30 Nisan 2009
George Best Superstar
"Cennetteki ilk antrenmanından sonra Best sağ kanatta en sevdiği pozisyonda sahaya çıktı ve karşısında sol bekte Tanrı'yı gördü. Onun bana takımında yer vermesini isterdim. Yani George Best'in. Tanrı'nın değil."
Eric Cantona
Devamı ...
Selçuk da "Yıldırım Devam Etmeli" Diyor
Ocak ayından beri sözleşme imzalayıp imzalamayacağı tartışılan bir futbolcudan takımına katkısının üst düzeyde olmasını bekleriz. Bu tip bir futbolcu muhtemelen takım vasatının üstündedir ve oynadığı takım Fenerbahçe gibi bir takımsa muhtemelen önemli Avrupa Kulüpleri onu takımlarında görmek istiyorlardır. Bu denklemin istisnası Selçuk. Ortalama bir yeteneğe sahip, Fenerbahçe’ye geldiği günden beri futboluna inanılması güç bir şey eklemedi ve ilk 11 de sahaya çıkmasının tek sebebi kulübün bu zamana kadar uyguladığı fecaat transfer politikası.
Aurelio ve Appiah’lı bir takımda Selçuk ancak yedek kulübesinde sahaya girmeyi beklerdi. Eğer doğru bir transfer aklı olsaydı Selçuk yine yedek kulübesinden başka bir yeri göremeyecekti. Zira doğru transfer politikası takımı geliştirmeye, daha iyi oyuncuları takımın ihtiyaç duyduğu mevkilere kazandırmaya dayanır. Yıldırım tipi transfer politikası ise takımın gözde oyuncularını elinden kaçırmak ve yedek kulübesine bile girmesi zor oyuncuları takıma katmak üzerine kurulduğu için Selçuk manasızca bu kadroda yer buldu. Aurelio gider yerine Josico gelirken siz yetenekleriniz sebebiyle ilk 11de oynadığınızı iddia edemezsiniz, Abdurrahman Çelebi olarak formayı giyersiniz.
Selçuk böylesi bir ortamda kadroya girdi ve hatta takım kaptanlığı pazubandını koluna taktı. Ancak bir insan Alparslan Eratlı’nın, Zeki Rıza’ların pazubandını takıyorsa en azından buna uygun davranmak zorundadır. Selçuk buncasına başarısız bir sezonda bunu da yapmadı, oturup taraftarı protesto etti. Ortadaki soru şu, sanki bundan sonra Bayern Munich’te oynayacakmış gibi davranan, taraftarı protesto eden ve nihayetinde gece kulüplerinde Önder, Gökhan ve Volkan ile arz-ı endam eden bu adam mı Fenerbahçe’nin gelecek sezonlarında yer alacak? Bu adam mı Fenerbahçe kimliği içerisinde kendine yer bulacak?
Ben diyorum ki, Fenerbahçe kimliği orta sınıf oyuncuların her tür kaprisi yapacakları ve başkanlarından aldıkları hızla taraftarı protesto edecekleri bir sorumsuzluğu kaldıramaz. Bu kimlik unutulsa da Zeki Rıza’larla, Alpaslanlarla, Cemiller ve Canlarla şekillenmiştir. Bu kimlik vefa duygusunun, karşı yakaya geçerken sırf Galatasaray’lılara mahçup olmamak için en şık takım elbiselerini giyen insanların hassasiyetlerinin birleşimidir. Fenerbahçe bir sözleşme sunduğunda orta sınıf oyuncular bile imzalamıyor ve kulübe kapris yapıyorsa Fenerbahçe’de oynamanın şerefinden, hususiyetinden, özgünlüğünden ve büyüklüğünden bahsetmek mümkün olmaz, onlar kulübün kimliğini de kendileriyle beraber “ortalamalaştırırlar.” Yanisi, Barcelona İspanya’nın en vasat oyuncuları Barcelona’da oynadıkları için bir dünya kulübü değildir, Cruyff, Maradona, Ronaldinho, Ronaldo ve nihayetinde Messi ile devam eden bir büyük futbolcular geleneği olduğu için de “mes que un club” mottosunu isminin yanında taşır. Fenerbahçe bundan farklı değildir, bir kulüpten daha büyük bir iddiası vardır.
Yıldırım yönetimi kulübün bugün bu büyüklük iddiasını da zorlamaktadır. Selçuk’la anlaşmak için Ocak ayından beri çalışan ve Selçuk gibi bir oyuncuya bile kapıyı göstermeyen bir zihniyet bir kulüpten daha fazlasını temsil edemez. Bu tip bir futbolcuya taraftarını maç ortasında protesto etme hakkı veren ve sonra bununla ilgili hiçbir ceza da vermeyen bir yönetim Fenerbahçe’nin ne olduğunu unutmuş demektir. Her gün İslam Çupi yazıları okusalar, kulübün dört tarafına onun kelimelerini yazsalar, Lefterin, Bartunun ve Cihatın 30 metrelik heykelini de dikseler eğer pratikte gözlenen vasat oyuncuların dahi kapris yaptığı bir kulüp ise siz Fenerbahçe olmayı unutmuşsunuz demektir.
Biliyorum Selçuk da Yıldırım devam etsin diyor ve benim için bu yeterli. Sırf bu sebeple dahi olsa “Artık Yeter” diyorum. Çok uzun zaman geçti ve çok güç yolları aştık, sarı lacivertin neyi temsil ettiğini unutmaya başladıysak baylar durmanız lazım.
Devamı ...
29 Nisan 2009
Böyle Olsun İstemezdik - Tekel Versiyonu
Bir tek bayan voleybol kalmıştı... Onu da başardık. Ali Koç'un dediği gibi her branşta farklı bir takımla mücadele ediyoruz. Tekelleri kıranların hepsine -yönetiminden malzemecisine kadar- teşekkürler. Umarım bu başarılar kalıcı olacak. Amatör branşları geniş kitlelere sevdirmek üç büyüklerin elinde...
Bu da pankartın 2004 yılında açılan orijinal hali, o günleri de hatırlatalım...
Devamı ...
Public Enemies
Bazı haberler güzel olur. Bu seferki reklam bir filmin. Yönetmen Michael Mann, başrollerde Chritsian Bale ve Johnny Depp var. 1930'larda Amerika'nın efsanevi gangsterleri John Dilinger, Baby Face Nelson ve Pretty Boy Floyd'un FBI tarafından yakalanmasını anlatıyor. Amerika'nın modern zaman Robin Hood'larından efsanevi John Dilinger'ı da Depp oynuyor. Fasıla koyalım, Dilinger'ın vurulduğu yerdeki duvarda şu dörtlük yazar:
"Stranger stop and wish me well,
Just say a prayer for my soul in hell.
I was a good fellow, most people said,
Betrayed by a woman dressed all in red"
İzleyeceğiz.
Devamı ...
Bu Taraftar Sizinle Gurur Duyuyor
İki senedir sallayıp yıkamadığımız Eczacı'yı bu kez devirdik. Voleybolla pek ilgilenmeyenler için söyleyelim İsrail'de Maccabi Tel Aviv dışında bir takımın basketbolda şampiyon olması, İşkocya'da bir takımın Rangers ve Celtics'in önünde şampiyon olması gibi bir şey Türkiye'de Ezcacı ve onun şurekası diğer müessese kulüplerinin önünde ligi şampiyon bitirebilmek. Telekom'un oynattığı iki yabancı Aguero ve Mamadova'nun maliyeti muhtemelen bizim bütün oyuncuların bedeline eşit mesela. Keza Vakıfbank'ın dehşet bütçesini ve Eczacı'nın Şampiyonlar Ligi'nde final-four oynadığını da hatırlatalım. Bütün bu rakiplerin önünde pek de parlak geçmeyen bir normal sezona rağmen play-off'ta şahlanmak ve her geçen maç biraz daha inanarak şampiyonluğa ulaşmak kolay iş değildi.
Spora dair yorumlarda yüreğimizi koyduk,ciğerimizi parçaladık, ruhumuzu verdik konulu arabesk tınılarla açıklama yapılmasına genelde uyuz olurum ama bu kızların yüz ifadesinde başka bir şey gördüm bu gün. Maçı getiren blok yapıldığında herkesin yere çökmesinde, birbiriyle sarılmasında, Anja'nın gidip köşede hüngür hüngür ağlamasında nasıl bir istekle nasıl bir özlemle bunu istediklerini görebiliyorduk. Daha da güzeli Eczacıbaşı'nın o gecekondu salonuna otobüsle giden, kutu gibi salona girmeyi başarabilen ve uzun süredir bu takımın yanında olan taraftarların da yüzünde aynı özlem ve istek vardı. Takımla taraftarın aynı duyguları hissetmesi pek çok romantik taraftar için artık geçmişte kalan hoş bir haslet olarak anılıyor oysa biz bayan voleybol takımımızla bu duyguyu kanlı canlı yaşıyoruz. İki sene önce Ankara'da Eczacı'ya yenildiğimiz maçta yastıkları yumrukladığımı sinirden ağlamak üzere olduğumu bildiğimde o kötü ruh halinde insanı kendini biraz da iyi hissettiren şey Çiğdem'in Özlem'in de aynı hisleri taşıdığını bilmek onların gözyaşlarında da aynı kırgınlığı, kızgınlığı hissetmekti.
Bugünde televizyonun karşısında tırnaklarımı yiyerek "hadi kızlar 5 sayı kaldı 4 sayı kaldı" diye geriye sayarken kenarda heyecandan yerinde duramayan Ergül'ü Merve'yi, alçıdaki koluyla zıplayan Elif'i görmek, sahadaki oyuncuyla kendini hemhal hissederek bir şampiyonluk yaşamak bu şampiyonluğun değerini arttırıyor
Türkiye malum bir futbol ülkesi pek çok kimsenin gazetenin en alt sayfalarında şöyle bir görüp bizim voleybol takımı kazanmış ya da kaybetmiş deyip hızla diğer sayfalara geçtiği bu takımların bir hikayesi olduğunu o takımı oluşturan kızların o sütünlara sığmayacak kadar iyi Fenerbahçeli olduklarını bu takım bir kez daha ispat etti bize.
Bu takıma tüm Fenerbahçeliler olarak şükran borçluyuz. Tüm oyunculara, yönetime, sezon ortasında takımın kaderini değiştiren antrenör Jan De Brant'a kendi adıma teşekkür ediyorum. Yıllardır "futbolu basketbolu anladık da bari bayanların voleybol maçını takip etme" diye bana takılan arkadaşlarıma, "bizim kızların voleybol maçı var o yüzden buluşmayı ertelesek olmaz mı" diyemeyip başka bahaneler bulduğum kız arkadaşlarıma bir kez daha belirteyim ki bu takım bu ilginin fazlasını bile hak ediyor.
p.s:Tamam Anja'ya biraz daha fazla ilgi duyuyorum ama niyetim ciddi kendisiyle evlenip Türk statüsünde oynamasına katkıda bulunabilrim diye düşünüyorum ne de olsa her şey Fenerbahçe için :)
Devamı ...
28 Nisan 2009
Yıktık Saltanatı
Bizim blogun da yazar kadrosunda bulunan tozlu parkeler yazmıştı dün şu anda oynanan voleybol ligi kurulduğundan beri şampiyon olan takımları. Şimdi bankaların ve Eczacıbaşı'nın yanında pırıl pırıl bir isim daha parlayacak "Fenerbahçe". Yurtdışında olduğum için ancak internetten takip edebildim maçları, ona rağmen biraz önce yerimde duramadım heyecandan. 2 sene önce Çiğdem Ankara'da Eczacıbaşı'na yenildiğimiz gün gözyaşlarına boğulmuştu, o gün nasıl gözlerim dolduysa biraz önce de aynen öyle doldu. Senelerdir amatör branşları takip eden fatih yazacaktır ayrıntıları, ama böyle bir başarı için ayağa kalkıp alkışlayın bu takımı, bırakın birkaç gün bu formayı taşımayı haketmeyen adamları tartışmayı, bu kızları alkışlayın...
Devamı ...
Aida
Aída María Yéspica Jaime (Aida Yespica) Venezuela güzellik kraliçesi bir hanım kızımız. 2007 yılında Berlusconi'nin eşi La Repubblica'ya gönderdiği açık mektupta Silvio'nın "Halkın önünde kadınlarla flört etmesinin onurunu kırdığını" yazarken, kast ettiği kadın Aida idi. Yespica şimdi Matteo Ferrari ile beraber, Bruce Willis, Craig David ve tabi Inzaghi'den sonra geldiği nokta burası. Silvio onu bakan bile yapabilirdi, evinin modeli olmayı tercih etmiş. Hanım hanımcık.
Devamı ...
