Çarşı Yılmaz Özdil Soludur


“Two size” manşeti unutulmaz. Star Gazetesi’nin yazı işleri müdürü Yılmaz Özdil şöyle bir sayfa yapmış. Altalta iki fotoğraf. birinci fotoğrafta yerde saçlarından tutulmuş bir İngiliz yanındaki kutuda “Leeds’li holiganlara Taksim’de kafasına vura vura vatan toprağını öptürdüler” yazıyor, hemen aşağısında çimlere secde etmiş Kewell’ın resmi yanında bir kutucuk “Leeds’li futbolculara Sami Yen’in çimlerinde cenaze namazı kıldırdılar. Hem de Two rekat.”

Bu manşet Yılmaz Özdil’in yükselişini elbette engellemedi. Ciner Grubuna geçtikten sonra ulusalcı – muhalif yazılarıyla edindiği popülarite TMSF tarafından gruba el konulduktan sonra Hürriyet gazetesine geçmesini sağladı. Bugün hayatının madden ve manen yaşadığı bu en parlak devrinde de “Two Size” manşetini atan Yılmaz Özdil’den örnekler sunmaya devam ediyor. Diyelim, Ahmet Türk’e atılan yumruğu kutladığı veya son zamanlarda yazdığı “Hasiktir” başlıklı yazılar yazarın seviyesinin maddiyatıyla orantılı olmadığını gösteren güzel örnekler.

Müthiş bir popülaritesi var. Binlerce insan yazılarını forward emaillerle gönderirken büyük bir şevkle birbirlerine ne kadar haklı olduğunu anlatıyor. Sözlük gibi mecralarda “Kendisinin görüşlerine katılmam ama” diye başlayan yazılarda yazıları övülürken, dili “kısa ve öz”, “halkın anlayacağı türden” bulunuyor. O “korkusuzca gerçekleri söyleyen” bir yazar, Excel formatında yazdığı yazıların yekünü de “yaratıcı” esprilerle dolu, hakikati ortaya koyan birer abide. Politik olarak solda bir ulusalcı, Anıl Çeçen’in “Ulusal Sol” kitabını okuyup okumadığını bilemeyiz ama yazılarında ifade ettiği görüşleri koyabileceğimiz başka bir siyasal nokta da bulunmuyor.

Şüphesiz bizim için Yılmaz Özdil Türkiye’de sola dair ne varsa, onların tam da olmasını istemediğimiz hallerini temsil eden güçlü bir figür. Sorunumuz yazılarının kısalığı değil argümansızlığı, derdimiz gerçekleri ortaya koyması değil gerçekleri bir türlü ortaya koymayı başaramaması, bütün yazıları duygusal ironiler üzerinden yapılan yollamalar olarak tarif edilebilecekken yarım yamalak doğrular ve önyargılar üzerinden yaptığı tümevarımlarla Türkiye’de insanın insana düşman olmasını sağlayacak, diyelim etnik temeller veya dini inanışlar sebebiyle bir kısım insanları diğerlerinden daha az makbul ilan edecek fikirleri yeniden üretiyor. Bu nokta, bizim de Yılmaz Özdil ile ayrımımızın esası.

Biliyor ve açıkça söylüyoruz ki, Yılmaz Özdil hala manşet atıyor, sloganlarla ajitasyon yapıyor, yakaladığı ironileri bağladığı yerlerle bu ülkedeki müesses nizamın şiddeti övgüleyen, yaşama biçimleri üzerinden vatandaşlarını birbirinden ayıran diline omuz veriyor veya bu sistem içinde yaşayan insanların karşı karşıya kaldığı sistematik adaletsizlik ve eşitsizlikleri inşa eden tüm fikri kurumları da destekliyor.

Küçükömer’in tezlerine uzaktan bir örnek olacak şekilde, bu ülkedeki muhafazakar otoriter sağ içerikli solun önemli temsilcilerinden bir tanesi Yılmaz Özdil. Popülaritesini sağladığı siyasal iklimde oynadığı rol ne olursa olsun, makyevalist bir mantıkla bir takım gerçekleri özellikle kapatması, kendi siyasal ajandasına veya grubunun menfaatlerine uygun olduğu sürece de her türlü manipülasyonu yapabilmesiyle Yılmaz Özdil.

