Azizsilin
Medya bu “Azizsilin” lafını sevdi. Manası şu, Fenerbahçe birkaç maç kaybeder, Aziz Yıldırım, the patriark, teknik direktöründen futbolculara kadar herkese bir doz fırça kayar, soyunma odasını basar, futbolcular “otorite”nin fırçası karşısında kendilerini toparlarlar, teknik direktör yaptığı yanlışları görür ve bu büyük rehberin açtığı yolda, gösterdiği hedefte yürümeye başlayıp, fırçayı yemiş birer çocuk gibi babalarını gururlandırmak için harekete geçerler. (Manevi oğlu Emre de gol yedikten sonra topu alıp santraya koşarken “hadi bakalım başlıyoruz beyler” diye bağırırsa çifte etkiyle maçları kazanmamız daha mümkün, bu taktik de camiaya benim hediyem olsun.)
Medya ve genel kamuoyu psikolojisi açısından Azizsilin elbette çok tutacaktır. Böyle bir irrasyonel fantezi ve kurgu bu topraklarda bir köke sahip. Türk Silahlı Kuvvetleri’nden Başbakan’a oradan Münir Özkul’lu filmlere kadar geniş bir spektrumdan çekirdek ailedeki idealize baba figürünün hareketleri bekleniyor ve bu hareketlere bir “mana” atfediliyor. Hata yapan bir çocuk babasından nasıl azar yerse, bu azarın işlevselliğine, doğru yolu göstericiliğine dair inanç da baba figürünü baba yapan, babayı baba kılan anlayış. Öyle ki fırçalamayan, azara kesmeyen “otorite” otorite olmaklığını, baba iktidarını kaybediyor. Otorite figürünün azarlama hakkı yalnız verilmiş ve teslim edilmiş bir “hak” da değil, aynı zamanda bir beklenti. Kocanın karısını, abisinin kardeşini doğru yola azarla ulaştırdığı ve bununla da olguların açıklandığı bir atmosferde, nihayetinde muhtıralar dahi "bilinçsiz", yani "henüz erginleşmemiş", halkın temsilcilerine karşı devletlü otoritenin otorite olmak sebebiyle doğru yolu gösterici “uyarısı” olarak anlamlanıyor. (Belki de siyasi iktidar ile TSK ilişkisini karı koca ilişkisin benzeterek açıklamak da mümkündür) Aynı Tayyip Erdoğan’ın bakanlar kurulundan, milletvekillerine ve oradan halka kadar uzanan bir skalada önüne geleni fırçalamasının otoritesinin altını çizmesi ve “sempatik” bulunması gibi.
Halbuki bu çevremizi kuşatan otorite figürünün tebaasını fırçalaması “babacanlığı” veya psikozunu bir taraftan otoritenin basiretsizliğine, işlevsizliğine bizzatihi fırçaya layik beceriksizliğine yormak da mümkün. Zira Baba – oğul ilişkisi haricinde, baba rollerine soyunmuş otorite, seçmediği oğulları ile yaşamaya ve varolmaya kaderli bir oluş değil. Kolayıyla, Aziz Yıldırım Fenerbahçe’nin babası, teknik direktör ve takımın tamamı da oğulları değil, illa ki beraber yaşamak zorunda olan, böyle bir birlikteliğe yazgılanmış ve mümkünatlar evreni bununla sınırlı bir ilişki yok ortada. Aziz Yıldırım “parasıyla” bu oyuncuları ve teknik direktörü seçiyor, alıyor, anlaşıyor ve nihayetinde onlardan bir takım kuruyor. O takımın yaptıkları, yapabilecekleri ve yapılmışları ise öngörülebilir, bilinebilir bir istatistiki, ölçme değerlendirmeye tabi evrende –futbolda- gerçekleşiyor. Çocuğun öngörülemez vazo kırması hadisesine tam karşıyaka bir durum soframızda, bu takım ve bu kadro bundan daha üstün sonuçlar almaya müsait mi? Bu kadro, olduğu hal ile, Fenerbahçe’ye cebren ve hile ile gelmiş ve yerleşmemişken beklentinin bu kadronun yapamayacağı şeyler seviyesine çekilmesi rasyonel mi?
Futboldan üç kuruş anlayan herkes dahi bu kadronun eksiklerini sayıp döküp Gülhane hatt-ı hümayunu hacminde yazılar meydana getirdi. Şimdi tam da transfer sezonu sona ermişken, Aziz Yıldırım’ın yapabileceği ve yaptığı tek şeyin “fırça” atıp sonra da bol inşallahlı bir ummaktan fazla olmamAsı Yıldırım yönetiminin zaafiyetinin altını çizen, üstüne de mühür basan bir olaydan fazla değil. Fırça atmak zorunda kalmadığın bir kadro kurmak elindeyken ve mümkünken, fırça atmaya yazgılı olduğun bir kadro kurmak, Josico, Maldonado, Selçuk, Deniz Barış, Uğur Boral, Colin Kazım, Wederson gibi vasatlardan oluşmuş bir kadrodan “şampiyon” beklentisine girmek bir yöneticiden beklenir, umulur şey mi? Önce bu kadroyu kur, sonra transfer döneminde birer vasatı takıma kat, ondan sonra takım yenildiğinde gir soyunma odasına fırçayı bas. Azizsilin, Aziz Yıldırım’ın yapmadığı her şeyin sonucu bir “sitemkar baba tavrı” ise Münir Özkul halet-i ruhiyesinden Yıldırım’dan başka kimi sorumlu tutacağız?