NTVSPOR Spor Servisi
Mehmet Demirkol ile Fuat Akdağ, NTVSPOR'daki Spor Servisi programında papazincayiri'na yer vermiş. Demirkol yukarıdaki fotoğrafa bakıyor ve diyor ki: "Pele dünyanın en iyi futbolcusu ile fotoğraf çektirmiş." Seni boşa sevmiyoruz Mehmet Demirkol. (bkz: 21 Nisan 2009 tarihli Spor Servisi Programı)
Devamı ...
Şampiyonluk İçin...
Bugün Ayazağa’da şampiyonluk maçına çıkıyoruz. Hafta sonundaki 3. maçta bizzat tribünden kızların şampiyonluğu nasıl istediğini, Eczacı’dan çok daha fazla hak ettiğini görme şansımız oldu. Maçtan sonra taraftarla tezahürat yapıp, pankart hazırlayan gruba kendi el yazısıyla teşekkür notu yollayacak kadar içten bir antrenör ve taraftarın tezahüratlarına ısınırken eşlik eden bir oyuncu kadrosuyla şampiyon olmasalar da fark etmez ama buraya kadar getirmişken bu emeği taçlandıracaklardır oyuncularımız. Mirka’nın servislerinde biraz dikkatli olup uzun servis serisi yakalamasına engel olabilirsek Eczacı’yı büyük ölçüde kilitliyoruz. Eğer maçın başında bir kez daha onlardan çok daha fazla istediğimizi gösterirsek dirençlerini kırarız. Voleyboldaki müessese tekelini kırmak için sadece üç sete ihtiyacımız var. Haydi kızlar.
Devamı ...
26 Nisan 2009
Fenerbahçe 1 - Ankaragücü 2
TSL 25/04/2009
İSTANBUL / MERT AYDIN - Şampiyonluk gitti sıkıntı bitti. Fenerbahçe için tek hedef var artık: 13 Mayıs'taki kupa finali. 26 yıllık bu çile bitecek mi bu sene? Mesele bu. Yoksa Ankaragücü ile mi oynuyorlar Çatladıkapıspor'la mı önemli değil. Taraftar için de öyle galiba. En azından bir bölümü için. Yönetimle olan sorunlarını futbol maçı sırasında çözmek isteyen bir grup, Ankaragücü taraftarını örnek alıyor. Onlar da Cemal Aydın'ı protesto edeyim derken takımı küme düşme potasına itmişlerdi. İşle aşk birbirine karışmıştı.
4. dakikada Galatasaray'ın dünya futboluna kazandırdığı Bouzid orta sahadan uzun mu uzun bir pas attı. Önder ile Yasin'in Alice Harikalar Diyarı'ndaki tavşanın peşinden gitmesi Iglesias'ın araya girmesine neden oldu. Arjantinli'nin vuruşu ağlarla buluştu: 0-1.
Fenerbahçe henüz şoku atlatamadan 7'de Mehmet'in kafasını çizgiden Roberto Carlos çıkardı. 11'de Güiza, tüm sezon yapmadığı hareketlerden birini yapıp kendisini kaleciyle karşı karşıya bıraktı. Ne var ki sezon boyu yaptığını yapıp kaleciye nişanladı topu. 15'te Deivid'in füzesini Serkan kornere çeldi.
İlk yarının son yarım saatinde futbol kalitesi düştü. İki takım da iki pası birarada yapamadı. 24'te Alex'in oyuna girişi Fenerbahçe taraftarını hareketlendirdiyse de skor değişmedi.
İkinci yarıda taslar ve hamamlar değişmemişti. 59'da Jaba, toprağı bol olsun, vatandaşı Garrincha'dan esintilerle ceza alanına girdi. Önder'in müdahalesi penaltı demekti. Jaba, bu fırsatı kaçırmadı: 0-2. 78'de Güiza'nın kaleciden dönen şutunun devamında top yeniden ceza alanına geldi. Deivid sert vurdu: 1-2.
Fenerbahçe ile ilgili ana fikir yazmak giderek zorlaşıyor. Orhan Pamuk'a rica etmek gerek. Yaşanan durumu belki o özetler derli toplu. 13 Mayıs'a kadar kepenkler kapalı belli ki. Peki ya gelecek haftaki Beşiktaş maçı? Zor bir soru. Semih'in ve kaleci Volkan'ın dönüşleri, Alex'in daha sağlam olma ihtimali. İyi güzel de bu kez Önder olmayacak. Neyse diyecek bir şey yok!
FENERBAHÇE-ANKARAGÜCÜ: 1-2
Hakemler: Koray Gençerler, Adil Sinem, Ali Zağlı
Fenerbahçe: Volkan Babacan, Ali, Önder, Yasin, Roberto Carlos, Gökhan Emreciksin, Selçuk, Deniz (24 Alex), Vederson (46 Gürhan), Deivid, Güiza
Ankaragücü: Serkan, Elyasa, Bouzid, Luiz Henrique, Semavi, Barbaros, İlkem, Mehmet (90+2 Özgür Bayer), Iglesias (81 Murat Duruer), Kerem, De Nigris (46 Jaba)
Goller: Deivid (78); Iglesias (4), Jaba (60, pen)
Sarı Kartlar: Gökhan Emreciksin, Önder; De Nigris, Barbaros, Kerem, Jaba
Devamı ...
Why Can't I Touch It
Well it seems so real I can see it
And it seems so real I can feel it
And it seems so real I can taste it
And it seems so real I can hear it
So why can't I touch it?
So why can't I touch it?
Then it looks so real I can see it
And it feels so real I can feel it
And it tastes so real I can taste it
And it sounds so real I can hear it
So why can't I touch it?
So why can't I touch it?
Then it looks so real I can feel it
And it feels so real I can taste it
And it tastes so real I can hear it
And it sounds so real I can see it
So why can't I touch it?
So why can't I touch it?
Now it is so real I can see it
And it is so real I can feel it
And it is so real I can hear it
And it is so real I can be it
So why can't I touch it?
So why can't I touch it?
O da olacak bir gün Guizam, o da olacak.
Devamı ...
24 Nisan 2009
Başka Ünlüler de Aziz Yıldırım Devam Dedi
Aziz Yıldırım'a destek dinmek bilmiyor. Fenerbahçe web sitesi bile buna kayıtsız kalamayıp ana sayfadan haber yapmış. Peki başka kimler destek veriyor? İşte o üyeler... Fotoğrafları yukarıda (üzerine tıklarsanız büyüyor), isimleri aşağıda...
Yukarı - Soldan Sağa
İngiltere Kralı, Rahmetli Başkan Kennedy, Taçsız Kral Pele, Beckenbauer
Alt - Soldan Sağa
Kaleci Maier, Nadia Comăneci, Bridget Bardot, Fenerbahçeli Cemil
Yazı boş kalmasın diye resmi eleştirenlere antu'da verilen cevapları da eklemek istedim. Mükemmel argümanlar var, bunları kaybetmek olmazdı.
Ne var ki bunda?
Eski baskanlarin ve yoneticilerin yaptigi aciklamayi kulup sitesi vermis. Insanlarin Aziz Baskanin devam etmesini istmeleri ne kadar rahatsiz ediyor ya.
Dostum‚ Aziz Baskan devam edecek insallah. Daha yapacagi cok temizlik var.
Neden bu kadar zorunuza gitti ?
Kulübün önde gelen isimleri açıklama yapmış ve bu resmi site de yayınlanmış. Başkan Aziz Yıldırım iken‚ onun ile ilgili pozitif bir haberin sitede yayınlanması gayet doğal. Mesela siz başkan olsanız sizi yerden yere vuran kişilerin görüşlerini sitede yayınlarmısınız ? (Sırf inat için yayınlatırım diyen olacak ama neyse)
Tarihin en önemli Fenerbahçelileri fikir bildirmiş‚ bazıları rahatsız olmuş..
Fenerbahçeyle uzaktan yakından alakası azıcık olan birisinin Lefterin düşüncesine rezalet demeye hakkı yoktur..
Rezalet üzerine Fenerbahçe forması giymiş alçakların bu kulübün altını oyma çabasıdır..
vaybe! yahu sanki konusuanlar dunya bankasi yetkilileri yada birlesmis milletler temsilcileri‚yahu Fenerbahce tarihinin en onemli sahislari fenerbahce baskani hakkinda gorus bildirmisler nerde yayinlanacak bunlar galatasaray.org´dami? soylenenler hosuna gitmemis arkadaslarin butun problem o‚iyi olmus ben sahsen Lefter´in baskan icin ne dusundugunu merak ediyordum ve ogrenmis oldum
Hastasıyın. OOooOOoooOOOo Aziz Yıldırım!
Devamı ...
23 Nisan 2009
Aklın Yolu
İngilizler "Great minds think alike" derler büyük akıllar benzer düşünür. Uğur Meleke bugün yayınlanan yazısında şöyle diyor: "Pazar gecesi Torino’da oynanan Juventus-Inter maçında Balotelli’ye yönelik yapılan “Siyah İtalyan yoktur” tezahüratını duymuşsunuzdur. Bu ırkçı sesler, Juventus’a 1 maç saha kapatma cezasına mâl oldu. TFF eski yöneticisi değerli ekonomist Erdal Batmaz, İtalya’daki bu hadisenin üstüne Süper Lig’de geçtiğimiz yıllarda açılan bir pankartı hatırlattı bana: “Mehmet olunmaz, Mehmet doğulur” Şimdi oturmuş, iki resim arasındaki 7 farkı bulmaya çalışıyoruz..."
PVH 21 Nisan'da burada şöyle yazmış: "... Cezaya sebep olan tezahuratı okuduğum saniyede aklıma eskilerden bir pankartın gelmesi, tezahurat da "Siyah İtalyan yoktur". Bizim Super Lig'de gördüğümüz daha bir sanatsal gibi yalnız, altına konulan Türk bayrağıyla da dokunulmaz kılınmış. Hem değerli futbol adamımız Fatih Terim'in de söylediği gibi "Türkiye ırkçılık nedir bilmez". Şimdi bu "Siyah İtalyan yoktur" ve "Mehmet Olunmaz"ı yan yana koyup 7 farkı bulmaya çalışıyorum, farkları bulup gönderirsem çekilişle "Her Türk asker doğar" sticker'ı kazanma şansım var."
Aklın yolu bir.
Devamı ...
Özkan Hoca'yı Yazmak
Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi tarafından verilen 2008 yılı Fair Play ödülleri geçtiğimiz günlerde sahiplerini buldu. Olaylı derbiden sonra birer ahlak masası komiseri kesilen spor medyasının etikcanları “cümle aleme rezil olduk” ile başlayıp “bizdeki de derbi mi, alem futbolun hasını oynuyor” ile devam eden ve “sallandır bunların birkaçını bak bir daha..” ile nihayete eren havaleli sayıklamaları arasında bu haberi de es geçtiler.
Fair Play onların marizi futbol alemlerinde her olaylı maçtan sonra uğursuzluk kendilerinden uzak dursun diye en az 40 kere tekrarladıkları besmeleleri. Onlar bu kavramın içini boşaltmaya çalıştıkça doldurmaksa bizim boynumuzun borcu olsun.
Aslında spor medyasının hatrı sayılır çoğunluğunun bu hastalıklı duruşunun altında onların fair play’i tanımlayış şekilleri yatıyor. Çoğunluğun gözünde fair play sporcunun yazılı kuralları harfiyen yerine getirip dürüst oynaması ile vuku bulacak bir kavram. Yani bir sezonu en az kartla tamamlayan takım onların gözünde fair play ruhuna uygun davranmış demektir. Haklarını teslim edelim, bu söylediğimiz fair play için gereklidir ancak yeterli değildir. Fair play yazılı kurallara uymanın da ötesinde “etik üstü” bir davranış sergilemeyi, rakip ile eşit şartlara sahip olmak, onun kötü durumundan faydalanmamak için içten bir çaba göstermeyi gerektirir. Yani kırmızı kart görmekten kaçınmanız yetmiyor, rakibinizin gördüğü kırmızı kartın yanlış olduğunu hakeme söyleyebilecek kadar onurunuz varsa fair play ruhuna uygun davranmışsınız demektir.
Uluslarası Fair Play Komitesi davranış dalında verilen ödüle aday olabilmenin ilk şartını açık bir şekilde belirtmiş: “For an act of fair play, which cost or could have cost the victory to a contender who sacrificed or compromised his chances of winning by complying not only with the written rules of the sport, but also with the 'unwritten' ones.”
Yani söz konusu sporcunun yazılı ve yazılı olmayan kurallara riayet ederken musabakayı kazanması için gerekli şanslarından feragat ederek olası bir zaferden vazgeçmeye hazır olması lazım.
