Basketbolda Şike İddiası Üstüne
Dün “araştırmacı” gazeteci İbrahim Seten Twitter’de Fenerbahçe’nin Efes’le yaptığı final maçından önce Semih Özsoy ile maçın hakemi Recep Ankaralı arasındaki konuşmadan bahsetmiş daha sonra çok araştırmacı olduğu için Fenerbahçe’nin finalde Efes’le oynamadığını hemen fark etmiş ve finaldeki Galatasaray maçına gönderme yapmıştı. Araştırmacı gazetecimiz artık besmele haline getirmiş olduğu “ben de Fenerbahçeliyim ama” girizgahıyla, Semih Özsoy- Recep Ankaralı konuşmasından utandığını dile getirmişti
Bugün basınımızın bir diğer güzide temsilcisi, gazecilikte adeta bir The Guardian bir Washington Post bir Le Monde olan Hürriyet Gazetesi bu konuşma olayını “Şike soruşturması basketbola sıçradı” haberiyle vermiş. Haber metni şu:
Futbolda şike soruşturması kapsamında yapılan teknik takiplerde, Fenerbahçe Ülker ile Galatasaray Cafe Crown arasında oynanan basketbol final serisinin son maçında F.Bahçeli yöneticilerin maçın hakemini arayarak telkinde bulundukları belirlendi. Basketbola da sıçrayan soruşturma kapsamında dinlemeye takılan yönetici ve hakemlerin ifadeleri alınacak. Beko Basketbol Ligi final serisinin son maçında F.Bahçe Başkanı Aziz Yıldırım’la kulübün basketbol şube sorumlusu Semih Özsoy arasında maçtan bir gün önce sık sık telefon görüşmelerinin yapıldığı tespit edildi. Bu görüşmelerin ardından Özsoy’un maçın hakemlerinden Recep Ankaralı’yı arayarak final serisinde 3-2 önde olduklarını ve yenildikleri maçlarda hakem hatalarının yapıldığını söylediği belirlendi.
Semih Özsoy ile Aziz Yıldırım arasında maçtan bir gün önce sık sık görüşme yapılması habere göre şikenin göstergelerinden biri. Baketbol takımınının final maçı öncesi basketbol şube sorumlusu ile başkan arasında sık sık görüşme olmasının nesi anormal. Şüphe uyandıracak şike giriş haberinden sonra şikenin gelişme bölümüne geçiyoruz.
Özsoy’un, Ankaralı’ya maçta F.Bahçe lehine kararlar verilmesi yönünde imalı cümleler kurduğu ve telkinde bulunduğu soruşturma dosyasında yer aldı.
Ankaralı’nın ise kararlarında adil olmak için elinden geleni yapacağını ve diğer hakemleri de bu konuda uyaracağını söylediği kaydedildi. İkili arasında geçen konuşmanın ardından Özsoy, Başkan Yıldırım’ı arayarak hakemle yaptığı konuşmaları aktardı.
Yapılan telefon konuşmasının ardından F.Bahçe Ülker’in, G.Saray Cafe Crown’u 91-88 yenerek final serisini 4-2 kazandığı ve 2010-2011 yılı şampiyonu olduğu dosyaya eklendi. 16 Haziran’da yapılan telefon konuşmalarına ilişkin, Özsoy’un yanı sıra maçın hakem üçlüsü Recep Ankaralı, Erşan Kartal ve Alper Özgök’ün ifadelerine başvurulacak. Konuyla ilgili Türkiye Basketbol Federasyonu’na önümüzdeki günlerde bilgi verilecek.
