28 Şubat 2011

Fenerbahçe 2 - Kasımpaşaspor 0
STSL 26/02/2011



Spor Toto Süper Lig 23. hafta karşılaşmasında Kasımpaşasporu konuk eden Fenerbahçe, rakibini Alex ve Dia' nın golleriyle 2-0 yendi.

PAPAZIN ÇAYIRI: İkinci yarıya çok iyi başlayan ve ilk beş maçından galibiyetle ayrılan Fenerbahçe, iki hafta öncesine kadar düştü gözüyle bakılan ama üst üste aldığı iki galbiyetle lige tutunan Kasımpaşaspor karşısına çıkarken teknik direktör Aykut Kocaman kendilerini zor bir maçın beklediğini söylüyordu. Öyle de oldu...

2’ de maçın ilk ‘kırılma anı’ yaşandı. Soldan çizgiye inen Andre Santos’ un ortasında defanstan seken top önce Niang’ ın önünde kaldı. Onun vuruşu orta olup en son Mehmet Topuz’ un önünde kaldı, o da sert vurdu ama kaleci Fırat topu son anda tokatladı. Pozisyonun devamında Gökhan Gönül' ün kafa vuruşunu kaleci Fırat defansla beraber kornere çeldi.

Herkes ilk yarım saat dolmadan gelecek ‘kırılma anı’ nı beklerken Kasımpaşaspor yavaş yavaş Fenerbahçe kalesine gelmeye başladı.

28’ deki ‘kırılma anı’ nda orta yuvarlaktan kullanılan serbest vuruşta Azar topu kafayla penaltı noktasına doğru indirdi, Yobo ve Lugano’ nun arasına düşen topa Volkan çıkmakta tereddüt edince Halil' in ayak koydu ama Volkan topu karşıladı.

32’ de ceza sahası dışı sağ çaprazından kazanılan frikikte Alex' in yaptığı vuruş kalecinin müdahalesine rağmen yakın köşeden ağlarla buluştu. Bu ‘kırılma anı’ demekti: 1-0

43’ de bir ‘kırılma anı’ saklıyordu: Hatalar zincirinde Gökhan Gönül yanlış ceza sahasına orta yaptı. Yobo topu kontrol edemeyince seken top Azar’ ın önünde kaldı ve ceza sahasına girmek isterken Yobo' nun topa elle müdahalesi penaltı demekti. Yobo sarı kart gördü. Varela’ nın penaltı vuruşuna iyi uzanan Volkan topu çıkardı.

Başka ‘kırılma anı’ olmayınca ilk yarı 1-0 sona erdi.

55’ deki ‘kırılma anı’ ise gol demekti. Çalımlarla ceza yayına yaklaşan Niang' ın pasında ceza alanı içinde topla buluşan Dia, düzgün bir vuruşla topu direğin yanından filelere göndererek farkı ikiye çıkardı: 2-0

Bu golün ardından sahada oyunu kontrol etmeye çalışan, bunu da amaçsızca top çevirmek olduğunu sanan Fenerbahçeli oyuncular ve ‘kırılma anı’ larının altında imzası olan Kasımpaşasporlu oyuncular vardı.

63’ de sağdan Varela' nın kullandığı serbest vuruşta, ceza alanı içinde Azar' ın kafa vuruşu ‘kırılma anı’ olabilirdi ama Volkan' ın müthiş bir refleksle tokatladığı topu savunma uzaklaştırdı.

78’ de Kasımpaşaspor önemli bir ‘kırılma anı’ nı daha değerlendiremedi: Soldan Dimitrov' un yaptığı ortada kaleci Volkan çıkıp çıkmamakta tereddüt edince arka direkte bomboş durumda topla buluşan Keller, kötü vurdu ve topu boş kale yerine üstten auta attı.

Kalan dakikalarda başka ‘kırılma anı’ olmayınca karşılaşma 2-0 sona erdi.

Böylece üst üste yedinci galibiyetini alan Fenerbahçe maç fazlasıyla liderliğe yükselirken henüz Trabzonspor’ un evinde Kayserisporla berabere kalacağını ve maç eşitliğinde de lider olacağını bilmiyordu.

FENERBAHÇE: 2 - KASIMPAŞA: 0

Stat: Şükrü Saracoğlu

Hakemler: Halis Özkahya, Ekrem Kan, Serhan Malkoç

Fenerbahçe: Volkan, Gökhan Gönül, Yobo, Lugano, Andre Santos, Mehmet Topuz, Selçuk Şahin (87 Gökay), Emre Belözoğlu (73 Cristian Baroni), Dia (68 Özer), Alex, Niang

Kasımpaşaspor: Fırat, Özgür Öçal, Robledo, Luiz Henrique, Ergün Teber, Keller, Sancak (59 Korhan), Varela (65 Gökhan Güleç), Dimitrov, Halil (73 Şahin Aygüneş), Azar

Goller: Alex, Dia

Sarı Kartlar: Yobo / Sancak
Devamı ...

25 Şubat 2011

En İyi Savunmacı



Tabii ki bir Türk. Türkiye sizinle gurur duyuyor!

Devamı ...

22 Şubat 2011

Deja vu



Başına gelenler pişmiş tavuğun başına gelmemiş Fenerbahçe Kadın Basketbol takımı 1-8 eşleşmesinde gelebilecek en güçlü ve kendisininde çeyrek final belalısı Spartak karşısında ilk bir iki dakikalık bocalama olsa da çok iyi girdi maça. Bu sene Euroleague'in en iyi savunmacısı seçilmesi gereken Hacettepe'nin katkılarına rağmen ilk yarı çok iyi savunma yapan, özellikle kısaları çok iyi savunup Bird ve Prints ikilisini kilitleyen Fenerbahçe hücumda da Nevriye ve Matoviç'e sırtını verip bir anda öne fırladı. Uzunlar arası mücadeleyi kazanınca ilk periyotu 25-12 önde kapadık. İkinci periyot Spartak hücumda biraz toparlansa da savunmada sürekli bir adım geride kaldılar ve Fenerbahçe skor olarak çift haneli farkları korudu periyot boyunca. İlk yarıyı da 16 sayı farkla 47-31 önde kapatmayı başardık.

Geçen yıl çeyrek final ikinci maçında son periyota 15 sayı önde girip Spartak forması giyen Hacettepe gazisi Taurasi'nin 39 sayısıyla kaybettiğimiz Spartak maçını düşündüm devre arasında ama bunun bir kez daha tekerrür edebileceğini düşünmemiştim.

İkinci yarı resmen uyuyarak başladık, yediğimiz bütün sayılar o kadar kolay basketlerdi ki çoğu pozisyonda el bile kalkmadı. Alan savunmasına dönen Spartak'a karşı uzunlar dominasyonunu yitirince kısaların şut ve penetre katkısı da gelmeyince fark 5-6'lara kadar düştü bu periyotta. Hücumda Horakova'nın potaya bakmaması, Anete'yi iyi tutmaları ve Angel'in felaket performansı takımı hücumda kilitledi. Üçüncü periyot Spartak geri dönüş sinyalini güçlü biçimde vermiş oldu 64-59. Bir devrede 31 sayı yiyen Fenerbahçe savunması bu periyotta 28 sayı yedi. Savunmanın nasıl dramatik düştüğünü gösteriyor bu veri.

Son periyotta Spartak'ın momentumu eline geçirisini biz teleizyondan Ratgeber kenardan beraber izledik. Nevriye, Matoviç ikilisinin ayakta duracak hali kalmayınca hücumda potaya bakan kimse kalmadı ve bitime 6 dakika kala Spartak öne geçti. Sue Bird ve Prints'in ikinci yarı inisiyatifi tamamen almaları sonucu Spartak hücumu akışkanlığı sağladı. Şutlar girmeye başladı,geniş rotasyon avantajı sonucu ribauntlar ve savunma sertliğinde öne geçildi ve Sue Bird'in maça nokta koyan üçlüğüyle avantaj cepte Moskova'ya dönüldü. 78-86

Nevriye'nin 24 Matoviç'în 20 sayısı uzunlardan hücumda verim aldığımızı gösterse de kısaların felaket performansı ve yorgunluk ipimizi çekti. İlk yarı üst düzey savunma yapıp 31 sayı yiyen bir takımın ikinci yarı savunmada el bile kaldıramayacak duruma düşmesi çok ilginç. İkinci yarı 55 sayı yedik. Ratgeber Nevlin ve Sutton Brown'u hiç kullanmayarak uzunların tükenişini kenardan izledi. Sezon başından bu yana neredeyse 40 dakika oyunda kalan iki uzunumuzun enerjisinin bitmesiyle de havlu attık maç sonunda. Angel'in felaket hücum tercihleriyle, top kayıplarıyla ve hiç güven vermeyen şut stiliyle gecenin Ratgeber ile beraber en büyük hayalkırıklığı olduğunu belirtelim.

İkinci maç Cuma günü Moskova'da. Açıkçası oyuncuların da çok umutlu olmadığını düşünüyorum Moskova'daki maç için. Maç sonunda Aziz Yıldırım'ın federasyona ve doping merkezine serzenişi ve "zaten bu takımın bugün kaybedeceğini biliyorduk" anlamına gelen tuhaf açıklamasından sonra oyuncuların da ikinci maç için çok motivasyon hissedebileceklerini sanmıyorum.

Velhasıl yine final-four eşiğinde bir Rus takımına elenmeyle yüz yüzeyiz. Bu kaçıncı deja vu?
Devamı ...

Alex Liginde Son Durum



Türkiye deplasmanlı Alex liginde bu hafta sonu dengeler bir anda alt üst oldu. Ankara takımlarının arasına uzun bir süre sonra bir İstanbul takımı girmeyi başardı. Alex de Ankaralılara mesaj göndermiş oldu "Sizinle özel bir problemim yok!" Ligin 15. haftasında oynanan Karabükspor maçında Alex gol atarsa ligde gol atmadığı takım kalmayacaktı biliyorsunuz. Sonra attı da zaten. 15. hafta öncesi Alex'in gol attığı takımların listesi çıkarılıyordu. O maçtan önce Gençlerbirliği 9, Ankaraspor 8, Ankaragücü 7 olarak görünüyor. İlk üçü Ankaralılara bölüştürmüş, Ankara'nın en güzel yanı İstanbul'a dönüşü değil kalecileridir demiş. Listede Beşiktaş'a 5 golü varmış, hafta sonu etti 8. O arada Kayserispor'a, Gaziantepspor'a ve Ankaragücü'ne gol atmadığına göre Beşiktaş'ı ikinci sıraya yükseltmiş, Ankaraspor'a ortak etmiş. Yeni sıralama:

Gençlerbirliği 9
Beşiktaş 8
Ankaraspor 8
Ankaragücü 7
Gaziantepspor 7

Hak edilmiş, uzun süren disiplinli çalışmanın eseri olan bir ikincilik, şerefli ikincilik. Tebrikler.
Devamı ...

Giorgia Palmas



Bir zamanlar Roma'da Bombardini vardı bilmem hatırlar mısınız, CM'de filan alanı olurdu. İşte o Bombardini bu hanımla birlikte. Kendisi 82'li İtalyan bir TV spikeri. Şimdi bir bu kıza bir de Gülgün Feyman'a bakıyoruz ve İtalyanların neden TV başından kalkmadığını anlıyoruz.



Devamı ...

George Best Superstar



Kızlar soyunmaya başladıklarında hep şöyle dediler "Biliyorsun değil mi bunu George Best olduğun için yapmıyorum."

Devamı ...

21 Şubat 2011

"Mükemmel bir teknik, kadife kafa"



Blogun 1000. yazısını Alex Kaptan'a ayırmasak haksızlık olurdu. Herkesin zafer sarhoşluğu yaşadığı gecede Alex evine gitmiş, önce Fenerbahçe taraftarına teşekkür ediyor sonra da twitter'da Diana Taurasi geri dönsün kampanyasına destek olalım diye sesleniyordu. Daha bu senenin başında "takım kaptanlığı başka bir iş, Alex kaptan olamaz, kaptan koşar" diyenleri hatırlıyoruz da şimdi gereği yok, onları hatırlamayalım da hatırlatmayalım da. Biliyoruz ki bugün "böyle oyna özür de dileriz" diyenler 2 maç formsuz olsa yine başlayacak modern futbol geyiğine. Şampiyonlar Liginde çeyrek final oynadığımız sezon belki hayatının en iyi sezonunu yaşayan Alex için "bu sene en iyi senesi, bunda Aykut Hoca'nın rolü büyük" diyenler en hafif tabirle saygısızlık yapıyor (teknik taktikle açıklayanları dışarıda tutalım tabii, işi askerî disipline bağlayanları işaret edelim). Sene başındaki lüzumsuz gerginlik olmasa Alex iyi oynamazmış yani, bu sezona kadar hiç oynamamış gibi. Alex'e de, Aykut Hoca'ya da diğer oyunculara da saygısızlık. Aykut Hoca takımı toparladı, bundan sonra önümüz açık, o da bir dahaki yazının konusu olsun ama şimdi konumuz Fenerbahçe'ye geldiği günden beri böyle oynayan ve saygıyı hep hak eden Alex. Dün attığı Fenerbahçe'nin 3. golünü izleyince sadece o kafa vuruşundan bile keyif almak mümkün. Aşağıda fotoğrafları var.

İlk karede vücudunun aldığı şekil topun nereye gideceğini belirliyor. Sol taraf boşmuş oraya vurayım değil, öyle bir vurayım ki Rüştü ancak yan hakeme elini kaldırabilsin vuruşu. İkinci karede de topun gittiği yer var. Tam direğin dibi, yan fileye asıyor topu. Top Emre'nin ayağından çıktığında tam da göndermek istediği yer, telefon operatörü kaleciye şans tanımayan nokta. Ya direğe çarpsa falan demiyor, oraya gönderirim diyor ve gönderiyor. Aşağıda 53. saniyede başlayan pozisyonun tekrarı defalarca izlemelik, topun süzülüşü, gittiği yer... Hani Ercan Taner vaktinde kadife ayaklar diye tarif ediyordu kendisini, bir de kadife kafa eklemek lazım sıfatlarına. Çok büyüksün Alex, çok büyük saygıyı hak ediyorsun.





Devamı ...

Beşiktaş 2 - Fenerbahçe 4
STSL 20/02/2011



Fenerbahçe, Spor Toto Süper Lig 22. hafta maçında Beşiktaş’ı 4-2 mağlup etti. Alex’in hat-trick yaptığı maçta sarı-lacivertlilerin diğer sayısı Necip’in kendi kalesine attığı golle gelirken, Beşiktaş’ın golleri Ekrem ve İbrahim Toraman’dan geldi.

PAPAZIN ÇAYIRI: Sezonun ikinci yarısına iyi başlayan Fenerbahçe, ‘duruşuyla ünlü bir semtimizin takımına fiyapı sponsorluğunda konuk olurken avantajlı görünse de gerçekler hiçbir maçın oynanmadan kazanılmadığını işaret ediyordu. Üstelik rakip üzerine düşen bütün gölgelere, bütün renkler kirlenirken birinciliği kapan beyaza rağmen hala büyük bir takım olan Beşiktaştı.