Peki bizde böyle olaylar oluyor mu? Oluyorsa şayet, bu davranışı sergileyenlere toplumun bakış açısı ne? Spor medyasının çoğunluğunun görmezden gelmeyi tercih ettiği 2008 yılı Fair Play ödülü sahibi Özkan Akpulat’ın deneyimleri belki bu sorulara ışık tutar. Özkan Akpulat, Armutalan Belediyespor’un antrenörü. Takımı ligde şampiyonluğa oynarken, deplasmanda Dalamanspor ile çıktıkları maçın 55. dakikasında kendi oyuncusu rakip takımın bir oyuncusuna faul yapıp sakatlanmasına sebep oluyor. Sakatlanan oyuncu yerde yatarken diğer oyuncular faul atışını çabuk kullanmak isterken hatalı pas kullanıyorlar. Top kendi oyuncularına geçince, yerde yatan oyuncu hala kalkmadığı için Özkan hoca oyuncularına topu taca atın diyor, ama sesini duyuramıyor. Atak gol ile sonuçlanınca tribünlerde haklı bir uğultu başlıyor. Özkan hoca kaptanı çağırıp, ondan kendi kalelerine gol atılmasına müsade etmelerini istiyor. Şampiyonluk mücadelesi veren oyuncular önce mırın kırın ediyor ama ikna oluyorlar ve skor 1-1 oluyor. Hikayenin buraya kadar olan kısmı Özkan hocaya 2008 yılı Fair Play ödülünü getirdi. Ama hikayenin devamı ikinci sorumuzun cevabına ışık tutuyor. Özkan hocanın anlattığına göre skor 1-1 olunca stadda bir alkış tufanı kopuyor, Dalamanspor taraftarı bu centilmenliği karşılıksız bırakmıyor. Ancak asıl film Armutalan maçı 2-1 almalarını sağlayan golü atınca kopuyor. Bütün stad kendi takımları gol atmışcasına seviniyor. Bence Özkan Hoca asıl ödülü orada, o anda aldı, şilt, plaket filan hikaye.
Özkan Hoca yalnız değil. 1982 yılında hakemin gol vermediği pozisyonun yanlış değerlendirildiğini söyleyerek, takımının küme düşmesi pahasına hakemi uyaran Konya’lı kaleci İsmet Karababa, en prestijli ödül olan "Baron Pierre de Coubertin" Fair Play Ödülüne layık görüldü. Dünya çapında verilen “fair play” ödüllerine layık görülmüş başka sporcularımız da var. “Bizden adam olmaz”cı spor medyasının her derbi öncesi savaş naraları atıp, ortamı gerim gerim gerdikten sonra, maçta kan gövdeyi götürünce aman ucu bana dokunmasın diye mezarlıkta ıslık çalar gibi “fair play” demesine bakmayın. Özkan Hoca’yı yazmak işlerine gelmiyor onların.
Spor, medyasıyla, yöneticisiyle, oyuncusuyla ve hatta şimdilerde bloglarıyla her alanında rekabetin olduğu bir alan. Biz üzerimize düşeni yapıp Mösyö Coubertin’in sözünü buraya not düşelim: Hayatta önemli olan zafer değil savaşın kendisidir ve aslolan dostum o savaşı kazanmak değil güzel mücadele etmektir.
Devamı ...
Teneffüste Müdürün Odasına
Fanatik'in Deivid haberi
Özellikle Alex’in yokluğunda kendisine büyük umut bağlanan Sambacı’nın, adeta sahada gezinmesi, 2-3 metre yanındaki arkadaşı yerine topu rakiplere atmasının şaşkınlığını yaşayan yöneticiler, sorunu çözmek ilk adımı attı. Deivid’le bir görüşme yapacak olan Sarı-Lacivertli idareciler, bir sorunu olup olmadığını soracak, düşüşün nedenlerini onun ağzından öğrenmeye çalışacak. Bununla da yetinmeyecek olan yöneticiler, sağlık heyetinden de yıldız oyuncunun durumu hakkında geniş çaplı bir rapor alacak.Haberin uydurma olduğu belli de nasıl bir görüşme oluyor bu onu da tam anlamadım. Futbolcuya sorunu olup olmadığını nasıl soruyorlar ki? Onun cevabı ne oluyor sonra? Bir de "doktor bey bizim çocuk hep 5 alırdı, üç sınavdır sıvıyor bildiğiniz yahu" diyerek alıp doktora göstereceklermiş. Allah Allah.
* Y: Yönetim
* D: Deivid
* P: Doktor (P.A.)
- Y: Deivid n'oluyor evladım, nedir bu hâl?
- D: Başkanım aslında ben iyiyim de çevrem kötü.
- Y: Ne demek o?
- D: Hep o Uğur yüzünden başkanım, aramızda kalsın ama topçu değil.
- Y: Evladım iyi de o yokken de kötü oynuyorsun.
- D: Başkanım ailevi sorunlarım var, çok moralim bozuk.
- Y: Neden anlatmadın o zaman evladım, kaç ay oldu?
- D: Hocam küçük kardeşim var o yırtıp sobaya atmış?
- Y: Ne?
- D: Ha?
- Y: (Doktora döner) Doktor bey ne olmuş bu çocuğa?
- P: Bakalım hemen. Dizini bir getir bakalım evladım. Hmmm evet bir şey yok, bir de elimizle kontrol edelim... Hmmm bence 8 ay sahalardan uzak kalabilir de, tam belli olmaz Allah'ın işine. Sanki zatürre de var gibi dizden anladığım kadarıyla. Grip aşısı yaparsak oynar ama forvet değil sağ açık oynasın.
- Y: Ne yapalım şimdi?
- D: Bence ben oynayım yine, bir de sol bek deneyelim, ben zaten mahallede de sol bek oynardım benim asıl yerim orası yani.
- P: Ben doktorum gerçi pek anlamam ama sanki ona hocan karar vermez mi Deividcim.
- Y: (Ayağa kalkar ve yüksek sesli kahkaha atar) Hahahaha hoca diyor lan.
Devamı ...
Serrat & Sabina - Aquellas Pequeñas cosas / Ruido / El Muerto Vivo
Serrat, 1968 yılında İspanya hükümeti tarafından Eurovision'a seçildi. Şarkısını katalanca okumak istedi. Franko rejimi onu yarışmadan aldı. Plakları, kitapları sokaklarda yakıldı. O "Ben en güzel kendi dilimde şarkı söylüyorum" dedi. Sabina, 17 yaşında politik görüşleri sebebiyle İngiltere'ye kaçtı. Yıllar sonra ülkesine geri döndü. 2000 yılında İspanya Hükümeti Serrat'ı 20. yüzyılın en büyük İspanyol şarkıcısı ilan etti. Sabina ile konserdeler ve herkes mutlu. Özgürlük ve akıl mutluluk getirir, korkular sadece hüzün. Papazincayiri henüz yatmayan veya sabah kalkacak olan herkese güzel bir şarkı veriyor. Hep beraber.
Devamı ...
22 Nisan 2009
İşte Derbi Bu, İşte Futbol Bu, İşte Heyecan Bu
İşte o büyük gün gelip çatmıştı. Yerimde duramıyor, parmaklarımı kütürdedip, heyecanla evin bir o bir bu yakasında dolaşmaktan kendimi alamıyordum. Gerilim had safhada. Omuriliklerimden yayılıyor, boynumu geçiyor, kafatasımın içinde beynimi sıkıştırıyor, kalbime “O kadar hızlı çarp ki anamı babamı tanımayayım” diye garabet mesajlar yolluyordu. İbrahim Ferrer yattığı yerden kalksa, Ankara’ya gelse, bedava bana özel konser verse “Zombi geldi la” diye topuklayıp kaçarken nasıl bir ter atacaksam aynen öyle terler boşanıyordu üstümden. Mega, Ultra, Süper, Hyper, Universal Derbi! İşte o gelip çatıyordu. Hemen bloguma nasıl yazacağımı düşündüm, bir bir ayrıntıları gözden geçirdim. Curva Sud, Drughi, Bianconeri kelimelerini not aldım. Analizlerimi hazırlamıştım bile. Onları maça saklıyordum.
Maç başlayıp hakem ilk düdüğü öttürdüğünde işte bu dedirtti. Olay budur. Futbol budur. Bir hakem bu kadar mı güzel düdüğünü öttürürür! Neden bizim ülkemizde de böyle düdükler öttürülmüyor?! Her tarafa ünlem koymamdan da anlayacağınız gibi çok vurgulu söyledim bunları. “Neden öt-tü-rül-mü-yor” İşte o kadar. İşte derbi bu. Futbol bu yüzden güzel. Teşekkürler hakem bize futbolun güzelliklerini yaşattığın için.
Maç derbiye yakışır bir şekilde başladı. Çünkü bu mükemmel bir derbiydi. Bu derbinin aynısından Türkiye’ye verseler Türkiye bu derbiyi kaldıramaz. Hasta gibi Fenerbahçe’liyim. Fenerbahçe Tokatspor ile oynasa heyecanlanır maçı pür dikkat izlerim. Fenerbahçe Galatasaray maçında yaşadığım gerilimi sen oradan hesapla! (Ünlem var bak düzgün hesapla) Bu İnter Juventus maçının güzelliği? Onu tarif etmeme imkan yok. Güzellikten bunalıyor insan. Futbola yeniden aşık oluyor. Bianconeri’yi sahada İnter’e karşı görmek, ki bianconeri Juventus’un şeysi ve onu futbolu bir tek çok iyi bilenler çok entellektüeller kullanabilir, beni benden alıyor, durup dururken heyecandan evde tezahüratlar yapıyordum.
İşte Drughi bu. Drughi’den bizim unifeb gibi, CK gibi, Genç fenerbahçeliler gibi bahsetmemden anlayacağınız gibi çok hakimim konulara. Drughi Curva Sud’da duruyor ve en kral taraftar grubu. Üstüne tanımam. “Ben Juventus’luyum, bu renklere gönül verdim, Bianconeri bir kanım var” diyen herkes Drughi’yi bilir. Drughi’li olmak büyük iştir. Öyle herkes Drughi’li olamaz. Nitekim bizim çocuklar Gastone, Fausto, Emiliano ve Alessio Drughi’lidir. Maçta görüyorsun ne kadar heyecanlanmışlar. Kendilerini vermişler. İşte gerçek taraftar bu dedirtti. Drughi’nin özelliği 90 dakika değil 600 dakika tam destek vermeleri. Maçtan önce bunlar başlıyorlar tezahürata, tezahürat yapa yapa stada giriyorlar, Curva Sud’a yerleşiyorlar, orada da devam, maç bitiyor oradan sonra da devam. Bunlar böyle. Minimum 10 saat. 600. Dakikada italyanca bağırmaya başlıyorlar. Oraları tam anlamıyorum. Kalanında da italyanca bağırıyorlar ama melodik. Bu son bağırış böyle bayağı italyanca. Ondan da buraya yazmıyorum. Çünkü italyanca bilmiyorsunuz.
Maç sürerken kendi kendimi yedim. Yoksa Mourinho’nun takımı mı galip gelecekti? Onun da heyecanını yaşadım. Derbi heyecanı o kadar yoğundu ki, maçta top bir orada bir burada giderken mükemmel savunma ve italyan catanacciosunun modern futbolla kollektif uyum içerisindeki total birleşimi ve yan kanatların etkin kullanımı karşısında “bunlar futbol oynuyorsa biz ne oynuyoruz” dedirtti. Nefesim kesildi. İki takım da sahaya mükemmel yayıldı. Juventus daha bir mükemmel yayıldı çünkü Juventus hep mükemmel yayılır. Her sene olduğu gibi bu sene de ellerine verecektik Inter’in. Interli enternasyonel kansızların. Juve kuzey italya’nın takımı. Her türden zenginliği bunlar yaratmış. İnter de kuzey italya’nın takımı ama o biraz isviçreli gibi. Tarihleri öyle. Ondan da sevmem. Çünkü öyle tarih olmaz. Juventus’un tarihi beşbin basar. Dedem İnterli olsa, ben gene Juve’yi tutardım. Çünkü Bianconeri en büyük.
64. Dakikada yenilen gol beni şoke etti. Neredeyse ağlayacak sinir krizlerine girecektim. Allahtan analizlerim vardı da bunları yapmadım. Juventus maçın bu dakikalarında kendisinden beklenen futbolu veremiyor, bu mega derbinin ruhununa uygun olarak temkinli oynuyor ama sert oyun esnasında beklenen cesareti gösteremiyordu. Korkak Ranieri futbolcularına korkaklık aşılıyor, 5 gol atabilecekleri maçta onları tarihinin en kötü Interine karşı geri çekiyordu. Korkunun ecele faydası yok. İşte golü yediler.
