tag:blogger.com,1999:blog-60740015040699865672024-03-25T11:40:49.313+03:00Papazın ÇayırıPVHhttp://www.blogger.com/profile/10503542481863473725noreply@blogger.comBlogger1529125tag:blogger.com,1999:blog-6074001504069986567.post-79465495110855301842014-11-19T12:21:00.000+02:002014-11-19T12:28:39.524+02:00Daha Büyük Bir Şey Kaybediyoruz<div style="text-align: center;"><img src="http://image.cdn.haber7.com/haber/haber7/photos/fenerbahce_taraftari_duzcede_bulusacak13473616210_h923231.jpg" alt="" /></div>Kombine olayının nasıl olduğunu artık herkes biliyor. Şampiyonluk kutlamasında çıkan olaylar sebebiyle Okul Açık tribününe kombine bilet satışı kapatıldı. Kulüp Maraton H tribünündeki bir bölgeyi Adem Köz'e tahsis etti, bu bölgeden kombine almak isteyenler kendi isimlerini, TC Kimlik No'ları ile birlikte Adem Köz'e ilettiler. Neticede kulüp bu başvuruları kabul ederek, ücreti karşılığında hak sahiplerine kombineleri verdi.<br />
<span class="fullpost"> <br />
Yani olayın akışı şöyle. Kulüp diyor ki, "kombine almak istiyorsan git şu şahsa başvur" sonra diyor ki "bana şu şu şu belgeleri var, parasını öde" bütün bu koşulları yerine getirince de kombineyi alıyorsun. Kombine dediğimiz şey ne? Bilet. Sana bir koltuk veriyorlar, stadda düzenlenen maçları izliyorsun. Kulüp de bunun karşılığında belli bir bedel adıyor. Dolmuşa biniyorsun, paranı veriyorsun, o koltukta oturarak seyahat etme hakkı kazanıyorsun. Aynısı.<br />
<br />
Şimdi bu sözleşmenin de fesih şartları var. Bu şartlar da ortaya çıktı. Nedir bu şartlar? İşte kombine kartının kullanıcıları başkalarının şahıs ve mal varlığına aykırı hareketlerde bulunamazlar. Bulunursa organizatör gider bunları iptal edebilir.<br />
<br />
Buraya kadar tamam. Şimdi mesele şu, kulüp tek taraflı olarak 443 kişinin kombinesini iptal ediyor. Gerekçe ne? "Bunlar gole sevinmedi", "gole sevinenlere saldırdılar", "küfürlü tezahürat yaptılar."<br />
<br />
Baştan başlayalım, gole sevinmemek böyle bir sözleşmenin fesih nedeni olamaz. Bir kere çok soyut bir iddia. Adam içinden seviniyor olabilir, maçın stressi sebebiyle çok gergindir o an sevinememiş olabilir, adamın sevinç gösterisi bizim "sevinmek"ten anladığımız şey değildir. Bilmek mümkün değil. 2010 - 2011 sezonu, Buca maçı, Guiza'nın attığı golden sonra sevinmeyen kulüp yöneticileri bile vardı. Maç dinamiği böyle bir şey.<br />
<br />
Ne yaptılar? Bir tane fotoğraf bulundu, o fotoğraf bir gazeteye servis edildi, çemberler çizildi filan. Bakıyorsun, çembere çizilmemiş adamlarda da sukünetle duranlar var veya çembere çizilmiş biri sevinir gibi. Bu neyi gösterir? Tek bir şeyi, bu idari kararı alanların da esasında bu kararı almak için yeterli sebebe sahip olmadığını düşündüklerini. Bir takım insanların kombinesini fesih etmek için bulup bulabileceğin tüm gerekçe buysa bunun ispat edeceği tek şey çaresizlik.<br />
<br />
Gole sevinenlere saldırdılar konusuna dair tek bir delil bile sunulamadı. Zaten saldırdıysa da 443 kişinin hep yekün mü saldırdığı, kaç kişinin saldırdığı da belli değil. Yani ben bir tribüne giriyorum, yanımda biri birine vuruyor, benim bu işte ne sorumluluğum var? Buyur kombineyi iptal edeceksen onun kombinesini iptal et, toptan herkesinkini iptal etmek ne demek? Yetersiz.<br />
<br />
Küfürlü tezahürat.. Şüphe yok kötü bir şey. Bu konuda genel olarak bir çifte standart yapılması da makul karşılanıyor. Yani statta Galatasaray'a küfürlü tezahürat pek de öyle üstünde durulacak bir mesele gibi kabul edilmiyor. Futbolcular da rakip takıma küfürlü tezahüratı bazen heyecanla karşılıyor. Bunun örneklerini biliyoruz. Kendi takımına küfürlü tezahürat? Ben yapmam. Ama hayatım boyunca hiç görmemişim gibi de davranamam. Benim kulağım takım kaptanı Schumacher'in Hakan'a küfrettiğini de duydu, Müjdat'ın soyunma odasında Schumacher'i dövdüğünü de gördük. 90'ları, 2000'lerin başını filan biraz hatırlayan Lorant'tan, Aragones'e türlü olayda bu vakaların olduğunu hatırlayacak. Artık olmasın? Olmamasını arzu ederiz, ancak "Ersun Yanal" veya "taktik versene taktik versene Aziz Yıldırım taktik versene" tezahüratındaki küfrü anlamakta da zorluk çekmekte haklıyız, çünkü bir küfür yok. Bu tezahürat asabiyet barajlarını yıkıyor olabilir, geçmiş olsun, icra makamındaki insanlar eleştiriye de tahammül etmek zorunda.<br />
<br />
Neticede ne oldu? Şimdi 443 kişinin kombinesi haklı hiçbir gerekçe gösterilmeden iptal edildi. Yani bu insanlar mağdur edildi. Cepte. Bu işlemin gerekçesi olarak esasında GFB gösterildi, 443 kişinin içinde GFB'li sayısının en fazla 30 olduğu ortaya çıktı. O zaman bir başka soru da karşımızda duruyor, bizler sırf insanlar bir taraftar grubuna dahil diye bu insanların haklarını gasp edebilir miyiz? <br />
<br />
Hayatım boyunca GFB ile en ufak bir alakam olmadı. Açıkça söylüyorum bu grubu ve eylemlerini de tasvip etmiyorum. Bir parçaları olmayı asla düşünmem. Ancak bu konu bununla ilgili değil, gerçeklere ve kendimize saygımızla ilgili. Ahlaki bir şey. <br />
<br />
Bakın bu kulüp kimliği yüzünden bir futbol kulübünün başına gelebilecek en ağır operayona maruz kaldı.<br />
<br />
Fenerbahçe yöneticilerinin şike yaptığı iddia edildi. Bunun için ortaya çıkartılan bir kaç tape dışında hiçbir ciddi gerekçe gösterilemedi. Suçlamanın bütün dayanağı "olağan şüpheliler" algısından başka bir şey değildi. "Aziz Yıldırım şöyle bir adam bunu da yapar." Karşımızdaki heyhülanın nihayetinde söylediği şey bundan ibaretti. Bu operasyonu düzenleyenler, ellerindeki üstün güçlerle büyük bir kamuoyu algısı yarattılar, bu operasyona karşı çıkanları ötekileştirdiler, ayrımcılığa uğradılar. Adalet bekleyen insanları ise "Azizci", "paralı köpek" gibi sıfatlarla itibarsızlaştırmaya çalıştılar.<br />
<br />
Sonunda hak yerini buluyor. Bugün fanatikler dışında herkes bunun bir operasyon olduğunu kabul ediyor. Allah büyük, bu operasyonun en büyük savunucuları bile artık bu davaya "şike davası" diye bakamıyor. Rasim Ozan sesini kesti. Şamil Tayyar kutlu ortağı cemaat ile kavga halinde. Mehmet Baransu hükümetin düzenlediği operasyonlara karşı hukuk devletinden filan bahsediyor, neredeyse her gün Fenerbahçe'ye "Ergenekoncu, şikeci" yaftasıyla yayın yapan Beyaz TV bile şikeden bahsedemiyor. Yani o zaman itibarsızlaştırılmaya çalışılan herkesin hak, adalet ve hukuk çizgisinde çok ciddi bir mücadele verdiği ortaya çıktı. Onların dedikleri o gün daha geniş bir alanda kabul görseydi, belki çok büyük hak kayıpları hiç yaşanmayacak, telafisi imkansız zararlar ortaya çıkmayacaktı.<br />
<br />
Peki bütün bu deneyimleri kazanmış bir kulüp bugün bunlar hiç yokmuş gibi aynı yöntemlerle aynı şekilde davranabilir mi?<br />
<br />
Yani biz yapınca iyi, bize yapılınca kötü mü diyeceğiz? Kendimizin savunduğu ilkeleri bize yararken ağzımızdan boca edip, öteki gördüklerimize fayda sağladığını anlayınca bir anda unutacak mıyız?<br />
<br />
Bir kaç noktanın altını bir kez daha çizmek istiyorum, 3 Temmuz bize adaleti savunanların haklı ve güçlü olabileceğini gösterdi. Çok seslilik faydalıydı, birbirinden farklı inanışlar, inançlar ve değerlerle kulübü seven insanların, bizzatihi bu çeşitliliğin bir sigorta görevi üstlendiğini de gösterdi. Bu çeşitlilik kulübü sadece zenginleştirmedi, çok farklı kesimlerden insanların ortak bir adaletsizliğe karşı çıkarak bir eğriyi doğrultmasına, bir geminin kayalıklara vurmasına da engel oldu. Bu değerler öyle bir kenara bırakabileceğimiz değerler değil, çünkü bunlarla birlikte bizim ayakta durmamızı sağlayan her şeyi de bir kenara bırakıyoruz.<br />
<br />
443 kişinin toptancı bir şekilde mağdur edilmesi bir haksızlıktır. Kimse bu kadar kaba saba ve keyfi hareket etme hakkına sahip değil. Eğer kuruyla yaşı ayırd edemiyorsan o işe hiç girişmeyeceksin. Kulüp yöntem olarak da hatalıdır. Önce "tespit" yaparsın, delil toplarsın sonra haklı nedene dayanarak bir işleme girişirsin. Suç sabit değilse, ceza verilir mi? Kulüp bu krizi yönetim açısından da hatalıdır. Yapılan basın açıklamasında taraftarları suç örgütü olarak tanımlamak, insanları hain ilan etmek hiç değilse kişilik haklarına saldırıdır. Zihniyet olarak ise korkulacak bir harekettir.<br />
<br />
Ama bugün kulübün kaybettiği şey sadece bu olay değil. Bizi biz yapan değerlerle ilgili bir şey.<br />
<br />
Fenerbahçe'de tapeler medyaya sızdırılıyor, insanların hakları sorgusuz sualsiz, yargısız infaz yöntemiyle gasp ediliyor, bu insanlar polisin kucağına bırakılıp adeta bir "çatışma" bekleniyor, yapılan açıklamalarda da bu haksızlıklara karşı çıkanlar "hain" ilan ediliyor.<br />
<br />
Twitter'a bir bakın. İftiraların, suçlamaların, hain ilan etmelerin bini bir para. Örneğin taraftar kendi takımını protesto edebilir mi edemez mi? Bu bir hak mıdır değil midir? Bunu upuzun tartışabiliriz. Ama taraflardan biri diğerini hıyanetle suçluyorsa burada "tartışma ortamı" sona erer, bu bir cepheleştirme stratejisidir, savaşın dili başlar. İçinde bulunduğumuz vaka o kadar komik ki, artık sosyal medyadaki bir taraftar hesabını eleştirmek bile "ihanet" kategorisine girebilir. 12numaraorg'un Ahmet Çakar'a sorularını eleştirenler bir anda "hıyanet" suçlamasıyla karşı karşıya kalıyor.<br />
<br />
Peki böyle bir dilin maliyeti ne? Yani hepsini toplayalım şu argümana varalım, "Kulübün yöneticileri seçilmiştir, bu yöneticiler her tür eylem ve işlemde keyfi olarak bulunabilirler, kulübünü seven biri kulübün al-i menfaatleri bu işlemleri savunmak zorundadır, şayet bunu savunmuyorsa o zaman kulübü sevmiyor demektir ve kendisi bir haindir."<br />
<br />
Bu zihniyetin bir "maliyeti" olmadığı mı varsayılıyor? İşte olduğu gözüküyor. Bu eylemler ister istemez tartışılıyor, bu zihniyetin hain ilan etme refleksi yüzünden bir tartışma bir çatışmaya, çatışma da ayrışmaya dönüşüyor. Kulüp bu eylemi yapıyor ama bu sefer hem itibar kaybına uğruyor, hem kulübün genel atmosferi bozuluyor hem de yöneticiler ne yapsalar savunabilecek geniş kitlelerin olduğunu görerek hakikaten de her şeyi yapmaya başlıyor. <br />
<br />
Sürekli birilerinin hain ilan edildiği, bir zamanlar kulübe hizmet edenlerin arkasına teneke bağlanarak gönderildiği, insanların birbirine husumetle baktığı absürd bir atmosfer var. Bir yönetici bir süre kulüpten uzaklaşıyor, bir diğeri geliyor. Daha CEO'nun ayrılmasına neden olan süreç hakkında bile fikir sahibi değiliz. Bu işin kulübe yaradığı belliydi, faydalı bir müesseseydi, neden buna son verildi, şimdi ne olacak, bilmiyoruz.<br />
<br />
Dağınık bir atmosfer var. Okul açık artık yok. Tribünler çok tatsız. Maç izleme keyfi alan herhalde pek az kişi var. Her gün yeni bir kriz, yeni bir sorun, bir düzensizlik. Sürekli tartışılacak yeni konular ortaya çıkıyor. Kulübün transfer politikasını tartışması gereken taraftar, sadece bir teknik direktörün neden gönderildiğini değil, gönderme biçimini de tartışmak zorunda kalıyor. Futbolcular taraftarlara bağırıyor, küsenler, barışanlar, birbirine husumetle bakan yöneticiler, ayrışan taraftar grupları derken cangılda yaşıyor gibiyiz.<br />
<br />
Bunların bir tesadüf olduğunu kimse düşünmesin. Gerçeğe saygı ile ilgili şeyler bunlar.. Gerçek ve onun ima ettiği şeylere. Örneğin başkalarının hakları, icra makamının da bir sorumluluğu olduğuna. Akılcı yönetime, objektif değerlendirmelere, açık performans ölçütlerine, vefaya, eleştiri kültürüne dair bir şeyler. <br />
<br />
Bir insanı ne yaparsa yapsın savunmak bir duruş değildir, hem o insana hem de hayata karşı yapılmış bir saygısızlıktır. Fikirleri, değerleri, ilkeleri değil bir kişiyi savunmak basbayağı kafasızlıktır. Eylemler yapanlar ile değer bulmaz. Örneğin bir insan diğerini öldürüyorsa "Mehmet abi öldürse de haklıdır, ceza almasın" demeyiz, eyleme bakar, suç ise elbette ceza almasını isteriz. Bir insan diğerine dayak atıyorsa dayak yiyenin kimliği önemli değildir, bu haksızlığın bizzat kendisine karşı çıkarız. Basit şeyler bunlar. Bu ülkede unutulan, aksinin daha mübarek olduğu sürekli söylenen ama hayat kurtaran şeyler. Çünkü iş eğer haksızlığa değil haksızlığı kimin yaptığına veya kimin maruz kaldığına kalırsa, hiç birimiz bu adaletsizlikten kendimizi kurtaramayız. <br />
<br />
Açıkta olan bir şeyi yine aynı açıklıkla söyleyelim. Kulüp iyi yönetilmiyor. Esasında çok kötü yönetiliyor. Bu söylenmediği, bunun emareleri eleştirilmediği için de daha kötü yönetilmeye devam edecek. Her şeye rağmen şampiyon olabiliriz, her şeye rağmen kupaları kaldırabiliriz -neticede rakiplerimiz de bayağı kötü yönetiliyor- ama bu zaferlerin üstünü kapattığı sorunlar geleceği etkilemeye devam eder. Sadece bugünü kurtarmak için atılan adımlar, gelecekte büyük faturalar olarak karşımıza çıkabilir.<br />
<br />
Bu yüzden 443 kişinin kombinesinin iptal edilmesi sadece bu kişilerin uğradığı bir haksızlık değil, daha büyük bir soruna işaret ediyor. Kötü gidiyoruz. İnandığımız şeyleri kaybediyoruz ve bugün yaptığımız tüm çifte standartlar yarın bize karşı kullanılabilir.<br />
<br />
Yoksa bir an için bizim kendi evimizin dışında bir dünya olmadığını mı düşündünüz? O dünya kapıyı çalmak için tetikte bekliyor. <br />
<br />
</span>aethewulfhttp://www.blogger.com/profile/14482850012246878020noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6074001504069986567.post-9491282762007965412014-11-18T12:07:00.003+02:002014-11-18T16:16:22.201+02:00Bari siz anlayın...<div style="text-align: center;">
<img alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjlqpJumQ7-Sn0vk1XDSGxUwU5qMwvwPaCCp4zGgLM1u-wfrWZ5pc_AcNj_oBtk3SVYBiSaVjBM50kbGQZW_Rwu-FNnDK4wQApW3B-yqDlMKb76QLSAiwux3QxohsyP_-kYUqPlHU224uA/s1600/010420131852078738086.jpg" /></div>
Bir arkadaş grubumuz var. Sabahtan akşama kadar her konuda konuştuğumuz, yazıştığımız, rakıya oturup mangal yaktığımız, beraber gülüp şarkılar söylediğimiz, birbirimizden güç, kuvvet, neşe aldığımız. Arkadaş genel olarak iyidir zaten ama bir de o arkadaşlar Fenerlilerse tadından yenmez. 3 Temmuz süresince onlarcasını eledikten sonra mikro bir grup olarak kaldık, tam tabiriyle de yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmez oldu. Malum bizi bir araya getiren Fenerbahçe, hepimizin başka kötü alışkanlıkları var ama hepimizin ortak en kötü alışkanlığı Fener maçı izlemek, e madem dedik beraber olalım kardeşim, Bekir’e beraber sövelim, Kuyt’u beraber alkışlayalım, gol olunca yanımızda yumruk atacak bir omuz olsun. <br />
<span class="fullpost"><br />
Önce Okul açık kombinesi aldık, yalan yok tribün seviyoruz, yaşı başı alsak da o havayı tatmak, senkronize omuz omuza yapmak, meşale kokusu almak paha biçilebilecek bir şey değil. Geçen sene gelen tarihi şampiyonluk sonrası kupa gecesi yaşananlar, GFB’nin gereksiz kışkırtması ile Aziz Yıldırım’ın çileden çıkması ve gönülden sevdiğimiz kardeşlerimiz Vamos Bien ve CK’nın tribünleri terk etmek zorunda kalması falan derken Okul Açık devrini kapatalım dedik. <br />
<br />
Ne yapalım edelim derken bari Maraton üste geçelim, orada da sevdiğimiz arkadaşlarımız var, hepberaber oluruz. Kulüp dedi ki alamazsınız, neden? Çünkü bu sene oraya kombine satmıyoruz, e diğer yerler hep dolu, herkes yenilemiş, ne yapacağız? Bi bekleyin dediler belki insafa geliriz. Son ana kadar bekledik, hatta bir ara yahu kombinesiz kalacağız diye düşünürken bize yardımcı olmaya çalışan Melih Eskinazi aradı, Adem Köz’den liste istemişler, kombine vereceklermiş sen isimleri tc no’ları yaz bana gönder, sevindik, topladık isimleri tc no’ları gönderdik. Adem Köz kefil oldu, referans verdi diyorlar ya, Adem Köz’le ne konuştuk, ne görüşütk, ne bizim için kefil olduğunu biliyorduk. (ki yokmuş zaten öyle bir şey) He Adem Köz’ü Fenerbahçe tribününe emek vermiş herkes tanır, bilir, sever, takdir eder. Ben de tanıyorum, yıllar önce deplasmana da gitmişliğimiz var ama benim oradan kombine alabilmem için ona yönlendiren direkt kulübün kendisi çıkıp neden ondan aldınız diyebiliyor.<br />
<br />
Biz fotoğraflarımızı, nüfus cüzdanı fotokopilerini, Fenerbahçe kartlarımızı ve paramızı hazırlayıp kulübe gittik, işlemlerimizi yaptık kombinemizi aldık. Mutluyuz, hepberaberiz ve yine Fener maçı izleyeceğiz.<br />
<br />
Lafı uzatmayalım, Rize maçı için her zamanki gibi önceden toplandık, Yoğurtçu’ya uğramadan stada girememek gibi bir de alışkanlığımız var, gittik oradaki arkadaşlarla da kadroları konuştuk, bende fazladan kombine var, çünkü hepberaber olacağız diye Ankara’dan arkadaşlar da yanımızdan kombine almış, daha hiç maça gelememişler, boşta bilet olmaz, sorduk soruşturduk birisini bulduk, Fener’li ama daha önce hiç stadda maç izlememiş, hemen atladı geldi, sevindim, ilk defa Fenerbahçe stadında maç izleyecek birisine aracılık ettiğim için. Hadi dedik gidelim artık. <br />
<br />
İlk güvenlik noktasına geldiğimizde her zaman geçtiğimiz yerden bizi almadıklarını gördük, bir de polis ve güvenlik kalabalığı var, hayırdır niye ki? Neyse dedikleri yerden geçtik, üst kata çıktık, tam tribüne giriş gişesindeyiz, polis yığmışlar oraya, ulan Rize maçı bu kadar polis neden var acaba diye gişeye geldik, kart okumuyor, iptal edildi kombineniz? Sebep? Bilmiyoruz...<br />
<br />
Yahu bir cevap verecek adam yok mu? Kargaşa, bağrışmalar, küfür edenler, hırsından ağlayanlar, polisle, güvenlikle tartışanlar, kalabalık arttıkça ortam iyice geriliyor sonra polis bizi ite kaka merdivenlerden aşağı atıyor. Bakın burası önemli, ciddi bir tuzak kurulmuş oraya, tam olarak ne düşünüldüğünü bilmiyorum ama bir beklenti var. Ortam gerilsin, taraftar polisle kavga etsin, olay çıksın, ya dayak yesinler ya da haklarında işem yapılsın. Polis sanırım beklemediği bir kitleyle karşılaştığı için çok sakindi. Hiç beklenmeyecek şekilde sakindi, çünkü 7 yaşında çocuğuyla gelen adam var, isyan ediyor yahu kardeşim Sarıyer’den geldim, oğlumla, kız arkadaşını alıp gelen var, İzmir’den geldim diyeni var, tiplere bakıyor yahu bu işte bir yanlışlık var diyor. Aksi durumu düşünmek istemiyorum. Duvarları yumruklaya yumruklaya indim aşağıya, çocuk gibi de sinirimden ağladım. Bir adam yanında karısı ve omzunda 3-4 yaşındaki çocuğu çıkıyor, sizi de mi almadılar diye soruyorum; Yok bizi aldılar ama size yapılanı gördük, biz de girmedik diyor. Daha da ağladım.<br />
<br />
Sinirden ağladım falan diye ajitasyon yapacak değilim, kendimi anlatmayı da zul görüyorum ama hissettiklerimi size anlatabilmek ve yaşadığım duyguları size geçirebilmek için bunu yapmak zorundayım. Çünkü mesele öyle bir noktaya gitti ki babama bile derdimi anlatamıyorum. Kim bilir ne bok yediniz, siz orada grupçuluk, örgütçülük mü yapıyorsunuz, bir şey yapmadıysanız kombinenizi neden iptal etsinler diye her gün beni arıyor. O kadar kendini inandırmış ki; yahu baba ben Gençlerbilriği maçında Ankara’daydım, hani seninle rakı içmiştik, o maçta tribünde bile değildim, ben nasıl bir olaya karışabilirim dediğimde demek ki öncesinde var bir şeyler bile diyebiliyor.<br />
<br />
1999 yılından beri Fener tribünündeyim, umre gezer gibi stadın her yerini gezdim, farklı farklı gruplarla maç izledim, çok deplasmana gittim ama Kadıköy’e de deplasmana gider gibi gittim. Ankara’da Fenerbaheçeli olmak zor, yaşamayan bilemez, çocukluğunda hayatın Fenerbahçe olmuş ama Fener Ankara’ya yılda bir defa gelecek, babanı razı edip o soğukta ayazda kuyruğa girip saatlerce bekleyeceksin, Fener tarafına yer hiç olmadığı için Ankaragücü tribününe gireceksin, aman gole sevinme bizi burda linç ederler diye diken üstünde maç izleyeceksin. Böyle bir çocukluktan gelip İstanbul’a yerleşince sağnak yağmur altında 2 bin kişiye oynanan Ziraat kupası ilk tur maçını bile kaçırmak ihanet gibi geliyor. Evimi bile stada 250 metre mesafede tuttum, balkondan gol sesi duyuluyor, olur ya hastalık sakatlık olur da maça gidemezsem bari atmosferin kokusunu balkondan alabileyim diye...<br />
<br />
Sadece gönül bağım olan, her bir bireyini tek tek sevdiğim, Fenerbahçe’yi yaşayış biçimlerine hayran olduğum Vamos Bien dışında hiç bir tribün grubuyla ilgim alakam yok, ama diğerleri gibi topyekün karşı değilim, tribün seviyorum, grupların tribüne renk ve futbola ahenk kattığını düşünüyorum ama alakam yok. Gollere hep sevinirim, yanımdakini yumruklayarak, videoda gösterseler sevinenleri dövüyor diye 2.7 milyon insanı inandırabilirler, Gençlerbirliği maçında yoktum, kombinemi arkadaşımın karısına verdim, Beşiktaşlı kendisi, gollere sevinmemiş paso çekirdek yemiş, orada hatalıyım kabul, iki maça da Hakan Çoban’ı soktum, Ersun Yanal diye bağırıyorlar diyorlar ya hani adam tandığım 2-3 İsmail Kartal hayranından birisi, bildiğim kadarıyla grubumuzda rakı, bira ve viski dışında bir şey içen de yok, kongre üyesi var, Edip Akbayram’ın oğlu var (babası ver kombineni bugün ben maça gideyim dese onu da almayacaklar), beyaz yakalı plaza çalışanı var, bankacı var, öğretim görevlisi var, odtü’lü mühendis var ama GFB’li yok...<br />
<br />
Nil çok güzel bir tweet atmış, Haksızlığa uğramış herkes için boğazını yırtar destek olursun, sana haksızlık uğradığında da kıyamet kopar sanırsın.<br />
<br />
Evet bize haksızlık uğradı, hem de hiç ummadığımız, beklemediğimiz bir yerden. 10 gün geçti, ne arayan var ne soran, faks çektik cevap yok, aramızdan seçip birisini aramışlar ona da Adem Köz’ü tanıyor musunuz, ya kusura bakmayın ama siz olsanız ne yapardınız istihbarat aldık falan demişler.<br />
<br />
3 Temmuz’u, yaptıklarımızı, desteğimizi falan anlatmayacağım, herkes oradan giriyor mevzuya, biz sonradan anlatmak için, konum sahibi olmak için ya da başkanın şahsı için destek vermedik, bunu diğer takım taraftarları anlayamaz ama siz bilin artık.<br />
<br />
Fenerbahçe yönetimi galip gelemeyeceği ve maalesef her türlü haksızlığı, yalanı, algı yönetimi ile karalamayı ilke belirlediği bir kavgaya tutuştu. Kurunun yanında yaşı yakmadı çünkü tam olarak kuru nedir kimse tarif edemiyor, gole sevinmediler, lisanslı forma almadılar, Ersun Yanal diye bağırdılar demek sana destek olarak geri dönüyor olabilir ama yolun ne hukuki ne de ahlaki olarak doğruluğunu kanıtlamıyor.<br />
<br />
<br />
Çok yazacak şey var, kafamda toparlayamadığım kadar çok şey, bugün 18 Kasım, olay üzerinden 10 gün geçti, öfkem, hayalkırıklığım, polisle kurulan tuzak, uğruna çok fazla şeyi göze alabileceğim Fenerbahçe izleme özgürlüğüm elimden alındı. Hayatını Fenerbahçe’ye göre yaşamayan birisinin bunu anlaması çok zor ama en azından siz anlayın be kardeşim, bari siz anlayın...<br />
</span>onurktk_http://www.blogger.com/profile/03690736516937230466noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-6074001504069986567.post-64048392921862932322014-08-17T17:30:00.001+03:002014-08-17T17:30:57.847+03:00Reisçilik, Kabile Tamtamcılığı ve Şeyhin Poposu<div style="text-align: center;"><img src="http://i.eurosport.com/2013/11/02/1121112-18486446-1600-900.jpg" alt="" /></div>AKP hegemonyasındaki yeni siyaset düzleminin memleket ahvalinde yarattığı en büyük travma, sağlıklı herhangi bir toplumun şeytan görmüş gibi kaçacağı bazı davranış kalıplarını ve zihni çıktıları normalleştirmesi, birer vaka-i adiyeye çevirmesi oldu. Örneğin farklı memleketlerde yakınını kaybetmiş bir madenciyi yerlerde sürükleyerek tekmeleyen bir Başbakanlık müşaviri, geçtim kendi istifasını, o Başbakan’ın da siyasi hayatını bitirirdi, burada bu şahsiyetin “Reis’ine ne kadar adanmış bir gönül” olduğunun göstergesi olmaktan öteye gidemedi. Bir Başbakan herhalde devlet şiddetiyle öldürülmüş çocukların annelerini miting meydanlarında yuhalatmazdı, bunu da yaşadık, toplum da buna büyük bir reaksiyon göstermedi. Bütün bunlar bu ülkede oldu, bayağı da normal karşılandı çünkü bu ülkede bunları yapan adamı kendi çevresinde de denetleyecek bir mekanizma yok. Hakim örgütlenme biçimi “Reisçilik” olunca da Reis etrafında örgütlenmiş, bu örgüt içerisinde olmak sebebiyle maddi – manevi belli çıkarlar ve statüler elde edenler de bu tip olayları normalleştirme işinin gönüllü bir elçisi olmak dışında ağızlarını açamıyorlar –açmıyorlar. Reis ne yapsa doğru, bunu eleştirenler de “düşman unsurlar”, “belli mihraklar”, “amaçları belli” olan bu yapılarla da Reis’e seven her kabile mensubunun her an mücadele etmesi gerekiyor.<br />
<span class="fullpost"> <br />
Reisçi örgütlenme üç aşağı beş yukarı bir kabile örgütlenmesi. Diyelim Zulular. Bu Zulular, bir çok kabilenin kaynaklar için birbiriyle yarıştığı bir toprak parçası üzerinde varlığını sürdüren bir klan. Bu klanın bir lideri var. Bu lider bir şekilde o kabile içerisinde temerrüz etmiş. Mutlak otorite. Kabile üyelerinin kabile içerisindeki konumlarına, elde edecekleri zenginliklere ve kaynakların nasıl dağıtılacağına da kendisi karar veriyor. Kabile üyeleri, kabile mensubu olmak nedeniyle belli imkan ve ayrıcalıkların sahibi ve kabile hiyerarşisi içerisinde yükseldikçe de bu imkan ve ayrıcalıklar artıyor. Ne oluyor? Kabile üyeleri arasında rekabet, tek karar vericinin gözüne girme yarışına dönüyor. Kabile içerisinde yöneticiyi eleştirenler dışlanırken, sadece onun ihsanından mahrum kalmıyorlar, aynı zamanda aynı pozisyonlara yükselmek isteyen kabile üyeleri de birbirlerini “yeteri kadar kabileye ait olmamakla, Zulu Liderine itaat etmemekle” suçlayarak, kabile liderine şikayet ediyor, birbirlerinin üstüne bu yolla basa basa yükseliyorlar. Kabile liderini eleştirmek “bozgunculuğa”, “fitneciliğe” eşitlenirken, aynı zamanda bu şahıslar “dış mihraklar” için de çalıştığı söylenebilir. Neticede “Zulu liderini eleştirmek bozgunculuk yaratmak” demek ve “bozgunculuk” da Zululara yaramıyorsa Zuluların düşmanlarına yarıyor. Kaynaklar için kabileler arasında bir rekabet varsa, bir kabilenin kısa vadede bile olsa zararına olan şey diğerinin yararına olduğu için bütün eylem ve fiiller bu savaş algısı içerisinde yeniden konumlanıyor. <b>Sonuç? Reis mutlak hakim, kabile üyelerinin tek görevi Reis’e itaat etmek ve tüm varlıkları ile kabile için çalışmak.</b> Kabile için çalışmak ne demek? O saniye Reis neyi belirlediyse o. Başka bir şey değil. O saniye bir önceki saniye ile de çelişebilir, o zaman da kabile üyesinin görevi kendisini bu yeni duruma ayarlayarak o saniyenin gerektirdiği şeyi söylemek.<br />
<br />