Rakip için işler iyi gitmezken, kurulan hayaller de gerçeğin aynasında çoktan dağılmıştı: Uzay takımı çoktan dünyaya dönmüş, sadece altmışların(!) değil doksanların futboluyla da baş edemeyen bir takıma dönüşmüştü. Devre arasının bir işe yaramadığı defalarca ispatlanmış transferlerinin gazladığı ‘17de 17’ altmışlara takılmış, geriye ‘on yedi.. on yediymiş’ diyen Teoman şarkısı kalmıştı. Avrupa Şampiyonluğu da hala doksanların futbolunu oynayan Dinamo Kiev engeline takılınca bu maç bütün bir sezonu kurtaracak ‘şans’ haline dönüşmüştü.

Hiçbir maç oynanmadan kazanılmıyordu, benimse yukarıdaki ‘şans’tan başka da korkum yoktu.

Maça çok iyi başladı Fenerbahçe. Daha ilk dakikada başka bir sarı lacivertlinin geçen hafta Ankarada yaptığını yapabilir ve öne geçebilirdi. Peşi sıra Niang’ı trübüne fırlatan Ekrem’e kart göstermediği için sezonun en ağır küfürlerinden birini ettim Cüneyt Çakır’a. Sadece ‘bu faülün uyarısı olmaz hoca’ olduğu için değil, benzer pozisyonda Fenerbahçeli oyunculara da aynısını yapacağı ve etraftaki Beşiktaşlılar bu uyarıyı unutup ‘Fenerbahçe- Federasyon-Hakemler’ terennümüne başlayacakları için. Üstelik ‘Deniz Yıldızı’ öyküsünü okumuş biri olarak kendimi tutamayıp onlara bunu açıklamak zorunda kalacaktım. Öyle de oldu.

5’te Fenerbahçenin en iyi yaptığı şey Beşiktaşın en kötü yaptığı şeyle birleşti: Alex’in sağdan kullandığı ölümcül serbest vuruş ağları bulduğunda topa son dokunanın bir önemi yoktu. Necip’in dudaklarından ‘Selçuk’ okunuyordu ama Selçuk’un da o kadar iştahlı sevindiği söylenemezdi. Necip (k.k): 0-1

Golden sonra her yer sarı-lacivertti. İlk yarım saatte tarihi fark olmadıysa bunun sebebi bu maçın başka bir hikayesi başka yazıldığı içindir. Rüştü klasına yakışır üç top kurtardı. Direklerde buna bir kurtarışla eşlik etti ilk yarım saatte.

16’da sezonun en iyi maçını çıkartan Dia, sol kanattan ceza sahası içine girdi, rakiplerini geçerek kaleye sert vurdu ama kaleci Rüştü topu çeldi.

19’da Niang, Mem.in onun transferinden sonra neden, karayılan’ı almışız, dediğini dosta düşmana gösterdi: Fenerbahçe cezaalanı önünde Necip ve İbrahim Toraman’ı aynı anda geçip peşinde onlarla ceza sahasına kadar giren Karayılan, Ferrari’ye rağmen güzel vurdu ama Rüştü iyi çıkardı.

20’de Emre ceza sahası önünde topla buluştu, kaleye aşırtma bir vuruş yaptı ama kaleci Rüştü topu köşeden son anda parmaklarının ucuyla kornere çeldi.

24’te Alex’in ceza sahası içine pasında Dia kaleci ile karşı karşıya şutunu vurdu ve top yan direkten geri geldi. Sonrasında savunma topu uzaklaştırdı.

İlk yarım saatin ardından Fenerbahçe oyunu geride kabul etmeye başlayınca Beşiktaşlı oyuncular için topla, üstelik sahanın oynamayı sevdikleri kısmında oynama imkanı oluştu. Bu şekilde rakibini üstüne çeken ve baskı yiyen sarı-lacivertlilerde ilk yarıyı gol yemeden atlatmayı başaramadı.

44’te belki de maçın o ana kadar ki en kötüsü olan Ekrem alkışlanacak bir gol attı. Ben de öyle yaptım: 1-1

Ve ilk yarı 1-1 sona erdi.

İkinci yarı da ilk yarı gibi başladı. Ancak ilk yarının hemen başında bir duran topta golü bulan Fenerbahçe, bu sefer duran topta golü kalesinde gördü ve roller olduğu gibi değişti.

49’da Simao ceza sahası önünden serbest vuruşta direkt kaleye sert vurdu top savunmaya çarparak İbrahim Toraman'ın önünde kaldı, İbrahim Toraman bekletmeden kaleye vurdu. Volkan çaresizdi. Yapabileceği tek şey küfür etmekti: 2-1

Sonrası Beşiktaş baskısı. Sadece bir defa umutlandım: Almeyda karşı karşıya da kaçırdığında devre arasında ki aynanın maçın sonunda beraberliği işaret ettiğine inandım. Hatta bunu yanımdaki Beşiktaşlıya da söyledim.

Madem maç beraber bitecekti, üstelik yerel saatle on dokuz otuzde bahis bürosunun önünde olmam söylenmişti. Yerimden kalktım, ayakta maç izleyen bir Beşiktaş taraftarına yerimi verdim berabere bitecek bir maçın dostluğuyla.

Ama yerimden kalkar kalmaz Ferrari’nin dostluktan anlamadığı ortaya çıktı. Üstelik arkadaşlarının emeğine saygısının olmadığı da. Bir kaç dakika önce güreşe ilgisiz kalan Cüneyt Çakır, boksa tepkisiz kalamadı. Penaltı ve kırmızı kart.

65’te Alex topu tahmin edilebilir olsa da çıkarılamayacak yere vurdu topu: 2-2

Bir kaç dakika kadar bahis bürosunun kapısında bekledim. Salon büyük, ekranlar uzakta olduğu için sadece maçın Beşiktaş sahasına yıkıldığını gördüm.

Sonra da maçı unutup Berlinaledeki tek Türk filmine doğru yürüdüm: Bizim büyük Çaresizliğimiz. Seyfi Teoman’ın bir Barış Bıçakçı romanından uyarladığı ‘Türk usulü Fransız filmi’. Sevmem sanıyordum ama sevdim; gerçekten. Ve bunun benim sevmediğim, Seyfi Teoman’ ın ilk filmi Tatil Kitabı’nı önüne gelenin çok beğenmesiyle alakası yok..

Maç aklıma bile gelmedi. Berabere bırakmıştım, üstelik öyle de biteceğini düşünüyordum. Ne yalan söylemeli, sicilinde yaşadığı onca kirlenmeye rağmen Beşiktaş büyük bir takım ve İnönü'de onlardan alınacak bir puanın da başarı olduğunu inanıyordum. Belki üzülürdüm ama inancım hala böyledir.

Eve gelince ilk iş bilgisayarı açmak oldu. Elbette uğuruna inandığım bir siteden :) Neah!? Alex üçlemiş mi? O zaman en az dört olmuş maç. Yoksa kulakları mı çınlattık? Hayır, iki daha atmış Alex. Sadece o kadarmış...

Ve şimdi, geri kalanı ‘–miş’ li geçmiş zamanın olanaklarından faydalanarak anlatalım.

69’da Dia'nın ara pasında ceza alanı içinde ön direkte topla buluşan Niang'ın dönerek vuruşunda, Necip yatarak meşin yuvarlağı kornere göndermiş.

71’de Dia'nın sağdan yerden ortasında ceza alanı içinde boş pozisyonda topla buluşan Mehmet'in yerden sert şutunda, meşin yuvarlak az farkla yandan auta gitmiş.

72’de Emre'nin ortasında Alex, kafayla topu kalenin uzanılmayacak yerine bırakmış: 2-3

73’de Andre Santos'un pasında ceza alanı içinde topla buluşan Niang'ın vuruşunda kaleci Rüştü topu son anda çelmiş.

75’de Dia'nın pasında ceza alanı içinde topla buluşan Alex, kaleci Rüştü'yü de geçerek topu boş kaleye bırakmış: 4-2.

Kalan dakikalarda başka gol çıkmayınca Fenerbahçe, karşılaşmayı da 4-2 kazanmış.

Fenerbahçe, bu hafta şampiyonluk yolundaki en önemli maçından galibiyetle ayrıldı. Kuşkusuz yenilebilirdi de. Muhtemeldir ki sezon sonuna kadar da olacak bu. Ama dileğimiz odur ki, tıpkı bir futbol bilgesinin dediği gibi "aptalca olmasın" bu.

Göğüs göğüse cenkleşerek olsun.

BEŞİKTAŞ: 2 - FENERBAHÇE: 4

Stat: Fiyapı İnönü

Hakemler:
Cüneyt Çakır, Bahattin Duran, Tarık Ongun

Beşiktaş: Rüştü, Ekrem, İbrahim Toraman, Ferrari, İsmail, Quaresma, Necip (70 Aurelio), Ernst, Simao, Guti, Almeida (87 Nobre)

Fenerbahçe: Volkan, Gökhan Gönül (82 Bekir), Lugano, Yobo, Andre Santos, Mehmet Topuz, Selçuk, Emre (78 Özer), Dia (77 Cristian), Alex, Niang

Goller: Ekrem, İbrahim Toraman / Necip(k.k), Alex(3)

Kırmızı Kart: Ferrari

Sarı Kartlar: Ekrem, Quaresma, Rüştü, / Andre Santos, Gökhan Gönül, Bekir, Mehmet Topuz
Devamı ...

20 Şubat 2011

Bakalım Kaç Desibel Olacak?


kralex

Uğur Vardan, en iyi 5 futbol filmini ntvmsnbc için sıralarken, cümlelerine şöyle başlıyordu;

"Futbolun aslında sinemaya çok da ihtiyacı yok. Dramatik unsurları var, kendine ait hikayeleri var. Baştan çok iyi başlayabilir, kötü bitebilir. Kötü başlayıp iyi de bitebilir..."

Başlangıç olarak ne alalım? İstatistik alalım. Mini etek hikayesine yer yok heyecanlanmayın. Bugünkü maç öncesi Fenerbahçe - Beşiktaş rekabeti şu şekildeymiş;

Oynanan 327 maçta Fenerbahçe'nin 122, Bjk'nin ise 120 galibiyet aldığı,
Ligde oynanan 106 Maçta fenerbahçe'nin 38, Bjk'nin ise 35 galibiyet aldığı,
Atılan gollerde de 442'ye 413 Fenerbahçe üstünlüğü olan bir rekabettir bu.

Ligde oynanan son maçlara göz atalım;

2001-2002 sezonu:
fenerbahçe – beşiktaş: 1 – 2
beşiktaş – fenerbahçe: 0 – 2

2002-2003 sezonu:
fenerbahçe – beşiktaş: 0 – 1
beşiktaş – fenerbahçe: 2 – 0

2003-2004 sezonu:
fenerbahçe – beşiktaş: 2 – 2
beşiktaş – fenerbahçe: 1 – 3

2004-2005 sezonu:
beşiktaş – fenerbahçe: 2 – 1
fenerbahçe – beşiktaş: 3 – 4

2005-2006 sezonu:
beşiktaş – fenerbahçe: 1 – 2
fenerbahçe – beşiktaş: 2 – 2

2006-2007 sezonu:
fenerbahçe – beşiktaş: 0 – 0
beşiktaş – fenerbahçe: 0 – 1

2007-2008 sezonu:
fenerbahçe – beşiktaş: 2 – 1
beşiktaş – fenerbahçe: 1 – 2

2008-2009 sezonu:
fenerbahçe – beşiktaş: 2 – 1
beşiktaş – fenerbahçe: 1 – 2

2009-2010
beşiktaş – fenerbahçe: 3 - 0
fenerbahçe – beşiktaş: 1 - 0

2010-2011 sezonu:
fenerbahçe – beşiktaş: 1 - 1
beşiktaş - fenerbahçe: 2 - 4

Koyu renkli olanlar İnönü'den galibiyet çıkardıklarımız. Şimdilik bu kadar veri yeterli. İsteyen istediği şekilde yorumlar bu rakamları. Başlangıçtan sonra ara sıcaklara geçelim mi? Bence geçelim.

Maçı Beşiktaş'ta izledim. Doğal olarak azınlık sayılabilecek kalabalıktaydık. 5. dakikada öne geçen taraf, 30. dakikaya kadar çok iyi oynayan ekip Fenerbahçe iken Beşiktaşlı arkadaşlarımıza göre hakem tarafından desteklenen, lig yarışı kopmasın diye maç hediye edilen ekip Fenerbahçe idi.

2-1 olduktan sonra unutulan hakemler, takımına ihanet eden Ferrari ile birlikte yeniden yad edildi. Lugano'nun çirkefliği, Aziz Yıldırım'ın "r" harfleri, sahaya atılan yabancı maddeler, "elimizden çaldılar maçı" geyikleri hep bilindik enstanteneler.

Ufak bir topluluktan yaptığım çıkarımlar şimdiki adı sosyal medya olan ama 10 yıldır internet diye adlandırdığımız mecrada da farklı değil. Sözlük dersin, blog dersin, forum dersin hep aynı klavye vuruşları...

Kendi oyuncusunun ihanetine toz kondurmadan, lige havlu atmış, avrupaya havlu atmış hedefsiz bir kulübün taraftarı olarak anlıyorum, sinirlisin. Kendi sahanda oley çektirdin. Kendi sahanda 4 yedin. Yıllardır İnönü'de Fenerbahçe'ye karşı galibiyeti nadiren görüyorsun. Ama Beşiktaşlı arkadaşım bu hakeme, federasyona, Aziz Yıldırım'a isyanın sence de artık sınır çizgisini çoktan aşmadı mı? Maç öncesi ligde toplam 21 maçta 9 galibiyet, 5 beraberlik alan takımın var iken "Bu lige 2 beden fazlayız." demek sence de mantık sınırlarını zorlamıyor mu?

"Şeref'iniz ile oynayın, Hakkı'nız ile kazanın." demiyor muydunuz? Hafta içindeki sert kelimelerle süslü basın toplantınızı, federasyon ve hakemleri birer birer suçlu ilan eden açıklamalarınızı merakla olmasa da keyifle bekliyorum.

Uğur Vardan ile başladık onunla bitirelim. (Pek tabi bundan sonraki cümleler ona ait değil!) Beşiktaş'ın aleyhinde bir duruma ihtiyacı yok. Kendilerine ait hikayeleri, dramları ve isyanları var. İşin acı tarafı bu hikayelere gerçekten inanıp, bu dramların üzerinden "Sevinmek için sevmedik" başlıklı romantik komedi filmi çekmeleridir.

Hakemin yardımı olmadan hakkımızla yendiğimiz bir derbiyi geride bırakırken, yıllardır devam eden ve artık bazılarının bilinçaltına işleyen bu muhabbetleri de geride bırakmak istiyorum.

Bizim için çok iyi başlayan, bir ara gitti denilen sonrasında geri gelen şahane bir maçtı. Emeği geçen ve katkıda bulunan herkese teşekkürler...
Devamı ...

19 Şubat 2011

Çarşı Yılmaz Özdil Soludur


“Two size” manşeti unutulmaz. Star Gazetesi’nin yazı işleri müdürü Yılmaz Özdil şöyle bir sayfa yapmış. Altalta iki fotoğraf. birinci fotoğrafta yerde saçlarından tutulmuş bir İngiliz yanındaki kutuda “Leeds’li holiganlara Taksim’de kafasına vura vura vatan toprağını öptürdüler” yazıyor, hemen aşağısında çimlere secde etmiş Kewell’ın resmi yanında bir kutucuk “Leeds’li futbolculara Sami Yen’in çimlerinde cenaze namazı kıldırdılar. Hem de Two rekat.”