Semih Özsoy final serisindeki hakem hatalarından bahsetmiş ve Hürriyet’e göre Fener’in kazanması için imalarda bulunmuş. Bu imalı cümleler nedir, nasıl ima edilmiştir bununla ilgili tek kelime yok, Recep Ankaralı da adil bir maç yönetmeye çalışacağına göre herhalde bu imayı pek anlayamamış. Şimdi bizim İstanbul Emniyeti’ne göre Fenerbahçe’nin bir maçı kazanması o maçta şike yapıldığının en önemli kanıtı. Şu hakeme "biz kazanalım bak ona göre yönet" dediğimiz pardon ima ettiğimiz iddia edilen maçta ne olmuş mesela haberde buna dair bir şey yok. Recep Ankaralı ve saz arkadaşları 6. maçı nasıl yönetmişler, Fenerbahçe lehine hangi hatayı yapmışlar ona dair bir ibare de yok. Maç sonrası şampiyonluk yazısında ne yazmışız biz bu blogda bir bakalım
Sonunda şampiyon olduğumuz bir maçtan sonra hakemler hakkında bir şeyler söylemek pek doğru karşılanmayabilir ama dün maçtan sonra bile sinirim geçmedi. Hakemler tam anlamıyla rezil bir maç yönettiler. Recep Ankaralı, Alper Özgök, Erşan Kartal üçlüsü muhtemelen seriyi yedinci maça götürmek için yüksek yerlerden aldığı talimatları sonuna kadar uyguladılar. Zaten basketbol federasyonu başkanının kupa töreninde olmaması da herhalde serinin yedinci maça gideceği konusunda içinin rahat olmasından kaynaklanıyordur.
Oktay Mahmudi’ye teknik faul verdikten sonra gözlerinin içine baka baka ettiği küfüre yarabbi şükür dediler, ilk yarı sonunda Caner topa ayakla müdahale etmesine rağmen Oğuz’a ayakla müdahale çalıp topu Galatasaray’a verdiler. Shipp’in yarım metre dışarıdan girip attığı sayıya basket verdi gözünün önünde olmasına rağmen Recep Ankaralı. Son periyot Emir’in içeriye Ukiç’e verdiği pasta Ukiç şut atarken Haluk’un yaptığı faulü çalamayıp ribaunt mücadelesinde Lavrinoviç’e son derece ucuz bir faul çaldılar ve Galatasaray iki atış kullandı. Emir’in iki turnikesinde de basket faul var, hakemlerden ses yok ve maçın en kritik yerinde Tutku’dan dışarı çıkan topu görmeyip topu Galatasaray’a verdiler. Alper Özgök topu Galatasaray’a verdikten sonra açısı daha iyi olan ve aslında topun Tutku’dan çıktığını gören Recep Ankaralı’ya doğru koşuyor Fenerbahçeli oyuncular ama Recep Ankaralı ben gördüm deyip kararı değiştirebilecek yüreğe sahip değil. Şampiyon olduk diye bu hakem rezaletinin hiç dile getirilmemesi tuhaf. Kaybettiğin maçtan sonra ağlama zırlama olarak görülebilecek bir şeyi asıl en güçlü anında yapacaksın ki inandırıcılığın olabilsin.
Bu bağlanan, şike yaptığı iddia edilen maçtan sonra şampiyonluğu ve maçı kazanan takımın taraftarı olmamıza rağmen şampiyonluk yazısında bunu yazmışız. 6. maçı seyreden ve o maçta hakemlerin Fenerbahçe lehine karar verdiğini iddia eden birisinin basketboldan zerre kadar anlamaması lazım. Sadece Shipp’in saha dışına çıktıktan sonra attığı turnikeyi bile görsek bu maçta şike varsa kimin lehine var sorusuna yanıt bulabiliriz.