İnsanlar hayret ediyor, AKP medyasında çalışan bir çok yazar, bir çok düşünür, bir çok insan nasıl böyle her şeyi körü körüne savunabiliyor? Dün “sivil bir hareket” dedikleri “cemaat mensuplarının devlete yerleşmesine karşı olanlar esasında halkın çocuklarının devlette görev almasına karşı çıkan darbeciler” diye büyük laflar ettikleri bir hareketi bir günde “haşhaşi”, “kanser hücresi” veya “ur” diye tanımlayabiliyor? İşte kabilecilikten. Reis’in yeni bir düşmanı var. Kabilemiz tehdit altında. Kabileye bir şey olursa bu insanlar da üç aşağı beş yukarı bu işten bir zarar göreceklerini, mevcut konum ve ayrıcalıklarını sürdüremeyeceklerini hesap ediyorlar. Doğru – yanlışın ötesinde bu kabileci duygularla, analarını, babalarını savunur gibi bu yeni düzlemde ne söylenmesi gerekiyorsa onu söyleyip, neyin savunulması icap ediyorsa onu savunuyorlar. <br />
<br />
Bu örgütlenme biçiminin politikada belli avantajlara sahip olduğu da muhakkak. Kabileci anlayış kimlik sebebiyle aynı “kabileden” olduğunu öngördüğü insanları bu yapının içine davet ediyor. <b>Yeteri kadar iyi reisçi olursanız yükselebilirsiniz, belli ayrıcalıklara siz de kavuşabilirsiniz, eğer böyle değilseniz o zaman düşmansınız, hiçbir hakkınız, hukukunuz yok, başınıza geleceklere katlanın.</b> Bu çağrıda bulundukları nüfus da –sadece zihnen buna çok uygun olduğu için değil- bu çağrının sonundaki vaatlere gönülden katılıyor, kalabalık olmanın verdiği nicelik sayısıyla elde edilmiş hakimiyetin de tadını şu veya bu düzlemde çıkartıyor.<br />
<br />
Böyle bir siyasal alandan veya zihniyetten elbette “medeni” bir zihniyet diye bahsedemez. Medeniyet, aydınlanmanın başından beri, hakikat ile ilgili bir fonksiyonu da temsil eder. İnsanların organizasyon ve yaşamlarını hakikate uygun bir şekilde yeniden örgütlemesi amacına sahiptir. İşte derler ki akıl ve mantıkla hakikate erişebiliriz, hakikati bulursak da bunu uygulayabiliriz, yani teknik geliştiririz. Bu teknik de bizim hepimizin hayatını kolaylaştırır. Ne oldu? Bu yöntemle Ay'a insan gönderdik. Ortalama insan ömrü iki kat arttı. Çiçek bir bela veya tanrının gazabıydı, aşı bulduk bu hastalığı yeryüzünden sidlik. Hakikat, yani diğerlerine göre daha iyi ispatlanmış hipotezlerden oluşan temel kaidelere biat etmenin, buna göre örgütlenmenin alternatiflerine göre toplumun tamamı için daha fazla fayda ürettiğini keşfettik. Mutlak monarşiler de vardı, kabile şeklinde örgütlenmeler de vardı, kan esaslı ayrıma dayanan, ayrıcalıkların hakim olduğu toplumsal sistemler de vardı. Farkettik ki, bu sistemlere nazaran, insan eşitliğine dayanan, insan haklarını korumaya adanmış ve kurallarını dogmaların değil de bilimsel hipotezlerin, akıl ve mantığın koyduğu sistemler çok daha etkin. Bu “gerçeğe” karşı mücadele edebiliriz, edenlerin de nasıl ülkelerde hangi şartlarda yaşadığını görüyoruz.<br />
<br />
Burada ise kısa vadeli başarıların ve bütün ideolojik aygıtların bombardımanı altında Reisçilik matah bir örgütlenme biçimi gibi hakim konuma geçti. Fenerbahçe’de de öyle. <b>Aziz Yıldırım “Reis”. Eleştirilemez, eleştirilmesi teklif dahi edilemez. Ölümsüz düşmanlarımız var, Aziz Yıldırım bir kere “Reis” olduğu için Kabile için neyin daha iyi olduğunu herkesden iyi biliyor. Bizim görevimiz, Fenerbahçe’nin çıkarlarını korumak.</b> Fenerbahçe’nin çıkarları Aziz Yıldırım tarafından o saniye belirlenen neyse o. O halde de görevimiz o an yapılan her neyse onu gözü kapalı savunmak ve liderimizi eleştirerek yıpratmamak. Biat edeceğiz, öveceğiz, övüp savundukça ne kadar iyi Fenerbahçeli olduğumuzu cemil cümle ahvale göstereceğiz, bu sayede de “sevileceğiz”, “takdir edileceğiz” veya “doğru olacağız.”<br />
<br />
Kazın ayağı öyle değil elbette. Fenerbahçe taraftarı ile Fenerbahçe Basın Sözcüsü arasındaki fark, Fenerbahçe taraftarının “sivil”, basın sözcüsünün ise “idari” bir hüviyete sahip olmasıdır. Fenerbahçe basın sözcüsü bağlı bulunduğu idarenin kısa vadeli çıkarları için her şeyi söyleyebilir ancak taraftar idari bir görev üstlenmiş gibi propaganda makinesinin bir dişlisi olamaz. Taraftar fikrini söyler. İlla Fenerbahçe’nin ali çıkarlarını koruma görevi olmadığı gibi, “Fenerbahçe’nin çıkarlarına” olanın ne olduğu tanımı da farklı olabilir. Normal bir düzlemde bu fikir farklılıkları tartışılır, açık bir toplumun eleğinden geçer, neticede bir kanaat oluşur, bundan da herkes yararlanır. <b>Eğer iş terse dönerse, taraftar birer idari görevli veya kabile üyesi gibi habire Reis’in söylediklerini tekrarlayan ve her ne yaptıysa onun ne kadar iyi yaptığını söyleyen bir güruh haline gelirse de –hayat bize gösteriyor ki- ilgili yapı bundan orta vadede zarar görür.</b><br />
<br />
Örnek? Muzlu basın toplantısı. Dünya tarihinde yapılmış en saçma, en düşüncesiz ve en zararlı toplantıydı. Düşünün Barcelona – Real Madrid maçında birkaç tane Barcelona taraftarı sahaya muz atacak, rakip oyuncuya muz sallayacak, Barcelona yöneticileri de o taraftarlarla birlikte basın toplantısı yapacak. Efendim taraftar hastaymış da, potasyum ihtiyacı varmış da, potasyum bakımından zengin olan muz yemek suretiyle bu ihtiyacını gideriyormuş. Çocuklar inanmaz diyorsunuz, bu kulüp bunu yaptı, birileri de savundu. Bunun eleştirilmesine de inanılmaz bir öfke kustu. Neden? Kabilecilik. Bunun kulübe bir hayrı oldu mu? Hayır olmadı. <b>Fenerbahçe dünyanın en saçma basın toplantısını yapan kulüp olmanın bedelini ödedi.</b> Bu taraftarı telin edip, onlar adına özür dileyip, Fenerbahçe’nin asla ırkçılıkla yanyana adının anılamayacağını söylemek onuru yerine, böyle bir basın toplantısı düzenlemenin utancı üstümüzde kaldı.<br />
<br />
Örnek? Şampiyonluk kutlaması. GFB’nin yaptığı tezahürat ve bunu uzatması diyelim en hafif tabiriyle bir tahrik etme isteğini açığa koyuyor. GFB şu veya bu sebeple yönetime öfkeli, bu öfke sağlıklı bir psikoloji ile bu grubun karar almasını engelliyor. Böyle olaylar oluyor. Ancak bundan daha beteri Fenerbahçe Başkanı’nın sinir sistemine hakim olamayıp canlı yayında, milyonlarca insanın en özel gününde “paralı köpekler” diye bağırdığını görmek oldu. 3 Temmuz’dan beri yaşanan bir çok acının paylaşılacağı, bu yönde bir hesaplaşmanın yaşanacağı gün bir anda iç kriz haline dönüştürüldü. Efendim “söylediklerinde haksız mı?” Haklı haksız, bu iki görüşe de sahip bir çok insan bulunabilir, ancak <b>Başkanların görevi içlerinden geçen her şeyi yer / zaman dinlemeden pat diye söylemek de değildir. </b>Çocukluktan beri bu yönde bir eğitimden geçtik. Böyle bir yetenekten mahrum kalmak normalde sosyal bir toplum içerisinde insanlarla birlikte yaşama yeteneğimize zarar verir. Fenerbahçe yöneticileri öfkelerini kontrol ederler, durumları kontrol ederler, olaylarla sürüklenmezler yönetirler. Kurumsal akıl bunun için var. Şampiyonluk kutlamasını neticede “paralı köpekler” haykırışı ve sahaya giren bir Sivas Kangal’ın şampiyonluk kutlamasında stadımıza işemesi görüntüsü ile hatırlıyorsak herhalde bu “iyi olmuş” diyeceğimiz bir şey değildir. Kötü olmuştur, kötü olmasının da sebebi var. “Ben sinirimi tutamıyorum” bir yöneticinin yapacağı açıklama değildir, en iyi haliyle de bir rahatsızlığa işaret eder.<br />
<br />
Bu rahatsızlığın farklı şekillerde kulüp içerisinde de yaşandığını biliyoruz. Kulüp yöneticileri bu üslup sebebiyle küsüyor, kulüpten uzaklaşıyor, bağını kopartıyor, tartışıyor, küsüyor. Bunların bir kısmı “kol kırılır yen içinde kalır” mantığı ile topluma aksetmiyor, bir kısmı aksediyor. Bu nöbetleri sempatik hale getirmek de kulübe yaramıyor, neticede kemikleşmiş ve istikrar kazanmış bu davranış kalıpları kulübe zarar veriyor.<br />
<br />
Ersun Yanal ile Fenerbahçe her zaman yollarını ayırabilir. Bunun onlarca iyi sebebi de olabilir. Örneğin bir kulüp teknik direktörünü objektif performans ve başarı kıstaslarıyla denetler. Bu şartlar sağlanmıyorsa herhangi bir kulübün herhangi bir teknik direktörle çalışma zorunluluğu yoktur. Neticede teknik direktörler profesyonel bir iş yapıyor, karşılığında para alıyor, eğer bu paranın karşılığında kendisinden beklenilen hedeflere ulaşamazsa da iş akti sona erdirilebilir. Hatta bir insan başarılı olsa bile çevreyle ilişkileri nedeniyle de bir kurum kendisiyle çalışmak istemeyebilir. Bunlar hayatın içerisinde var. Ama bir kulüp hocasıyla iş akdini sonlandırırken, kendi itibarını korumak, onun da itibarına saygı göstermek zorundadır. Siz elbette “orospulara göre antreman takvimi yapıyordu” diyebilirsiniz, buna inananacak birilerini de bulabilirsiniz ama bu dünyada duyulduğu zaman saygın her teknik direktör sizinle çalışmaktan korkar. Korkar çünkü bu insanlar kulüple ayrılsalar bile bir başka kulüple çalışmak isterler. Onların işi bu. Eğer kulüple iş akdi sonlanınca itibarının telin edebileceğini düşünürse, geleceği düşünen hiçbir teknik direktör kolay kolay o sözleşmeye imza atma cesaretini bulamaz. Dahası, <b>siz eğer “Bu kulübü Zico mu şampiyon yaptı, Aykut Kocaman mı yaptı, Ersun Yanal mı yaptı” derseniz, o zaman konuyu artık bambaşka bir yere taşımışsınız demektir.</b> Evet kulüpleri tek başına teknik direktörler şampiyon yapmaz, ama büyük bir payları olduğunu da cemil cümle alem biliyor. Alex Ferguson diye bir şey var. Mourinho diye bir şey var. Real Madrid, Chelsea külliyen manyaklar tarafından mı yönetiliyor da bu teknik direktörlere milyonlarca dolar para verip kulüplerini çalıştırmak için onlarla anlaşıyorlar? Bayern Münih kafayı mı yedi Guardiola ile çalışıyor, Manchester United deli mi Van Gaal’ın önüne deve yüküyle para döküyor? Günlük hayatımız bize teknik direktörlerin kulüpler için çok önemli olduğunu gösteriyor. Betondan da futboldan da anlayan başkanlar paraları tıkır tıkır futbolculara zamanında ödese ve iyi bir oyuncu grubu olsa bile bütün kulüpler şampiyon olamıyor. İşte neticede İspanya’da çok iyi bir oyuncu kadrosuna sahip Barcelona veya Real Madrid değil, Atletico Madrid Şampiyon oldu. İş o kadar kolay olaydı, Barcelona da herhangi bir ismi başa getirir, futbolcuların parasını tıkır tıkır öder her yıl şampiyon olurdu. Gerçek bu değil. Gerçek bu olmayınca da, sizin teknik direktör konumunu değersizleştirmeniz değerli teknik direktörlerle çalışmanız önünde engel oluyor. Hangi üst düzey teknik direktör neticede bu kadar saygısızca bir muamele göreceği kulüpte çalışır? Geçmişte sizinle çalışan hangi teknik direktör şu lafınız üstüne size referans olur? İkincisi, şunu da sorarlar “madem teknik direktörlerin başarıya etkisi senin için bu kadar minimal, o zaman neden milyonlarca dolar verip kulübe teknik direktörler aldın? Yazık değil mi bu paraya?” Haklı bir soru. Haklı bir soru daha var, madem teknik direktörlerin etkisi bu kadar zayıf o zaman şampiyon yapamadın diye bu teknik direktörleri neden gönderiyorsun? Çünkü o zaman sorun ya futbolcularda, ya da tıkır tıkır para ödemeyen sen de, bunun hesabını neden vermiyorsun? Öyle bir cümle ki her tarafı bela. Burada neredeyse dünya güneşin etrafında döner cümlesi kadar normal karşılanıyor.<br />
<br />
Bu somut olaylar bize bir zihniyet ortaya koyuyor. Bir üsluptan öte bir bakış açısı. 3 Temmuz’dan önce de Aziz Yıldırım üç aşağı beş yukarı böyle bir insandı. 3 Temmuz’dan sonra, o zamanki hareketleri sebebiyle de, değişebileceği, farklı biri olabileceğini ummuştuk. Nazım Hikmet şiirleri paylaşan, mahkemede Çayan Birben’i, Cihan Kırmızıgül’ü anan, Babalar gününü Metris’te taraftarla kutlayan bir insandan başka şeyler bekliyorsunuz. Öyle olmadığı da görülüyor. Aziz Yıldırım aynı üslup ve tarzla yönetmeye devam ediyor. Yaptığı çok iyi şeyler de var muhakkak, işte tesis, stat, kulübün bir seviye atladığına kimse itiraz edemez, ama yaptığı kötü şeyler de var bu kötü şeylerin bedellerini de yine Fenerbahçe ödüyor.<br />
<br />
<b>Bizler de kabile üyesi değiliz. Kabilenin tamtamcısı da değiliz.</b> Kötü olduğuna inandığımız bir şeyi “iyi” diyerek pazarlamak, hafzalamızın almayacağı şeyleri savunmak vebali altına girmek insan onuruna aykırı. Diyorlar ki efendim “o zaman savunuyordun şimdi niye karşısın?” Yahu o zaman doğru bir şey yapıyordu, bir haksızlık vardı, haksızlığa karşı hakkı savunuyordum, şimdi de haksızlık var, haksızlığı olduğu gibi söylüyorum. Bu eleştirinin etkilediği somut bireyin ismi değişebilir ama ilkesi değişmiyor. <b>Bu kabileci bakış açısı topluma o kadar sirayet etti ki, esas değerli olanın körü körüne bir insanı savunmak değil, haklı – haksız doğru olduğuna inandığın şeyi söylemek, bunu iyi gerekçelendirmek ve daha iyi gerekçelere sahip bir iddia varsa da fikrini değiştirmek olduğu görülemiyor</b>. Biliyorum şu yazıyı okuyan herkesin bir 3 Temmuz deneyimi var. Bir hakkı söylediği için “Azizci” olmakla hatta “Aziz Yıldırım’dan menfaat temin etmekle” bile eleştirildiler. Doğru bir şey söylediler. Adil yargılanma dediler, masumiyet karinesi dediler, hukukun temel ilkelerine referans verdiler, karşılarına gelen cevap “para / menfaat karşılığı fikir söylemek”ten başladı darbeciliğe, vesayetçiliğe kadar uzandı. O zaman da hepimiz bu cevaplara karşı çıktık. Söylediğimiz doğru dedik. Delillerini gösterdik. Karşıdakilerin sadece aidiyetleri (Galatasaraylı olmak, Trabzonlu olmak, AKP’li olmak, Cemaatçi olmak vs.) sebebiyle doğruyu görmezlikten geldiğini, bir zulme sessiz kaldığını hatta destek olduğunu ifade ettik. Haklıydık. Şimdi Aziz Yıldırım’ı eleştirince neden “birilerinin adamı”, neden “düşman”, neden "maksadı belli" olalım? Bu sakat mantığı birinci elden yaşamış insanların bunun aynısını yapması bu deneyimden esas dersin çıkartılamadığını gösteriyor. <b>Aidiyetlerimiz sebebiyle doğru olanı söylemekten imtina edersek, bu hem hakikate karşı bir suçtur, hem de bunun bedelini o haksızlığa maruz kalan mazlumlar öder.</b><br />
<br />
Elbette bu toplumda ortak bir deneyime sahibiz. Aidiyetleri sebebiyle veya menfaat karşılığı fikir ifade eden insanları da görüyoruz. Yiğit Bulut diye bir gerçek var. Ancak bütün insanların Yiğit Bulut gibi davrandığına inanmak ve buna göre hareket etmek Yiğit Bulutluğu da normalleştiriyor. İnsanlara yönelik tek beklenti Yiğit Bulut gibi davranmaları olunca da bu beklenti kendi kendisini üretiyor, insanlar da hakikaten öyle davranıyor. Bu mantık yanılsamasına teslim olmamak lazım. Bir fikir, kime yaradığı, kime yaramadığı üzerinden ölçülmez. Fikirlere böyle kabileci, aşiretçi yaklaşılmaz. Fikirler kendi içlerinde doğru veya yanlış olup olmadıklarına göre değerlendirilir.<b> Yiğit Bulut’u “kötü” yapan şey sadece menfaati sebebiyle fikir açıklaması değildir, açıkladığı fikirlerin de basbayağı yanlış olmasıdır.</b> Voltaire’i veya Kant’ı değerli yapan şey de fikirlerini menfaat gözetmeksizin açıklamaları değildi, bundan bir menfaat de elde ettiler, onları kıymetli yapan şey doğru bir şeyi söyleme cesaretini göstermiş olmalarıydı. Bu cesaretten insanlık yararlandı, bugün bir çok kazanımlarımızı bunun gibi milyonlarca insana borçluyuz.<br />
<br />
Bu barbarlığın tuzağına düşmeyelim. <b>Reisçilik bir ideoloji değildir. Örgütlü bir kötülük biçimidir. Gayri medenidir.</b> Bunun hakim olduğu her yapı bunun bedellerini öder. Türkiye ödüyor. Fenerbahçe’nin de ödemesi için bir sebep yok. Şeyhler gerçekten uçmuyor, müritler uçuruyor ve müritler şeyhleri uçurdukça paylarına düşen tek manzara şeyhlerinin poposu oluyor. Hep birlikte gökyüzünü de görebiliriz. Uçamayanı uçurmak, uçmayana uçtu demekle enerjimizi kaybetmek yerine bu zenginlikten faydalanabiliriz. Ya da illa uçuyor diye bağıra bağıra gördüğümüz popo manzarasının altında payımıza düşeni yaşarız, bunu tercih etmeyenlerin başarılarını görür, bu kulüp neden Bayern Münih olamıyor diye hayıflanır, bu küçücük ligde, küçücük hedeflerle kendimizi avuta avuta yaşar gideriz. Ne yazık ki dünya bundan daha bonkör davranmıyor.<br />
</span>aethewulfhttp://www.blogger.com/profile/14482850012246878020noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-6074001504069986567.post-3842229775434620202014-07-04T11:53:00.000+03:002014-08-14T01:04:57.247+03:00Liseli Basketbolu<div style="text-align: center;"><img src="http://www.itusozluk.com/image/ergin-ataman_442517.jpg" alt="" /></div>Bilindiği gibi Fenerbahçe Ülker’in şampiyonluğu ile sonuçlanan Beko Basketbol Ligi 2013-14 sezonu, son derece gerilimli ve sıkıntılı bir final serisine sahne oldu.<br />
<br />
Fenerbahçe Ülker’in sahasında oynanması gereken serinin 7. ve son maçına çıkmayan Galatasaray Liv Hospital takımının bu kararı çok tartışıldı ve halen de tartışılmaya devam ediyor.<br />
<br />
Kimi Galatasaraylılar’a göre bu karar “tarihi bir utanç” ve terinin son damlasına kadar savaşan Galatasaray Liv Hospital oyuncularının emeklerine yapılmış büyük bir saygısızlık.<br />
<br />
Fakat özellikle Galatasaray Yönetimine yakın olan bazı basketbol siteleri ve sosyal medya hesapları, tüm bu süreçte yaşanan sıkıntıları tek taraflı ve manupülatif bir şekilde aktararak Fenerbahçe Spor Kulübü’ne yönelik saldırılarına bir yenisini eklemekteler.<br />
<span class="fullpost"> <br />
<br />
Bu saldırılarda Türk Basketbolu’nun karanlık yüzü olmakla itham edilen Fenerbahçe Spor Kulübü, gerçekte ülke sporunun lokomotifi konumunda. 9 ayrı branşta binlerce lisanslı sporcuyu bünyesinde barındıran, milli takımlara en fazla sporcuyu gönderen, ana branşları olan Futbol, Voleybol ve Basketbolda kadın ve erkek kategorilerinde sürekli finaller oynayan ve şampiyon olan özellikle salon sporlarına yaptığı yatırımlar neticesinde her sene Avrupa’da kupa ya da kupalar kazanan, 2013-14 sezonunu da iki Avrupa Şampiyonluğu iki de Avrupa ikinciliği ile kapamış, milyonlarca taraftara sahip dev bir marka.<br />
<br />
Fenerbahçe Spor Kulübü ile ülkenin en önemli gıda markalarından olan Ülker Grubu’nun güç birliğinden doğan Fenerbahçe Ülker Organizasyonu Beko Basketbol Ligi’nin son 8 senesinde 6 kez final oynayıp, bu finallerin 5’ini şampiyonlukla noktaladı. Tüm yaş gruplarındaki milli takımlara Anadolu Efes ile birlikte en çok oyuncuyu veren kulüp konumunda. Yine Anadolu Efes ile birlikte ülkenin Euroleague A lisansına sahip iki takımından biri. Maçlarını NBA standartlarına sahip, Türkiye’nin “en modern ve güvenlikli” salonu olan Fenerbahçe Ülker Arena’da oynuyor.<br />
<br />
Bu yazıda; final serisinin son maçına “can güvenliği endişesi” ile çıkmayan Galatasaray Liv Hospital taraftarlarının karıştığı tribün olaylarına, Fenerbahçe’yi basketbolun karanlık yüzü ilan edenlerin yaptığı usulsüzlüklere, Galatasaray tarafından basın aracılığıyla yürütülen algı operasyonlarının örneklerine yer vereceğiz… Tartışmalı final serisinde yaşandığı iddia edilenlerle, gerçekten olanlar arasındaki farkı ortaya koyacağız.<br />
<br />
Ama öncelikle şunlar bilinmeli :<br />
<br />
● Galatasaray Odeabank 2013-14 sezonunu Türkiye Kadınlar Basketbol Ligini, Fenerbahçe’yi 3-2 ile geçerek şampiyon tamamladı. Bu şampiyonlukla rakibinin 8 senedir devam eden şampiyonluk serisini de bozmuş oldu. Galatasaray Odebank’ın şampiyonluğunda aynı federasyon kurulları ve aynı hakemler görevdeydiler.<br />
<br />
● Galatasaray Basketbol Şubesi 2012-13 sezonunda Beko Basketbol Ligi’ni şampiyonlukla tamamlarken aynı federasyon kurulları ve hakemler görevdeydi.<br />
<br />
● Galatasaray Basketbol Şübesi’nin şikayetçi olduğu hakem(ler), normal sezonda ve final öncesi play-off serilerinde de Galatasaray’ın maçlarını yönettiler ve bu süreçte Galatasaray yönetiminin herhangi bir itirazı olmamıştı.<br />
<br />
Galatasaray Taraftarının ve Basketbol Şubesi’nin yakın geçmişi :<br />
<br />
2009 :<br />
<br />
5 Maç cezası bulunan Galatasaray oyuncusu Cemal Nalga, Galatasaray şube yöneticileri tarafından sezon öncesi hazırılık maçlarında bir başka Galatasaray oyuncusu Tufan Ersöz forması ile maçlara çıkartıldı. Aynı kişiler kurullara yalan beyanda bulunularak Cemal Nalga’nın cezasının tamamlandığı iddia ettiler. (http://www.ntvmsnbc.com/id/25022676)<br />
<br />
Bu usulsüzlük tespit edildikten sonra Galatasaray yönetcileri ve basketbol takımı ağır cezalara çaptırılırdılar. (http://www.ajansspor.com/basketbol/tbl/h/20091122/iste_nalga_skandali_cezalari.html )<br />
<br />
<b>2009 :</b><br />
<br />
Galatasaray’ın sahasında oynanan Galatasaray Cafe Crown - Fenerbahçe Ülker maçında maç boyu süren yoğun hakaretler ve küfürlerin sahaya müdehaleye kadar varması ve sahaya atılan yabancı maddeler neticesinde hakemler maça ara verdiler. Soyunma odasına kaçmaya çalışan Fenerbahçeli oyuncular fiziki saldırıya uğradı. Ancak “Saha içerisindeki koltukların” boşaltılmasından sonra maça devam edilebildi… (http://www.fenerbahce.org/detay.asp?ContentID=17659 )<br />
<br />
<b>2010 :</b><br />
<br />
Fenerbahçe ile Galatasaray 2009-2010 sezonunda da final serisinde karşı karşıya geldiler… Seride 3-2 önce olan Fenerbahçe, Galatasaray’ın sahasındaki son maçı kazanıp şampiyon olunca olaylar çıktı… Galatasaraylı taraftarlar uzun süre kupa töreninin yapılmaması için mücadele ettiler. Bugünlerde Fenerbahçe’nin sahasında can güvenliği olmadığını iddia eden Galatasaray başkanı Ünal Aysal taraftarlarını sakinleştirmeye çalışsa da başarılı olamadı ve Fenerbahçe Ülker tribünlerin boşaltılmasının ardından sahaya geri gelip kupasını alabildi.<br />
http://www.hurriyet.com.tr/spor/basketbol/18056372.asp<br />
<br />
<b>2011 :</b><br />
<br />
Fenerbahçe Kadın Basketbol takımı oyuncusu Diana Taurasi doping yapmakla suçlandı. Türkiye’deki doping kontrol sonuçları pozitif çıkan Taurasi doping suçlamalarını kabul etmedi. Fenerbahçe Spor Kulübü’nün de desteğini alarak hukuk mücadelesi başlattı ve numunelerinin Almanya’da incelenmesini istedi. Fenerbahçe Spor Kulübü, medyadaki Galatasaraylı spor yazarları tarafından ülkenin itibarınına zarar vermekle suçlandı… Kimi köşe yazarları Taurasi’nin özel hayatını gündeme getirerek itibarsızlaştırmaya çalıştılar. Galatasaray taraftar forumları ve basketbol siteleri Taurasi’nin ceza alması için kampanya başlattı… Hukuk mücadelesi sonucunda doping tespit edildiği iddia edilen numuneler yeniden incelendi ve Diana Taurasi aklandı… Hacettepe Doping Merkezi hata yaptığını kabul etti. Diana Taurasi bu mücadelede yanında olan Fenerbahçe Kulübüne teşekkür etti.<br />
http://spor.milliyet.com.tr/iste-taurasi-gercegi/spor/spordetay/17.02.2011/1353346/default.htm<br />
<br />
Bir sene sonra, Diana Taurasi ceza alması için taraftarının kampanya başlattığı Galatasaray’a transfer olacak ve Galatasaray taraftarları “Dünya’nın en iyisini transfer ettik” diye sevinecekti.<br />
<br />
<b>2012 :</b><br />
<br />
Galatasaray Şube yöneticileri yine bir usulsüzlüğe ve akabinde karalama kampanyasına imza attılar. Galatasaray, milli basketbolcusu İlkan Karaman’ı Karşıyaka Spor Kulübü’ne kiralamak istedi. Ancak “bir kulüp, bir sezonda ikiden fazla oyuncu kiralayamaz” kuralına istinaden, kiralama limitini aştıkları için oyuncuyla özel sözleşme yaparak haklarını Karşıyaka Spor Kulübü’ne devretti… Bu sözleşme var olan bir kuralı delmek için yapılmıştı ve bu yüzden Türkiye Basketbol Federasyonu’na bildir(e)mediği için oyuncusu serbest kaldı. Kulübünün kendisine gelecek ile ilgili bir plan sunmadığını söyleyen İlkan Karaman, Fenerbahçe Ülker’e transfer oldu… http://www.hurriyet.com.tr/spor/basketbol/21253527.asp<br />
<br />
Çok sinirlenen Galatasaray Şube Yöneticileri ve koçu Ergin Ataman milli takımda bulunan İlkan Kahraman’ı milli takımdaki diğer Galatasaraylı oyuncuları ayartmakla suçladı. Milli takım yetkilerini de suça ortak olmakla itham etti… Milli takım koçu Bogdan Tanjevic’in Galatasaraylı oyunculara kasıtlı olarak süre vermediğini iddia etti. Bu suçlamalar Federasyon tarafından kınandı, söz konusu kampta yer alan Galatasaraylı oyuncular çıkan haberleri yalanladı. http://www.basketdergisi.com/ozel-erdenay-milli-takimi-karaliyorlar.html<br />
<br />
<b>2012 :</b><br />
<br />
Türkiye Tekerlekli Sandalye Basketbol Süper Ligi'nin 2. haftasında Galatasaray ile Beşiktaş arasında Galatasaray’ın sahasında oynanan karşılaşma tribün olayları nedeniyle durdu. Polis olaylara biber gazı ile müdahale etti. Sonrasında salon boşaltıldı... Hakemler, federasyon görevlileri ile görüştü ve maçı tatil etti.. http://www.hurriyet.com.tr/spor/basketbol/22114374.asp<br />
<br />
<b>2013 :</b><br />
<br />
Galatasaray’ın sahasında oynanan Pınar Karşıyaka Maçından önce olaylar çıktı. Galatasaraylı taraftarlar Karşıyaka Tribünündeki kadın ve çocuk taraftarların olduğu bölüme saldırdılar. Bir çok taraftar yaralandı. Koç Ergin Araman taraftarlarını sakinleştirmeye çalıştıysa da başarılı olamadı ve takımını soyunma odasına gönderdi.<br />
http://www.fanatik.com.tr/2013/03/31/abdi-ipekcide-savas-304954<br />
http://www.youtube.com/watch?v=g_BowthGW2M<br />
<br />
<b>2013 :</b><br />
<br />
Galatsaray Kadın Basketbol takımı oyuncusu WNBA’in en değerli oyun kurucularından biri olan Lindsay Whalen alacaklarını tahsil edemediği için Galatasaray’ı mahkemeye verdi ve sözleşmesini feshetti. Bunun üzerine Galatasaraylı idareciler tarafından cinsel tercihi eleştirildi ve bu sebeple takımdan ayrıldığı iddia edildi. http://www.ahaber.com.tr/Spor/2013/02/13/galatasarayli-oyuncuya-escinsel-suclamasi<br />
<br />
<b>2014 :</b><br />
<br />
Galatasaray taraftarları, bu sezon oynanan Euroleague Top 16 turu Lokomotiv Kuban maçında, NtvSpor spikeri İsmail Şenol’a maç boyunca küfürlü tezahüratta bulundu… Yaşanan olayların ardından koç Ergin Ataman kendi taraftarını eleştirdi ve taraftarı bu agresif davranışlarına devam ederlerse istifa etmekle tehdit etti. http://www.hurriyet.com.tr/spor/basketbol/25585973.asp<br />
<br />
Galatasaray yönetimi de, taraftarını “şubeyi kapatmak” ile tehdit eden bir açıklama yayınladı fakat Galatasaray’ın etkili tribün gruplarından Ultraslan’ın baskısıyla yazısını geri çekti…<br />
<br />
<b>2014 :</b><br />
<br />
Galatasaray Odeabank ile Fenerbahçe arasında oynanan Kadınlar Basketbol Ligi final serisinin son maçı daha önce görülmemiş çirkinlikte davranışlara ve olaylara sahne oldu.<br />
<br />
Fenerbahçe’nin 2-0’dan 2-2’ye getirdiği serinin son maçı Galatasaray Odeabank’ın sahasında oynandı… Galatasaraylı yöneticiler, ezeli rekabete yakışmayacak biçimde deplasmana gelen Fenerbahçeli idarecilere protokol trübününden yer veremeyeceklerini söyleyerek misafirlerini fanatik taraftarlarının arasına oturttu. Maç boyu ağır hakaret ve küfülere maruz kalan Fenerbahçeli idarecilere devre arasında fiili saldırıda da bulunuldu. Fenerbahçe asbaşkanı Mahmut Uslu, Galatasaraylı taraftarlar tarafından saldırıya uğradı.<br />