Bu manşet Yılmaz Özdil’in yükselişini elbette engellemedi. Ciner Grubuna geçtikten sonra ulusalcı – muhalif yazılarıyla edindiği popülarite TMSF tarafından gruba el konulduktan sonra Hürriyet gazetesine geçmesini sağladı. Bugün hayatının madden ve manen yaşadığı bu en parlak devrinde de “Two Size” manşetini atan Yılmaz Özdil’den örnekler sunmaya devam ediyor. Diyelim, Ahmet Türk’e atılan yumruğu kutladığı veya son zamanlarda yazdığı “Hasiktir” başlıklı yazılar yazarın seviyesinin maddiyatıyla orantılı olmadığını gösteren güzel örnekler.

Müthiş bir popülaritesi var. Binlerce insan yazılarını forward emaillerle gönderirken büyük bir şevkle birbirlerine ne kadar haklı olduğunu anlatıyor. Sözlük gibi mecralarda “Kendisinin görüşlerine katılmam ama” diye başlayan yazılarda yazıları övülürken, dili “kısa ve öz”, “halkın anlayacağı türden” bulunuyor. O “korkusuzca gerçekleri söyleyen” bir yazar, Excel formatında yazdığı yazıların yekünü de “yaratıcı” esprilerle dolu, hakikati ortaya koyan birer abide. Politik olarak solda bir ulusalcı, Anıl Çeçen’in “Ulusal Sol” kitabını okuyup okumadığını bilemeyiz ama yazılarında ifade ettiği görüşleri koyabileceğimiz başka bir siyasal nokta da bulunmuyor.

Şüphesiz bizim için Yılmaz Özdil Türkiye’de sola dair ne varsa, onların tam da olmasını istemediğimiz hallerini temsil eden güçlü bir figür. Sorunumuz yazılarının kısalığı değil argümansızlığı, derdimiz gerçekleri ortaya koyması değil gerçekleri bir türlü ortaya koymayı başaramaması, bütün yazıları duygusal ironiler üzerinden yapılan yollamalar olarak tarif edilebilecekken yarım yamalak doğrular ve önyargılar üzerinden yaptığı tümevarımlarla Türkiye’de insanın insana düşman olmasını sağlayacak, diyelim etnik temeller veya dini inanışlar sebebiyle bir kısım insanları diğerlerinden daha az makbul ilan edecek fikirleri yeniden üretiyor. Bu nokta, bizim de Yılmaz Özdil ile ayrımımızın esası.

Biliyor ve açıkça söylüyoruz ki, Yılmaz Özdil hala manşet atıyor, sloganlarla ajitasyon yapıyor, yakaladığı ironileri bağladığı yerlerle bu ülkedeki müesses nizamın şiddeti övgüleyen, yaşama biçimleri üzerinden vatandaşlarını birbirinden ayıran diline omuz veriyor veya bu sistem içinde yaşayan insanların karşı karşıya kaldığı sistematik adaletsizlik ve eşitsizlikleri inşa eden tüm fikri kurumları da destekliyor.

Küçükömer’in tezlerine uzaktan bir örnek olacak şekilde, bu ülkedeki muhafazakar otoriter sağ içerikli solun önemli temsilcilerinden bir tanesi Yılmaz Özdil. Popülaritesini sağladığı siyasal iklimde oynadığı rol ne olursa olsun, makyevalist bir mantıkla bir takım gerçekleri özellikle kapatması, kendi siyasal ajandasına veya grubunun menfaatlerine uygun olduğu sürece de her türlü manipülasyonu yapabilmesiyle Yılmaz Özdil.

Sayısız örnek var, two size bunlardan biri – ve şüphesiz en önemlisi- burada açıkça suçu ve suçluyu övme var, bunun sebebi milliyetçi bir takım duygular, dolayısıyla Yılmaz Özdil için iki insanın ölümü gerçeği görülmeyebilir, buna karşın holiganların yaptığı “saygısızlık” öne çıkartılır, buna olan tepki bir şövalyelik hareketi gibi sunulabilir. Halbuki katillik, nedenlerinden bağımsız olarak, kötüdür ve objektif olarak bir insanın öldürülmesini bu şekilde lanse etmek en hafif tabiriyle rezilliktir.

Bu durum siyasal olanı hakiki olana tercih eden bir siyasal algılayış için çok önemli değil. Zira böyle bir akıl için siyasal olan yarattığı sonuçlar ve kendi değeri sebebiyle hakikatin bizatihi kendisinden önemlidir. Hakikat, siyasal amaçlar ve idealar uğrunda yeniden şekillendirilebilecek bir veri setinden ibarettir. Bir kısmı atılabilir, yeniden düzenlenebilir, törpülenebilir veya yok sayılabilir. Önemli olan siyasal amaca hakikatin uygunluğudur.

Bu tabi nihayetinde insanları vicdansızlaştırır, ahlaktan uzaklaştırır. Bu makyevalist bakış açısı en sonunda insanı hak çizgisinden uzaklaştıracak, siyasal olanı hakka üstün tutmak, nihayetinde gücü hakka üstün tutmaya da yol açacaktır. Öyle ki kamuoyu algısında veya pratikte hakkı – hakikati- belirleyebilecek gücü olan haklı da olacaktır, önemli olan güçler arasındaki çatışmadır, kim diğerine galabe çalarsa hakkı da o belirleyecektir öyleyse güçlü olmak için yapılan her şey mübahtır.

Bu tip bir uzaklaşmanın nasıl feci sonuçlara yol açabileceğini de elbette biliyoruz. Söylediklerini haktan uzaklaştırıp siyasal olana yaklaştıran ve siyasal amaçları için her edimi meşru gören bir zihniyet nihayetinde güven / itibar erozyonu da yaşayacak, sistematik olarak hakkı çiğnediği – suistimal ettiği için geniş kitlelerle bağlantısı kopacak, kendi siyasal alanında –belki bir süre- önemli bir figüre dönüşecekken o alan dışında belirleyiciliği kalmayacaktır. Bu bir şahıs için doğru olduğu gibi hükümetler için de doğru. sistematik olarak kendi amaçlarına ulaşmak için hakikati saklayan, değiştiren veya hakikati baskılamaya çalışan her iktidar hakikat tarafından yenilmeye mahkumdur, bu yalnızca bir zaman meselesidir. Ülke tarihini bilenler için bu önermenin ne kadar doğru olduğu şüphesiz daha açık.

Bu kadar Yılmaz Özdil değerlendirmesi şu cümleyi ifade edebilmek için: Popülist, hamasi, milliyetçi, şövenist muhalif Yılmaz Özdil Solu neyse Çarşı’nın da diğer taraftar grupları arasındaki yeri tam olarak o.

Çarşı’nın da aynı Yılmaz Özdil gibi söylediğini hak terazisinde tartmasına sebep olan bir vicdanı yok. Bu ülkedeki taraftar gruplarındaki yaygın takım faşizmi ve şövenist ve saldırgan bir dille kendini ifade etme biçimleri bütünüyle Çarşı’da da var. Değişen yalnızca kelimeler.

Yılmaz Özdil nasıl Türkiye’deki yaygın milliyetçi, ulusalcı, şövenist, muhafazakar, baskıcı – tahakkümcü – müesses nizam gazete yazarlarından dil oyunları, esprileri, şakaları, ironileri ile sıyrılıyorsa Çarşı’nın da yaşadığı bu türden bir ilerilik. Diyelim bu ikisinin de internet yoluyla müthiş bir popülariteye kavuşması, “Yaratıcı Beşiktaş Taraftarı” ile “Gerçekleri söyleyen keskin dilli yazar Yılmaz Özdil” sloganlarının doldurduğu alanlardan kaynaklanıyor.

Çarşı nasıl tam da Beşiktaş’ın sportif olarak inişe geçtiği bir zaman diliminde üstünlük ve farklılık arayışı içindeki Beşiktaş taraftarının yüreğine su serpen olarak övgülere boğulduysa ve kendinden bahsettirdiyse –şüphesiz bahsedilecek ondan başka da pek az şey vardı- Yılmaz Özdil de ait olduğu siyasal akımın inişe geçtiği, muhalefette kaldığı, temel ideolojisinin alabildiğine sorgulandığı bir zamanda, kendini ezilmiş / sıkışmış / baskı altında hisseden kitlelerin bahsetmeye değer bulduğu ifadelerin mimarı oldu, başka bir şey değil.

İkisinin de müesses nizam veya egemenlerle herhangi bir dertleri yok, Yılmaz Özdil için vesayet rejimi basbayağı kutsanacak, ideolojisi yeniden üretilecek veya savunulacak bir değerken, Çarşı grubu için de Demirören ve temsil ettiği başarıya odaklı, sükseli transferli, popülist söylemli, Fenerbahçe düşmanı zihniyet hemen hemen aynı şeyi temsil ediyor. Yılmaz Özdil nasıl başarısızlık, kifayetsizlik bağlamında CHP yönetimini eleştiriyor –ama günün sonunda mutlaka da onun yanında duruyorsa- Çarşı da işte o şekil yaptığı başarısızlık eksenli eleştirilerden sonra Başkanın etrafında bir güvenlik barikatı kurabiliyor. Bunları yaşadık, gördük, biliyoruz.

Son olay, Çarşı’nın eylemleriyle simgelediği her şeyin iyi bir dışavurumundan ibaret. Yılmaz’ın nasıl büyük kötüsü AKP ise ve ne olursa olsun ona zarar verecek her şeyi destekleyecek, iddiaları yalan da çıksa özür dilemeyecekse, Çarşı’nın büyük kötüsü de Fenerbahçe ve bu uğurda Taurasi gibi alanında dünyanın en iyisi bir sporcuyu yaralamak da vaka-i adiye. Elbette özür dilemeyecekler. Elbette Taurasi’nin doping kullanması ve üstünden geçtikleri Aziz Yıldırım makarası için yüzleri kızarmayacak, siyasal olarak doğru olanı yaptılar, hakiki olması gerekmiyordu ve “bu işler de böyledir zaten”

Tam da bu sebeple ben de diyorum ki, Türkiye’de takımını evinden TV izleyerek destekleyen, sonuçlar kötüye gittiği zaman gazetelerin son sayfasındaki spor yorumlarını bile okumayan taraftar dahi benim için Çarşı’nın yekününden anlamlı ve değerlidir. Zira bu taraftar, en nihayetinde insanın insana saldırmasına sebep olan bir hasmane düşmanlık dilini üretmiyor, üretilmesine sebep de olmuyor, hakkı çiğneyerek insanları bir güç savaşında zombi gibi birbirlerini yemeye yönelten beyinsiz politik makineler haline çevirmiyordur. Bu taraftar, hakkı görmezden gelerek rakibine zarar vermesi umuduyla yarı gerçek doğruları ortaya koymuyor, bir büyük kötü mitosu ile rakibini büsbütün şeytanlaştırırken onun üzerinden kendisini bir aziz gibi yansıtmıyor ve nihayetinde de öfke, şiddet, azap üçgeninde sıkışıp kalmış bir politik döngünün de unsuru olmuyor. Oysa Çarşı bunların hepsinin hem mimarı, hem görünüm şekillerinden biri hem de müsebbibi. Çarşı dili edebiyatında düşman Fenerbahçe’nin iyi yapabileceği hiçbir şey yok, Fenerbahçe’nin hakları ancak Beşiktaş’ın zararı olarak anlamlı ve o halde hepsi yok edilebilir, bu uğurda bir sporcuya dahi iftira atılabilir, hepsi kabak gibi yanlış çıksa da geri adım atılmaz. Utanma yok, sıkılma yok, hep saldırı büsbütün atak.

Bu haliyle Çarşı elbette kendi taraftar potasında önder gruplardan biri olabilir, saldırgan, şövenist, mutlakıyetçi dili elbette popülerliğe mazhar olabilir, sadece hiçbir zaman haklı olamaz ve asla da olamıyor. Şu gün Çarşı en nihayetinde bir taraftar grubu, bütün taraftar gruplarından hiçbir farkı yok ve üzerine ne kadar romantik bakış açıları geliştirmeye çalışırsak çalışalım bunlar ancak işin kozmetiği, yüzleri aynı bakıyor, sözleri aynı yere gidiyor, kutladığı düşmanlık içerisinde hep birilerinin hakkı yeniyor.

Bununla abad oluyorlar mı? İşte Yılmaz ne kadarsa o kadar. Korkunç karnesiyle, kendisinden 10 kat az okunan yazarların prestij ve belirleyiciliğinin altında, bir hükümranlıktaki tamtam sesi, başka bir şey değil.
Devamı ...

Mehmet Demirkol'un Taurasi Meselesi Konusunda Cevabı



Geçtiğimiz gün Mehmet Demirkol'un doping skandalı konusunda söylediklerini eleştirmiştik. Mehmet Demirkol bizimle temasa geçip eleştirilerimize cevap gönderdi. Bu arada Kerem Gönlüm konusuyla ilgili yazdıklarımıza göz atarken, Efes Pilsen'in İsrail'den uzman getirip oyunculara bir takım ilaçlar verildiği, bunu sadece Amerikalı oyuncuların reddettiği iddialarına sadece Mehmet Demirkol'un dikkat çekip "Efes Pilsen bunlara bir cevap versin" dediğini yazmışız vaktinde. Bunu hatırlatıp bu konuda hakkını yemeyelim.

Bize gönderdiği cevabın tamamı şöyle:

Sahibine mektup

Genel olarak bu tip cevaplar yazmak gibi bir adetim yok. Ama papazınçayırı önemsediğim, varlığını değerli bulduğum, bana umut veren bir blog... Şu hayatta karşılıklı oturup anlaşabileceğini düşündüğün birileri senin hakkında hem de ‘açık mektup!’ başlıklı ağır bir eleştiri yazmışsa bu önemlidir. Kayıtsız kalmamak gerekir...

Tabii bilgisayarın başına oturmadan, Diana Taurasi olayı patlak verdiğinde neler söyleyip yazdığıma bir baktım önce. Bulabildiğim kadarıyla söylediğim her şeyi ntv arşivinden dinledim yeniden. Çünkü şu ‘yorumculuk’ denen iş insana çok laf ettiriyor, arasıra da istemediğiniz şeyler ağzınızdan çıkabiliyor. Ya da istediğiniz kadar iyi ifade edemeyebiliyorsunuz kendinizi. Daha da kötüsü söylemediğiniz bir şey size yapışıyor. Bu kulaktan kulağa yayılıyor ve artık onu düzeltemeyebiliyorsunuz. Şikayet etmiyorum. Bu işin doğasında bu var.

Neyse konumuza dönelim:

Son programda Kerem Gönlüm’ün testinin Köln’de yapıldığını ıskalamış olmam ise çok ciddi bir hata. Ağır bir canlı yayın kazası hiç kuşkusuz. Neyse ki aynı yayın içinde bunu düzeltmek şansı bulduk. Bu benim canlı yayında yaptığım ilk hata değil. Yapmaya da devam edeceğim. Çünkü böyle bir iş hatasız yapılamaz. Doğasında vardır.

Evet! Kuşkusuz bu durum dinleyenleri ilgilendirmez. Onlar hatasızlık ister. Gerçekse başkadır. Mükemmelik insan için ulaşılabilir bir hedef değildir. Ama peşinde koşmak zorunluluğu vardır. Vasatı aşmanın, iyi olmanın temel kurallarından biridir. Bu hata kuşkusuz bana aittir. Her ne kadar canlı yayın telaşı içinde sorup soruşturmuş olsam da, yanıltılmış olsam da sorumluluk bana aittir. Ancak orada amaç Kerem’i aklamak olamaz. Bu tip bir niyet okumanın da iyi niyetli olduğunu söyleyemeyeceğim. Ne benim için ne de beraber çalıştığım pırıl pırıl gençler için...

