28 Şubat 2010

IBB 2 - Fenerbahçe 1
TSL 28/02/2010


NTVSPOR ve Ajanslar
Hafta içinde Lille'e elenerek Avrupa Kupaları'na veda eden ve Şubat ayındaki krizi tavan yapan Fenerbahçe, ligde aradığı morali bulmak için İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin karşısına çıktı.

Atatürk Olimpiyat Stadı'ndaki mücadelenin ilk yarısında futbol adına tatmin edici bir oyun yoktu. Orta saha mücadelesi içinde kısır döngüye dolanan maça hareketi Belediye'nin güzel golü getirdi. Selçuk'un orta sahada kaptırdığı topu, Ali Güzeldal savunmanın arasından İskender'in önüne salarken, kalesini terkeden Volkan’ı da çalımlayan İskender takımını öne geçirdi:1-0.

Pozisyon bulmakta zorlanan Fenerbahçe, ilk yarının sonunda Deniz'in ayağından topu ağlarla buluştursa da, Andre Santos'un kaleciyi engellediğine hükmeden yardımcı hakem Orkun Ateş, golü iptal etti.

İkinci yarıya rüzgarı da arkasına alan Fenerbahçe baskılı başladı. Rakibi yarı sahasına hapseden sarı-lacivertliler gole kaptanıyla ulaştı. Gökhan Gönül'ün ortasını voleyle karışık, hem de sağ ayağıyla Hasagic'in uzanamayacağı yere gönderen Alex eşitliği sağladı: 1-1.

Golden sonra tempo tekrar düştü. Golün şokunu çabuk atlatan Belediye, savunmasını öne çıkarınca Fenerbahçe yine pozisyon kısırlığına girdi. 78'de Alex'in Mahmut'a yaptığı hareketi Fırat Aydınus direkt kırmızı kartla cezalandırdı. Brezilyalı'nın Türkiye'deki ilk kırmızı kartının ardından sarı-lacivertliler iyice bocalamaya başladı. Topu tamamen hakimiyetine alan İstanbul BB., 82'de yine İskender'le öne geçti: 2-1. Kalan dakikalarda ise Fenerbahçe'nin şuursuz baskısı, tehlikesizdi.

Fenerbahçe'de bir şeyler olduğu artık su götürmüyor. İlk yarının sonundaki düşüşü çok andıran bu gidiş, ligin boyu kısaldıkça telafiye imkan tanımaz. Sanırım onlar için tek iyimser yön, hiç galibiyet alamadıkları ve 3. sıraya geriledikleri şubat ayının artık son bulması!

İSTANBUL BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESPOR: 2 - FENERBAHÇE: 1
Stat: Atatürk Olimpiyat Stadı
Hakemler: Fırat Aydınus, Baki Tuncay Akkın, Orkun Aktaş
İstanbul Büyükşehir Belediyespor: Hasagic, Rızvan, Cesario, Barbosa, Gökhan Süzen (Dk. 26 Ekrem), İskender, Efe, Sylla (Dk. 66 Mahmut), Tevfik (Dk. 87 Oğuz), Serhat, Ali
Fenerbahçe: Volkan Demirel, Gökhan Gönül, Bekir, Bilica, Andre Santos, Deniz (Dk. 46 Deivid), Selçuk (Dk. 46 Cristian), Emre (Dk. 88 Gökhan Ünal), Vederson, Alex, Güiza
Goller: Dk. 30 ve Dk. 83 İskender (İstanbul Büyükşehir Belediyespor), Dk. 57 Alex (Fenerbahçe)
Kırmızı Kart: Dk. 79 Alex (Fenerbahçe)
Sarı Kartlar: Dk. 53 Efe, Dk. 69 Ekrem, Dk. 90+3 Serhat (İstanbul Büyükşehir Belediyespor)
Devamı ...

27 Şubat 2010

UEFA Sıralamasında Son Durum


CL

Avrupa Ligi'nde ilk maçında ardından bu seneden ne beklememiz gerektiğini, grup maçlarının ardından da sıralamada ne kadar yükselebileceğimizi yazmıştık. Hafta içi bu maceraya son verdik ve arkamızdaki takımların durumu da belli oldu. 5 sezon önce aldığımız 10 puan yerine 12.5 puan aldık, sadece 2 puan yükseldik ve sıralamadaki yerimiz muhtemelen bir sıra değişecek. Son durum şöyle

Sıralama

Geçen seneye 35. başlamıştık, UEFA gruplarında ikinci torbaya girmiştik. Avrupa Ligi için ikinci veya birinci torbanın çok farklı olmadığını anladık. Önemli olan CL'ye katılırsak gireceğimiz torbaydı. CL'de muhtemelen 3. torbada olacağız. Bu sene sonunda 2. torbaya çıkma ihtimalimiz vardı, geçen sene 2. torbanın son takımı Glasgow 28. sıradaydı. Şu anda 33. sıradayız. Arkamızda olan ve devam eden takımlar Stuttgart ve Atletico Madrid. Stuttgart Barcelona'ya elenir diyelim, Atletico Madrid devam etse bile bir sıra ineriz. Ondan sonra Lille var ve 10 puan gerimizdeler, finale çıkarlarsa bizi yakalıyorlar. Yani bu seneyi büyük ihtimalle 33. veya 34. sırada bitiriyoruz. Tabloya bakınca CL'de 2. torbaya girmemiz mucizelere bağlı oldu.

Asıl kahrolmamız gereken 2 puan daha alsak 5 sıra birden tırmanacak olmamız. Yani ikinci Lille maçını 1-0 kazansak ve Liverpool'dan 2 maçta 1 beraberlik alıp elensek bile 28. sıraya kadar çıkabiliyorduk. Şimdi Ajax, Olympiakos, Glasgow gibi takımlar CL'ye katılırsa bizi torbalarda bir aşağı sıraya itiyor.

Gelecek sene, son 5 sezonda aldığımız en düşük ikinci puan olan 6.8 siliniyor. Yani Avrupa'da gelecek sene yine 12 puan alırsak muhtemelen ilk 25'e giriyoruz.
Devamı ...

The Force


Telsim tribunu

aethewulf'un bir rüyası vardı, "Imperial March çalınsa fena mı olur?" derdi. Imperial March değil ama Star Wars film müziği çalınmış. Koreografinin hikayesi şurada, aşağıdaki video da oradan.




Devamı ...

26 Şubat 2010

Fenerbahçe'nin 2009-2010 Sezonu Avrupa Ligi İstatistikleri


Fenerbahce SK

Ön Eleme Maçları


1. Maç:FenerbahçeHonvéd
: 5-1

2. Maç:HonvédFenerbahçe
: 1-1

3. Maç:SionFenerbahçe
: 0-2

4. Maç:FenerbahçeSion
: 2-2

Grup ve Eleme Maçları


1. Maç:FenerbahçeTwente: 1-2

2. Maç:SheriffFenerbahçe: 0-1

3. Maç:SteauaFenerbahçe: 0-1

4. Maç:FenerbahçeSteaua: 3-1

5. Maç:TwenteFenerbahçe: 0-1

6. Maç:FenerbahçeSheriff: 1-0

7. Maç:LilleFenerbahçe: 2-1

8. Maç:FenerbahçeLille: 1-1


Ön Eleme Maçları İstatistikleri

09-10 Avrupa Kupasi On eleme

Grup ve Eleme Maçları İstatistikleri

09-10 Avrupa Kupasi


Devamı ...

23 Şubat 2010

20 Liralık Taraftar, Anca Böyle Olur


Santra

''Fenerbahçe komikliği başka komikliktir. Tarif edilemez...'' diyordu maç sonrası Fenerbahçe taraftarı olmayan birileri.

Son 15 yılda 3-4 şampiyonluk görmüş camianın taraftarındaki ruh halini gördüm. ''Bu sene Fenerbahçe'yi şampiyon yapmayacağız'' diyen 100 yıllık çınarı emanet ettikleri adam ne ola ki, onun ahkam kesen fındık beyinli taraftarı ne ola!

Futbol medyasına ve futbolu takip eden güruha bolca malzeme veriyordu Fenerbahçe camiası. Derinlemesine düşünüldüğünde, Fenerbahçe üzerinden yapılan esprilerin boyutu, diğerlerinden farklı mıydı!

Daha çok gazete sattırıyor. Daha çok zaman harcanıyor. Daha çok üzüyor, daha çok eğlendiriyor...

Fenerbahçe'nin tökezlediği zamanda kucak kucağa, sarmaş dolaş olan rakipleri izlemenin keyfi bambaşka oluyor. Tabirinizle, Türkiye'nin en kibirli taraftar topluluğunu, kibirli olmaya siz yönlendiriyorsunuz. Fenerbahçe ile yatıyor, Fenerbahçe ile kalkıyorsunuz.

Bu faslı burada bitirelim. Maraton ya, sene sonuna saklayalım biz de eğlencemizi...

Yorumlara bakıyorum.

''20 liralık taraftar ile böyle olur zaten..'' diyorlar.

Guiza'nın aylardan, haftalardan beri biriktirdiği öfkenin dışavurumunu 50 TL'lik taraftar başka, 20 liralık taraftar başka yorumluyor. Anlamsız kadro dışına, bir o kadar daha anlamsız kadro içi hamlesi ile Avrupai standartlarını belgeleyen yönetime tepkisizlik bir yana, 5 sezondur ne yaptığı meçhul Önder Turacı ve uzayan-kısalan saçları hafızamızda kocaman yer kapladı bile.

Aradaki 30 liraya göre adam yargılıyor, sosyolojik tespit ypıyorlar. 50 TL'lik taraftarı da çekirdekçi diye itin götüne sokuyorlardı pek kısa bir süre önce..

Hem de çekinmeden devam ediyorlar.. ''Stadyuma böyle ucuz taraftar alırsanız, olacağı bu...'' diyorlardı.

Guiza'nın gözleri doldu ya, o da artık bizden biri. O da ezilenlerden. O da kaderin, feleğin zırvalaması.

Milyonluk camianın içinde siz, biz ayırımı yapılıyor, milyonluk ülkede de ''40 yıldır fişliyorlar, artık biz fişliyoruz'' diyerek sizleşiyorlar, bizleşiyorlar. Ne kadar da benzeşiyoruz. Al bir sosyolojik tespit daha!

PVH fıkra anlattı. Ben de küçük bir alıntı ile bitireyim;

Gökberk Bilgin - Alman lisesi ve Floransa Güzel Sanatlar Akademisi Mezunu -
İtalya'da turizm isi yaparken Apo yakalanınca işleri bozulup Turkiye'ye dönmüş.

''Çok düşündüm diyor, ne yapayım diye.. Fazla IQ gerektirmeyen, fazla efor ve iş gücü gerektirmeyen, vasıfsız insanların yapacağı ama iyi paza kazandıran bir iş düşündüm, futbol yorumcusu oldum.''
Devamı ...

Evin İçinde Kameraman Ne Yapıyor Fıkrası


Kamera

James o gün de her işten çıktığında olduğu gibi çok yorgundu. Neyse ki hafta içine maç konmuştu da eve dönüp maçı izleyebilecekti. Takım son haftalarda kötü gidiyordu ama James her maç için ayrı heyecanlanan bir insandı. Geçtiğimiz haftalar göz göre göre yenen gollerde çıldırmış, ligin dibindeki takımlara puan kaybedilince duvarları tekmelemiş, en son maçta da sinirden cama indirdiği yumruk kolunu kesmişti. Kolu sarılı geziyordu James.

Arkadaşlar "sen manyak mısın?" diye soruyorlardı? Bir futbol takımı için bu kadar üzülmeye, bu kadar sinirlenmeye değer miydi? James'in takımı çocukluğundan beri böyleydi, sinirden insanı titretirdi, taraftarlarının onlarca yıldır mottosu aynıydı "biz ne zaman rahat maç izleyeceğiz?". Daha önceleri James kadar manyaklaşanı da az değildi, gidip antreman tesisi bile basıyorlardı, şimdi uslanmışlardı biraz. James için takımı çok şey ifade ediyordu, "sen manyak mısın?" sorusuna ikna edici bir cevabı yoktu ama gerçekten delice bir tutkuyla bağlı olduğunu biliyordu.

James oturdu televizyonun karşısına, takımı maça iyi başladı hatta 2-0 önce geçiverdi maçın başında. Fakat James huzursuz, "Yok canım kesin üçleyecek bunlar bizi" diyor, "iki gol daha lazım bize" diye tepiniyor koltukta. O ara "acaba bardağın hep boş tarafını gören umutsuz bir vakasın diyenler haklı mı" diye de düşünmüyor değildi ama içinde kötü bir his vardı. Yılların getirdiği güvensizlikti bu herhalde. James küçükken gözyaşı bile dökermiş ama artık sinirden kendini yer olmuş. Derken takımı gol yemiş, "peh biliyordum" demiş kendi kendine. Sonra takımı yine oyunu bırakmış, insanların sinirlerini yıpratmak için uzaydan getirilen özel yıpratma timi kimliklerine bürünmüşler. Eveleye geveleye oynadıkları top yüzünden 90 dakikalar 900 dakika olmuş.