79. Dakikada ise Thiago bir futbolcuya yakışmayacak hareketleri yaptı. Objektif olarak yorumluyorum. Ben öyle Thiago’nun….. Bunun futbol yaşamı bitirilmeli artık. Hep bunları yapıyor. Böyle futbolcu olmaz olsun. Juventus’a yakışmadı. Bu çirkeflik abidesi daha ne kadar futbol sahalarını kirletecek! Kimse buna bir dur demeyecek mi? Suç onda değil İtalyan federasyonunda! En azından her maçın 3. Dakikasında atılması gereken bu futbol katilinin hala o formayı giydiğini görmek Juventus taraftarına acı veriyor. Thiago’nun ağır ceza mahkemesinde yargılanıp idam edilmesi gerekir! Bu başkanlıkla bu işler yürümez. Başkan formasını yırtarak çıkaracak, şortunu bıçakla kesip ikiye ayıracak, çoraplarını ayakkabısını çıkarmadan alttan alıp kapıyı gösterecek. İşte bize insan hakları dersi veren İtalya bu! İşte medeniyet dersi verenlerin içler acısı hali dedim adeta. İşte o kadar öykündüğümüz Avrupa’nın çifte standartları. Lanet olsun bizi yönetenlere! Şunlardan bile insanlık dersi alır hale getirdiler!
Ben sinir içerisinde “işte derbi bu, mükemmel bir derbi, harikulade bir derbi, futbol okullarında ders diye okutulmalı” diye söylenirken bir yandan da analiz ediyor, Juventus’un 10 kişi 1-0 yenik duruma düşmesi maçı zora soktu, gol veya goller bulamazlarsa bu maçı kazanamazlar tespitinde bulunuyordum. Gerçekten de kazanamazlar. Hadi Inter kendi kalesine iki gol atarsa belki. Ama beklenilen gol geldi. Mükemmel bir gol. Çok çalışılmış. Harikulade bir taktik oyunu. İşte Ranieri bu. Taktik dehası. Derbi gibi derbiye yakışır bir final dedim adeta. Kanatlanıp uçurdu bizi göklere. Kafiyeler yapıyorum durduk yere. Kendimi kaybettim belki de.
Bu mükemmel maç bittiğinde futbola doydum. Yani bundan sonra Barcelona Real Madrid demeyeceğim El Clasico olsa izleyemezdim. Yatar uyurdum. Şiştim lan futboldan. Öksüz doyuran gibi maç anasını satayım. Ha bu arada Curva Sud’da Drughi müthişti. Adeta bir taraftarlık dersi verdiler. Irkçı sloganları kınıyorum. Hayvanoğluhayvanlar. Bunlar mı bize insan hakları öğretecek. Önce ırkçılık yapmamayı öğrensinler. Faşist İtalyanlar. Bu cennet vatanın üstünde her birinin gözü var zaten gözleri çıkacasılar. Güya medenilermiş. En barbar bir kere italyanlar. İnsan bir zenciye ya? Öyle bağırır mı ya? Irkçılık neredeyse? Allahtan bizim memlekette hiiiiiiiiiiiiiiiç ırkçılık yok. Irkçılık da pislik de hep bu avrupalılar da. Müthiş derbi böyle sonlandı bence. Analizlerim de bitti. Harika bir clasicoydu.
Devamı ...
Deboraspor
Debora Salvalaggio, Maxim dergisine yukarıda görülen pozları vermiş. İtalya bayrağını boşa ağzında tutmuyor, bu zamana kadar seviyeli bir birliktelik kurduğu, düzeyli paylaşım yaşadığı arkadaşları sırasıyla Christian Vieri, Filippo Inzaghi, Matteo Ferrari, Simone Inzaghi, Vitor Hugo Gomez. Bu kadro Fener'in gol sorununu çözer hoca.
Devamı ...
İki Maç Daha
Sivas maçıyla aynı saate bir de bayan voleybol finali uygun görmüş voleybolu kitlelere sevdirmekle yükümlü sevimli voleybol federasyonumuz. Serinin ikinci maçını da Galatasaray’la oynanacak erkek basketbol maçıyla aynı güne ve aynı saate koyarak voleybolu daha çok sevdireceklerini düşünüyorlar sanırım. Üçüncü maçın saatini bilmiyorum ama onu da cumartesi günü futbol maçıyla aynı saate koymalarını bekliyorum. Amatör branşlarda bu maç saati meselesi epeydir can sıkan bir durum ve ne yazık ki bu ilk değil. Özellikle müessese kulüpleriyle oynadığımız maçlar ne yapıp edip bir başka önemli maçla çakışan saate konuluyor. Galatasaray Fenerbahçe futbol maçının oynandığı saate Arkas- Fenerbahçe maçı koymanın masum bir açıklaması olamaz.
Yıllardır bu müessese kulüplerinin isteklerine çanak tutan voleybol federasyona rağmen dün Eczacıbaşı’nın o uğursuz salonunda takımı destekleyen 20 kişilik gruba saygılarımı göndereyim önce. İnanılmaz güzel bir maçtı ve inanılmaz bir geri dönüşle kazanıp 1-0 üstünlüğü yakaladık seride. Birinci set sürekli geriden takip edip 25 de yakalayıp Çiğdem’in iki müthiş servisiyle 27 de seti bitirdik ve 1-0 öne geçtik. İkinci set yine kötü başlayıp yakaladık ama bu sefer son noktayı koyamadık ve 26-24 kaybettik. Üçüncü set yine aynı şekilde kötü başlayıp 22-21 öne geçtik onun ardından 4-0 lık bir seriyle 25-21 kaybettik. 4. set işler yine kötü başlamış ve bu sefer fark diğer setlerden daha fazla açılmışken 19-12 den müthiş bir geri dönüşle 25-23 kazandık seti. Seda’nın servisleriyle ve o ana kadar pek de parlak bir performans çizmeyen Anja’nın birdenbire kendine gelmesiyle mucize bir set kazanıp final setine geldik ve geriden gelmenin moraliyle “biz bu seti nasıl verdik” diye düşünen Eczacı’nın şaşkınlığından faydalanıp 5. seti 15-10 maçı da 3-2 kazanıp o uğursuz salondan ilk kez galibiyetle çıktık. 2-0 dan maç sayısı atarken kaybettiğimiz maçı,bu sene Türkiye Kupası finalinde yine 2-0 dan kaybettiğimiz maçları hatırlayınca bu sahaya uğursuz demek az bile. Eczacı’nın yabancıları bizim oyunculardan daha kariyerli oyuncular buna bir sözümüz yok ama maça ağırlığını koyabilen bir takım lideri çıkaramıyor Eczacı. En kritik anlarda çuvalla para verdikleri yabancıları değil Neriman’ı kullanmaları da bunu gösteriyor. Sabah’ta ki saçma yazısında Cengiz Tokgöz Naz çıktığı için Fenerbahçe’nin kazandığını ve o ana kadar müthiş oynadığını söylemiş Naz’ın. Herhalde biz başka bir maç seyrettik Naz zaten son bir aydır son derece formsuz ve pasör pozisyonunda ondan çok daha kısa ve sınırlı yetenekli olan bizim iki pasörümüze karşı da bir üstünlüğünü göremedim ben. Seda’ya iyi top getirdiğimizde hepsini öldürüyor bu topların herkes Neslihan’ı biliyor en dominant bayan voleybolcu olarak ama son iki senedir Seda’nın gösterdiği gelişim müthiş. Çok ciddi bir sakatlıktan çıkıp müthiş bir gelişim göstermesi özgüveninin gittikçe artması süper yıldızlığa doğru terfi etmesini sağladı Seda’nın. İnşallah nazar değdirmeyiz. Eda da biraz manşetini toparlayabilirse hırsıyla isteğiyle blok sezgisiyle zaten çok önemli bir oyuncudan komple bir oyuncuya dönüşecek.
Takımın yükü genel olarak smaçörlerdedir ama Çiğdem’e bir paragraf açmak lazım. Eczacıbaşı’ndan işimize yaramaz denilerek ve son derece incitici bir şekilde ayrılmasına, geçirdiği sakatlığa rağmen o yaşta bir oyuncunun kariyerini tekrar ayağa kaldırması takdire şayan. Galatasray’la yarı finalin son maçında 14 tane servisten arka arkaya sayı aldı ve Eczacı maçlarında da en kritik yerlerde inanılmaz iyi servisler atarak rakibin dengesini bozdu. Gösterdiği azime şapka çıkartıyoruz. İki senedir olabilecek tüm tersliklerin bir araya gelmesiyle Eczacı’ya kaptırıyoruz şampiyonluğu bu sene şans bizim yanımızda olsun ve alalım şu şampiyonluğu. Haydi kızlar iki maç daha.
ASLAN GİTTİ HADİ EVE DÖNELİM
Erkek takımı 2. maçın birinci setinde Aslan sakatladıktan sonra “nasıl olsa biz bu seriyi kazanamyız”psikolojisine girdi ve iki maçtı da set alamadan kaybettik. Perşembe günü de kaybedersek şampiyonluğa veda edeceğiz. Halkbank ve Arkas’ı elemiş bir takımın bir oyuncu sakatlandı diye maçlardan tamamen umudunu kesmesini anlamıyorum Aslan’ın da takım için ne demek olduğunu bir kez daha görmüş olduk yokluğunda. Gelecek sene için Halkbank’ a gideceği söylentileri var. Yönetimin artık bir vizyon haline getirdiği her dalda kalpten Fenerbahçeli sporcuları kulüpte tutmama politikasındaki istikrarına bakarsak büyük ihtimalle doğruluğuna inanmamız gerek.
Devamı ...
Zidane, Un portrait du 21e siècle
"Zidane, Bir 21. Yüzyıl Portresi", Douglas Gordon ve Philippe Parreno'nun belgeseli. 23 Nisan 2005 tarihinde Santiago Bernabeu Stadında oynanan Real Madrid - Villareal maçında 17 kamera ile senkronize bir şekilde 90 dakika boyunca sadece Zidane'ı çekmişler. Fikir ne yazık ki yeni değil, bu filmden 35 sene önce Hellmuth Costard Manchester United - Coventry City maçında 90 dakika boyunca 16mm'lik kameralarla George Best'i çekmişti. George Best'ten sonra bunu yapmaya en layik adam da şüphesiz Zizou. İlginç bir sanat eseri olarak belgeseller kısmına ekliyoruz.
Devamı ...
Jerry Seinfeld Guiza'nın Düşük Performansını Açıklıyor
Blogun en iyi yorumcusu ödülünü verdiğim Sekhranikos ne zamandır bir Guiza yazısı istiyordu. Bir süre düşündüm, sezon başında "Guiza aslında iyi oyuncu, çok faydalı olabilir" teması içeren yazılarım da vardı. Gelinen noktada Guiza'nın başarılı olduğunu iddia edebilecek bir kişi bile yok. Teknik, taktik yorum yapmaya çalıştım o da çok verimli olmadı, herkesin bildiği şeyleri yazdım... Ben de samimi olarak ne düşündüğümü yazmaya karar verdim. Sonra aklıma Seinfeld'den bir sahne geldi, benden daha iyi açıklıyor Jerry olayı. Halka hizmet prensibiyle Türkçe altyazısını da divxplanet'ten bulup ekledim, işte Guiza'nın sorunu şudur
Daha iki hafta önce İtalya Şampiyonunun ilk 11 oyuncusu futbolu bıraktı. Neden? Sevgilisinden ayrılıp bunalıma girmiş. Koca Adriano'yu yıkan mankenler, yüzünden duygusallığı okunan Guiza'yı nasıl yıkmasın? Manken milletini futbolculardan uzak tutmazsak daha çok futbolcunun performansını Seinfeld referansıyla açıklarız. Devletin buna bir şey yapması lazım!
Devamı ...
21 Nisan 2009
Sivasspor 0 - Fenerbahçe 0
FTK 21/04/2009
NTVSPOR ve Ajanslar
Fortis Türkiye Kupası yarı final rövanş maçında Fenerbahçe ile Sivasspor golsüz berabere kaldı. İlk maçı İstanbul'da 3-1'lik skorla kazanan Fenerbahçe, adını finale yazdırdı.
STANBUL - Fenerbahçe, Fortis Türkiye Kupası yarı final rövanş maçında Sivasspor ile deplasmanda karşılaştı.
3-1'in kazandığı ilk maçın rövanşında Sivasspor'la deplasmanda golsüz berabere kalan Fenerbahçe, kırmızı beyazlıları kupanın dışına iterek kupada finale yükseldi.
Fortis Türkiye Kupası yarı final ilk maçında Sivasspor'u İstanbul'da 3-1 mağlup eden Fenerbahçe, rövanş karşılaşmasına da atak bir futbolla başladı.
Finale yükselebilmek için en az 2-0'lık galibiyete ihtiyacı olan Sivasspor, rakibine oranla maçın ilk yarısında daha atak bir futbol sergiledi. Konuk Fenerbahçe ise, skor avantajı nedeniyle daha kontrollü oyunu tercih etti.
İlk yarıda iki takım da skoru değiştirmeyi başaramadı ve soyunma odasına golsüz eşitlikle gidildi.
İkinci yarıya hızlı başlayan Sivasspor, Sezer Badur ve Kamanan ile önemli gol pozisyonları yakalamasına rağmen bu fırsatları değerlendiremedi.
İkinci yarıda da oyunu kontrol eden Fenerbahçe, sahadan 0-0 beraberlikle ayrılarak finale yükselen ilk takım oldu.
