sokak - iki



Sevgili arkadaşım Aethewulf,

Bu gün derste mektup konusunu işledik. Öğretmenimiz ödev olarak istediğimiz birine mektup yazmamızı söyledi. Bende mektubumu sana yazmak istedim.


Biliyorsun günümüzün büyük kısmı okulda geçiyor. Ama ben okulu pek sevmiyorum. Sanki büyüklerin onaylamadığı şeyleri yapmayalım diye başımızda bizi kontrol etmekle görevli bir öğretmen olmak üzere bu binalarda anne ve babalarımız işten gelinceye kadar tutuluyoruz.

Merak edip sorduğum sorulara öğretmenimiz ‘Bunu daha sonra öğreneceksiniz’ diye yanıt veriyor . Çoğu zaman bize sorular sorup daha önce söylediği yanıtları tekrar etmemizi istiyor. Eminim bizim yaşımızdayken ona öğretmeninin öğrettikleri ne ise biz de onları tekrar ediyoruz. Derslerden matematiği seviyorum en çok. Sonsuzluk diye bir şey varmış ama aynı zamanda yokmuş; sonsuzun bir fazlası da sonsuz olacağından hep sonraya taşınırmış. Pek kavrayamadım ama yine de sevdim sonsuzu.

Türkçe dersinde şiir konusunu işledikten sonra öğretmenimiz ‘Futbolu sevmeyen var mı içinizde?’ diye sormuştu. Bizim bir türlü bitmeyen ‘Hayııır..’ larımızı ‘şimdi size kitaplarınızda bulunmayan, biraz farklı bir şiir okuyacağım’ diyerek susturduktan sonra okumaya başladı. Arkadaşlarımı bilmem ama ben sanki okulda değilmişim de üstümün başımın çamur olmasına aldırmadan maç yapıyormuşum gibi hissettim. Şiiri tam hatırlamıyorum ama öğretmenimiz çok tekrar ettiği için ‘Ve yağmur yutuyor bütün golleri’ dediği yeri hatırlıyorum.

Kantinde tost-kola sırası beklerken Onurla Olgu geçen gün maç yaptığınızı söyledi. Hatta bizim apartmanın önüne gelip beni de çağırmışsın ama ben arka odada olduğum için duymadım. ‘Kim terkedilmiş bir hayat yaşar, ama yine de bazen insanlar arasına karışmak isteğini duyarsa, kim günün değişik zamanlarını havadaki, iş durumundaki vb. değişiklikleri dikkate alarak tutunabileceği bir insan kolu görmek isterse sokağa bakan bir pencere olmadan uzun süre yapamaz.’ diyen ve ‘pencereden aşağıya atlayıp insanların arasına karışmak’ için çalışma masasını sokağa bakan pencerenin önüne koymayı öneren Kafka’ yı henüz okumadığım için ödevlerimi arka odada yapıyorum. Ödevlerimi yaptıktan sonra ya kitap okuyorum ya da bizimkilerin giysi dolabının içinde oturup hayal kuruyorum.

Hayal kurmak dedim de aklıma geçen yaz geldi; haziranın sonuna doğru artık iyice kuruyup bütün kış biriken sudan kurtulan düzlükte okullar açılıncaya kadar neredeyse her gün yaptığımız çift kale maçları, susuzluktan kavrulup çeşme başında ‘Ben birim.. Ben ikiyim... Önce ben dedim olum!..’ diyerek belirlediğimiz su içme sırasını, kapıdan içeri girmeden aldığımız ekmek arası peynir ya da ekmek üzerine sürülmüş sarelleyle karın doyurmalarımızı hatırladım. En çok da düzlüğün kenarına belediyenin koyduğu banka oturup bütün gün bizi seyreden ve bir defasında yanındaki arkadaşına ‘ bir dakika muhterem’ dedikten sonra bize dönerek ‘hayat zamanın geçmeyip havada asılıymış gibi durduğu yaz günlerinin öğleden sonralarına benzer. Ama bir bakarsınız kuş gibi uçar gider’ diyen ihtiyar adamı hatırlıyorum. Bak, yaz geçti ve hatta yine geldi.
Babam dayıma söylerken duydum. Dayım rakısını yudumlayıp bir yandan da anlatıyordu. Babam konuyu değiştirmek istedi ve ‘Oğlum sana başka kız mı yok?’ demek kar etmeyince söyledi herhalde. Bizim top oynadığımız düzlüğün sahibi olan adam ölmüş. Oraya site yapılacakmış. Bir de camii mi kuran kursu mu ne.

Geçen hafta sonu üst kat komşumuz Haldun amca eve sarhoş gelmiş ve Aysun teyzenin itirazlarına aldırmadan Fenerbahçe’ yi aramış. Telefonu açan kadına ‘Bizi bu kadar üzmeye ne hakkınız var hanım efendi’ dedikten sonra telefonu elinden güçlükle almışlar. Aysun teyze bir yandan gülüp ‘Garibim o kadar sarhoştu ki, karşısına telesekreter çıktığını bile anlayamadı’ diye anlattığı konuyu ‘Ağlanacak halimize gülüyoruz o ayrı konu’ şeklinde tamamlayınca oluşan sessizlik uzayınca annem ‘Birer çay’ daha için mutfağa gitti.