Sayısız örnek var, two size bunlardan biri – ve şüphesiz en önemlisi- burada açıkça suçu ve suçluyu övme var, bunun sebebi milliyetçi bir takım duygular, dolayısıyla Yılmaz Özdil için iki insanın ölümü gerçeği görülmeyebilir, buna karşın holiganların yaptığı “saygısızlık” öne çıkartılır, buna olan tepki bir şövalyelik hareketi gibi sunulabilir. Halbuki katillik, nedenlerinden bağımsız olarak, kötüdür ve objektif olarak bir insanın öldürülmesini bu şekilde lanse etmek en hafif tabiriyle rezilliktir.

Bu durum siyasal olanı hakiki olana tercih eden bir siyasal algılayış için çok önemli değil. Zira böyle bir akıl için siyasal olan yarattığı sonuçlar ve kendi değeri sebebiyle hakikatin bizatihi kendisinden önemlidir. Hakikat, siyasal amaçlar ve idealar uğrunda yeniden şekillendirilebilecek bir veri setinden ibarettir. Bir kısmı atılabilir, yeniden düzenlenebilir, törpülenebilir veya yok sayılabilir. Önemli olan siyasal amaca hakikatin uygunluğudur.

Bu tabi nihayetinde insanları vicdansızlaştırır, ahlaktan uzaklaştırır. Bu makyevalist bakış açısı en sonunda insanı hak çizgisinden uzaklaştıracak, siyasal olanı hakka üstün tutmak, nihayetinde gücü hakka üstün tutmaya da yol açacaktır. Öyle ki kamuoyu algısında veya pratikte hakkı – hakikati- belirleyebilecek gücü olan haklı da olacaktır, önemli olan güçler arasındaki çatışmadır, kim diğerine galabe çalarsa hakkı da o belirleyecektir öyleyse güçlü olmak için yapılan her şey mübahtır.

Bu tip bir uzaklaşmanın nasıl feci sonuçlara yol açabileceğini de elbette biliyoruz. Söylediklerini haktan uzaklaştırıp siyasal olana yaklaştıran ve siyasal amaçları için her edimi meşru gören bir zihniyet nihayetinde güven / itibar erozyonu da yaşayacak, sistematik olarak hakkı çiğnediği – suistimal ettiği için geniş kitlelerle bağlantısı kopacak, kendi siyasal alanında –belki bir süre- önemli bir figüre dönüşecekken o alan dışında belirleyiciliği kalmayacaktır. Bu bir şahıs için doğru olduğu gibi hükümetler için de doğru. sistematik olarak kendi amaçlarına ulaşmak için hakikati saklayan, değiştiren veya hakikati baskılamaya çalışan her iktidar hakikat tarafından yenilmeye mahkumdur, bu yalnızca bir zaman meselesidir. Ülke tarihini bilenler için bu önermenin ne kadar doğru olduğu şüphesiz daha açık.

Bu kadar Yılmaz Özdil değerlendirmesi şu cümleyi ifade edebilmek için: Popülist, hamasi, milliyetçi, şövenist muhalif Yılmaz Özdil Solu neyse Çarşı’nın da diğer taraftar grupları arasındaki yeri tam olarak o.

Çarşı’nın da aynı Yılmaz Özdil gibi söylediğini hak terazisinde tartmasına sebep olan bir vicdanı yok. Bu ülkedeki taraftar gruplarındaki yaygın takım faşizmi ve şövenist ve saldırgan bir dille kendini ifade etme biçimleri bütünüyle Çarşı’da da var. Değişen yalnızca kelimeler.

Yılmaz Özdil nasıl Türkiye’deki yaygın milliyetçi, ulusalcı, şövenist, muhafazakar, baskıcı – tahakkümcü – müesses nizam gazete yazarlarından dil oyunları, esprileri, şakaları, ironileri ile sıyrılıyorsa Çarşı’nın da yaşadığı bu türden bir ilerilik. Diyelim bu ikisinin de internet yoluyla müthiş bir popülariteye kavuşması, “Yaratıcı Beşiktaş Taraftarı” ile “Gerçekleri söyleyen keskin dilli yazar Yılmaz Özdil” sloganlarının doldurduğu alanlardan kaynaklanıyor.