Sonra olan olmuş. 2 gol daha yemişler ve yenilmişler. James her zamanki gibi sinirden köpürüyor, üzüntüden ne yapacağını bilemiyor olmuş. Sinirden aynaya kafa atıp alnını da yarmış. Yan tarafta oturan komşuları yetişmiş, "sen iyice kayafı yedin, olmaz böyle, ayıp" diye söyleniyorlarmış. Sonra James pes etmiş, kırıp dökecek şey kalmamış, öfkesi bile kalmamış. Koltuğa çökmüş, gözlerinden yaşlar akmaya başlamış. Kameralar James'in hüzünlü, çaresiz ifadesine yakın çekim yapmış, akıp düşen gözyaşlarını göstermişler. "Sen manyak mısın" diye soran arkadaşları çok üzülmüş, "yazık bu çocuğa" demişler, hemen teselliye başlamışlar "lig uzun maraton James".
Devamı ...

Fenerbahçe 2 - Bursaspor 3
TSL 22/02/2010



Fenerbahçe TSL 22. Haftanın kapanış maçında Alex De Souza ve Andre Santos’ un golleriyle 2-0 öne geçmesine rağmen Bursaspor’ a 3-2 mağlup oldu. Konuk ekibe galibiyeti getiren goller ise Batalla ve Ozan İpek(2) ten geldi.

PAPAZIN ÇAYIRI: Fenerbahçe bir çok şeyi değiştirmek amacıyla çıktığı Bursaspor karşısında aklımıza gelenlerden çok daha farklı şeyleri değiştirdi. Söz gelimi liderin değişmesini, galibiyetsiz geçen dört maçın ardından galip gelmeyi istiyorduk. Ama lider değişmedi, galibiyetsiz geçen maç sayısı beşe yükseldi. Lideri değiştireceğine inandığımız takıma olan inacımız değişti.

Oysa iyi başlamıştı Fenerbahçe. Yan pas yapıp topla oynama oranı ya da isabetli pas yüzdesindeki üstünlük yerine hızlı ve ileri paslarla gole oynuyordu.

5’ te Andre Santos’ a ‘böyle yapmamalısın’ dedim. Çünkü o hareketle çıtayı yükseltir, yapamadığın her seferde küfür yersin. Zaten oradan başladı gol. Dikine bir pas ve Alex ceza sahası önünde önünü boş bırakanları güzel bir vuruşla cezalandırdı: 1-0

6’ da Volkan Şen direkten döndü. Bunda kaleci Volkan’ ın maçtaki tek kurtarışının katkısını da inkar etmemeli.

7’ de seyirciler değişime direnenler olduğunu farketti: Güiza... Alex’ in mükemmel pasına iyi koştu. Ama biz sadece koşmasını değil daha fazlasını istiyorduk. Güiza kötü vurdu, Ivankov iyi çıkardı.

10’ da Alex arkaya iyi kaçtı. Steua Bükreş maçında benzer pozisyonda golü kaçırmış biz suçu zemine bulmuştuk ama bu kez suç kötü bir vuruş yapan Alex’ deydi.

Sonrasında top tutmaya başladı Fenerbahçe.

21’ de gelen ilk kornerin ardından fark ikiye çıktı. Alex korneri ceza sahası dışına kullandı, topu kontrol eden Vederson’ un sert şutu kaleye paralel giden bir pasa dönüştü ve Andre Santos’ un nefis bir bilek hareketiyle top ağlarla koştu: 2-0.

Ve samba. Keşke her şey böyle devam etseydi. Ya da bitseydi. Ama siz de biliyorsunuz, bitmedi.

26’ da Gökhan Gönül çıkarken topu kaptırdı, onun boşluğuna saldırdı Ozan İpek. Deniz kademeye girdiği için orta boştu. Arjantinli Batalla kafayı vurdu ve o denli yüksek bir ortayı seyredip bu vuruşa izin veren Volkan’ nın koruduğu kalenin ağlarına bırakıverdi: 2-1

Tango için ideal zamandı ama Batalla bu işin tek başına yapılamayacağını iyi biliyordu.

31’ de ikili mücadele sonrası yere ters düşen Özer Hurmacı’ nın omzu, Daum’ un da bir B planı olmadığı ortaya çıktı. Bizim at uçurmasını beklediğimiz Daum uzun süre düşündükten sonra Önder’ i sağ beke alıp, Gökhan Gönül’ ü öne sürdü. Ben de olsam aynısnı yapardım ama bunun kararını geçen yıl vermiştim bile.

35’ te Alex ilk golde olduğu gibi vurdu, Ivankov’ u yine geçti ama bu defa üst direğe takıldı.

Sonrasında iki takım oyuncuları arasında gerginlik başladı. Oyun çok durmaya, oyuncularda oyun durduktan sonra durumu tartışmaya başladı. Kısaca futbolun güzel yanı hakemin ilk yarıyı 2-1 Fenerbahçe galibiyetiyle bitiren düdüğüne kadar kayboldu.

Maçın ikinci yarısı ilk yarının son düdüğünden önce kaldığı yerden başladı. Ivankov topu oldukça ileri taşıyınca Alex duruma müdahale etti. Duruma itiraz eden Alex de, bu benim işim diyerek Alex’ e sarı kartını gösteren hakem de haklıydı. Ama bu hakemin topu hala ısrarla kendi istediği yerden oyuna sokmaya çalışan Ivankov karşısındaki tavrının da haklı olduğuna gelmiyordu.

57’ de Alex hücuma dönük orta saha oyuncusu Emre’ nin önüne bıraktı topu, Emre’ nin önü açık gol için şartlar müsaitti ama vuruşu çerçeveyi bulmadı.

Son yarım saate girildiğinde Semih’ i arzuladığını belli etmeye başladı trübünler. Daum 'hayır' deyince ısrarın tonu değişti; sadece Semih’ i değil, golü de ondan istiyorlardı. Bence bu futbolla ilgisi olmayan, öfkeden kaynaklanan bir istekti. Çünkü futbolu az çok bilen birisi o durumda Gökhan Ünal’ ı isterdi. Fenerbahçe’ nin ilerde top tutmaya değil gole gitmeye ihtiyacı vardı. Ki Semih’ in arkadaki boşluklara koşan bir oyun karakteri hiç olmadı. Bana kalsa Güüza inadına oyunda kalmalıydı.

67’ de Ali Tandoğan’ ın sağdan yaptığı iyi ortaya Ömer Erdoğan kafayı vuramadı.

Ardından Ertuğrul Sağlam olası tek hamlesini yaptı. Batalla’ yı çıkarıp, Iglesias’ ı Turgay’ın yanına gönderdi. Bunun futbol dehasına denk düşmediğini, kim olursa aynı şeyi yapacağını baştan söyleyelim ve yalancı bir tartışmanın içine yol almayalım.

Oyunun son yirmi dakikasına girilirken Fransa yorgunluğunun rövanşını düşünen Fenerbahçe oyunu geride kabul etmeye başladı. Bursaspor’ un da kaybedecek bir şeyi yoktu ve saldırmaya başladı.

79’ da kullanılan korner atışında iyi yükselen Ömer Erdoğan kötü vurdu.

85’ te Bilica’ nın ceza sahası içinde neden olduğu endirekt vuruşu Ozan İpek kullandı Cristian’ a çarpan top Volkan’ ın uzanamayacağı yere gitti bir defa daha: 2-2.

89’ da Turgay’ ın aradığı fırsatı ilk defa buldu ama vuruşu gol değildi.

90+1' de gol için yüklenen Fenerbahçe savunmasında oldukça eksik yakalandı. Hızlı atakta Ozan İpek vuruşunu yapıp, timsah yürüyüşü için taraftarının önüne koştu: 2-3

Kalan süre başka golün olmasına izin vermeyince maç Bursaspor’ un 3-2 galibiyetiyle sona erdi.

Yazılması gereken son cümlelere yaklaşırken, ‘bunu da yaptığı’ için Fenerbahçe’ yi, skoru bir derviş edasıyla karşılayıp sessiz ve sakin bir biçimde tek bir küfür etmeden eve gelen kendimi tebrik ediyorum.

Kim bilir, ‘ Ben futbolu eğlenmek için izlemiyordum. Her yerde eğleniyordum ve eğlenmekten gına gelmişti. Her şeyden öte, sebepsiz mutsuzluğu yaşayabileceğim, sessiz kalıp endişelenip kederlenebilceğim bir yere ihtiyacım vardı. Benim de üzüldüğüm şeyler vardı ve takımımı izlerken bu duyguların dışarı çıkmasına ve nefes almasına izin verebiliyordum’ diyen Nick Hornby’ e hak verme akşamındayımdır.

Not gibi: Her türlü eleştiriyi göze alarak ve sevgili Feryal Pere’ nin yazmasını beklemeden 'keşke Güiza öyle ağlamasaydı' diyorum. Çünkü gol kaçırdığında öfkelenmek başka onu ya da bir başkasını gözleri dolu dolu görmek başka.


FENERBAHÇE: 2 - BURSASPOR: 3

Stat: Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu

Hakemler: Bülent Yıldırım, Cem Satman, Alper Ulusoy

Fenerbahçe: Volkan Demirel, Gökhan Gönül (88 Gökhan Ünal), Deniz, Bilica, Andre Santos, Özer (34 Önder), Emre, Cristian, Vederson, Alex, Güiza (70 Semih)

Bursaspor: Ivankov, Ali, Ömer Erdoğan, İbrahim, Yenal (46 Mustafa), Volkan, Hüseyin, Ivan (80 Bekir Ozan), Ozan İpek, Batalla (73 Iglesias), Turgay

Goller: Alex, Andre Santos / Batalla, Ozan İpek (2)

Sarı kartlar: Alex / Mustafa


Devamı ...

22 Şubat 2010

Aziz Yıldırım İstifa Eder mi?


Daum

Transfer yapmayarak risk almıştınız, nefesiniz yeterse Lugano, Alex sakatlanmadan ligi bitirirdik, iki hafta bile yetmedi nefesiniz. Rezil, kepaze bir futbol. 4 haftadır Daum ve yönetimin basındaki beslemeleri, taraftarı "mücadele" diye kandırıyor. İkinci devre başladığından beri lig ve Avrupa Kupası'nda oynanan 6 maçta yenilen gol sayısı 10. Maç başına 1.66 gol yiyoruz. Mükemmel mücadele gerçekten, gurur duyuyoruz.

Daum'un bu sezon yaptığı saçmalıklardan bunaldım zaten. Şu maça Deniz ve Güiza başlayınca bu adamlar kazanılmış mı olunuyor? Deniz'in yaptığı rezil hatadan sonra ilk 11'de maça başlaması diğer oyunculara hakarettir. Güiza'yı bitiren de hayatında oynadığı en rezil maçı 90 dakika tamamlayıp üzerine bu maçta ilk 11'e konulmuş olmasıdır. İnsanların bir sabrı var, biraz kafanızı kullanırsanız o sabrın tükendiğini ve Güiza'nın bugün ıslıklanacağanı bilirdiniz. Hayır 3 gün önce iki metre top süremeyen bir oyuncunun birden kendini aşıp tek başına maç kazandırması mı bekleniyordu? Şimdi taraftarı suçlayın tabii, her zamanki gibi ihale taraftara yıkılınca bu yapılan rezillikleri unutup yönetimi savunabiliriz.

Maç 2-0 oldu, ben "2 gol daha atmazsak kaybederiz" yazdım. Volkan-Deniz-Bilica-Andre Santos-Cristian beşlisini görünce kötü takımlara en az 1 gol, vasatlara 2 gol, biraz iyi takımlara 3 gol yazıyorum kafadan. Maç başında belliydi en az 3 gol yiyeceğimiz. Bilica'nın savrukluğuna illallah diyoruz artık. Yanında Lugano olmayınca bütün dağınıklığı ortaya çıkıyor, bir de yanına marifetmiş gibi takımın en yumuşak oyuncusu Deniz konuyor. Andre Santos zaten sert bir oyuncu değil, defans iyiden iyiye dingonun ahırı oldu. Bir tane kafa topuna vurabilen oyuncu yok, bütün kafaları rakip alıyor, artık nereye vururlarsa. Kalecimiz zaten kaleyi bulan her şutu aldığı için kaleye vururlarsa gol yoksa kurtarıyoruz, tamamen rakibin insafına kalmış. Bir tane hava hakimiyeti olan veya hızlı stoper alınmadı. Neden? Çünkü Barcelona transfer yapmamış devre arasında. Bravo.

Emre sezona muhteşem başlamıştı, şimdi kötü oynamıyor, sadece normale döndü, daha fazlasını da beklemek haksızlık. O normale dönünce Cristian'ın vasatlığı ortaya çıktı. Top kesiciliği yok, kademeyi hızlı kapatma yeteneği de yok. Emre de ön alan baskısını bırakınca rakip orta sahayı istediği şekilde, istediği gibi geçebiliyor. Rakiplerin ilk geldiklerinde gol atıp gitmeleri tesadüf değil. Her geldiklerinde çok rahat ceza alanına girebiliyorlar zaten.