<br />
<b>Maçın gözlemci raposu şu şekildeydi :</b><br />
<br />
05.05.2014 tarihinde İstanbul’da oynanan GALATASARAY ODEA BANK –<br />
FENERBAHÇE TKBL PLAY OFF müsabakası öncesinde ve müsabaka sırasında Galatasaray<br />
Odea Bank taraftarlarının rakip takım ve rakip takım yöneticileri aleyhinde küfürlü<br />
tezahüratlarda bulunmaları, patlayıcı madde patlatmaları, müsabakanın devre arasında bir<br />
taraftarın rakip takım yöneticisine müdahalede bulunması, müsabaka sırasında Galatasaray<br />
Odea Bank takımı tarafından görevlendirilen anons yetkilisinin anons sistemini taraftarları<br />
coşturmak için kullanması, müsabaka sonrasında yapılan ödül töreni esnasında Galatasaray<br />
Odea Bank taraftarlarının sahaya girmeleri ve ayrıca müsabakayı izlemeye gelen rakip takım<br />
yöneticilerine protokol tribününde yer ayrılmaması nedenleriyle, ilgili dosya Kurulumuza<br />
sevk edilmiştir.<br />
<br />
http://www.tbf.org.tr/docs/default-source/Disiplin-kurulu/karar-377-galatasaray-odea-bank-fenerbah%C3%A7e-tkbl-play-off-m%C3%BCsabakas%C4%B1-hakk%C4%B1nda.pdf?sfvrsn=2<br />
<br />
<b>2013 - 2014 Final Serisi</b><br />
<br />
Serinin Ülker Arena’da oynanan ilk 2 maçı olaysız geçti. Galatasaray Liv Hospital idarecileri Fenerbahçe Ülker Arena’daki özel localarda ağırlandılar. Fenerbahçe Ülker sahasında oynadığı iki maçıda kazanarak final serisinde 2-0 öne geçti.<br />
<br />
Serinin 2. maçının ardından Galatasaray Liv Hospital ve aynı zamanda Türk Milli Takımı Koçu Ergin Ataman, maçın sonunda gerçekleşen tartışmalı bir hakem kararını bahane ederek “galibiyetlerinin çalındığını” söyledi.<br />
<br />
http://www.sporx.com/basketbol/tbl/ergin-ataman-galibiyetimiz-calindi-SXHBQ388924SXQ?utm_source=Google<br />
<br />
Final Galatasaray Liv Hospital Serisine taşındı. 3. maçın hemen öncesinde, maçı yönetecek hakem üçlüsü salon girişinde saldırıya uğradı.<br />
http://www.basketfaul.com/makale/32760/hakemlere-saldiri.html<br />
<br />
Maç sırasında yaşanan yoğun küfürlü tezahürat sebebiyle hakemler 2 kere anons istedi.<br />
<br />
Galatasaray Liv Hospital ve Milli Takım koçu Ergin Ataman, Final Serisi 3. maçından sonra “Fenerbahçe’ye 2 avans verdik” şeklinde konuştu…<br />
http://spor.internethaber.com/spor/spor-gundemi/ergin-ataman-fenerbahceyi-kizdiracak-194288.html<br />
<br />
Serinin 4. maçında Fenerbahçeli oyunculara, Koçu Zeljko Obradovic’e ve Fenerbahçe Bench’ine toplam 6 adet teknik faul çalındı. Açık hakem hatalarına itirazda bulunan Obradovic diskalifiye edildi… Hakemlerin maç boyu süren küfür ve sahaya atılan yabancı maddeler (bu yabancı maddelerden bazıları Obradovic’e isabet etti) sebebiyle 3 kez anons istediği ve soyunma odasına giderek 15 dakika ara verdiği maç, Galatasaray Liv Hospital’in galibiyeti ile sonuçlandı. Galatasaray bu maçta yaşanan olayların ardından 2 maç seyircisiz oynama cezası aldı. Maçın gözlemci raporları şu şekildeydi :<br />
<br />
10.06.2014 tarihinde İstanbul’da oynanan GALATASARAY LİV HOSPİTAL –<br />
FENERBAHÇE ÜLKER BEKO BASKETBOL LİGİ PLAY OFF FİNAL müsabakası<br />
sırasında Galatasaray Liv Hospital taraftarlarınca sahaya yabancı maddeler atılması ve küfürlü<br />
tezahüratlarda bulunulması neticesinde ayrı ayrı üç kez anons yapılması ve müsabakanın<br />
duraksaması, Galatasaray Liv Hospital Takımı tarafından görevlendirilen anons yetkilisinin<br />
müsabaka sırasında yönergelere aykırı olarak anons sistemini taraftarları coşturmak için<br />
kullanması, yapılan ikaza rağmen devam etmesi, müsabakanın oynandığı salona kapasitenin<br />
üzerinde taraftar alınması neticesi Galatasaray Liv Hospital taraftarlarının müsabakayı<br />
merdiven boşluklarında takip ederek giriş çıkışları engellemeleri ve müsabaka bitiminde<br />
skorborda misafir takımı küçük düşürücü sözler yansıtılması nedenleriyle, ilgili dosya<br />
Kurulumuza sevk edilmiştir.<br />
<br />
http://tbf.org.tr/docs/default-source/Disiplin-kurulu/karar-387-galatasaray-liv-hospital-fenerbah%C3%A7e-%C3%BClker-beko-basketbol-ligi-play-off-final-m%C3%BCsabakas%C4%B1-hakk%C4%B1nda.pdf?sfvrsn=2<br />
Fenerbahçe koçu Zeljko Obradovic, Fenerbahçe Ülker’in kazandığı maçlardan sonra olduğu gibi, kaybedilen maçların ardından rakibe duyduğu saygıyı dile getirip Galatasaray Liv Hospital takımını tebrik ederken, serinin 4. maçı sonrasında Ergin Ataman tarafından “büyük bütçe ile Euroleague’de başarılı olamadığı için gergin olmakla” suçlandı. Aynı basın toplantısında Ergin Ataman hakem kararlarının hepsinin doğru olduğunu söyledi. http://www.galatasaray.org/basketbol/erkek/haber/20414.php<br />
<br />
Fenerbahçe Spor Kulübü başkanı ve Basketbol Şube yöneticileri bir basın toplantısı düzenleyerek serinin 3. ve 4. maçında maruz kaldığı çirkin saldırılar nedeniyle Türkiye Basketbol Federasyonu’nu göreve çağırdılar.<br />
(olaylar : http://www.fenerbahce.org/detay.asp?ContentID=40388) Aynı basın toplantısında seride yaşanan hakem hataları barkovizyon ile izlettirildi ve 4. maçta yaşanan bir kural hatası ile ilgili belgeler sunuldu.<br />
<br />
Serinin 5. maçı Fenerbahçe Ülker’in sahasında oynandı… Fenerbahçe bu maçı rahat bir oyunla farklı kazandı. Biri maç öncesi, biri maç sonrası 2 anons yapıldı. Fenerbahçe Ülker bu maçta yaşanan tribün olayları neticesinde para cezasına çarptırıldı.<br />
<br />
Galatasaray Liv Hospital ve Milli Takım koçu Ergin Ataman final serisi 5. maçından sonra, Fenerbahçe Asbaşkan’ı Sayın Mahmut Uslu’nun pantalonunu indirdiğini (!) ve kendisine küfür ettiğini basın toplantısında sansürleme gereği hissetmeden dile getirdi. Bu iddialar Mahmut Uslu tarafından yalanlandı. http://www.youtube.com/watch?v=TZZqXJYomyI<br />
<br />
<br />
Serinin 6. maçını Galatasaray Liv Hospital kazandı ve seri 7. maça uzadı… Maç çıkışında Fenerbahçe Ülker’i taşıyan otobüs taşlı saldırıya uğradı, camları kırıldı : http://www.fenerbahce.org/detay.asp?ContentID=40469<br />
<br />
Galatasaray Liv Hospital ve Milli Takım koçu Ergin Ataman, final serisi 6. maçından sonra “Ülker Arena’da can güvenliğimiz yok” şeklinde bir demeç vererek gerilimi tırmandırmaya devam etti: http://www.galatasaray.org/basketbol/erkek/haber/20463.php<br />
<br />
Galatasaray Başkanı Ünal Aysal “can güvenliklerinin olmadığı gerekçesiyle” serinin son maçına çıkmayacaklarını söyledi… Serinin 5. maçında yaşanan olayların, Abdi İpekçi’de yaşananlar ile aynı hatta daha da fazla olduğunu dile getirerek Fenerbahçe Ülker’in saha kapatma cezası alması gerektiğini savundu. Ancak maç seyircisiz oynanırsa ve atanan hakem üçlüsü değiştirilirse maça gelebileceklerini açıkladı…<br />
<br />
Karşıyaka taraftarı, final serisi oynanırken G.Saray ve yöneticilerini suçlayan çok sert bir bildiri yayınladı. Eleştirilerin adresi yine belli kişiler oldu. Bildiride şu sözlere yer verildi :<br />
<br />
“Galatasaray'la olan problemlerimizin temelinde Ergin Ataman başta olmak üzere Basketbol şube yöneticilerinin tavırları ve taraftarı kışkırtması olduğunu hep söyledik.<br />
Sezon başından beri özellikle Ergin Ataman tarafından kışkırtılan seyircilerin neler yaptığı ortadıdır. Unutanlar Disiplin Kurulu'nun rapor ve kararlarını okusun. Ama sadece kararları değil raporları da incelesin çünkü ceza verilirken hep kayırıldılar.”<br />
<br />
“Şimdi Ergin Ataman ve Galatasaray yönetimi can güvenliği gerekçesi ile maça çıkmayacakmış. Galatasaray taraftarı kadın ve çocuklara saldırırken kimse can güvenliğinden bahsetmedi.”<br />
<br />
“Ergin Ataman ve Galatasaray yöneticileri mağdur ve masum numaraları ile ancak kendi taraftarlarını kandırırlar. Tüm basketbol camiası sizin ne olduğunuz çok iyi biliyor.<br />
Bu hareketlerle ortalığı iyice gerip, maçta daha çok olay çıkmasını hedefliyorsunuz.”<br />
<br />
“Galatasaray Yöneticilerine sesleniyoruz; Ana görevi ortalığı germek olan yöneticilerinizi ve basketbol kültüründen zerre kadar anlamayan futbol taraftarınızı da alın ve gidin bu ligden…”<br />
<br />
Galatasaray’ın finalin son maçına çıkmama kararının ardından, Türkiye Basketbol Federasyonu Başkanı Turgay Demirel Fenerbahçe Ülker ile Galatasaray Liv Hospital takımlarının aldığı cezalar konusunda kamuoyunu bilgilendirdi (http://www.tbf.org.tr/detay/2014/06/20/tbf-baskani-turgay-demirelden-ntv-spora-aciklamalar)<br />
<br />
Tugay Demirel; karşılaştırma konusu olan 4. ve 5. maçların gözlemci raporlarının birbirinden farklı olduğunu, Galatasaray taraftarının sebep olduğu ihlallerin daha fazla olduğunu. Ayrıca sezon genelinde de Galatasaray taraftarının sabıkasının çok daha fazla olduğunu canlı yayında açıkladı.<br />
<br />
TBF de konuyla ilgili tüm soru işaretlerini gideren bir açıklama yaptı: http://www.tbf.org.tr/detay/2014/06/18/fenerbahce-ulker-galatasaray-liv-hospital-bbl-final-serisi-7-maci-hakkinda-aciklama<br />
<br />
“Kamuoyuna intikal eden Galatasaray ve Fenerbahçe kulüpleri ile ilgili son müsabakalarda yaşanan ve Disiplin Kuruluna sevk edilen bu ve diğer dosyalar ile ilgili olarak; içerisinde bulunduğumuz sezonda Galatasaray Liv Hospital müsabakalarında ağırlıkla seyirci olaylarından kaynaklanan 13 adet müsabaka dosyası TBF Disiplin Kuruluna intikal etmiş olup, anılan dosyalardan toplam 20 adet ceza kararı verilmiştir.”<br />
<br />
Galatasaray Yöneticilerinin suçladığı ve finalin son maçını yönetmesini istemediği hakem Recep Ankaralı verdiği röportajda Ergin Ataman’ın kendisine “maçı iyi yönettiğini” söylediğini açıkladı : http://www.fanatik.com.tr/2014/06/19/recep-ankarali-iyi-yonettigimi-ergin-ataman-soyledi-374361<br />
<br />
Galatasaray’ın aldığı bu karar ülke basınında yer buldu :<br />
<br />
“Can güvenliği hangi salonda daha fazla tehdit altındaydı?”<br />
<br />
“Bırakın F.Bahçeli oyuncuları, kendi sporcularının sahada emeğini “umursamayan” bu karar, G.Saray tarihine kara bir leke olarak çalınmıştır!..”<br />
http://spor.haberturk.com/yazarlar/gokhan-ture/960050-kara-final<br />
<br />
“Bu ülkede can güvenliği sorununun, sizin sahanızdaki maçlarda problem olduğu ortadayken.<br />
Fenerbahçeli yöneticiye tribününüzde saldıran taraftara arka çıkan siz değil miydiniz?<br />
Maç bitiminde skorboarda yazılan iğrenç sözcük için rakibinden özür dilemeyen tavrınız nerede saklandı?<br />
Bayanlar basketbol finalinden sonra takım otobüsüne asılan "Akıllı ol Aziz. Hunharca!" pankartının ucuz bir tehdit içerdiği ortadayken...<br />
Ve uçakta Fenerbahçe konulu küfürlü besteyi koro halinde seslendiren sporcularınız için gıkı çıkmayan siz!<br />
Sportmenliği kaç kez kundakladığınızın farkında mısınız?<br />
Kucakladığınız kaçak rolde tarife yakıştınız ama.<br />
Tarihe yakışmadınız! “<br />
http://www.fotomac.com.tr/yazarlar/hakki_yalcin/2014/06/24/mektup<br />
<br />
Galatasaray Liv Hospital oyuncu Carlos Arroyo, G.Saray Yönetimi’nin aldığı kararı “bu kararı kabul etmek çok zordu” şeklinde eleştirdi: http://www.basketfaul.com/makale/33102/arroyo-oynamama-kararini-kabullenmek-cok-zordu.html<br />
<br />
Engin Atsür, “son maça çıkmak istiyorduk” diyerek kendi yönetimini eleştirdi: http://yenisafak.com.tr/spor-haber/yoneticiler-bizi-ornek-almali-21.06.2014-660112 </span>onurktk_http://www.blogger.com/profile/03690736516937230466noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-6074001504069986567.post-55180361827140950292014-07-03T17:05:00.001+03:002014-07-03T17:09:10.861+03:003 Yıldır Çapulcu<div style="text-align: center;"><img src="https://c1.staticflickr.com/3/2883/9177120067_b653291aa4_z.jpg" alt="" /></div>Özel yetkili mahkemeler ve savcılarla yürütülen tüm davaların medya yalanları, iftiralar, sahte deliller üzerine inşa edilmeye çalışılan linç ve tasfiye operasyonları olduğu artık bir rivayet değil, faillerinin bile itiraf ettiği buz gibi bir hakikat. Yıllar sonra bu özel yetkili operasyonlarda geldiğimiz noktada, adaletin muktedirin çıkarları ve hesapları doğrultusunda bir çeşit ‘doldur boşalt' alanı olduğunu anlamamızı sağlayan pek çok durum bir film şeridi gibi gözlerimizin önünde geçip gidiyor... <br />
<span class="fullpost"> <br />
3 Temmuz vakası da kendi içinde hala açıklanmayı bekleyen tonlarca rivayeti ve üstü AK kapaklarla örtülmüş pek çok hakikati barındırıyor. Operasyonun ilk aylarında devletin bir bakanının, daha iddianame aşamasına gelinmemişken söylediği ‘çok ince ayarlı bir operasyon yapıyoruz’ itirafı bile tek başına Fenerbahçe’yi bir şike davasının sanığı değil, daha büyük bir 'adalet şikesi'nin bir tanığı yapmaya yetecek veriye sahipti aslında. Bunu görüp de duruma objektif kalamayanlar daha o zamanlardan beri itiraz edip direnmeyi seçti. Bu sayede muktederin 3 ayda unutulur sandığı bir olay 3 yıldır unutulmadı. Belki de en önemlisi, gerçekten 3 ayda unutulanların hatırlanmasını ve unutulmamasını sağlayarak adalet umudu oldu.<br />
<br />
Fenerbahçeli taraftarlar muktedir karşısında ‘çapulcu’ mertebesine daha 3 yıl önce eriştiğinde o sırada ‘direniş’ gibi bir kavram henüz objektiflerin ve futbol romantiklerinin Türkiyeli kulüp taraftarlarının ağzına pek de yakıştırmadığı ucuz bir jargondan ibaretti.<br />
<br />
Çünkü maalesef, o yıllarda ‘yandaş medya’ kavramı hemen hemen her objektif kesim tarafından yerden yere vurulan, bütün kötülüklerin anası sayılan bir şeytan olmayı şimdiki gibi sürdürse de henüz ‘penguen medyası’ gerçeğiyle toplumsal olarak yüzleşilmemişti. Bu yüzden, mesela 500.000 insanın protesto için çoluk çocuk köprüye yürümek istemesi ve gaz bombalarıyla durdurulmalarını yandaş medyanın görmezden gelmesi ve bu duruma isyan edenlerin nezdinde tüm direnişçileri yandaş medyanın sefil argumanları eşliğinde ‘şikeyi örtbas etmeye çalışan çapulcular' olarak küçümsemek henüz objektiflikten sayılıyordu.<br />
<br />
Hatta o yıllarda penguen medyasının etkisine karşı hepimiz o kadar güçsüzdük ki aramızdaki en delikanlılarımız bile, öz evlatlarını zindana atıp bir de itibarlarını aşağılık bir adalet şikesine oyuncak eden özel yetkili faşizme dur demek yerine, savunmasız insanlara ‘aklanın da gelin’ diyebilmişti.<br />
<br />
Neyse ki Gezi Direnişi sayesinde, bir kaç ağaç, güzel bir park ve koca bir ülke için özgürlük, barış ve adalet talebiyle direnmenin şahane duygusunu yaşayan yeni bir nesil doğdu. Böylece Gezi direnişini deneyimlemiş insanların, Fenerbahçe’yi parkı, semti, ülkesi, özgürlüğü olarak görenlerin 3 yıldır gösterdikleri direnişi anlamalarını kolaylaştıracak bazı duygular yeşerdi.<br />
<br />
Öte yandan, iktidarın yıllardır paralel koalisyon ortağı olan ‘the cemaat’le düştüğü husumet sonrası adeta 'gerçeğin pornografisi' olarak ortaya serilenler, Türkiye'de neredeyse bütün 'saf'larda eksen kaymasına yol açarken, başından beri gücünü haklılığından alan Fenerbahçe'nin bu kara deryalarda 'adaletin Fener'i olması da rastlantı sayılmamalı. Bu durum da sebep-sonuç ilişkileri üzerinden uzun yıllar kafa patlatılacak bir olguya çoktan dönüşmüş durumda.<br />
<br />
Aykut Kocaman’ın yine o günlerde dediği gibi, neyse ki ‘gerçeklerin bir gün ortaya çıkmak gibi bir huyu var.’ Şehirlerini, semtlerini, parklarını, ağaçlarını, emeklerini, kulüplerini yağmalayanların kurdukları düzene karşı bütün direnenleri tarih elbet yazacak.<br />
<br />
Muktedirin kirli ayak oyunları karşısında objektif kalamayarak, karşı çıkıp direndiği için ‘çapulcu’ diye yaftalanmanın onurlu zevkini yaşamış, her renkten bütün güzel insanların, 3 Temmuz Direniş Bayramı kutlu olsun…<br />
<br />
</span>Cahit Binicihttp://www.blogger.com/profile/13728888605132837471noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6074001504069986567.post-76406669961146878802014-04-21T15:56:00.002+03:002014-04-21T21:49:35.865+03:00İstanbul United veya #DirenTribun<div style="text-align: center;">
<img alt="" src="http://82.222.152.134/fotogaleri/haber_icerik/images/2013/Haziran/4%20haziran/ercan%20(0084079.jpg" /></div>
Geçen hafta 12 Nisan cumartesi günü Atlas Sineması’nda 33. İstanbul Film Festivali kapsamında dünya premiere'i yapılan İstanbul United filmini nihayet izleyebildik. Film içerisinde görüşlerine yer verilmiş birisi olarak ayrıca heyacanlı ve mutluydum. <br />
<span class="fullpost"> <br />
Daha önce Arap isyanlarında taraftar gruplarının rolü üzerine izlenimler kaydeden ve konuyu yakından araştıran iki kafadar yönetmen olan Olli Waldhauer ve Farid Eslam Gezi direnişi sırasında İstanbul’un 3 büyük kulüp taraftarlarının eylemlerde oynadıkları etkin rolü duyunca uçağa atlayıp İstanbul’da olan biteni yakından görmeye geliyorlar. Bu sırada örgütlü taraftar gruplarıyla iletişime geçerek konuyu birinci ağızlardan dinlemeye, anlamaya çalışıyorlar. Benim de muhitinde takıldığım vamos bien tayfayla ve papaz’dan onur’la iletişime geçmişlerdi. Bana konuyu o dönem Onur arayıp paslamış bulundu. Gezi parkında tanıştığımız gün uzun uzun Türkiye’deki tribün gruplarını, Fenerbahçe’de olan bitenleri, kuruluşundan 3 temmuz direnişine ve Gezi’ye dek Fenerbahçe tarihindeki direniş kültürünü ve daha pek çok şeyi konuştuk. Barikatların arkasında başka bir Türkiye, başka bir dünya mümkün dedirten çok güzel bir halk olabilme fırsatı yakaladığımızı anlattık. Daha birbirlerinin statlarına gidemeyen grupların kardeşce bir arada olabilmelerinin sebeplerini anlamaya çalıştık. İnsanları habire birbirinden nefret etmeye zorlayan egemen söylemden çok sıkılmış yeni kuşaklardan bahsettik. Duvarlarda yazanların bu kez gençliğin siyasete hitabesi olduğunu gördük. <br />
<br />
Sonrasında da bir kaç kez daha bu diyarlara gelip giden yönetmenlerle bir kaç kez vakit geçirdik, çekimlerde bulunduk. Yoğurtçı Parkı'na gittik, tayfayla tanıştırdık. Sonuçta ortaya geçen hafta izlediğimiz belgesel film çıktı. Ellerine sağlık. Burada olan bitenlere dışarıdan bakanların neler gördüğünü, anladığını anlamak açısından çok değerli bir emek sergilemişler. İşin bu yönüyle teşekkürü fazlasıyla hak ediyorlar. <br />
<br />
<b>İstanbul gerçekten united mı? </b><br />
<br />
Gezi’de yaşanan bu olağandışı dayanışmaya İstanbul United denmesi bence bu mevzuya konabilecek en yanlış isimlerden biri olarak anlamı baştan zayıflatıyor ve konuyu tam olarak kavramamıza engel oluyor. Her şeyden önce Gezi direnişi 'bütünleşme' olarak nitelenebilecek türden bir vaka asla değildi. Hele hele herhangi birilerinin İstanbul United adıyla ve belirli bir uzlaşmayla kurdukları bir ittifak, grup ya da platform hiç bir zaman olmadı. (Belki bir foruma dönüşmesi beklenebilirdi ama bir iki denemeden öteye gidemedi.) En basit anlamıyla, ülkeyi babasının şirketi gibi gören bir despota karşı başlayan halk direnişinin içinde, çok farklı dünya görüşlerinden süzülüp gelen insanların, tüm önyargılarını yıkan devrimci bir ruh haline bürünerek yarattığı dayanışma ikliminden bahsediyoruz. <br />
<br />
Gel gelelim, filmde ortaya çıkan anlatı üzerinden baktığımızda tüm iyi niyetine rağmen filmin Gezi’de olan biteni anlamakta ve anlatmakta büyük sıkıntı içinde olduğunu görüyoruz. Film meselenin nasıl bir duygu etrafında şekillendiğini göstermeye çalışırken sebep sonuç ilişkilerini nedense pas geçmiş. Uzun denebilecek bir sürede olayların tanığı olarak gösterdiği kararkterlerin Gezi’den önceki çatışma noktalarını anlattıktan sonra, nedense Gezi’de oluşan birlikteliğin içeriğine değinmemiş. Hikayeleri anlatılan bu 3 karakterin birbirlerinden ne kadar nefret ettiklerini, küfürlerini bolca dinlediğimiz halde, filmin ismine istinaden bile olsa hiç bir zaman bir arada görmüyoruz. Direniş sırasında nasıl bir arada olduklarından, neye karşı ve nasıl bir ortak mücadele yürüttüklerinden neredeyse hiç bahsetmeyerek en can alıcı noktaları ıskalamış. İzlerken asıl meseleye ne zaman gireceğini merak etmekten kendimi hiç alamadım. Üstüne üstlük filmi domine eden, anlatımına en çok yer verilen kişinin Galatasaray taraftarı olması filme adeta gerçeküstü bir hava katmış. Elbette Gezi’ye bireysel kararlarıyla katılan pek çok Galatasaraylı taraftarın olduğu inkar edilemez bir gerçek ama bu süreçte ultraslan’ın takındığı iktidar yanlısı tavrın pek çok Galatasaraylıyı rencide ettiği de bir o kadar gerçek. Bu gerçeklerden uzak duran çözümlemelerle böyle bir isyanda taraftarın oynadığı rolü galatasaray tribünlerini merkez alarak anlatması, filmin inandırıcılıktan uzaklaşmasını ve hatta belgesel türünün sınırlarını zorlayarak adeta mockumantary sınırlarına sürüklemesini sağlamış. Bu da filmin sahiciliğiyle yakalayabileceği olası büyük etkisini maalesef çöpe atmış.<br />
<br />
Film, yer verdiği kişilerin grup kimliklerini öne çıkarmadan bireysel tavırları çerçevesinde bir hikaye anlatma iddiasında görünse de bu karakterlerin içinde şekillendiği sosyolojiye değinmeden anlatılanlar meselenin içinde olanlar için çok yüzeysel, dışardan bakanlar için de eksik veya yanlış olarak kavranmasına yol açıyor. Elbette böyle bir filmde Çarşı olgusunun belirlediği kültürel kodlara hiç değinmeyen bir anlatım yolunu tercih edebilirsiniz ama çatışmaların ortasında buldozerle TOMA kovalayan Çarşı fenomenininden tek kare bile göstermeden 'gezi direnişinde taraftar gruplarının etkin rolü' konulu bir belgesel yapmak ortaya çok ciddi özgün bir bakış açısı koymayı gerektirir ki maalesef ortaya çıkan eserde tam olarak buna rastlayamıyoruz.<br />
<br />
Aynı şekilde Fenerbahçe tribüncülerinin biber gazına ve polis baskısına son 3 yıldır neden ve nasıl maruz kaldığına ve muktedirin tüm unsurları tarafından çapulcu, terörist, marjinal diye yaftalanarak şiddete uğramalarının meşrulaştırılmasına hiç girmeden bu insanların neden Gezi'de olduklarını anlamak da anlatmak da çok zorlaşıyor. 3 yıl önce çoluk çocuk onbinlerce Fenerbahçeli'nin protesto için köprüye yürüyüşlerinin plastik mermi ve gaz bombalarıyla durdurulması olayına filmin bütünü içinde yer vermek istememek elbette anlaşılır bir durum olabilir. Fakat 31 Mayıs gecesi İstanbul United isminin de doğmasına yol açan, onbinlerce insanın sabaha kadar kilometrelerce yol yürüyerek Anadolu yakasından Avrupa yakasına yaya olarak geçerek direnişe katılmalarından ve bu olayın Gezi direnişinin şahlanmasına yol açmasındaki çok büyük etkisinden tamamen habersiz gibi davranınca, filmin geri kalan tüm söylemi de bu 'gerçeklik' içinde çok güdük kalıyor.<br />
<br />
<b>Direniş burcu ve yükselen yıldız </b><br />
<br />
Filmin Atlas Sineması’nda gösteriminden sonra yapılan söyleşi kısmında Alin Taşcıyan filmin Çarşı odaklı değil de Galatasaray taraftarı odaklı olmasını nasıl düşündüğünü filmde yer alan çarşı grubundan Ayhan Güner’e sorduğunda Ayhan ağabey hiç ummadığım bir tavırla ‘Olsun bunun hiç önemi yok. Biz Çarşı olarak zaten hep bu konularda öncüyüz. Fenerbahçeli Galatasaraylı arkadaşların da peşimizden gelmesi çok güzel şey’’ diyerek uzaktan bildiğim kadarıyla kendisine yakışmayacak şekilde kibirli bir yaklaşım sergilemiş oldu. Bu cevaptaki meseleyi kavrayış biçimi de aslında filmde Çarşı’nın etkin rolünün pas geçilmesi kadar önemli başka bir eksikliği gösterdiği için bence çok önemli. Fenerbahçe’nin 2011’den beri özel yetkili faşizme karşı yürüttüğü son derece net ve kararlı direnişinin içinde de Gezi’de de baştan beri yer alan bizler için konunun kimin öncü, kimin takipçi olduğu tartışmasına sıkıştırılması boş bir sidik yarışından başka bir şey olmaz ki bu da Gezi’yi yanlış anlamanın başka bir çeşidi sayılır.<br />
<br />
Yapım süreci sırasında filmin yönetmenleriyle görüşen diğer Fenerbahçeli arkadaşlarımın anlattıklarını da aşağı yukarı bilen birisi olarak, filme tam olarak yansımasa da Fenerbahçe tarafı olarak meseleye bakışımız ve aktarmaya çalıştıklarımız gayet net aslında: 3 temmuz 2011’den beri Fenerbahçe için hangi haklı sebeplerle muktediri karşımıza alıp topyekün direndiysek, Gezi’ye de aynı motivasyonla dahil olduk. Fenerbahçe direnişiyle demokrasi tarihimizde özel yetkili bir ‘darbe hukuku’na karşı gösterilen en şiddetli ve kitlesel direnişin parçası olduk. 3 yıldır gerçek bir halk dayanışmasının muktedir karşısındaki gücünü tecrübe edindik. En önemlisi de en başından beri, Fenerbahçe davasında da Gezi’de de üstünlerin hukukuna karşı hukukun üstünlüğünden, eşitlikçi ve özgürlükçü bir ülke yönetiminden başka bir şey talep etmedik. Talana, yağmaya; özel yetkili operasyonlarla kişilerin ve kurumların bağımsızlığının ele geçirilmesine; adalet duygusunun yerle bir edilmesine; milli iradenin ve kamu vicdanının kirli ittifakların çıkar bekçiliğine dönüştürülmesine karşı geldik.<br />
<br />
Geziden çok önce özel yetkili faşizmin ablukası altındaki bir kulübün haklarını ve asırlık kişiliğini korumak için gösterdiğimiz direnişin çapulcu, marjinal diye etiketlenerek değersizleştirildiği, üzerimizdeki baskı ve şiddetin medya ve iktidar tarafından meşrulaştırıldığı dönemde, Gezi'ye katılan kitlenin büyük çoğunluğu henüz kanaatlerini penguen medyasının pompaladığı 'gerçeklik' üzerinden geliştiriyordu. Gezi'den sonra formalarına gururla çapulcu yazan bu neslin Fenerbahçe direnişine bir sempati geliştiremese de empati kurmasını beklemek lüks olmamalı.<br />
<br />
<b>Stat bizim semt bizim </b><br />
<br />
31 mayıs gecesi, yaşadığı semt için, semtindeki park ve o parktaki tek bir ağaç için, birlikte büyük bir dostluğu yaşadığı kulübü için, alın teri için direnmeyi tecrübe etmiş onbinlerce insanın kilometrelerce yol yürüyüp, boğaz köprüsünden yaya olarak karşıya geçerek parkını ve semtini korumak için mücadele eden dostlarına destek olmasının doğal içgüdüsünü anlamadan gezi’ye dair inandırıcı bir şeyler söylemek çok zor. Haksızlıklar ve zorbalık karşısında başka türlü davranmayı zaten bilmeyen insanların ruh halini görmezden gelerek 'Gezi ruhu'nuna dair söylediğimiz her şey samimiyetsiz kaçıyor. İstanbul United kavramı bir ruh halini temsil ediyorsa en çok böyle bir ruh halini temsil ediyor.<br />
<br />