Çarşı nasıl tam da Beşiktaş’ın sportif olarak inişe geçtiği bir zaman diliminde üstünlük ve farklılık arayışı içindeki Beşiktaş taraftarının yüreğine su serpen olarak övgülere boğulduysa ve kendinden bahsettirdiyse –şüphesiz bahsedilecek ondan başka da pek az şey vardı- Yılmaz Özdil de ait olduğu siyasal akımın inişe geçtiği, muhalefette kaldığı, temel ideolojisinin alabildiğine sorgulandığı bir zamanda, kendini ezilmiş / sıkışmış / baskı altında hisseden kitlelerin bahsetmeye değer bulduğu ifadelerin mimarı oldu, başka bir şey değil.

İkisinin de müesses nizam veya egemenlerle herhangi bir dertleri yok, Yılmaz Özdil için vesayet rejimi basbayağı kutsanacak, ideolojisi yeniden üretilecek veya savunulacak bir değerken, Çarşı grubu için de Demirören ve temsil ettiği başarıya odaklı, sükseli transferli, popülist söylemli, Fenerbahçe düşmanı zihniyet hemen hemen aynı şeyi temsil ediyor. Yılmaz Özdil nasıl başarısızlık, kifayetsizlik bağlamında CHP yönetimini eleştiriyor –ama günün sonunda mutlaka da onun yanında duruyorsa- Çarşı da işte o şekil yaptığı başarısızlık eksenli eleştirilerden sonra Başkanın etrafında bir güvenlik barikatı kurabiliyor. Bunları yaşadık, gördük, biliyoruz.

Son olay, Çarşı’nın eylemleriyle simgelediği her şeyin iyi bir dışavurumundan ibaret. Yılmaz’ın nasıl büyük kötüsü AKP ise ve ne olursa olsun ona zarar verecek her şeyi destekleyecek, iddiaları yalan da çıksa özür dilemeyecekse, Çarşı’nın büyük kötüsü de Fenerbahçe ve bu uğurda Taurasi gibi alanında dünyanın en iyisi bir sporcuyu yaralamak da vaka-i adiye. Elbette özür dilemeyecekler. Elbette Taurasi’nin doping kullanması ve üstünden geçtikleri Aziz Yıldırım makarası için yüzleri kızarmayacak, siyasal olarak doğru olanı yaptılar, hakiki olması gerekmiyordu ve “bu işler de böyledir zaten”

Tam da bu sebeple ben de diyorum ki, Türkiye’de takımını evinden TV izleyerek destekleyen, sonuçlar kötüye gittiği zaman gazetelerin son sayfasındaki spor yorumlarını bile okumayan taraftar dahi benim için Çarşı’nın yekününden anlamlı ve değerlidir. Zira bu taraftar, en nihayetinde insanın insana saldırmasına sebep olan bir hasmane düşmanlık dilini üretmiyor, üretilmesine sebep de olmuyor, hakkı çiğneyerek insanları bir güç savaşında zombi gibi birbirlerini yemeye yönelten beyinsiz politik makineler haline çevirmiyordur. Bu taraftar, hakkı görmezden gelerek rakibine zarar vermesi umuduyla yarı gerçek doğruları ortaya koymuyor, bir büyük kötü mitosu ile rakibini büsbütün şeytanlaştırırken onun üzerinden kendisini bir aziz gibi yansıtmıyor ve nihayetinde de öfke, şiddet, azap üçgeninde sıkışıp kalmış bir politik döngünün de unsuru olmuyor. Oysa Çarşı bunların hepsinin hem mimarı, hem görünüm şekillerinden biri hem de müsebbibi. Çarşı dili edebiyatında düşman Fenerbahçe’nin iyi yapabileceği hiçbir şey yok, Fenerbahçe’nin hakları ancak Beşiktaş’ın zararı olarak anlamlı ve o halde hepsi yok edilebilir, bu uğurda bir sporcuya dahi iftira atılabilir, hepsi kabak gibi yanlış çıksa da geri adım atılmaz. Utanma yok, sıkılma yok, hep saldırı büsbütün atak.