SİVASSPOR: 0 - FENERBAHÇE: 0
Stat: 4 Eylül
Hakemler: Mustafa Kamil Abitoğlu, Muhittin Gürses, Gökhan Memişoğlu
Sivasspor: Petkoviç, Diallo, Bilica, Abdurrahman, Hayrettin, Sylla (Dk. 43 Tum), İbrahim, Sezer, Murat Erdoğan (Dk. 68 Sergio Oliveira), Mehmet Yıldız, Kamanan (Dk. 60 Balili)
Fenerbahçe: Volkan Babacan, Yasin, Önder, Roberto Carlos, Ali Bilgin, Deniz, Vederson, Selçuk, Gökhan Emreciksin (Dk. 70 Kazım), Deivid (Dk. 79 İlhan), Güiza (Dk. 90 Burak)
Sarı Kart: Dk. 86 Kazım (Fenerbahçe)
Devamı ...
20 Nisan 2009
Irkçılık Bilmez Soyumuz
Haber şu
Juventus will have to play a home game behind closed doors after fans racially abused Inter Milan striker Mario Balotelli in Saturday’s 1-1 Serie A draw, the Italian league said on Monday.Juventus'a ırkçı tezahurattan dolayı seyircisiz oynama cezası verilmiş diyor kısaca. İşin ilginç tarafı cezaya sebep olan tezahuratı okuduğum saniyede aklıma eskilerden bir pankartın gelmesi, tezahurat da "Siyah İtalyan yoktur". Bizim Super Lig'de gördüğümüz daha bir sanatsal gibi yalnız, altına konulan Türk bayrağıyla da dokunulmaz kılınmış. Hem değerli futbol adamımız Fatih Terim'in de söylediği gibi "Türkiye ırkçılık nedir bilmez". Şimdi bu "Siyah İtalyan yoktur" ve "Mehmet Olunmaz"ı yan yana koyup 7 farkı bulmaya çalışıyorum, farkları bulup gönderirsem çekilişle "Her Türk asker doğar" sticker'ı kazanma şansım var.
The 18-year-old scored Inter’s opener in the top-of-the-table clash and was subjected to chants of “a black Italian does not exist” from sections of the Juve crowd in Turin.
Devamı ...
Ümit Karan: “Abi çok güzel uyuyodun, uyandırmaya kıyamadım.”
Ekran başında sadece bizim sıkıldığımızı sanıyordum ki Hasan Şaş’ı görünce rahatladım.
Futbolcu emekli etme konusunda Hakan Şükür’le birlikte bir rekora imza atan Galatasaray, sanırım bu sefer de maaş kuyruğunda helak olan Hasan Şaş figürüyle sezonu kapatmak istemiş. Uzun zamandır sadece yedek kulübesinde oturup, olay çıkarsa dahil olan ya da Fatih Terim menşeli hiyerarşik yapılanmada Albay olarak görev yapan, takımı gaza getirmek için Saddam’ın propaganda bakanı gibi çalışan Hasan Şaş, yoğun iş temposundan yorulmuş olacak ki, kameralara gözünü dinlendirirken yakalanıyor.
Not: Data verelim bilimsel görünsün yazı. 33 yaşındaki Hasan Şaş bu sezon Turkcell Süperlig’de sadece 6 maçta görev almış, bunların da 2’sinde oyuna sonradan girmiş. (Kaynak: http://soccernet.espn.go.?id=21632&&cc=5739)
Not 2: Hasretle beklediğimiz objektivite temelli GS taraftar yorumlarına bir girizgâh da yapalım:
- Ne var ya, sizin Aragones de kulübede uyuyor.
- Ne var Aragones de çok yaşlı, siz de ölü antrenör transfer ediyorsunuz?
- Haklısınız tabi Ankaraspor maçı daha eğlenceliydi. Vs, vs…
Devamı ...
19 Nisan 2009
Yazılmamış bir Yazı
Papazınçayırı açılalı bir sene oldu. Bu zaman zarfında tek bir yazı yazmayan bir tane yazarımız var: Onur.
Kendisi burada da yazılarını okuduğunuz Olgu ile hemen hemen aynı şartlara sahip olmasına rağmen gerek üstüne gelen baskıyı defetme kabiliyeti, gerek sınırsız sonsuz bahane ürebilme becerileri, gerekse gerçekten içinde bulunduğu şartların zorluğu ve diğer sebeplerle bütün bir sene boyunca tek bir yazı yazmayan Onur’un bu başarıyı elde etmesini sağlayan ve gelecek sene de bunu devam ettirmesine imkan verecek bütün bahaneleri topladık.
1- Dersim var.
2- Makale yazıyorum
3- Az rakı içtim ilham gelmiyor
4- Abi gerçekten yarısını yazdım
5- Gündem değişti
6- Bu haftasonu şehir dışındayım
7- Çok yoruldum
8- Hastayım
9- Abi yazdım göndericem
10- Juventus – Genoa maçında kendimden geçtim adeta.
11- Havalar inanılmaz sıcak burada
12- Okuyorum, yazıcam
13- Tarih ne?
14- Robbie Williams’ı dinledin mi?
15- Dur ben sana şeyin yazısını okudun mu onu bir göndereyim, Radikal 2’deydi.
16- Münazarada ….
17- Çok içtim yahu.
18- Ben yazıcı değil okuyucuyum
19- Çamaşır birikti
20- Rakım bitti.
21- Başka biri var
22- Sorun sende değil bende
23- Biraz kendime zaman ayırmam gerekiyor
24- Bağlanmaktan korkuyorum
25- Yolda kaza vardı
26- Şimdi yatayım yarın erken uyanıp yazarım
27- Finalde veririm
28- Konu neydi?
29- Bulgaristan Türk soydaşlarımızın haklarını tanımadan bunu yapamam / Koalisyon ortağı lan adamlar? / Başbakan olsunlar!
30- Amerika bor madenlerinin yakıt olarak kullanılmasını sabote etmesin
31- Büyük ortadoğu projesi kaldırılsın
32- Nato lağvedilsin
33- Bilim adamları her buluşta şaşkına düşmesin, biraz soğukkanlı olsunlar.
34- Nerede böyle bir demokrasi var sorusunun cevabı bulunsun.
35- Bu işler böyle olmasın
36- İlluminati açığa çıksın
37- Kriz teğet geçsin, hipotenüsünü alalım.
38- Japonya'da Barış Manço anıtı dikilsin.
39- Her devlete bir derin devlet lazım olmasın
40- Neil Armstrong namazlarını Sultanahmet Camii’nde kılsın.
41- Oktay ufkumuzu genişleten bir yorum yapsın.
42- Rıdvan gol olur dedikten sonra gol olmasın
43- Adnan Aybaba Beşiktaş’a başkan olsun.
44- Bilim ve Teknik’in Darwin’li sayısı sansüre uğramasın.
45- Kızılkayalarda hamburger yiyelim. Bambi büfeye gidelim.
46- Sylvie Van Der Vaartlanayım.
Yeni sezonda kendisinden daha etkili, daha güçlü ve hareketli bahanelerle yazıları şenlendirmesini istiyoruz.
Devamı ...
Topluma ve Çevreye Faydalı Bir Yazı II
Dün aethewulf'la konuşuyoruz, blogu her gün açıp bakıyorsanız fark etmişsinizdir kendisi bir otel tanıttı. Önce Cuma gecesi saatin bilmem kaçına kadar çalışan ve yaklaşık 4 senedir tatil yapmayan beni delirtmeye çalıştığını düşündüm. Sonra öyle olmadığını anlattı, blogda böyle bir şeyi ne zamandır yazmak istiyormuş. Sonra aslında ben de sadece futbol yazıyorum, başka şeyler de yazsam diye düşündüm, hatta sesli düşündüm. Sesli düşünürken aethewulf şu olabilir, bu olabilir öneriyleriyle geliyordu. Bir süre sonra her önerisine "Flying Dutchman'de yaptılar onu" diye cevap vermeye başladığımı fark ettim. Kendimi Butters naifliğiyle üzülürken buldum. Sonra evrim teorisi hakkında yazmaya karar verdim fakat kapatılma korkusundan onu da yapamadık.
Bu süreç beni buraya getirdi. Blogun 1. yılını yurtta ve dış temsilciliklerde coşkuyla kutlarken google'dan gelen arama sonuçlarında blogun isminden sonra ikinci sırada "topluma faydalı olmak" var. İnsanlar topluma faydalı olmak istiyor fakat nereden başlayacaklarını bulamıyorlar. Biz de geçen sene blogda bir yazıya gelen "futbol mutbol boş işler, bence topluma faydalı olun" uyarısıyla sarsılmış ve topluma faydalı olmaya başlamıştık. Omzumuzda ağır bir yük var. Şimdi topluma nasıl faydalı olacağını anlatmamız gerekiyor. Bu soruya daha önce aethewulf bir yazıda cevap aramıştı fakat bir sene geçti, devir değişti, insanlar gelişti, artık topluma fayda için başka şeyler bulmamız gerekiyor.
Örneğin bir senelik süre içinde blogumuza "Internet Explorer" kullanarak gelen insan sayısında ciddi bir azalma oldu fakat hâlâ IE kullanan binlerce insan geliyor. İnsanlık size sesleniyorum, Microsoft düşmanı değilim, Windows XP güzel bir işletim sistemi, Microsot mouse en kral mouse, MS Office gibisi yok fakat lütfen, Allah rızası için IE kullanmayın. IE neresinden tutarsanız elde kalan bir yazılım, yazılım dünyasının yüz karası, kullanıcı odaksız yazılımcılığa örnek, kullanışsız, hantal, çirkin. Opera var, Chrome çıktı, Firefox var, tonla tarayıcı var. Şimdi kurun yeni tarayıcınızı, artık IE kullanmayın, IE'yi geliştiren adamlara "kardeşim bu çok kötü" mesajı verin. Bu mesajı verin ki noktalama işareti bilmeyen adam yazar olurum; ekonomiden, felsefeden bihaber, yabancı dil bilmeyen adam ben politikacı olurum; Sabri ben futbolcu olurum demesin. Bunların çıkış noktası hep "Ne var ki IE'yi bile tüm Dünya kullanıyor" oluyor. Atın IE'leri çöpe, mesajınızı gönderin, topluma faydalı olun.
Topluma ve çevreye faydalı olma sırası bende şimdi. Yıllardır bilgisayarınızda müzik dinlediğiniz müzik oynatıcısını (bu mudur player'ın Türkçesi acaba?) değiştirme vakti geldi dostlar. Winamp 5 zaten hantallığı nedeniyle çekilmiyordu, Winamp 3 de kütüphane kullanımı açısından çok zayıftı. Windows Media Player, eklentileri tekel eline vermenin ve açık kodlu olmamanın zararlarını en güzel gösteren program. Esnek değil, kullanışlı olamıyor. Ben senelerdir Amarok kullanıyorum, bunun da 2.1 versiyonu çıktı fakat yılların alışkanlığıyla hâlâ 1.4 kullanıyorum. Dediler ki yakında bunun Windows versiyonu çıkacak, bir türlü beceremediler. Diğer yandan Songbird hızlı davrandı, Windows için esnek, kullanışlı, açık kodlu bir oynatıcı çıkardı. Ben hâlâ Amarok kullanıyorum fakat sırf topluma faydalı olmak için Songbird'ü de indirip denedim. Görüyorsunuz topluma fayda aşkıyla yanıp tutuşuyorum. Kütüphanesi Winamp ve Windows Media Player'a göre çok daha kullanışlı. Eklentiler mükemmel. Şarkıyı dinlerken albüm veya sanatçı hakkında bilgiler okumak için wikipedi eklentisi, şarkı sözlerini istediğiniz siteden alıp göstermesi için lyrics eklentisi, kütüphanenizde bulunan grupların ve şarkıcıların şehrinizde yakın zamanda vereceği konserleri gösteren eklentisi, last.fm uyumu, winamp radyolarını çalması, çalan gruba benzer grupları göstermesi veya onları kullanarak dinamik bir çalma listesi yaratması, Creative ve IPOD desteğiyle Amarok kadar iyi bir yazılım olmuş. Yazılımcılarının iddialara göre son çıkan sürüm çok daha az memory kullanıyormuş. Ben alışkanlıktan dolayı ve yukarıda saydığım özelliklerin hepsini barındırmasından dolayı Amarok kullanmaya devam ediyorum fakat Windows kullanıcısı olsam Songbird'e geçmiştim bile. Ayrıca açık kodlu olduğu için bu projeye insanlar katkıda bulunmaya ve yeni eklentiler geliştirmeye devam ediyor. Uzun yıllar kullanılan bir programı değiştirmek kolay değil fakat çok müzik dinleyen insanlarsanız bırakın winamp'ı, media player'ı. 1 ay sonra Songbird'e alışınca "abi çok faydalı oldun topluma" diye dua edeceksiniz bana.