Zira bugün bu mektupla ağır bir şekilde eleştirilen ben, daha geçen yıl bu konuda aşağıdaki yazıyı da yazdım. Hatırlarsınız, 2 Şubat 2010 tarihli Milliyet’te

Efes’ten açıklama bekliyorum


…Bakın işin başındaki adam ne diyor:
“Kerem Gönlüm’de çıkan madde kurayla çekilen iki oyuncuda da bulununca bunun tesadüflüğü ortadan kalkıyor.”
“Oyuncu da savunmasında nereden girdiğini bilmediğini söyleyerek konunun çözümüne pek yardımcı olmadı.”
“Türkiye’ye girmesi yasal olmayan bir maddenin maç günü iki oyuncuda birden çıkmasının soruşturulması gerek”.
Başkanın kimi kime şikayet ettiğini anlamadım. Soruşturmayı kim yapacak? Mevzuuyu kim aydınlatacak bilmiyorum? Ama ben kendi adıma Efes Pilsen’e, yani tutuğum şirkete sormalıyım:
Çünkü aşağıda soracağım sorular uzun süredir konuşulan artık dedikodunun önüne geçmiş bir hikayenin doğru ya da yanlış olduğunu bize gösterecek. 


1-Bu maddenin kanda sıfırlanma süresi çok kısa olduğu için tercih edildiği

2-4 kişinin organizasyonuyla İsrail’den getirtildiği

3-3. maçtan önce oyunculara avuçla şekerleme şeklinde dağıtıldığı

4-Doping listesinde olduğu söylenmediği ve ‘enerji verir alın’ diyerek oyuncuların cesaretlendirildiği

5-İki ABD’li oyuncunun bunu almayı reddettiği, diğer herkesin aldığı 

6-Kerem Gönlüm’ün aldığı maddenin doping statüsüne girdiğini çok sonra anladığı ve yıkıldığı,
yönündeki söylenti sizin de kulağınıza geldi mi?

Bu böyle konuşulurken, bizzat Federasyon başkanının açıklamaları da bu duruma tuz biber ekmişken, bize bir açıklama borçlu değil misiniz?
Yazı linki

Bütün basketbol yazarları yorumcuları vs. susarken bunu ulusal basında yazabilmiş tek adam, - eğer akli bir sorunu yoksa - yayında Kerem Gönlüm ‘hatalı’ örneğini verirken manipülasyon peşinde olamaz. Peki ne yapmaya çalışıyor olabilir?

İşte burada konuşmanın genel bağlamına bakarak tez çıkarılmalıdır. Oradaki tez, açık cümlelerle belirtildiği üzere Hacettepe’nin bu yönetimiyle bugüne kadar yaptığı tüm testlerin güvenilmez olduğudur. Çünkü bu işte mükemmelliğe çok yaklaşmak gerekir. Bir hata diğer tüm doğruları götürür. O hatayı yapan için üzülme şansımız yoktur.

Fenerbahçeli diğer sporcular

‘Fenerbahçeli diğer sporcular da doping yapmış olabilir, araştırmak gerek"
Bir diğer eleştiri konusu da bu! Hata yapıyorum tamam. Ama bu kadar ağırını yapmış olabilir miyim? 24 Aralık’ta haberler patladığında durum şuydu: O sırada daha ilk numune açılmış ortalık yangın yerine dönmüş. Taurasi’nin avukatı testi doğrulamış ve bunun haberi Spor Servisi’nde Fuat Akdağ tarafından okunuyor. Doping testi süreci devam ediyor. Teste giren 2. oyuncunun durumunun ne olduğu araştırılıyor vs.

Benim söylediğim de şu:

Bu sadece bir oyuncuda mı çıktı? Çünkü birden fazla oyuncuda çıkarsa o başka bir şey ifade ediyor.... Programın devamında bahsi geçen maddenin Kerem’in kullandığı maddeye benzediği Hürriyet’in haberinde yer alıyor.

Benim söylediğim ise şu: (Kerem - Kasun olayına göndermeyle) Fenerbahçe’nin tezi Efes’te bütün oyuncuların kullandığıydı. O yüzden söyledim bekleyip göreceğiz devamını diye. Bu haberlerin devamının gelmesi lazım. Çünkü bu iş çok ortada...”

Programın linki

Eğer başta yazdığım ve söylemekle itham edildiğim cümle buradan çıkıyorsa, benim yapabileceğim bir şey yok. Herkesin vicdanına bırakırım. Çünkü o cümle şu anlama gelir: Diğer oyunculara da bakın! Onlar da yapmış olabilir!

Kendimi beğenmiş bir adam değilim ama bu kadar da faşist kafalı olmadığımı biliyorum...

Peki bu karşılaştırmayı neden yaptım? Çok basit bir sebeple:

Çünkü Kasun’un değerleri onun doping sınırında olmadığını söylüyordu. Yani KÖLN’de yapılan testte Kasun dopingli çıkmadı. Evet, kanında bulunan Cathine maddesi insan vücudunda üretilmiyordu! Ve durum son derece garipti. Evet dışarıdan alındığı hemen hemen kesindi... Aynı maçta 2 oyuncuda birden çıkması son derece manidardı. Ama usul açısından bir sorun vardı. Yasal olarak dopingli çıkmayan ve ceza almayan Kasun’un kanında bu maddenin bulunduğu nasıl oluyor da sızdırlıyordu?

Fenerbahçe bu bilgiye ulaşarak büyük bir başarı göstermişti, kuşkusuz... Ama bunu sızdıran kimse, o da Turgay Atasü kadar kurallara aykırı davranıyordu. Şeffaflık açısından yararlı ama usul açısından sorunlu bir durumdu bu da.

En büyük skandal

Şekip Mosturoğlu’na ‘Dünya Spor tarihin en büyük skandalı’ dedirten ne?
Bunun olmayacak bir şey olması değil mi?

Dünyanın en gelişmiş doping kontrol merkezlerinden biri. Yeniden yapılandırılmış, Avrupa’nın bir çok ülkesinde yapılmayan, gereksiz, pahalı görülen bir yatırım yapılmış. Bu yeni ve olağanüstü yatırım, son derece güvenilir yöneticilerine rağmen böyle korkunç bir hata yapıyor. Defalarca WADA tarafından sınava tabii tutulmuş vs. Bu tesisten dünyada 35 tane var. Bu kadar gelişmişi en fazla 5...

İşte zaten bu yüzden Şekip Mosturoğlu haklı...

İşte size kızacak bir şey daha: Ben hala bu hatayı yaptıklarına inanamıyorum. Ama zaten, hala inanamadığım için ‘Dünya Spor tarihin en büyük skandalı’ değil mi bu!

Ben Hacettepe’ye güvenemiyorsam, sen Hacettepe’ye güvenemiyorsan söylesenize bu ülkede yaşamaya devam etmek, bu ülkede çocuk büyütmek nasıl manalı olacak. Benim tezim belli. Benim böyle bir hatayı aklımın ucunda bile geçirmememin sebebi belli! Peki siz neden hayır Taurasi olamaz dediniz?

Taurasi’nin doping yapacağına inanamadığınız için değil mi? Peki neden inanmıyorsunuz! Mesela Iverson’da çıkmış olsa aynı mı davranacaktınız? Bir milli oyuncu Kerem Gönlüm’de çıktığında hiç şüphe etmeden nasıl inandınız?

Hadi kabul edin! Benim tavrımın aynı olacağını biliyorsunuz!

Sizin tavrınızın aynı olmayacağını da biliyoruz değil mi?

Aldatılmak

Tüm bu saldırı salvoları arasında elle tutulabilir tek dayanak noktası Federasyonun sonraki testleri Köln’e gönderme kararına verdiğim tepkidir. Kimseyi vatan hainliği ile suçlamamakla birlikte, Hacettepe tarafından aldatılmanın acısını en çok bu noktada yaşıyorum. Bunun için özür dilemeli miyim? Aldatılan bir adama bir de özür mü dileteceksiniz? Peki özür dilerim...

Allah kimsenin başına vermesin aldatılmak kötüdür. Ben bu ülkeye inanıyorum. Hacettepe bizi aldattı. WADA tarafından akredite edilmiş, inanılmaz bir yatırım yapılmış, başına herkesin güvendiği bilim adamları konulmuş. Bu hatayla aldattılar bizi işte.

Öfkem bundan. Allah müstehaklarını versin!

Döngüsel Güven Şeması

Her ne olursa olsun eleştiriden almak gerekir... Hata yapmam! Özür dilemem! vs. gibi bir tavra girmem. 3.5 yaşındaki kızımdan bile özür dilemekten çekinmem. Birisinin hakkını yemiş olsam özür dilerim. Orhan Şam’dan diledim. Çünkü Galatasaray maçında olağanüstü oynadığını düşünüyordum ve aklımda dopingle bunu bağlantılandırdım. Orada özür borcu vardır.

Ama Taurasi için uzman görüşü aktarmak ve sonuçlarının ne olabileceği hakkında fikir yürütmek dışında yaptığım bir şey yok.

Dolayısıyla eleştirilere saygılıyım. Sizin mektubunuza da. Ama mektubun dibindeki edit’le ilgili bir büyük bir sorun var.

“Çevre bakanı Allianoi yok dese ona da inanacak bu dangalak” benzetmesinin yerlerde süründüğünü söylemem lazım. Doping Kontrol Merkezi bir otorite değildir. Evrensel bir uzman organizasyondur. Mesela merkezin başına geçmem için muhtemelen 7-8 yıllık bir eğitim almam ve bunun üzerine de en az 3 katı süre tecrübe kazanmam gerekir. Öte yandan Çevre Bakanı olmak için Recep Tayyip Erdoğan’ın beni İstanbul 4. sıradan aday göstermesi yeterlidir. 5 ay sonra o koltuğa oturabilirim.
Dolayısıyla benim teslimiyetim otoriteye değil bilimedir.

İşte tam da bu yüzden Dünya Spor tarihinin en büyük sakandalıdır bu! Bunu disiplin kurulunun verdiği bir cezayı tahkim kurulunun kaldırmasıyla bir tutarsak o zaman otoriteye teslimiyet gibi bir benzetme hakkı doğar. Ama öyle değil siz de biliyorusunuz... Ve bu yaptığınız ayıptır. Mesela Taurasi’ye ben böyle bir ayıp yapmadım...

Son olarak şunu da belirteyim: Fenerbahçe Spor Kulübü’nün işin peşini bırakmaması olağanüstü, alkışlanacak bir tavırdır. Ama her ne olursa olsun oyuncusunun sözleşmesini feshettiğini de unutmamak gerekir.

Bunu da hepimiz biliyoruz herhalde!

Şimdi yazdığınız mektup ve altında bu tartışmanın seviyesine hakaret sayılabilecek benzetmeyi bir daha değerlendirmenizi rica ediyorum.

Ve tabii bu mektubun altına yorum yazan, şahsımın ne zekasını ne ahlakını bırakan değerli dostları da bir daha düşünmeye çağırıyorum. Bir daha düşünün direkt olarak suçladığınız bu adam Taurasi hakkında herhangi bir yorum yapmış mı?

Tüm bu tartışmayı ülkenin en güvenilir uzman bilim kurumlarından birinin verdiği raporlar üzerinden yürütmüş biri bunu hak ediyor mu?

Ne İnönü’de toplum psikolojisiyle ölmüş anama edilen küfürleri, ne ben merkezli Nontvspor kampanyasını önemli buluyorum. Çünkü bunların haksızlığı açıktır. Ama söylemediğim şeyleri bana söylettirmeye çalışmanız (çalışmaları), garip niyet okumalar, kötü niyetle suçlanmalar hoş ve hak değil!

Neyse! muhtemelen bu yazdıklarım kimseyi ikna etmeyecektir. Ama ben de içimi dökme şansı buldum. Dedim ya şu hayatta karşılıklı oturup anlaşabileceğini düşündüğün birileri senin hakkında hem de ‘açık mektup!’ başlıklı ağır bir eleştiri yazmışsa bu önemlidir. Kayıtsız kalmamak gerekir.

Mehmet Demirkol
Devamı ...

18 Şubat 2011

Ülkenin Bozulan İmajı mı?



Şimdi Taurasi için geri dön kampanyaları yapılıyor ya, ne yalan söyleyeyim elim gitmiyor destek vermeye. Çıksam bir kahveciye gitsem, Taurasi ve Penny'i bir masada amerikano içerken görsem (uykuyu da kaçırır bu, acaba amerikanoda modafinil var mıdır? Saygın bilim adamı Turgay Atasü bunu bir araştırsın) gider yanlarına otururum, derim ki "ben Fenerbahçeliyim". Muhtemelen konu bu son olaylara gelecektir, yani gelmezse de ben getiririm. Sonra kahvesinden bir yudum alan Taurasi dönüp bana sorar "ne dersin, taraftar çok istiyor, geri dönelim mi?". Kem küm ederim, sonra başka bir soru sorar "yani bu olay çok büyük bir hata olmalı, milyonda bir olacak bir şanssızlık, bu da benim başıma gelmiştir, öyle değil mi?". Net bir cevap veremem sanırım, ama yanında "3Gli telefon varsa 2 dakika ödünç verir misin, sana birkaç haber göstereyim" derim.

Önce şu haberi gösteririm, daha geçen haftadan:

Otopsideki sperm skandalı kapandı

Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı’nca hazırlanan iddianamede, Karabulut'un iç çamaşırında tespit edilen kanla karışık sperm lekesinin, aynı gün çok sayıda kırık, iç organ ve büyük damar yaralanması bulunan N.C'nin ölü muayene ve otopsi işlemine de yardım ettiği anlaşılan otopsi teknisyeni Ahmet Şahin'in her iki muayene ve otopside aynı eldiveni kullanması nedeniyle ortaya çıktığı sonucuna varıldığı kaydedilmişti.
Sonra geçen hafta gördüğüm şu videoyu gösteririm, muhtemelen mizah için çekilmiş bir kurgu sanacaktır, gerçek olduğuna ikna etmek biraz zamanımı alır, ama vakti bol bu aralar, zaman sıkıntımız yok.



Dur, biraz eskilerden bir haber var şimdi.

Konya uçağının düşmesi ders oldu...

Kaza raporunda ayrıca Hava Kuvvetleri Komutanlığı’ndan malulen emekli olan ve düşen Konya uçağını kullanan Kaptan Pilot Alaaddin Yunak’ın da 2800 feet irtifada MDA’ya (Minimum Alçalma İrtifası) gelinmesine ve yaklaşma ışıkları ve pistin görülmemesine rağmen inişte ısrarcı davrandığı belirtiliyordu. Bu gibi durumlarda, hava trafik kontrolörlerine radar ekranında emniyet irtifasının altına inen hava aracı konusunda görsel olarak uyarılarda bulunabilen Minimum Emniyet İrtifası Uyarısı (MSAW)sisteminin havaalanlarında bulunması hayati önem taşıyor. Ancak Bakan yıldırım, kazanın üzerinden 2.5 yıl geçmesine ve raporun tavsiyeler bölümünde de yer almasına karşın, Türkiye’de halen sivil hava trafiğine açık hiçbir havaalanı/limanında MSAW sisteminin bulunmadığını bildirdi.
Ayrıca "bu raporda adı geçen EGPWS sistemi arızalı olduğu için 2007'de Isparta'da uçak düştü ve 57 insan hayatını kaybetti, biliyor musun?" diye sorardım. Bilmiyordur, öğrenmiş olur.