Bu haliyle Çarşı elbette kendi taraftar potasında önder gruplardan biri olabilir, saldırgan, şövenist, mutlakıyetçi dili elbette popülerliğe mazhar olabilir, sadece hiçbir zaman haklı olamaz ve asla da olamıyor. Şu gün Çarşı en nihayetinde bir taraftar grubu, bütün taraftar gruplarından hiçbir farkı yok ve üzerine ne kadar romantik bakış açıları geliştirmeye çalışırsak çalışalım bunlar ancak işin kozmetiği, yüzleri aynı bakıyor, sözleri aynı yere gidiyor, kutladığı düşmanlık içerisinde hep birilerinin hakkı yeniyor.

Bununla abad oluyorlar mı? İşte Yılmaz ne kadarsa o kadar. Korkunç karnesiyle, kendisinden 10 kat az okunan yazarların prestij ve belirleyiciliğinin altında, bir hükümranlıktaki tamtam sesi, başka bir şey değil.


19 comments:

  1. Chemedya dedi ki...

    Okumaya doyamadığım bir analiz olmuş.

  2. Cahit Binici dedi ki...

    Çarşı'yı şöyle formülize etmekte kendi adıma bir sakınca görmüyorum:

    bir tutam hasmet babaoğlu entellektüelliği, bir tutam feridun duzağaç romantizmi ve üzerlerine sos olarak da bol miktarda mükremin abi delikanlılığı...

  3. aydın dedi ki...

    Kendilerini futbola kanalize etmiş ve tribünlere karışan entelektüel altyapısı olan insanlar sayesinde ''abi bunlar bir taraftar grubundan fazlası'' şeklinde değerlendirilen bir grup.
    Fantastik ülkemde üstte bahsettiğim insanların kısıtlı katılımı sayesinde türlü it, kopuk, küfürbaz, hapçı, çeteci de nice övgülere mazhar olmuştur.Zanediliyor ki sosyal duyarlılık gösterenlerle maçlarda bağırıp çağıran primat sürüsü aynı topluluk, tamamen homojen.Keza işsiz güçsüz vasıfsızların laf ebeliğinin ''yaratıcılık'', ''zeka'' diye nitelendirilmesi de olayı bitiriyor.Bizzat Alen diyordu ya, ''sabaha karşı 4'te arayıp 'abi yeni tezahürat buldum' diyenler var''.
    Entelektüel grubun kopuşu Dink suikastinden sonra oldu, astırılmayan pankartlar, futbol - siyaset denkleminin bu ülkede tutmayacağı gerçeği derken tribünden kovuldular, artık ''fazla'' oluyorlardı, ihtiyaç da kalmamıştı.Zaten o süreçten sonra yaşananları anlatmaya gerek yok.Kaldılar başbaşa ve ilk iş birbirlerine zarar verdiler.

  4. gumgumok dedi ki...

    Okuduğum en güzel ve yerinde blog yazılarından biri olmuş. Tebrikler...
    Çarşı'nın cila olarak kullandığı birçok sol argüman dışarıdan o kadar parlak görünüyor ki birilerine, Ece Temelkuran gibi biri bile sempati duyabiliyor. Temelkuran'ın sol yanı güçlü olduğu kadar kadınlığı da güçlüdür ama nedense kadın basketbolu maçlarında Çarşı'nın cila altında kalıp da ortaya çıkan özüne dair bir fikir sahibi olmayı reddediyor.
    Diğer taraftan Çarşı ile Yılmaz Özdil benzetmesi durumu çok güzel özetlemiş. Fakat bana göre Yılmaz Özdil'in bu kadar takip edilip sevinmesiyle Çarşı'ya duyulan sempatinin nedenleri farklı. Onlardan biri de bahsettiğim 'sol söylemli cila'. Yılmaz Özdil, kendinden olmayana duyulan -bazen saklı, bazen açıktan- nefretin sözcüsü. Takipçileri; Türk olmayana, dini kimliğini diğer kimliklerin önünde tutanlara, farklı politik alanda olanlara vb. karşı duydukları içsel nefreti onunla dizginleyebildikleri için rahatlıyorlar. Fakat Çarşı'ya sempatiyle yaklaşanlar, şimdiye kadar milliyetçiliğin ve devletçiliğin esir aldığı tribünlerde bir nebze olsun sol söylem duymanın dayanılmaz etkisine kapılanlardır. Yılmaz Özdil solcuğuluğu bana göre de duyarsız bir yurttaştan ya da MHP milliyetçiliğinden daha yıkıcıdır ve bu blog yazısındaki gibi tespitler 'kral çıplak' seslerinin artması için önemlidir.