Ertesi gündü galiba, dış kapının önünde okul servisini beklerken Haldun amcayı gördüm. Saçımı karıştırıp ‘Küçük sen hangi takımı tutuyorsun bakayım?’ diye sordu. ‘Fenerbahçe’ deyince de sanki bir şey söyleyecekmiş de susmuş gibi geldi bana. Sadece duyulur duyulmaz bir sesle ‘Aferin...’ dedi.

PVH ibnesi o gün ‘Ben Rıdvan olcam’ diye tutturmuş. Hatta attığı gollerden sonra ‘Rıdvan..Rıdvan..Rıdvandan bir gol daha...’ deyip durmuş. Boş kaleye giden topa dokunup golü de kendine sayınca Fatih ‘Tanju musun olum sen?’ diyerek üzerine yürümüş. Az daha kavga çıkıyormuş. Ama bütün kavgalarımız gibi o da sözde kalmış.

Nereden duyduğumu sorma ama sosyoloji diye bir bilim varmış, insan topluluklarının davranış ve etkileşimlerini inceleyerek olası sonuçlar hakkında fikir söylermiş. İşte bu bilimle uğraşanlardan bir tanesi ‘Çocukken mahalle maçlarında defans oynayanlar veya kalecilik yapanlar genelde hayatta başarılı olamazlar, deyim yerinde ise hayatın ara sokaklarında kaybolup giderler. Golcü olarak oynayanlar ise tuttuğunu kopartan, el attığı her işte başarılı bireyler olur.’ diyormuş.

O yüzden ben diyorum ki, bundan sonraki maçlarda sadece ben kalayım geride, siz hepiniz birden golcü olun.

Arkadaşlara ve ailene selam söyle..

Seni seven arkadaşın med.


Notgibi:

1.. Aetfewulf ‘Papazın Çayırı’ nda oynadığımız oyunları ele verircesine sadece bizi değil herkesi sokağa çağırırken, ben Alper Canıgüz’ ün ‘Oğullar ve Rencide Ruhlar’ ını okuyordum. Romanın ‘Beş yaş insanın en olgun çağıdır; sonra çürüme başlar’ diyen kahramanı uzun zamandır böylesine empati kurduğum ilk kurgu kahramandı ve kolayca tahmin edileceği üzere beşinci yaşını daha yeni kutlamıştı.

2..Böyle bir düzlük gerçekten vardı. Güneşin kendini göstermesiyle kurumaya başlar ve kıyısında köşesinde oynamaya başlardık. Kondisyonumuz arttıkça saha da genişlerdi. Oranın büyük kısmı parsellenip satıldı. Bir vakıf kalan yere topladığı yardımlarla asla faaliyete geçmeyen bir yatılı kuran kursu inşa etti. Kişilerin inançlarına söz söylemek haddime değil ama keşke orası bir semt sahası haline dönüşebilseydi. Abim (ki teyzemin oğludur ve ben ona aramızdaki yaş farkı az olmasına rağmen abi derim) her maçtan önce nasıl atacağını tarif ettiği gollerini atmaya devam etseydi.

3..Haldun değil ‘Talat Amca’... Neredeyse yenildiğimiz her maçtan sonra biraz da alkolün etkisiyle kulübü arar ‘Bizi üzmeye ne hakkınız var?’ diye sorardı. Sevgilimin üst katında otururlardı.Kızı da arkadaşımızdı; o anlatırdı. Yüzüncü yılımızı göremeden ebediyete yürüdü. Mekanı cennet olsun.

4.. ‘Futbol Oynayan Çocuklar’ bir Cahit Koytak şiiridir ve İsmail Kılıçarslan’ nın katkıda bulunduğu o müthiş kliple düşlenilmelidir. İsmail Kılıçarslan ise ‘santraya koşmak istiyorum o benzersiz golden sonra/.../ orada söylerim diye ezberlediğim şarkı:/ işte sana geldim yara bere içinde/ geldim işte sana bere yara içimde/ gül getirdim kırmızı kanı saklasın diye/ kırmızı gül getirdim saklansın kanım diye’ diyendir..
‘o derin pası alıp çizgiye iniyorum anladın ya/türklere mahsus bir gülüşle anladın ya’

5.. Son olarak Mülksüzler’ e, Kafka öykülerine, Wrestling Ernest Hemingway’ e ve birbirinden pek de farklı olmayan ‘çocukluk’ larımıza teşekkür ederim.



1 comments:

  1. tosun dedi ki...

    Ben bu yaziyi "kesip saklarim"...

Yorum Gönder