamı ...

5 Mayıs 2009

MSN Messenger v. Ronaldinho


ronaldinho

Kaç yaşında adamsın, milyonlarca dolar kazanıyorsun, Milano gibi şehirde yaşıyorsun, dünyanın gelmiş geçmiş en büyük futbolcularından biri olarak gösterildin ve ne yapıyorsun? Üniversiteye yeni başlamış çocuk gibi, heyecandan yerinde duramayan ergen gibi msn açıp karıya kıza poz yapıyorsun. Şu hallere bak lan. Olm Floransa iki adım, Paris üç adım, paran var pulun var Avrupa'nın ortasındasın, her akşam yemeğini başka şehirde ye, Londra'da güzel bir tiyatro izle, Prag'ı gez, Viyana'da bir senfoni dinle. Haydi hiç böyle işlere girmiyorsun, "Olayım karrrıdan ibarettir benim hacı" diyorsun, çık dolaş nihayete ereceksin, MSN ne lan? Ahaha bir de diller filan. Bandanayı da takmış, evde şekil yapıyor haspam. (Ha bir de yanda kaynağı verdim, linkleri karıştıranlar Pato'nun pipiyle de karşılacaklar. Uyarayım.)
Kaynak: The Spoiler


Devamı ...

4 Mayıs 2009

Filippi


letizia filippi

Cristiano Ronaldo'nun bilinen 25 sevgilisinden 22.si Letizia Filippi. Kendisi Imogen Thomas'dan sonra Alyona Hanes'ten önce, son Ronaldo sevgilisi döneminden de 3 dönem önce görev aldı. Görev süresi boyunca kesintisiz hizmet verirken, özellikle plajda top sektirmesi ile Ronaldo'da da büyük memnuniyet yaratan Filippi, bu dönemde defalarca haber oldu ve gazetecilere büyük materyal sağlamasıyla dikkatleri çekti. Bunlara rağmen görev süresini 2008 yılının ötesine taşıyamadı. Yapılan bir devir teslim töreni ile bayrağı Alyona Hanes'e teslim eden Filippi'yi o günden sonra da medya önünde göremedik. Bildiğimiz tek şey bir italyan olmasına rağmen Inzaghi ile beraber olmaması ki bu da takdire şayan bir şey.

Devamı ...

Hıncallaşan Çarşı


beşiktaş taraftar

3 Puan da yazmış, Çarşı’nın internet sitesinde bir klasik değişmedi. Her Beşiktaş Fenerbahçe maçından sonra hakem hataları bulmaya çalışan, bir yenilgiyi futbolla değil ancak ve yalnız -komplo teorileri yaratarak izah etmeye muktedir bir akıl Çarşı’nın internet sitesinde egemenliğini devam ettiriyor. Bu akıl, bahaneler, mazaretler, komplo teorileri, iç ve dış düşmanlardan mürekkep bir retoriği böyle cafcaflı bir şekilde kullanırken türk futboluna da Hıncal kadar zarar veriyor, hıncallaştığı ölçekte de haksızlığa düçar oluyor. Ne diyorum? Çarşı siyah beyaz Hıncal olma yolunda ilerliyor.

Allaha şükür hafızamız yerinde. Geçen sezon sonu Çarşı grubu kendini feshetmişti. Asi Ruh belgeselinin gala gecesinde yapılan açıklamada grubun dağıtıldığı açıklanmış gerekçe olarak da "Çarşı markasının Beşiktaş’ın önüne geçtiği iddiaları"," Çarşı kurucularına “olmadık mesnetsiz” iddialar ileri sürülmesi", "Beşiktaş camiasının birlik ve bütünlüğünün bozulması", "kimi adli olayların tüm tribüne mal edilmesi" gösteriliyordu. 3 ay sonra Çarşı tribüne geri döndü. Yukarıda sayılan gerekçelerden hangisinin ortadan kalktığı da açıklanmadı. Bir tribün grubu olarak sezon kapanmışken kendilerini feshedip sezon başlayınca tekrar dönme komedisi Çarşının ismiyle anılıyor bugün.[1]

Dönmüşken eski ve klasikleşmiş alışkanlıklarını da devam ettirdiler. Çarşı’ya göre Beşiktaş mucizevi bir takım. Mükemmel bir futbol oynuyor, harika futbolcuları var, asla hata yapmayan teknik direktörler tarafından yönetiliyor ama sadece Beşiktaş oldukları için şampiyon olmaları engelleniyor. Engelleyenler “dış düşmanlar.” Bunlar Türk Futbol Federasyonu ve onun “tetikçileri” eliyle Beşiktaş’ın şampiyonluğunu engellemek için olmadık işler yapıyorlar. Maçlarını kaybettiriyorlar, haksız yanlı kararlarla takımı “biçiyorlar” Emperyalist Batı’nın yerli işbirlikçiler eliyle Türkiye’yi yok etmeye çalıştığı yollu paranoyak görüş ve dil aynen Çarşı tarafından kabul edilip “izahat” olarak sunuluyor.