Her ne kadar ismiyle İstanbul United ölü doğmuş bir kavram oldu desek de bizim dayanışma ve direniş halinde olmamız gereken asıl büyük gerçek hala karşımızda duruyor. İster İstanbul United densin, ister benim tercih edeceğim gibi #direntribün diyen çıksın, bizim asıl gündemimizde dalga dalga gelen totaliter rejimin baskılarına, tektipleştirmesine, rantiyeciliğine, hukuksuluğuna, yaratılan yasakçı korku imparatorluğuna karşı dayanışma halinde olmanın yolunu yordamını geliştirmek var… Bunun için yanyana gelip maç izlememize gerek yok. Nefret söylemlerine pirim vermeyerek, sorunlarımızı barışcıl bir dille ve tavırla çözecek iradeyi göstermemiz hiç olmadığı kadar önemli. Her türlü kirli oyuna karşı, güzel ve mertçe oynamayı savunan insanlar olmak için kendimizi daha fazla zorlamamız şart. Adalete olan güvenin tamamen kaybolmasının yarattığı ve daha da yaratacağı yıkıcı etkilere karşı 'herkes için' adalet talep etmemiz, adaletin kendi kabilemizin çıkar bekçiliğine dönmesine izin vermemek için ortak mücadele etmemiz şart. Aidiyetlerimizin üstünlük değil, farklılık olduğunu kavrayan dayanışmacı dile özenerek tribünlerde aşk ve özgürlük şarkılarının söylenebildiği bir iklimi hep birlikte acilen yaratmamız gerekiyor. <br />
<br />
</span>Cahit Binicihttp://www.blogger.com/profile/13728888605132837471noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6074001504069986567.post-24373931387765800562014-03-29T20:22:00.001+02:002014-03-29T20:22:28.720+02:00Kime oy vermediğimi herkes bilecek<div style="text-align: center;"><img src="http://image.cdn.haber7.com/haber/haber7/photos/fenerbahce_taraftari_duzcede_bulusacak13473616210_h923231.jpg" alt="" /></div><b><a href="https://twitter.com/bulentburgac">Bülent Burgaç </a> yazdı:</b><br />
<br />
38 Yaşındayım. Yarın oy kullanmaya başladığım 18. Yılımı dolduruyorum, Ali İsmail’in bir sokakta kahpece sıkıştırılıp katledildiği yaşta bir kez daha oy kullanacağım.<br />
<br />
Bu yaşıma kadar kimseye asla, a veya b partisine oy kullanın demedim. İnsanlar hür iradeleriyle daha da insanlar. Bizi doğada yaşayan saygı duyduğumuz diğer canlılardan ayıran en büyük özelliğimiz hür iradelerimizdir.<br />
<br />
Yarın için kimseye şu partiye oy verin demedim , bundan sonra da demeyeceğim. Yarın sandığa yine hür irademle gideceğim, vicdanımla. Fenerbahçe formamla gideceğim! <br />
<span class="fullpost"> <br />
Kabine girdiğimde gözlerimin önüne ilk olarak 3 Temmuz 2011 sabahı gümüşlük’te Nejat İşler tarafından sabah uyandırıldığım telefon görüşmesi gelecek. “Olm başkanı almışlar” başkanımızı almışlar olm!<br />
<br />
Daha sonra aklıma Anadolu yakasından boğaz köprüsüne yürümeye çalıştığımız an gelecek, emniyet amirinin “gerekirse mermi kullanabilirsiniz” söylemi kulaklarımda çınlayacak. Aklıma çağlayan gelecek, sevgili renkdaşım Ebru Köksaldı ve adalet çay bahçesinde tanıştığım Fenerbahçe’liler gelecek. Önceden belli olan kararları beklerken çubuklu’ya ve yönetimine olan sadakatimiz nedeniyle gazlanmak pahasına orada durduğumuz anlar gelecek. Kararlar açıklandıktan sonra sıkılan ve kafamıza yememek/boğulmamak için çevre yoluna doğru bizi kaçmak zorunda bırakan gaz bombaları gelecek aklıma. Gülüp hatırlayacağım çünkü oraya giden on binlerin “Fenerbahçe söyleyecek son sözü, haklıyız kazanacağız” diye bağırdığı anlar kulaklarımda çınlayacak. Haklıyız kazanacağız, kazanıyoruz, kazanacağız! 12 Mayıs gelecek aklıma daha sonra. Maç bittiğinde şampiyon olan takımı alkışlamaya başladığında tüm ezberleri bozan, kaos’tan beslenen kişilere Fenerbahçe taraftarının attığı asrın tokatı gelecek. Beklenmedik bu olay karşısında 5 dakika içinde sergilenen bir tiyatro sonucu gazlanan tribünler gelecek. 1907 tribünün hemen aşağısında gazdan yere yığıldığım an yanıma bir şişe su ile koşup gelen 15 yaşındaki Deniz gelecek.<br />
<br />
Daha sonra aklıma sabahın şafağında çadırları yakılan ve sivri sinek gibi gazlanan gezi parkı direnişçileri gelecek. Ankara’da başından vurulan Ethem Sarısülük gelecek, Çocukluğumun geçtiği Armutlu mahallesi sokaklarında öldürülen Abdullah Cömert gelecek. Ümraniye’de bir aracın ezdiği Mehmet Ayvalıtaş, Ahmet Atakan, polis memuru Mustafa Sarı, Ankara’daki temizlik işçisi irfan Tuna ve tekrar ediyorum, Eskişehir’de bir sokak arasında sıkıştırılıp kahpece katledilen Ali İsmail Korkmaz gelecek. Öldürülmesiydi yarın ilk kez oy kullanacaktı. Kıydılar delikanlı’ya. Ah Berkin Ah! Berkinim. Berkinimiz… Sen de kardeşimizdin Burak Can Karamanoğlu!<br />
<br />
Yarın oy kullanmak için kabine girdiğimde sizi ve bu olayları unutan kalbim kurusun diyeceğim ve oyumu kullanacağım.<br />
<br />
Kime oy verdiğimi sadece ben bileceğim ama kime oy vermediğimi herkes bilecek.<br />
</span>aethewulfhttp://www.blogger.com/profile/14482850012246878020noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-6074001504069986567.post-65933946867691102222014-03-29T16:14:00.001+02:002014-03-29T16:14:53.500+02:00Barbarlıktan çıkışa son 17 saat<center><iframe src="//player.vimeo.com/video/90230052?byline=0&portrait=0" width="550" height="440" frameborder="0" webkitallowfullscreen mozallowfullscreen allowfullscreen></iframe></center>Metin Lokumcu öldürüldükten sonra televizyon kanalına çıkıp “ben bilmem” dedi, yaptığı ilk mitingde adını ağzını aldı “bu arada da birisi kalp krizi geçirmiş ölmüş” diye geçiştirdi. Dilşat sokak ortasında 45 polis tarafından dayak yedi, sol bacağı 2 santim kısaldı, felç tehlikesi geçirdi, adını bir kere ağzına aldı, “kadın mıdır kız mıdır bilemem” diye bağırdı, saldırıyı gerçekleştiren polisler hala bulunamadı. 1 Mayıs’ta Dilan’ı vurdular, elindeki sirke şişesine Molotof kokteyli dediler, Başbakan’ın katıldığı bir toplantıda “parasız eğitim istiyoruz” pankartı açan Berna ve Ferhat terör örgütü üyeliğinden yargılandı, hapis cezası aldı, okullarından atıldı. Cihan Kırmızıgül bir poşi taktı, başka hiçbir delil yok, 11 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırıldı. Lobna’yı başından vurdular hastaneye kaldırıldı, Toma’nın önünde duran adamın üstüne tazyikli su ile saldırdılar, havada 3 takla attı, yere düştüğünde baygındı. Abdullah Cömert, Ahmet Atakan biber gazı fişeği ile öldürüldü, Ethem Sarısülük 4 metreden 9mm kurşunla vuruldu, mobese kamerası tam o an ağaçları çekmeye başladı, Ali İsmail Korkmaz sokak ortasında saldırıya uğradı, beyin kanaması geçirdi, ilk gittiği doktor ağrı kesici verdi gönderdi. Vali “arkadaşları polisi zor durumda bırakmak için öldürmüş olabilir” dedi. 18 aylık Mehmet Uytun anasının kucağında vuruldu, Savcı’ya soruşturma izni bile verilmedi. 40 günlük Ayaz bebek fakirlikten Konya’da, 14 yaşındaki Berkin Elvan ise evden ekmek almaya giderken başına atılan biber gazı fişeği ile öldürüldü. Öldüğünde 16 kiloydu. Küçücük bir tabutla mezara gömdüler. Annesi oğlunun artık oynayamadığı bilyeleri çocuğunun üstüne attı. Ertesi gün Erdoğan Antep’e gitti annesini halka yuhalattı. <br />
<span class="fullpost"> <br />
Hz. Muhammed “ölülerinizi hayırla yad ediniz” diyor. Ölülerimizin payına bile hakaret düşüyor. Öldürmek de yetmiyor bunlara, ölünün itibarını da katledene kadar doymuyorlar. Onu seven, onu sayan, en azından hatırasıyla yaşamak isteyen, hatta hadi diyelim ki bir anlık bir merhamet duygusuyla 14 yaşında bir çocuğun ölümüne ağlayabilecek, üzülebilecek insanların bu duygularını da öldürmek istiyorlar. Berkin Elvan terörist, Ali İsmail terörist, Ethem Sarısülük terörist, Lobna terörist, Gezi olaylarını haber yapan BBC muhabiri terörist, Taksim’de piyano çalan ajan. Bütün yaraladıkları insanlar düşman. <br />
<br />
Afyon’da 25, Uludere’de 35, Reyhanlı’da 50, Van’daki çadırlarda yanarak öldü çocuklar, katilleri aramızda geziyor. Asla soruşturulmuyor, her şeyin üstü örtülüyor. Berkin Elvan cinayetinden sorumlu olabilecek polis memurlarını arayan Savcılık, Okmeydanı bölgesinde o gün, o saatte görevli olan polislerin listesini istedi. Emniyet Müdürlüğü tam 1065 polisin adını verdi, 275’inin sorumlu olabileceğini söyledi. Dalga geçiyorlar. Hrant Dink’in dosyasında bir türlü örgüt bulunamıyor, Mehmet Ağar derin ellerle korunup özel bir hapishanede 2 yıllık tutukluluğunu geçirip Bodrum’da sörf tahtasıyla gezerken, Gezi olaylarında tweet atan gençlerin payına örgüt davaları, 11 yılla başlayan hapis istemleri düşüyor. İnsafı, adaleti, vicdanı, yanı insanlığın uzun yürüyüşünde kazandığı bütün güzel değerleri kaybettik. Ortaçağ fütursuzluğu ile başlayan cadı avlarının sonu artık kent meydanında kurulan büyük ateşlerde değil, sonu gelmeyen yargılamalarda, içinde kolum kadar fare gezen F-Tipi zindanlarda sonlanıyor. Hücre cezaları işkencenin yerini aldı, dövmekten, vücudunu kesmekten daha derin bir işkenceye mahkum ediyorlar insanları. Sonu gelmez bir yalnızlık. Asla aydınlanmayacak bir karanlık. Hiç bitmeyecek bir “belki çıkabilirim” umudu. Sonra gene yalnızlık. <br />
<br />
Müyesser Yıldız ile ilk tanışmam, Silivri’nin önündeyiz, hapisten yeni çıkmış… Küçücük bir kadın diyorlar. Küçücük derken aklınız başınızdan gider. Gerçekten küçücük, incecik, insanın böyle bir kadına zarar verebilmesi için aklını kaçırmış olması lazım. Toprak yok, ot yok, gökyüzü yok, bir tane insan yok. Yapayalnız. 16 ay geçiriyor. 16 ay bir insan, bir diğer insanın sesini duymadan nasıl yaşar? Bir insanla konuşamadan, hadi diyelim bir derdini, bir sıkıntısını, öfkesini, heyecanını anlatamadan. Kelimeleri unutur insan. Kelimelerden bir tabutun içerisinde zihnini bırakır. İlk kez sıcak yemeği hapisten çıktıktan sonra yiyor. İnsanın midesini bile kendisine düşman ediyorlar. <br />
<br />
İnsanları betonlara gömdüler, sadece bedenlerini değil, ruhlarını, akıllarını, kalplerini, umutlarını, heyecanlarını, insanlık hakkında bildikleri güzel şeyleri. Nedim Şener’in 9 yaşındaki kızı, ayda bir kez babasını açık görüşte görüyor, annesiyle birlikte Silivri’ye gidiyorlar, kız babasını görecek diye süslenmiş, kendisine güzel bir etek seçmiş, eteğinin üstünde de bir tane düğme var. Detektörden bir kere geçiyor, Allah’ın belası detektör ötüyor. Bir daha geçiriyorlar, bir daha, bir daha.. Detektör ciyak ciyak bağırıyor. 9 Yaşındaki bir kızı çırılçıplak soyuyorlar, eteğini çıkartıyorlar, detektörden öyle geçiriyorlar. Babasına beline sarılmış bir kazakla sarılıyor. <br />
<br />
Yer Avrupa Parlamentosu. Bir tane Fransız parlamenter Ahmet Şık ve Nedim Şener’i soruyor. Tayyip Erdoğan cevap veriyor: “Fransız parlamenter anlaşılan Türkiye’ye de Fransız kalmış.. Öyle kitaplar vardır ki bombadan daha tehlikelidir.” Kurumla, gülerek, büyük bir heyecanla bu cevapları sanki insanlığın en bilge, en güzel, en şerefli cümleleriymiş gibi manşetlerine taşıyorlar. “Tayyip Erdoğan’dan Fransız Parlamentere Fırça” keyiften dört dönüyorlar. Sigaralarını, purolarını yakıp, ellerini kuruyemişlerine atıp zevkle bu kabalığa alkış tutuyorlar. Markarlar, Yıldıraylar, Ceren Kenarlar, Kurtuluş Tayizler boktan yapılmış putların önünde tapınan bordro kulları, bize günde 5 rekat nobranlığın, kabalığın, alçaklığın insanlığın en püripak göstergesi olduğunu anlatmak için dillerini kullanıyor, her tür alçaklığı insan ahlakına kilitlenmiş kelimelerden havaifişekler atarak kutluyorlar.<br />
<br />
Barbarlık. Barbarlık diyorum ve bu kelimenin tam olarak ifade ettiği şeyi söylüyorum. Medeniyet dışılık. Medeniyet düşmanlığı. Ahlak, merhamet, sevgi, insaf, vicdan, adalet, hakşinaslık, nezaket, hakikate saygı. Hiçbirinin önemi yok. Bütün değerleri yok ediyorlar. Bunlar yerine Erdoğan’ın çıkarları var ve sadece o var. Erdoğan’ın çıkarları için savunmayacakları kepazelik, göğüslemeyecekleri rezillik yok. Hiçbir değerleri yok. Her şeyi yıkmaya, her şeyi yok etmeye adanmış bir kabile liderinin etrafında toplanmış bir sürü gibi kendilerinden ne istenirse onu yapıyorlar. Bunlara göre kabalık samimiyet, hakaret içi dışı bir olmak, nobranlık ödün vermezlik, hodbinlik cesaret, tahammülsüzlük başarı, merhametsizlik liderlik karizması, gerçekleri çarpıtmak iyi siyasetçilik, işine gelen her yola gelmek stratejik zeka. <br />
<br />
İnsanlık tarihini açın bakın. Totaliter ideolojiler bile yöneticilerine asla aşılmaz, geçilmez bazı sınırlar koyar. Hukukun koyduğu bu sınırlar o toplumun medeniyet ölçüsünü de gösterir. Biz bu noktaya bir günde erişmedik. Eşit haklara sahip insanların temel hak ve hürriyetlerinin hukuk devleti garantisi ile korunduğu, halkın kendi kendini yönettiği ve yöneticilerin halka hesap verdiği demokratik devletler medeniyetin uzun yürüyüşü sırasında bulunmuş değerleri de ifade ederler. Nedir bu değerler? İşte insanlar vardır. Bu insanların doğuştan belli hakları vardır. Devlet dediğimiz şey bu insanlar tarafından, insanlar için kurulmuş, yine o insanlara ait olan toplumun örgütlü ifadesidir. Devlet kutsal değildir, devlet gökyüzünde değildir, devlet dediğimiz içinde o topluma mensup insanların görev aldığı, finansmanı da yine toplum tarafından yapılan bürokratik bir örgütlenme biçimidir. Bu örgütün cebri şiddet uygulama yetkisi vardır ama uymak zorunda olduğu kurallar da vardır. Görevi de insanın temel hak ve hürriyetlerini korumak, insanı sınırlayan maddi ve manevi engelleri ortadan kaldırmaktır. <br />
<br />
Bundan başka ideolojiler de vardır. Devletleri farklı yorumlar, devletlere farklı görevler ve yükümlülükler verir. Aydınlanmadan doğan liberalizm ve sosyalizm gibi iki ideoloji dışında aydınlanma karşıtı ideolojiler de vardır, Nazizm bunlardan biridir. Ama bu ideolojiler bile bazı değerler üstüne kurulur. Bu açıdan “barbarlık ötesi”dir. İşte bu ideolojilerin de bir hukuku vardır, bu hukuk teorisine göre kanunları vardır, devlet yöneticileri de bu kanunlara uymak zorundadır. Diyelim Humeyni İran’da bir teokrasi kurdu, kendisini de bu rejimle bağlı hissetti. İnsanlara cennet vaad etti ama salma salarak basın kuruluşu alma gibi işlerin peşine düşmedi. Hitler toplama kamplarında insanları yaktı, kara para aklama suçuna aracılık etmek için kendi bakanlarını görevlendirmedi, Stalin Ukrayna’da milyonlarca insanı açlığa mahkum etti, politik bir cinayettir, ancak Stalin bile adi suçlara tenezzül etmez, verdiği ihalelerden komisyon almaya çalışmaz. Pol pot ülkesinde okuma yazma bilen insanları katletti, gidip de 10 milyon dolar paranın peşine düşmedi. İdeoloji sahibi herhangi bir yaratık, bu ideoloji demokratik olsun olmasın, ideolojisinin değerlerine uygun davranmayı da önemser, kendisini o değerlerle bağlı hisseder. Barbarlık, her tür değerden yoksun kalma durumudur. Her şeyi yapma hakkını kendinde görmektir. Şimdi soruyorum, bunların yaptıklarına cevaz veren bir tane ideoloji, bir tane hukuk sistemi, bir tane şeriat, herhangi bir din var mı? Pagan dinleri bile buna müsaade etmiyor. Zeus’a insansan şunları yapamazsın. Stalin oturur anlatır der ki, benim ideolojime göre sınıflar arasında bir savaş var, bu savaşta işçi sınıfının kazanması için burjuva sınıfının yok edilmesi gerekiyor, ben de yok ediyorum. Haksızdır. İnsanlık dışıdır. Ama kendi ideolojisine uygundur. Allah Muhammed aşkına, ihale verip, oğlunun kurduğu vakfa rüşvet bedelinin yatırılmasını istemek hangi ideolojiye, hangi dine sığıyor?<br />
<br />
Karşımızda ne olduğunu anlamak için uzun uzun düşünmeye gerek yok. Karşımızda hiçbir değer yok. Karşımızdaki anlayışa göre güce sahip olan, o gücün imkan verdiği her şeyi yapma hakkını da kendinde görüyor. Mutlak monarşileri ele alalım, diyelim 14. Louis adam çıktı “devlet benim” dedi, onun bile bir sınırı vardır. Der ki “ben egemenlik yetkimi tanrıdan alıyorum, dolayısıyla benim topraklarımda yaşayan insanların bedenleri bana aittir. Ancak ruhları Allah’a aittir.” Adamın bir sınırı vardır. Gidip de Papa’ya örgüt üyeliği davası açıp tutuklamaya kalkmaz. Bunlarda öyle bir sınır da yok. Her şey konjüktürel, her şey bugün, dün söyledikleri her şey bugün değişebilir, dün inandıklarının tam aksini bugün yapıp büyük alkışarla bunu kutlayabilir. 12 yıl boyunca Fethullah Gülen’e söylemedikleri tek bir övgü cümlesi kalmadı. Adamın adını besmelesiz ağızlarına almadılar. Fethullah Gülen hocaefendi oldu, AKP’ye yol gösteren ışık oldu, alim oldu, muteber din adamı oldu, “ne istedilerse verdiler”, her taşın altında cemaat arayanlara güldüler, sivil toplum hareketi ilan ettiler, hasretten bağırları yandı, “bitsin artık hasret” diye gözyaşlarıyla ülkeye davet ettiler. Bunların yazar taifesi Fethullah Gülen halife olur mu diye tartışıyordu, şak diye bir günde adam Haşhaşi oldu, kanser oldu, ur oldu, virüs oldu, alim müsveddesi oldu, ceketine kadar saydılar, oturduğu koltuktaki bizon postunu da gazetelerinin manşetine bastılar.<br />
<br />
Gidelim Hüseyin Çelik’e, Tayyip Erdoğan’a, Bülent Arınç’a soralım, ideolojileri nedir. Neye inanıyorlar? Kendilerini nasıl tarif ediyorlar. Bugüne kadar yaptıklarının çelişmediği bir tane kavram söyleyebilecekler mi? Bunun adı muhafazakarlık mıdır, İslamcılık mıdır, demokratlık mıdır? Hadi biz demokrasi istiyoruz desinler, kuvvetler ayrılığı ilkesinin bulunmadığı, yasama organının bütünüyle yürütme organına bağlı olduğu, yargı kararlarına yürütme organının uymadığı bir demokrasi mi var? Hadi biz bir islam devleti istiyoruz desinler, Allah’tan korkun, Hz. Ebu Bekir geçinmek için bir Yahudi kadının keçisinin sütünü sağardı, komisyon, rüşvet, kupon arazi peşinde koşmak İslam’ın neresine denk düşüyor? <br />
<br />
Zamanında “milli görüş gömleğini çıkardık” dediler, biz bir gömlek giyecek zannetmiştik, hayır hiçbir gömlekleri yok, çırılçıplak, anadan üryan aramızda dolaşıyor, edep yerlerini sallaya sallaya geziyor, bunda da görülmedik hikmetler buluyorlar. İdeolojilerinin adı –eğer bunu ideoloji diye tanımlayacak kadar kelimeyi alçaltmayı içinize sindirirseniz- reisçilik. Dürüst oldukları bir konu arayın, bulabileceğiniz tek şey bu.. Reisçiler. Bir kabile gibi reislerinin etrafında toplanıyor, ağzından çıkan cümleleri emir telakki edip, hayata geçirmek için birbirlerinin üstüne basıyor, reislerine ne kadar biat ettiklerini ve bağlı olduklarını göstermek için alçaldıkça alçalıyor, Reis’e hediyeler sunuyor, ayaklarına kapanıyor, önünde hazırolda duruyor, Reis’in kulaklarının hoşuna gideceğini düşündükleri cümleler kuruyor, şarkılar söylüyor, “beraber yürüdük biz bu yollarda” marşıyla ayinlerini tamamlayıp, toplu halde yeni kurbanlarının peşine düşüyorlar.<br />
<br />
Hayatımızın ortasına düşmüş çılgın bir kabile. İnşaatlar yapıyor, yollar açıyor, paraları reislerine sunuyor, gazeteler açıyor, televizyonlar açıyor, reislerini övmek için menkıbeler anlatıyor, şamanları Reis’in hoşuna gidecek fetvalar veriyor, kabilenin önde gelenlerinin de payına kurumlarını adak olarak Reislerine adamak düşüyor. Alo Fatih bir hat değil, bir kabile reisine sunulan kurbanlık. Erdoğan Demirören Reis’ine karşı görevini tam olarak yerine getirmediği için gözyaşları içinde kalıp, korku ve huşu dolu bir sesle “ben ne için bu işlere girdim” diye ağlıyor. Herkes düşmanları, her şey düşmanları, insanlık adına biraz sesini çıkartın, biraz bir değerden bahsedin, birkaç gerçeği bunlardan izin almadan söyleyin, gözlerini kısıyor, size nefretle doluyor, olmadık hakaretlerle üstünüze saldırıyor, çektiğiniz acılardan haz almaya başlıyorlar. Bugün Ertem Şener, bir insanın gözaltına alınmasını “Ankara’dan gol sesi var” diye, Reis’inin yasakladığı twittera kaçak girerek paylaştı. Ötekiler, diğer kabileden olanların başına gelen her talihsizlik, bir şempanzenin bile yaşamadığı türden bir zevk veriyor vücutlarına.<br />
<br />
Şimdi 3 Temmuz’u yaşadık. Gördük. Yargı margı öyle şeyler yok. Bir kabilenin hukuku olmaz, mahkemeleri olmaz, yargıçları, avukatları olmaz. Kabilenin reisi olur. Reis ne derse de o olur. Aldılar, tutukladılar, sopalı adamlar geldi, bu insanları evlerinden çocuklarından ayırdı. Kabilenin yardakçıları, yalakaları, cambazları ortaya çıkıp türlü gösteri düzenledi, kurbanın etrafında dans ede ede, kurbanı nasıl asacaklarını ve bunun da ne kadar haklı bir şey olduğunu anlattılar. Yürüdük, biber gazı yedik, kavga ettik, mücadele ettik, vücutlarımız lime lime oldu ama en azından kulübü bu yamyamlara yedirmedik. Sahamızı kapattılar, kadınlarımız sahayı doldurdu, sesimizi kıstılar, sosyal medya sesimiz oldu, saha içinde bizi cezalandırmaya kalktılar, formamızı giyenler onur mücadelesi verdi yıkılmadık. 12 Mayıs’ı yaşadık, çoluk, çocuk, genç yaşlı bunların bize reva gördüğü tek atmosfer olan biber gazını ciğerimize çektik, kalkıp terörist dediler unutmadık. Kongreye müdahale ettiler, seçilmiş bir başkanı indirmek için türlü çeşit yol denediler, Reisleri kendi adamının kulağına sufleler verdi, para etmedi. İşte el ile, diş ile, tırnak ile mücadele ettik, buraya kadar geldik.<br />
<br />
3 Temmuz’un üstünden 1000 gün geçti. Yarın 1001. gün.. Çocuklarımızı kaybettik, Ali İsmail’i kaybettik, Berkin’i kaybettik, Ahmet’i kaybettik. Berna hapiste. Metin Lokumcu’nun oğlu bir köşede gözümüzün içine bakıyor, babasının katilleri ortaya çıksın diye. Ayaz Bebek’in annesi Maviş’in hatrını soran yok. Van’da çadırlarda ölen çocukların isimlerini unuttuk. Çalınmış paralarımız, vurulmuş çocuklarımız, miting meydanlarında yuhalanan analarımız, hapse atılan babalarımızla bir başımıza duruyor, bu çılgınlığın ortasından bir çıkış yolu arıyoruz. <br />
<br />
Bu manyaklığa, bu çılgınlığa izin verecek miyiz? İçimize böyle kabile gibi yönetilmeyi sindirip, biat etmek, susmak, Reislerini övmek, üç kuruşumuzu da Reislerinin ayağına sermekten başka bir seçenek sunmayan insanlık tarihinde eşi benzeri olmayan rejimin devam etmesine müsaade edecek miyiz? İnsanlık ile barbarlık karşı karşıya kaldığında kimse tarafsız kalamaz, “gülüyorsun ya gülmek bir halk gülüyorsa gülmektir”, bütün bir halk ağlarken kimse kahkaha atamaz.<br />
<br />
Bu manyaklığın, bu çılgınlığın bize izin verdiği, müsaade ettiği, bir tek “medeni” şey kaldı. O da sandık. Gidiyorsun oyunu kullanıyorsun. Başka bir çıkışı, alternatifi yok. Yoksa bunlar kazanırsa, sizi iyi günlerin beklediğini mi düşünüyorsunuz? Yoksa bir an bütün yaptıklarından vazgeçip, bir anda bir demokrasi ve özgürlük savaşçısına mı dönüşecek? Hayır, bugüne kadar yaptıkları neyse onları daha da güçlü yapmaya devam edecek. Sizi istiyor, hayatlarınızı, fikirlerinizi, ahlakınızı, önünde eğilip, itaatkar bir köpek gibi etrafında dolaşmanızı.<br />
<br />
Ben öldürdüm diyecek, ben çaldım, çırptım, kendime hak gördüğüm her şeyi yaptım, tinerci dedim, çapulcu dedim, terörist dedim, ayyaş dedim, Zerdüşt dedim, bunlar hayvanlarıyla gezer diye aşağıladım, gazetecilere köpek dedim, doktorlara marjinal dedim, avukatları çağlayan adliyesinin ortasında yerlerde süründürdüm, hapse attım, sürdüm, tokatladım, dövdüm, dövenlere destan yazdı dedim, daha fazla yasak vaat ettim, daha fazla tutuklama, gözaltı, muhaliflerin tamamen yok olmasını… Bütün bunları bilerek gittiniz sandığa, hepiniz biliyordunuz ve işte memnun oldunuz bu olanlardan. Kazandım. İşte şimdi vaatlerimi gerçekleştireceğim. İşte şimdi her şeyi yapacağım. <br />
<br />
Reislerinin etrafında toplanacak, gözlerini kısacak, yaşadığınız acılardan zevk ala ala, daha fazla acılar yaşamanız için dua edecekler. Eğer bir Fenerbahçe kalacak sanıyorsanız, yanılıyorsunuz. Arkadaşlarınızı tutuklayacaklar, yöneticilerinizi hapse atacaklar, kendi imgelerine uygun bir Fenerbahçe kuracaklar. Ve bu yapacaklarının en hafifi olacak.<br />
<br />
Size, sizin geleceğinize ve sizden doğacak olanlara da talipler. Onlar da bu kabile ahlakı içerisinde yaşasın, Reis’e biat etsin, onun dediği dışında bir şey hayal dahi edemesin istiyorlar. Bugün sesinizi duyurduğunuz tüm aralıkları kapatacaklar, sokakları biber gazı ile dolduracak, üstünüze Tomalar sürecek, kafanızı kaldırdığınız anda plastik mermiyle ateş edecekler. Gençsiniz, üniversiteden mezunsunuz, bir kere özgürlük deyin, hukuk devleti deyin, gerçeğin yarısını söyleme cesareti gösterin, sizi asla kamuda memuriyete almayacaklar. Yeşil, mavi, kırmızı listeler hazırlayacak, isimlerinizi o listelere yazacak “bize karşı olumsuz” diyecek, yasaklayacaklar. Hayat boyu gözleri üstünüzde olacak. Size iş yok. Sizin para kazanma şansınız yok. Üstünüze vergi müfettişleri gönderecek, fahiş cezalar kesecek, ümüğünüze çökecekler. İş adamıyım, kurtarırım diyorsunuz, yoksa siz kendinizi Boydak’tan daha üstün, Koç’tan daha güçlü mü hissediyorsunuz? Mehmet Cengiz gibi olmadıkça su bile alamayacağınızı göremiyor musunuz? İşçiyim, devam ederim diyorsunuz, payınıza düşen “800 lira iyi para” daha fazlası değil, karşınıza geçip “sana iş vermişim daha ne istiyorsun” diye soracaklar. YouTube’u kaybetmeyeceksiniz, hayatınızı kaybedeceksiniz. Kendi değerleri olan, kendine ait inançları olan, bu değerler çerçevesinde özgürce yaşamak isteyen onurlu bir insan olma hakkınızı “engelleyecekler.” Bunun DNS ayarı yok. Kabilenin köpeği olana kadar peşinizi bırakmayacaklar.<br />
<br />
Sizden tek bir şey istiyorlar. Kendileri gibi olmanızı. Her gün gazeteleri açacak, onların neyi demenizi istediğini öğrenecek ve o cümleleri kuracaksınız. Yiğit Bulut gibi konuşacak, Nihal Bengisu Karaca gibi övgüler düzecek, Kurtuluş Tayiz gibi düşünecek, Markar gibi gülecek, Yıldıray gibi diliniz dışarıda Reis’inizi izleyeceksiniz. Bunun dışında ağzınızdan çıkan her cümle bir suç olacak, ayıplayacak, kınayacak, sandığı hatırlatacak, Kabilenin nasıl kazandığından dem vurup, sizin azınlık olduğunuzu, çoğunluğa uymanız gerektiğini, bundan başka da bir hakkınız olmadığını söyleyecekler. Hakaret edecekler, aşağılayacaklar, tahkir edecekler, değerlerinizi gözünüzün önünde ayaklar altına alıp, yüzlerine pis bir gülümseme yapıştırıp, bunun ne kadar haklı olduğunu söyleyecekler.<br />
<br />
Şimdiden kızlarınızı ciyaklatmayı söylüyor televizyonlarda onur konuğu yaptıkları Fatih Tezcan, hakkınızda açılacak davalarda nasıl sürüm sürüm sürüneceğinizi anlatıyor Ahmet Bayekoğlu, trolleri gün sayıyor Berkin’e ağız tadıyla terörist demek için. Bu gelecek sizin elinizde. Bunları yaşayıp yaşamamak sizin elinizde. Erdoğan kaybederse, siz kazanacaksınız. Erdoğan kazanırsa siz kaybedeceksiniz. <br />
<br />
Hangi değere, hangi inanca, hangi siyasal görüşe sahip olursanız olun, şu yaşadıklarımızı normal bulacak bir tane ideoloji, inanç, siyasal görüş yok. Bunlara cevaz veren, bu olanları içinize sindirebileceğiniz bir tane fikri akım arayın, bulamazsınız. Bugün alternatifler de bu kadar kısıtlı. O yüzden hayalperest senaryolar içerisinde yaşama, olmadık varsayımlarda bulunma gibi bir şansımız yok. Her şey 31 Mart günü başlayacak. Zaman kalmadı.<br />
<br />