Son olarak "atın o Windowsları, öcü diye gösterilen GNU/Linux sürümleri çok daha kullanıcı dostu" yazmak isterdim ama toplum bu kadar faydaya hazır değil. Topluma faydalı olmak isteyen arkadaşlar, görüyorsunuz topluma faydalı olmak da zor. Bir süre sonra faydalı olamıyorsunuz, toplum sizi dinlemiyor, topluma faydalı olma isteğinizle kalıyorsunuz.
Senelik topluma faydalı olma eylemimizi yine başarıyla tamamladık. Bu kadar topluma faydalı bir blog bence ödülü hak ediyor. http://2009.blogodulleri.com/kategori/10 adresine gidip papazınçayırı'na oy verirseniz de topluma çok faydalı olabilirsiniz. Doğduğumuz gün bizim için dilenen "vatana, millete, devlete, ülkeye, halka, aileye, akrabalara, yakın çevreye, komşulara ve topluma faydalı olma" temennisini gerçekleştirmek boynumuzun borcuydu, biz de papazınçayırı'nın birinci doğum gününde bir kez daha bunu yapmanın haklı gururunu yaşıyoruz. Şimdi herkes silkinsin, kendine gelsin ve topluma faydalı olmaya başlasın.
Devamı ...
18 Nisan 2009
Yönetim İSTİFA
1) Kendinizde misiniz siz? Resmi sitenin her tarafında Aziz Yıldırım fotoğrafları var. Bu kulüp Aziz Yıldırım'ın babasının malı mı? Sitenin girişine sürekli konulan Lefter - Aziz Yıldırım fotoğrafıyla ne anlatmaya çalışıyorsunuz? Lefter'le bir mi Aziz Yıldırım? İnsanları bu kadar akılsız mı sanıyorsunuz? Kaldırın şu fotoğrafları, burası Fenerbahçe Spor Kulübü, babanızın malı değil.
2) Hafta içi Aziz Yıldırım "futbolcular bana ihanet etti" açıklaması yapıyor. Hedef Fortis Kupasıymış ve ondan cezalı duruma düşmüşler. Hangi Fenerbahçeli Fenerbahçe'nin hedefinin Federasyon Kupası olmasını gururuna yedirir? Fenerbahçe Fulham mı ki bir sezon tek hedefi uyduruk Federasyon Kupası kaldırmak olacak? Bu hedef Fenerbahçelilere başarı olarak nasıl bu şekilde yutturulur?
3) Geçen hafta herkesin gözünün önünde oyundan çıkmasını protesto için direğe tekme atıp el kol hareketleriyle oyundan çıkan Selçuk 6 gün sonra nasıl kaptan yapılır? Aragones senin disiplin anlayışın bu mu? Aziz Yıldırım ve idari ekip, siz bunu görüp ağzınızı açmıyor musunuz? Bu mudur bu sezon gelen disiplin?
4) Sayın Aziz Yıldırım, bugün sahaya sağ bek olarak Ali Bilgin çıkınca ne düşündünüz? İki oyuncu sakatlanınca Ali Bilgin'i sağ bekte oynatmak zorunda kalmak size sezon başında verip tutmadığınız "defansa takviye yapacağız" ve ilk yarının sonralarında verilen "eksikleri görüyoruz, takviye yapılacak" sözlerini hatırlattı mı? Gelecek seneyi de yalan transferler yaparak mı tamamlamayı düşünüyorsunuz?
5) Takımda 5 eksik olmasına rağmen Maldonado kadroya, Josico oyuna giremiyor. Devre arasında bunların yerine oyuncu arandı mı? Arandıysa neden alınamadı? Aranmadıysa bu oyuncular yeterli görüldüğü için mi aranmadı?
6) Geçen sene attığı iki golün kredisini yiyip bitiren, limiti 100 kere aşan Deivid sahada şike yapsa daha fazla koşar. 2 sezondur sol kanadımız yol geçen hanı oldu. Deivid ve Roberto Carlos ile neden sözleşme yenilendi? Bu sözleşmelerin yenilenmesini hoca mı istedi? Bu durumda hoca ile devam mı edilecek. Öyleyse neden bunu açıklamıyorsunuz? Devam edilmeyecekse Deivid ve Carlos'un sözleşmeleri konusunda neden yeni gelecek hocadan fikir alınmadı?
Son 4 sezonda 1 şampiyonluk (rezalet oynadığımız bir sezonda, tesadüfen gelen bir şampiyonluk bu da), çöken disiplin, 30 kere tekrar edilen hatalar... Fenerbahçe'nin Aziz Yıldırım başkanlığındaki yönetim ile geleceği yoktur. Aziz Yıldırım bugün çıkıp başkanlık için aday olmayacağını açıklaması Fenerbahçe'nin tek çıkış yoludur. Artık bırakın...
Devamı ...
Ankaraspor 1 - Fenerbahçe 0
TSL 18/04/2009
Ntvspor ve Mert Aydın
Bu sezon Ankara deplasmanları ligde eziyetle eşanlamlıydı Fenerbahçe için. Bu kez suni çimin güzelliklerinden yararlanamayacaktı sarı-lacivertliler. Ama zaten cezalar ve sakatlıklar yüzünden çimin suni mi doğal mı olduğu konusu pek akıllarda yoktu. Senaryosunu Aragones’in yazdığı “Sağ bek Ali Bilgin” filminin Altın Portakal’da ödül alma ihtimali zayıf görünüyordu.
Ankaraspor ise bomba gibi giderken dağılmış ve Aykut Kocaman’ın takımı Şampiyonlar Ligi kovalarken, “Biraz daha kötü giderse küme düşebilir mi” sorusunun muhatabı haline gelmişti. Fenerbahçe’nin bu eksik ve yamalı hali onlar için bir fırsattı.
Maçın ilk yarısında güzel futbol görmek ne kelime şöyle akıl dolu bir atak görmedik. Ankaraspor, Fenerbahçe savunmasının arkasına atılan uzun topları kullanırken konuk takım, klasik çok paslı futbolunu uygulamaya çalışıyordu. Ama böyle pas futbolunu oynarken bu kadar pas hatası yaparsanız pozisyon bile üretilemez.
10. dakikada Mehmet Çakır sağdan getirdi. Ortasında uzak direkte bomboştu Neca. Ama nasıl o top dışarı gitti kimse anlayamadı? Kaçan gol sırasında The Gökçeks dövünürken Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin, Melih Gökçek’in torununu seviyordu sıkıntıdan.
21’de Emre’nin soldan kornerine Yasin kafayı vurdu. Senecky köşeden çeldi topu. Yardımcı hakemlerin hatalı ofsayt bayrakları bile maçı renklendiremeden devre bitti.
İkinci yarıda rakibin üzerine daha fazla giden bir Fenerbahçe vardı. Ancak pozisyon bulmak hala aynı zorluktaydı. 60’ta Weeks’in ayağında gevelediği topa Fenerbahçe’nin en iyisi Emre baskı yaptı. Ama Emre de kaleciyle karşı karşıya kalamadı topu kontrol edemeyince.
70’ten sonra Ankaraspor da gol atmanın gerektiğine karar verdi. Roberto Carlos ve Vederson’lu kanat boşalınca Ömer Aysan’la gelmeye başladılar. 73’te Ömer sağdan ortaladı Adem yakından dışarı yolladı. Hemen 1 dakika sonra Mehmet Çakır sol çaprazdan sert bir şut yolladı. Volkan Babacan’ın çabası golü önleyemedi: 1-0.
Fenerbahçe ciddi bir baskı kurmaya başladı golden sonra. 81’de Gökhan’ın yaydan vuruşu yan direğin dışına çarpıp auta gitti.
10 maçtır kazanamayan Ankaraspor, değerli bir galibiyet alırken Fenerbahçe, başkent kabusundan kurtulamadı. Eksiklerden dem vurulabilir tabii ki. Ama eksiklerin büyük bölümü, en azından cezalı olanları Sivas’ta kupa maçında da oynayamayacak. Çantada keklik görünen kupa da tehlikede artık.
ANKARASPOR-FENERBAHÇE: 1-0
Hakemler: Suat Arslanboğa, Baki Tuncay Akın, Volkan Narinç
Ankaraspor: Senecky, Ediz, Baki, Ömer Aysan, Erhan, Hürriyet, Adem, Neca (68 Mehmet Özdemir), Murat Tosun (86 Konate), Mehmet Çakır, Bilal (56 Weeks)
Fenerbahçe: Volkan Babacan, Ali, Önder, Yasin, Roberto Carlos, Selçuk, Emre, Kazım (59 Gökhan Emreciksin), Uğur (59 Vederson), Deivid (79 İlhan), Güiza
Gol: Mehmet Çakır (74)
Sarı Kartlar: Senecky; Yasin
Devamı ...
Uzak Diyarlar 1: Hospes Maricel
Hospes Maricel Mallorca 2002 yılında faaliyete geçmiş bir otel. 16 ve 17. yüzyıl mimarisini yansıtıyor. 29 odaya ve göreni şaşırtması mümkün olmayan bir 5 yıldıza sahip. Mısır (ülke olan) pamuklarından yatak örtüleri, deniz kenarında sürekli jazz ve gidenin anlattığına göre gurmelerin zevklerine uygun bir yemek servisi var. Dolayısıyla herhangi bir otelin sahip olması umulabilecek her şeye sahip.
Papazın çayırı ekibinin çoşkuyla karşıladığını bildiğim özellikleri bunlarla sınırlı değil. Otelin dış cephesi ne kadar eskiyse, içerisi de o kadar modern bir tarzla döşenmiş. Herhangi bir odayı döşemenin ne kadar zor olabileceğini bilen herkesin böyle bir incelik karşısında rahatlaması mümkün.
İspanya Emevileri Palma'ya "Medine Mayorka" diyorlar. Tarihi daha eski. Roma İmparatorluğu zamanında kurulmuş, Roma'nın yıkılması sırasında vandallar tarafından yerle bir edilmiş ve I. Aragon tarafından tekrar kurulmuş. 13. yüzyıldan sonra şehrin konumu sebebiyle şehir herkesle ticaret yapabilen bir merkez haline gelmiş. Osmanlılar, Katalonyalılar, Valensiyalılar, İtalyan Dükalıklarına ait gemiler Palma'nın sürekli ziyaretçileri.
İstatistiklere göre 1960 yılında Mallorca'ya gelen sayısı 500.000. 1997 yılında 6.739.000. 2001'de ise 19.000.000 insan gelmiş. Bunların hiç birisinin bizim ekipten olmaması ise geleceğe ümitle bakmamızı, yarınlar bizim diye heyecanlanmamızı sağlamalı. 20 yaş, bu tipte bir yer için çok genç.
Ağustos ayında hava en yüksek 29 en düşük 26 derece. Uzanılacak şezlong ise bir tane. Hospes Maricel, uzak diyarlarda şezlongu dolu otel.
Devamı ...
Buffon
Yarın Inter Juventus maçı var. Son 5 maçta Inter 2 galibiyet almış, 2 maç da berabere bitmiş. Son galip gene Inter. Benim ezelden Bianconeri'ye bir sempatim vardır. Bir de Buffon'u severim. PVH ile bakarken, Alena Seredova ile birlikte olduğunu öğrendik. Kendisinin giyinik bir pozunu da bulmak çok zor, onların arasından bunu seçtim. Lippi görüyorsun nasıl şen şakrak. Yaz tatili güzel şey. Bir de Buffon sigara içerken yakalanmış ki, onu da çekirdekçi'ye yazdım. (bkz: buffon sigara içerken yakalandı.)
Devamı ...
17 Nisan 2009
Yönetim Uyuma
Revivo sonrası dönemde Fenerbahçe'ye gelmiş en faydalı yabancılar kimlerdir diye sorsak sanırım Alex ve Pierre van Hooijdonk'u cevapları arasına koymayan olmaz. Şu anda oynayanlar içinde de Alex'ten sonra Lugano diyecektir herkes. Bu üç oyuncunun ortak özelliği nedir peki? Pierre Fenerbahçe'ye çok kötü bir sezon sonrası geldi, geldiğinde takım neredeyse dağılmıştı ve yeniden yapılanıyordu. Geleceği 2003 Haziran'ında belli olmuş, Temmuz'da takıma katılmış, hazırlık maçlarında oynama şansı bulmuştu.
Alex'le sözleşme gelmesinden 6 ay önce imzalandı. 2004'ün Şubat ayında geleceği söylenmişti. Hatta 2004 yazında "oyuncumuz" Alex'i izlemek için sabahlayıp 2004 Copa América maçlarını takip etmiştik. Lugano'yla anlaşıldığı da 2006 Mayıs ayında duyurulmuştu, onun da Libertadores maçlarının bitmesini bekledik bütün yaz.