Çarşı’nın izahatını yapamadığı tek şey, bu mükemmel, muhteşem ve elbette harikulade takımın nasıl olup da uluslar arası turnuvalarda gelenin geçenin yendiği, tarihi farklar attığı bir takım olduğu da değil. Bizzatihi böyle bir komplo senaryosu varsa Beşiktaş’ın bugün nasıl olup da ikinci olabildiği, kazandığı maçları nasıl kazandığı? Böyle bir komplo varsa Fenerbahçe ve Galatasaray’ın bu takımın arkasına düşmesi mümkün mü, makul mü? Elbette değil ama bu tipte hamasi şeyler de gerçekliği açıklamak için değil, bir bahane üreterek gerçeği açıklamamak için söylenir zaten. "Yıldırım Demirören yönetimi beceriksiz ve kifayetsiz bir yönetim olarak senelerdir Beşiktaş’ın milyonlarca dolarını harcayarak kulübü kendilerine borçlandırıyor, bütün bu maliyetlerle Gökhan Zan, İbrahim Üzülmez, Cisse ve genel olarak kadronun tamamı gibi ortalama bir kadro kuruyor, bu kadro da yazgılı olduğu gibi başarısız oluyor" demek biraz dik ve yönetim ile kavgaya teşne bir tutum olacağından da söylenemiyor. Gelsin MHK gitsin TFF, Fenerasyon, Tetikçi, Şike, Peşkeş, Beşiktaş Ulan!’dan mürekkep gargara.

Ben yardımcı olayım istiyorum, Beşiktaş neden Fenerbahçe maçını kaybetti? Çünkü çok kötü oynadılar. O kadar kötü, o kadar rezil oynadılar ki Alex, Edu, Lugano’nun dahi oynamadığı tarihinin en kötü Fenerbahçe kadrolarından biri bile kendilerini rahatça yenebildi. O kadar kötü oynadılar ve o kadar kötü bir sisteme sahipler ki, sol kanatta 40 metre boş alan kaldı, orta sahada tek top yapamadılar, maçın 80. Dakikasına kadar takım olarak yapabildikleri bir tane atak bile yok. O kadar kötü ve verimsiz oyuncuları var ki, birinci golde Gökhan Zan ileri çıksa Guiza Ofsaytta kalacağından pozisyonu daha baştan öldüreceklerdi, bunun yerine Fenerbahçe’yi izlemeyi tercih edecek bu stoper bir stoper gibi düşmeden topa müdahale edeceğine kendini yerlere bırakmayı tercih ettiğinden, Rüştü’de oyun sürerken oyun durmuş gibi el kol kaldırmayı seçtiğinden buz gibi gol yediler. (bkz: amerika deplasmanı | alan nasıl paylaşılmaz) Holosko’nun bireysel yeteneği ve 4 Fenerbahçeli oyuncunun kollektif saçmalaması olmasa gol atamayacakları gibi, Fenerbahçe son paslarda azıcık yetenekli olsa, dörde iki, dörde bir yakalanan 3 pozisyon da rahatça gol olup maç beşli skorla da bitebilirdi. Bu da yeni bir şey değil, Beşiktaş ilk altıdaki hiçbir takımı yenemedi, hiçbir maçta iyi oynamadı, her birinde de karşı takımlar hakkıyla maçı aldı. Galatasaray, Ankaraspor, Bursaspor, Sivasspor hangi birinde ne oynandı ki, bu maçtan ne bekleniyor?

Yalnız şunu da söylemeden geçmeyeyim Forza Beşiktaş forumlarında da bu komplo teorisinin geçer akçe kabul edilmediği belli. “Kanser ettiniz yeter ulannn” başlıklı konuda taraftar şöyle diyor: [2]

“Düne kadar taraftar " ölünüzü dirinizi her hafta birinizi " diye besteler yapıyor, sen kalk önce Bursa sonra Fenere inönüyü cennete çevir. Hangi şampiyonluktan bahsedeceksiniz artık ? Olsanız kaç para edecek bu şampiyonluk ?