Forvette yanına yaklaşan her topu rakibe veren koca bir delik, orta sahada etliye sütlüye bulaşmadan sağa sola pas dağıtan bir oyuncu, kanatlarda hiç defans yapmayan devşirme oyuncular, defansta dağınık ve yumuşak oyuncular, kalede de alternatifi olmadığı için dönem dönem direklikten başka bir şey yapmayan bir kaleci. Fikstürün en kolay döneminde ortalama 1.6 gol yiyerek 5 maçta kaybedilen 7 puan. Lille maçında iyi dua edin, Lugano oynasın. Oynamazsa 2 gol yiyeceğimiz garanti, o zaman 4 gol lazım, geç onu. Lugano oynarsa da en az 1 gol yeriz, büyük ihtimal eleniriz. Haftaya da İBB'den 2 gol yiyerek en fazla 1 puan alırız ve lige de Avrupa'ya da 3 gün içinde havlu atmış oluruz.

Daum şampiyon olamazsa kovulacağını biliyor. Peki 3 sene üst üste şampiyonluk sözü veren Aziz Yıldırım sözünde durup istifa edecek mi? Yoksa insanlar gelecek haftadan itibaren de 3 yıldız geyikleriyle mi oyalanmaya başlayacak? Mücadele iyi ama abi alkışlamak lazım, zaten Güiza ıslıklanmasa kesin kazanırdık bugün.

- Çok iyiydi mücadele, kıran kırana maçtı abi.
- Bravo. Bir de "kıran kırana" geyiğini yaptığınız için bugün size iki madalya takıyoruz, çıkışta evraklarınızı getirin madalyalarınızı alın.
Devamı ...

21 Şubat 2010

Türkiye'ye Ukiç Gelmiş



Dünkü Kupa yarı finalinde Kerem'i yerde süründürürken... Şöyle hareketleri görmeyi bile özlemişiz. Sanırım 2 sene önce yine en zor çeyrek final ve yarı final kuralarını çekip finalde Banvit'e kaybetmiştik. Bu sefer öyle olmasın.
Devamı ...

20 Şubat 2010

Bal



Herkes Kendi Evinde ile gönlümüzü kazanan,Yumurta ile başladığı Süt ile devam edip ve Bal ile nihayetlendirdiği üçlemesiyle bu yeri iyice sağlamlaştıran Semih Kaplanoğlu, geriye doğru okuduğu bir hayatın son cümlesi Bal'la 60. Berlin Film Festivalinde en büyük ödül olan altın ayıyı kazandı.

Eğer izin verirseniz alıntılıyorum: yalnız ve güzel, tutku içinde sevdiğim ülkeme. Devamı ...

19 Şubat 2010

Ziyan


Guiza

Sevgili Güiza, dün maçı yabancı bir kanaldan izledim. Spiker senin ismini telaffuz ederken Ğuiza diyordu. Ğuiza, artık kafama böyle yerleştin, artık sana Güiza diyemiyorum. Ğuiza, tavernacı sakalın ve o Alex'e attığın pasla aklımdasın artık. Kalan maçlarda 59 gol atsan da bunu nasıl değiştireceksin bilmem. Sabahtan beri ortalarda Ğuiza diye dolanıyorum. Şu anda rakip takımların adlarını değiştirip dalga geçen ergenler gibi sana Ğuiza diye hitap etmekten manyakça bir keyif alıyorum. Sana daha önce şarkılar armağan ettim, ama sen anlamadın Ğuiza. İngilizce sözlü olduklarından mı anlamadın bilmiyorum. Artık bizden birisindir diye sana Orhan Gencebay seslensin madem. Yaşamak çok güzel, seninle ziyan Ğuiza.

Devamı ...

18 Şubat 2010

Lille 2 - Fenerbahçe 1
EL 18/02/2010



UEFA Avrupa Ligi 2. tur ilk maçında deplasmanda Fransanın Lille takımıyla karşılaşan Fenerbahçe rakibine Belmont ve Frau’ nun ayağından yenilen gollerle 2-1 mağlup oldu. Fenerbahçenin golü ise Vederson’ dan geldi.

PAPAZIN ÇAYIRI: Fenerbahçe Daum’ un ilk hedefimiz değil, sözleriyle yola çıktığı Uefa Avrupa Liginde ilk önce gruplara kalmış, ardından da ilk maçını kaybetmesine rağmen grubu lider bitirerek bir üst tura adını yazdırmıştı. Daha fazlasını isteyen taraftarını mutlu etmesi için Fenerbahçe’ nin karşısına çikan ilk engel Lille’ di ve bu akşam o engeli aşmak için sahaya çıktı.

Kuralar çekildiği andan itibaren rakip hakkında söylenen bütün sözlere rağmen Fenerbahçe taraftarını asıl endişelendiren Lille takımının gücünden daha çok son üç maçından galibiyet çıkaramayan kendi takımlarının performansıydı.

Trübünde bir türlü sevemediğimiz Platini ve kendisini sevmemize izin vermeyen Aziz Yıldırım yanyana, yumuşayan defansı sertleştirmek için sakatlığı tam olarak geçmeyen Lugano sahada, Mehmet Topuz yerine Özer sağda, Vederson solda. Lille’ de ise geleceğin yıldızı Fildişi Sahilleri’ nin yeni gururu Gervinho yedek kulübesinde.

Maç golle başladı: 2’ de Balmont Frau ile şık bir verkaç yaptı. Sonrasında da bu şıklığa attığı golle bir büyük katkı sağladı. 1-0
Lille için Sevilla benzetmesi yapanlar geliyor aklımıza.

5’ te Vederson korkularımızın yersiz oldugunu soyledi; uzaklardan nefis vurdu. Bu vuruş, Avrupa Ligini pazarlayanlara bir hafta boyu ekranlarda dönüp duracak bir gol servisi oldu: 1-1

8’ de Fenerbahçe defansı yeniden dünyanın en yumuşak defansı haline dönüşüverdi. Sakatlığı tam olarak geçmeden sahaya sürülen Lugano sakatlanıp oyundan çıkmak zorunda kalınca yerine Deniz Barış sahada.

Fenerbahçe topa sahip olup rakibinin hızını kesmeye çalışıyor ama baskıyı gören defans topu ileri vurduğu için bütün toplar Lille oyuncular için yeni bir atak başlangıcı.

28’ de Obraniak’ ın sağdan ortasına Rami kafayı iyi vurdu ama Özer topu çizgiden çıkarttı.

35’ te orta sahada Mavuba’ dan topu çalan Alex, karşısındaki savunmacıyı topu soldan gelen Güiza’ ya atarak etkisiz hale getirdikten sonra Guiza’ nın golünü, eğer olmazsa diye biraz geride kalıp kendisini ofsayttan kurtararak asistini bekliyordu.. Ama Güiza ikisini de yapamadı.

42' de Rehavet' le birbirimize bakıp gülümsedik. Bir defa daha o kutlu ana, Bilica' nın röveşatayla topu uzaklaştırışına şahit olmuştuk.

45’ te ceza sahası içinde topla buluşan Güiza beklenenden iyi vurdu ama kaleci Landreau başarılı.

İlk yarını sonucu: 1-1

İkinci yarıya her takımda kontrollü başladı. O kontrollü oyundan olmaması gereken bir gol çıktı. 52’ de Balmont' un amaçsızca ileriye gönderdiği topta Deniz geri pası beceremeyince Frau’ ya asist yapmış oldu. Artık skor 2-1.

53’ te mükemmel bir pası topun üzerine basarak heba eden Güiza Fenerbahçeyi olası bir beraberlik golünden daha etti.

Sonrasında takımlar dakikaları birbirlerini rahatsız etmeden tükettiler. Fenerbahçe defansının ileri çıkmasını umarak oyuna Gervinho’ yu alan Rudi Garcia’ nın istediği de olmayınca dakikalar skora etki etmeden akıp gidiyor.

Etki edebilecek tek dakika olan 80’ de Alex, nefis bir pas attı Güiza’ ya. İspanyanın gol kralı kaleciyle karşı karşıya ama vuruşunda Landreau başarılı.

Anlatacak bir şey yok artık. Uzatma dakikalarında skordan memnun Daum Alex’ i çıkartıp Selçuk’ u oyuna alırken karşılaşma da Fransız ekibinin 2-1 üstünlüğü ile sona erdi.

Elbette hiçbir şey bitmiş değil. Daha oynanacak bir doksan dakika daha var. Skor avantajı Fenerbahçe’ de görünse de Fransadaki oyununu aşamayan bir Fenerbahçe için umutlu olmak boş bir yimserlikten öteye geçmez.

LİLLE: 2 FENERBAHÇE: 1

Stat: Metropolle

Hakemler: Eduardo Gonzales, Dias Peres Del Palomar, Nunez Fernandez

Lille: Landreau Mickael, Balmont, Ludovic, Emerson, Frau (69 Gervinho), Beria Franck, Aurelien, Adil, Mavuba, Eden Hazard (83 Toure), Dumont (60 Cabaye)

Fenerbahçe: Volkan, Lugano (10 Deniz), Emre, Vederson, Güiza, Alex (90+2 Selçuk), Cristian, Özer (73 Mehmet Topuz), Andre Santos, Bilica, Gökhan Gönül

Goller: Balmont, Frau / Vederson

Sarı kartlar: Balmont, Cabaye / Emre, Andre Santos


Devamı ...

16 Şubat 2010

Mücadeleye Dayalı mı Oynuyoruz?


Lugano Selcuk

2007-2008 sezonu. 28. hafta Beşiktaş deplasmanındayız, bütün maç topa hakim olan takım Fenerbahçe, 75 dakika 1-0 önde götürüyoruz. 75. dakikada golü yiyoruz, 15 dakika var ve Beşiktaş deplasmanındayız, buna rağmen herkes kazanacağımızdan emin. Avrupa Kupalarında en parlak sezonumuzu yaşamışız, onu da getirdiği özgüven var, sahada oynanan oyunu da görüyoruz. 5 dakika sonra Alex atıyor golü ve 2-1 kazanıyoruz. O gün bir tane Fenerbahçeli golü yediğimiz saniye bile 3 puandan eksik alacağımızı düşünmüyor.

O maçtan sonra blogdan Fatih'le konuşmamızı dün gibi hatırlıyorum. Galatasaray'la puan farkı bir türlü açılamıyordu fakat yine de deplasmanda Galatasaray'ı da yenerek çok rahat şampiyon olacağımıza emindik. Beşiktaş maçından bir hafta sonra son saniye golüyle Kayseri'yi mağlup ettik, sonraki hafta da son saniye golüyle ve kaçan penaltıyla Ankaraspor'a puan verdik. Daha sonra Ali Samiyen'de mağlup olduk ve tüm oyuncular ruhsuzlukla ve mücadele etmemekle suçlandı. Şimdi o sezon herkesin aklında "Galatasaray'ın mücadele ettiği ve Fenerbahçe'nin etmediği için kaybettiği" sezon olarak kalmış. Aşağıda Manisaspor maçıyla ilgili yazımda da örnek verilmiş.

Yukarıdaki maçları ve konuştuklarımızı hafızanızı tazelemek için yazdım. O Ankaraspor maçına kadar Fenerbahçe, sahada topa hükmeden, oyunun temposunu istediği gibi ayarlayan, istediği an baskı kurup gol atabilen bir takımdı. Buna inanmak istemeyenler varsa arşivi olan forumlara bir göz atsınlar ve o Beşiktaş maçı anında ve sonrasında neler yazılmış bir incelesinler. O sezon yaşadığımız sorunlar ve neden şampiyon olamadığımız anlamaya çalışan yazılar bu blogun ilk mesajlarında var, göz atabilirsiniz.

Yazıdaki yorumlardan bir tanesinde Mel şöyle demiş

bir kere lutfen sebep-sonuc arasindaki iliskiyi gozden gecirelim. bir takimin iyi top oynayip oynamadigi aldigi puanla olculemez, olculmemeli. gene bir takimin iyi mucadele edip etmedigi savunmasinda verdigi aciklarla olculemez, olculmemeli.
Örneğin 2007-2008 sezonu için insan hafızasında "Fenerbahçe ruhsuzdu" imajı kalmışsa demek ki takım aldığı puanlarla değerlendiriliyor, çünkü o Galatasaray maçı öncesi takım için söylenenleri de çok iyi hatırlıyorum. O zamanki değerlendirmelerimde de şimdi de mücadele, ruh gibi terimlerin fazlaca anlamlarından soyutlanıp metafizik şeyler anlatmaya başladığını düşünüyorum. Takım ne tarz oynarsa oynasın verimli oynamalı, oynadığı şey pas futboluysa da, pres futboluysa da, mücadeleye dayalı oyunsa da onun sonucu ligin en kötü takımlarına puan kaybı olarak dönüyorsa mücadele ya da ruh denilen kavramlar sizi yanıtlmaya başlamıştır.

Yine Mel'den alıntılıyorum

fenerbahce'nin sorunu asikar: oncelikle oyun sikistiginda yapacak hamlesi yok. deivid ortalikta yok, ugur sezonu kapatti (hos, kendisi pek bir hamle zenginligi vermiyordu ya, neyse), vederson ise guven vermiyor, ustelik oldukca duz. haliyle daum birseyler yapmak istiyor, ancak elinde pek bir koz olmadigi icin hemen forveti ikilemeye donuyor, bu da o ana kadar oynanan tum guzel oyunun icine ediveriyor.
Bu kısma % 100 katılıyorum. Fenerbahçe'nin sorunu oyun sıkıştığında yapacak hamle bulamaması. Tıpkı 2007-2008 sezonu gibi! Hatta o kadar fazla referans verdik ki o yazıya da paslıyorum, vaktiniz ve sabrınız varsa okursunuz 2007-2008 Sezonu ve Transfer.