Futbolda Alex’e bulaşacak kadar düştüler basketbolda da herhalde yakında Aydın Örs’e de çete üyesiydi ,herşeyden haberi vardı falan diyecekler. Şimdi bir kulübün yöneticisi ile maçın hakeminin maçtan önce böyler bir konuşma yapmasının etik boyutu ayrıca tartışılır. Ama bu olayı sanki ilk kez olan daha önce eşi benzeri görülmeyen tek bir olguymuş gibi yansıtırsan o zaman niyetinin başka olduğu anlaşılır. Maçtan önce hakemlerle, federasyon üyeleriyle sanki hiçbir kulübün oyuncusu, koçu, yöneticisi konuşmuyormuş bu sadece Semih Özsoy’a mahsus bir durummuş gibi dangalakça haberler yapmak aptalca. Sorsunlar bakalım Recep Ankaralı’ya Galatasaray yönetiminden ya da Efes yönetiminden birileriyle maç öncesi hiç konuşmamış mı hayatında. Hatta bırakın hayatında konuşup konuşmadığını o maç öncesi Galatasaraylı yöneticilerle hiç konuşup konuşmadığını sorun. Bu sene Türkiye Kupası finali sonrası Beşiktaş yöneticisi maçtan sonra Federasyon’dan “Engin Kennerman’ı maça vermeyin negatif psikoloji veriyor” dediğini kendisi söylediğinde bunu haber yapma gereği bile duymayan adamlar, adil maç yönetilmesi içerikli bir konuşmayı şike delili sayıyorlar. Efes’in doping yaptığını kimlerin hangi ilaçları soyunma odasında verdiğini bilecek kadar olaya vakıf oldukları halde bunu yazamayanlar başımıza temiz spor havarisi kesiliyorlar. Sırada ne var erkek voleybolda Ziraat Bankası'ndan mevduatımızı çekeriz diye tehdit edip erkek voleybol şampiyonu olduğumuz iddiası mı, rüzgar Tanrısı Boreas'la kürek yarışlarından bir gün önce rüzgarı bizim tarafa estir temalı telefon konuşması mı?
Varınızı yoğunuzu Fenerbahçe nefretine yatırdınız bu nefret bumerangı önünde sonunda kendinize dönecek.
12 Ağustos 2011 11:12
At çamuru at. Suçsuzsun ama seni suçlu gibi gösterip kamuoyu önüne atıyorlar. Ondan sonra anlat anlatabilirsen. Bu nasıl bir düzendir böyle. Bu insanların hiç mi hayaları yok? hiç Allahtan korkmazlar mı? hiç mi haysiyetleri, şerefleri yoktur? Allahım sen görüyorsun! ilahi adaletin tecelli edecektir edecektir de bunun dünyada tecelli ettiği ender durumların yok mudur?
12 Ağustos 2011 13:02
Durum orta çağ cadı avlarındaki durumla hemen hemen aynı. Tek far 2011 yılındayız ve cadı avlamak artık modası geçmiş bir orta çağ ayıbı.
Siz anlayın ülke olarak kaçıncı yüzyılda yaşadığımızı..
12 Ağustos 2011 13:08
14. ve 15. yüzyıllarda avrupa savaşlar , veba basta olmak üzere salgın hastalıklar ve tarım ve ekonominin zayıflığı nedeniyle çok zayıflamış, kötü duruma düşmüştü. insanlar buna bir anlam veremiyor ve bunun tanrının kendilerine verdiği bi ceza olduğunu düşünüyorlardı. 15.yy sonuna gelindiğinde günah keçisi olarak cadılar seçildi. tamamen masum olan bu kişiler sadece değişik yönleri olduğu için veya kıskanıldıkları için suçlanıyor ve suçlarını itiraf edene kadar işkenceye tabi tutuluyorlardı. 1481'de papa, engizisyon mahkemelerine cadılar hakkında emir verdi: hepsinin bulunup yokedilmesi lazımdı. işkenceyi resmileştiren engizisyon, şüpheli şahısları(!) yakalıyor, onları zorla itiraf ettirip sonunda yakıyor ve mallarına el koyuluyordu. Bu işlem sırasında insanın yüreğini parçalayacak acıklı olaylar yaşanmış, görevliler bile ikence görmemesi için insanlara suçlamayı kabul etmeleri için yalvarmıştır. Acı çekme süreci sırasında mahkuma suç ortakları sorulduğunda akli dengesini yitirmiş ve iyi düşünemeyen kurban ise sevmediği kişilerin veya bazen aklına ilk gelen kişilern ismini vermiş, daha masum insanların ölümüne sebep vermeye zorlanmıştır. söylenir ki bu dönemde her üç kadından biri cadılıkla suçlanılmıştır, fakat erkekler de suçlananlar arasında yeralmıştır. bu batağa düşen hiçkimsenin kurtulamadığı bu kurum 16.yy boyunca çok şiddetli bir şekilde faliyet göstermiş, 17.yy'da rönesanstan sonra ve aydınlanma devrinde zayıflamıştır son cadı yakma olayı 1781de fransada gerçekleşmiştir.