Bursa geldi geçti, Fener geldi geçti , Galatasaray geldi geçecek o da. ÖLÜLERİ DİRİLERİ HER HAFTA BİRİLERİ'ne çevirdiniz ya. Lanet ediyorum... Şampiyon olursanız kupanıza, olmazsanız alayınıza ! “

“her zaman aynı olay umutlandırıp utandırıyorlar..
Hİç mi düşünmezsiniz şu taraftarı yazıklar olsun”

“bu futbulcularda nasıl bır kısılık vardır nasıl bır ruh vardır o kadar taraftarın onunde hıcmı top oynamaz ınsann bu futbolla bırak sampıyonlugu bank asyadan superlıge bıle cıkamaz bu takım hepsıde kansız bunların bu takımdan kım gıderse gıtsın arkasından bakarsam serefsızım yeter ulannn 6 sene oldu 6 sene hep fener macındamı kaybedecez sampıyonlugu daha bı derbı kazamıslıgımız yok sokarım bogle sampıyonluga ıstemez kalsın sampıyonluk falan alayınıza ısyan edıyorum yeter artıkk...”

“büyük kaptanımızı vedat abimizi ettiğiniz gibi bizleri de KANSER ettiniz ulan.. yıllardır gelmedik mi stat kapılarına.. hangi şehre deplasmana gittinizde arkanızdan kavga gürültü patırtıyla koşmadık? Nerede yanlız bıraktık nerede ayrı kaldık.. stadımıza evimize kartal yuvamıza almadılar, stat kapılarından bağırmadık mı bir yerimiz yırtılana kadar.. hiç mi biriniz okumaz görmez duymazsınız isyanlarımızı?? yeter lan yeterrrrrrrrr.....”

“6 senedir ortasahada ayağa top yapmıyoruz,Şişiriyoruz. 2 top üst üste yapamiyoruz..

Bu kadroda kalıcak 1-2 topcu vardır onun dışında allahın kulunu tutmacaksın..”

“Ya başlarım böyle işe ne tadım kaldı ne tuzum... Bu kaçıncı derbi mağlubiyeti utanın artık yazık hemde ne yazık...Başlarım sizin oynayacağınız oyununuza.”

“6 yıl oldu be... tam 6 yıl... bu taraftarın bu geceki oyunu hakettiğine inanmıyorum. nedir bu fenere olan zafiyetiniz? adamlar kendi evimizde bizi tamda rotamız şampiyonluğa çevirmişken, bütün fırsatlar önümüze sunulmuşken yenebiliyor anlamadım? tarbzonu yensek liderdik, sivası yensek liderdik, bursayı yensek liderdik, feneri yensek liderdik....ayıptır, günahtır...”


Bunlar da iki dakikada bulduğum yazılar. Dolayısıyla taraftarın gördüğü somut gerçeklik ile Çarşı’nın beyan ettiği arasında derin bir ayrım var. Çarşı’nın da bu gerçekliği görmediğini düşünmek zekalarına hakaret etmek olur sadece Çarşı bu gerçekliği ifade edebilecek durumda değil, gerçekliği ifade etmek onun sorumluluğunu da almak olduğundan Çarşı bu sorumluluğu alamıyor, zira açıkça Yıldırım Demirören ile kavga etmek istemiyor. Takımın kötülüğü ve başarısızlık son kertede başkanlarının performansından kaynaklandığından bunu söyleyemiyorlar. Bu da onları gittikçe Hıncallaştırıyor, bütün bir türk futbolunu komplo senaryoları üzerinden izah eden Hıncal’ın komploculuğu onlara da sirayet edip, bu sefer Beşiktaş üzerinden bir kere daha üretiliyor, bu komplo teoriciliği de böylelikle bu sefer Çarşı eliyle toplumsallaştırılıp kitleye empoze ediliyor. Sorun, bunun bizzatihi sorunları görmeyi engellemesi, Beşiktaş’ı son senelerde kaderi olan başarısızlığa mahkum etmesi. Onlar adına karar verecek halimiz yok ama bugün kullandıkları bu dil ile Beşiktaş’ın mevcut durumunun sebeplerinden biri olduklarını da söylememiz gerekiyor.