Bu son noktayı biraz daha açalım.

Son 12 lig maçında 19 gol yemişiz, yine yorumlarda turkuaz0707 son 10 maçtaki lig durumunu yazmış, Fenerbahçe ligde 8. sırada, Kasımpaşa'nın arkasına düşmüş. Takımın iyi olduğunu ve bu hızla şampiyon olacağını düşünen arkadaşlardan bu tablonun sebebini duymak istiyorum, çünkü karamsar olmak için maç sonunda yazılan kötümser yazıları okumanız gerekmiyor, bu tabloya bakmanız yeterli. Manisaspor 3 maç sonra ilk kez gol atıyor, üstelik 2 tane de çok ciddi pozisyona girip kaçırıyor. Attıkları gollerin olanaksızlığıyla açıklamaya çalışmak 12 maçta yenilen 19 golü de böyle açıklamayı gerektiriyor sanırım.

İlk yarı istediği gibi oynayan ve o iki sezon önceki özgüvenle topa hakim olan takım yediği bir kaza golünden sonra amaca ulaşmayan paslarla panik yapmaya başladı. İşlemeyen hücum pozisyonları tekrar tekrar denendi, sonra iki yine forvete geçildi, sistemden ödün verildi ve oyun iyice verimsizleşti. Bağış Erten dün yazdı, yanda linki duruyor, ondan alıntı yaparak özetleyelim bu kısmı da

Ama sonra film birden değişti. Gol yedikten sonra bütün bu dizin koptu ve birden donuk, pas gevezesi bir takım türedi. Öyle ki savruk oynamaya başladıklarında çakışma problemleri öyle bir su yüzüne çıktı ki, yedikleri golden sonra birden ‘mavi ekran’ , yani arıza verdiler. Santos’un, Cristian’ın verimsizliği, Deniz’in, Bilica’nın ağırlığı, Alex’in silikliği... Bütün eski kara defterler açıldı. Yani oyun Sarı-Lacivertlilerin yediği golden ikiye bölündü ve bir daha toparlanamadı.
Bu neden oluyor? Gerçekten bilmiyorum. Takımın Brezilyalı ağırlıklı olmasından kaynaklanan sertlik koyamaması teorisi var, kanat oyuncuları devşirme olduğu için tıkandığımız teorisi var, Alex nedeniyle alternatifsiz kaldığımız teorisi var, hepsinde de bir miktar doğruluk payı var. Aşağıdaki yazıda defansın yavaşlığının rakiplerin uzun toplarında başımıza iş açtığını, Bilica-Lugano ikilisinden birisi eksik olduğunda sıkıntı yaşayacağımızı ben yazmıştım. Hem defansta hem hücumda çok ciddi bir hava topu hakimiyeti sorunumuz var, özellik Lugano olmayınca daha da net ortaya çıkıyor bu durum. Bu sezon yediğimiz birçok golde rakip önce kafa vurdu. Hücum yaparken hava hakimiyetimiz zaten hiç yok. Bu durumlarda acaba Semih çıkarılıp yerine Gökhan Ünal alınsa alternatiflerimizi arttırmış olur muyuz? Bana göre oluruz fakat o zaman da Alex'in etkinliği azalabilir. Çok fazla denklem var.

Ayrıca son olarak; sanırım aşağıdaki yazının başlığı ve sonraki nükte insanları yanıltıyor. İçerikte mücadeleden sıkıntı duyduğumuz söylenmiyor, sadece mücadele denilen her neyse verimli çalışmadığı ve çok fazla gol yiyip puan kaybını engelleyemediği söyleniyor. O yüzden "geçen seneki takımdan memnu muydunuz?" sorusu anlamsız kalıyor. Yanlış giden bir şeyler var, rakamlar beni ikna etmeye yetiyor, fakat takım tabii ki geçen sene ile karşılaştırılamaz. Geçen sene 10. haftadan itibaren tamamen ümidi kesmiştik. Bu puan kayıpları beni büyük hayal kırıklığına uğratsa da geçen seneye oranla iyi olduğumuz açık, o yüzden gelecek için tamamen ümitsiz olmak da yersiz. Yalnız önümüzdeki birkaç hafta yine mücadele iyiydi diyerek tonla gol yer ve puan verirsek bu sezonu artık toparlayamayız.
Devamı ...

14 Şubat 2010

Geri Gelen Ruh Efes'e Yetti


Ipekci

Normal sezonun en önemli maçında normalin çok üstünde ama hala salonu doldurabilecek kadar çok olmayan bir seyircinin önünde çok önemli bir galibiyet aldık. Efes Pilsen'in bu maçı kaybetme kredisi zaten vardı; gerek ilk maçı kazanmış olmaları gerek Euroleague maçlarının zihinsel meşguliyeti, olası bir kayıp durumunda bile normal sezonu büyük ihtimalle birinci bitirecek oluşları kazanmaya bizim kadar ihtiyaç duymamalarının gerekçeleriydi. İlk çeyrek başa baş bir mücadeleden sonra ikinci çeyreğin ortalarından itibaren Fenerbahçe'nin hamlesi geldi ve bu dakikadan sonra da Efes bir daha yakalayamadı.

İlk yarı içerideki uzunları hiç kullanamamıza rağmen sürekli içeriyi delen kısalarla skor bulduk, savunmada Efes'in kısalarını iyi savunduk sadece Thornton'un miss-match'leri zorladı bizi savunmada. Üçüncü çeyreğe Greer'le başlamak riskti ama Ömer Onan akıllara zarar 6'da 6 üçlük yüzdesine ulaşınca fark bir anda 15'leri buldu. Hücumda içeriyi kullanmayı bırakıp 4. çeyreğin başında üçlüklere yoğunlaşınca ve şutlar da girmeyince Efes farkı 5'e kadar indirse de Preldziç devreye girip hücumda doğru tercihlerle maçın tamamen kontrolümüze girmesini sağladı. Efes'in guardını indirip havlu attığı son iki dakikada üstüste sayılar bulup ilk maçta 13 sayılık mağlubiyeti de telafi edip 19 sayıyla kazandık.

Fenerbahçe için Efes Pilsen maçları teknik taktikten ziyade ruhla kazanılan maçlar olmuştur. İki takım arasında 90'ların ortalarında kadro kalitesi arasında dağlar kadar fark varken bile Fenerbahçe o ruhla Efes'le başa baş oynayabilmeyi çoğu zaman başarabiliyordu. Nitekim 100. yıl şampiyonluğundaki final serisinde de kadro kalitesi olarak Efes daha iyi durumdayken maçları ortalama 20 sayıyla kazanıp rakibini süpüren Fenerbahçe'de olan şey de ruhdu. Dün 40 dakikalığına ruh çağırdık, ve Efes'i yenmemize yetti bu çağrılan ruh. Oyun olarak maçı domine mi ettik bence hayır, çok fazla dışarıdan oynama hastalığımız yine devam etti. 30 tane üçlük kullanmışız, kullandığımız ikilik sayısı 34. Böyle hücum ettiğimiz için Banvit maçında duvara tosladık. Savunmada çok iyi direnç gösterdik, Efes gibi bir takımdan 60 sayı yemek ciddi başarı. Seyirciyle bütünleşince takımın savunmadaki isteği bir kat daha artıyor.

Maçın en kötü oynadığımız bölümü Greer'in bir numara pozisyonunda oynadığı dönemler bence, o bölümlerde skor olarak geriye düşmemiş olabiliriz ama hücumda zaten organizasyon problemi olan bir takımken Greer'in oyun kurucu yeteneklerinin son derece sınırlı olmasıyla daha da zorlanıyoruz. Mrsiç kullanılmayacaksa Ukiç'in sahada olmadığı dakikalarda bir numara pozisyonunu Greer'e vermektense hücumda organizasyon görevinin Emir'de olması çok daha mantıklı. Tanjeviç ilginç bir şekilde bugün momentumun Efes'e döndüğü anlarda mola almayı akıl edebildi.

Daha önceki Fenerbahçe maçlarında oyuna girip momentumu tamamen Efes'in lehine çeviren Sinan Güler ilk kez bunu başaramadı. Ribaunt konusunda çok da iyi olmamakla eleştirdiğimiz Oğuz'un 10 ribaunt alması da dikkat çekici. Takım olarak savaştığımızda ve özellikle Türk oyuncular aşina olduğumuz ruhlarını tekrar devreye sokarlarsa Tanjeviç de, 500 gramlık cathene de, Fatih Söylemezoğlu da Efes'i yenmemizi engelleyemez.
Devamı ...

Ama Çok İyi Mücadele Ettik?


Manisaspor

Diyarbakırspor ve Manisaspor, Denizlispor ve Sivassporla birlikte ligin en kötü takımları. Fikstürümüz bunları art arda koymuş, bize kıyak yapmış. Biz de bu dörtlüye 4 puan hediye ederek fikstür avantajı denilen o şey neyse onunla dalga geçtik. Üç gün önce Bursa'dan tarihi fark yemeden dönmemiz de büyük şanstı. Biraz dişli bir takım çıkıp işi ciddiye alınca istediği kadar atabiliyor. "Ben takımın mücadelesinden memnunum ama", memnun olmaya devam edin.

Son 12 lig maçında 11 oldu. Gol yemeden maç bitiremiyoruz. Diyarbakırspor'a kendi sahanda baskı yapıyorsun, girdiğin pozisyon sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor ve bundan memnunsun. Bir hafta sonra Manisa'ya gidiyorsun ve belki de bu sezon karşına çıkan en yumuşak takımdan 1 puanı son saniyede kurtarıyorsun. İlk yarıda oynanan oyun olumlu evet ama ne bekleniyor? Manisaspor orta sahası tek pasla geçiliyor, elini sallayan topla ceza alanlarına yaklaşıyor, ciddi bir baskı yok, Alex'e markaj yok. Kendileri tamamen organizasyondan uzak, üst üste 3 başarılı pas yapabilmiş değiller. Bu takıma karşı ligin hangi takımı çıksa etkili oynar, oynuyoruz da. Sonra golü de buluyoruz, ardından iki üç gelmeli fakat Fenerbahçe'nin böyle bir becerisi yok.

Maçı koparma becerisi olmayınca en azından öne geçmişsiniz ve onu rahatlıkla korursunuz zaten karşınızdaki takımın topu ileri sürmeye bile dermanı yok. Fakat bu takım gol yemek zorunda. Son 12 lig maçının 11'inde gol yemişiz diyoruz, hâlâ şanssızlık diyorlar. Şaka gibi. Önde olan bir takım rakibin attığı her uzun topta nasıl hep 2 kişiyle yakalanır? Topu ileri taşımaya niyeti olmayan Manisaspor 45. dakikada 2-1 önde olabilirdi Simpson biraz gününde olsa, kendileri bile şaşmıştır. Emre'nin baskısı sadece rakip ceza alanıyla orta yarı alanın ortasında. Rakip ortaya yaklaşınca baskıyı bırakıyor. Sol ve sağ bekler genelde orta sahanın ilerisinde, Cristian baskı yapmayan bir oyuncu. Rakip orta sahada topu alınca topu istediği gibi oynayabiliyor. Deniz ve Bilica da yavaşlıktan yanlarında yürüyen adamlara bile yetişmesi olanaksız oyuncular, Lugano'nun aksine çok da yumuşaklar. Bir de Volkan'ın direk gibi dikilip topları izleme hastalığı tekrar hortladı, buyrun size her hafta puan kaybı.

Transfer yapmamak riskti, özellikle defansın göbeğinde ciddi sorun olabilir fakat bir sorun olmazsa transfer yapmamanın ödülünü bile alırlar demiştik. Dedik ve takımın yarısı sakatlandı. Lugano, Alex, Gökhan Gönül, Emre ve hatta Cristian'ın kulübede alternatifi yok. Bu oyunculardan bir tanesi olmazsa çok büyük sorun yaşayacağız, şu anda yaşıyoruz. Bilica'nın yanına Deniz gibi yumuşak bir defansı koyarsanız adam topu sağa çeker, sola çeker, düzeltir, kafasını kaldırır, top da Volkan'ın kontrolünde ağlara gider. Artık gol yemek Fenerbahçe'nin kronik, ağır, yavaş yavaş sonunu getiren hastalığı. Birkaç hafta daha bu gollerden yersek tamamen direncimizi kaybedip dibe çakılacağız.

Bitti artık Manisaspor, Denizlisporlar, üç pas yapamayan takımlar. Artık Kayserispor, Bursasporla oynayacağız. Her maç gol yiyen bir takım şampiyon olamaz. "Bu mücadele bizi şampiyon yapar" gerçekten naif bir yaklaşım, neredeyse gözleri kapatıp izlemek gerek maçları. Transfer falan da bitti. Yönetim çok iyi dua eden bir hoca transfer etsin, sezon sonuna kadar ciddi sakatlık yaşamazsak şansımız var.

- Ama çok iyiydi mücadele abi.
- Mücadelenizden ötürü madalyayı hak ettiniz bayım, çıkışta evrakları getirin madalyanızı teslim alın.
Devamı ...

Manisaspor 2 - Fenerbahçe 2
TSL 14/02/2010



Deplasmanda Manisasporla karşılaşan Fenerbahçe, Cristian’ la öne geçmesine rağmen Isaak’ in iki golüne engel olamadı ve Gökhan Ünal’ ın son dakikada attığı golle karşılaşma 2- 2 berabere sonuçlandı.