O da "Fakat Hacettepe bir üniversite değil mi, bir bilim kurumu değil mi? Standartları, uyduğu şartlar yok mu, çalışanların belli bir kalitesi olmasını bekleyemez miyiz?" sorusunu soracaktır.

Bu konular da yeni yeni konuşulmaya başlandı, bak bu geçen haftalardan bir haber derdim

Burası Kurtlar Akademisi, burada yılda… haberini gösterirdim.

Diğer yandan ise Anadolu’da niteliksiz tabela ve yarı-tabela üniversiteleri açılıyor, buralardaki kadro açığına da YÖK’ün genç akademisyen adaylarını Anadolu’da öğretim üyesi veya asistan olmaya zorlayan politikalarıyla çözüm bulunmaya çalışılıyor. Köklü ve/veya nitelikli üniversitelere son derece yetersiz sayıda yeni kadrolar veriliyor. Tüm bu çarpıklıklar ile koca koca profesörlerin CV’lerini deterjanla köpürtmeleri arasında bir ilişki olmalı. Türkiye’deki akademik düzeni Nihal Engin Vrana güzel özetliyor:

“Burası Kurtlar Vadisi, burada yılda 50 bin makale yayınlanıyor”.
Şimdi kendisi karar versin başına gelen milyonda bir olacak bir hata, bir şanssızlık mıymış.

Bu ülkenin imajının bozulması meselesini pek dert edinmeyelim bence biz. Ülkenin imajı bozulurken gerçeği gün yüzüne çıkıyor. İhmal, kasıt, komplo, iftira, sorumsuzluk, baştan savmacılık, kayırmacılık, rüşvet, şike, hile... Ne ararsan var bu ülkede. İnsanların hayatına, sporcuların kariyerine, gençlerin geleceğine kast ediliyor. Haftada bir başımıza gelen musibetleri şanssızlık diye adlandıracaksak hepsini hak ediyoruz. Turgay Atasü bu kadar ağır bir rezaletin üzerine hâlâ çıkmış sağda solda demeçler veriyor. Bilimin saygınlığını yere atıp üzerinde tepinen insanlar var ülkede. Şerefiyle, emeğiyle sabah akşam çalışan bilim adamının, emekçinin hakkını da yiyorlar. Ne uluslararası spor camiasında, ne akademide beş paralık saygınlığımız kalmayacak yakında. Bu adamlara göz yuman, işledikleri suçları bile affeden sistem, yöneticiler, insanlar her şeyin sorumlusu. Siz de saygın bilim adamınızı gazete köşelerinde, televizyonda, forumlarda, bloglarda yüzünüz kızarmadan alkışlamaya devam edin, yeter ki Fener'e kara çalınsın.
Devamı ...

17 Şubat 2011

Mehmet Demirkol'a Açık Mektup



Not: Mehmet Demirkol daha sonra bu konuda bir cevap gönderdi bize, buradan ulaşabilirsiniz.

Sayın Mehmet Demirkol,

Üşenmedim, bugün NTVSpor'da söylediklerinizi dinledim, kelimesi kelimesine şöyle demişsiniz

Hacettepe ismine güvenemeyeceksek Türkiye'de neye güveneceğiz ki? Asıl önemlisi ben şimdi Kerem Gönlüm'ün doping yaptığını nereden bileceğim? O çocuğu da öldürdük mahvettik. Ben şimdi doping yapanlara yapmadı gözüyle bakıyorum, Kerem Gönlüm'den de özür diliyorum.
Programın devamında "bu merkezde profesör, hoca yok mu? İnsan biraz araştırır" dediniz. Bu konuyu nasıl Kerem Gönlüm'e bağladınız bilmiyoruz. Taurasi'ye o kadar laf edip "Fenerbahçeli diğer sporcular da doping yapmış olabilir, araştırmak gerek" dediğinizi de hatırlıyoruz. Bunlara rağmen "Hacettepe bizi yanılttı, Fenerbahçe'den ve sporculardan özür diliyorum" bile diyemediniz. Aklınıza ilk gelen Kerem Gönlüm olmuş ve ondan özür dilediniz. Halbuki internette 3 saniyede yapacağınız bir aramayla şu haberi bulabilirdiniz:

Haber linki

Kerem bu kez yandı Beko Basketbol Ligi Efes Pilsen - Fenerbahçe Ülker play-off final serisi 5. maçından sonra yapılan idrar testinde WADA'nın yasaklı maddelerinden "cathene" tespit edilen Kerem Gönlüm, Türkiye Basketbol Federasyonu’na 20 Ağustos tarihinde verdiği dilekçe ile B numunesinin açılmasını talep etmişti.

Türkiye Basketbol Federasyonu'na dilekçe ile başvuran Kerem Gönlüm, A numunesine itirazının bulunmadığını ancak B numunesinin açılmasını talep etmesinin ardından, Köln Laboratuarı oyuncumuzun bu başvurusunu değerlendirerek, numunenin 3 Eylül 2009 tarihinde açılmasına karar vermişti.
Gördüğünüz gibi Kerem'in testleri Hacettepe değil Köln'de yapıldı. Amacınız ne bilmiyorum. Başkasının hatası yüzünden yanıldığınızda bile açık yüreklilikle özür dilemeye utanıp olayı Kerem Gönlüm'e getiren ses, olayın mağduru Fenerbahçe'yi yine bir konuda kabahatli çıkarmak için bilinç altına yerleşmiş adamın sesi mi? Yetkililere, gazetecilere "önce insan bir araştırır" demeden önce 3 saniyelik bir arama yapmanız çok mu zor?

Konu Fenerbahçe olunca neden bu kadar sorumsuz ve ön yargılısınız? Programın devamında "Düzeltelim, Kerem'in testleri Köln'de açılmış" denince neden "kulüpçülük yapmayın" diye çıldırıyorsunuz? Hata ortaya çıkınca aklınıza ilk Kerem'in gelmesi, Taurasi'den özür dilerim bile demeden Kerem'den özür dilerim demeniz, sonra sizin de hata yaptığınız yüzünüze söylenince "fanatiklik yapmayın" diye çıldırmanız ne kadar tutarlı? Bekliyor olacağız. "Başkasının hatası nedeniyle Fenerbahçeli kadın basketbolcuları haksız olarak suçladım, hepsinden ve Fenerbahçe camiasından özür dilerim" diyeceksiniz. İşinize gelince "fanatiklik yapmayın", işinize gelince "Fenerbahçe bu işlerin altında" yok artık. Programın sonunda da "Özür dilemeyeceğim tabii ki Hacettepe'ye güvenmeyeceğim, kime güveneceğim" dediniz. Programın başında "Kerem Gönlüm'den özür dilerim" demenizin sebebi neydi peki? Özetle şöyle soralım; amacınız ne?

Bu olayların asıl sebebi 10 yıldır çıkmayan madde 1 ayda 4 sporcuda çıktığında dahi, sırf Fenerbahçe zarar görüyor diye "neler oluyor yahu" bile demeyen sizsiniz. Öyle yok artık.

Saygılar.



Aethewulf Editi:

Mehmet Demirkol Döngüsel Güven Şeması

Argumentum ad verecundiam, bir otorite tarafından ifade edildiği için bir beyanatın doğru olduğuna dair inançtan kaynaklanan mantık yanılsaması anlamına geliyor. Basitçe A kaynağı P'nin doğru olduğunu söyler, A kaynağı otoritedir, o halde P doğrudur.

Örnekle, Çevre Bakanı Allianoi'nin varolmadığını söyler, Çevre Bakanı bu konuda otoritedir dolayısıyla Allianoi yoktur.

Halbuki bir ifadenin doğru olup olmadığını belirleyen şey beyanatı veren otorite değil, o ifadenin öncülleri, dayandığı deliller, vesikalar, veriler ve mantık örgüsüdür. Bunlar da denetlenmelidir.

Mehmet Demirkol bu antik mantık yanılsamasını bir adım ileri götürerek otorite "Koca" ise ona "güvenmeyi" doğal sayıyor ve onun ifadesi kontrol edilmeden o ifade esas alınarak ortaya konulmuş bütün ifadelerin de bu sebeple sorumluluk sahibi olmadığını, bu ifadenin sahiplerinin herhangi bir şekilde başkalarına verdikleri zararlar sebebiyle sorumluluk taşımayacağını ifade ediyor. Bir başka deyişle bir otorite bize örneğin Mehmet Demirkol'un bir kapkaççı olduğunu söylerse biz de bu "Koca" otoriteye sonsuz bir itimad duyarak kendisine kapkaççı diyebiliriz ve bundan dolayı hiç bir sorumluluğumuz olmaz. Bunun ne kadar yanlış bir mantık olduğu da örnekle apaçık ortaya çıkıyor.

Ancak Mehmet Demirkol döngüsel güven şemasının bir başka sorunu, bu isme adını veren döngüselliğe zemin hazırlaması. Çevre Bakanı Allianoi'nin var olmadığını söylüyor, o bu konuda bir otorite o halde Allianoi yok. Ancak "Koca" TMMOB açıkça Allianoi var diyor, demek ki Allianoi var. Bu iki iddia aynı anda doğru olamayacağına göre döngüsel olarak bir otoriteden diğerine doğru sıçrama yapmamız gerekir. Önermenin doğru olup olmadığını belirleyen şey, otoriteler hiyerarşisi olacaktır. Yani Çevre Bakanı bu konuda daha yetkilidir dolayısıyla doğru olan Allianoi'nin var olmadığıdır buna karşın Çevre Bakanı şahıs olarak konu hakkında TMMOB'dan daha az uzmandır, o halde TMMOB'un dediği doğru olmalıdır, ancak Çevre Bakanı TMMOB kaynaklarına da erişebilir o halde Çevre Bakanı'nın dediği doğrudur, TMMOB Çevre Bakanı'nın sahip olmadığı yeni bilgiler almış olabilir o halde TMMOB daha doğrudur - ad infinitum.

Bu mantıkla herhangi bir konuda gereken araştırmayı yapmayan bir şahıs sonsuza kadar akıl yürütmesi yapacak, önermenin doğruluğunu otoriteye bağladığı için birbiriyle çatışan iki otorite beyanatı vuku bulduğunda asla doğru önermeyi yapamayacaktır.

Ah tabi bütün bunlar özür dilemesini gerektirmez, araştırmasını yapmamış olabilir, erken konuşmuş olabilir, karşılaştırma zaafiyeti olabilir, önermesi yanlışlandıktan sonra geri adım atmak zorunda kalmak gücüne gitmiş olabilir yine de özür dilemeyecek. Çünkü o "koca" Mehmet Demirkol ve "koca" Hacettepe'ye güvenmeyecek de ne yapacak?
Devamı ...

Faili Meçhul Taurasi Suikasti - Gün gün


Kim hedef gösterdi, kim pişirdi, kim vurdu, kim kutladı? Faili meçhul Taurasi suikastini PVH ile kronolojik bir grafik haline getirdik. Hiç unutmayalım, hesap versinler diye. Burada

Devamı ...

Timsah Derisi Kızarmaz


Türk Futbolunun Amerika Birleşik Devletleri Fenerbahçe. Bizim medyamız başka yöntem bilmiyor, önde olanı ancak komplo teorileri ile ifade ediyor. Bizim insanımız başka yol bilmiyor, rakibine ancak kara çalabiliyor. Biraz yukarıda olanın karşılaştığı iftiranın, yalanın haddi hesabı yok. AKP seçimlerde 20 milyon oy alır, sebebi belli uluslar arası oyunlar, ABD, Soros, AB, Yahudiler bir de kömür. Olan olay ve olguları somut verilerle doğal hayata en uygun şekilde açıklama gibi bir şey bilmiyoruz. Diyelim 42 milyon insanın katıldığı bir seçimde, sosyolojik parametreler, ekonomik göstergeler, bireylerin yaşama alışkanlıkları, diğer partilerin durumu hepsi hava civa, ABD destekledi aga.

İnanılmaz bir komplo teorisi hazinemiz var. İster İslamcı, ister Kemalist ister milliyetçi olsun herkesin kendi meşrebince açıkladığı doğa üstü olaylar, büyük güçler ve hinliklerle bezenmiş hikayeler. Türkiye’yi sabetayistler yönetir, ABD’yi Yahudiler, Turgut Özal yeşil kuşak’ın ürünüdür, AKP’yi ABD iktidara getirir, bunları da herkes bilir. Anasını satayım sanki memleketin yarısı CIA Ortadoğu masasında görevli, bu ülkede wikileaks gibi gerçek komploların ifşasına bile dayanamayanlar var. Bunu dahi yetersiz buldular ve bir komplo teorisi ile izah ettiler. Şurada bir takım insanlar rasyonel açıklamalar yapmaya çalışıyorlar, diyelim ekonomik, sosyolojik parametreleri izaha kalkışıyorlar, sınıf çatışmasından, yerel ve uluslarararası dinamiklerden bahsediyorlar kimsenin dinlediği yok. ABD, İsrail, Uluslar arası Yahudi, Sabetayistlerden mürekkep bir dille her olana bir izahat getirmek mümkün.

Fenerbahçe, Türk Futbolunun Amerikası. Bir türlü ekonomisinden, taraftar kitlelerinin genişliğinden, sosyolojik alt yapısından, kadrosundan velhasıl futbol sahasındaki sonucu belirleyen gerçek durumlardan bahsedemiyoruz. Hıncal Uluç gibi adamlar, efendim Beşiktaş’ı futbolun Filistini zanneden yazı erbabı, Açız diye ferrarisinde ağlayan Hasan Şaş gibi büyük dehalar, Adnan Aybabalar, Tamburacılar, Ermanlar 10 senedir büyük bir Fenerbahçe – Aziz Yıldırım komplo teorisi yaratarak milyonlarca insanın aklına tecavüz ettiler.

10 senedir Fenerbahçe Ulusoy gibi apaçık Galatasaraylıların da dahil olduğu tüm federasyon yönetimlerini tek elden yönetiyor. 10 senedir Aziz Yıldırım hakemleri bağlıyor, hakemler ya korkularından ya akçeli ilişkilerden buna ses çıkarmıyor, medya zaten Fenerbahçeli, masa başı oyunlarını bir türlü kamuya izah etmiyor, Allah’a şükür Hıncal gibi değerli yazarlarımız var, bir bakışta çözdükleri bütün bu komploları da halkımıza bildiriyor. Sayısız blog, binlerce forumcu, on bin internet gazetesi okuyucusu her Allah’ın günü bu hikayeyi bize anlatıyorlar. Diyelim aynı dönemde Kerem Gönlüm’ün doping kullandığı açıklansın mesele değil “Fenerbahçe gündem değiştirmeye çalışıyor” diyelim Keita uçan yumruk atıyor “Roberto Carlos arkadan çekmiş” oluyor, diyelim Arda kol hareketi yapsın mühim değil. Şu ülkede Volkan’ın götüyle top durdurması kadar konuşulmadı bir Cemal Nalga olayı.