  5. sayerlack dedi ki...

    Çarşı sadece bir taraftar grubu.İçinde iyisi de kötüsü de var.Yılmaz Özdil muhalif bir gazeteci.Yılmaz Özdil'den daha tehlikeli yazarlar var.Bir Şamil Tayyar,Nazlı Ilıcak,Mehmet Baransu,Ahmet Altan,Tarikat Suratlı Emre Aköz söyleyin bakalım bunlarmı yoksa Yılmaz ÖZdil'mi yazdıkları ile zarar verir.

  6. Bvray dedi ki...

    Paralellik bir yana, Çarşı mensupları ile Özdil sevenlerin kesişim kümesinin de çok geniş olduğunu sanıyorum.

  7. o diil de dedi ki...

    Oncelikle, çok güzel bir yazı, ve benim de kendi kendime çok yaptığım farklı dallardan simgeleri futbol simgeleriyle özdeşleştirme, benzetme ortak özellik bulma gibi düşüncelerin çok güzel bir dille anlatılışı olmuş..

    Bu benzetmeleri yapan biri olarak şunu diyebilirim, örneğin fenerbahçe türkiye benzetmelerinde sırf bir kere kafa yordugumda bundan çok daha fazla ortak nokta bulabiliyorum.

    ama burada karşılaştırılan iki şey de o kadar içi boş ki 3 adet benzetme yetiyor da artıyo bile..

    her gün önceki gün yaşanan bir olayı nası yorumlayacağını nası kaleme alacağını ezbere bildiğin bir yazar..

    ve her başarıda ve başarısızlıkta sadece rol kapmaya çalışacağını bildiğin ve her olayda tepki verecegi adresin hep fb olacağını bildiğin bir taraftar grubu..

    iki boş kümenin kesişim kümesi gibi olmuş..

    sadece tutarsızlıkta ve ikiyüzlülükte yılmaz özdili çarşıdan ayrı görüyorum. çarşı'nın iki yüzlülük ve tutarsızlıkta bol elemanlı bir kümesi var..

  8. nonameyesname dedi ki...

    bir spor kulübünün taraftarlığı temel alınarak oluşturulmuş bir blogda böyle bir yazı okuma şansına sahip olduğum için gerçekten çok mutluyum. başından sonuna kadar nefis bir yazı olmuş. etliye sütlüye dokunarak düşünmeye yazmaya devam.
    elinize sağlık.

  9. Absurd Prayer dedi ki...

    Fenerbahçe tribünleri gibi, "Adam Gibi Adam Recep Tayyip Erdoğan" pankartı açmamalarıyla da, hiç değilse muhalif ruhlarının Özdil ile benzeştiğini öne sürebiliriz. Biat etmezler.