PAPAZIN ÇAYIRI: Bir süredir boğazın asya yakasında fikstür avantajından konuşuluyor ama Fenerbahçe henüz sevenlerine bunun ne demek olduğunu gösteremedi. Diyarbakırspor maçının ardından Manisaspor karşısında da son dakikada attığı golle bir puan kazanan Fenerbahçe, böylece bardağın boş tarafına iki puan daha bırakmış oldu.

Maça üç gün önceki Bursaspor macerası unutmuşcasına başladı Fenerbahçe. Bunda Manisaspor’ un orta saha da oldukça yumuşak oyununun rolü de büyüktü. Yüksek pas yüzdesi, bol gol girişimi ama bu iyi görünen oyuna rağmen yalnızca biri son dakikada atılan iki gol. Hepsi bu... İlk defa 5’ te geldi Fenerbahçe: Alex’ in firikiği az farkla auta çıktı.

9’ da bu defa hızlı geldiler. Semih sağdan ortaladı, kaleci tokatladı, arka direkte Alex çevirdi ama müsait pozisyondaki Özer’ in vuruşu farklı auta gitti.

Fenerbahçeli oyuncular arka arkaya girdikleri pozisyonların ilk meyvesini 13’ te aldı: Özer soldan inip geriye çıkardı. Alex üzerinde atlayarak asiste katkıda bulundu. Cristian iyi vurdu: 0-1

Karşısında herhangi bir direnç bulmayan Fenerbahçe belki de sezonun en rahat oyunu oynayarak pozisyonlara girse de golü bulabilmiş değil.

33’ te Mehmet Topuz ceza alanı içinde rakibinin üzerinde aşırttığı topa güzel vurdu ama kaleci İlker nefis bir kurtarışla olası bir ‘hem asist- hem gol’ vakasına çözüm buldu.

42’ de Mehmet Topuz sağdan ceza alanına girmek istedi. Defansın müdahalesiyle top Gökhan Gönül’ ün önünde kaldı. Yine defanstan dönen topa Mehmet Topuz yerden sert vurdu, İlker son anda kornere çeldi.

45’ te ilk yarı boyunca Fenerbahçe kalesine ilk defa gelen Manisaspor’ un ödülü büyük, istastiği ise yüzde yüz oldu. Mehmet Nas sağdan iyi ortaladı. Isaak kötü vurdu ama top uzak köşeden ağlarla buluştu: 1-1

45+1’ de hala golün şokunu yaşayan Fenerbahçeyi kurtaran Bağımsız Büyük Kanada ile iyi ilişkilerimiz oldu. Defansın arkasına atılan uzun pasa Simpson hareketlendi, Volkan' dan topu kurtardı ama Gökhan Gönül son anda araya girerek topu uzaklaştırdı.

İlk yarı 1-1 sona erdi.

Fenerbahçe ikinci yarıya da iyi başladı ama gole yazan ilk pozisyon Manisapordan: 51’ de Yiğit' in uzaklardan vuruşu ceza yayı üzerindeki Güven' e gol pası oldu. Onun dönerek vuruşunda Volkan başarılıydı.

55’ te Özer' in muthiş ara pasıyla kaleciyi karşısında bulan Emre ceza sahası içerisinde yerde kalınca penaltı istedi ama hakkı aldatmaya yönelik hareketten sarı kart olmalıydı.

57’ de kullanılan köşe vuruşu sonrasında oluşan karambolde en son Andre Santos vurdu ve İlker çıkardı. Dönen topa bu defa Semih vurdu ama İlker sakatlanma pahasına bir golü daha engelledi..

61’ de Fenerbahçe yine tehlikeli geldi. Alex 'in pasını geriden gelen Emre aldı ve hemen sağındaki Mehmet Topuz' a aktardı ama o ligdeki ilk golünü atmamak için vurdu.

66’ da ceza sahası içerisinde topla buluşan Alex, dönüp çok sert vurdu ama İlker’ in yerine oyuna dahil olan Bulut iyi bir hamleyle topu uzaklaştırdı.

Fenerbahçe atak üzerine atak yapsa da gole ulaşabilmiş değil. Manisaporlu oyuncular da maç öncesi hayal ettikleri boşlukları bulmaya başladılar. 78’ de hızlı gelişen Manisaspor atağında Isaac' in sağdan ortasına arka direkteki Güven dokunamadı. 80’ de yine Isaak getirdi sağdan destek veren Güven' in önüne bıraktı. Güven bu defa vurmayı başardı ama kötüydü.

Sonrasında Fenerbahçe bir defa daha Manisaspor kalesini ablukaya aldı ama defans çok başarılı. Üst üste ataklar gelişen ataklar: 90’ da Özer 'in sol ayağı ile çıkardığı mermi gibi şut yandan auta çıktı.

90+2’ de Yiğit Gökoğlan geriden aldığı topla sağdan ceza sahasına girdi ve sert vurdu ama top yan ağlarda kaldı.

90+3’ te ceza sahası yayı üzerinde topla buluşan Isaak Deniz ve Bilica’ ya rağmen iyi vurdu. Volkan’ nın bir defa daha yapacak bir şeyi yoktu: 2-1

En azından beraberlik için rakip kaleye yüklenen Fenerbahçe 90+7’ de Vederson’ un soldan yaptığı ortaya iyi yükselen Gökhan Ünalla golü buldu: 2-2

Maçın skorunu 2-2 ilan eden son düdükten sonra Isaac önce sarı ardından da direkt olarak gördü.

Yüzde altmış beşi işaret eden topla oynama oranı, yüzde doksan başarılı pas, yirmi beş şut. Fenerbahçe belki bir puandan fazlasını hak etti. Ama artık lider değil. Ve geriye iki yol kalıyor; bu bir puana sevinmek ya da kaybedilen iki puana üzülmek.


MANİSASPOR: 2 - FENERBAHÇE: 2

Stat: 19 Mayıs

Hakemler:Mustafa Kamil Abitoğlu, Mustafa Emre Eyisoy, Nihat Mızrak

Manisaspor: İlker (60 Bulut), Ferhat, Hüseyin, Burak, Eren, Güven, Yiğit İncedemir, Kemal (25 Mehmet Nas), Mehmet Güven, Simpson (77 Yiğit Gökoğlan), Isaac

Fenerbahçe: Volkan Demirel, Gökhan Gönül, Bilica, Deniz, Dos Santos, Mehmet Topuz (82 Gökhan Ünal) Cristian, Emre (86 Vederson), Özer, Alex, Semih

Goller: Isaac (45, 90+3) /Cristian (13), Gökhan Ünal (90+7)

Sarı Kartlar: Eren, Yiğit İncedemir

Kırmızı Kart: Isaac (müsabaka sonu)

Devamı ...

12 Şubat 2010

Bursaspor 3 - Fenerbahçe 1
ZTK 11/02/2010



Fenerbahçe Ziraat Türkiye Kupası çeyrek final rövanş maçında Bursaspor’ a 3-1 yenilmesine rağmen yarı finale çıkan taraf oldu. Iglesias, Ivankov (p.) ve Turgay’ ın gollerine cevap Güiza’ dan geldi.

PAPAZIN ÇAYIRI: ‘...bu kupa maçıdır ve bu avantajlı skora rağmen her şey bitmiş değildir. Bu gözler sadece bir devrede hiç yemeden dört gol atan takımlar gördü.’ diyerek bitirmiştik geçen hafta oynanan ilk maça dair yazılanları. Oysa futbolu bildiği varsayılanlar, içinden ‘yarı’ geçen başlıklar altında Fenerbahçe' yi çoktan yarı finalist ilan etmişti. Ama bir defa daha görüldüğü gibi hiçbir maç oynanmadan kazanılmıyor. İnanca ihtiyaç var, biraz da futbol şansına.

Bursaspor oyuna kaybedecek bir şeyleri olmayanların cesaretiyle başladı. Fenerbahçe ise iki ‘gol kralı’ dışında defansif yönü baskın dokuz oyuncuyla sahadaydı. Yani oyunun şekli belliydi: Bursaspor arkada kalan geniş alanlara aldırmadan saldıracak, Fenerbahçe ikinci bir pasa ihtiyaç duymadan o boşlukta topu ‘genişalansever’ gol krallarıyla buluşturacak. 2’ de Gökhan Ünal topu ayağına dolaştırmasa, 5’ te hep aklımızdan geçtiği gibi Daum’ un ortanın sağında denediği Gökhan Gönül pas vermeyi düşünmek yerine vurmayı tercih etse, 13’ te Gökhan Ünal ‘ama bunları Güiza da kaçıyordu, biz seni atasın diye aldık’ pozisyonunda topu Ivankov’ a teslim etmese hem Daum dahi olacak hem de Bursaspor adına sayfaları bulan bir kahramanlık hikayesi yazılmıyor olacaktı.

Sonrasında her şey Ertuğrul Sağlam’ ın hayal ettiği gibi gitmeye başladı. Volkan ve Ali Tandoğan’ ın kontrol ettiği sağ kanat iyi işliyor, dönen bütün toplar Bursasporlu oyuncularda kalıyor ve o toplar yeniden atağa dönüşüyordu. Üstelik golü de tam zamanında buldular: 18’ de ceza sahası içine gelen topu Volkan çizgi üzerinden çevirdi, Iglesias kafa ile ağlara gönderdi: 1-0

Sonrasında Bursaspor özellikle sağ kanattan hızlı geldi ama ortalar isabetsiz olunca bu ataklar sonuçsuz kaldı. 30’ da ceza sahasına giren Volkan Bilica tarafından düşürülünce hakem penaltı noktasını gösterdi. Birinci vuruş iptal olununca ikincisini de ağlara gönderdi Ivankov: 2-0

Ardından trübünlere koştu. Sonrası sarı kart. Ama hep dediğim gibi bence değer. Kıran kırana geçen mücadelede kartlar faul dışındaki sebeplerden çıkıyor ve insan buna neye yormalı bilemiyor.

43’ te Bilica hakemin oyunu durdurduğu pozisyonda top vurdu. Hakem bunu oyunu hızlı başlatmak arzusuna yormuş olmalı ki ikinci sarıyı göstermedi. Yoksa Fenerbahçe bu andan itibaren maça bir eksikle devam etmeliydi.

45’ te Volkan’ ın ceza sahası içine yaptığı ortaya Iglesias’ dan önce müdahale eden kaleci Volkan ilk yarının skorunu da söylemiş oldu: 2-0

İkinci yarı ilk yarıdan farklı başladı: Bursaspor daha kontrollü bir oyunu tercih ederken, ne zaman patlayacağı belirsiz saatli bombaya dönüşmüş Bilica’ nın yerine Emre’ nin oyuna girmesiyle Fenerbahçe orta sahası işlerlik kazandı.

51’ de Gökhan Ünal Volkan’ dan rol çalıp sağdan ceza sahası içindeki Güiza' ya pasını verdi Ivankov’ un yatarak müdahale ettiği pozisyonda Güiza topa istediği gibi vuramadı ve trübündeki Bursaspor taraftarı da dahil herkesi rahatlatacak gol kaçmış oldu.

59’ da Fenerbahçe ceza sahası içinde oluşan karambolde top elden ele dolaştı. En son Deniz’ in eline çarpan top Bursasporluların penaltı itirazlarına neden oldu. Hakem bu pozisyonda ben herkesin elle oynamasına izin verdim, diyecek kadar olan bitene yakındı.

64’ de uzun pasla defansın arkasına sarkan Turgay topu önüne aldı, Volkan’ ı geçti ve gol krallarından Türk olanına bu işin nasıl yapılacağını gösterdi: 3-0

Golden sonra sevincini abartıp köşedeki korner bayrağına uçan teke atan Turgay’ a ikinci sarıyı göstermeyen hakem belki de Bilica’ nın diyetini ödüyordu.

Gol sonrası oyuna giren Alex’ in varlığı oyunu dengelemiş görünse de artık Bursaspor’ un kaybedeceği bir şey var. Bu sahadaki oyunculardan ve sessiz trübünlerden belli oluyor.

68’ de Bekir sağ kanattan ortaladı, günün başarılı ismi kaleci Ivankov topu iki hamlede kontrol etti.

79’ da herkesin orta beklediği pozisyonda Volkan sağ kanattan ortası kaleye atılan şuta dönüştü ve herkese kaleci Volkan' da dahildi. Top Volkan' ın gögsüne çarpıp kornere gitti.

84’ de peri masalı gerçeğe dönüşebilirdi ama karşı karşıya kaldıkları pozisyonda Volkan Sercan’ ın masalı gerçek kılmasına izin vermedi.

90’ da Sercan topu içeriye gönderdi kaleye paralel giden topu Vederson uzaklaştırdı.

90+2 de dakikalardır geleceği hissedilen gol geldi. Alex bir defa daha Alex oldu. Gökhan Gönül Güiza’ nın önüne bıraktı. Onun vuruşunda top günün en başarılı oyuncularından İbrahim’ e çarparak ağlara gitti: 3-1

Karşılaşma bu sonuçla bitince de yarı finale çıkan Fenerbahçe oldu.