Bir de sene ortasında 27 senedir beşiktaş üstünde oynanan oyunlar diye konuşan Yıldırım Demirören [3] bile “hep hakemleri suçlamayalım” çizgisine geçmişken ilk yenilgide o çizgiyi ana sayfadan sürdüren bu grup, Demirören kadar dahi doğru bir şey söyleme imkanını kaybetmiş demektir ki, dön baba dönelim, sezon sonu kendilerini fesh etseler yeridir. Ziyanı yok sene başında bir kere daha tribünlere dönerler.

[1] http://papazincayiri.blogspot.com/2008/08/ar-dnd.html
[2] http://forum.forzabesiktas.com/viewtopic.php?f=25&t=11419
[3] http://papazincayiri.blogspot.com/2009/03/bir-milli-guvenlik-sorunu-olarak.html
Devamı ...

Emre Sen Bu Formayı Giymeyi Hak Etmiyorsun


emre

Emre, bu blog ve kişisel tarihimde bir yazıyla savunduğum en büyük yanılgı, en keskin hata, en büyük naiflik örneği oldu benim için. Daha önce peşin hüküm vermemek gerektiğini, bir şansı hakkettiğini, değişebileceğini, bu şanstan mahrum edilmemesi gerektiğini yazmıştım. Karşıma alıp demek istiyorum ki, “Emre, senede 4,5 milyon Euro kazanıyorsun. Kariyerin çöküş aşamasındayken Türkiye’nin en büyük kulüplerinden birine geldin. Yapman gereken tek iş, insan gibi bildiğin tek ve yek işi yapmak, futbol oynamak. Bunu dahi insani kıstaslarla, kimseyle kavga etmeden, hiçbir olay çıkarmadan beceremeyecek bir insansan bunları hak etmiyorsundur, hatta doğrusunu söyleyeyim bunların yarısını dahi hak etmiyorsun. Değil Fenerbahçe formasını giymeyi futbol oynamayı hak etmiyorsun. Bu oyunun ruhuna dahi değil, sen sahada bizim vicdanlarımıza va insaniyetimize hakaret ediyorsun.” Çünkü bıktım. Çünkü Emre’yi sahada izlerken yaşadığım tiksinti kelimelerle tarif edilemeyecek bir hale geldi.

Türkiye’de resmi işsizler ile işsiz sayılmayan mevsimlik işçiler, genç işsizler, son 4 ay içerisinde iş aramayanlar birlikte eklendiğinde %16 işsizlik var. Bu ülkede her 5 gençten bir tanesi mutlak yoksulluk sınırı altında yaşıyor. 20 milyon insanın yoksulluk sınırı altında yaşadığı değerlendiriliyor. İçinde yaşadığımız toplumda üretenler var, ailesini geçindirmeye çalışanlar var, uzun uzun bir toplumsal tablo çizmeyeceğim. Kat-i netice, gerçek kahramanlar, gerçek savaşlar sokaklarda yaşanıyor. Her gün ailesini geçindirmeye çalışan insanların, günde 10-14 saat çalışanların, bu topluma katkı sağlayıp sonra yaşlanınca bir hiçmiş gibi unutulanların hikayelerinden başımız dönebilir. Peki bu adamlar ne yapıyor? Formalarını taşıdıkları takımın taraftarlarının mutluluklarından başka toplumsal ölçekli bir üretim yapamayan bu adamların hikayeleri bu temel gerçeğe de biraz uygun olmalıdır. Kazandıkları paralar, isimleri, şöhretleri tamamıyla bizlerin toplu halde vermiş olduğu değerlerden kaynaklanan, hiçbir üretimi, katkısı olmayan bu adamlar taifesi, üstlerinden güzel hikayeler anlatmamız dışında neye yararlar? En nihayetinde 90 dakikalık bir mücadele bütün senfonik heyecanlarıyla, kalp durduran anlarıyla, zaferleri ve yenilgileriyle yalnızca bizim akıllarımızda gerçekleşen ve bizimle, taraftarla, manalanan bir hikayedir. Çıkarın heyecanlarımızı, tutkularımızı, bu hikayeleri anlatırken seçtiğimiz güzel kelimeleri geriye hiçbir güzellik kalmıyor. Bu oyun bize hikayeler de anlattırdığı, heyecanlar yaşattırdığı için güzel ve bütün futbolcuların yaptıkları tek ve en büyük şey bizi daha büyük heyecanlara, daha güzel hikayelere gark etmek. Tolunay’ın dediği gibi hiç biriniz atom fizikçisi değilsiniz, geçtim atom fizikçisini sıradan bir doktor kadar insanlığa katkınız yok, bir bakkalın üretimi kadar dahi hayata katkı sağlayamıyorsunuz. Ama bir gösteri sanatı olarak da Edip Cansever’in tek mısrasının insanlığa katkısı sizin hepinizden, topunuzdan değerli. Bir Shakespeare sonesi, bir Beethoven bestesi, ruhlarımızı yücelten güzellikler skalasında ortaya koyacağınız sanatsallıktan başka hepimize hissettirebileceğiniz hiçbir şey yok. Ancak sizin üstünüzden -de- güzel şeyler anlatabiliriz. Bir kahramanlık hikayesi, bir mücadele öyküsü, Rıdvan'ı anlattığımız türden bir zerafet tanımı verebilirsiniz. Ama bu kadar. Biz bunları sizin üstünüzden anlatırız ve katkınız da ancak bir vesile olmaktan ibarettir.