NOT: BENCE 2011'DE DE FARKLI ŞEKİLLERDE TÜRKİYE'DE DEVAM EDİYOR.
UYANIK OL FENERBAHÇELİ..
12 Ağustos 2011 15:38
bu blogun en sevdiğim yazı dizilerinden birisi Fenerbahçe tarihiyle ilgili olanlardı ve şike olayları çıktıktan sonra - haklı olarak - böyle yazıları göremez olduk. tamam şike falan aklanmak çok önemli fakat Fenerbahçelilik bilincini insanlara aktarmak açısından bu takımın nasıl bir takım olduğunu ve taşıdığı misyonları insanlara söylemek gerekmiyor mu sizce de?
12 Ağustos 2011 15:51
chemedya'dan Ahmet Ercanlar, Olivier Beha ile kısa bir röportaj yapmış. Beha, İtalyan bir gazeteci, şike konusunda yetkin bir isim. Şu an bir konferans için Türkiye'de.
Ercanlar'ın röportajında çok dikkat çeken noktalar var:
1- SORU: Şike sonrasında Türkiye’de herkes İtalya’yı örnek gösterdi... Oradaki durum?
CEVAP: İtalya’daki 2006 Calciopoli skandalında Juventus içindeki muhalefet ile İnter ve Milan kulüpleri Moggi’yi kurban seçtiler. Bu olayın ardından hem Juventus’ta gereğinden fazla güçlenmiş olan Moggi ekarte edildi hem de İnter ve Milan son 6 yılda tüm şampiyonlukları paylaştı. Juventus ise kendini henüz toparlayamadı. Moggi temiz biri miydi? Hayır. O da sistemin bir parçasıydı. Ancak 170 bin sayfalık telefon konuşma kaydının içinden sadece Moggi’ninkilerin seçilmesi düşündürücüydü. Aradan geçen yıllarda Inter ve Milan’ın da o olayda en az Juventus kadar suçlu olduğu ortaya çıktı.
2-SORU:İtalya’da kararın erken alınmasının ne gibi sıkıntıları oldu?
İtalya’da Milan ve İnter de en az Juventus kadar suçlulardı. Türkiye’de eğer böyle bir sorun yaşanması istenmiyorsa diğer kulüpler de araştırılmalı ve suçsuz olduklarına herkes inandırılmalı. Eğer gerçekten suçsuzlarsa Beşiktaş ve Galatasaray gibi kulüpler de İnter ve Milan’ın Juventus’a sağladığı üstünlük gibi Fenerbahçe’ye uzun yıllar üstünlük sağlayabilirler. Bana göre kesinlikle mahkemenin sonucunun beklenmesi gerekir. Çünkü insanlar kimin suçlu olduğunu bilmesi gerekir.
Kısa olmasına rağmen sürecin bazı kritik noktalarına dokunan bir röportaj. Yayınlandığı adres: (http://chemedya.blogspot.com/)
13 Ağustos 2011 07:35
(1)
Express degisinin Temmuz-Ağustos 2011 tarihli 121. sayısında "Yargı Meselesi Hallolundu" kitabının yazarı Demokrat Yargı Derneği Eşbaşkanı Hakim Orhan Gazi Ertekin'le (OGE), Siren İdemen ve Yücel Göktürk çiftinin yaptığı 16 sayfalık muhteşem söyleşiden takımımızı ve haliyle bizi ilgilendiren iki soru ve iki cevabı aktaracağım.