Anelka, Guiza gibi sükse yapmak için alınan veya Kezman, Maldonado, Josico gibi son saniyede yabancı kontenjanı da boş durmasın diye alınan yabancıların performansı da ortada. Yönetim faydalı bir yabancı almak istiyorsa bir gün beklemesi bile büyük hatadır. Mayıs ayı sonunda yeni yabancılarımızın sözleşmesi imzalanmalı, bu oyuncular en kısa sürede çalışmalara başlamalıdır. Geleceği Haziran ayında belli olan futbolcuların en başarılı yabancılar olması tesadüf değildir. Fenerbahçe'nin bu sezon yaşanan rezaletten sonra milyon dolarlarla kumar oynama lüksü kalmamıştır. Fakat başkan daha kongreye aday bile olmadı. İlkokul çocukları gibi planlarla rakiplerinin kim olacağını görmeye çalışıyor, bir yandan aday olmadım daha derken diğer yandan kulübün resmi dergisine "11 yıllık istikrar devam etmeli" başlıkları atılıyor. Neyin istikrarıysa o artık.
Fenerbahçe'nin Lugano'ya yalvarmaya, onun cevabını Temmuz'a kadar beklemeye, Selçuk, Volkan gibi vasat oyuncularla pazarlık etmeye lüksü yok. Bu oyunculara son şartlar sunulup yeni kadro bugünden itibaren oluşturulmaya başlanmalı. Takıma en az 7-8 tane yeni oyuncu alınması gerekiyor ve bu 3 gün içinde halledilebilecek bir iş değil. Özellikle yabancı transferler için çalışmalara şimdiden başlayıp Haziran ayında noktalanmazsa 3 yıllık düşüş gelecek sene daha da hızlanarak devam edecek. Alınacak oyuncularda olması gereken teknik ve mental özellikleri de vakit bulduğumuz başka bir zaman tartışalım.
Devamı ...
George Best Superstar
"Eğer çirkin bir adam olsaydım, kimse Pele diye birini hatırlamazdı"
George Best
Devamı ...
"Sadece Boğazını Sıktım" veya Sabri'nin Afrika Sahanı Ahlakı
Maçtan sonra Lugano ilk özrü dileyendi: “Derbiye yakışmayan olaylar oldu. Bundan dolayı özür dilemem gerekirse, bunu da diliyorum” Daha sonra Semih, “Canım kardeşim, sevgili Arda ile birlikte böyle bir olaya karışmış olmaktan duyduğum üzüntüyü de belirtmek istiyorum.” Arda da Semih’ten sonra benzer şekilde özür diledi “Kimin haklılığından çok dostluğumuzun, ağabey-kardeş ilişkimizin devamının önemli olduğunun bilincinde, yaşananlardan dolayı tüm spor kamuoyundan ve Türk halkından özür dilerim” Lugano 5 maç ceza aldı, Arda ile Semih 3 oysa “Özür dileyecek hiçbir şey yapmadım’” diyen adam 2 maç ceza aldı.
Sabri, maçtan sonra diyor ki “Bunu söyleyenler ellerini vicdanlarına koysunlar. Görüntüleri bir daha izlesinler ve öyle konuşsunlar. Benim sahada, ne anam kaldı ne de avradım. Küfür yedim, tehdit aldımama karşılık vermedim. Yaptığım tek şey, sinirlenip Emre’nin boğazını sıkmaktı o kadar. Bunun dışında ben başka hiçbir şey yapmadım. Bu yorumları yapanları tarafsız olmaya davet ediyorum. Emre’yle girdiğim mücadelelere bir baksınlar. Bunlar futbolun içinde olan şeyler. Emre yere düşüp reklam panosuna kafasını çarptığı pozisyonda saygımdan dolayı gidip yerden kaldırmak istedim ama o beni ittirdi. Ben de haklı olarak tepkimi verdim. Sahada bana sürekli küfür edildi. Buna karşılık vermedim. Tehdit edildim, yine sustum. Özür dileyecek bir şey yapmadım. Asıl özür dilenmesi gereken kişi benim”[1]
Şimdi Sabri’nin iddiaları basitçe şöyle, (1) kendisi maç boyunca hiçbir şey yapmamış, (2) kendisine küfür edilmiş, (3) kendisine küfredildiği için bir oyuncunun boğazını sıkmış ve bu da haklı tepki, (4) Özür dilenmesi gereken kişi Sabri.
Sabri maç boyunca çok şey yaptı. Maçın başlarından itibaren gergindi, daha maçın başlarında hakemin üstüne yürüdü, her karara itiraz etti, hatta maçı izleyenler iki kere Sabri’nin hakeme de küfrettiğini gördüler. Emre’yle girdiği her pozisyonda futbol dışı bir hareket sergiledi ve en nihayetinde taraftarın “Sabri Emre’nin Anasını Sik” diye açıkça Sabri’den talepte bulunmasını gerektirecek kadar saha içerisinde parladı.
2. ve 3. Maddeler birbirleriyle bağlantılı. Bir oyuncu futbol sahasında küfre uğruyorsa bu ona bir başka oyuncunun boğazını sıkma hakkı verir mi? Bir oyuncunun diğerinin ayağına üç kere basması ona kafa atma hakkı verir mi? Bir oyuncunun diğerine yaptığı herhangi bir futbol dışı hareket diğerinin de futbol dışı bir hareket yapmasını meşrulaştırır mı?
Ceza Hukuku’nda “haksız tahrik”’in ve meşru müdafaaya ilişkin ilkelerin var olduğunu biliyoruz. Bunlardan ilki, haksız tahrik, suçun varlığını ortadan kaldırmaz yalnızca suçun karşılığı olan cezanın indirim sebebidir. Basitçe haksız tahrik durumunda suç yine vardır ancak suçu işleyenin hak ettiği cezada haksız tahrik sebebiyle bir indirime gidilir. Bu fiili işleyen “suçsuz” sayılmaz, suçludur ancak cezası muadillerine göre daha azdır. Meşru müdafaa ise suçu tamamen ortadan kaldırır. Meşru müdafaanın da belirli koşulları vardır, bunlardan ilki kişinin kendi güvenliğini sağlama imkanı olmaması, kolluk kuvvetlerine başvurulması halinde geri dönülemez bir zarara uğranılması ve kişinin haklarına yönelen şedit tecavüz ile meşru müdafaa iddiasında bulunan fiil arasında bir orantı bulunması aranır. Yani boş bir sokakta üstünüze bir hırsız bıçakla geliyorsa ve sizin ondan kaçarak yardım talep etme şansınız yoksa kendinizi koruyabilirsiniz. Şu kadar ki bu koruma orantılı olmak zorundadır, yani hırsızın kafasına silahla ateş edip onu öldüremezsiniz. Sizin uğramanızın muhtemel olduğu zarar ile vermiş olduğunuz zarar arasında bir denklik olması aranır. O halde Sabri burada meşru müdafaa talebinde bulunamaz. Küfür de bir başka insanın boğazını sıkmak da ceza hukunda karşılığı bulunan suçlardandır ve aralarında bir orantı yoktur. Burada Sabri ancak “haksız tahrik” sebebiyle ceza indiriminde bulunabilir, zira kendisinin işlemiş olduğu suç en başta kendisine karşı işlenenden kat be kat daha ağırdır. Biri şerefe ve haysiyete yönelen ve deruni alemde bir etki barındıran bir suçken, diğeri bizzatihi kişinin bedensel bütünlüğüne yönelen, fiziki alemde bir etki bırakan ağır bir eylemdir.
O halde Sabri’nin iddiası, modern ceza hukuku ilkeleri bakımından geride, çok daha ilkel bir aklı bize yansıtıyor. Sabri’nin ilkel tarım toplumu döneminden kalma adalet anlayışında küfür edilirse bunun cezası boğaz sıkmadır. Bu sokak adaleti gereğince de tekme atana kafa atmak, cücük hareketi yapanı bıçaklamak da “meşru” kabul edilebilir. “Ne bakıyon lan” diye başlayan kavgaların, “Küfür etti bıçakladım” başlıklı üçüncü sayfa haberlerinin ahlakıdır bu. İlkeldir çünkü bir orantı bulundurmamaktadır, ilkeldir çünkü Hammurabi kanunlarından bile geridedir, kısasa kısas bile değildir, duracağı bir yer, nihayete ulaşabileceği bir sınır bulunmamaktadır. Çünkü küfretmenin cezası boğaz sıkmak ise, boğaz sıkmanın cezası da ancak öldürmek olabilir.
Sabri bu sebeple suçsuzluk iddiasında bulunurken bu iddiayı kabul edersek esasında maç boyunca herhangi bir sebeple herhangi birine bir ceza vermemiz de mümkün değil. Bugün Emre’nin ettiği küfürler sebebiyle ceza almaması insanları rahatsız edebilir, ancak maçta kimse küfür sebebiyle ceza almamıştır. Sabri boğaz sıkmıştır, Arda ve Semih tokat atmıştır, Lugano kafa atmış, Emre Aşık ayağa basmış, Volkan da seyirciyi tahrikten ceza almıştır. Bu noktada belirtmek lazım Arda’nın da seyirciyi tahrik ettiği için ceza almaması eyyamın hasıdır, kralıdır. Şimdi iddiaya dönersek Arda Semih tokat attığı için tokat atmış, Lugano ayağına basıldığı için kafa atmış, Emre Aşık muhtemelen maç boyunca varolan gerginlikten o hareketi yapmış , Semih küfür sebebiyle, bir diğeri hava durumu nedeniyle yaptığını yapmıştır. Sabri adaletinde kime hangi sebeple ceza verilecek, kim işlemiş olduğu fiilin sorumluluğunu üstlenecek? Bu hareketlerin hepsinin bir “sebebi” varsa, hepsinin de o sebeple “meşru” olduğunu kabul edeceksek, ceza veremez ancak sırt sıvazlar, sen de onun kafasını gözünü patlatsaydından başka verebilecek bir öneri, herkesin bir diğerini dövmesi için izin vermekten başka bir pozisyon bulamayız.
Yalnız Sabri ahlakı, Sabri ile sınırlı değil. Sabri’nin de sahip olduğu bu ahlakı gerine gerine beyan edebilmesinin sebebi bunun toplumsal bir karşılığının da bulunması. Örneğin bunca şeyden sonra birileri çıkıp hala “Sabri Neden Ceza Aldı” diye sorabiliyor. Zira içimizdeki birileri bu Hammurabi öncesi “ahlak kurallarını” ahlak kuralı sanıyor ve benimsiyor olmasa Sabri’nin bu Sabriliği ancak münferit bir akıl bozukluğu ile açıklanabilir, genel olarak da infial uyandırırdı. Gerçekte ne oldu? Bahsedilmedi bile. Üstünde bile durulmadı.
Örneğin Emre’nin küfrettiği için ceza alması gerektiğini savunanların hiç biri, Sabri’nin de küfür ettiğini hatırlamıyor ve bunun da cezasız kaldığını aklına getirmiyor. Sabri’nin boğaz sıkmasının Emre’nin tahrik etmesi sebebiyle haklı olduğuna inananlar, Lugano’nun da benzer bir tahrik iddiasında bulunabileceğini akıllarının ucuna bile getirmiyor. Volkan’ın “tahrik ettiği”ni ileri sürenler tahriği yapan Arda olduğunda bundan ancak mutluluk duyuyor. Bu da bu kimselerdeki beklentinin kötü bir hareketin hak ettiği cezayı alması değil, kendilerine ait olanların cezalandırılmaması, karşı tarafın da bütünüyle en ağır şekilde cezalandırılması gerektiğini gösteriyor. Bu nihayeten kabileciliğe dalalet eder. Bu zihniyete göre, bu kabilenin mensuplarının yaptığı hareketler yalnızca bu kabileye mensup bulundukları için “iyi” ve “doğru”dur. Üstelik bu fiiller eğer rakip kabileye zarar veriyorsa, zarar verdiği için faydalıdır bile. O halde bunların cezalandırılacak bir yönü yoktur, diğer kabilenin mensuplarının yaptığı hareketler ise bizzatihi kötü veya adaletsiz olduğundan değil “bizim kabileye” zarar verdiği için kötüdür ki, bu sebeple cezalandırılmalıdır. O halde beklenti “adalet” de olamaz, adalet en nihayetinde aynı davranışları sergileyenlerin aynı tip sonuçlarla karşılaşmasını ifade eder, beklenti kayrılmaktır, eşitsizliktir, üstte tutulmaktır.
Bu tipte bir kabilecilik ise Afrika sahanlarından çıkışımızdan ve neolitik çağdan sonra pek tutulmayan, medeniyet ise kendisinin genel olarak ne kadar tutulmadığı ile ölçülebilen bir husus olmuştur. Bazıları karşı takıma (özel de Fenerbahçe’ye) karşı duydukları nefretin kendilerinde bir yanılsama yaratmasından hoşnut da olmaktadır bu yanılsama o kadar derin ki eşit fiile eşit ceza istemi tutarsız, ama eşit fiile üstünde taşıdıkları forma yüzünden farklı ceza beklentisi “tutarlı” bulunabilmekte alenen beyan da edilebilmektedir.