  10. Culann Patera dedi ki...

    bu tip heterojen grupları sahibinin kim olduğu pek de ortada olmayan söylemlerin analiziyle sökmeye çalışmak, hele de bunu bir bireyin (y.ö.) söylemleri ile analoji kurarak yapmaya çalışmak yöntem olarak indirgemeci ve epistemolojik olarak da külliyen yanlış geliyor bana. taraftarsınız siz de sonuçta, olur o kadar.

    fakat kültür süreçleri ve sosyal kimlik teorisi üzerinden bir okuma yapsaydık çarşı'nın bugününü aynen ekşisözlük'ün bugününe benzetebilirdik bence. nazmiye demirel gibi yazarlar bugün neden ekşisözlük'te yoklarsa aynı sebeplerle çarşı içinde de yoklar. bu ülkenin ortalamasından bir tık daha ötede olduğu mitosu ile varlığını sürdüren ekşisözlüğün dili ne kadar faşist, seksist, şoven ve etikten yoksunsa çarşı da aynı durumda. bu, popülerleşmenin getirdiği yüzeyselleşme ve baudrillard'ın transkimliklerden bahsederken söyledikleri ile daha bi anlamlandırılabilir sanki.

  11. PVH dedi ki...

    Sadece basliga bakip yorum yapanlar olsa olsa zeka seviyeleri hakkinda fikir veriyor. Her kelimenin paragraf olmadigi yazilari okumak zulum geliyordur. Absurd Prayer kac cumle okuyabildi acaba, merak icindeyim. Ozet gecelim mi abi? Anlamak kolay olur sizin icin de.

  12. solo dedi ki...

    "sandıkta görüşürüz" pankartı açan da o tribünlerdi. kendi oluşturduğu bir garip şovenizme biat edenler duysun

  13. jbck dedi ki...

    PVH öyle deme, bak muhalif ruhlar Özdil'le benzeşiyormuş, biat etmiyormuş, bugün yeni bir şey daha öğrendik.

  14. Ömer Özlü dedi ki...

    Bu blogta son zamanlarda bilmediği şeyler hakkında atıp tutmak moda olmuş gibi görünüyor, özellikle bu bilinmeyenler Beşiktaş'la ilgiliyse...

    Beşiktaş tribününü ne kadar tanıyorsun? Beşiktaş taraftarının yapısını biliyor musun? Kimisi maça gelmeden önce Kazan'da içerken kimi camide namazını kılar bilmiyor musun? her yerden, her meşrepten taraftarı vardır, bilmez misin? Ben Beşiktaşlıyım, Yılmaz Özdil'den nefret ederim, Yılmaz Özdil Ferrari'yi çakma italyan diye aşağıladığı için Beşiktaş taraftarınca hiç sevilmez, bilmiyor musun? (çakma Beşiktaşlıymış kendisi, orası ayrı)

    Yani demem o ki bazen Beşiktaş'a sallayacağım diye boş konuşuyorsunuz, kendinizi komik durumlara düşürüyorsunuz. Fenerbahçe tribünlerinde 'rıza efendi iki ekmek bi süt', 'İTaat et' gibi pankartların açıldığı zamanlarda Beşiktaş kapalısında Beşiktaş-Fener efsanelerinin resimlerinin altında 'saygımız 100 yıllık ebedi dostluğu ve ezeli rekabeti yaratanlara' yazan pankartlar açılıyordu. hangisi yaklaşım yılmaz özdil'inkine benziyor diye sormak isterim.

    ama yine beni taşlayacaksınız şimdi, yine de yazmak istedim.

  15. solo dedi ki...

    @ damacana

    Senin o her meşrepten adam var dediğin adamlar kendi sosyoekonomik durumunu bjk üzerinden veya bjk üzerine değerlendiren insanlar değil, öncesi var. O üzerine veya üzerinden değerlendirilen nesne artık "protest" yapı sonrası Beşiktaş. Kiminin içki içmesi kiminin namaz kılması soluğu çarşı'da alınca(ne demek istediğimi anlarsın umarım) pek önemli olmuyor sonuçta. Ama Fenerbahçe taraftarının öyle bir derdi yok zengin-fakir, içki içen-namaz kılan, sağcı-solcu kim olursa olsun sosyal veya ekonomik veya ruhsal seviyesi takımıyla kader birliği yapmış gibi davranmıyor, bulunduğu statü veya düşünce dünyası Fenerbahçe ikliminde bir ses bulsun ister ama Fenerbahçe'nin de bundan ibaret olmadığını-olamayacağını bilir, halkın takımı olmak bu demektir.