10 yıldır Fenerbahçe’nin üzerinde şaibe senaryoları döndürülmeyen tek sezon yok. Hıncal kaç kere Fenerbahçe’nin şampiyon olacağını iddia etti, nasılsa hakemler ondan yanaydı, medya da harı veriyordu, şampiyonluk kaçınılmazdı. Aziz nasılsa “masa başı işlerini” öğrenmişti. 10 yıldır Fenerbahçe 4 kere şampiyon oldu. Her sezon hakemleri bağlayan, federasyonu kafa kollayan, medyayı parmağında oynatan Fenerbahçe –üstelik karşı takımlardan oyuncuları da satın almasına rağmen- ancak mazlum, aç bilaç Galatasaray kadar şampiyon olabilmiş. Kimse utanmıyor. Bir kere Hıncal çıkıp da “özür dilerim” demedi, bir kere bir forumda yahu biz böyle bir şey iddia ettik ama yanlış çıktı diyen bir Allah kulu yok. Sezon sonunda Fenerbahçe’nin şampiyon olamamasını karnaval tadında kutlayan kitle, sezon başında bir kere daha başlıyor aynı operaya, “Aziz, Hakemler, Medya”

Şimdi şunu kabul etmek lazım Beşiktaş ve Galatasaray çok kötü yönetiliyor. 10 Sezondur fecaat gibi yönetiliyor. Beşiktaş’ın da Galatasaray’ın da gelir gider dengesi öyle kötü ki bilançolarına bakan herhangi bir iktisat / maliye mezunu sekte-i kalpten terk-i diyar edebilir. Her sezon boktan transferler ile kulüplerin parası çarçur edilirken, taraftarın beklediği başarı bir türlü gelmiyor. Taraftarın beklediği başarı aynı zamanda borsadaki yatırımları da, kulübün ticari gelirlerini de etkiliyor, Avrupa kupalarında da önemli bir başarı olmayınca turnuvalardan elde edilen gelirler de düşük oluyor. Kötü bir borç sarmalı. Herhangi bir kulüp yönetimi bu ülkede kendi taraftarına karşı şeffaf değil bunu biliyoruz. Çıkıp valla kusura bakmayın kulübü borca sokuyoruz, kötü transferler yapıyoruz, bayağı başarısız bir yönetimiz diyecek halleri de yok. Bu ülkede kötü yöneticilerin alışkanlığı hamaset. Türkiye Cumhuriyeti 80 senedir kötü yönetiliyor, hiçbir hükümet çıkıp da kamu maliyesini dengeleyemedik, rasyonel bir kamu yönetimimiz yok, verimli değiliz, uluslar arası piyasalardan kredi bulmakta zorlanıyoruz, dünyada en düşük sermaye yatırımı alan ülkelerden biriyiz, geçtim sermaye birikimimiz konusunda bile ciddi bir araştırma yok, eğitim sistemimiz fecaat insanlarımıza nitelik kazandıramıyoruz, ülkemizdeki demokrasi seviyesi çok düşük dolayısıyla verimli yönetimin önemli bir baskı unsuru yok filan demiyor. Gelsin iç ve dış odaklar, gitsin uluslar arası mihraklar, bölücüler, şeriatçılar, ajanlar, James Bond filmi gibi hikayelerle her yönetici korunaklı mazlum alanına çekilirken, bu asil ve güzel ülkenin üstünde oynanan oyunlar nedeniyle hayatımızın böyle zehir gibi olması izah ediliyor.

Yıldırım Demirören bu konuda bir efsane. 7 sezondur, Beşiktaş taraftarı kötü yönetimden başka bir şey görmedi. Şaşılacak şey değil bu 7 sezon Beşiktaş yönetiminin dış güç olarak Fenerbahçe’yi tam manasıyla hedef tahtasına oturttuğu döneme tekabül ediyor. Fenerbahçe dış güç, Beşiktaş üstünde oyunlar oynuyor, mazlum Beşiktaş’ın hakkı yeniyor. Hayır kadro kötü olduğundan değil, hayır Beşiktaş kötü yönetildiğinden değil, bütünüyle masa başı oyunlardan. İkrah ettik be kardeşim. Her sezon powerpointli, envai çeşit yöneticili “Beşiktaşlılık duruşu” temasının en az 4 kere geçtiği suya sabuna tirit metinlerin Genelkurmay Başkanı basın açıklaması ciddiyetiyle okunduğu toplantılardan midemize artık ağrı giriyor. En büyük taraftar grubundan en yüksek dereceli yöneticisine şu edebiyatı yapmaktan sıkılmadılar. Alenen söylüyorum, Türk solu dergisi ayarındaki futbol izahatlarından bunaldık, midemiz bu yemeği artık kaldırmıyor, kimse de ciddiye almıyor.

Taurasi olayından kimse utanmayacak mı? Bu ülkeye gelmiş en değerli sporculardan bir tanesine alenen iftira attılar. Turgay Atasu; Erdem beyden öğreniyoruz “Asil” bir Beşiktaşlı, bu olayı sahiplendi sayısız açıklama var. Medyada yazılanları okuyunca içimize kramp giriyor. Biliyoruz ki şu olayda bir Fenerbahçeli “prof” bunu Beşiktaşlı veya Galatasaraylı sporcuya yapsa “Aziz Yıldırım talimat verdi, Galatasaray’ın Beşiktaş’ın önünü kesmek için hatalı rapor düzenletti, sporcuyu kulübünden kopardı, böylece kulübünün başarısını garanti altına aldı” türevinden envai çeşit komplo teorisini sunacak adamların yekünü şimdi dillerine mil çekilmiş gibi sessizliğe girecek. Hıncal hariç, o Kayseri maçında şike olduğunu iddia ediyor.

Ortega’dan öğrendik, yanlış testlerin sorumlusunun Fenerbahçe olduğunu, Galatasaray yenilgisinin üstünü kapatmak için bu olayı gündeme getirdiğini iddia edenler bile var. Böyle bir iddiayı bir insan nasıl ifade eder? Nereden biliyorsun? Fenerbahçe yönetim kurulu toplantılarına mı katılıyorsun? Bunun bilgisi nedir, nereden alınır, bir insan böyle bir akıl yürütmesini, bu kadar kötü düşünmeyi nasıl başarır? Dopingin olması bile önemli değil, Fenerbahçe menfaatlerineyse var bu işin altında bir çapanoğlundan mürekkep bir güdük zihniyetle hayatını geçirip, hırsından, kifayetsizliğinden öfke küpüne dönmüş absürd adamların mantıklarıyla hepimiz uğraşmak zorunda kalıyoruz.

Yeter.

Fenerbahçe kimsenin şamar oğlanı olmak zorunda değil. İftiradan, yalandan, hakaretten, suçlamadan mürekkep bir dil gerçeği değiştirebilir mi? Gerçeğe karşı bu kadar saygısız ve öfkeli olan insanların sözlerinden bir spor kültürü bina edilebilir mi? Milyonlarca dolarlık bütçelerle oluşmuş takımlarının kendilerinin beşte biri bütçeli takımlara hababam yenilmesinden hicap duymayan, bütün bunları hakemlere, federasyona ve neticede Fenerbahçe’ye bağlayan, başarısızlığının sebeplerini kendinde değil de hep dışarıda arayan bir ergen psikolojisiyle durumları izah eden insanlardan mürekkep bir spor kültürü diyelim evrensel bir başarıya imza atabilir mi? Buyrun hepsi nal topluyor. Fenerbahçe Voleybolda, Basketbolda uluslar arası standartlarda başarılara imza atarken, onların kulüpleri ancak Fenerbahçe’yi uzaktan izliyor. İşte iftiralar, yalanlardan mürekkep analizlerle tetkik edilen Türk futbolunun hali ortada, bu ülkede Avrupa’da Şubat ayını gören kulüp yok. İkinci sınıf takımlar gelip gelip bizim ligimizin birincilerini, ikincilerini tokatlıyor. Fenerbahçe’nin en kötü yönetildiği branş olan Futbol branşı da bu dediklerimizden muaf değil, basbayağı yanlış politikalardan şampiyonlar ligi çeyrek finalisti bir takımdan Young Boys’a elenen bir garabet yarattık. Tesellimiz bunu komplo teorileri ile izah etmeyecek kadar aklımızın başında oluşu.

Çok utanmaz, çok arlanmaz insanlar var karşımızda ve bu insanlara edep, haya öğretecek değiliz. Diyelim turnosol kağıdı gibi hayatımızın ortasına giren Defne olayında veya 19 yaşında bir genç kızcağızın tekmelenmesinde duruşu da görüşü de belli olan insanlara bizler futbol üzerinden hayata dair bir şey öğretemeyiz. Ama somut gerçeği hatırlatmak hakkımız, 10 sezondur her şeyi yöneten mutlak güç Fenerbahçe nasıl 4 kere şampiyon oldu? Deriniz timsah derisi mi hiç kızarmıyor?
Devamı ...

16 Şubat 2011

Canınız Sağolsun



Bu sene bizim basketbol şubesinin başına gelmedik kalmadı, olabilecek daha ne kaldı bilmiyorum, sezon sonuna kadar tüm takım hastalanıp karantinaya falan alınabilirler en kötü. Ukiç'in kötü oynadığı her maçta ya kaybettik ya zor kazandık bu yıl. Onun rolünü Greer üstlendiğinde ne olup bittiğini Sieana deplasmanında görmüş ve Greer'i yollamıştık. Bugün Saras da Ukiç'in rolünü hiç mi hiç oynayamadı. Normal süresinden fazla sahada kalınca ve yardımcı rolden ana role geçince kayboldu. İkili sıkıştırmalardan çıkma konusunda çok ciddi problem yaşadı maçın başında. Hücum ribauntlarındaki etkinliğini bizim uzunların verimsizliğiyle bireştiren Zalgiris ilk periyodu 4 sayıyla önde geçti 15-11

İkinci periyot Emir'in hücumdaki sorumluluk alması ve Zalgiris'in top kayıpları sonucu bulduğumuz Kinsey basketleriyle 4 sayılık bir farkla öne geçtik ama uzunlardan en ufak bir hücum katkısı gelmeyince iç-dış dengesini tamamen yitirdik hücumda. Oğuz'un Marjanoviç'ten ürküp potaya bakmaması, savunmada ucuz fauller sonucu maç başa baş bir şekilde devam etti ve ilk yarıyı Oğuz'un potayı hatırlamasıyla bir sayıyla önde kapattık. 30-31

Üçüncü periyotta hücumda hiç bir şey üretemeden ve uzunlardan yeterince katkı alamadan karşılıklı top kayıplarıyla devam etti maç. 4 sayı geriye düşsek de Emir ve Ömer'in hücum katkılarıyla bir kez daha dengeye getirdik maçı. Tam momentumu ele almıştık ki Lavrinoviç'in önce top kaybı sonra faulü ve teknik faulüyle Zalgirisi bir kez daha dengeye getirdi maçı. 49-49

Son periyotta Ömer ve Emir yine sürükledi hücumda takımı, Zalgiris faul çizgisi dışında sete sette kolay sayı bulamasa da hakemlerin her temasa düdüğü çok kolay çizgiye götürdü onları. Ömer'in üçlüğüyle son 2 dakikaya 6 sayı önde girsek de bu sene maç sonu oynama konusundaki yeteneksizliğimiz bir kez daha devreye girdi. Hücumda Ömer, Emir ve Saras'la üçlükleri kaçırıp 1 sayı geriye düştük. Sean May'in basket faulüyle maçı kazanmak için fırsatı ele geçirsek de Kalnietis'in turnikesi maçı tekrar beraberliğe taşıdı. Oğuz'un berbat pası sonucu yaptığı top kaybı sonucu son hücüm onlara kaldı. Jankunas'ın üçlüğü girmeyince maç uzatmaya gitti. 69-69

Uzatmaya da fena başlamadık aslında, Ömer'in üçlüğüyle son 2.30'a 3 sayı öne girsek de Pocius'un son saniyedeki tuhaf atışının basket olması ve bir de faulle sonuçlanmasıyla momentum yine gitti. Bir sonraki hücumda Klimavicus'un süre dolarken attığı şut da girince basketbol tanrıların tarafı iyice belli oldu. Emir'in boş şuru kaçırması ve May'in ribauntu alamamasıyla işimiz taktik faullere kaldı. Son hücumda Emir'in ribaunt aldıktan sonra dışarı çıkmak yerine iki sayılık atmasıyla da kazanma şansımız ortadan kalktı. 85-84. Pocius'un şutunda ayak çizgideydi üçlük verdiler, Ömer'in üçlük gördüğümüz şutu ise iki sayı olarak geçerli oldu.

Bunca tersliğin aksiliğin üstüne takımı mağlubiyet nedeniyle eleştirmek acımasızlık olur. Son dakika oynama konusunda daha önceki maçlarda da problem yaşadık bunun sürmesi can sıkıcı. Saras ve Lavrinoviç'in felaket oyunu, Oğuz'un maçın büyük bölümünde saçmalaması, oyuna doğrudan katkı veren oyuncu sayısını çok azalttı. Tomas'ın da muhtemelen sakatlandığı için ikinci yarı hiç oynamaması ile son periyot oyuna girebilecek oyuncu kalmadı nerdeyse. Emir'in maç sonundaki hataları ya da kaçırdığı şutları yorgunluğa bağlıyorum. Bu sene 30 dakikanın üzerinde oynamamıştı hiç bugün 32 dakika sahada kaldı. Son bölümde Saras'a dönmek yerine Emir ve Kinsey aynı anda sahada olsa belki daha iyi olacaktı ama Spahija da Saras'ın bir şeyler yapacağını umdu haklı olarak.

Maçın en dikkat çekici istatistiği 39 kez serbest atışına gitmesi Zalgiris'in biz sadece 11 kez. Bu kadar dramatik fark olması oyunla falan açıklanamaz, hakemlerin ciddi bir baltalaması var. Euroleague hakemleri bize kesinlikle saygı falan göstermiyorlar. Olympiakos'la çekişirken şu maça Yunan hakem Christodolu'yu atamak da zaten nerden baksan tuhaf bir şey.

Ribauntlarda yenildiğimiz, uzunlardan doğru düzgün katkı almadığımız, Saras'ın berbat oynadığı bir maçta Emir ve Ömer'in müthiş çabası da galibiyete yetmedi maalesef. Çok ciddi bir avantaj kaçırdık. Olympiakos'u yenmemiz gerekecek artık, bu sakatlarla bu şanssızlıkla bu hakemlerle ve bu uzunlarla Olympiakos'u yenmemiz çok zor. Basketbol tanrıları bu sene bizim Top 8'e kalmamızı istemiyorlar, bakalım onlara da meydan okuyabilecek mi bu karakterli takım. Mağlubiyet hele böyle ucu ucuna kaçan mağlubiyet çok can sıkıcı olsa da bu takıma canınız sağolsun demekten başka diyecek bir şey yok.

Ntv için diyecek bir şeyler var ama, yahu dünyanın parasını kazanıyorsunuz, çok mu zor maçı anlatacak kişileri deplasmana götürüp monitöre mahkum etmemek, bu neyin tasarrufudur, bir önemseyin artık şu Euroleague'i, delirtmeyin insanı.
Devamı ...

Rezil Olanların Sıralı Listesi



Ünal Özüak'ın görsellerini google'da aratınca Hıncal Uluç fotoğrafları çıkıyor. Google algoritması hâlâ zamanının 100 sene ilerisinde. Şimdi rezil olanların sıraya dizilmiş listesi var. Bunlar dün yedikleri naneleri yarın reddedecek adamlar. Uğraşır internetten bile yazdıkları yazıları kaldırtırlar, o yüzden kabak gibi yazılarının fotoğrafları dursun. Bu adamların sabahtan akşama kadar Taurasi'den, Penny'den, Fenerbahçe taraftarından, hatta Aziz Yıldırım'dan özür dilemesi, hatta affedilmek için yalvarması lazım. Bir daha nefret kusarken iki kere düşünecekler, rezil olarak nefret kusmayacaklar. Bu utanç nedeniyle biz affedene kadar yazarlığı bırakacaklar. Bugün çıkmış hâlâ "Fenerbahçe rakip kaleciyi satın alıyor" yazabiliyorlar. Bugün basbayağı rezil olan adamlar, isminiz burada bu aşağıdaki yazılarla beraber duracak: Hıncal Uluç, Ünal Özüak, Zeki Çol, Atilla Gökçe. Sonsuza kadar bu utançla anılacaksınız.