Şimdi buradan bağıra bağıra söylemek istiyorum Emre artık yeter!

Çok utanman lazım. Çok fazla utanman lazım. Bu gece utancından kıpkırmızı olman, yerlere kapaklanman, nedamet dilemen lazım. Bir af, bir şefaat için göklere ellerini açman lazım. Artık yeter. İçinde yaşadığımız dünyada yüz milyonlarca insan senin sahip olduğun şansın yüzde birine sahip olamadan göçüp gidiyor. Kötü insanlar oldukları için değil, değersiz insanlar oldukları için değil. Hayat kurtaran doktorlar, yüzlerce insana iş olanağı sağlayanlar, görülmüş en büyük filozoflar dahi senin kadar şansa sahip değil. Napolyon yenildikten sonra ayağa kalkamadı, Ceasar’a bir kere düşmesi yetti ama bunlar dahi senin yanında öylesine büyük örnekler ki. Ailesini geçindirmek için bütün hayatını harcayanlar tam bir rahatlığa ermişken hiçbir şekilde sorumlu olmadıkları bir krizin etkisiyle tüm varlıklarını kaybediyorlar, en parlak bilimadamları bir anlık hatalarından dolayı mesleklerinden oluyorlar, en güzel insanlar tek bir kelime ettikleri için sokak ortasında ölü yatıyorlar. Ufak bir hatanın işsizler ordusuna tekrar katılmak anlamına geldiği bu dünyada bu sahip olduğun şans o kadar nadir ki, bu ülkede bir tek sen, yalnızca sen bu şansa sahipsin ve efendi gibi, zarif bir şekilde, centilmence 90 dakika top peşinde koşabilmen için de senede 4,5 milyon euro veriliyor. Yapacağın iş bir tek kendine hakim olmak iken bunu dahi beceremeyeceksen, utancından yerin dibine girmen, sokağa çıkamaman, arkadaşlarınla konuşamaman ve ağlamaktan gözlerinin şişmesi gerekir. Daha fazlası, bunu, bu kadar şansa rağmen becerememen sebebiyle kendinden nefret etmen gerekir.

Sahanın ortasında, bu ülkenin en büyük derbilerinden birinde, çıkıp sahanın ortasında kendi takımından bir oyuncuyla kavga edecek kadar büyük bir sorumsuzluk, üstüne yürüyüp tehditler savuracak kadar kendinden geçmişlik, saha kenarına çıktığında öfkenden hala daha hocanla münakaşa etmen.. Bütün bunlar utanılacak şeylerdir. Sinirden kendini tutamaman, burnundan soluman, tek yapması gereken iş ahlak dairesinde top oynamak olan bir adam için fazladır. Suratımıza küfür eder gibi bunları yapman, bunları yapmaktan da utanmaman, mümkün ve müsait olan her maçta bunu tekrarlaman alışkanlıktan da öte bir şey ve bunu böyle ısrarla devam ettirmen artık bizde yalnızca büyük, derin ve güçlü bir öfke yaratıyor. Başka bir şey değil.

O formayı hak etmiyorsun Emre. O formayı hak etmek için hiçbir şey yapmadığın için, o formanın ne manaya geldiğini anlamadığın için, güzel bütün hikayelerin ortasında Iago gibi dikilip ağzımızda paslı bir tat bıraktığın için, yüz milyonlarca insanın sahip olamadığı şanslara sahip olup bu kadar kolay israf ettiğin için, kendi arkadaşlarıyla bile kavga edecek kadar çığrından çıktığın için, güzel oyunumuzu bizden alıp rezil rüsva ettiğin için ve genel olarak hayatın boyunca yaptıklarının topu yüzünden hak etmiyorsun. Bir Alkibiades değilsin, Alkibiades’İn yüzde biri bile değilsin ve 20 sene sonra unutulacaksın çünkü unutulmayı hak ediyorsun. Bırak git, sen her forma giydiğinde sarı lacivert her şeyi kirletiyorsun.
Devamı ...