Sandıkta görüşürüz dedik. Sandık önümüze geldi. Gidin ve gerekeni yapın. Yarın atacağınız her oy, Türkiye’nin barbarlıktan kurtulmak için bir işaret fişeği olacak. Yaşadıklarınızın hesabını sormak için başka bir yer kalmadı, ya siz bir çığlık olacaksınız, ya da çığlık atacaksınız. Bu kadar basit. Daha özgür, daha adil, daha eşitlikçi bir Türkiye kurma fırsatı hala var. Barbarlıktan çıktıktan sonra birbirimizi yiyebilir, denetleyebilir, bu güce sahip olmayanlardan medeni bir Türkiye talep edebiliriz. Bu duvarda açacağımız bir yarık yeni bir duvar kurmamızın da fırsatını verecek. Ancak eğer Erdoğan kazanırsa “dava taşını gediğine koyacak”, bu duvar tamamlanacak, hepimiz içinde mahpus kalacağız.<br />
<br />
Sahip olduğunuz her şey, inandığınız her şey yarına bağlı. Daha büyük bedeller ödememek için, daha fazla kayıp olmasın diye, daha çok çocuk cenazesi kaldırılmasın diye, bu ülkede yaşayan hiç kimse aşağılanmasın, hiç kimse kendi yurdunda garip, kendi yurdunda parya olmasın diye gerekeni yapmak için sadece 17 saat kaldı. Yarın, 5 yıldır ilk kez, güç bizde. Bu hesabı soralım. Bu duvarı yıkalım. Bu sefer bu ülkede “kötüler” kaybetsin.<br />
</span>aethewulfhttp://www.blogger.com/profile/14482850012246878020noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6074001504069986567.post-75686530843626765052014-03-20T12:03:00.000+02:002014-03-20T13:06:23.156+02:00Ulan hepiniz ordaydınız!<div style="text-align: center;"><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEglsMbzmk5NpMNfTdJ_fVhCokKAdOgxiMO2vzhSMUweel9BT8_a5TLAg6iLODGcZq8EDb8m-G7isqfNcGXxwtqc5OzRMg9Fjc04H1yaoC19TKhoeDpDV8cC1oHn7QtXu_2-nfwoj0hw1LHE/s1600/BehmTvHCQAAL5e_.jpg" alt="" /></div><br />
İstanbul İstihbarat Şube Müdürlüğü'nden sorumlu eski Emniyet Müdür Yardımcısı Ali Fuat Yılmazer'in katıldığı televizyon programında 3 Temmuz operasyonu ile ilgili söylediklerinin deşifresi aşağıda, benim notum sadece; ''Yemezler, Ulan hepiniz ordaydınız be'' olur.<br />
<span class="fullpost"><br />
<blockquote style="background-color: white; color: #222222; font-family: arial, sans-serif; font-size: 13px;" type="cite"><b>Ali Fuat Yılmazer </b>: Şike operasyonu sürecinde istihbarattaydım. Ancak istihbaratın bu şike operasyonu ile ilgili bir çalışması olmamıştır. Istihbarat kaynaklı bir operasyon değildir.<br />
Şike, organize şubenin örgütlü suçlar kapsamında yürüttüğü bir adli çalışma kapsamında, karşılarına çıkan bir konunun, savcılık makamına arz edilmesi üzerine tefrik edilmesi ile yeni bir yasal mevzuata bağlı olarak tefrik edilmesi ile oluşmuştur.<br />
<br />
Yani bir nevi tesadüfi delilin ortaya çıkması ile savcılık makamı bu soruşturmayı doğrudan başlatmıştır. Ve organize şube de direkt hiç bir istihbarat ön çalışması olmadan yürütülmüş bir soruşturma şeklidir.<br />
<br />
<br />
Şimdi bu şu anlama geliyor: Demek ki biz şikeyi özellikle mercek altına almışız, baştan sistemli bir çalışma başlatarak buna yoğunlaşmışız diye bir şey yok. öyle olsa diyorum ya örgütlü, hedefli, hedef aldığımız yapılarak karşı istihbarat şubeleri mutlaka çalışır. Tesadüfi bir delille başlamış.<br />
<br />
Savcılık makamına da arz edilince, sonuçta bir delil gitmiş, yeni yasası çıkmış, suç olarak tarif edilmiş bir faaliyet. Bunu hiç bir savcı yırtın çöpe atın demez, mecbur çalışın delillendirin diyecek.<br />
<br />
<br />
<b>SUNUCU:</b> Orada polisin çok iyi teknik fiziki takibi var. Videolu, kameralı bir polis dedektifliği var.<br />
<br />
<b>Ali Fuat Yılmazer:</b> Bakın öyle de değil, baştan polis bu işe gönülsüzdü. Bakın bunu çok iyi biliyorum. Niye gönülsüzdü? Bir kere yeni bir mevzuat nasıl işleteceğinizi bilmiyorsunuz. 2-Delillendirmesi kolay bir süreç değil. Ve zaten şubeler çok yoğun çalışıyor şubeler, terör şubesi de organize şubesi de çok yoğun çalışıyor. Ve buradan ne çıkıp çıkmayacağı da belli değil. yani bir delil var ama arkasının gelip gelmeyeceğini de çok bilmiyorsunuz.<br />
Yani nispeten gönülsüz başlamış bir çalışma. Yani öngörülemiyor, bu operasyondan bir şey çıkar mı çıkmaz mı?<br />
<br />
Yani şikeyi delillendirebilir miyiz, delillendiremez miyiz? Ne anlam ifade eder? Yani öncesi de yok bu işin. Polis çalışmalarında bir örneği de yok. şimdi bir süre o öyle durdu, zamanla öyle tahmin ediyorum ki benim de o aşamadan sonra bilgim oldu, bunun biraz alt yapısı oluştu. Yani çalışma başlattıktan sonra baktılar ki delillenme potansiyeli var o zaman arkadaşlar ben çok iyi biliyorum, belli bir kıvama geldikten sonra o günlerde bu adetti, başbakana arz ettiler bunu.<br />
<br />
Ben yokum ama arkadaşlardan biliyorum. Ve Başbakanımızın da çok memnun olduğu söylendi. Aman buna sağlam çalışın, iyi çalışın.<br />
<br />
Herhalde seçim öncesine denk geliyordu, hatta başbakan neden bekledi falan deniyor, seçim sonrasına bırakalım gibi de birşeyler oldu. </blockquote><blockquote style="background-color: white; color: #222222; font-family: arial, sans-serif; font-size: 13px;" type="cite"><b>SUNUCU:</b> Kim bıraktı?<br />
<br />
<b>Ali Fuat Yılmazer:</b> Başbakan! Ondan gelen talimat üzerine o şekilde planlama yapıldı. Ama sağlam çalışın, dendi.<br />
<br />
<b>SUNUCU:</b> Sayın Başbakan şike operasyonu ile ilgili bütün safahati biliyor muydu? <br />
<br />
<b>Ali Fuat Yılmazer:</b> Biliyordu.<br />
<br />
<b>SUNUCU:</b> Soruşturmada kimlerin suçlandığını, hangi takımların zan altında olduğunu biliyor muydu? Aziz Yıldırım'ın bir numaralı sanık olduğunu biliyor muydu?<br />
<br />
<b>Ali Fuat Yılmazer:</b> Biliyordu. Diyorum ya kapsamlı bir dosya hazırlandı. (Gülüyor) Şimdi ben dosya arz edilmiş bütün safahati de başbakanın önüne konmuş, diyorum siz de hala soruyorsunuz….<br />
<br />
<b>SUNUCU:</b> Ben de açık açık soruyorum.<br />
<br />
<b>Ali Fuat Yılmazer:</b> Soruyorsunuz da yani daha sözün fazlasını da söyletmeyin bana. (gülerek)<br />
<br />
<b>SUNUCU:</b> Şimdi o tarihe gidelim, 2011, 3 sene önce, Nisan ayında sporda şiddet yasası çıktı ve şike soruşturması bu kapsamda yürütüldü. Sonrasında Haziran 2011 seçimi var. Şike operasyonu da tam 3 Temmuz da başladı. Yani seçimlerden 3 hafta sonra. Ve bunun seçim sonrasına özellikle atıldığı söylendi. Şike operasyonundan günler önce de TFF başkanı, yönetimi değişti ve MA Aydınlar başkanlığa geldi. Tüm bu hadiseler kronolojik olarak tesadüfi değil miydi?<br />
<br />
<br />
<b>Ali Fuat Yılmazer</b>: Ben öyle bir yorum yapmayayım. Ben sadece teknik bilgi arz ettim. Benim söylediğim bu gerçekler üzerinden bu yorumlar yapılabilir.<br />
<br />
<b>SUNUCU:</b> Ama anlatımlarınızdan bu çıkıyor. Şike soruşturması başladığında aslında bunu nasıl delillendiririz gibi bir tereddüt vardı.<br />
<br />
<b>Ali Fuat Yılmazer:</b> Bakın şu yoktu. Cemaatten bir perspektif gelmemiş. Oradaki polisler biz böyle birşeyi nasıl yaparız diye uğraşmış.<br />
<br />
<b>SUNUCU: </b>Başbakan'ın tüm soruşturmadan, şüphelilerden bilgisi vardı, kimlerin hangi takımların suçlandığını, zan altında olduğunu, hangi maçlarda şike yapıldığına dair iddiaların soruşturma içerisinde olduğu konusuna dair de malumatı vardı ve soruşturmanın 12 Haziran seçimlerinden sonraya bırakılması onun talimatıyla mı oldu?<br />
<br />
<b>Ali Fuat Yılmazer:</b> Evet. Tabi. Operasyonun sınırlaması böyle bir kanun hükmü ile hazırlanmış bir şey değil, esnek bir konu.<br />
<br />
Siz bir operasyonu bugün de yapabilirsiniz, 3 ay sonra da , 6 ay sonra da. Bu operasyonun şekline göre değişir. Yani Başbakan'dan böyle bir hassasiyet geldi. Arkadaşlar aslında operasyona hazır şekilde dosyayı vermişlerdi, beklemesi yönünde bir şey oldu. <br />
<br />
Ama seçim sonrasında başlatılmak üzere o dosyanın beklediğini, Başbakan'ın dosyadan çok memnun olduğunu, 'aman sağlam çalışılsın' dediğini ve seçim sonrası bu operasyonun bütün hedefleri ile başlatılmasının söylendiği bir konudur. </blockquote><blockquote style="background-color: white; color: #222222; font-family: arial, sans-serif; font-size: 13px;" type="cite">Bakın cemaatle net söylüyorum ki uzaktan yakından ilgisi yoktur. Aziz Yıldırım'ın o gün yaptığı açıklamaları ben hayretle izledim. Yani doğrudur değildir bilemem, kamuoyuna yansıyan bazı açıklamaları oldu, hayretle izledim. Aziz Yıldırım'ın buna nasıl ikna edildiğini, nasıl inandırıldığını da kabullenmekte güçlük çekiyorum. Aziz Yıldırım'ın önüne çok somut dosya konmalı ki bu kadar net inansın bu işi cemaatin yaptığına.</blockquote></span>onurktk_http://www.blogger.com/profile/03690736516937230466noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6074001504069986567.post-73453545451621197642014-03-05T13:15:00.001+02:002014-03-05T13:19:53.506+02:00Hürriyet Pazar Röportajının Tamamı - 30 Mart'tan sonra Fenerbahçe'ye bir operasyon beklenebilir<div style="text-align: center;"><img src="http://imggaleri.hurriyet.com.tr/LiveImages/Spor%20Foto/593/Yeni%20muhalefet%20Fenerbah%C3%A7e%20mi/001.jpg" alt="" /></div>Geçtiğimiz hafta Hürriyet Pazar'da bir röportaj yayınlandı. O röportaj için sorulan soruların ve cevaplarımızın tamamını buradan da sizlerle paylaşmak istedik. <br />
<br />
<b>-Fenerbahçe taraftarı için kırılma anı 3 Temmuz mudur yoksa Play Off finali sonrası çıkan 12 Mayıs olayları mı?</b><br />
<br />
12 Mayıs, 3 Temmuz zihniyetinin 24 saate sıkıştırılmış halidir. Esas mesele 3 Temmuz’dur. Bugün Fenerbahçe’yi takip eden, biraz olsun izleyen, fanatik değil ama “sempatizan” seviyesinde olan bir taraftarın bile 3 Temmuz sabahını unutması mümkün değil. İnsanlarla konuştuğumuzda görüyoruz, herkesin kendine ait bir 3 Temmuz sabahı anısı var. Dakika dakika o ilk günü insanlar hatırlıyor, örneğin nasıl kahve içtiğini, bilgisayarın – televizyonun başına nasıl geçtiğini, Aziz Yıldırım’ın gözaltına alındığı haberini ilk nasıl aldığını, “şike görüntüleri” haberlerini nasıl izlediğini çok canlı bir şekilde anlatabiliyor. Neden? Çünkü insanların kulüpleriyle kurduğu ilişki bir müşteri - işletme ilişkisi değil.<br />
<span class="fullpost"> <br />
Bir futbol kulübü bir fast food restaurantından başka bir şeydir. Kimse hamburger satın aldığı şirketin başına gelen acı olaylar için ağlamaz, günü gününe borsadaki durumunu takip etmez, yeni bir dükkan açınca sevinçten deliye dönmez. Biz bunları futbol kulüpleri için yaşıyoruz çünkü Futbol kulüpleri “işletme” değil, sosyal hareketler. İçinde yaşadığımız kültürün parçası ve üreticisi olan kurumlar. Futbol taraftarlığı da genellikle aileden gelen, babadan çocuğa geçen bir kimlik. Biz bir futbol kulübünü küçücük yaşlardan itibaren izliyor, onun kahramanlarının hikayelerini takip ediyor, sokaklarda onların isimlerini haykırıyor, yıllarca binbir müsabaka ve mücadele ile geçen bu hikayenin de parçası oluyoruz. <br />
<br />
Biz o sezonu izledik. O maçları, nasıl bir mücadele verildiğini gördük. Hem de böyle bir sinema seyircisinin film izlemesi gibi izlemedik, bu hikayenin parçası olan insanlar olarak, bir açıdan o maçları yaşayarak buna şahitlik ettik. 3 Temmuz günü bir uyandık “şike” suçlaması var, kulübün başkanı gözaltına alınıyor, televizyon kanallarında bir çok iddia. Bu durumun yaratacağı travmanın ve reflekslerin bu operasyonun sahipleri tarafından iyi hesaplanılmadığını düşünüyorum. Bu hesap hatası zaten “Balyoz, Ergenekon gibi 3 ayda unutulur sanmıştık” denilerek itiraf da edildi. Yaratılacak olan travma sonucunda oluşacak olan refleksin Türkiye’deki geniş halk kitlelerine nasıl bir etki yapacağının da öngörülemediğine inanıyorum. <b>Fenerbahçe’ye yapılan bu operasyon, bir çok Fenerbahçelinin Türkiye’deki hukuk sistemini sorgulamasına neden oldu, daha çok sol ve muhalif grupların tartıştığı – eleştirdiği ancak bu açıdan da merkez kitleler açısından marjinal bir konuya dönüşen özel yetkili mahkemeleri Türkiye’de herkesin anlayabileceği ve üstünde konuşabileceği bir zemine çekti. </b>İnsanlar Ahmet Şık tutuklandığında televizyondan izleyip geçebiliyordu ama tutuklanan Aziz Yıldırım olunca Muş’un Varto İlçesi’nden Burdur’un Gölhisar’ına kadar her kahvehanede bu konu konuşuldu. Bu durumun siyasal bir maliyeti de oldu. Özellikle oy davranışlarını etkiledi, sokak hareketlerini tetikledi, adalet talebi ve isyan duygusunu merkezileştirdi. <b>Bütün bu etkiler hesaplanabilseydi, siyasal amaçlarla başlayan bu operasyonun yine siyasal sebeplerle hiç başlatılmayacağını düşünüyorum.</b> Herhalde bu operasyonun sahipleri bugün böyle bir adım attıkları için pişmandırlar. Ancak iş işten geçti. <br />
<br />
<b>-Yürüyen gruplar tam olarak ne istiyor,neye tepkili?</b><br />
<br />
İnsanlar şu an Türkiye’de olmayan bir şeyi talep ediyorlar, adaleti. Bu esasında insan gibi yaşama arayışı. <b>Bu insanlar sokaklara sadece Aziz Yıldırım ve Fenerbahçe için çıkmıyorlar, bu insanlar sokaklara kendi hayatları için çıkıyorlar.</b> İşin bu boyutu çoğu zaman atlanıyor. Kolaycı manşetlerle “Fenerbahçe taraftarı Aziz Yıldırım için yürüdü” denilerek geçiliyor. Başörtülülerden başı açıklara, muhafazakarlardan ulusalcılara, sosyalist gruplardan milliyetçilere, 15 yaşındaki gençlerden 75 yaşındaki ninelere kadar yüzbinlerce insan yürüyorsa bunu böyle bu kadar küçük bir manşetin içerisine sığdıramayız. Hayır insanlar sadece bir kişi için yürümüyor. İnsanlar kendilerinin de hayatını etkileyecek bir şey için yürüyor. <b>Bu insanlar 10 Temmuz’da, 16 Şubat’ta sokaklara çıkıyor, hayatı boyunca en ufak eyleme katılmamış insanlar plastik mermi yiyeceklerini bile bile köprüye doğru gidiyor. Neden? Çünkü bu insanlar korkuyorlar.</b> Türkiye’de hukukun kaybolduğunu, herkesin her türlü muameleye uğrayabileceğini, kendilerinin de birilerinin iftirasına maruz kalarak haklarından mahrum bırakılabileceğini görüyorlar. İnsanlar inanışları, kimlikleri yüzünden ayrımcılığa uğrayabileceklerini ve bu adaletsizliğe karşı kendilerini savunabilecek hiçbir yol kalmadığını biliyorlar. Bunu öğrendiler. Bu haklarını yeniden talep ediyorlar. <br />
<br />
Bir kısmı diyor ki “efendim bu insanlar bunu yeni mi gördüler?” Evet bu insanlar bunu yeni gördüler. “Bilinçlenme” süreci zaten kendi içinde yaşadığın gerçekliği bir olay vesilesiyle fark etmen ile başlar. Bu biri olabilir, ideolojik bir anlatım olabilir, yaşadığın travmatik bir vaka olabilir. Yeni bir şey olur ve insanlar değişirler. Bu olaya bu kadar “garip” veya “nadir” görülen bir olay olarak bakmak da bir tek buralarda görülen türden bir hastalık. Efendim “Neden dün değil de bugün?” Çünkü bir çok insan dün kendisine sunulan verileri kontrol etme ihtiyacı hissedecek, devlet otoritesiyle ve onun tarafından söylenenlerle ilişkisini gözden geçirecek bir yaraya sahip değildi. Bugün bu yara var. Gezi olaylarında da aynısı söyleniyor. Bu saçma sapan sorgulamadan kendimizi kurtarmamız lazım. Kimse kusura bakmasın ama bir insanın kafasına biber gazı yemesi onun dünyaya bakış açısını değiştirir. Bu ağır yarayı yaşayan bir insan eve gelip de televizyonu açtığında bir yemek programı görüyorsa medyaya karşı bakış açısı, devlet yöneticilerinin de kendisine çapulcu dediğini duyuyorsa otoriteyle olan ilişkisi değişir. O zaman da oturur “yahu İstanbul’un göbeğinde bunu bize yapabiliyorsa bu insanlar şurada burada şu insanlara neler yapmıştır, bu medya nasıl yansıtmıştır” diye sorgulamaya başlar. Bu insanları “dün niye bunu demedin” diye öteleyemeyiz. Söyledikleri ve talepleri doğrudur. <br />
<br />
Şimdi sokaklarda yürüyen yüzbinlerce insan bir irade ortaya koydu. Sadece kendileri için değil Türkiye’deki herkes için adalet istiyorlar. Ayrılma, kayrılma da demiyorlar. Bu sadece soyut bir adalet talebi de değil, somut bir tarafı da var. Özel Yetkili Mahkemelerin kapatılması ve bu mahkemede yargılanan insanlara adil mahkemelerde yeniden yargılama yolunun açılması. Bu kadar net. <b>Yani bu talep bir pankart açtığı için terörist suçlamasıyla yargılanan Berna için de, poşi taktığı için 11 yıl 3 ay hapis cezası alan Cihan Kırmızıgül için de geçerli. Bu talebin kapsama alanında Ahmet Şık da var, Büşra Ersanlı da var, Mustafa Balbay da Tuncay Özkan da var. Dolayısıyla bu kimlikleri aşan bir talep.</b> Şu kimliğe sahip olanlar ayrımcılığa uğrasın denmiyor. Şu haksızlığa uğrayan tüm insanların hakları geri verilsin diyor. Bu kadar meşru bir talep de mutlaka desteklenmeli.<br />
<br />
<b>-Tribün ve taraftarın çok gruplu yapısı süreç öncesinde çok politik bir hava sergilemiyordu. En azından Beşiktaş tribününe atfedilen politiklik anlamında bir pozisyon almadan bahsetmiyorduk. Şimdiyse kitleler halinde hızla politize olmuş bir taraftar profili var. Ne değişti? İşler nasıl buraya geldi?</b><br />
<br />
Fenerbahçe açısından yaklaşık 2,5 yıldır yaşanılan olaylar zaman içerisinde taraftarı politize etti. Bundan doğal bir şey de olamaz. Eğer siyaset bir kimlik grubuna meşru alanın dışında bir taarruzda bulunursa, ona maruz kalanın dili de siyasileşir. <b>Burada Fenerbahçe taraftarı çok temelde şunu gördü, siyasetin açtığı yolda kamu yetkilerini kullanan bir grup insan Fenerbahçe’ye karşı operasyon yaptı. </b> Bu operasyon aynı Balyoz, Oda TV, KCK ve diğer davalarda olduğu gibi icra edildi. Artık ezberden söylüyoruz önce dinlenildi, daha sonra soruşturma kapsamında gözaltılar başladı, soruşturma dosyası belirli medya gruplarına sızdırılarak bir kamuoyu algısı yaratıldı ve neticede de bir hüküm çıktı. <br />
<br />
Bu operasyon yürütülürken de çok temel ilkeler ihlal edildi. Örneğin masumiyet karinesi yok edildi. Bir emniyet müdür açık açık çıkıp 19 maçta şike ve teşvik primi saptadık diye açıklama yaptı. Yani açık açık “saptadık” diyor. Halbuki polis adli kolluk olarak bulguları toplar, bunu savcılığa verir, savcılık iddianamesini yazar, mahkeme değerlendirir hüküm verir. Bu işi saptayacak olan emniyet memurları değil mahkemedir. Bu temel mantık bile propaganda iştahı ile atlandı. 3 Temmuz’da gözaltına aldılar 5 Temmuz’da suçu saptadılar. Bu yetmedi sanıklar daha kendilerinin neyle suçlandığını bilmezken, polis fezlekeleri medyaya sızdırıldı. Gözaltındaki sanıklar kendilerini savunma araçlarından mahrumken, medyada türlü çeşit iddia vizesiz bir şekilde dolaştı. Bu insanların itibarları katledildi. Yetmedi, davaya bakması gereken mahkeme de davaya bakamadı. 6222 sayılı kanuna göre davaya bakmaya yetkili Asliye Ceza Mahkemesi’yken, davaya özel yetkili mahkeme baktı. Bu da yetmedi, mahkemeler ve karar verici organlar da baskı altına alındı. TFF’nin savunma almadan Fenerbahçe hakkında karar vermesi istendi. Yani açık açık “yargısız infaz” talebinde bulunuldu. Şimdi bunları yaşayan bir taraftar grubu derdini siyaset dışında hangi terminolojiyle anlatabilir? “Adil yargılanma hakkı istiyoruz” mecburi olarak siyasi bir slogandır. Çünkü bir adaletsizlik olduğunu, bu adaletsizliğin bir sahibi olduğunu, bu adaletsizliğe maruz kalan bir mazlum olduğunu haykırır. Eğer bu sloganı atan insanlara tam olarak düşman gözüyle bakıp, aktif bir şekilde ötekileştirmeye maruz bırakırsanız, saha içinde veya saha dışında bir çok haksızlığa uğratırsanız o kimlik de ister belirginleşir.<b> İktidar yapısı Fenerbahçe taraftarına o kadar çok haksızlık yaptı ki, normal şartlar altında hayatı boyunca siyasetle ilgilenmemiş insanlar bile politize oldular.</b> Bu da böyle giderse gittikçe yaygınlaşacak. <br />
<br />
<br />
<b>-Başbakanın "Paralel Yapı" söylemi uzun süredir cemaatden şikayetçi olan pek çok gruptan bazılarını onun yanına savrulmasına sebep oldu, eskiden cemaate yönelik her türlü eleştiriyi islamofobi olarak yaftalayanlar şimdi "cemaat örgütlenmesi"nden şikayet ediyor. Siz bu yapıya ilk itiraz edenlerden olarak bugünkü hükümet-cemaat kavgasının neresinde duruyorsunuz ya da bir yerinde duruyor musunuz? Başka bir deyişle Fenerbahçe taraftarı hükümete mi, cemaate mi kızgın?</b><br />
<br />
Fenerbahçe taraftarının bu konudaki duruşu çeşitlilik arz edebilir ama <b>“ne cemaat ne AKP tam bağımsız Fenerbahçe”</b> sloganı herhalde baskın rengi oluşturacaktır. Benim şahsi görüşüm şu, bu aktörlere eşit sorumluluk atfetmek yanlış. Ahmet Şık’ın tahliye olduğu gün bu konuda yaptığı çok güzel bir açıklama vardı, “Hükümetin açtığı alanda, hükümetin izin ve desteğiyle operasyon düzenleyen örgüt” Dolayısıyla burada asli sorumlu, bu hukuksuzluklar siyasal olarak işlevsel olduğu için bunların yapılmasına müsaade eden, buna göz yuman siyasi otoritedir. <br />
<br />
<b>-GFB, Anadolu GFB, Vamos Bien, CK, 1907 ve daha bir sürü birbiriyle ideolojik olarak anlaşması kolay olmayan taraftar grubu var. Sorun oluyor mu? Yoksa bütün grupların hemfikir olduğu ortak bir mücadele mi var?</b><br />
<br />
Dünyaya birbirinden farklı pencerelerden bakan insanların sorun tespiti de çözüm önerileri de farklı oluyor. Bu durumun yarattığı doğal bir gerilim var ancak ciddi bir sorun olmuyor. Farklı düşüncelerle, ortak bir tribünü gruplar paylaşabiliyor.<br />
<br />
Esasında bütün grupların ve herkesin de aynı konuda hemfikir olması da gerekmiyor. Birileri de farklı düşünebilmeli ve bu hakları korunmalı. Onların haklarına saygı duymakla birlikte gördüğümüz bir şey daha var, Fenerbahçe’nin ekseri çoğunluğu sorunun ne olduğu konusunda uzlaşmış durumda. Bu sorunla nasıl mücadele edileceği sorusuna farklı stratejilerle cevap veren gruplar bulunsa da, en nihayetinde adalet talebi ve bunun herkesi kapsaması gerektiği konusunda da bir uzlaşma olduğu görülüyor. Bu da memnuniyet verici.<br />
<b><br />
-Aziz Yıldırım için en son 'istifa da bir hizmettir' yazmıştınız. Hâlâ görevi bırakması gerektiğini düşünüyor musunuz?</b><br />
<br />
Bugün artık bunu söylemenin bir faydası yok. Yargıtay zaten bir karar verdi ve eğer bir değişiklik olmazsa da o karar infaz edilecek. Böyle bir dönemde istifa etsin – etmesin tartışması en başta bu haksızlığa uğrayan insana yönelik bir haksızlık, bir tür de ahlaksızlık olur. <br />
<br />
Şunu söylemek lazım, Aziz Yıldırım Fenerbahçe taraftarı için artık kültleşmiş bir figür. Eskiden “herhangi bir başkan” hanesinde sayılabilirdi ancak 3 senedir yaşadıklarımız onu başka bir noktaya taşıdı. İkincisi, Aziz Yıldırım’ın Fenerbahçe icraatleri de Fenerbahçe’ye bir seviye kazandırmıştır.<br />
<br />
Bu altyapı üstüne Fenerbahçe’nin yeni bir seviyeye çıkması lazım. Bu seviye nedir? Kurumsal ilişkileri olan, karar alma süreçlerinin ve denetim mekanizmalarının işlediği, alternatif finans kaynakları üretebilen, kamu bürokrasisi, halk ve uluslararası paydaşlar bazında profesyonel iletişim tekniklerini kullanan, Fenerbahçe’nin sosyal hayattaki gücünü ve topluma karşı kurumsal sorumluluğunu yerine getirmeyi hedefleyen bir yönetim anlayışı. Bu bakımdan belirli adımlar atıldı, atılmaya da devam edecek. <br />
<br />
<b>-Hükümet kendisine yönelik, hoşuna gitmeyen eleştirilere karşı tolerans göstermiyor. Ancak bütün çabalara rağmen ülkenin önde gelen tribünlerinden birinin "Katil devlet hesap verecek" diye bağırmasını, Ali İsmail Korkmaz marşı söylemesini engelleyemiyor. Tribüne veya taraftara başka türlü müdahaleler bekliyor musunuz? İşin geleceğini nasıl görüyorsunuz? Neler yaşanacak? Ne yapmayı ve ne kazanmayı hedefliyorsunuz?</b><br />
<br />
Bugün pratik olarak hükümet bunu yapabilme gücüne sahip değil. Gücünü tek bir çatışmaya konsolide etmek zorunda çünkü önümüzde yerel seçimler var. Hükümetin İstanbul ve Türkiye’de başarılı olmak için bir de Fenerbahçe ile açık çatışmaya girmesi, öngörülemeyen etkilere neden olabilir. Bir diğer taraftan da yerel seçim dinamikleri nedeniyle siyasal maliyeti olacak belirli adımlar atılamıyor. Dolayısıyla 31 Mart’a kadar bu konuda yapısal bir değişim beklemiyorum.<br />
<br />
Ancak <b>31 Mart’tan sonra eğer hükümet güçlü bir şekilde oy oranını koruyarak, özellikle İstanbul ve Ankara’yı yeniden kazanmak gibi bir başarı yakalarsa, yepyeni bir tür müdahale ile karşı karşıya geleceğimize inanıyorum.</b> Nedir bu? Bu zamana kadar hükümet kendisine yönelik eleştiriler getiren tüm sosyal ve siyasal grupları kriminalize etti. Yani bir “suçlu” haline dönüştürdü. Hatta kriminalize edilen kişinin hükümete doğrudan bir eleştiri getirmesi bile gerekmiyor, bir olayın içinde olması bile yetiyor. Örneğin Dilan’ın 1 Mayıs olaylarında başından vurulması toplumda hükümete yönelik bir infial yarattı. Ne yaptılar? Dilan’ın elinde molotof olduğunu ve Dilan’ın bir suçlu olduğunu ilan ettiler. Gerçekte Dilan’ın elinde sirke olduğu sonradan görüldü ama bu dönemdeki algı bu şekilde yönetildi. Yine Berkin Elvan’ın, Ethem Sarısülük’ün terörist olduğu, Ali İsmail Korkmaz’ın da arkadaşları tarafından polisimizi zor durumda bırakmak için öldürüldüğü söylendi. Dolayısıyla <b>karşımızda birilerine hiç rahatsız olmadan suç atfetmekten çekinmeyecek tersine bunu alışkanlık haline getirmiş bir zihin var. </b><br />
<br />
Dolayısıyla <b>Ankara’nın bir yerlerinde Fenerbahçe’nin taraftarına ve yöneticilerine yönelik bir suç örgütü davası hazırlanıyor olabilir. Bu dava muhtelemen Ergenekon gibi bir yapılanmaya bağlanır. İddia “Fenerbahçe adıyla bilinen spor kulübünün içine yerleşerek, hükümet aleyhine propaganda yapmak suretiyle, Ergenekon terör örgütünün hedef ve amaçları doğrultusunda hükümeti yıkmak veya görevlerini kısmen yapmayı engellemeye çalışmak” olabilir. Bu kapsamda bazı taraftar grubu liderleri ve belirli yöneticiler cımbızla seçilerek gözaltına alınabilir, tutuklanabilir, o arada Fenerbahçe yönetim kurulu da değiştirilerek Ali İsmail Korkmaz marşının söylenemeyeceği bir Fenerbahçe stadı dizayn edilebilir. </b><br />
<br />
Çünkü Türkiye’de ip koptu. Artık ne iddia edildiği değil kimin iddia ettiği önemli. Artık bir şeyin doğru olup olmadığına deliller değil, yönetici erkin iradesi karar veriyor. Yaşanmamış bir olay Başbakan emrederse yaşanmış sayılabilir veya bizatihi yaşanmış bir olay hiç olmamış olarak tanımlanabilir. Biz hepimiz Dilan’a baktığımızda elinde sirke şişesiyle sokağa çıkan bir çocuk görüyoruz. Biri de aynı Dilan’a bakıyor Molotof kokteylli bir saldırgan görüyor. Üstelik bunu söylediği andan itibaren 10 gazete, 20 televizyon kanalı, yüzlerce adam da Dilan’ın elinde Molotof kokteyli olduğuna yemin billah ediyor. <br />
<br />