Devamı ...

Faili Meçhul Taurasi Suikasti Hakkında Sorular



O kadar sinirliyim ki ne söylenebilir ne yazılabilir böyle bir durumda bilmiyorum. Sporda bir insana yapılabilecek en büyük suçlamayı yapıp hem sporcunun hem kulübünün kaderiyle oynayıp sonra pardon demek nasıl bir şeydir, hangi hakka hukuka adalete sığar? Taurasi olayının başından bu yana bu işte bazı gariplikler olduğunu düşünmekle birlikte bir komplo olmadığını ve Taurasi'nin farkında olmadan böyle bir şeyi kullandığını düşünüyordum. Bugün ortaya çıkan gelişmelerden sonra bunun masum bir hata olduğuna kesinlikle inanmıyorum.

Fenerbahçe yönetimi işi gücü bırakıp tamamen bu olayın nasıl olduğu konusunda çaba sarfetmeli. Ben bir Fenerbahçe taraftarı olarak şampiyonluktan, başarıdan çok bu formayla mücadele eden sporcuların haklarının ve dolayısıyla Fenerbahçe'nin haklarının savunulmasını önemsiyorum. Şu soruların yanıtları verilmeden ve sorumluluar ortaya çıkmadan bu olayın üstü kapatılamaz.

- Taurasi olayından bir hafta sonraki maçta doping testine girmek için çekilen kurada Penny ve Horakova'nın çıkması bir tesadüf müydü?

- Penny ve Horakova'nın testleri Köln'de değil de Hacettepe'de yapılsaydı sonuç yine aynı mı çıkacaktı?

- 10 yıldır hiç bir doping testinde çıkmayan modafanil bir ayda 4 kez çıkınca bu doping merkezi çalışanları bir anormallik olduğunu düşünüp sonuçlardan hiç şüphe duymadılar mı?

- Ortada B numunesi bile yokken "Taurasi'nin cezası 2 yıl olacaktır, tabii ki almadım diyecek yalan söylüyor" diyen Turgay Atasü hakkında kulübün yapacağı bir şeyler yok mu?

- Fenerbahçe Avrupa'da Galatasaray'a elenseydi bunun hesabını kim verecekti?

- Federasyon böyle bir rezaletten sonra Kadınlar Ligi'nin sonucunu tescil edebilecek mi?

- Türkiye'nin Dünya Kadınlar Basketbol Şampiyonasına adaylığının oylanacağı bir dönemde bu olaylardan sonra bunu kazanma şansı kaldı mı? Bu durumun sorumlularına ne yapılacak?

Aziz Yıldırım'dan ve Fenerbahçe yönetiminden Fenerbahçe taraftarının beklentisi Kerem Gönlüm olayında olduğu gibi geri adım atmaması, yok "Türkiye'nin prestiji", yok "kulübün menfaati" falan demeden bu sürecin altında yatan şeyleri, olaya karışan kişi ya da kuruluşları ortaya çıkarmak zorundalar. Penny'i de Taurasi'yi bu taraftardan çalanlar bunun hesabını verecek. Bütün bunlardan sonra geri dönüşleri mümkün müdür, dönerlerse yerlerine alınan oyuncuların durumu ne olur bilmiyorum ama bu iş aydınlanmazsa Taurasi üzerinden Fenerbahçe'ye zarar vermek isteyen her kimse ya da neyse gereken yapılmazsa bu taraftar asla bunu unutmayacak.
Devamı ...

15 Şubat 2011

Bir Mağlubiyet Nedeni Olarak Negatif Enerji



"Finalden 2 gün önce MHK Başkanı Metin Şahin’i arayarak Engin Kennerman’ı istemediğimizi söyledim. Kendisi bize negatif bir enerji veriyor. Banvit maçında Chatman’a teknik faul çalarak oyuncumuzun motivasyonunu düşürdü. Finale atanmamasını istedik ama Metin Şahin uyarımızı dikkate almayıp bize hakemlerin maçı iyi yöneteceğini söyledi. Sonuçta da yaptığı kritik 2-3 hatayla maçın kaderini etkiledi. Biz Engin Kennerman’ı maçlarımıza istemiyoruz."

Salsabasket'in haberine göre Beşiktaş yöneticisi Hasan Bozkurter böyle buyurmuş. Futbolu anlamak kolay olduğu için penaltımızı vermedi, ofsaytı çalmadı diye hakem eleştirebiliyorlar ama basketboldan anlamadıkları için olayı meteafizik boyuta çekmiş Hasan Bozkurter. Engin Kennerman negatif enerji veriyormuş,bir sonraki adımda da kendisinden Aziz Yıldırım hakemleri yoga kursu altında hipnotize edip Beşiktaş aleyhine kararlara yol açıyor gibi bir ifade beklemek lazım. Chatman 'ın psikoloisi adamın parasını 2 ay ödemeyip bir ay ödemenizden, kadro dışı bıraktıktan bir hafta sonra kurtarıcı olarak geri çağırmanızdan falan bozulmuş olmasın. Kovduğu adamla kol kola basın toplantısı yapabilecek trajikomiklikteki Beşiktaş yönetimine yakışır açıklamalar. Durmak yok s.açmalamaya devam Devamı ...

Buz Hokeyinin Virüsü - Kavga



Kuzey Amerika'nın Buz Hokeyi Ligi NHL'de kavga etmek serbest. Kavga serbest derken oyuncular ikişer dakika ceza alıyorlar fakat futbol veya basketboldaki gibi yumruk yumruğa birbirinize girerseniz 5 maç, 10 maç ceza almıyorsunuz. 2 dakika kenarda oturup maça bile devam ediyorsunuz. Kavganın da kuralları var, birisine haberi olmadan arkadan saldırmak oyundan ihraç ettiriyor. Kavgada sadece yumruk kullanılabiliyor. Hokey sopasını kullanmak oyundan ihraç ve çok fazla maç cezası demek. Birisi yere düştüğü anda hakemler devreye giriyor ve kavgayı ayırıyor. Kenarda oturan yedeklerden birisi kavgaya atlarsa 10 maç ceza alıyor. Kavgayı bu şekilde düzene sokmuşlar ve oyunun bir parçası yapmışlar.

Geçen hafta Cuma New York Islanders - Pittsburgh Penguins maçı neredeyse kavgadan oynanmayacak duruma gelince kavga meselesini yine konuşmaya başladılar. Aşağıdaki video biraz uzun ama tamamını izleseniz de sıkılacağınızı sanmam, her saniyesinde aksiyon var.


Aslında videonun her saniyesi korku filmi gibi. Tepedeki fotoğraf bir önceki maçlarından, iki kaleci kavga ediyor. NHL'de kalecilerin kavgaya girmesi birincisi çok daha fazla malzeme giydiklerinden kavga edemedikleri için, ikincisi takımlar için çok değerli olduklarından sakatlanma riskini minimuma indirmek için çok seyrek. Bu iki takımın daha önceden aralarında mevzu var yani. O yüzden videonun 4. saniyesinde dikkat ederseniz spiker "oo here we go, fight number #1 of the night" (işte başladık, gecenin ilk kavgası) diye heyecanla anlatmaya başlıyor. Ses tonunda bir heyecan var, ilk demesinden de devamını beklediklerini anlıyoruz. Videonun 36. saniyesinde başlayan kavgada dikkat ederseniz salonda Blur - Song 2 çalmaya başlıyor seyirciyi coşturmak için. Her kavga başladığında oturan taraftarların heyecanla ayağa fırladığını ve salondaki ses seviyesinin yükseldiğini de fark edersiniz.

İşler iyice karışınca "fakat hokeyde kavga bu değil!" falan deseler de kavgayı bu kadar normalleştirip, kuralları falan olan oyunun parçası yapmış olmaları oyunu gerçekten çirkinleştiriyor. Hokey aslında izlemesi eğlenceli bir oyun, oyunun her saniyesinde heyecan var fakat bu legal kavga olayı oyuna tamamen ısınmamı senelerdir engelledi. İlk kavgayı çıkaran Haley, videonun 10:15'inde göreceğiniz gibi bir kavgadan çıkıp başka kavga edecek bir adam arıyor. Bulamayınca boşta gördüğü tek oyuncuya, rakip kaleciye saldırıyor. Haley NHL'de her takımda birkaç tane bulunan "kavgacı" oyunculardan. Yani takımlarda birkaç tane kazma oluyor ve sırf sahaya girip birilerini dövsün, rakibe biraz gözdağı için sertliğin suyunu çıkarsın diye para veriyorlar. Bu maç o da kadar çığrından çıkmış ki kaleci, yedek dinlememişler. Bir oyuncu bençten atlayıp kavgaya girdiği için 10 maç ceza aldı örneğin.

Fiziksel mücadelenin, sürekli temasın getirdiği kavgalar olsa ve ciddi cezaları olsa ciddiye alabilirsiniz. Fakat böyle arkadan müzik destekli, önceden planlı (bu maç öncesi kaç kavga çıkar hesabı yapıyorlardı), kavga için para verilen boksörlerle yapılınca iyice tiyatro havası veriyor. Kavgaya "arkadan vurmak yok", "eldiveni çıkarmak lazım", "yere düşen bırakılır" diye kural koyarak tiyatroyu iyice sulandırıyorlar. "Kavgasız hokey düşünemiyorum" diyen o kadar taraftar, gladyatör dövüşü izler gibi kendinden geçerken kavgaları izlediğinden yasaklamak da işlerine gelmeyecek hiçbir zaman. Ben yine hokey izliyorum da bu kavga işi bitene kadar asla düzenli hokey takipçisi olamam sanırım.
Devamı ...

Benim hala umudum var


Bugün içimden geldi.
Devamı ...

Lugano'nun Kaç Golü Var?



TFF'nin gol krallığı listesine baktığımda bizim istatistiklerle çeliştiğini gördüm. Böyle olunca boşuna uğraştırıyorlar. TFF'ye göre Lugano'nun dünkü golle birlikte 5 golü var, bize göre 6. Tabii açtım hangi maçlarda gol atmış tek tek baktım. "Allah'tan Alex'in gol sayısı çelişmiyor." Neyse, anladım ki 8. haftada oynanan ve 4-1 kazandığımız maçta biz dahil herkes golü Lugano'ya yazmış, TFF ise aşağıda gördüğünüz gibi 64. dakika golünü Emre'ye yazmış. Videosu da aşağıda, ben izledim izledim anlamadım. Kaç golü var şimdi Lugano'nun? Eğer bu gol Lugano golü derseniz TFF falan sallamayız.




Devamı ...

Fenerbahçe 2 - Kayserispor 0
STSL 14/02/2011



Fenerbahçe, Spor Toto Süper Lig 21. haftanın kapanış maçında Kayserispor' u Niang ve Lugano' nun golleriyle 2-0 yendi. Şampiyonluk yarışında bir engeli daha geride bırakan sarı lacivertliler, üst üste 5. galibiyetini alarak ikinci sıraya yükseldi.

PAPAZIN ÇAYIRI: Bu maçı sadece zirve mücadelesi veren Bursaspor ve Trabzonspor değil, biz, Papazın Çayırı ekibi de tedirginlikle bekliyorduk. Çünkü, evini taşıyan Rehavet, ligtv aboneliğini iptal ettirmiş, peşi sıra ‘bu eve elsiditivi yakışır olum’ gazına gelmediği için taşımak zorunda kaldığımız yaklaşık beş yüz kilo ağırlığındaki eski televizyonu yeni evde çalışmayı reddedince beyimiz son dört maçı ‘yeni eve yakın, yeraltındaki izbe bir kıraathane-bahis bürosu kırması’ mekanda izlemiş ve seri galibiyetlerde orada gelmişti.

Kayserispor maçını evde izler ve kaybedersek Rehavet’ in ‘26 tane bira içip, sigaraya yeniden başlayacak’ olması bir yana, ben her yere ‘ibne rehavet’ yazacaktım. Aethewulf papaza küfürlü bir yazı döşeyecek, PVH okyanus ötesinde Amerikanın üzerinde içlenecekti. Diğerleri de en hafifinden totemi bozduğu için Rehavet’ e ayıplayıcı nazarlarla bakacaktı.

Ama öyle olmadı.

Maça başlarken her şey Rehavet’ in lehineydi. Kayserispor defansının ortaklaşa hatasında top Özer’ de kaldığında daha üçüncü dakika dolmamıştı.

3’ te Özer kaptığı topu Mehmet Topuz’ un önüne attı. Mehmet sağdan alda at dedi. Niang da denileni yaptı: 1-0

Bu erken gole rağmen oyun planında bir değişiklik yapmayan, oyunu kendi sahasında kabul edip, en iyi yaptıkları işi yapmak isteyen bir Kayserispor vardı sahada: kaptıkları topu hızla dikine oynayıp golü bulmak.

Fenerbahçe ise klasik ilk yarım saat baskısından en az bir gol daha çıkartmak amacındaydı.

Fenerbahçe bu fırsatı bir çok defa yakalayıp heba ederken, Kayserispor bir defa yakaladı istediği pozisyonu.

15’ te ceza sahası içinde Amrabat’ ın al orta şut karışımı vuruşuna Zalayeta çizgi üzerinde dokunamadı.

20’ de Mehmet Topuz' un ortasında top ceza sahasının sol çaprazında bulunan Alex' in önüne düştü. Onun vuruşu direğin dibinden auta gitti.

25’ te rakiplerinden harika hareketlerle sıyrılan Dia' nın sol ayağıyla yaptığı vuruş direğin hemen yanından auta gitti.

31’ de sakatlanan Santana’ nın yerine Semih Aydilek girdi.

İlk yarının geri kalanında iki takımda idare etmeyi tercih edince takımlar soyunma odasına Fenerbahçenin 1-0 lık üstünlüğü ile gitti.

İkinci yarı da ilk yarı gibi başladı; gol dışında. Oyunu sahasında Kabul eden Kayserispor ve golü atıp kontrollü oyuna dönmek isteyen Fenerbahçe.

Beklenen golse duran toptan geldi.

60’ te Alex’in sol kanattan kullandığı köşe vuruşunda ceza sahası içinde çok iyi yükselen Lugano kaleci Volkan Babacan’ı mağlup etti: 2-0.

Bu gol sonrasında oyun kurgusunu değiştiren Kayserispor, Fenerbahçe sahasında daha çok görünse de kaleyi bulan bir şut için son dakikayı beklemek zorunda kaldılar. Fenerbahçe ise yakaladığı üç kontratakta Niang’ ın yanlış pas tercihine takılıp gol ya da gollerden oldu.

90’ da Ziani' nin soldan kullandığı serbest vuruşta ön direkte Selim Teber kafayı vurdu, kaleci Volkan’ ı aşıp kaleye gitmekte olan topa arka direkte son olarak Kujovic kafayla dokundu. Ancak Kujoviç ofsayt pozisyonundaydı.

Kalan sürede skor değişmeyince Fenerbahçe maçı 2-0 kazandı.

Şimdi sıra Fenerbahçe’ yi yenerek sezonu kurtarmayı planlayanların hevesini kursaklarında bırakmakta.