Sorular kısa ve fakat cevaplar çok uzun ve dergi formatında tek paragraf olduğundan, ekrandan okuyanı yoracağını düşünerek bizzat yazıyı ben paragraflara böldüm. Yanlış yerden bölünmüş olması benim kusurumdur. Noktasına, virgülüne, şapkasına dokunmadan...
SORU: Gündemin en sıcak maddesi şike soruşturması ve Aziz Yıldırım'ın tutuklanması. Hemen seçim sonrasında gelen bu soruşturmayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
OGE: Bu konunun bir yandan yasal bağlam içerisinde tartışılmasında, diğer yandan da yargının son dört-beş yıllık yeni pratikleri içerisine yerleştirilmesinde sayısız yarar var. Yasal/anayasal mevzuat ve bunların mümkün yorumlarıyla etkileri yeni oluşan siyasal merkezden toplumsal ve kültürel merkezlere kadar uzanan yeni iktidar gücünün sporun siyasal merkezinin dönüşümüne kadar uzanması bağlamında değerlendirmek gerçekçi bir perspektif edinmemizi sağlar.
13 Ağustos 2011 07:36
(2)
İlk olarak ceza hukukunun genel ilkeleri bakımından dikkat gösterelim. Basına yansıdığı kadarıyla, soruşturmanın seçimlerin çok öncesine rastladığı ve birden çok maça ilişkin şike iddialarının araştırılmasına ilişkin olduğu, savcılık ve mahkemelerin verdiği birçok dinleme kararının yerine getirildiği anlaşılıyor. Nitekim, yine basına yansıdığı kadarıyla savcı birçok maçın sonucunu önceden bildiklerini de ekliyor. Bu durumda, ceza hukuku bakımından çok ciddi bir sorun çıkıyor.
Birincisi, dinlemeyi yapan polisin görevi, önleyici idarî tedbirlerin alınmasıdır. Birden çok maçta skorun oluşturulmasına dönük şike faaliyeti yürütüldüğü veya yürütüleceği önceden biliniyorsa, yapılması gereken ilk ve acil hareket, bu suçların gerçekleştirilmeden önlenmesidir. Bunun yerine, haberdar olunan suç faaliyetleri konusunda sessiz kalınarak takibin ve dinleme faaliyetinin yürütülmesine devam edilmesi, ceza hukukunun genel ilkeleri bakımından son derece sorunludur. Bu durum, bu süreçte elde edilen delilleri yasak delil kapsamına sokacak kadar ciddi sonuçlara yol açabilir. Eğer deliller bu biçimde elde edilmişse, delil olarak kullanılmaları hukuken mümkün olmayabilecektir veya yasak yöntemlerle elde edilmiş deliller olarak tasnif edilerek ceza davasında esas alınmaktan vazgeçilebilir.
Aynı durum, savcının soruşturma süreci ve buna ilişkin taktikler bakımından da geçerli. Eğer, önceden suç işleneceğine ilişkin bir ihbar alınmış veya buna ilişkin ciddi deliller elde edilmişse yapılacak şey, suçların ardı ardına takibine devam edilmesi yerine, derhal müdahale etmektir. Aksi durum, suç ve ceza sisteminin politik kullanımına dahildir ki, 12 Eylül darbecilerinin "darbe koşullarının olgunlaşmasını bekledik" sözüyle mukayese edilebilecek bir fecaati ortaya çıkarır.