Bu tip bir tutarlılık ise bize uzak, Allah’a şükür ilk tarım toplumundan 15.000 sene, Hammurabi’den, Roma’dan binlerce sene sonra bizler daha keskin bir adalet görüşünü, daha net bir şekilde talep edebiliyor, binlerce yılda insan medeniyetinin deneyimleriyle oluşan ve bugüne gelen bir görüşü savunadabiliyoruz. Boğaz sıkan bir adam “özür dileyecek neyim var” diye sorduğunda ve bu beyan da alkışlandığında aradaki fark da bu oluyor işte, özür dileyecek bir 15.000 senen var Sabri medeniyete uzaklık tam olarak bu kadar.
[1] http://haber.gazetevatan.com/haberdetay.asp?&Categoryid=5
Devamı ...
16 Nisan 2009
Kamu Vicdanını Rahatlattık
Sakin olup bir düşünün önce. Bu maçta ne oldu, futbolcuları ve kavgayı bırakın saha olaylarına bakın. Sahaya yabancı maddeler atıldı, Emre korneri iki dakika kullanamadı, küfür vardı, tercümanımızın kafasına gelen şişe nedeniyle kafasına 8 dikiş atıldı, sahaya bir taraftar oyunculara saldırmak üzere girdi, güvenlik tarafından durduruldu. Her türlü olayın olduğu bu derbilerde ilk kez sahaya taraftar girdiğine şahit olduk. Galatasaray Kulübü 1 maç seyircisiz 1 maç tarafsız sahada oynama cezası aldı. Biraz geçmişe gidelim şimdi...
Profesyonel Futbol Disiplin Kurulu (PFDK), 3 Aralık (2006) tarihinde oynanan Fenerbahçe-Galatasaray maçında çıkan saha olayları nedeniyle Fenerbahçe'ye 3 maç seyircisiz oynama cezası verdi.Haber burada
O maçta ne olmuştu? Gerets'in kafasına madde gelmiş, Mondragon atılan bir maddeyle yaralanmıştı. Aynı olaylar 3 maç seyircisiz oynama ile cezalandırılırken sahaya taraftar girmeli gelişmiş versiyonu 1 maç seyircisiz, 1 maç tarafsız cezası aldı bugün. Tercümanlar yarı adamdan sayılıyormuş, bir dil bir insan bir tercüman yarım insan...
Başka bir haber
Kurul, bugün yaptığı toplantıda Fenerbahçe'nin Brezilyalı futbolcusu Deivid De Souza'yı Fenerbahçe-Galatasaray maçında Galatasaraylı Barış Özbek'e kafa attığı nedeniyle, 1 maçla cezalandırdı.Ne oluyor, geçen seneki Fenerbahçe - Galatasaray maçında Deivid rakibine kafa atıyor, ne ceza alıyor 1 maç oynamama. Bugün açıklanan cezalara göre Lugano 5 maç ceza alıyor. Neden? Çünkü o başlattı bana ne bana ne ve çünkü vicdanımız rahatlamalı. Bu ülkede hakemin ayağına basıp suratına tükürmek ve rakibe kafa atmak aynı derecede büyük suçlar, adamına göre, adamın vicdanına göre.
Arda ceza alıyor, peki neden?
Aynı müsabakada‚ GALATASARAY A.Ş. sporcusu ARDA TURAN´ın rakip takım oyuncusuna yönelik kural dışı hareketi nedeniyle takdiren 3 RESMİ MÜSABAKADAN MEN CEZASI ile cezalandırılmasına‚Volkan alıyor, neden?
Aynı müsabakada‚ FENERBAHÇE SPOR Kulübü sporcusu VOLKAN DEMİREL´in‚ rakip takım taraftarlarına yönelik sportmenliğe aykırı hareketleri nedeniyle takdiren 3 RESMİ MÜSABAKADAN MEN CEZASI ile cezalandırılmasına‚Arda'nın hemen iki yazı aşağıda göreceğiniz hareketi tartışılmıyor bile. Onun rakip taraftara yönelik hareketi yok. Tıpkı o yazıya yorum yazanlar gibi düşünmüş hukukçular. Volkan'ın yaptığı hareketin aynısını aşağıda görüldüğü gibi Sakarya'da yapan BJK kalecisi Runje kaç maç ceza almıştı? 1, yazıyla bir.
Vicdanları rahatlattık, rahat uyuyabiliriz. İşte adalet bu, işte adalet böyle sağlanır. Tebrikler.
Devamı ...
Sahalarda Görmek İstemediğimiz Hareket
36 yaşında heybesinde 10 Premier League şamiyonluğu 4 FA Kupası, 2 Şampiyonlar Ligi Şampiyonluğu, 1 UEFA Kupası, 1 Super Kupa, 1 Kıtalar arası Kupa, bir de FIFA Kulüpler Dünya Kupası bulunduran, sol kanatların sol kanadı bir adam kariyerinin son demlerinde bu muameleye mi maruz kalıcaktı? Bu ismini dahi anmak istemediğim Porto'lu futbolu hemen bırakmalı. Objektif olmak adına söylüyorum Volkan da futbolu bırakmalı, çünkü yarın bir Porto'lu gelse, dese ki "aethewulf madem objektifsin senin takımının oyuncusu da kasıklarına masaj mı yapıyor tribüne hareket mi çekiyor belli olmasa da bizim artık toptan tribüne kasıklarını göstermiş, tombala çekmiş olduğunu kabul ettiğimiz için böyle kabul edilmesi gereken bir hareketi yapıyor, Porto'luya laf edemezsin" doğru. Haklı. Ne adil.
Devamı ...
Medya! Beni Rahatta Dinle!
Pazar günü “dünyaya rezil olduk” temalı haberler başladı ve hafta boyunca da devam etti. Sanki dünyada ilk kez bir derbide olay çıkmış, ilk kez kırmızı kart görülmüş gibi medya bir anda Türkiye’nin prestijinin dibe vurduğuna karar verdi. Öyle ya Milan-Inter, Roma- Lazio, Celtic-Rangers, derbileri dostluk maçı havasında cereyan ediyor bırakın kırmızı kartı faul bile olmuyor futbolcular birbirlerine maçtan önce baklava ikram ediyor taraftarlar maç öncesinde aynı pub da toplanıp Bursa-Ankaragücü dostluğu gibi örnekler sunuyorlardı Türk basınına göre.
Pazar günkü maç dünyanın herhangi bir yerinde defalarca şahit olunabilecek bir şey. Dünyadan soyutlayıp sadece Türkiye’de olan bir şey değil. Dünyanın en sakin ülkelerinin birinde İzlanda Liginde Rejvajik derbisinde futbolcular kavga edebilir, dört kırmızı kart görülebilir oyuncular birbirine girebilir oysa.
Bu olayı sadece Türkiye’de olabilirmiş gibi sunan medyanın pek çok kalemi iki gün sonra Genelkurmay’ın basın tribününde yerlerini almışlardı.
190 akredite gazeteci (neredeyse derbideki akredite gazeteci sayısı kadar), paşamızın yüksek fikirlerini basın tribünündeki yerlerinden takip ettiler. Ertesi gün de bu brifing hakkında dünyanın her yerinde olması normalmiş gibi, esas duruşta komutan dinlemek basın meslek ilkelerinden biriymiş gibi durumu hiç yadırgamadan toplantıyı değerlendirdiler. Şimdi Türk basınına şunu bir kez daha hatırlatalım. Pazar günkü maçta yaşananlar dünyanın her yerinde olabilir, gelişmemiş Kamboçya’daki bir derbide de, çok gelişmiş İsveç’teki bir derbide de. Çok şükür Uefa ve Fifa şu ana kadar “bizim özel durumlarımız var “ diyen bir futbol federasyonuna rastlamadığından, oyunun kuralları her yerde aynı olduğu ve oyun her yerde aynı tutkuyla oynandığı için bu olaylar sonsuza dek sürecek.
Pazar günü kıyameti kopartıp dünyaya rezil olduğumuzu haykıran basın acaba dünyanın neresinde bir Genelkurmay başkanının konuşmasının 9 kanaldan yayınlandığını, 190 medya mensubunun salonda olmak için kuyruğa girdiğnii, iki gün boyunca konuşmanın didik didik edilebildiğini de bir açıklarlarsa çok sevineceğim.
90 dakikalık bir futbol maçının ardından 90 saat yorum yapılması dünyanın her yerinde olabilir ama 90 dakikalık bir komutan konuşmasını satır satır incelemek hurufiler gibi her satırda neyi kastettiğini bulmaya çalışmak pek demokratik ülkelerde olabilen bir şey değil herhalde.
Prestij iki oyuncu kavga etti diye kaybedilen bir şey değil, esas duruşta soru bile soramadan gazetecilik yaptığını sanan siz zavallılar yüzünden yerlerde sürünen bir şey.
Paşamızın haftaya yapacağı toplantıdan önce de toplantı tahmini istiyoruz artık Türk basınından. İlk 20 dakika çok önemli erken muhtıra verilirse bizim için durum kolaylaşır diyebilecek gazetecilerin olduğunu bilmek acı olsa da militarizm- demokrasi arasındaki müsabakalarda son 20 yıldır evsahibi kavram kazansa da maç sonu demokrasinin galibiyetine oynuyoum yine de. Üzgünüm Türk medyası.
Devamı ...
Alternatif "Lugano Başlattı" Kavgaları
"Önce o başlattı Lugano"nun Türkiye'de çıkardığı tüm kavgaları albüm haline getirdik halka sunuyoruz. 1820'den beri çıkan hemen her kavganın başlatıcısı olan Lugano Türkiye'nin spor ve siyaset tarihini nasıl çizdi? En yakın arkadaşı 20 sene sonra hakkında neler söyledi? O olmazsa Dünya nasıl bir yer olurdu? İşte bütün bu sorulara cevap arıyoruz.
İlk kavga görüntüleri 1934'ten. Görüldüğü gibi Lugano kavgayı çıkarıp uzaktan izleyip kıs kıs gülüyor. O zaman Lugano'yu Almanya'dan bir takımın istediği iddiaları vardı ve Lugano'nun ligi erken bitirmek için bu kavgayı çıkardığı söyleniyordu. Fakat dedikodulara göre o zamanlar Yahudi olan Lugano Almanya'daki gelişmelerden dolayı bu transferden vazgeçmişti ve 80 senedir ülkemizde top koşturuyor, arada Müslüman ve Budist oldu, şimdi Mormon olarak futbol hayatına devam ediyor.
Galatasaraylı oyuncuların Kadıköy'de 4 kırmızı kart gördükleri maçtaki olayların fitilini de Lugano yakmıştı. İddialara göre Lugano Kaptan Bülent'in kulağına "Lincoln sana cücük hareketi yaptı olm gördüm ben taaa burdan gördüm" diyor. Bülent "sana ne lan benim oyuncum değil mi sever de döver de" diyor, ortam geriliyor, kavga çıkıyor.
Burada cezalı olduğu için stada seyirci kılığında girip futbol adına çirkin hareketler yapan Lugano'yu görüyoruz.
Bu karede bir Galatasaray-Fenerbahçe maçında rakip taraftarların arasına provokasyon için girdiği iddia edilen Lugano Nevruz kutlamaları bahanesiyle yangın başlatıyor ve en öne geçip hiçbir şey olmamış gibi davranırken görülüyor.
Burada basın mensubu kılığına giren Lugano gizli bölmeye yerleştirdiği otomatik su fırlatma makinasını ilk kez denerken görülüyor.
Profesör de olsa futbolcu da olsa her Fenerbahçelinin Rambo Okan olduğunu kanıtlayan bir fotoğraf. Rambo Okan'dan aldığı taktikle gece stada girip reklam panolarının altına saklanan Lugano maç sırasında saha görevlisi kılığında ortaya çıkıyor ve Lincoln'ün sesini taklit ederek Volkan'ın evdeki şirin sincabına sövüyor. Volkan ve Lincoln'ün kavgası başlatıp kenardan izleyen yine o. Bu kare "ooooooo olm kavgada söylenmez" şeklinde klasik tekniklerle gaz verirken...
Maçlardan arda kalan vaktinde siyasetle ilgilenen Lugano'nun bir vekil konuşurken kürsüye yediği fıstıkların kabuklarını atarak başlattığı kavgadan bir kare. Bu konuda uzmanlaşan Lugano hemen barışsever gibi görünüp kavgayı ayıran adamlar arasında yer alabiliyor.
Bu arada başlattığı İkinci Dünya Savaşı, Küba Füze Krizi, Kıbrıs sorunu, petrol krizi gibi olaylara yer sıkıntısı nedeniyle yer veremedik. Böyle adamların oyuna daha birinci dakikadan kartla başlaması lazım.
Devamı ...