Şimdi mesela yanımızda bir fil dursa. Biz de o file “fil” desek işte hortumu bellidir, kulağı bellidir, kuyruğu bellidir, boyu bellidir bu konuda uzlaşabiliriz. Ama mesela muhtar yanımıza gelip o filin fil değil bir kaplumbağa olduğunu söylesin. O zaman buna itiraz ederiz. Peki muhtar buna kaplumbağa dediği anda bütün köy onun kaplumbağa olduğuna yemin billah ediyor, vallahi de kaplumbağa diye ayağımıza kapanıyor, efendim bu hayvancağıza kaplumbağa demeyenlerin köye yabancı birer öteki köylü olduğunu, bunların maksatlı olarak içimize sızdığını, esas amaçlarının köyün dirliği ve düzenini bozmak olduğunu söylüyorsa, iş fiili saldırıya kadar gidiyorsa, bizi tutuklayıp ahıra atmaya çalışıyorlarsa o zaman ne yapacağız? Gerçeği söylemeye devam mı edeceğiz yoksa gerçeği söylemekten korkacak mıyız?<br />
<br />
1984 romanı bize özgürlüğün temelde 2+2’nin dört ettiğini söyleyebilmekten geçtiğini öğretir. <b>Hakikati korkmadan söyleyemiyorsanız özgür bir ülkede yaşayamıyorsunuz demektir</b>. Düşünceleriniz, sözleriniz ve vicdanınız baskı altındaysa, inançlarınızdan, düşüncelerinizden ve sözlerinizden dolayı korkuyorsanız o zaman artık kendinizde özgür bir insan diye bahsedemezsiniz.<br />
<br />
Böyle bir ortamda, gerçeği söylemek bir cesaret işidir ve bu tasmayı atmanın en temel yoludur. Gerçeği söyleyelim, “bu ülkede yanlış giden bir şeyler var” ve bu yanlış şeyleri düzeltmenin tek bir yolu var, korkmamak, gerçeği söylemek ve haklarınızı talep etmek.<br />
<br />
Kazanmayı beklediğimiz tek şey de bu. İnsan özgürlüğünün korunduğu, temel hak ve hürriyetlerin garanti altında olduğu, herkesin kendi mutluluk ve refahını bu haklar çerçevesinde arayabildiği bir hukuk devletinde yaşamak.<br />
</span>aethewulfhttp://www.blogger.com/profile/14482850012246878020noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6074001504069986567.post-81596379624121675172013-07-31T11:22:00.001+03:002013-07-31T11:22:45.485+03:00Ekümenopolis - Ucu olmayan şehir <center><iframe width="550" height="350" src="//www.youtube.com/embed/maEcPKBXV0M" frameborder="0" allowfullscreen></iframe></center>"İstanbul'da ekolojik eşikleri aştınız, nüfus eşiklerini aştınız, ekonomik eşikleri aştınız, peki nereye gidecek bunun sonu?"<br />
<br />
İstanbul'un hikayesi esasında Türkiye'nin hikayesi. İçinden tünel geçen ve bir noktadan diğerine en hızlı şekilde ulaşmaya adanmış, çirkin bir gri mimarının her tarafı sardığı, şehir yaşamının temeli olan insanların yaşam kalitesinin giderek düştüğü, şehir arazilerinin yeni rant alanları açarak kaynak dağıtımı için kullanıldığı, ormanlık arazilerin ve su kaynaklarının giderek azaldığı bu şehircilik modeli, insan yaşamının her alanına da sirayet ediyor, baskı altına alıyor. Şehirler bizim değil. Şehirlerin arazileri kamu yöneticileri ile şirketlerin. Şehirlerde neyin nasıl yapılacağına biz karar veremiyoruz. Sokaklarımız, mahallelerimiz ve ilçemiz hakkında bile karar alamıyoruz. Ankara'da bulunan bir tane Bakanlık, bir tane parkın geleceğine karar verebiliyor, bir tek kişi istedi diye Akkuyu gibi bir cennetin ortasına küt diye Nükleer Santral konulabiliyor.<br />
<br />
<span class="fullpost"> <br />
Sorun bir bakış açısı sorunu. Bir kısım insan diyor ki kamu yönetimi eldeki tüm yetkilerle, seçilmiş olanın kendi belirlediği politikalar doğrultusunda, tek taraflı olarak eldeki tüm kaynakları kullandığı veya dönüştürdüğü bir idare şeklidir. Yani diyor ki, ben seçildim kardeşim, dolayısıyla ben bu kamu kaynaklarını ve imkanlarını sonuna kadar nasıl istersem öyle kullanırım. Bu kullanma biçiminde de "doğal" olan bütün bunları kendime göre yeniden dönüştürmem, üretmem ve dikte etmemdir. Benim şehircilik anlayışım da budur, Başbakanlık anlayışım da budur. Ben kendime göre bir İstanbul "imar" ederim, onu ederken de ortaya çıkan tüm rantı kendi yandaşlarıma dağıtırım, oradan elde ettiğim sermaye gücüyle de başka alanlara yatırım yapar ve baskı altına alırım. Diğer bir kesim de diyor ki, şehirler sadece gri çirkin binalar ve yollar değil. Şehricilik sadece daha fazla gökdelen, bina dikmek değil. Kamu yönetiminin amacı eldeki tüm kaynak ve imkanlarla insanlığın mutlu olma olasılıklarını ve imkanlarını arttırmak. Ona daha fazla özgürlük ve fırsat eşitliği vermek. Onu sosyal olarak desteklemek ve üretici gücünün ortaya çıkmasını sağlamak. Bir şehri ilk görüş gibi hayal ederseniz işte İstanbul'a ulaşırsınız. Her sorunun giderek büyüdüğü, her güzelliğin giderek azaldığı bir blok. İkinci görüş gibi düşünürseniz belki bir gün Barcelona'ya da ulaşırsınız. Mutlu yüzlerin sokaklarında dolaştığı diğer şehirler gibi. </span>aethewulfhttp://www.blogger.com/profile/14482850012246878020noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-6074001504069986567.post-77902601350385953802013-07-01T12:38:00.002+03:002013-07-01T12:42:51.266+03:00"O Gün" - Sivas Katliamı<center><iframe width="550" height="350" src="//www.youtube.com/embed/p1OLVp920l8" frameborder="0" allowfullscreen></iframe></center>2 Temmuz 1993. <br />
<br />
20 Yıl önce, Sivas'ta 35 kişi, provokasyonla galeyana gelen bir grup tarafından bulundukları otelde yakılarak öldürüldü. <br />
<br />
Tüm sorumlular hala açığa çıkartılamadı.<br />
<br />
Katiller ve destekçileri aramızda yaşıyor.<br />
<span class="fullpost"> </span>aethewulfhttp://www.blogger.com/profile/14482850012246878020noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6074001504069986567.post-89725455378685199192013-06-26T14:06:00.001+03:002018-06-07T16:14:24.049+03:00Yolun sonu ve İstifa<div style="text-align: center;"><img src="https://media-cdn.t24.com.tr/media/stories/2012/07/page_sike-davasinda-aziz-yildirim-ve-tutuklu-saniklara-hem-tahliye-hem-ceza_383577077.jpg" alt="" /></div>UEFA’nın aldığı karar çok açık net. Disiplin Soruşturmasının sonucunda Fenerbahçe 2+1 yıl UEFA Turnuvalarına katılmaktan men edildi. Dolayısıyla herhalde bundan daha ciddi, bundan daha net bir şey bulabilmek de mümkün değil. Bu karar yüzünden Fenerbahçe asgari 80 milyon € maddi ve paha biçilemez manevi bir zarara uğradı. Soru da şu, Fenerbahçe neden böyle bir sonuçla karşılaştı ve bundan sonra ne yapılması gerekir?<br />
<span class="fullpost"> <br />
Neden böyle bir sonuçla karşılaştık? <br />
<br />
Bu konuda Galatasaray yönetimi ve taraftarını suçlamanın hiçbir manası yok. Galatasaray Yönetimi ve Galatasaray taraftarı ister Fenerbahçe / Aziz Yıldırım düşmanlığı / nefreti olsun, ister burada bir avantaj gördükleri için olsun, ister ortaya çıkan bulgular sebebiyle şike suçunun işlendiğine inandıkları için olsun bu konuyu gündemde tuttu. Buna da hakları var. Dünya tarihinde UEFA’ya gönderilen fakslar yüzünden veya twitter trending topicte öyle yazdığı için ceza alan bir tane kulüp yok. Galatasaray’ın şayet bahsedildiği gibi etkin figürleri de bir iletişim kampanyası yapmışsa, kendi fikir ve düşüncelerini uluslararası ve ulusal karar vericilere aksettirmişlerse buna da hakları var. Lütfi Arıboğan ve birkaç kişiyi saymazsak, bunun gerçekten suç olduğunu veya belirleyici olduğunu düşünmek mümkün değil. <br />
<br />
Galatasaray Yönetimi ve taraftarı Özel Yetkili Mahkemeleri kurmadı, delilleri karartmadı, basına yanlı ve tek taraflı bilgi vermedi, kamuoyu algısı yönetimi için polis fezlekelerinden, eşkal fotoğraflarına kadar her şeyi medyaya servis etmedi. Bu operasyonu planlamadı, yönetmedi, tutukluluk kararı vermedi, dosyanın ÖYM tarafından görülmesi için bir başvuruda bulunmadı, HSYK kararlarını hiçe saymadı. <br />
<br />
Ünal Aysal çok başarılı bir şekilde süreci yönetti, takip etti, bilgi aldı ve bu bilgileri de kamuoyu ile paylaştı. Neye kızacaksın? İşi bu ve bu işi çok iyi yapıyor. Çok haklı. Bir yönetici öyle davranır. Kendi kulübünün menfaatlerini korumaya çalıştığı için kendisini suçlamak da doğru değil.<br />
<br />
Bu konuda ahlaken söylenebilecek tek şey, bu hareketlerin yapılarak özel yetkili mahkemelerde yapılan türlü çeşit hukuksuzluğa meşruiyet tanındığı olabilir. Bu da söylendi zaten. Ancak geldiğimiz noktada bunu öncelikli olarak gündeme getirmek mümkün değil. 1,5 yıl önce bunu derdik, dedik de, ama bugün kimse Aziz Yıldırım Recep Tayyip Erdoğan’a sevgisini açıklayıp, Mehmet Ağar ve İhsan Kalkavan ile buluşurken Aziz Yıldırım'a bir şey demeden bunu söyleyemez. Ünal Aysal'a gelene kadar insan önce kendine bir bakacak. <br />
<br />
İkincisi, siz kendi hakkınızı savunmuyorsanız, Ünal Aysal da doğal olarak savunmaz.<br />
<br />
Özel Yetkili Mahkemeler’de görülen davaların hepsinde benzer hukuk ihlalleri var. Bu bir şablon ve uygulanıyor. Genellikle hükümete muhalif veya bir şekilde hükümetin ilgi alanı dışında kalmış gruplara karşı “örgütlü bir suç” iddiası ile soruşturmalar açılıyor, soruşturma süreci sırasında emniyete mensup bazı kişiler tarafından bilgi ve belgeler hükümet ile cemaate yakın medya gruplarına sızdırılıyor, bu medya grupları ile bir kamuoyu algısı oluşturuluyor, bu yolla masumiyet karinesi ve adil yargılanma hakkı ihlal edildikten sonra da uzun bir yargılama süreci ile davalar devam ettiriliyor.<br />
<br />
3 Temmuz süreci ile MİT Müsteşarı Hakan Fidan’a yönelen soruşturma kapsamında kamuoyunda bu mahkemelerin genel olarak “cemaate” yakın şahısların kontrolünde olduğu yönünde bir algı oluştu. Başbakan “alacaksan beni al” diye açıkça buradaki otonom iktidar yapısına cephe aldıktan sonra da özel yetkili mahkemeler –mevcut davaları sürdürmek kaydıyla- kapatıldı, yerlerine de bölge ağır ceza mahkemeleri açıldı. <br />
<br />
Gerçekten de Türkiye’de emniyet – yargı – medya bileşenlerine sahip alternatif bir iktidar yapılanmasının olduğu, mevcut kanunlar kapsamında, belirli bürokratlar eliyle operasyonlar yönettiği, çeşitli soruşturmalara ve dava süreçlerine yer verdiği görülüyor. Bunu da artık Türkiye’de herkes söylüyor. Fenerbahçe de böyle bir alanda bir operasyona maruz kaldı.<br />
<br />
Ancak Ahmet Şık’ın ifadesini hiç unutmamak lazım, doğru tanımlama “hükümetin açtığı yolda hareket eden bir örgüt”tür ve Hakan Fidan ile ilgili olaya kadar da tüm bu davaların arkasında hükümetin iradesi / desteği / bilgisi bulunmaktadır. Nihayetinde Tayyip Erdoğan da kendisini bazı davaların savcısı olarak ilan ederek bu iradesini gösterdi. Yine 3 Temmuz’da soruşturma başlamadan önce kendisine emniyet güçleri tarafından bir brifing verildiği ve müsaade aldığı da ortaya çıktı.<br />
<br />
Çok geniş bir tahlile gerek yok, Fenerbahçe’ye yönelen dava da bu sistemin içerisinde hayat buldu, yine bu sistemin bileşenleri tarafından uygulandı ve sonuçlandı.<br />
<br />
Bu davayı diğer davalardan ayıran şey ise Fenerbahçe’ye yönelen bu davanın Fenerbahçe’nin ismi nedeniyle kamusallaşması, geniş bir kitle desteğine kavuşması, özel yetkili mahkemelerdei uygulamaların meşruiyetini daha güçlü bir şekilde sorgulatır hale gelmesi oldu. Cengiz Çandar’dan Ahmet Hakan’a kadar geniş bir spectrumda da bu davaya destek gittikçe büyüdü, bu davanın gayri hukuki yöntem ve delillere dayanan bir operasyon olduğu yönünde de kamuoyunda güçlü bir irade ortaya çıktı.<br />
<br />
Dolayısıyla evet Özel Yetkili Mahkemeleri mümkün ve var kılan sistem Fenerbahçe’nin başına gelenlerden sorumludur. Fenerbahçe yargının siyasetin dominasyonu altında olduğu bir alanda, adil yargılanma, masumiyet karinesi gibi temel haklarından mahrum bir şekilde savunma yapmak zorunda kalmıştır ve bütün bunlarda birincil sorumlu, bu sistemi kuran, işleten, savunan, değiştirmeyen, İçişleri Bakanlığı ve diğer ilgili bakanlıklara bağlı birimler eliyle de sürece bizatihi müdahil olan iktidardır. O kadar net. <br />
<br />
Net de bu da bugünün bilgisi değil. 1 yıl önce de biliyorduk. <br />
<br />
Bu sonucun bir tane gerçek sorumlusu var.<br />
<br />
Aziz Yıldırım. <br />
<br />
Eldeki deliller 6222 sayılı kanun anlamında bir şike suçu işlediğini göstermiyor. 1 yıl boyunca da çok önemli bir savunma ortaya koydu. Metris’te hem özel yetkili mahkemelerin ne olduğu, nasıl olduğu ve davanın niteliği hakkında ciddi bir kamuoyu oluşturdu. Haksızlıklardan yakındı, zulme ve zalime cephe aldı, Çayan Birben’den, Cihan Kırmızıgül’e kadar haksızlığa uğrayanlara da selamlarını gönderdi, yanında olduklarını gösterdi. <br />
<br />
2 Temmuz 2012 tarihinde hapisten çıktığı zaman kendisi Türkiye’de toplumsal bir figürdü. Bunu şundan söylüyorum, ne yaptığını hiç anlamamış. Ne olduğunu da anlamamış.<br />
<br />
Türkiye tarihinde ilk kez bir karikatür dergisi bir spor kulübü yöneticisini kapak yaptı, hem de dalga geçmek için değil, desteklemek için.<br />
<br />
Türkiye’nin çok önemli entelektüelleri destek yazıları yazdı, Türkiye onun üzerinden adaleti, hukuk sistemini ve demokratik uygulamaları tartıştı. <br />
<br />
Hayatı boyunca sokağa bir kere bile çıkmamış, her politik görüşten binlerce insan sokaklara çıktı. <br />
<br />
Adalet ve özgürlük talebi öyle basit iki kelime değildir. Çok ciddi bir şeydir, dünyayı değiştirir. Çok haklıdır, çok meşrudur, zalimlere karşı çok net bir taleptir ve milyonlarca insanın kalbini ateşler. İnsanlar haksızlığa isyan ettiler. <br />
<br />
Bu halk hareketi, bu meşru talepler, sokakta binlerce insanın yürümesi siyasi bir bedel olarak da ortaya çıktı. İktidarın süreci dikkatle takip ettiğini ve bu olaylardan sonra uzlaşmacı bir tutum sergilediğini, nihayetinde 6222 sayılı yasada bazı değişiklikler yapıldığını da biliyoruz. Bunu iyi okumak gerekiyordu. İktidar bu noktaya geldiyse, Türkiye’nin her yerinde binlerce insanın ortaya koyduğu mücadele sonucunda geldi. <br />
<br />
Ancak, işin gerçeği şu:<br />
<br />
Aziz Yıldırım eğer bu işin kendisine yönelik şahsi bir destek olduğunu vahmettiyse son derece yanlış bir vehme sahip. İnsanlar haksızlığa isyan ettiler. Kimse şahsen Aziz Yıldırım için yürümedi, Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım’a ve Fenerbahçe’ye yönelik haksızlığa karşı çıkmak için herkes elinden gelen mücadeleyi ortaya koydu.<br />
<br />
İkincisi, Aziz Yıldırım dik durduğu için bu desteği arkasında toparladı. Sustuğu için değil. Uysal koyun gibi davrandığı için değil. Uslu uslu boyun eğdiği için değil. Hakkını aradığı için. Nazım Hikmet şiirleri göndermeler, Zülfü Livaneli şarkılarını statta çalmalar, mücadelemiz zulüm ve zalimledir cümleleri, “ne futbolu memleket elden gitmiş” demeçleri de uzun zamandır bu haksız uygulamalara şahit olan binlerce insanın kalbinden ve gönlünden geçenlerin yansıması oldu. <br />
<br />
Ancak 2 Temmuz 2012 tarihinde bu iş bitti. Net olarak bitti. Aziz Yıldırım 3 Temmuz’dan bir gün öncesine geri döndü. Aynı kibir, aynı yönetim mantığı, aynı bakış açısı.<br />
<br />
1 yıldır kulübü yönetiyor. En başta bekledik, umduk, sabrettik, sessiz kaldık, öğrenmiştir dedik, değişmiştir dedik, ancak 1 yılda yapılan hatalara herhangi bir insanın gözünü kapatması mümkün değil. Esasında “doğru yapılan ne var” diye sorulduğu zaman kurumsallaşmadan başka bir şey diyemiyoruz, o da Aykut Kocaman’ın istifası sürecinde görüldüğü gibi büyük bir balondan ibaret.<br />
<br />
1 yılda neler oldu?<br />
<br />
Mehmet Ağar ziyareti ile açılışı yaptık, sene başında bütün vaatlerin aksine “ben buradayım” diyen bir takım kurulmadığını gördük, bir stat dolusu kadın taraftara fırça çekilmesini seyrettik, Alex’in gönderilmesi sürecinin nasıl bir krize çevrildiğini de izledik, divan kurulunda “bu zamana kadar kulübü bakkal dükkanı gibi yönetmişiz” denildiğini de duyduk. <br />
<br />
Bir çok kez konuşursam yer yerinden oynar denildiğini de sessizliği de gördük. Muzlu basın toplantısı gibi gerçekten “dahiyane” bir girişime şahit olup, en sonunda Gezi Parkı’nda bu ülkenin çocukları dayak yerken Nusret’te Mehmet Ağar ve İhsan Kalkavan ile yemek yenildiğini de öğrendik. Afiyet olsun.<br />
<br />
Çok uzatmayayım, kimse Aziz Yıldırım’dan bir Subcommandante Marcos olmasını beklemiyordu. Haksızlığa karşı çıkmak sadece Zapatistaların görevi değil. Bir insan “mücadelemiz zulüm ve zalimledir” dedikten sonra böyle pelte gibi duruyorsa, susuyorsa, zalimlerin yanında çok fazla duruyor, mazlumlara karşı da çok mağrur oluyorsa en azından bu sözünü yerine getirmiyordur. Susulacak yerde konuşmak, taraftara fırça üstüne fırça çekmek, hükümet istifa sloganları atan Fenerbahçe taraftarına marjinal gruplar demek bu sözün hakkını vermiyor.<br />
<br />
Belki unutmuştur ama bu sloganlar 10 Temmuz’da Bağdat Caddesi’nde de atıldı.. O sloganları atanlara marjinal diyenler de Aziz Yıldırım’ın cellatlarıydı.<br />
<br />
En büyük geyik ise "siyasallaşmayalım." Korkunun yeni adı. 3 Temmuz'dan sonra bu kulüp siyasallaşmadı mı? Bana bir operasyon yapıldı, "ne şikesi memleket elden gidiyor" demek siyaset değil miydi? Özel yetkili mahkemelerden şikayet etmek, Cumhuriyet dönemine referanslar vermek komposto tarifi miydi? Hakkı korumak ve gerçeği söylemek siyaset değil insanlık vazifesidir. <br />
<br />
Davan asliye hukuk mahkemesi'nde görülmesi gerekirken Özel Yetkili Mahkeme'de görülüyor. Deliller belirli bir grup tarafından belirli medya organlarına sızdırılıyor. Bu operasyonda hangi "siyasi" cenahın yer aldığı belli. Eğer bunların adil, haklı olduğunu düşünüyorsan neye itiraz ediyorsun? Madem itiraz ediyorsun "hak talebin" neden siyasi olsun? Evet bir hak talebinin de siyasi sonuçları vardır ve hakkını talep etmek zalimleri de kızdırabilir ama bu siyaset değildir. Bir mazlum hakkını savunurken siyaset yapmaz, insan olmanın gereğini yapar. Bütün bunlar korkunun, güçlü iktidar başımıza büyük belalar açabilir korkusunun başka tümcelerle söylenmesinden ibaret. Temkinli olmaya evet, korkaklığa hayır. Buyrun işte korkunuzla hareket etmediniz, sustunuz, ne oldu? Ben hayatımda korkakların tarih yazdığını görmedim. Aziz Yıldırım da korktuğu için değil, korkmadığı için 2 Temmuz'da oradan çıktı ve şimdi korktuğu için de başına bunlar geliyor. <br />
<br />
Buyrun işte haşmetmaaplarının önünde eğildiniz. Şimdi neden onların hükmüne razı değilsiniz? Bu isyana hakkınız yok. Kendinizi emanet ettiklerinizin hükmüne de razı olacaksınız. Hayatın kuralı bu. Madem satranç masasında tavla oynamayı tercih ettiniz, buyrun işte zarlar böyle geldi, şimdi bunu kabul edeceksiniz.<br />
<br />
Bir şey daha var, Aziz Yıldırım kendisini korumak için herhangi bir şey yaptı mı? Hayır. Bütün bunlar yapılırken, geçen 1 senede kulübün haklarının savunulması ve haksızlıklardan hesap sorulması için hangi adım atıldı? Sıfır. <br />
<br />
UEFA süreci takip edilmedi, edilmediğini görüyoruz. Edildiyse bile bunun iyi yönetilmediği belli. Kulübe zarar verenlerden de hesap sorulmadı, susuldu. Taraftarların sesi dinlenmedi, 3 Temmuz ile ortaya çıkan büyük halk hareketinin beklentileri de motivasyonu da karşılanmadı. Çok uzun anlatmaya gerek yok, öze dönüş yaşandı, tek adam bütün haşmetiyle kendi bildiği yolda yürüdü.<br />
<br />
Şimdi o yolun sonundayız. Evet bir insan aynı anda hem inşaattan, hem hukuktan, hem siyasetten, hem halkla ilişkilerden, hem futboldan, hem betondan, hem transferden, hem coğrafyadan, hem insan kaynaklarından anlamaz. <br />
<br />
İyi yöneticiler, her şeyi bilen adamlar değildir, iyi yöneticiler doğru sistemleri kuran, profesyonellerden yararlanan, ödül ve yaptırım mekanizmalarını işleten, hedef koyan, hedeflere ulaşılmasını denetleyen kişilerdir. <br />
<br />
Bu sistemler kuruldu mu? Hayır. <br />
<br />
Bugün geldiğimiz noktada Fenerbahçe’nin Başkanı ve bazı yöneticileri “teknik olarak” yok. UEFA’dan 2 + 1 yıl men cezası almış durumdayız ve Yargıtay süreci önümüzde bekliyor.<br />
<br />
Belirli makamlara seçilenler icra görevine sahiptir. Bu işin sefası başarının gururunu yaşamaktadır. Fenerbahçe çok vefakardır. Borcunu öder. Bütün Türkiye isminizi biliyor. Herkes sizleri izliyor, görüyor. Binlerce insan alkışlıyor, başınıza bir şey geldiğinde bedel ödemeyi göze alarak hareket ediyor. Ancak sefayı yaşayan cefaya da razı olmalı. Başarısız olan da cefayı çeker. Yönetemeyen istifa eder.<br />
<br />
Aziz Yıldırım artık yönetemiyor. Kendisine itiraf edebiliyor mu bilmiyorum ama yönetemiyor. Aziz Yıldırım’ın yönetememesi, bu yönetim zaafiyeti de kulübe zarar veriyor. Büyük umutlarla başlanan bir yılın sonunda geldiğimiz nokta budur. Bunun da bir tane sorumlusu var. Kendisi.<br />
<br />
Bizim kulüp yönetimimiz kendisini savunmazken, susarken, Stockholm sendromundan muzdarip gibi kendi celladına aşık aşık bakarken, kendisine kumpas kuranların kendisini kurtarmasını umarken, “stratejik” adı verilen bir teslimiyet politikasını benimserken kimseye kızacak halimiz yok. Adama sorarlar, Mehmet Ağar ile yemek yiyenler mi zulmün karşısında, İhsan Kalkavan ile oturanlar mı “cemaat” ile mücadele ediyor? <br />
<br />
Geçiniz.<br />
<br />
Fenerbahçe’nin baştan ayağı yenilenmesi lazım. Daha iyi, akıllı ve çağdaş bir yönetime, her şeyin tek adamın iki dudağı arasında olduğu bir sistemden kurumsal ilişkilere, kapris, sitem, kavga üzerine kurulu medya iletişim stratejisinden çağdaş bir medya iletişim stratejisine, muzlu toplantı yapan akıldan daha sofistike düşünebilen bir yönetim aklına ihtiyacımız var. <br />
<br />
Heyecan, tansiyon, sinir, öfke nöbetlerine değil hesaba, kitaba, planlamaya, programlamaya ihtiyacımız var. Duble yollar gibi projelerden daha çok stratejik akıl üreten mekanizmalara, çağdaş işletme metotlarına, kamuoyu iletişimine ihtiyacımız var.<br />
<br />
Uygun yöntem ve araçlarla kulübün haklarının savunulması için önce bu uygun araç ve yöntemleri mümkün kılacak bir değişim gerekiyor.<br />
<br />
Yol bitti. Kredi sıfır. <br />
<br />
Lütfen artık istifa edin. Kötü bir yıl geçirdiniz, bütün yılı çok kötü yönettiniz ve çok zarar verdiniz. Daha fazla zararı engellemek için hareket etmek de bir “hizmettir.” <br />
<br />
Bugün yapılabilecek tek hizmet bu kaldı..<br />
<br />
</span>aethewulfhttp://www.blogger.com/profile/14482850012246878020noreply@blogger.com53tag:blogger.com,1999:blog-6074001504069986567.post-23251038921695389792013-06-20T13:06:00.002+03:002013-06-20T13:06:50.678+03:00#DirenGeziParkı - "Sayın Başkan"<center><iframe width="550" height="350" src="http://www.youtube.com/embed/r9_4BPl9O4w" frameborder="0" allowfullscreen></iframe></center>"Bırak bizi konuşalım, kendi bildiğimiz dilde. Anlatalım derdimizi, kalbini aç da bir dinle"<br />
<br />
Sadece 20 günde bambaşka bir Türkiye gördük. Güzel bir Türkiye. Özgür bir Türkiye. Mizahın, sanatın, şarkıların, esprilerin çerçevesini çizdiği yeni bir Türkiye. Kimsenin ötekisi olmadığı, herkesi kucaklayan, herkesin içinde kendine bir oda bulabileceği bir ülke. Bir ağacın gölgesi kadar huzurlu, bahar gibi neşeli. Nazik, dürüst, güçlü, kendinden emin. Yenilmez bir Türkiye.. <br />
<br />
Biz bu Türkiye'yi çok sevdik.. <span class="fullpost"></span>aethewulfhttp://www.blogger.com/profile/14482850012246878020noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6074001504069986567.post-26342238690396598882013-06-10T19:43:00.002+03:002013-06-10T19:46:57.711+03:00UEFA Soruşturması veya tünelin sonu<div style="text-align: center;"><img src="http://i297.photobucket.com/albums/mm229/papazincayiri/1506759_w21.jpg" alt="" /></div><a href="http://www.uefa.com/MultimediaFiles/Download/Tech/uefaorg/General/01/95/84/21/1958421_DOWNLOAD.pdf">UEFA Disiplin Yönetmeliği 2013</a>, madde 3 ne diyor? <br />
<br />
“Aşağıda yer alan şahıslar bu kurallarla bağlıdır: <br />
a) Tüm üye federasyonlar ve yöneticileri<br />
b) Bütün kulüpler ve yöneticileri<br />
c) Bütün maç görevlileri<br />
d) Bütün sporcular<br />
e) UEFA tarafından bir faaliyeti ifa etmek için görevlendirilmiş tüm şahıslar”<br />
<span class="fullpost"> <br />
<br />
<b>Madde 5 diyor ki:</b><br />
“UEFA Disiplin organları kararlarını Futbolun oyun kuralları, İsviçre hukuku ile UEFA Tüzükleri, yönetmelikleri, talimatnameleri, kararları ve Disiplin Komitesi’nin uygulanabilir bulduğu herhangi bir hukuk kuralı uyarınca verirler.”<br />
<br />
<b>Madde 12</b><br />
<br />
“UEFA kuralları ve yönetmelikleri ile bağlı olan herkes müsabakaların güvenilirliği etkileyecek her türlü davranıştan kaçınmak zorundadır ve bu tip davranışlarla mücadelesinde UEFA ile tam bir işbirliği ile hareket etmelidir<br />
<br />
Maçların güvenilirliği örneğin şu şekilde zedelenir,<br />
<br />
Kendisi veya üçüncü bir şahsa menfaat sağlamak için müsabaka sonucunu gayri hukuki veya ahlaki bir şekilde etkilemek”<br />
<br />
<b>Madde 23/3</b><br />
<br />
Kontrol ve Disiplin Organı UEFA tüzüğü ve yönetmelikleri tarafından belirlenmiş tüm disiplin konularında yargılama yetkisine sahiptir.<br />
<br />
<b>Madde 37,</b><br />
<br />
Disiplin soruşturmaları sırasında insanlık onuruna aykırı olmadıkça her türlü bilgi, belge, bulgu delil olarak kullanılabilir. Geçerli deliller resmi raporları, kayıtları, şahitlerin ifadelerini, tarafların ifadeleri ile müfettişlerin beyanlarını, yerinde yapılacak incelemeleri, uzman görüşlerini, televizyon ve video kayıtlarını, kişisel itiraflar ile diğer kayıt ve dökümanları içerir.<br />
<br />
<b>UEFA Şampiyonlar Ligi Tüzüğü madde 2, kabul kriteri</b><br />
<br />
(Şampiyonlar Ligi’ne kabul edilebilmek için)<br />
g) UEFA Tüzüğü’nün 50. Maddesinin yürürlüğe girdiği tarih olan 27 Nisan 2007 tarihinden itibaren ulusal veya uluslararası düzeyde müsabaka sonucunu etkilemeye yönelik hiçbir faaliyet içerisinde bulunulmadığını gösteren yazılı bir beyan verilmesi zorunludur.<br />
<br />
<b>SONUÇ:</b><br />
<br />
1- UEFA’nın 2011 disiplin yönetmeliği değişmiştir. O yönetmelikte müsabaka sonucunu etkilemeye yönelik fiillerin UEFA Disiplin Komitesi tarafından incelenmesi için müsabakanın veya ilgili turnuvanın UEFA tarafından düzenlenmiş olması şartı aranıyordu, bugün öyle bir şart bulunmuyor.<br />
<br />
2- UEFA’ya bağlı tüm şahıs ve kurumlar ile yetkili organların UEFA Disiplin yönetmeliği ile ilgili tüm mevzuata uygun hareket etmesi gerekiyor.<br />
<br />
3- Şampiyonlar Ligi’ne katılım için ilgili kulüp ve yöneticilerinin müsabaka sonucunu etkilemeye yönelik bir faaliyet içerisinde bulunmadıklarını beyan etmeleri gerekiyor.<br />
<br />
4- UEFA Fenerbahçe hakkında bir soruşturma açabilme yetkisine sahip –ki açmış durumda- bu soruşturma sonucunda UEFA’nın ilgili müffettişleri hiçbir yerel otorite ile bağlı kalmaksızın kendi raporlarını hazırlayabilir hatta gizli tanık bile dinleyebilir.<br />
<br />
5- Müsabaka sonucunu etkilemeye yönelik bir hareketin tespit edilmesi halinde de açıkça ceza verebilirler.<br />
<br />