FENERBAHÇE: 2 - KAYSERİSPOR: 0

Stat: Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu

Hakemler: Fırat Aydınus, Aleks Taşçıoğlu, Orkun Aktaş

Fenerbahçe: Volkan Demirel, Gökhan Gönül, Lugano, Yobo, Andre Santos, Özer (76 Semih), Mehmet Topuz (89 Bekir), Selçuk, Dia (Cristian), Alex, Niang

Kayserispor: Volkan Babacan, Hamza, Serdar, Amisulashvili, Hasan Ali, Amrabat, Selim Teber, Abdullah, Santana (31 Semih), Karım Ziani, Zalayeta (55 Kujovic)
Goller: Niang, Lugano

Sarı Kartlar: Andre Santos, Bekir / Serdar, Hamza, Semih
Devamı ...

13 Şubat 2011

Emir "Bodiroga" Preldziç



Maç 80'li yılların tek kanallı basketbol haberlerindeki ifadeyle "karşılıklı basketlerle" başladı. İki takım da bu karşılıklı basket işini abarttığı için ilk yarı boyunca biz en fazla dört, Beşiktaş iki sayı farkla öne geçebildi. Oglivy'le skor üreten Beşiktaş'a Ukiç ve Kaya ile yanıt verdiğimiz ilk çeyreği 20-19 önde kapadık. Chatman pick and roll'ü iyi oynayan bir guard olmadığı için Oglivy ile pick and roll'ü daha çok Serkan üzerinden oynadı Beşiktaş ve biz de her zaman olduğu gibi savunamadık.

İkinci çeyrekte Beşiktaş yüksek yüzdeli dış atışlarla maça tutunurken biz serbest atış çizgisinden bile sayı bulamadık. Emir'in üçlüğü dışında tek bir isabetimiz bile yoktu çizginin gerisinden. Buna rağmen pota dibinde Oğuz'u iyi kullanarak ve Kinsey'in atletikliğiyle hücumda kolay sayılar bulabildik. Arka arkaya 6 serbest atış kaçırıdığımız bu bölümde oyun olarak üstünlük sağlasak da skora yansımadı bu üstünlük ve ilk yarı berabere sona erdi. 37-37

İkinci yarı başında Kaya ve Kinsey'in savunmaya getirdiği sertlik sonrası Emir'in soyunma odasından Bodiroga maskesiyle dönmesiyle birden bire momentum lehimize döndü. Emir'den arka arkaya gelen üçlüklere Ukiç'in smacı ve Kaya'nın basketi de eklenince çift haneli farkı yakaladık. Sadece Oglivy'nin serbest atışlarıyla ayakta kalabildi bu bölümde Beşiktaş. Üçüncü periyot 58-51 sona erdi.

Son periyot Emir kaldığı yerden devam etti, Beşiktaş'a oranla daha derin ve nitelikli kadroya sahip olmanın avantajıyla son 5 dakikaya 12 sayıyla önde girdik. Beşiktaş maçın son bölümünde Cevher, Chatman ve Hüseyin'in üçlükleriyle farkı 5'e kadar indirse de arka arkaya gelen üç hücum ribauntu sonrası maçı koparan basketler yine Emir'den geldi ve Türkiye Kupası 3. kez müzemize girmiş oldu.81-72

Emir uzun zaman hatırlanacak bir performans koydu. Takımın şut anlamında çember dövdüğü bir maçta ikinci yarı resmen hücumu tek başına yönetti. Drive etti, şut attı, faul aldırdı, her şeyi yaptı, geldiğinden beri kendisinde gördüğümüz Bodiroga kumaşını ete kemiğe büründürdü. Takımın attığı 5 üçlüğün hepsi kendine ait. Felaket faul attığımız bir maçta en kritik faullerde 6/7 isabet sağlayarak 35 sayı, 3 ribaunt, 4 asistle maçı tamaladı. Son periyot Emir dışında saha içi isabeti bulan oyuncumuz yoktu sanırım varsa bile zaten asisti Emir yapmıştır.

Türkiye Kupası öncesi sakatlık yaşamayalım da ne olursa olsun diye düşünüyordum ama Fenerbahçe'nin olduğu her yerde zuhur eden şanssızlık talihsizlik Kayseri'de de fazla mesai yaptı. Mirsad'ın diz sakatlığı büyük ihtimalle ciddi ve bu yaşta bir oyuncunun bu sakatlık sonrası kariyerine devam etmesi çok zor. Kesin sonuç İstanbul'daki MR sonucu belli olacakmış ama Euroleague için çok ciddi bir kayıp verdik. Kupayı verip sağlam dönmeyi yüz kere tercih ederdim. 90'larda Play off öncesi iki yıl üst üste burnu kırılan İbo'nun sakatlıklarını bile geçti bu sene yaşadıklarımız. Önce Engin, sonra Vidmar, Kaya'nın da çok sağlam olmadığı kronik bir sakatlığı olduğunu düşünürsek uzun rotasyonumuz daraldıkça daraldı. Bu gruptan bir şekide çıksak bile Vidmar ve Mirsad'sız bir Top 8 eşleşmesinde şansımızın epey azaldığını düşünmek lazım. Kaldı ki Mirsad yaptıkları istatistik kağıdına yansımayan takımın ruhani liderlerden biri olduğu için etkisi çok fazla olacak. Tadı tuzu kalmayan bir kupayı aldık ama Beşiktaş taraftarına da bir şeyler söylemek lazım.

Bir oyuncu muhtemelen kariyerini bitiren bir sakatlık yaşarken ona küfür edip, oh oh çeken hayvanların da yaptığı Beşiktaşlılık duruşuna dahildir herhalde. Her platformda Fenerbahçe nefreti kusan, maç öncesi abuk sabuk konuşup aklı sıra hakem etkileyecek yöneticilerin istediği kışkırtığı taraftar profili de bu zaten. Yenince Feneri yenip yenilince Ülkere yenilen şizofren Beşiktaş taraftarına geçmiş olsun. Mirsad'ın sakatlığının korktuğumuz kadar büyük olmaması en büyük dileğimiz. 2011'in ilk kupası camiaya hayırlı olsun. Siftahı Emir'den bereketi Allah'tan diyelim.
Devamı ...

12 Şubat 2011

Şaka mısınız?



Beşiktaş Kulübü Amatör Şubelerden Sorumlu Yönetim Kurulu Üyesi Şeref Yalçın, Fenerbahçe Ülker ile oynayacakları final öncesinde siyah-beyazlı kulübün internet sitesinden yaptığı açıklamada, ''Tarihi final öncesinde endişeliyiz. Turnuva boyunca hakem hatalarının özellikle Banvit-Fenerbahçe Ülker maçında sonuca tesir ettiğini görmekteyiz. Fenerbahçe Ülker lehine tanınan azami toleransın, Galatasaray Cafe Crown maçında gördüğümüz gibi, rakip takımlara tanınmaması bizi endişelendirmektedir'' ifadelerini kullandı. Beşiktaş Kulübü açısından büyük önem taşıyan finalde Merkez Hakem Kurulu'nu (MHK) çok dikkatli tayin yapmaya davet eden Yalçın, ''Bu saatten sonra Beşiktaş camiası olarak hakem hatalarına tahammülümüz yok'' dedi.
Bu nasıl bir kafa arkadaş? Ne olmuş Banvit ve Galatasaray maçlarında? Hangi karar sonuca tesir etmiş? Galatasaray 27 faul atışı kullanmış, Fenerbahçe 15. Fenerbahçe aleyhine 7 tane fazla faul çalınmış. Neyin toleransı bu? Hangi hakem hatasını tahammülünüz yok? Sırf sinir bozmak için açıklama yapmaya başladılar. Zerre utanma kaldı mı bu adamlarda?

Devamı ...

11 Şubat 2011

Bol Defolu Derbi Galibiyeti



Maça geçmeden bu maçları sınırlı sayıda insanın sahip olduğu bir dijital platformda yayınlama kararı veren dünyanın en kötü federasyonuna değinmek lazım. Dün Kurtlar Vadisi'ni izlemek için Banvit maçını açmayan lokal ahalisi, bugün herhangi bir diziyle çakışmadığı için, biraz da derbinin ismi nedeniyle zorluk çıkarmadılar ve maçı seyredebildim. Pazar günkü finalde de lokaldeki tv kumandasının karar vericisi konumunda olan amcanın iyi tarafından kalkmış olmasını umuyorum.

Maça savunmada silik, hücumda üçlük çizgisinin gerisinden son derece keskin bir şekilde başladık. İlk dört üçlük denemesinin hepsi isabetliydi ki bunlardan birinin Lavrinoviç imzalı olması sene başından bu yana %19-20 civarında üçlük atan Litvanyalı açısından son derece kritikti. Galatasaray içeriden sayı bulurken biz neredeyse boyalı alana uğramaya tenezzül etmeden skor bulduk. Bu delice üçlük yüzdesiyle 8-10 sayılık farkı yakalasak da Saras'ın oyuna girdiği bölümde baskı karşısında birkaç hatası, ile Tutku ve Andriç'in sayılarıyla Galatasaray farkı eritti. Saras'ın faul atışlarıyla ilk periyotu 4 sayıyla önde kapattık. 20-16

İkinci periyot yine savunmalar yumuşak başladı. Schumbert'in iki üçlüğüyle Galatasaray öne geçmeyi başarsa da Schumpert'in hücumdaki zehrine savunmada Mirsad'la baş başa bırakarak panzehiri bulduk. Mirsad'ın arka arkaya sayılarıyla skor bulurken Ömer'in Tutku'yu yavaşlatmasıyla Galatasaray hücumları gittikçe potadan uzaklaşmaya başladı. Mirsad ve Lavrinoviç'le dört numaralı pozisyondan bulduğumuz sayılarla farkı çift hanelere çıkardık. Lavrinoviç'in Andriç'e yaptığı temiz blokta bu arada boşa gitti hakemin işgüzarlığı yüzünden. Periyot sonlarına doğru her zamanki hastalığımız olan biraz gevşeme yüzünden abuk subuk hatalar yapsak da ilk yarıyı dokuz sayıyla önde kapadık. 47-38

Üçüncü periyot kaldığımız yerden üçlük isabetleriyle başlayıp savunmayı sertleştirince fark önce 15'leri sonra da Tomas'ın üçlüğüyle 20'leri buldu. Tutku, Kinsey tarafından savunulduğunda Kinsey iyi bir bireysel savunmacı ama iyi bir pick and roll savunmacısı olmadığı için çok kolay ekarte edilebiliyor perdeyi yiyince, Ömer daha aklıyla, oyun bilgisiyle pick and rolleri savunabildiği için Tutku onun tarafından savunulduğunda Galatasaray hücumunun akıcılığı azaldı bu çeyrekte. Oktay Mahmudi Abdi İpekçi'deki maçtaki dayak atan savunma karşısında sus pus kalan hakemleri Kayseri'de bulamayıp sahaya bir kaç kez girince çok istediği teknik faulü aldı. Üçüncü periyotun sonunda fark 23'leri gördü ve 60-49'la son periyota girdik.

Son periyot oyuncular fişi çekmiş olmanın rehaveti ve Galatasaray'ın tam saha presiyle bir anda şaşkınca dolaşmaya başladılar. Üst üste hücumlarda topu potaya atamadan döndük. 7-0'lık bir seri yiyerek başladığımız periyotun ortasında fark 12'ye kadar düştü. 6 dakika boyunca sadece Preldziç'in fast breaktan bulduğu bir sayı vardı bizim hanemizde. Saras'ın baskı kaşrısında bocalaması, Kinsey ve Emir'in erken şut tercihleri ve Emir'in Haluk'a yaptığı aptalca faul sonucu yediğimiz üç sayıyla fark 7'ye kadar düştü. Bu bölümde hakemlerin çok ucuz düdüklerle Galatasaray'ı bolca serbest atış çizgisine yolladıklarını not etmek lazım. Ukiç'in son dakika içindeki basketiyle 5'e kadar inen farkı tekrar 7'ye çıkarıp krize soktuğumuz maçı kazanabildik sonunda. 77-70

Bardağın dolu tarafında sene başından beri problem olan Lavrinoviç var. 4 tane üçlüğü 13 Euroleague maçının tamamında bulamamış Litvanyalı bu maç 4/5 üçlüğü 21 dakikada attı. Taurasi'nin ilk maçında 11 de 0 attığı ve kısa süren Türkiye kariyerindeki en kötü maçını oynadığı salonda Lavrinoviç en iyi maçını oynadı. Üçlük yüzdemiz yine süper %57 ile. Problem yaşadığımız faul çizgisinde de %87 ile oynadık. Bardağın boş tarafı, hatta bomboş tarafı demek lazım son periyottaki düzenden çıkmış halimize. Maçı kazansak da son periyot koç da oyun kurucular da sınıfta kaldı. Spahija tam saha baskı karşısında Ukiç-Saras'ı bir arada kullanmayı denemedi, sahadaki oyuncular ise maçı bitirmeye oynadılar. Yani 8-10 sayı öndeyiz diye süreye oynamak kadar aptalca bir şey yok. Baskı yapılıyorsa baskıyı cezalandırmak için oynarsın ki baskı geri tepsin. Baskıdan topu kurtarıp 6-7 saniye kala topu birine teslim edip Allah'a emanet hücum ettik bu bölümde. Bu seviyede bir takımın 23 sayıdan maçı komaya sokması kabul edilemez. Bu sene ilk kez de olmuyor bu, Valencia maçında da son 3 dakika skoru korumaya oynamış ve yine komaya sokmuştuk maçı. Sene başındaki Efes maçında da yine 17 sayı öndeyken vermiştik. Spahija'nın bu durumlarda takıma müdahale edememesi de problem. Buralar bu hataları kaldırıyor ama özellikle 8'li finalde biribirine yakın geçecek maçlarda başımıza iş açacak bu son dakikaları kötü oynama problemi.

Bardağın bir başka boş tarafı delici guardı savunamamak. Ligdeki Galatasaray maçındaki aynı senaryoyu bir kez daha yaşadık bugün. Tutku-Andriç ikilisine kariyer maçlarından birini oynattık. Bu kadar kötü pick and roll savunması yapabilir bir takım ancak. Kısayı savunan oyuncu Kinsey olmamalı bu durumlarda. Uzunu savunan da Oğuz olmamalı, Eğer rakip sürekli bu 1-4 numara ile tepe pick and roll'ü oynuyorsa bu pick and roll savunmasını dışarda Ömer içerde Kaya ile yapmak lazım. Nitekim Ömer'in savunduğu bölümlerde Tutku biraz yavaşladı bu maçta da. Andriç'in 30 sayısı Tutku'nun 13 asisti bizim pick and roll savunmasının hal-i pür melalinin göstergesi

Hakemlere gelince skora göre düdük çaldılar. Maç başa başken çalamadığı düdükleri son periyot çok ucuz çaldılar. Maç 15 sayı değil de başa baş gitse o düdükleri çalamayacaklar oysa. Bir not da Sean May için. Arkadaş, takımın derbiye çıkacak sen maçtan yarım saat önce Twitter'de fink atıp "ipod'a şu program nasıl yüklenecek bu programı çalıştıramıyorum" derdindesin. Maçtan iki dakika önce kamera çekiyor gözü hala ipod'unda adamın. Twitter'de attığı twitlerin de yüzde 80'i ipoduyla ilgili. Şu ipod la ilgilendiğinin yarısını post up oyununa ve şutuna versene arkadaş ne biçim adamsın sen, tövbe tövbe.
Devamı ...