Şurası gerçek, takım top oynamadı ve elbette Fenerbahçe’nin mevcut kadrosu dahi İstanbul Büyükşehir Belediyespor kadrosundan daha “kötü” değildir. Ancak görünen köy de bu kadronun yetersizliklerinin bu kadroyu böyle oynatan bir teknik direktörle birleşmesinden böyle bir sonuç çıkacağıdır. Kaprislerle Tuncay, Appiah, Aurelio gibi isimleri kaybeden ve gene kaprislerle Daum, Zico gibi hocaları gönderen bir yönetim şekli, her şeye müdahil olacağım, transferleri ben belirleyeceğim, soyunma odasına gireceğim diretmesi ile kendisinin de soyunma odasını girmesini zorunlu kılan bir takım üretmekten başka bir şey yapamadı.
Bakın burayı açıyorum, Daum giderken “Futbolcular takımı benim yaptığıma inanmamaya başlamışlardı. Başkanın müdahaleleri, soyunma odasındaki tavırları, tüm takımda bu fikri oluşturdu. Devam etsem, hiçbir şey yapamayacaktım” diyordu, Zico aynı şeyden dert yanıyordu, soyunma odasına o kadar girildi, o kadar müdahale edildi, o kadar teknik direktör ve futbolcu harcandı ki, en nihayetinde yönetimi de soyunma odasına girmeye mahkum bırakan bir takım kuruldu, “yönetim istifa” sesleri yalnızca görüntüyü tamamlayan bir arka plan müziği.
İncil de der ki, “kılıçla yaşayan kılıçla ölecektir” buyrun soyunma odaları artık sizin, takım koşmuyor da artık, “yürüye yürüye” oynuyor, tam kafanıza göre bir teknik direktör var ve her şey istediğiniz gibi. Mutlak hakimiyetiniz ile mutlu musunuz şimdi?
[1] http://www.hurriyet.com.tr/spor/10957561.asp?gid=229
[2] http://www.tumgazeteler.com/?a=2762684
11 Şubat 2009 02:15
hatırlıyorum da 9 yaşındaydım bu seçimler olduğunda. aziz yıldırım bir oy farkla vefa küçük'ü geçtiğinde üzülmüştüm. çünkü hemşerimizdi vefa küçük ve onun olması ayrı bir gurur olacaktı bizim için. aradan geçti 11 sene. ve fenerbahçe dergisinin kapağı;
"1 oy farkla kazanılan 100 yıl"
(yanlış da olabilir, kusura bakmayın.)
gerçekten de 1 oyla 100 yıl kazandık mı? işte bu tam bir muamma. mert aydının geçen sene four four two'da bir yazısı vardı: "Aziz Yıldırım; melek mi şeytan mı?"
11 yıla bakınca o kadar çok kafamız karışıyor ki;
joachim löw gibi gelmeden 1 sezon önce stutgart'a kupa galipleri kupasında final oynatan hocayı şanssızlık dışında hiç bir kelime ile ifade edemeyeceğim şekilde şampiyonluğu kaçırdığı için kovuyorsun. 2 sezon sonra şampiyon olan kadro için 70 milyon dolar harcıyorsun. tamam iyi adamlardı andersson, rapaiç, revivo ama en basitinden andersson hayatta 10 milyon dolar etmezdi. sonra werner lorant faciası. aragones'in klüp teknik direktörlüğü konusundaki ayrı bir versiyonu, 1860 münih ile lig beşinciliği ve (emin değilim)bir almanya kupası dışında başarısı olmayan bir adamın eline ceyhun, ortega, yusuf ve revivo gibi 4 problem adamı veriyorsun. sonunda da o kurduğun takım ligden düşen takımı bile yenemeyip uefa kupasına gidemiyor. sonra bir bakıyoruz ki takım iyi yolda gidiyor. tarihimizin en iyi ümit milli takım kadrolarından biri olan 2002-2004 arası kadronun en iyi elemanlarını kadroya katıp, yanlarına da van hooijdonk gibi veteran koyuyorsun. takım 1.5 sene gayet güzel gidiyor. sonra birden eski alışkanlıklara dönüyorsun. para para para. ee tabi sonra o takım son dakikda şampiyonluğu veriyor. sonra yeniden takım kuruyorsun. öncekiler kadar kaliteli değil belki ama bireysel mücadelelerle 100.yılda şampiyon oluyorsun. sonraki sezon tarihinin en iyi avrupa macerasını yaşıyorsun. senden 10 kat daha iyi takımların gelemediği noktaya geliyorsun. peki sezon sonunda ne yapıyorsun? sırf tercümanı antremanda şut attı diye, takım yürümedi dolayısıyla şampiyon olamadı(!) diye o başarıları yaşatan hocayı para mevzusunu öne sürerek kovuyorsun. sonrası da şu an yaşadıklarımız işte...
işte azizsilin budur.
bir de şu konuya değinmek istiyorum;
"Kaprislerle Tuncay, Appiah, Aurelio gibi isimleri kaybeden...."
abi ya hooijdonk? sadece daum yüzünden mi gitti?
11 Şubat 2009 02:35
aethewulf'un bomba gibi donusu.
13 Şubat 2009 12:15
@asaylar: hakli oldugun bir cok nokta var ama sanki biraz fazla negatiflere odaklanmissin gibi. Aziz Yildirim'in cok buyuk hatalar yaptigini ben de kabul ediyorum. Ama bu kulube kazandirdiklari yadsinamaz. Vefa Kucuk basa gelmis olsaydi ne olurdu bilmiyorum ama ben kulup olarak Fenerbahce'nin geldigi noktadan gurur duyuyorum. Takim basarisi icin ise yanlis yapilan ve duzeltilmesi gereken cok sey var.