Bursaspor’ un oyununu hafife almaktan utanırım ama onlara bu cesareti verenin ilk maçtaki farklı skor olduğunun da unutulmaması gerektiğini düşünüyorum. Goller birbiri ardına geldikçe artan stresleri de düşüncemi doğruluyor. Hiç olmazsa o kritik dakikalrda şu alemin gördüğü en iyi taraftar gruplarından biri olan Teksaslı gençler takımlarını itebilselerdi. Son sözüm ise Ertuğrul Sağlam’ a. Lütfen ama lütfen kendisine dışardan bakmaya çalışsın. Kulübedeki hallerinin giderek nasıl çirkinleştiğinin acaba farkında mı? Gerekli gereksiz her pozisyonda küfürler ve beddualar okunuyor dudaklarından. Oysa inanan bir adam olarak o küfür ve bedduaların bir gün geriye döneceğini en iyi onun bilmesi gerekir.

Son televizyon bilgesi Ramiz Dayı olsaydı herhalde şöyle derdi: Yenildiğin zaman sadece yenilmiş olmazsın, yeğen...

BURSASPOR: 3 - FENERBAHÇE: 1

Stat: Atatürk

Hakemler: Cüneyt Çakır, Bahadır Duran, Alpaslan Dedeş

Bursaspor: Ivankov, İbrahim, Zapotocny, Mustafa, Ali Tandoğan, Bekir Ozan, Hüseyin, Ozan İpek, Volkan, Turgay, Iglesias (65 Sercan) (90+2 Batalla)

Fenerbahçe: Volkan Demirel, Bilica (46 Emre), Önder, Vederson, Bekir, Deniz, Selçuk, Dos Santos, Gökhan Gönül, Güiza (90+3 Semih), Gökhan Ünal (66 Alex)

Goller: Iglesias, Ivankov(p.), Turgay / Güiza

Sarı kartlar: Hüseyin, Ivankov, Turgay, Ali / Bilica, Güiza, Andre Santos
Devamı ...

10 Şubat 2010

Direniş ve Zafer


55 lira pankart

Daha dün Noam Chomsky'nin bir konuşmasında duyduğum ve işe yarayacağına ikna olduğum örgütlenmenin Fenerbahçe ile gözümüzün önünde yaşanması geleceğe dair ümitlendirimi arttırıyor. Chomsky, Dünya'nın içinde bulunduğu durumu aktarıp sorunların nasıl çözülebileceğinden bahsettikten sonra bir konuşmacının "Peki insanların büyük kısmının eğitimsiz olması konusunda ne yapılabilir? Birçok kişi zamanında Amerika'nın Saddam'ı desteklediğini bile bilmiyor." sorusuna verdiği örneklerle ne yapılması gerektiğini anlatıyordu. Savaş sırasında Vietnam'a daha fazla asker gönderilmesi kararı çıkmış fakat gönderilememişti çünkü ülke içinde savaş karşıtı hareket büyüyordu ve sivil bir ayaklanma durumunda savunmasız kalınacağı öngörülüyordu. Savaşa asker desteği bile gönderilmesini engelleyecek bu sivil hareket 2 yıl içinde doğup büyümüştü. Benzer şekilde 1960'lara kadar marjinal bir hareket olan kadın hareketi o senelerde birden ivmelenmişti ve kısa bir sürede birçok haklar elde etmişti. Çözüm insanlardı. İnsanların vicdanlarını ve mantıklarını dinlemek ve bunun çevresinden organize olmaktı.

Sene başında Fenerbahçe'nin bilet fiyatları 55 Lira olarak açıklanınca burada büyük tepki gösterdik ve sosyal, ekonomik sebeplerle neden yanlış olduğu üzerine uzun yazılar yazdık. Bizim tepkimiz uzaktandı ve tepkilerin sebebini ve amacını insanlara aktarmaktan ibaretti. Çok daha ciddi çalışan, direnen başka bir grup insan vardı. Bir avuçtan fazla değildiler fakat sesleri hemen duyuldu ve bilet fiyatları önce 44 Lira'ya indirildi. Pankartlar açtılar ve tribünlerde üzerlerine insanlar salındı, tehdit edildiler, İstanbul'un dört bir yanına haykırdılar, yılmadılar stada girip herkese dertlerini anlattılar. İnatçı ve haklı direniş sonunda aradığı hakka kavuştu ve bilet fiyatları artık 22 Lira.

Kimse bu fiyatları Fenerbahçe yönetiminin hediyesi olarak sunarak sadakacı kültürünün getirdiği acziyetle açıklamaya çalışmasın. Tehlikeye giren şampiyonlukta ve sıkıntılı geçen şampiyonluk yarışında taraftar desteğinin önemini anladıkları muhakkak. Yalnız taraftar desteği ve bilet fiyatları arasındaki bağlantıyı kurmalarının yönetimin bir meziyeti olmadığı açık. Eğer bu bağlantıyı kurabiliyor olsalar normale döndürdükleri fiyatın % 150 fazlasına satmaya çalışmazlardı. Bu bir avuç insanın direnişi taraftar desteğinin bilet fiyatlarıyla ters orantısını gözlerine sokmuş, karşı çıkan, çıkmayan herkesin beynine kazımıştır. Eğer desteğe ihtiyaç duyulduğu an akıllarına bilet fiyatlarını indirmek geldiyse en büyük başarı bu direnişçilerindir.

Fenerbahçe'yi arkadan hançerlemekle itham edildiğimiz günler uzak değil. Böyle konularda egemen güce tepki verince ulus devletlerin sığındığı "birlik ve beraberlik" limanı spor kulüpleri için de en verimli sığınak. Onun da ardından gelen "mutlak demokrasi mümkün değildir, iyi diktatör çarpık demokrasiden üstündür" savını çok duyduk, duymaya devam edeceğiz. Bu direniş ve zafer bunların hepsine teorik değil pratik cevaptır. Chomsky'nin bahsettiği vicdan ve akıl etrafında örgütlenme, "iyi diktatörden" üstün çıkmıştır. İnandığı bir kenara itilerek son derece pragmatik bir şekilde statükoya destek vermeye zorlanan mantığın fayda getirmediği ve ileride de getirmeyeceği, bu kadar büyük bir organizasyonu verimsizleştireceği ve kaynakları boşa harcatacağı bir kez daha görülmüştür. Yine pratikten kopmayalım; bu sezon boş oynanan maçlar da verimsiz kullanılan kaynakların pratik örneğidir.

Sezon sonunda şampiyonluk yarışı kızışır, arz-talep dengesi bozulur ve bilet fiyatları tekrar 55 Lira olabilir. O gün yine vicdanını ve mantığını dinleyenler ile mantığını pragmatizme zorlayanlar karşı karşıya gelecek. İlk grup yine sayıca az olacak, yine muhalefet yapmak için muhalif olmakla ve "birlik ve beraberliği" yıpratmakla suçlanacaklar. Onlar geri adım atmayacak. Geri adım atmayacağız. İnandıklarımızı anlatmaya devam edeceğiz. 300 milyonluk ülkede de bir spor kulübünde de vicdan ve inancın demokrasisi daha önce defalarca iyi diktatörlere karşı zaferle ayrılmışsa, bu ümitlerimizi taze tutmak için yeterlidir. Bu direnişi başlatan, inatla devam ettiren ve sonunda istediklerini elde eden herkese teşekkürler.

Tanjeviç, simdi sıra sende!
Devamı ...

8 Şubat 2010

Neden Sessizler?



Yukarıdaki küpür 1978 yılından. Herhalde 1960'ları da arasak benzer bir manşet bulabilirdik. Bu durum Fenerbahçe Başkanlarına da has değil elbette, üç büyüklerin bütünü şöyle veya böyle her dönem federasyondan mutsuz, her dönemeçte de hakemlerden rahatsız. Marduk zeval vermezse, 2020 yılına gelindiğinde de bu durum devam edecek ve foton kuşağından geçesiye olsak dahi üç büyükler bunu bir kamuoyu iletişim tekniği olarak kullanacak.

İki temel mesele var, bir takım başarılı olmak istiyorsa başarı hedefini net olarak belirlemek, bu hedefe uygun iyi bir kadro kurmak, bu kadroyla çalışabilecek yetenekli bir teknik direktör istihdam etmek, kadro ile ilişkisinde idari yetkileri vermek zorunda. Genel olarak "futbol aklı" diye üstü geçilen bu hareket tarzı, uzun vadeli hedefleri, bu hedeflere uygun bir oyuncu akvaryumunu, sürekli değerlendirmeleri, futbol hakkında özgün bir anlayış sahibi profesyonelleri de kapsıyor. Mühendisler, müteahhitler, müşavirler, avukatlar belki futbol izleyebilirler, bu konu hakkında yorum da yapabilirler, ancak futboldan futbolun profesyonelleri anlar. Teknik bir iştir, bilgi, deneyim, tecrübe istemektedir.

Bir örnek vereyim, kapital sahibi herhangi bir insan örneğin bir çivi fabrikası açabilir. Bunun için bir gayri menkul, bu gayrimenkul üzerinde fabrika kurmak, bu fabrikada üretim yapabilmek için üretim araçları satın almak ve en nihayetinde de üretimi fiilen gerçekleştirecek emek unsuruna sahip olmak gerekir. Bu kadarı da yetmez, geniş bir pazarlama planlaması, lojistik, dağıtım gibi maliyetler de planlanmalı ve mümkünse bir iş akış şeması içerisinde oturtulmalıdır. Hayatı boyunca inşaat sektöründe çalışmış bir mühendis kapital sahibi olarak böyle bir firmaya sahip olunca makinelerin bakımıyla, kullanımıyla uğraşmamalıdır, bundan zaten anlamaz, işçilerin verimliliği ölçülebilir ama işçilere nasıl çivi üretmeleri gerektiği noktasında taktik veremez, o girdi çıktıyı bilir ama bir muhasebeci de değildir, gerçek aylık maliyetleri, gelir ve gider kalemlerini, tek düzen hesabını bilmez. Bunun için profesyoneller istihdam etmesi ve katma değerini arttırmak için işletmesini denetlemesi gerekir. Basiretli tacir, her haltı kendi yapan adam değildir, ehil profesyonelleri ve nitelikli iş gücünü yatırımı için kullanan ve hedeflerine ulaşabilecek kaynaklara sahip olan kişidir.

Neden futbol kulüpleri için farklı olsun?

İlk yol benzer bir yoldur. Profesyonelleşme, kurumsallaşma filan gibi adlar altında hepimizin kast ettiği bu. Aziz Yıldırım harika bir iş adamı olabilir, bir ihalede karşımıza çıkmasını istemeyeceğimiz bir insandır, sahip olduğu kapital ile bizim yapamayacağımız bir çok işi yapabilir ve başarılı da olabilir. Ancak eğer kendisi en iyi yaptığı iş de dahi, beton dökmeye başlarsa, hem onu herhangi bir amele kadar iyi beceremez (fiziği müsait değil) hem de kendisini verimsiz kullanmış olur. Dolayısıyla futbol kulübü için gereken hedefleri belirlemek, bu hedeflere uygun bir kadro oluşturmak, yönetimi profesyonellere bırakmak ve nihayetinde denetlemekten ibarettir. Bunu ne kadar iyi yaparsa, o kadar iyi.

Bu mantık, belki kısa vadede başarısızlıkla karşılaşabilir. Ancak uzun zamanda başarılı olabilecek bir metottur. Bu metot, uzun erimli hedeflere takımı ulaştıracak, her sezon hedeflere uygun ve takım kalite ortalamasının altındaki mevkilere daha yetenekli oyuncular katılacak, en nihayetinde takım her sezon bir önceki sezona göre gelişecektir. Rakipler, profesyonellerle izlenecek, örneğin hedef 3 sezon üstüste şampiyon olmak ise, rakiplerin yaptığı transferlerin yaratabileceği güç dengesi değişimleri hesaplanacak ve buna uygun düzeltmeler de yapılacaktır.

Bu mantık elbette futbolun esasında sahada oynanan bir oyun olduğunu düşünenler ve kabul edenler için geçerlidir. Ben Fenerbahçe'yi masa başı oyunlarıyla, karanlık ve genel olarak adaletsiz bir takım yöntemlerle bir başarı elde etsin diye seven kimseyi bilmiyorum. Hayır Fenerbahçe sahada yenmelidir. Yalnız yenmemelidir. İyi oynayarak yenmelidir. Bu spor dalında sanat olan, gözleri ışıldatan, insanlara güzel hikayeler veren, bizim yüreklerimize güzel cümleler sokan bir aktör, bir icracı olduğu için seviyorum. Biz insanlara oturup da masa başı oyunları anlatamayız, karanlık bir takım işleri ve kişileri anlatmak, örneğin Kelebek Ali'den bahsetmek hepimizin ağzında balgam gibi durur, tüküre tüküre konuşuruz. Alex'tir bizim anlatacaklarımız, Hooijdonk'tur, elbette sağ kanattan bindiren bir Rıdvan'ın hareketi Schubert kompozisyonları gibi dilimizden dökülür. Güzel cümleler kurarız, güzel şeyler anlatırız ve ağzımızdan iyi şeyler döküldüğü için az daha iyi adamlar oluveririz. O halde Fenerbahçe yenebilecek bir kadro kurmak zorundadır. Zordur, pahalıdır, ama yapması gereken de budur. Fenerbahçe şu veya bu mazereti de kabul edemez, büyüktür, büyük olan büyüklüğünün gereğini yapar. İcraaf, fiiliyat bütün bunlardır gerçeği belirleyen, ayinesi iştir yani biraz kişinin, tezahürata bakılmaz.