13 Ağustos 2011 07:36
(3)
İkinci olarak, bu davaya Nisan 2011'de yürürlüğe sokulan 6022 sayılı yasanın 23/1 maddesi gereğince HSYK tarafından belirlenen Ağır Ceza veya Asliye Ceza Mahkemelerinden biri tarafından bakılacaktır. HSYK bu mahkemeler dışında Özel Görevli Mahkemeleri yetkili kılamaz. Oysa, bu soruşturmanın Özel Görevli Cumhuriyet Savcılığı tarafından yürütüldüğü ve bu durumun da fail ve onları temsil eden avukatlarının savunmaları bakımından ciddi bir mağduriyete dönüştüğü görülüyor. Daha önce de değindiğimiz gibi, bu mahkemelerde yargılananların olağan mahkemelerde yargılananların yararlandığı hak ve özgürlüklerden aynı oran ve ölçüde yararlanmasına izin verilmiyor.
Örneğin, savcı ve polis dosyadaki tüm bilgilere vakıfken aynı seviyede bulunması gereken avukatlar açısından dosya neredeyse "meçhul dosya" mahiyetindedir. Dosyayı ve içeriğini bilmeyen şüpheli ve avukatları kendilerini nasıl savunacaklar? Dolayısıyla, ikinci önemli sorun, Özel Görevli Cumhuriyet Savcılığı tarafından yürütülmekte oluşudur.
Hukuksal açıdan bir başka nokta, artık yaygın hale gelen tutuklamayla ilgili. Mahkemeler maalesef tutuklamayı bir "erken infaz" biçimine dönüştürmüş durumda. Ciddi bir hukuk işçiliğinden geçirmeksizin ve dosyaya uygun somut ve ayrıntılı bir tutuklama gerekçesi oluşturmaksızın soyut bir suç tarifi ile tutuklama kararlarına imza atılıyor ve hukuksal süreç keyfi bir alana taşınıyor. Oysa, modern hukukun tarif ettiği yargılamalar tam anlamıyla bir risktir ve bütün mahkemeler bu riski kabul ederek yargılamaya girişmelidir. Başka deyişle, şüpheli/fail/sanık ile Cumhuriyet Savcılığı/soruşturma makamları arasında makûl bir denge oluşturmak ve her iki tarafı da gerçeklik karşısında denge içerisinde tutmak doğru, dengeli ve hakkaniyetli bir yargılamanın ilk ve temel şartıdır.
13 Ağustos 2011 07:37
(4)
SORU: Şike soruşturmasıyla Ergenekon davası arasında paralellikler kurulmasına ne diyorsunuz? Ergenekon'da savcılığın yanında saf tutanlar, şike soruşturmasında da genelde öyle yaptı. Bu arada Cengiz Çandar örneğinde olduğu gibi, açık ofsayta düşenler oldu. Ergenekon'a şu veya bu nedenle eleştirel pozisyon alanlar ise şikede ikiye bölündü. Bir yanda operasyonu destekleyenler, diğer yanda Cemaat'in şimdi de futbola el attığını söyleyenler… Bu tabloyu nasıl yorumlamalı?
OGE: Bu durum bizi spordaki eski "iktidar ekseni" ile yeni toplumsal ve siyasal iktidar merkezleri arasındaki ilişkinin çözümlenmesi meselesine getiriyor. Bu gerilimin, üniversite ve yargıdan sonra, spor alanı bakımından takip edilmesi ve buna uygun bir analiz geliştirilmesi meşrudur. En azından, şu ana kadarki tecrübelerimizle mevcut gözlemlerimizi yan yana getirerek bir çözümleme yapmak doğru olacaktır. Diğer yandan, bu tür davaların bir tür "gösteri dava" niteliğinde olduğu ve gösteri davaların da gerçekte duruşma salonlarında değil, kamuoyu önünde yürütülen davalar oldukları göz önüne alındığında —şüphelilerin karakoldaki ilk fotoğraflarından adliyelere getirilip götürülmelerine kadar her hareketlerine medya davulları ile eşlik edilmesi gibi hususlar bir köşeye yazılmalı— bu davanın bir siyasî karşılaşma veya bir iktidar mücadelesi olarak değerlendirilmesi haklı görünüyor.