6- Bu karara karşı UEFA’nın ilgili temyiz mercii ile CAS yolu her zaman açıktır.<br />
<br />
7- UEFA’nın kararı Yargıtay açısından kanunen bağlayıcı değilse de bu alandaki en büyük uluslararası otoritenin yapacağı herhangi bir tespit Yargıtay kararını etkiler ve etkilemelidir.<br />
<br />
8- CAS’da bir dava açılması düşünülürse bunun hangi zeminde ve gerekçelerle yapılacağı ayrıca tartışılmalıdır. Yargıtay’ın Ekim veya Eylül ayında karar vereceği düşünülürse, bu halde CAS davasından ne gibi bir somut sonuç bekleneceği de ayrıca belirsizdir.<br />
<br />
9- Bu tarihe kadar Fenerbahçe’nin Efraim Barak, Ulrich Haas, Gabrielle Kaufmann Kohler, Henry Peter gibi uluslararası spor hukukçularından, alanında uzman şahıslardan neden mütalaa almadığı, görüşmediği, bunların görüşleri doğrultusunda hareket etmediği ayrıca izaha muhtaçtır.<br />
<br />
10- Yine Fenerbahçe’nin uluslararası PR ajansları ile neden anlaşmadığı, neden kendi görüş ve düşüncelerini dünyaya aktarmadığı, davadaki hukuk ihlallerinden bahsetmediği de belirsizliğini korumaktadır.<br />
<br />
11- Fenerbahçe’nin 2 yıl men cezası alması halinde, daha önce TFF tarafından verilmiş UEFA Şampiyonlar Ligi’ne göndermeme kararı ile birlikte toplam 120 milyon avroyu bulan kayıplarının nasıl karşılanacağı da sorgulanmalıdır.<br />
<br />
12- 3 Temmuz 2011 tarihinden itibaren geçen 2 sene boyunca temel alanlarda hiçbir yapısal değişikliğe gidilmemesi, bu alanlarda hareket edilmemesinin de sorumluları ortaya çıkartılmalıdır.<br />
<br />
<b>Son olarak,</b><br />
<br />
- Mehmet Ağar’la yemek yemeler, ziyaretler, suskunluk, uslu çocuk stratejisinden hiçbir şey beklenmemelidir. <br />
<br />
- Bu saatten sonra Nazım Hikmet şiirleri, mücadelemiz zulüm ve zalimledir salvolarının da inandırıcılığı kalmamıştır. Bunca suskunluk üstüne ve geçen zamanda artık bu cümlelerin hiçbir manası yoktur. Herkes hatalarının bedelini öder. Zaten bunların UEFA önünde de bir etkisi olmayacaktır.<br />
<br />
- Ünal Aysal süreci daha dikkatli takip edip, açıkça da uyarırken, Fenerbahçe yönetiminin gri alanda, ne yaptığı muğlak bir şekilde kalması da ayrıca çok düşündürücüdür.<br />
<br />
- Bu yönetim tarzı ve anlayışı verebileceği ne verse vermiştir. İyi ve kötü. En yakın zamanda bunun müsebbibleri de artık bayrağı teslim etmelidir.<br />
<br />
- Bu da şahsım adına bu konuda yazılacak son yazıdır, UEFA ne karar verirse başım gözüm üstüme. Hem benim hem Türkiye’nin daha büyük sorunları var. Her şerde bir hayır vardır ya, kötü yönetim ve politikaları da belki böylelikle gider de her alanda bir tatlı nefes alabiliriz.<br />
<br />
<br />
</span>aethewulfhttp://www.blogger.com/profile/14482850012246878020noreply@blogger.com26tag:blogger.com,1999:blog-6074001504069986567.post-56131497033644787592013-06-10T11:41:00.002+03:002013-06-10T11:41:58.806+03:00Nasıl Başladı?<center><iframe src="http://player.vimeo.com/video/67988789" width="550" height="300" frameborder="0" webkitAllowFullScreen mozallowfullscreen allowFullScreen></iframe> <p><a href="http://vimeo.com/67988789">Direniş / Resistance - Fragman -</a> from <a href="http://vimeo.com/user2959731">onur kafkas</a> on <a href="http://vimeo.com">Vimeo</a>.</p></center><br />
Hatırlayın, unutmayın. <br />
<br />
Koruma kurullarının kararları çiğnendi, Bakanlığa bağlı Yüksek Kurul, Tayyip Erdoğan "reddi reddeceğiz" dedikten sonra 2 Nolu Koruma Kurulu'nun kararını iptal etti. Projeye onay Ankara'dan geldi. Bir gün İstanbul'daki Gezi Parkı'nı yıkmak için dozerler gönderildi. Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesince tanınan barışçıl gösteri yapma hakkını kullanan insanlara saldırıldı. Sabaha karşı 5'te park basıldı, çadırlar yakıldı. Taksim meydanına ve ara sokaklara polis 36 saat biber gazı attı. Bu şiddetin sahipleri ve insan özgürlüğünü yok eden bu rejim düzelene kadar özgürlüğe sahip çıkmak bizim elimizde. <span class="fullpost"> </span>aethewulfhttp://www.blogger.com/profile/14482850012246878020noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-6074001504069986567.post-3075842957572052882013-06-04T18:44:00.000+03:002013-06-04T19:05:22.533+03:00Yenilgi Yenilgi Büyüyen Bir Zafer Vardır<div style="text-align: center;"><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi0Lez2KIC3s0SpOJKEFsh_mrbsBoELZtKpFJ5XPJXWiZ_yqWrptx6VPU1G03t4xfjWn4MoBQ2RSN8p7khiZwQGIMIKpVhxPBIwRwSciAEXMNbNlbn8772t0RRFnV6hWymn1PP-YDtxEa7_/s1600/Untitled-1.jpg" alt="" /></div>Halkların tarihlerindeki muazzam dönüşümler, devrimler her ne kadar akan bir ırmak gibi biteviye yoluna devam eden bir sürecin sonucuysalar da hep o ırmaklara ivme veren, çağıldamalarına vesile olan setlerle hatırlanırlar. Yetvart Danzikyan’a referansla (1) söyleyelim, devrim dediğiniz toplumsal, insani ilişki biçimlerinin değiştiği, insanların kendilerini değiştirip, dönüştürdükleri, eski kalıplarından sıyrıldıkları ve en önemlisi bu dönüşümü, değişimi hissettikleri “an” ise, bizin “an”ımız 31 Mayıs 2013 sabahıyla birlikte kitleselleşen Gezi Parkı direnişidir. <br />
<span class="fullpost"> <br />
Ali Topuz bugünkü yazısında (2) Alain Badiou’nun Arap Baharı için söylediği sözü hatırlatıyor : “Bu hareketin aptal öğretmenleri değil, akıllı öğrencileri olmayı seçmeliyiz.” Biz de bu söze uyalım, akıl vermek yerine Gezi Parkı direnişinden neler öğrendik, öğreneceğiz onlara bakalım.<br />
<br />
Unutmayalım, her şey bir avuç insanın Gezi Parkı’na oturup, o ağaçların nöbetini tutmasıyla başladı. Nöbet dediysek silahlı, sopalı değil aksine kitaplı, gitarlı, sazlı/sözlü bir nöbet. Perşembe sabaha karşı parka çevik kuvvet baskın düzenleyip ortalığı tarumar edince, boyun büküp dönmek yerine daha büyük bir kalabalık geldi nöbet yerine. Ve yine sabaha karşı amansız bir polis baskını daha, yine tarumar edilen park. Yılmadılar, dağılmadılar, gidip meydana oturdular. Ne taş ne sopa, ne küfür ne slogan. Sadece oturdular. İlk dersimizi burada aldık. Öğrendik ki iktidarlar ne kadar kudretli olursa olsun, boyun eğmeyen bir grup insan oturduğu yerden bile huzur kaçırabilirmiş.<br />
<br />
Ne olduysa orada, o anda oldu. Oturmaktan başka bir şey yapmayan (hayır, yapsa ne olur?) gruba polisin orantısız / izansız / insafsız müdahalesi bir köşede güzellik uykusuna yatmış toplumsal vicdanımızı harekete geçirdi. İstanbul’un her yerinden binler meydana akın etti. Kahir ekseriyeti gençlerden oluşan, sınıf, cinsiyet, cinsel yönelim, dini inanç, etnisite, siyasi tercih açısından oldukça heterojen bir yığın insan herhangi bir siyasi parti/örgüt çağrısı olmaksızın yardıma koştu. Daha kalabalık toplandığında ikinci dersimizi çoktan almıştık. Başta geçen hafta “2013 Gençliğe Hitabe”yi (3) kaleme alan Barış İnce olmak üzere, apolitik, umarsız bir neslin yetiştiğine kani olanlar, hayatlarında ilk defa eyleme gelen o güzel çocukların yiğitliğine, cesaretine, mizah gücüne hayran kaldık. Ve dahası bireyci yetiştikleri aşikar olan bir neslin, herhangi bir örgüt disiplini ve hiyerarşisi olmaksızın, yatay örgütlenmeyle meydana indiklerinde göz yaşartıcı bir dayanışma sergileyebildiklerini gördük. Öğrendik ki bedenini dahi idealler uğruna feda etmeye hazır olsan da, herşeyi dönüştürmek yanında saf tutan o hiç tanımadığın insana omuz vermekle başlıyor.<br />
<br />
“Hiç tanımadığın insan” kavramını biraz açmak lazım. En ucunda “inkar” olan bir tanımama halinden bahsediyoruz. Öyle heterojen bir kalabalık vardı ki Cuma akşamı Taksim’de, bazılarının kağıt üzerinde bir araya gelme ihtimali bile kamusal düzen açısından tehdit addediliyordu düne kadar. Cuma gününden bu yana bu algıyı tersyüz eden o kadar çok anektod dinledim ki artık münferit olduklarına inanmak mümkün değil. Mesela Trabzon’da eylem yapması linç sebebi olacak sol bir örgütün üyeleri ile Trabzonsporlular birlikte direndiler polise. Ülkücü bir grubun “Kahrolsun Faşizm” sloganı attığına şahit olduk. Bir grup ulusalcının boyunlarına pelerin gibi bağladıkları Türk bayrakları ile, Kürtlerle birlikte lorke halayı çektiklerine şahit olduk. Devrimci Müslümanlar ve Anti-kapitalist Müslümanlar kortejlerindeki başörtülü kızlar kalabalığın alkışlarıyla geldi alana. Başta LGBT dernekleri olmak üzere birçok grup, o yığınlara mensup insanların gündelik hayatta selam verir rahatlıkta kullandığı homofobik küfürleri engelleme çağrısı yaptılar ve büyük ölçüde karşılık buldular. Öğrendik ki toplumsal barışın ve uzlaşmanın yolu senin gibi olmayanı sana benzetmekten değil, onun farklılıklarına saygı duyup, ona da seninki kadar yaşam alanı açmaktan geçiyor.<br />
<br />
Dahası var. Bugüne kadara birbirinin canına kastetmeye varacak denli kavgalı taraftar grupları meydana birlikte gittiler. Ellerinden gelse İzmir’i ikiye bölecek Karşıyakalılar ve Göztepeliler aynı otobüste gitti İstanbul’a. Fenerbahçelisi, Galatasaraylısı, Beşiktaşlısı, polis şiddetine karşı birlikte barikat oldular, birbirlerinin yarasını kaşkollarıyla sardılar. Öğrendik ki rekabet ne kadar ezeli olursa olsun tahammülsüzlüğe mazeret değilmiş. Ve yine öğrendik ki siyasetçisiyle, kulüp yöneticisiyle, federasyonuyla, spor medyasıyla futbolun diğer aktörleri gölge etmediğinde birbirini tanımak, anlamak, anlaşmak mümkün oluyormuş. <br />
<br />
Bu yüzden Gürman’ın futbol kulüplerinin yönetimlerine yazdığı açık mektubun anlamına, kıymetine halel getirmeden bir şerh düşmek isterim. Boş verelim kulüp yöneticilerini. Hatta düşsünler yakamızdan. Bulundukları mevkileri şahsi ikballerine payanda yapmış olanlardan bu mücadeleye destek çıkmaz. Kendi iktidar alanlarını genişletmek için “öteki”ni her daim düşman ve tehdit kılmaya ihtiyaç duyanlardan bu mücadeleye destek çıkmaz. Kendileri dara düşmedikçe, bu taraftarı sokağa döküp Nazım’dan şiir okuyanlardan bu mücadeleye destek çıkmaz.<br />
<br />
Ezeli düşman bellediğiniz insanlarla bir gecede dost olabiliyor, birbirini sırtında taşıyıp, yarasını sarabiliyorsanız bu husumeti başka yerde aramak lazım. Oy kapısı olarak gördüğü kulüplere ulufe gibi rant dağıtan, kimine stad yapıp, kimine arsa veren, yargısıyla yürütmesiyle futbolun içine burnunu sokan siyasetçilerin hiç mi suçu yok? Şahsi ikballeri için kulüpteki mevkilerini payanda eden, sahadaki her mağlubiyetin rövanşını sahanın dışında almak isteyen, taraftarın gözünde hep bir dış tehdit algısı yaratıp iktidarını pekiştiren yöneticilerin hiç mi suçu yok. Daha fazla satmak, daha fazla izlenmek için, rekabeti manipüle eden, yalan haber üreten, kullandığı dil ile spor kamuoyunu zehirleyen, canlı yayında cacık yapan “bir kısım” medyanın hiç mi suçu yok? Siyasetçiler tarafından korunup kollanan, kulüp yöneticileriyle akçeli ilişkileri olan, tribünlere bindirilmiş kıtalar muamelesi yapan, geçmişi karanlık tribün liderlerinin hiç mi suçu yok?<br />
<br />
Yaşadığımız deneyim unutulmazdı. Koca bir korku duvarını aştık. Sokağa çıktık, polisin gadrine karşı direndik, büyük bir dayanışma gösterdik. Muhtemeldir ki bunları başarırken insani ilişki biçimlerimizi, bizden olmayana dair bakış açımızı değiştirdik, bir bakıma hep birlikte değiştik, dönüştük. Ancak buna rağmen galip gelmiş sayılmayız. Gezi Parkı direnişi yeni mücadelelere kapı açan, imkan sağlayan bir başlangıç oldu. Ve muhtemeldir ki yarın bu mücadelelerin çoğunda yenilebiliriz. Perşembe sabaha karşı park talan edildiğinde yenilenler akşama daha güçlü döndü. Cuma sabahı park talan edildiğinde yenilenler akşama sokakları, ertesi gün Taksim Meydanı’nı doldurdu.<br />
<br />
Türkiye’nin üç büyük kulübünün taraftarları Gezi Parkı direnişinin yarattığı değişim ve dönüşümden en çok nasibini alanlar oldular. Düne kadar birlikte maç izlemesine dahi izin verilmeyen taraftarlar formalarını geçirip birlikte çıktılar meydana, birbirlerini sırtlarında taşıdılar, birbirlerinin yarasını kaşkollarıyla sardılar. Dostluk bahsinde galip geldik diyebilir miyiz? Henüz çok erken. Yarın bunu sınayacak daha çok engelle karşılaşacağız. Birçoğunda tökezleyeceğiz belki, canımızı acıtacak, hayal kırıklığına uğratacak hadiselerle karşılaştığımız anlar da olacak. Günlerce omuz omuza mücadele eden, unutulmaz bir dayanışma örneği gösteren taraftarlardan nacizane tek ricam olacak, ne zaman canınız acır, hayal kırıklığına uğrarsanız, yoğun gaz bombardımanının altında yere düştüğünüzde kolunuzdan tutup kaldıran, yaranızı kaşkoluyla saran adamı hatırlayın ve içinizden tekrarlayın: <i>“Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır”</i> <br />
<br />
(1) <a href="http://www.radikal.com.tr/yazarlar/yetvart_danzikyan/devrim_dediginiz_bir_andirve_o_da_oldu_zaten-1136002">http://www.radikal.com.tr/yazarlar/yetvart_danzikyan/devrim_dediginiz_bir_andirve_o_da_oldu_zaten-1136002</a><br />
(2) <a href="http://www.radikal.com.tr/yazarlar/ali_topuz/taksimin_basini_da_duman_kaplamis-1136179">http://www.radikal.com.tr/yazarlar/ali_topuz/taksimin_basini_da_duman_kaplamis-1136179</a><br />
(3) <a href="http://www.birgun.net/politics_index.php?news_code=1369385696&year=2013&month=05&day=24">http://www.birgun.net/politics_index.php?news_code=1369385696&year=2013&month=05&day=24</a><br />
<br />
(*) Sezai Karakoç’un İstanbul’a hasretle yazdığı “Sürgün Ülkeden Başkentler Başkentine” şiirinden alınmıştır.<br />
<br />
</span>Olguhttp://www.blogger.com/profile/12633510738454432429noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-6074001504069986567.post-46070331475237043752013-06-03T23:50:00.001+03:002013-06-04T19:06:15.872+03:00Yönetimlere Açık Mektup<div><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi7T3V1XbgWQha4lgn70dZq4EmtTru7GwqcQkJ2b9MRWp8NHYjnZ_eX4NkQSp1FDrIfmj_nOVhouPmiYvsmEXEXiL-564Re6PQzPgZ7BFkX73zBCZ5xWLtkPODb3-b8enBLgEPiGN0swB3z/s1600/istanbulunited.jpg" alt="" /></div>Arkadaşım telefonla aradı. Beşiktaş’ta sıkışmış. Polis amansızca saldırıyor. Biber gazından göz gözü görmüyor. Biber gazı, hepimiz tattık, rezil bir şey. İnsanın ciğerine doluyor, akciğerlerini yakıyor, gözlerini yaşartıyor, insanın kendi bedeni kendisine düşman oluyor. Kalbim patlayacak. Dudaklarım incelmiş ne desem bilmiyorum. Twitter filan millete danışıyoruz. Haber geldi, Çarşı yakında. Anam babam oradaymış gibi sevindim. Allah razı olsun, onlarla birlikte sıyrıldı. Bir parkta özgür bir insan olarak oturabilmek için bir meydanda mücadele edenlerle birlikte mücadeleye devam ediyoruz.<br />
<span class="fullpost"> <br />
Herkesin başından benzer hikayeler geçiyor. Hikayeler yağmur gibi. Hikayeler çarpıcı. TOMA’nın üstünde set gibi durup kollarını açan güzelim kızlar, biber gazı bulutlarının üstüne yürüyen filinta gibi çocuklar, boğaz köprüsünün üstünden yanyana geçen parçalılar ve çubuklular. Normal zamanlarda söyleseler inanamayacağımız ne kadar çok şey oldu.. Hepsini birden yazmaya hafsalamız yetmiyor. Sabahın kör karanlığında yanyana 15 – 20 km yürüyüp Boğazköprüsünü geçip Beşiktaş’a gidenler, Akaretlerde bir yokuşta yere düşmüş arkadaşını sırtlayıp kaldıranlar, akşam Fenerbahçe atkısı ile sokağa çıkıp Galatasaray atkısı ile dönenler, yanyana cancana bir sokak için, bir semt için, bir ülke için direnenler… Sizlerin hikayesini bu aptal medya yazamaz. Bu yazarların kalemlerini vicdanları değil cüzdanları tutuyor, bu gazetecilerin yürekleriyle ağızlarından başka sesler çıkıyor, bu televizyondan kahramanlıklarınız yayınlanacağı yerde üstümüze yalanlar boca ediliyor.<br />
<br />
Öğrendik. Hepimiz öğrendik. Bu ülkede adil yargılanma var mı? Yok. Bu ülkede basın özgürlüğü var mı? Bu ülkede düşünce özgürlüğü var mı? Bu ülkede gösteri hürriyeti var mı, bu ülkede bir parkın içinde bir ağacın gölgesinde onurlu bir insan gibi oturma özgürlüğü var mı? Hayır yok.<br />
<br />
Hiç hayvanlara hakaret kastım yok ama biz hayvan değiliz kardeşim. Biz hayvan değiliz. Bize tasmalar bağlayamazsınız. Bizi zincirlerimizden tutamazsınız. Biz damızlık öküzler ve inekler değiliz bize kaç çocuk yapacağımızı söyleyemezsiniz. Biz bir ahırda yaşayan domuzlar değiliz kardeşim, bizim ne yiyeceğimize ne içeceğimize kimse karar veremez. Biz hayvanat bahçesinde sizi eğlendirmek için hapsedilmiş şempanzeler değiliz, yatacak yerimiz olsun, muzumuz olsun bunlarla tatmin olacak kadar alçaklaşmadık henüz.<br />
<br />
İşler tıkırında, keyfimiz yerinde, neme lazım filan demeyeceğiz. Lazım kardeşim. Bu şehirler bu Başbakan’a anasından mülk kalmadı. İnsan evini döşerken bile bir karısına, kızına, anasına, babasına soruyor, koca İstanbul’u evinin salonunu döşer gibi döşeyemezsin. “<i>Çok hoşuma gitti duygulandım oraya Topçu Kışlası yapacağım, şu köşeye cami yapacağım, ortasından köprü geçireceğimi, yarısını yaracağım kanalımı açacağım</i>” diyemezsin. Bir televizyon alırken, bir tane kanepe alırken Emine Hanım’a soruyorsun, İstanbul’un ortasını yarıp 40 milyar dolara mal olacak kanal açarken de İstanbullulara bir zahmet soracaksın.<br />
<br />
Ey Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş Yönetimleri, Ey Aziz Yıldırım, Ünal Aysal, Fikret Orman yaşıyor musunuz, olanların farkında mısınız? Başka bir şey oluyor bu ülkede, başka bir şeyler oluyor! <br />
<br />
Başı dik, onurlu kişiler olarak, kimseden korkmadan mesleğinizi icra edin diye de bu insanlar mücadele ediyor. O insanlar sizin hapsolduğunuz korku şatolarını sarsıyor, telefonda konuşurken, televizyona çıkarken, bir gazeteye demeç verirken elleriniz titremesin diye bu çocuklar barikatlar kuruyor. Sizin için, çocuklarınız için, sevdikleriniz için daha özgür bir hayat ihtimali için mücadele eden birileri var. Mevzu parklar ve bahçeler genel müdürlüğü değil, mevzu nasıl bir insan olarak yaşadığınız. Bunun mücadelesi veriliyor.<br />
<br />
Korkmuyor musunuz? Allah şahidim olsun korkuyorsunuz. Dudaklarınızı ısıracak, gözlerinizi kaçıracak kadar çok korkuyorsunuz. Allah muhafaza size bir bakar da, bir gözlerini kısar da, iki çift laf söyler diye diliniz damağınız kuruyor, bin kere düşünüp bir kere hareket ediyorsunuz.<br />
<br />
Hatırlayın! Çok zor zamanlardan geçtiniz. Orada yanınızda biz vardık. Bu halk vardı, bu güzel çocuklar, bu taraftarlar vardı. Sizin statlarınız boştu biz doldurduk, sizin storelarınız sinek avlıyordu biz kazandırdık, sizin oyuncularınız Ferrari’ye binsin diye biz otobüslerle statlara gidip, yarım 50 köfte yiyip, bilet parası ödedik... <br />
<br />
Siz “Feda” dediniz biz canımızla dedik, statları hep destek tam destek diye inlettik, sokaklardan nevizade geceleri ile geçtik.<br />
<br />
Biz bu kulüpleri çok sevdik. Kaybedince ağladık, kazanınca delirdik. Bu renkler uğruna küfürler ettik, kavga ettik, geceleri uykusuz geçirdik. Etle, dişle, tırnakla yedik birbirimizi. Kimimiz harçlıkları arttırıp forma, sigarayı azaltıp bilet aldı, kimimizin parası öyle boldu ki, en güzel yerden kombine çaktı.<br />
<br />
Mutlu olduk, mutsuz olduk. Biz bu takımların hikayeleriyle sevindik, kahramanlarıyla büyüdük, renkleriyle sokaklarda caka sattık.<br />
<br />
Siz ne zaman düşseniz biz ayağa kaldırdık. Siz ne zaman “imdat” deseniz biz yanınızda bittik. Siz ne zaman bizi çağırsanız biz oraya geldik..<br />
<br />
Şimdi birlikte hareket ediyoruz. Sezonun son omuz omuzası gezi parkı’nda dedik, o lafın arkasında duruyoruz. Kanla, terle, yumrukla, ayıla, bayıla.. Bir çubuklu yere düşse, bir parçalı ayağa kaldırıyor, Beşiktaş’ın semti erkek semti, alemi aşık ediyor, bir parçalı biber gazından nefes alamaz hale geldiğinde çubukludan kardeşi yanında bitiyor. <br />
<br />
Görüyorsunuz, okuyorsunuz, izliyorsunuz değil mi? Maşallah hepinizin en güzel televizyonları, en güzel telefonları, en harika bilgisayarları, "başkanım" diye yanınızda gezen çalışanları var. Raporlar geliyor. Medya takipten tak tak önünüze konuyor. Ofisinize geçince arkadaşlarınızla konuşuyorsunuz, içkilerinizi yudumlarken memleket hakkında atıp tutuyorsunuz. Yani görüyorsunuz, görüyorsunuz, görüyorsunuz!<br />
<br />
Bu taraftarın size ihtiyacı var. Bu taraftarın, bu insanların, bu ülkenin bir ses çıkarmanıza ihtiyacı var.<br />
<br />
Adalet dediniz, güvendik, biz de adalet istedik, kardeşimize, arkadaşımıza cephe aldık. Mücadelemiz zulüm ve zalimledir dediniz umutlandık, devam dedik, el verdik, “Feda” dediniz yanınızda bittik.<br />
<br />
Şimdi fedakarlık sırası sizde. Şimdi adalete sahip çıkma sırası sizde. Şimdi sözünüzü yerine getirip zulüm ve zalimle mücadele etme sırası artık sizde. Bu ateş gerçekten üfleyerek sönmez!<br />
<br />
Ayağa kalkın ayağa. Tribün jargonuyla “bağırmayan yönetim istemiyoruz!” <br />
<br />
Taraftarınız için ayağa kalkın, halkınız için ayağa kalkın, ülkeniz için ayağa kalkın, kendiniz için ayağa kalkın. Çocuklarınız ve sevdikleriniz için, sizden sonra gelecekler için, o büyük camiaların ağabeyi, babası, başkanı olarak ayağa kalkın. Göreceksiniz çok büyük bir gümbürtü kopacak, yıkılacak titrek duvarlarınız.<br />
<br />
Kendi korkunuzla yaptığınız bu putları yıkın. En büyük gücünüz biziz. En büyük gücünüz sizi asla bırakmayacak, sizin her zaman hakkınızı koruyacak, siz yokken bile siz haksızlığa uğramayın diye kavga eden, etmiş olan bu insanlar.<br />
<br />
Onlar gelip geçer. Aynı kendilerinden öncekiler gibi. Yoksa siz sonsuza kadar kalacaklar mı sandınız? Çokcası geldi geçti. İktidar makamlarında oturup da sonra yok olanların hikayesini hiç duymadınız mı? Hanginiz 1958 yılının Adalet Bakanını, 1967’nin İçişleri Bakanı’nı hatırlıyor? Hanginiz TBMM’deki milletvekillerinin yarısını sayabilir? Yıkın korkunuzun putlarını. Korkuları nedeniyle susanlar, özgürlüğe de güvenliğe de sahip değildir. Öğrenemediniz mi?<br />
<br />
Ey Aziz Yıldırım, mahpushanede daha özgürdün farkında değil misin? Dilinin hürriyeti o zamanlar sendeydi oysa şimdi başkaları kontrol ediyor. Ağzının içinde bir pastil gibi eriyor kelimelerin. O zaman bize “kardeşim duymaz el oğlu duyar” diye seslendin, hatırlıyor musun? Şimdi tutsak gibi kendi kalene hapsolmuş duruyorsun, halin artık midemizi ağrıtıyor. Bak biz hep “halkın takımı” dedik. Tribünde “Hababam gümgümgüm” yazıyor. Bizi en güzel Mehmet Akif Anlatıyor: “Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum? / Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boynum!” Yumuşak başlıysak o kadar değil, biz kimsenin koyunu değiliz, bugün bir halk eza çekerken susanları asla affetmeyeceğiz.<br />
<br />
Ey Ünal Aysal, mekteb-i Sultani’nin gencecik aslanları sokaktaydı bugün. Gördün mü? 17 yaşında 16 yaşında zıpkın gibi delikanlılar. Onlar bu ülkenin geleceği olacak. Onlar bu ülkedeki en güzel koltuklara en şık takım elbiselerle oturacak. Hepsi pırlanta. Bu aslanların yüzlerine bakıp susmaya utanmıyor musun? Onlar senin gezdiğin koridorlarda gezdiler, onlar senin yattığın yatakhanelerde yattılar, onlar da aynı senin gibi hasret çektiler. Her biri analarının kuzusu. Kokularına doyamazlar. Sen ağabeyleri olarak susuyor musun? Onlar dayak yerken, onlar zulüm görürken kelimelerini mi unutuyorsun? Mekteb-i Sultani’ye yakışıyor mu bu? Kalk. Diren. Konuş. Önderlik et. Liderlik yap. Bunların hepsi senin kültüründe var, bu halk, bu insanlar sesini bekliyor.<br />
<br />
Fikret Orman.. Ne mahalleymiş be kardeşim. Ne semtmiş…. Kızları amazon, erkekleri Spartalılar. Alem delikanlılık, cesaret gördü. Bin gaz bombası attılar, iki bin gaz bombası attılar milim yerlerinden oynatamadılar. Semt bizim aşk bizim dediler, o aşkın hakkını sapına kadar verdiler. Belki Mecnun Leyla’ya, Kerem Aslı’ya bu kadar aşıktır. Sabahlara kadar bomba, dayak, kötek, tazyikli su yiyip, sabah sanki bambaşka bir enerjiyle semtin çöplerini bile temizlediler. O semtin her kaldırımında bir Beşiktaşlının teri, kanı, gözyaşı var. O sokaklardan her geçtiğinde Allah’a şükretmen lazım, böyle insanların elleri üstünde duruyor. Nasıl kıyıyorsun be kardeşim? Gece yatağa nasıl giriyorsun? Bir gün aralarına karış, bir gün yanlarına git, iki kilo limon gönder. Bir kere olsun, bir uğra hallerini, hatırlarını sor. Bir kere bir ellerinden tut. Yok. Kayboldun. O karanlıklar, o görmemezden gelmeler sana huzur verir mi sanıyorsun? Vermez. Aç ağzını, yeter de, yeter bu çocuklar bunu hak etmedi, bir kere olsun şu mazlum, şu kartal gibi çocukların hakkı için konuş.. Zülme karşı sessiz kalan dilsiz şeytandır, bizim dilimizde tüy bitti, sizin kalplerinize bir türlü giremedi. <br />
<br />
Ey yönetimler. Yakışmıyorsunuz. Yakışmıyorsunuz. Bakın hakikati olduğu gibi söylüyorum. Olmuyor. O koltuklar size iki gömlek bol geliyor. O makamlar, mevkiler, o sevda, o alkışlar üstünüzde ütüsü bozulmuş üç beden büyük ceket gibi duruyor. Taşıyamıyorsunuz. Yarın Tribünlerin önüne çıkıp alkışları kabul edeceksiniz. Yüzünüz kızarsın. Utançtan kalbiniz sıkışsın. Sanki hiçbir şey olmamış, biz bunları yaşamamışız gibi duracaksınız ya, içiniz kurusun. O mevkilerle 76 milyonluk bu koca ülke sizi tanıdı, siz ancak o koltukları teleskopla görmeye layikmişsiniz, mukadderat koltuk oturma yerinize denk gelmiş.<br />
<br />
Şimdi üçünüze, belki aklınıza hala gelmemiştir diye, bir kere daha hatırlatıyoruz. Konuşun. Toplanın ve ortak bir deklarasyon yayınlayın. Birbirinizden güç alın. Çok sert bir şey söylemenize gerek yok, o kadar cesaret beklemiyoruz, ama normalini yapın, devleti kaybettiği sağduyuya çağırın. En azından biz bizim yanımızda olduğunuzu biliriz, eyvallah der devam ederiz.<br />
<br />
İstanbul’da, Ankara’da, İzmir’de, Türkiye’nin her yerinde mücadele edenler, bu ülkede bir ağaç altında onurlu bir insan gibi başımız dik oturabilelim diye canını dişine takan arkadaşlar, hepinizden Allah razı olsun. Hepiniz heykel gibi insansınız. Eyvallah. Eyvallah.<br />
<br />
Bugünden sonra bizim için geçmişin öfkeleri, nefretleri, kinleri ayağımızın altındadır.. <br />
<br />
Bugünden sonra geçmişin hesapları, dargınlıkları, kırgınlıkları ayağımızın altındadır..<br />
<br />
Bugünden sonra kalbimizde size karşı ancak sevgi ve saygı bulunur..<br />
<br />
Bugüne kadar kalbinizi sözle, eylemle veya istemeden herhangi bir şekilde kırdıysak affola. Bizden yana bir hak varsa da hepinize helal olsun..<br />
<br />
Bugünden sonra, bu yönetimde olup da, oturdukları koltukları dolduramayan zevat; fitne, fesat, riya, düşmanlık sokmadıkça, bunların oyununa gelenler veya başka grupların türlü yalanı, iftirası, kin ve haset sözleri aramıza girmedikçe, onların açtıkları yolda, yarattıkları karanlıkta ister bilerek ister bilmeyerek kendimizin yaptığı bir takım işler, sözler, davranışlar bir diğerinin kalbini tarumar etmedikçe bu böyle devam etsin.. Görüyoruz ki biz birbirinizi yerken onlar ancak kendilerini düşünenlerden olmuşlar, yarın da ancak kendilerini düşünenlerden olacaklar.<br />