Ancak bu yol görüyoruz ki kulüp başkanlarının işine gelmiyor. Kendilerini süs bitkisi gibi hissetmekten hoşlanmıyor onlar. Onlar kulübe karışmak istiyorlar, yönetmek, bütünüyle hakim olmak. Soyunma odalarında terör estirmek, antremanları izlerken fırça çekmek, teknik direktörü karşılarına alıp "Ne yapıyorsun Hoca" diye sorgulamak. Egemenlik, güç ve bunun getirdiği korkuyu hissetmedikçe sanki damarlarında akan kanı hissetmeyecekmiş gibi davranıyorlar. En nihayetinde soyunma odasına sokmayan hocalar yerli yersiz gönderiliyor, en ufak bir başarısızlık, uzun hedeflerin önüne konup hop diye bir hoca getiriliyor. Yeni hocanın, yeni nefesini bekliyor herkes, "Ne kadar dayanacak" temel meselemiz. CVleri üzerinde Fenerbahçe'den kovuldu yazan hocaları bir araya getirsek, bir dünya kupası çıkartacak kadar yetenekli hoca elimizde olur. Hiddink, Löw, Aragones, hiç değilse en yakından bildiğimiz isimler.

Dolayısıyla ne oluyor? İkinci yol insanları masa arkasına da götürüyor, karanlığa sokuyor. Uygun ve mantıklı planlanmış hedefler, konjuktürel başarıların gerisinde kaldığında, önem sıralaması uzun vadeli başarılar yerine bu sezon olduğunda, eldeki kadro planlanmış değil "Bunu da alalım" şeklinde bir mantıkla oluşturulduğunda, ortaya çıkan derme çatma yapı ya oradan ya da beri yandan baş veriyor, patlayan lastiğin çıkardığı havayı kapatmak üzere de hakemler devreye giriyor. O kadar kolay ki. Kamuoyunun önüne hakemleri salıyorsunuz, bir takım dış güçleri suçluyorsunuz, oyunlar oynanıyor, komplolar var edebiyatıyla hem kafa yapısı zaten bu lisana ayarlı kitleyle mantık köprüleri kuruyor, hem de aba altından sopa gösteriyorsunuz. Hakemler yeteri kadar korkarsa amenna, yapacakları hatalar hep size yarayacak. Hakemler korkmazsa, ona da amenna, milyonlarca taraftar hiç size kızmayacak.

Bu arada güç devam edecek. Güç ve korku. Adnan Polat bu oyunları iyi bilen bir adam, bu oyunu da o sebeple iyi oynuyor. Düşman yaratmakta hiç zorlanmıyor ve geçmiş düşmanlarını objektif gözükmek adına yanına da topluyor. Aziz Yıldırım "Hakemler hata yapmıyor herkes işine baksın" diyebilir miydi geçen sene? Şampiyonluğa giden Demirören, bir panikle, bir şeyler geveledi ama, o da bir sezon önce bu işleri yapan biri olarak çok uzun süre sadık kalamadı sözlerine. Sorun ne? Sorun, bu yöntemi uygulayan, kimliği ve kişiliği ile de kendini bu yöntemi uygulamaya mahkum eden biri başka bir oyuncuyu gene bu yöntemi uyguluyor diye eleştiremez. Satranç oynarken, veziri aldı diye rakibinize bir şey söyleme hakkınız yoktur, kendi hatanıza yanarsınız ancak.

Tabi bu sorundan çıkış belli, belli olduğu için aynı minvalde bin adet yazı yazdık, hepsi de internetin karanlığında kayboldu gitti. Dileklerimiz gerçekleşmeyecek kısa vadede, bunu da görüyoruz ama ben kendi adıma kendime bir hatırlatma yapayım istedim, ben Fenerbahçe'yi başka sebeplerle sevdim ve bugün sevme nedenlerimin Fenerbahçe'siyle aramda tek bir şey duruyor, benim yönetimim. Biraz yana kayın be babam, manzaranın içine ettiniz.


Devamı ...

7 Şubat 2010

Sıkıntı Var


Emre

Geçen sene Sivas-Kayseri galibiyetlerinin ardından yalancı baharımız çabuk bitmişti. Bu yıl daha da erken bitti, erken bitmesi hiç de fena olmadı. Takım bu iki maçta hücum olarak çok üstün olduğu için sorun yaşamamıştı fakat bugün gördük ki hâlâ etraflıca düşünülmesi gereken sorunlar var. Bugün hem savunmada hem hücumda ciddi sorunlar yaşadık. Diyarbakırspor zayıf bir takım, yapılan baskı o yüzden kimseyi yanıltmamalı. Baskının sonucu neredeyse sıfır pozisyonsa bir anlamı kalmıyor.

En ciddi sorun şu; Fenerbahçe son 11 lig maçının 10 tanesinde gol yedi! Defansın zaafları ortaya çıkmaya başladı ve rakipler bunu değerlendiriyor. Çok iyi oynadığımız Bursa maçının ilk yarısında Sercan tek başına istediğini yapabildi. Hızlı olmak yeterli oluyor. Ne yapılabilirdi, defansa bu durumlarda kullanılabilecek hızlı bir yabancı alınabilirdi, çok üst düzey bir oyuncu olmasa da en önemli özelliği hızı olabilirdi ve sıkıntıya düşülen durumlarda Bilica veya Lugano yerine oynardı. Yapılmadı, o yüzden maçlarda defans önde kurulunca bu ikilinin ve Cristian'ın ilk müdahaleyi mükemmel bir zamanlama ile yapmasını umacağız, yoksa bol bol Volkan'la karşı karşıya izleyeceğiz.

İkinci sorun Emre. 1 gol 3 asisti var, hepsi Manisa maçına kadar. O maçta kırmızı kart gördü ve ne skora ne oyuna bir katkısı var. Çok fazla top kaybı yapmaya başladı, bugün Volkan'ın uzanıp kurtardığı toptaki kaybı affedilecek bir hata değil. Çok uyumsuz ve isteksiz bir hali var, sorumluluk almaktan kaçıyor. Sezon başında Fenerbahçe'nin en iyi oyuncusuyken yaptıkları ileri alan baskısı ve topu çok hızlı ileriye taşımaktı. Şimdi iki işi de yapmıyor, hatta yapmamak için pozisyon alıyor gibi. Şu haliyle Cristian'dan bir farkı yok ve bir takıma iki Cristian fazla. Bir tanesinin yerine Özer oynatılsa daha faydalı olur.

Özer'e gelelim. Nedense "en basit oyunu oyna" ilkesine bir türlü ısınamadı. Oysa Alex'i izlemesi yeterli. Bursaspor maçında üçüncü gol öncesi yaptığı aşırtma pas müthiş, fakat oyunun her yerinde, her dakika onu yapmasına gerek yok. Çok basit, orta sahada top alırsa ve karşısında az rakip varsa ilerleyecek, yoksa en yakındaki arkadaşına atacak. Ayağına her top geldiğinde asistlik pas vermesi imkansız. Basit oynamamanın diğer kurbanı da Semih. Arkası dönük top alıp rakibi tutmak önemli bir meziyet. Fakat böyle bir özelliğiniz var diye her topa sırtınızı dönüp sürekli top tutmaya çalışmaya gerek yok. Özellikle ceza alanından uzaksa alıp, pası verip pozisyon alması gerek.

Bugün sadece 2 oyuncu değil tüm takım basit oynamayı unutmuştu. Farklı galibiyetlerin verdiği özgüven olabilir bunu yaptıran. İlk 20 dakikadaki yüksek isabetli paslara ve top dolaştırmaya rağmen bugün gol pozisyonuna giremeyeceğimiz belli gibiydi. Mehmet Topuz, Emre ve Özer'in hücuma katkısı yok gibiydi. Diyarbakırspor kendi yarı alanında sürekli alan daraltarak ve geride duvar savunması yaparak durdu. Alex fazladan yaratıcı olamadı, sonuç olarak da gol ve gol pozisyonları karamboller sonucu oluştu. İlk yarıda Gökhan'ın ortası dışında organize bir kanat atağımız yoktu. Semih topla buluşamadı, buluştuğunda çok tutarak pozisyonları bitirdi ve son dakikada beraberliği kurtardık.

Hakem rezaletini de es geçmeyelim. Geçen gün "Aziz Yıldırım'ın istifası sonrası hakemlerle sıkıntımız kalmadı, istifa amacına hizmet etti" diyen arkadaşların çözümü Aziz Yıldırım'ın yine kulüpler birliğinden istifa etmesi olabilir. Belli ki bu sezon penaltı falan atamayacağız yine. Mehmet Topuz kırmızı kart görüyor, aynı hareketi yapan oyuncuya sarı kart bile gösterilmiyor. Bilica'nın yaptığı faul değil ama faul veriyor ve korkaklığından kırmızı gösteremiyor. Uzatmanın tamamı durarak geçiyor, adam düdüğü ağzında saniyesi gelse de maçı bitirsem diye bekliyor. Güiza kart istedi diye sarı kart görüyor, Diyarbakırspor'un İsmail YK sakallı oyuncusu maç boyu eli kolu durmadan hakemle uğraşıyor, kartsız bitiriyor. Hakemler iki sezondur bilinçli olarak baskı altında. Aynı baskıyı Fenerbahçe yönetimi de yapmasın ama çıkıp bu baskılara tepki versinler. Yoksa her maç böyle geçecek. Transfer yapmayarak büyük risk aldılar, en azından bunu yaparak bir işe yarasınlar.
Devamı ...

Bir Lafa Bakarım Laf Mı Diye, Bir De Söyleyene Bakarım Adam Mı Diye...


Adnan Polat Gerçeği

Blog dünyasından uzak kaldığım günlerde, eşzamanlı olarak futbol dünyasından da uzak kaldım. Zamanımı değerlendirme biçimim, iş dünyasıyla birlikte köklü olarak değişikliğe uğradı. Eskiden günler harcadığım işlere veya meşgalelere dakikalar ayırmak, alternatif maliyeti cezbedici birçok seçenekten ötürü zaruri oldu.

Hepimiz dünyanın bir merkezi olduğunu çok fazla önemsiyoruz diyordu nobel ödüllü yazar Orhan Pamuk. Hakikaten, futboldan uzak kaldığım günlerde, dünyanın merkezinin de futboldan uzak olduğu hissiyatına kapıldım. Bloglarda yazılan onca yazı, spor sayfalarını süsleyen onca haberin manasız ve bir o kadar da boş konular temelinde tartışıldığını hissettim. Ben daha fazla kişiselleştirmeden ve merkezden uzaklaşmadan, mevzuya gireyim.

Boğazın karşı yakasında, aristokrat görünümlü velhasıl fakir edebiyatını kulüp tüzüğüne kaydettirmesi gereken bir topluluğa ait, başkan kıyafeti giymiş amigo adam yine mikrofonlara o tok sesiyle konuştu.

Yıldız futbolcuları, kasap futbolcuların elinde ziyan oluyormuş..

Zaten bu tür açıklamaların olduğu ortamda, işler tıkırında gitmiyordur. Her daim yöneticilerin çok konuştuğu müesseselerde, yönetilemeyen bir takım sorunlar muhakkaktır! En son yıldız futbolcusu hakkında konuştuğundan beri, o yıldız futbolcusu hala kulüp bulamadı!

Parçalı yakada durum hep aynı. İşler kötüleştiği an, tok ses meydana çıkıyor ve ''Ayağınızı denk alın..'' mesajı iletiliyor. Belli ki faydası ve tesiri anında oluyor ki, bu etki-tepki mücadelesine bıkmadan devam ediyorlar. Futbolun marka değerinden dem vuran ve marka değerini bu kadar önemseyen insanların, milyonlara taşak malzemesi olacak kadar kendini küçültme çabaları da de çelişkilerin başkanı yapıyor kendisini!

Parçalı yakadan siyah beyaz camiaya baktığımda, gördüğüm beni hiç şaşırtmadı. Burada da işler pek farklı değil. Demokrasi olmayan ülkemin dört bir yanına donatılan demokrasi parkları gibi, bu camiada da duruş ve etik değerler ağızdan düşmüyor.

Eli Öpülecek Başkan

Oysa küfür ederek kovdukları onursal başkanlarını, şimdi sahiplenip ''eli öpülecek başkan'' imajı ile yad ediyorlar. Doğru ya, seçimlerde karşı duruşlarını sergiliyorlar. Kendi duruşları, hepimize bolca taşak malzemesi yaratacak kadar esaslı bir duruş! Fazla kelama gerek yok.

Sezon başından beri ''bu maçı kaçırmamalıyım'' dediğim maçların sayısı düşüyor, çubukluları sahada görünce içimi kaplayan heyecan yarılanıyor. Anti futbol terimini ortaya döken amigolara hak vermemek elde değil. İzlediğin maç, kendi kulübünün maçı bile olsa insanı oflatmaya, 90 dakikayı bir bir saydırarak geçirmeye başlıyorsa uçmayacak olan at kendini belli ediyor.

Başlığı koyduk da içeriğe uydurmak gerekli. Esasında sözün tamamı da böyle değil. Öncesinde bir cümle var ki esas niyetimi belli ediyor.