Sporun ve çeşitli kültürel alanların bugünkü iktidarın muktedirlik sınırını gösterdiğini söylemek sıradan bir tespit olur. Fakat aynı zamanda, spor alanından çıkan dumanların politik güncelliğine ve yıkıcılığına da işaret eder. Belli ki, gerçek bir siyasal merkez olmanın temel şartları, spor da dahil olmak üzere kültürel, entelektüel hayatı denetleyebilecek araçları geliştirmek ve yaygınlaştırmaktır. Bu anlamda, bugünkü iktidarın yarattığı siyasal ve toplumsal merkezin tam olarak ayakları üzerinde durmadığını, en azından eksikli olduğunu ve spordaki mevcut süreçlerin bu eksikleri tamamlama çabasının sonuçları olduğunu söylemek aşırı bir tespit sayılmasa gerek.
Cengiz Çandar'ın "pardon, şu kulübü veya şu arkadaşları ayırın. Gerisine ne istiyorsanız yapın lütfen" veya "spordaki iktidara dokunmayın" sözleri veya çeşitli gazetelerin zaman içinde farklı ve kontrollü bir tutum almaya özen göstermeleri tutarsızlık veya politik öngörüsüzlük örneği değil, mevcut dönüşüm içinde egemene yakın yer tutma çabalarının bir sonucu. Tutarsızlık ve çelişki bu tür kişi veya kurumların doğalarında var zaten. Asıl sorun, yargının, geleneği ve tarihî geçmişi itibariyle, adaletin ve "masumluk karinesi"nin aracı olmak yerine, iktidarın bir aracı olması. Bu durum, bu tür soruşturmaların toplumsal bir sorgulamanın merkezine alınması ve sürekli olarak gözlenmesi gerekliliğini de zorluyor.
Osmanlı hukukunda geçerli olan bir müesseseyi hatırlayabiliriz bu noktada: "Şuhud'ul hâl" müessesesi, "hâl şahidi" demek. Bu müessese, yargılamaya halktan iki kişinin şahit olması ve yargılama sürecinin doğru ve sağlıklı yürütüldüğüne şehadet etmelerini şart koşar. Biz de bu tür şike davaları ve giderek bütün siyasî davalarda halkın şahitlik etme hakkını öne almaya çalışmalıyız.
…………….
Bu uzun söyleşi, birkaç soru-cevaptan sonra "Ama günü kurtarmak peşine düşerseniz kaybedersiniz" ifadesiyle sona eriyor.
13 Ağustos 2011 08:53
Tesekkurler halili.
13 Ağustos 2011 14:56
Düzeltme: "6022 sayılı yasa" değil, "6222 sayılı yasa" olmalıydı. Dergide de yanlış basılmış.
28 Aralık 2011 22:26
S.Ö: Emir iki tane sol turnikeye girdi, basket faul, ama faulü vermiyorsunuz.
R.A: Ya o doğru. Öyle ya. Ama her şey kontrol altında sen boşver. (Gülüyor)
S.Ö: Dün çok i… yaptılar ama. Ben sana bir şey söyleyeyim, o Ünal Aysal’ı teneke bağlarlar yollarlar sonunda.
R.A: Susturamamış milleti.
bunları görüp hala konuşuyorsunuz ya hayret ediyorum.
ayrıca milan ve inter son 6 yılın şampiyonluklarını nasıl paylaştılar? geçen sezon hariç tüm sezonlarda sadece İnter şampiyon oldu. juventus'a verilen ceza doğruydu ve daha suçlar çıktıkça diğer kulüpler de ceza alacak. Milan sezona eski puanla başlamıştı. Moggi şike yaptığını ve hakem atamalarını ayarladığını zaten itiraf etti.