    Tam tersine 'rıza efendi iki ekmek bi süt', 'İTaat et' gibi örnekleri kullanarak sanki o tribünden sadece bunlar çıkar diye yanılgıya düşen sensin. Aynı "Adam Gibi Adam Recep Tayyip Erdoğan" pankartı açan tribünden sadece bunlar çıkar diye, "Gökçek'in oyununu oyumuzla bozacağız" pankartını görmezden gelen yorumcular gibi.

  16. PVH dedi ki...

    Besiktas kapalisi Fenerlilerin anasi hakkinda da pankart acti, yetmedi 1 ay Besiktasta ust gecitte sallandirdilar onu. Kadikoye sova geliyoruz diyerek bos meydanda 100 kisinin Fenerli baba ogula saldirdigini da biliyoruz, japon bayragi geyiklerini de. damacana kardesim, kusura bakma, yazida bahsi gecen uydurma, zorlama imaja ornek vermissin bir de, bu kadar kotu bir savunma yaptigina gore sizin tribunu senden iyi biliyorum belli ki.

  17. Ömer Özlü dedi ki...

    evet PVH kardeşim, nezih fener tribününden öyle pankartlar çıktı ki bazılarını burada yazmaya terbiyem müsaade etmez. çarşı'nın ya da Beşiktaş tribününün zorlama bir imaja gereksinimi olduğunu da düşünmüyorum (tribünümü tanıyorum sen rahat ol). kim kime saldırdı muhabbeti de özellikle benim kesinlikle tartışmasına girmeyeceğim bir konudur, çünkü işin içinden çıkamayız tahmin edersiniz ki :)

    solo, ben fener tribününden sadece o pankartlar çıkar demiyorum, ayrıca çarşı'dan sadece bu pankartlar çıkar da demiyorum, bak ne güzel söylemişsin aslında, demek ki yılmaz özdil soludur genellemesine de gerek yokmuş sanırsam.

    tayyip erdoğan, mesut yılmaz vs. siyasiler konusunda da çok pankart açılmıştır, açılacaktır,ben bunu eleştirmiyorum ki, ama mesela çarşı yazıda söylendiği gibi vicdansız, şoven, at gözlüklü bir grup olsa abdullah gül için hoşgeldiniz pankartı açmazdı, ya da orhan pamuk'un nobelini kutlamazdı. iyi olanları görüp, olmayanları kınamamız lazım, siz böylesiniz deyip yaftalamak doğru değil.

  18. PVH dedi ki...

    Okudugunu anlama sorunun var bence.

    Yeni moda bu, isine gelmeyin "ama genellemeyin, ben oyle degilim".

    "Şu gün Çarşı en nihayetinde bir taraftar grubu, bütün taraftar gruplarından hiçbir farkı yok"

    Bu cumleyi 49 kere oku, anlamazsan ben sana anlatacagim.

  19. Yavuz dedi ki...

    Culann Patera'nin yorumuna katiliyorum. Malesef Papazin Cayiri Carsi'nin ve Carsi'dan sol bir hareket yaratmak cabasi icine girenlerin soylemlerini fazlaca ciddiye aliyor. Bu nedenle Carsi'ya var olmayan bir "toplumsal grup" butunlugu atfediyor. Eger Papazin Cayiri'nin kaygisi sol mucadelenin guzel tezahurat besteleyip, "akil dolu" pankart asmaktan ote birsey oldugunu anlatmaya calisiyorsa Carsi boyle bir teste tabi tutulabilmek icin hayli az gelismis bir varliktir. Yazida eksik olsan mizah, fazla olan ciddiyettir. Carsi'yi bu kadar ciddiye almak (Carsi'dan kaynaklanmayan) postmodern zibidilige gereginden fazla deger vermek gibi geliyor bana.

    Sondaki "Carsi nihayetinde bir taraftar gurubu"dur notu bu acigi biraz telafi ediyor ama belki de yazinin tam da baslamasi gereken nokta burasidir. Umudumuz baska bir yaziya. Begenerek izliyoruz, abi!

Yorum Gönder