<br />
İnşallah aramıza bu karanlıklar bir kere daha girmesin..<br />
<br />
Bizim renklerimiz ayrı, şarkılarımız ayrı, türkülerimiz ayrı, kahramanlarımız ayrı, hikayelerimiz ayrı olabilir. Oturduğumuz şehirler, boylarımız, yaşlarımız, cinslerimiz, dinlerimiz, dillerimiz ayrı olabilir ama sevdamız bir. Bu ülkede kaybolan adalet, yok olan özgürlük ortamında, haysiyetli bir insan gibi yaşamak sevdası bizi birleştiriyor.<br />
<br />
Bir kere birleştik, gördük ki biz Türkiye’yiz.<br />
<br />
Şimdi, buyrun, bu ülke için yola devam edelim.<br />
</span>aethewulfhttp://www.blogger.com/profile/14482850012246878020noreply@blogger.com30tag:blogger.com,1999:blog-6074001504069986567.post-82163846555743315902013-05-30T15:43:00.002+03:002013-05-30T15:43:56.227+03:00Başkanlar ve Süreler<div style="text-align: center;"><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiUbg0IL0wgUM5wDCx1W0dOWrGx3bb-49ExD7S_fF_oTTz5hRvfsxmSrEzuGOV75S9loSRSqLIJptfXF8kSzxNm3PYeFEDyudE8R_mW4caSaLaN83fDtvFPm06YUeKSoMPjU7ViJA_Z-ICs/s1600/baskanlar.jpg" alt="" /></div>Yukarıdaki tabloda Fenerbahçe'nin başkanları, görev süreleri ve elde ettikleri şampiyonluk sayıları yer alıyor. Gösterilen şampiyonluklara İstanbul Amatör Ligi ve Milli Küme Şampiyonlukları da dahil. Tablodan açıkça görüldüğü gibi Fenerbahçe'de en uzun süre görev alan 3 başkan Şükrü Saraçoğlu (16 yıl), Aziz Yıldırım (15 yıl) ve Faruk Ilgaz (13 yıl). <br />
<span class="fullpost"> <br />
Şükrü Saraçoğlu'nun görev aldığı yıllarda 6 milli küme, 6 İstanbul Amatör ve 2 Amatör futbol şampiyonluğu kazanıldığı gözüküyor. Bir başka deyişle 16 yılda 14 şampiyonluk kazanan Saraçoğlu gerçekten de başarılı bir başkanlık dönemi yaşamış.<br />
<br />
Sayın Faruk Ilgaz ise, görev aldığı yıllarda 5 şampiyonluk, 3 Türkiye kupası görmüş. 13 yılda 8 kupa kazandırarak önemli bir başarıya erişmiş.<br />
<br />
Aziz Yıldırım döneminde ise 15 yılda 5 şampiyonluk ve son iki sezonda kazanılan 2 Türkiye Kupası gözüküyor. 1 Şampiyonlar Ligi Çeyrek Finali ve 1 UEFA Yarı Finali ise dönemde erişilen en önemli uluslararası başarılar.<br />
<br />
İnsanın sorası geliyor, madem elinizdeki tek cetvel kupaydı, o zaman kendi boyunuzu niye bu kadar büyük ölçtünüz?<br />
</span>aethewulfhttp://www.blogger.com/profile/14482850012246878020noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-6074001504069986567.post-88885887576563705182013-05-30T15:05:00.000+03:002013-05-30T15:31:44.634+03:00Tükenmişlik sendromu<div style="text-align: center;">
<img alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi9NtwffAf8gW_GCbZl2OLudjIgOTmZjP5G_FFJVia0lBFi3kzKI0NLKvtZO0NJIPf8UibJ7tbtK6XlBk5VVzP7h9q3Iao80S1B92KKDyWCmXrCI-uw83UTuCgycXjjKa8FkpFmS-RBtQw/s640/2012-07-17_basin10.jpg" /></div>
Yazıya 3 Temmuz ile başlamak pek istediğim bir şey değil ama malum kendimizi, düşüncelerimizi anlatmak için referans tarih 3 Temmuz. Öncesi sonrası ne olduğumuzu, neden ve nasıl davrandığımızı anlatmadan söylediklerimizin hepsi ön yargı ve sabit fikirler ile yaftalanıp, herkesçe farklı bir kalıba oturtuluyor.<br />
<span class="fullpost"> <br />
3 Temmuz öncesi Aziz Yıldırım ve yönetimi hakkındaki düşüncelerim okyanus kıyıları gibi gel-git'ler ile doluydu. 80'lerin tamamını çocuk, 90'ların tamamını genç olarak geçirmiş bir insan olarak Fenerbahçe Spor Kulübü'nün nasıl çağ atladığına bizzat şahit oluyor, tesisleşme, stad, kurumsal yapı (buraya gülücük gelecek), dünya yıldızlarının getirilmesi, taraftar kartlar, grupsuz kavgasız kongreler derken bir yandan minnet duyduğum Aziz Yıldırım'ın, bir yandan kulübün kendi kendine geliştirdiği değer yargılarına, taraftarı müşteriye çevirmesine, etrafında kimsenin yükselmesine izin vermemesine, gidenlerin hep hain, hep kötü, hep suçlu olmalarına, kurumsallaştırmaya çalıştığı kulübün bütün krizlerini kendi çıkarıp yönetememesine ve iki dudağının arasında en önemli kararların şıp diye alınmasına içerliyor, kızıyordum.<br />
<br />
3 Temmuz'a geldik, yeni evli başkanın, tüm Fenerbahçe camiası 5'de 5'i kutlarken, Aziz Yıldırım'ın yüzme yarışlarına gitmek için evden çıkacağı sırada sivil polisler tarafından götürüldüğünü gördük. İlk şokun ardından hemen toparlandık, bilhassa Aykut Kocaman'ın yaptığı 3 basın toplantısı ile kendimize geldik. Bu işin içinde başka bir iş vardı, durum Aziz Yıldırım değil Fenerbahçe idi, her şeyimizi bıraktık, girdik mücadeleye. Bugün başkan muhalifi olan, alexbahçeliyim diyen, Aykut Kocaman'ı istemeyen, sağcı solcu, genç yaşlı ayırmadan hepimiz Çağlayan'da biber gazı yedik. Başkanı Bırakın diye bağırdık. İddianame okuduk, argümanlar ürettik, iddia çürüttük.<br />
<br />
Aziz Yıldırım da hapiste olmasına rağmen dayanak gücümüz oldu, yalan değil. Nazım Hikmet şiirleri, biber gazından ölen çocuğa baş sağlığı, iktidara, paralel iktidara kafa tutma, 12 Mayıs olaylarında tutuklanan taraftarlara sahip çıkma, bize bunu yapanlardan hesap sorma sözleri.....<br />
<br />
Tam 1 yıl sonra, 4 Temmuz'a geldik, Bu süre içerisinde bizi ayakta tutan en önemli figür, bu kirli ve çirkef futbol ortamında güneş gibi parlayan Aykut Kocaman'ın nefesine nefes olacak, hesap soracak, ortalığı yakıp yıkacak dediğimiz Aziz Yıldırım, Mehmet Ağar ziyareti ile başlayan, Başbakanla aramızı bozmaya çalışıyorlar ile devam eden, Alex'i 3 dakikada gönderip Doğru mu Samet diye bağlayan, maç esnasında taraftara anons çeken, yönetimi Talat Yılmaz'lar ile dolduran, devre arası pahalı, kasada para yokmuş diye iyi futbolcu alamayan, muzcu arkadaşlarla basın toplantısı yapan ve en sonunda münferiten başlayan ve tüm stada yayılan 'Hükümet İstifa' sloganlarının marjinal kişiler tarafından yapıldığını söyleyerek, iktidara ve başbakana teslim bayrağını çekerek sezonu bitird.<br />
<br />
Ve şimdi "benimle geldi benimle gidecek" dediğin, "Kocaman bir adam gördüm tek suçu kendine kattığı değerler yüzünden konuşamamak, cevap verememek olan" dediğin Aykut Kocaman'ı sebebini hala bilmediğimiz ama şimdiden onlarca senaryo, onlarca komplo teorisi üretilen ve Aykut Kocaman'ın konuşmayacağını çok iyi bildiğimiz için bütün suçun gidip gelip yine onun üstüne yıkıldığı günler göreceğiz.<br />
<br />
Çalışmalar çoktan başlamış bile; Tükenmişlik sendromu, yorgunluk, transfer meselesi, Kiğılı komplosu, dış güçlerin oyunu... Sıkça kullandığım "Yav He He" cümlesine süper asistler gibi birer birer geliyor...<br />
<br />
Mesele artık Aykut Kocaman'ın gitmesi, gönderilmesi meselesini aştı. Mesele artık Fenerbahçe'nin 3 Temmuz süreci ile yeniden inşa edilen birlik beraberliği, her beraber hesap sorma dirayeti, kurumsal yapısı, diyet ödemek yerine ceza kesenler değil antrenörü konuşturup federasyona, medyaya, kurullara ve hatta futbolcularına sessiz kalarak varlığı yokluğu belli olmayan iktidar ve cemaat torpillisi yöneticilerin doldurduğu koltuklar ve onları bir odaya doldurup yönetemeyen Aziz Yıldırım meselesidir.<br />
<br />
Bize başkanın köpeği dediler, Aziz yıldırım'ın paralı askerleri dediler. Derdimizi anlatırız, projelerini dinleriz, belki bir ucundan tutar Fenerbahçe'yi yükseltmek için tuz atarız çorbaya diye gittiğimiz yemeği ve maç izlemeyi gizli gibi göstererek bizi karaladılar, yaftaladılar, locacı ilan ettiler. Sustuk, sesimizi çıkarmadık. İnsan önce kendini bilecek çünkü, sonra karşındakini zaten tanıyorsun.<br />
<br />
Şimdi onlara anlatmadığımızı sana anlatıyorum, çünkü biliyorum sesimizi duyuyorsun;<br />
<br />
Bir Fenerbahçe başkanını kongre seçer ve yine kongre gönderir. Ben sana ağzım sulanarak git deme haddine sahip değilim belki ama senin evladın yaşındaki bir taraftar olarak sesleniyorum, hani her şeyin en iyisine layık dediğin Büyük Fenerbahçe taraftarı olarak, Fenerbahçe'yi hayatının odak noktasına koymuş, sıradan biri olarak...<br />
<br />Şimdi hemen git başkan... Sen de biz de daha fazla üzülmeyelim...<br />
<br />
Gözün de sakın arkada kalmasın, kimseye yedirmeyiz bu kulübü....<br />
<br />
Çünkü burası Fenerbahçe, bizden çok adam çıkar...<br />
</span>onurktk_http://www.blogger.com/profile/03690736516937230466noreply@blogger.com6tag:blogger.com,1999:blog-6074001504069986567.post-79329556037484304482013-05-30T14:23:00.004+03:002013-05-30T14:23:29.751+03:00Herkes bir kahramanı sever<center><iframe width="550" height="350" src="http://www.youtube.com/embed/XtENrtISSoE" frameborder="0" allowfullscreen></iframe></center>Herkes bir kahramanı sever. Kahramanlar kolay çıkmaz ortaya. Ateşin en sıcak olduğu yerde dururlar, insanlar dağılırken toparlarlar, yönünü kaybetmişlere pusula, şaşırmışlara da yönlerini bulacağı yıldız olurlar. Kafalardaki soru işaretlerini silerler, "onun olduğu yerde böyle bir şey olmaz" dedirtirler, ağlayanın sırtını sıvazlarlar, acılar karşısında ağlarlar. Haksızlığa uğradıklarında susmak zorunda kalırlar, küfürlere karşı sessizlikle cevap verirler, bir halk bunca yaşanandan sonra sırtını dönüp kendisine hakaret ettiğinde yine de o halka hakaret etmezler. Zordur kahraman olmak. Haksızlığa uğramak ve yine de bağırmamak... <br />
<br />
Daha iyisi mümkündü hocam. Bir sene rahat geçirmek senin de hakkındı. Ne yazık ki atmosfer zehirli, güzellikler tek tek soluyor, yerine korkunç, kaba, histerik renkler geliyor. Bilmem bu karanlık nasıl bitecek?<br />
<span class="fullpost"></span>aethewulfhttp://www.blogger.com/profile/14482850012246878020noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-6074001504069986567.post-51524975505139104272013-05-29T19:25:00.000+03:002013-05-29T19:53:07.638+03:00Yolun sonu gözüküyor<div style="text-align: center;"><img src="http://www.yirmidorthaber.com/images/haberler/aykut_kocaman_degerlendirmelerde_bulundu_h10431.jpg" alt="" /></div>Aykut Kocaman Fenerbahçe için herhangi bir isim değildir. Duruşu, yaşam şekli, değerleri ve simgeledikleri ile çubuklu için çok farklı bir anlama gelir. Aykut Hoca Fenerbahçe’de her anlamda devrim umudunu besleyen, sportif yapılanma, kurumsallaşma, işleyen bir sistem beklentisini yükselten bir isimdi. İnsani niteliklerinin ne kadar önemli olduğunu 3 Temmuz krizinde gördük. Tamamen felç geçirmiş bir yönetimin yarattığı bütün boşluğu Aykut Kocaman doldurdu. Takıma ve camiaya liderlik yaptı. Topuk yaylasındaki görüntülerden, şike sürecinde ortaya koyduğu karaktere kadar her anlamda kulüp için ne kadar hayati olduğunu gösterdi. Herkes teknik direktör olabilir, ancak herkes lider olamaz. Aykut Kocaman bir liderdi.<br />
<span class="fullpost"> <br />
3 Temmuz sürecinde. Aykut Kocaman’ın haksızlığa karşı çıkan ve emeklerine yönelik iftiralara karşı tutumu sürecin farklı gelişmesine neden oldu. Operasyonun arkasındakiler, bunun gönüllü destekçileri ve bundan gerçekten heyecan bulanlar Aykut Kocaman’a bu yüzden benzersiz bir nefret duyarken, Fenerbahçeliler de kalplerine kendisini çok farklı bir şekilde yazdılar.<br />
<br />
Aykut Kocaman’ın kulüp için bu kadar kritik olmasının iki önemli sebebi var. Birincisi Aziz Yıldırım’ın yönetim şekliyle ilgili. Aziz Yıldırım bütün altyapı hamlelerine karşı kulübün kurumsallaşması, istikrarlı bir sistem kurulması noktasında başarılı olamadı. Olamadı derken, olmaya çalıştı da olamadı manasında değil, basbayağı böyle bir yönetim tarzını asla benimsemediği için bu başarıya erişemedi. Aykut Kocaman’a kadar teknik direktörlerin geleceği gelen şampiyonluk kupasına endekslendi. Futbolcu ve teknik direktör tercihleri konjuktürel kararlarla belirlendi. Duygusal hareketler, kızgınlıkla gönderilen teknik direktörler, bir heyecanla alınan futbolcular ile Fenerbahçe kalıcı, sürdürülebilir ve istikrarlı bir başarıdan ziyade dönemsel başarılarla yetinmek zorunda kaldı. <br />
<br />
Aziz Yıldırım’ın Aykut Kocaman tercihi ve bu konudaki istikrarı Aziz Yıldırım’ın da yönetim tarzının / bakış açısının değiştiği yönünde umutları besliyordu. Bu dirayet başarıyı da getirdi.<br />
<br />
3 Temmuz 2011 tarihi kulüp tarihi açısından önemli bir kırılma noktası oluşturdu. Bu tarihten sonra da Aykut Kocaman farklı bir portreye sahip oldu. Başka bir merkez üs oluşturdu.<br />
<br />
Bu sene beklenen kulübün 3 Temmuz sürecinden gereken dersleri çıkarmasını, planlı, programlı, kurumsal hareket kabiliyetine sahip, stratejik düşünen bir kulübe dönüşmesini bekledik. İkinci nesil reformlardan beklenti buydu. Diğer başkan adayları ve isteklileri de tam da bu nedenle yetersiz gözüküyordu.<br />
<br />
Bugün karşı karşıya geldiğimiz nokta şudur, Aziz Yıldırım eski Aziz Yıldırım haline geri döndü. Önümüzde, her birinde yönetimin sorumlu olduğu üç senaryo var<br />
<br />
1- Eğer Aykut Kocaman kendisi istifa etmek istemiş ise, kulüp bunu asla kabul etmemeli, yeniden yapılanma noktasındaki en temel taşı asla feda etmemeli, onun kulüp ile kurduğu ilişkiyi göz önüne alarak bu yönde hareket etmeliydi. Bu yapılmadı veya yapılamadı. Burada Aykut Kocaman gerçekten çok yorulmuş, psikolojik olarak süreci kaldıramaz bir haldeyse de kendisini destekleyecek mekanizmaların kurulmuş olması gerekiyordu. Salt insan ilişkilerinden kaynaklanan eksikliklerle bu durum meydana gelmiş ise bunun engellenmesi için atılmayan her adımdan yönetim sorumludur.<br />
<br />
2- Eğer Aziz Yıldırım Aykut Kocaman’ı kovmuş ise o zaman da bu kadar kritik bir hatanın yapılmasının mantıklı hiçbir açıklaması olamayacağı için burada ortaya çıkan yönetim zafiyetini kabul etmek gerekir. Dolayısıyla yönetim bundan sorumludur.<br />
<br />
3- Aykut Kocaman istifa etmek zorunda bırakılmıştır, kendisine karşı bir oldu bitti kurulmuştur. Bu halde de yönetim bu hareket tarzı nedenyile ayrıca sorumludur.<br />
<br />
Sorun tek bir kişinin kulüpten ayrılmış olması değil. Fenerbahçe kulübünden çok kişi gelir geçer, ancak sorun son bir senede tekrar tekrar görmek zorunda olduğumuz, kulübün yönetim aklının ve sistemin bozukluğudur.<br />
<br />
Kulüp hala daha doğru düzgün bir iletişim stratejisine sahip değil. Alex olayında süreç kötü yönetildiği gibi, gazetecilere maymunlar derken de, muzlu basın açıklaması yapılırken de bütün bu süreçler kötü yönetildi. Bu kulübün profesyonellerinden kaynaklanmıyor, tam tersine kulübün seçilmişlerinin yaptıkları, plansız, programsız bazı durumlarda fevri hareketlerden kaynaklanıyor. Bunu da engellemenin yolu bulunmuyor. Bir karakterin reflektif davranışları asla engellenemez.<br />
<br />
Kulüp yine geleceğe yönelik sistemli bir yapılanma içerisinde gözükmüyor. Divan kurulunda “bu zamana kadar bakkal dükkanı gibi kulübü yönetmişiz” ifadelerini doğrular şekilde bir yönetim tarzı kendisini her yerde gösteriyor. Heyecan, öfke, üzüntü gibi insani duygular rasyonel hareket etmesi gereken tüzel kişiliği teslim almış durumda. Kulübün yönetim aklı sadece hata üretiyor.<br />
<br />
Kulüp yönetimi ile kendi taraftarı arasında aşılması çok zor bir uçurum var. Bugün kulüp yönetiminden kim mutlu desek, yönetim üyelerinin kendisi dışında gösterebileceğimiz pek az insan var. Taraftar da son 1 yılda yaşanan gelişmelerden sonra sürekli birbirini suçlayan, birbiriyle mücadele eden, birbirine öfke kusan bir hale geldi. Cepheler keskinleşti, insanlar arasında sağlıklı bir tartışma yapılmasını imkansız kılan bir cephedaşlık duygusu belirdi. Birbirinden nefret eden, birbirinden uzaklaşan, acıları ve sevinçleri farklılaşan bir bölünme atmosferi kulübü sarıyor. Alex olayı bu travmaların başlangıcı ise, arka arkaya gelen olaylar da travmaların derinleşmesine neden oldu. Bugün kısa zamanda bir sulh imkanı da bulunmuyor.<br />
<br />
Esas inanılmaz olan 3 Temmuz sürecinde, gerçekten çok farklı bir insan portresi çizen, Nazım Hikmet şiirlerine referans veren, Aykut Hoca’nın arkasında duran, bir toplumsal figür haline dönüşen, Leman'a hem de pozitif olarak kapak olan, Cengiz Çandar’dan Ertuğrul Özkök’e, Ahmet Hakan’dan Ahmet Şık’a kadar çok geniş bir kesimden tutumu nedeniyle takdir toplayan Aziz Yıldırım’ın 1 yılda bütünüyle yalnızlaşması oldu. 3 Temmuz sürecindeki Aziz Yıldırım ile bugünkü Aziz Yıldırım arasında kapanmaz bir uçurum var.<br />
<br />
Aziz Yıldırım 3 Temmuz sürecinde kendisine ve Fenerbahçe’ye yapılan haksızlığa karşı çıkan insanların kendisine sonsuz bir biat duyduğunu zannediyorsa yanılıyor. Böyle bir şey asla olmadı. 3 Temmuz kendisinin her hatasına verilen bir açık çek değildi, tersine geçmişte yaptığı hataların üstünü kapatan, tutumuyla da gelecek için kendisine bir kredi açılmasına vesile olan bir süreçti. Bugün bu kredinin çok kötü kullanıldığı gözüküyor.<br />
<br />
Fenerbahçe açısından 3 Temmuz süreci yasal olarak sürse de psikolojik olarak artık bitti. Daha önemlisi, Fenerbahçe’nin de artık eski tip, tek adam üzerinden yürüyen, duygusal, anlık, konjuktürel, eski hataları aynen tekrar eden bir yönetim anlayışına tahammülü kalmadı. Kulüp yenilenme istiyor. <br />
<br />
Bu olaylar sonrasında Aziz Yıldırım teknik direktör mevkisine Löw’ü, sportif direktörlüğe Rıdvan’ı getirse, takımın soluna Ribery’i, sağına Robben’i alsa, 3 Temmuz sürecindeki psikolojiye, toplumsal algıya ulaşması mümkün olmayacak. Destek bulamaz demiyorum. Aksine büyük destek de bulur. Türkiye’de başarının üstünü kapatamayacağı tek bir hata yoktur. Ancak 3 Temmuz’da oluşan o aura da artık yırtıldı. <br />
<br />
Bugün artık idari kararlar veren, verdiği kararların da idari mesuliyeti üzerinde olan, tam olarak vaad ettikleri ve yapamadıkları ile değerlendirilecek bir Aziz Yıldırım var. Fenerbahçe yönetimi ile Fikret Orman yönetimi arasındaki yegane fark, yaşanmış olan hatıralar ve onların da hepsi iyi değil. Bu zamana kadarki uygulamalar da yönetimin devrimci bir değişikliğe imza atacağını göstermiyor. Yönetim tarzı bu ve bu yönetim tarzı bütün sonuçlarıyla kendisini tekrar edecek.<br />
<br />
Fenerbahçe sürekli krizlere yuvarlanan, devamlı trajediler yaşayan, bir şeylerin üstüne katmak yerine başlangıç noktasına dönen, sürekli aynı dilemmalara mahkum olan, bu kaderi de kendi kendisine üreten bir kulüp olarak yola devam edemez. <br />
<br />
Velhasıl kelam, aşağıdan yukarıdan, yolun sonu gözüküyor.<br />
<br />
Belki artık gitme vakti gelmiş demektir.<br />
<br />
</span>aethewulfhttp://www.blogger.com/profile/14482850012246878020noreply@blogger.com9tag:blogger.com,1999:blog-6074001504069986567.post-27411986966047210142013-05-29T19:18:00.000+03:002013-05-29T19:28:04.568+03:00Artık Yeter...<div style="text-align: center;"><img src="http://imgz.maraton.com.tr/maraton//newpics/news/231220121029103907909_2.jpg" alt="" /></div>Daha bir gün önce normal şeyler konuşmak istiyoruz diye bir alt posttaki podcastin girişine yazmıştım ama Fenerbahçeliyseniz ne mümkün. Bir Fenerbahçe geleneği olarak durup dururken kaosa girdiğimiz bir döneme daha merhaba dedik Kulubün son 15 senesindeki bütün kaoslarda olduğu gibi bunun aktörü de Aziz Yıldırım. Devre arasında rica minnet göreve geri döndürerek kamuoyu önünde zor durumda bıraktıkları Aykut Kocaman’la, transfer konusundaki anlaşmazlık ve Ali Yıldırım’la hoca arasındaki diyalog gerekçe gösterilerek köprüleri atmış oldu Aziz Yıldırım. <br />
<br />
Duyunca şaşırdığımız garipsediğimiz bir durum değil bu. Aziz Yıldırım’la konuşmanın, diyalog kurmanın, çalışmanın ve onun kendi görev alanınıza müdahale etmemesini beklemenin ne kadar zor olduğunu az çok Aziz Yıldırım’ı dışarıdan takip eden herkes biliyordur zaten. <br />
<span class="fullpost"> Her antrenör görevden alınabilir, başkanla hedefi uyuşmaz,ekonomik açıdan problem olabilir bin bir türlü mesele olabilir, ama bunlar olurken işin içine kişisel duygular karıştırılmaz. Aziz Yıldırım Pazar gecesi kafasını yastığa koyduğunda aklından hocayı göndereceği geçmiyor muhtemelen ama Pazartesi gecesi şak diye hocayla köprüleri atabiliyor.Başkan kulübü iyice kendi çiftliği zannediyor. <br />
<br />
Fenerbahçe Kulübü kararların uzun vadeli alındığı, anlık öfke ve uyuşmazlıkların mevcut sözleri ve taahhütleri yok edemediği bir düzenle yönetilmesi gerekirken tam tersi başkanın işleri tamaman kişiselleştirip “kafama eseni yaparım”, “her şeyi en iyi ben bilirim” “benim dışımdaki kimse vazgeçilmez değildir” kafası yüzünden uzun vadeli bir şey yapabilmenin mümkün olmadığı bir kulüp haline geldi. <br />
<br />
Aziz Yıldırım Zico’yu gönderirken de işin içine kişisel takıntılarını katmıştı, yok kardeşi problem çıkarıyor yok antrenmanda tercüman şut atıyor diye adamı gönderdiler, Alex krizinde yine işi kişiselleştirdi, ayak ayak üstüne atıp twit atmaya bağladı, Daum’un sözleşmesi feshedilecekken adama üç kuruş daha az verelim diye görevinin başında olduğunu resmi sitede açıklayıp kimsenin olmadığı Samandıra’ya gelmesi için tebligat yapıp adamı güya itibarsızlaştırdı. Aurelio’nun ve Tuncay’ın takımdan ayrılmalarında da başkanın menajerleriyle değil oyuncuların kendisiyle görüşeceğim takıntısının etkili olduğunu biliyoruz, Ömer Aşık’ın takımın ihtiyacı varken sırf kulüpten yasal hakkını kullanıp alacağını istediği için başkan hazretleri öyle istiyor diye 6 ay oynatılmadığını da biliyoruz. <br />
<br />
Bu örnekler kamuoyuna yansıyan örnekler kim bilir bizim bilmediğimiz kamuya yansımayan daha neler var. Bütün bunların sonunda kulüp linç edilirken hiçbir yöneticisi ağzını açamazken kulübe sahip çıkmış, geçen yıl neredeyse hem başkan hem antrenör hem liderlik yapmış bir adama, üstelik “beraber geldik beraber gideceğiz” diye 50 kere kamuoyu önünde sözlü beyanda bulunmuşken bu muamele artık insanlıkla falan açıklanamaz. <br />
<br />
Aziz Yıldırım kendisine kulüp işgal altındayken, haksızlığa uğradığına emin olduğumuz dönemde verilen desteği kendisine kayıt şatsız biat edildiğine yordu herhalde. Ayrıca kulüpte öne çıkan her figürle bir süre sonra kavgalı hale gelmesi de tesadüf olamaz. Başkan kendisi dışında Fenerbahçe için iyiyi ve doğruyu kimsenin bilemeyeceğine yürekten inanıyor. Muhtemelen Fenerbahçe’yi kendisinin en çok sevdiğini de düşünüyordur. Belki haklıdır da ancak artık birisi kendisine Fenerbahçe’yi sevmenin ona zarar vermesini engelleyemediğini söylesin bir zahmet. <br />
<br />
Aykut Kocaman’ın kafasındaki oyun sisteminin Fenerbahçe’yi Türkiye Ligi’nde çok ileriye götürebilecek bir oyun sistemi olduğunu düşünmeyen birisi olarak bu kulüpte değişmesi gereken öncelikli şeyin teknik direktörden ziyade artık takıntılı hale gelmiş bu yönetim üslubuna sahip kişi olması gerektiğini düşünüyorum. Ortada yönetim kurulu olmayan her şeyin tek kişinin iki dudağı arasında olduğu, 3 ay önce verdiği sözü bile tutmayan, tutmadığı gibi taraftara izah bile etmeyen bir yönetimle Fenerbahçe hiçbir yere gidemez. <br />
<br />
Aziz Yıldırım’ın Fenerbahçe’nin hakkını gasp edenlere değil de bir şekilde taraftarla arasında bağ oluşmuş bu kulübün değerlerine gösterdiği hoyratlığı artık kabul edemiyorum. Birazcık iyi anılmak istiyorsa olağanüstü kongreye gidip kurumsallaşıyoruz geyiğiyle iyice çiftliğe çevirdiği kulübün önünü açsın artık. Fenerbahçe Alaattin Metin dışında kimseyle doğru düzgün iletişim kuramayan, kardeşiyle, kulübünün efsaneleriyle bile kavga eden, 80 yaşındaki Divan Başkanı’nı bile azarlayan bir başkandan daha iyisini hak ediyor. Artık yeter…<br />
<br />
Aykut Kocaman için de son sözle bitireyim. 3 Temmuz sonrasındaki kulübe kol kanat giren liderliği için kendisine şükran borçluyuz. Yıllar sonra kendisinin ismi zikredildiğinde sportif başarı ya da başarısızlıktan ziyade o zaman ki duruşunu hatırlayacağımızı düşünüyorum. Devre arasındaki istifadan başkana güvenerek dönmesinin o zamanda doğru olmadığını düşünüyordum hala da aynı görüşteyim. Umarım kendisinin başkan olabileceği bir Fenerbahçe ileride mümkün olabilir. <br />
<br />
</span>fatihhttp://www.blogger.com/profile/05350399896085802624noreply@blogger.com5tag:blogger.com,1999:blog-6074001504069986567.post-58506016354713351962013-05-29T15:53:00.004+03:002013-06-16T20:38:56.724+03:00Podcast #1<div style="text-align: center;"><img src="http://www.otrcat.com/z/end-of-old-time-radio.jpg" alt="" /></div>Genelde sevimsiz, konuşmayı çok sevmediğimiz şeyler üzerine söz söyleme durumunda kalıyoruz.Ülkenin spor gündemi biraz buna mecbur bırakıyor maalesef, oysa bu meselelerden önce uzun uzun basketbol ,voleybol, atletizm, tenis konuşabiliyorduk kendi aramızda da. Düzenli olarak yapmayı tasarladığımız bu ses kayıtlarında da biraz sporun masa başını adli taraflarını değil mümkün olabildiğince kendisini konuşmayı deneyeceğiz. Ne kadar başarılı olabileceğiz, ülke gündemi yine bize olması gerekeni değil mevcut olanı mı dayatacak zamanla göreceğiz. Ses kayıtlarının genelde konuşanların rızası ve haberi olmadan yapıldığı bu “gizli tapeler” ülkesinde gönül rızasıyla yapılmış ve Roland Garros,Dortmund-Bayern finali, Türkiye’de sportif direktör nedir ne yapar meselesi, ve “Biz Kazanacağız” bildirisi üzerine konuştuğumuz ses kaydını paylaşalım. Gizli tapeleri dinlemek kadar heyecan verici değil tabi ama idare edin artık.<br />
<br />
<br />
<br />
<b>İkinci bölüm</B><br />
<center><iframe src="http://archive.org/embed/SporSohbetleriBlm2" width="550" height="30" frameborder="0" webkitallowfullscreen="true" mozallowfullscreen="true" allowfullscreen></iframe></center><br />
<span class="fullpost"> </span>fatihhttp://www.blogger.com/profile/05350399896085802624noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6074001504069986567.post-49096142681051076002013-05-21T17:48:00.002+03:002013-05-21T17:48:15.236+03:00Marjinal Bir Gruptan - Taksim'de Biber Gazından Kurtulma Klavuzu<center><iframe width="550" height="320" src="http://www.youtube.com/embed/uiiKPVT8HhE" frameborder="0" allowfullscreen></iframe></center><br />
Marjinal bir grup, Taksim'deki yüksek biber gazı etkisine rağmen haklarını kullanmak isteyenlerle, sadece Taksim'de yürümek isteyenler için bir "kurtulma klavuzu" hazırlayarak sunmuş, arada Taksim'e çıkasınız gelir, marjinal marjinal anayasada yer alan özgürlüklerinizi filan kullanmak istersiniz, aklınızdan çıkarmayın. <span class="fullpost"> </span>aethewulfhttp://www.blogger.com/profile/14482850012246878020noreply@blogger.com1