''Her lafa verecek cevabım vardır. Bir Lafa Bakarım Laf Mı Diye, Bir De Söyleyene Bakarım Adam Mı Diye..''

Lafın bol olduğu, adamın kıt olduğu futbol camiasına milyar dolarları yatıran digitürk ve ailesini bu vesile ile kutlar, futbolun marka değerini yüceltme niyetleri olan kulüp başkanlarını bir de sezon sonu şampiyonluk mücadelesinin kızıştığı dönemde görmek isteyerek bu yazıyı noktalayalım...
Devamı ...

Fenerbahçe 1 - Diyarbakırspor 1
TSL 07/02/2010



Yirminci haftanın kapanış maçında evinde Diyarbakırspor’ la karşılaşan Fenerbahçe rakibiyle 1-1 berabere kaldı. Ayman’ nın golüne cevap normal sürenin son dakikasında Andre Santos’ tan geldi.

PAPAZIN ÇAYIRI: En yakın takipçisinin puan kaybettiği haftada farkı açmak için sahaya çıkan Fenerbahçe, kötü zemine Diyarbakırspor’ un Ayman önderliğindeki oyun bozan mücadelesi de eklenince beklemediği bir puan kaybıyla karşılaştı. Doksan artı beş dolduğunda(!) ‘kasap futbolcu’ açıklamasının genişleyerek ‘kasap zemin’ ve ‘kasap hakem’ i de içermesi gerektiği ortaya çıkarken bu işin böyle gitmeyeceği de belli oldu.

8’ de Bebbe’ nin haftanın golü olsun diye uzaklardan vurduğu ve direkten dönen şut Diyarbakırspor adına ilk yarıdaki tek güzel şeydi. Geriye kalan ise bozuk zeminin de yardımıyla rakibi durdurma çabasından başka bir şey değil.

14’ te Andres Santos’ un ortasını Semih indirdi ama Alex arzu ettiğimiz gibi vuramadı.

Orta saha mücadelesi ile geçen dakikaların ardından 40' ta Semih sol çaprazda topla buluştuktan sonra uzak köşeyi gördü ama şutunu Gökhan kornere çeldi.

45+1’ de Mehmet Topuz' un pasında ceza sahasında topla buluşan Alex vuruş pozisyonu alamadan ters kademeye giren Basem mutlak bir gole engel oldu.

45+2’ de Alex' in şık topuk pasını Semih dışarı gönderdi.

Uzatma dakikalarında dozajı artan heyecan hakemin ilk yarıyı golsüz bitiren düdüğüyle son buldu.

İkinci yarının ilk dakikalarında ‘Soldaki Uğursuzluk’ tan mıdır bilinemez ama ‘kasap zemin’ Özer' in topsuz alanda oyundan alınmasına neden oldu.

53' te Özer’ den sonra sola geçen Emre ortaladı Semih istediği gibi vuramadı.

58 'de Emre, bu defa rakibi Tazemeta' ya gollük bir pas verdi. Bilica ve Lugano’ nun da oyundan düştüğü pozisyonda topu iyi sürükleyen Tazemeta Volkan' ı çalımlamaya kalkınca başarısız oldu.

64’ de Güiza ceza alanında formasında çekilerek indirildiğinde çalınmayan penaltı düdüğü iki şeyin habercisiydi: yoğun baskı ve ‘kasap hakem’.

Ama Lugano sakatlandı ve hemen ardından 83’ de bu defa Ayman haftanın golünü attı. Uzaklardan vurduğu güzel şut Volkan’ ın bir şey yapmasına izin vermedi: 0-1.

Hiç olmazsa bir gol diyerek rakip kaleye saldıran Fenerbahçe, aradığı golü 90' da kafalardan seken topta Andre Santos’ un araya girip ve topu ağlara yollamasıyla buldu: 1-1

Beş dakika uzatma kararı verip bunun en çok iki dakikasının oynanmasına izin veren hakem arada Güiza’ya sarı, Mehmet Topuz’ a kırmızı kart göstermeyi başarırken karşılaşma da 1-1 beraberlikle sonuçlandı.

Hiçbir maçın oynanmadan kazanılamayacağı gerçeğinin bir kez daha ortaya çıktığı gecede Diyarbakırspor’ un bu bir puanı haketmediğini kimse söyleyemez. Ama bu bir puanda kötü zeminin, tercihlerini Fenerbahçe aleyhine kullanan bir hakemin varlığı da görmezden gelinemez.

Stat: Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu

Hakemler: Koray Gençerler, Erhan Sönmez, Muhittin Gürses

Fenerbahçe: Volkan Demirel, Gökhan Gönül, Bilica, Lugano(83 Deniz), Andre Santos, Özer (49 Güiza), Cristian, Emre, Mehmet Topuz, Alex, Semih

Diyarbakırspor: Gökhan, Adnan, Diallo, Erdinç, Basem, Tjikuzu, Ayman, Barış, Celaleddin (80 Musa), Bebbe (66 Djite), Tazemeta (86 Martinoviç)

Goller: Andre Santos / Ayman

Kırmızı kart: Mehmet Topuz

Sarı kartlar: Bilica, Emre, Güiza / Bebbe, Barış
Devamı ...

6 Şubat 2010

Maçı Bırakıp Alex'i İzlemek


Alex

Takım son haftalarda iyi olmasına rağmen Alex'in ağırlığını koyduğunu söyleyemiyoruz. Aslında tam da bu yüzden söyleyemiyoruz sanırım, takım iyiye gittiği için. Semih mükemmel oynayınca, kanatlar gizli forvetçilik yapınca, orta saha hızlı çıkınca Alex'e ordusunun muzaffer olmasını eli belinde izleyen komutancılık yapmak kalıyor, ceza alanının biraz gerisinde beyin oluyor ayak olup gol atmak yerine. Bazen ne asist yapıyor, ne gol atıyor ama ben oyunu bırakıp onu izliyorum, neden olduğunu da son iki maçtan üç kareyle anlatayım.

Bu kareler sadece son 2 maçtan, Sivasspor ve Bursaspor maçlarından.

Alex Sivas 1

Alex Sivas 2

Alex Bursa

Bunlarda ne görüyoruz? Tek kareyle anlatılmıyor ama bunlarda Alex'in satranç oyuncusu gibi 3 hamle sonrasını oynadığını görüyoruz. İlk iki pozisyonda Uğur gol attı, gol atan her zaman haklıdır, fakat Uğur'un topla ilerlemeye başladığı an alacağı pozisyonu hesaplayan, tam zamanında olması gereken yerde olan ve hem topla arasında, hem de kaleyle arasında mükemmel koridorlar bırakan Alex'i görüyoruz. Uğur iyi vurdu ve gol oldu fakat açıp izlerseniz Alex'e pas çıkarmasının çok daha kolay olduğunu görürsünüz. Son pozisyonda da Gökhan aradan kaleyi vurmayı tercih etti, vurmayıp araya dokunsa Alex o anı 10 saniye önce hesaplamıştı zaten.

Daum maçtan önce "kaleye yaklaştığınız an Alex'i arayıp ona vereceksiniz çünkü o en uygun gol pozisyonunda olacak, kaleye vurmanız yasak" dese Alex sezonu 58 golle kapatır. Ayrıca hiç de yanılmış olmaz.
Devamı ...

Kutsal Kasesi Bol Camia


AY AP

aethewulf geçen seneler sahada hırçınlaşan, bir ara işi gücü bırakıp en alakasız maç sonunda bile Fenerbahçe hakkında demeç vermeye başlayan Arda hakkında "kutsal kaseniz mi?" diye sormuştu. O anlamsız hareketler camiasında makul karşılanıyordu çünkü Arda "asimetrik hareketle yıpratılmaya" çalışılıyordu. Şimdi görüyoruz ki sorun Arda'ya özel değil. Beşiktaş ve Fenerbahçe camialarında her ne kadar seçimlerde güçleri yetmese de mevcut yönetime ve özellikle başkanlara ciddi ve sert bir muhalefet var. Bu muhalefeti yapan bir avuç insan Fenerbahçe'de bilet fiyatlarını indirtti ve hatta öyle bir tehdit olarak görüldüler ki tribünde yanlarına izbandutlar dikildi, kombine iptaliyle korkutuldular.

Diğer taraftan Galatasaray taraftarı da özellikle Fenerbahçe başkanına ve onun üzerinden Fenerbahçe'ye giydirmeyi hobi haline getirmiş durumda. Aralarında Fenerbahçe resmî sitesini hata bulmak için benden daha iyi takip edenler var. Onlara göre Türk sporundaki kötülüklerin kaynağı Aziz Yıldırım. Uzun süredir yapmıyor olsa da Aziz Yıldırım'ın fevri çıkışlarını örnek verdiler. Son zamanlarda da şu mantıksız ve kimseye bir faydası olmayan istifa edip geri dönmesi üzerinden bu analizlerini yapıyorlar. Haklı oldukları noktalar var elbet, Aziz Yıldırım hakkında çok fazla yazdık, Fenerbahçe'ye ve Türk sporuna bazı hareketleri ve eylemleri nedeniyle neden zarar verebildiğini de anlattık. Onların da hakkı bunu yapmak. Yalnız müthiş bir haksızlık ve değerlendirmelerde "asimetri" iyice rahatsız etmeye başladı. Son senelerde Fenerbahçe yöneticileri taraftarın hakeme isyan ettiği maçlardan sonra bile çıkıp tek kelime etmemişken, birileri gibi sinevizyon şovlarıyla federasyona ve hakemlere gözdağı vermemişken, Anadolu takımlarından oyuncuları ayartıp laf kavgalarına girmemişken hâlâ sorunların merkezine Aziz Yıldırım ve Fenerbahçe'yi koyanlar kötü niyetlidir.

Adnan Polat'ın son senelerde yaptıklarından sonra hâlâ kimseye faydası olmayan bir istifa, geri dönüş faciasını bütün olanların eksenine oturtmak, Beşiktaş başkanının izansızlığıyla dalga geçmek fakat Adnan Polat'ın yaptıklarına dair tek kelime etmemek kustal kaseciliğin camiaya nasıl sindiğini göstergesi. Daha geçen sene "Galatasaray Türkiye'dir" başlıklı bir muhtıra verildi. Onun üzerine haftalarca federasyon başkanı üzerinden politika yapıldı ve stadımıza sokmayız bile denildi. MHK başkanı ve gözlemcilerin üzerine "bağımsız" yayın organları, Fenerbahçe üzerinden saldırmaları için salındı. Başarıya ulaşıldı ve o günlerden beri Galatasaray hakemlerden şikayetçi değil.

Geçen gün Kayserispor dışında tepki almamasını akıl almaz bulduğum bir açıklama daha geldi Adnan Polat'tan

"Fenerbahçe, Beşiktaş ve Trabzonspor'un maçlarını izledim. Bu hepimizin sorunu. Şunu görüyorum ki saha içinde, tabir çok hoşuma gitmese de, 'kasap' diye taraftar tarafından adlandırılan futbolcular çok vicdansızca yıldız futbolcuları tekmeleyerek durdurmaya çalışıyorlar."
Geçen sene hakemlere saldırı için "Fenerbahçe ve Galatasaray'ın düştüğü duruma bakın" diyen Adnan Polat yine aynı taktiğe sarılmış. "Galatasaray Türkiye'dir" diyerek muhtıra verip ardından hangi yüzle yapıyorsa yapıyor ve Fenerbahçe'yi kirli savaşında yanına çekmeye çalışıyor. Kahvehane ağzıyla yapılan "kasap futbolcu" benzetmesini Aziz Yıldırım yapsa gelecek tepkilerin nasıl olacağını, o tepkileri vereceklerin şimdi sus pus olup bu söylenene kafa sallayarak hak verdiklerini biliyoruz. O yüzden kendilerine en ufak bir saygı ve itimadımız yok. En başta futbolculara hakaret bu. Elinde nasıl bir veri var ki böyle bir açıklama yapabiliyor? İspanya liginde 100 maçta 4 futbolcu darbeye bağlı sakatlanırken Türkiye'de 100 maçta 20 futbolcu mu sakatlanıyormuş? Bu açıklamanın amacının hakemlere "bakın, sertliğe esneklik göstermeyin, kartları kullanın, bizim oyun tarzımız budur" mu demek? Amaç bu mu? Keita'nın her darbe aldığında yaptığı, ünü dünyaya yayılan "hacı ben ölüyorum, Azrail'le pençeleşiyorum şu an" hareketiyle bunun bağlantısını kurabilir miyiz? Kurarsak ne çıkar?

Aziz Yıldırım ve Yıldırım Demirören'in beceriksizliklerini yazıp çizmek, onların üzerinden koca camialara hakaret etmek keyifli bir iş. Bir kişi de artık son yılların yıldız başkanı Adnan Polat'a laf etsin. İki senedir bir tane Anadolu takımıyla sorun yaşamayan Fenerbahçe hakkındaki "Fenerbahçe'yi kimse sevmez, çünkü Aziz Yıldırım hörörörörö" analizlerinizi bir cebinize sokun da son senelerde Adnan Polat'ın diğer takımlarla girdiği kavgalar üzerinden kendi camianızı eleştirin. O zaman biraz daha ciddiye alınırsınız.
Devamı ...