Beşiktaş 1 - Fenerbahçe 2
TSL 03/05/2009


beşiktaş fenerbahçe

İSTANBUL/MERT AYDIN- Sivas öğlen öğlen Gaziantep'te kaybetmiş, Fenerbahçe zaten şampiyonluk yarışına çoktan veda etmiş. Beşiktaş kazandığı anda bitime 4 hafta kala lider olacak. Bir de üstüne haber geliyor Fenerbahçe kampından: Gökhan Gönül stoper. Bu sezon teknik direktörler sakatlık ve cezalardan değişik stoperler üretiyor. Bülent Korkmaz'ın Kewell'ından sonra Aragones'in Gökhan Gönül'ü. Hmm, sıra Mustafa Hoca'da. Acaba Rüştü uygun olur mu savunmanın ortası için?

Kupa finaline endeksli ve savunması garip bir dörtlü halindeki Fenerbahçe, maça beklenenin çok üzerinde bir pas trafiğiyle başladı. Trafiğe polis olamayan Beşiktaşlı oyuncular, 3'te Deivid'in yaydan şutunu izlediler. Rüştü iki hamlede çıkarabildi. 8'de Beşiktaş karambolde golü atıyordu. Ekrem'in vuruşunu Gökhan çıkardı kaleye yönlenmişken.

20'de Selçuk'un 25 metreden zımbasında Rüştü köşede belirdi. 29'da Güiza'nın sağ çaprazdan vuruşunda da efsane kaleci Rüştü'nün refleksi vardı. Hızlanan oyunda 30'da Delgado'nun kornerinde Volkan boşa çıktı. Gökhan Zan, Güiza'ya rağmen vurdu. Yasin topu çıkardı.

33'te Beşiktaş savunmasını allak bullak eden bir Fenerbahçe atağı daha geldi. Semih'le Gökhan zan'ın mücadelesinde top, Güiza'nın önüne geldi. Tüm sezon dalga geçilen İspanyol müthiş bir aşırtmayla ağları buldu: 0-1. Faul var mıydı, yok muydu? Bırakalım sabaha kadar oynatsın büyüklerimiz. 40'ta sağdan Ekrem'in ortasında Volkan'dan önce davranan Bobo'nun kafası dışarı çıktı.

İkinci yarıya Yusuf ve Cisse ile giren Beşiktaş hemen pozisyon buldu. Yusuf, hünerli ayaklarıyla 47'de soldan kaçan Bobo'nun önüne bıraktı topu. Brezilyalı topu uzun uzun sürdü. Ama vuruşunda Volkan başarılıydı. 54'te Ali sağdan geldi. Geriye çıkardı. Semih'in şutu üst direğe çarpıp ağlarla buluştu: 0-2.

Beşiktaş tam uykudayken golü buldu. 64'te Holosko topla dans ederek ceza alanına yaklaştı. Önü açıktı. Bu kadar boş bir Holosko'ya atış talimi yaptırırsanız gol olur: 1-2. 78'de Holosko sğda topla buluştu. Yerden vuruşu Volkan'da kaldı.

Beşiktaş lider olmak istemiyor. Bunu anlamaya başladık. Hazır Sivasspor yenilmişken Fenerbahçe'yi, iddiasız Fenerbahçe'yi yenselerdi hem lider olacaklardı hem de şampiyonluk yolunda büyük adım atmış olacaklardı.

BEŞİKTAŞ-FENERBAHÇE: 1-2
Hakemler: Yunus Yıldırım, Serkan Gençerler, Volkan Narinç
Beşiktaş: Rüştü, Ekrem, İbrahim Toraman, Gökhan Zan (46 Cisse), İbrahim Üzülmez, Holosko, Sivok, Ernst (71 Serdar Özkan), Tello, Delgado (46 Yusuf), Bobo
Fenerbahçe: Volkan Demirel, Ali, Gökhan Gönül, Yasin, Roberto Carlos, Deivid (87 Gökhan Emreciksin), Emre (56 Deniz), Selçuk, Uğur, Semih (65 Kazım), Güiza
Goller: Holosko (64); Güiza (33), Semih (54)
Sarı Kartlar: Gökhan Zan; Roberto Carlos
Devamı ...