Tayfur, Şike Soruşturması ve Adaletsizliğin Panoraması
Dün basında "Tayfur Havutçu'nun tutuklu bulunduğu süre içerisinde -tam 30 kilo- verdiği"ne yönelik haberler yer aldı. Arkasından da bu haberler yalanlandı. Tayfur 30 kilo vermemişti, Ramazan boyunca oruç tuttuğu için belirli bir kilo kaybı olmuştu ancak sağlık durumu iyiydi. "Oh rahatladık, şükür!" diyebiliyor muyuz? Yani 30 kilo vermediyse mesele yok öyle mi? Bir insanın hiçbir meşru sebep bulunmazken 47 gün boyunca, ailesinden, sevdiklerinden uzakta, tutuklu bir şekilde cezaevinde yaşaması, özgürlüğünden alıkonulmasında bir sıkıntı yok mu?
Şike soruşturması 3 Temmuz günü başladı. 6 Temmuz'da Emniyet'in adil yargılanma ilkesine ve ilgili tüm Adalet Bakanlığı genelgelerine aykırı olarak yaptığı "19 maçta şike ve teşvik primi tespit ettik" açıklamasına konu olan 19 maç içerisinde "Beşiktaş - İstanbul B.B" Türkiye Kupası Final maçı da bulunmaktaydı.
10 Temmuz günü Çarşı, Trabzonspor'un şampiyonluğunu kutladığını ilan etti. 3 Temmuz'dan 10 Temmuz'a kadar geçen süreci yeterli görmüşler, Fenerbahçe'nin kesinlikle şike yaptığına inanmışlar ve "alınteri" ile şampiyonluğu kazandığını düşündükleri Trabzonspor'a bir jestte bulunmuşlardı.
Heyhat, 11 Temmuz günü Sadri Şener gözaltına alındı. 12 Temmuz tarihinde ise emniyete ifade vermeye çağrılanlar Beşiktaş Asbaşkanı Serdal Adalı ile Teknik Direktör Tayfur Havutçu oldu. 13 Temmuz günü, Tayfur Havutçu ve Serdal Adalı'nın tutuklu yargılanmasına karar verildi. Medya İbrahim Akın'a Serdal Adalı ve Tayfur Havutçu tarafından şike teklifi yapıldığı iddiasıyla çalkalanıyor, İbrahim Akın'ın da bu teklifi kabul ederek şike yaptığı iddia ediliyordu. Medyaya yansıyan ilgili teknik takip dökümleri şunlardı:
"HAVUTÇU: Biz şimdi bak. Bu Akın ile İskender. Ben söyledim şimdi. Onun kesinlikle şey yapmak istiyorlar ikisini.
TURANLI: Almak istiyorlar.
HAVUTÇU: Kesin yani. Şimdi bu maçla falan alakası yok yani onun için. İbrahim Akın'ı istiyorum çünkü yani.
TURANLI: İbrahim Akın ve İskender'in benim olduğunu bütün Türkiye biliyor. Çocuklar hemen gelmek istiyor hocam hiçbir sıkıntı yok yani. İskender şu anda senin yanında. Yani o derece."
Aynı gün Çarşı, artık herkesin ağzına pelesenk olmuş "aklanın da gelin" mealli bir açıklama yayınlıyor, Trabzonspor'un şampiyonluğunu kutlayan görsel siteden kaldırılıyor, ilgili adminin de yetkisinin alındığı konuşuluyordu.
14 Temmuz tarihli Radikal ise gelişmeleri şu şekilde özetliyordu:
"Şike soruşturmasında ilk itiraflar İstanbul BB'li İbrahim Akın ile İskender Alın'dan geldi. İki topçunun suçlamaları kabul ettiği, Serdal Adalı'nın Akın'a 150 bin dolarlık at hediye ettiği iddia edildi."
İşin ilginç yanı şuydu, 4 Temmuz tarihli gazetelerde Beşiktaş Asbaşkanı Serdal Adalı'nın İbrahim Akın'a "oynama seni alacağız" dediği iddia ediliyordu. Bu iddiayı doğrulayan hiçbir teknik takip dökümanı daha sonra medyada yer almadı. 20 Temmuz tarihli Sabah Gazetesi'nde "Serdal Adalı'yı yakan görüşmeler" başlığıyla verilen haberde, Serdal Adalı'nın İbrahim Akın'a "oyna", "oynama" gibi doğrudan bir ifadesine rastlanmıyor, Yusuf Turanlı isimli menejerin bu sözleri İbrahim Akın'a söylediği iddialarına yer veriliyordu.
Medyada yer bulan iddialara göre, Bursaspor maçından önce Tayfur Havutçu, Yusuf Turanlı'yı Bursa'ya çağırmış burada kendisiyle görüşmüştü. Turanlı, burada Adalı ve Havutçu ile bir araya gelmişti. 9 Mayıs'ta Serdal Adalı'nın Şişli'deki Adalı Holding binasında da bir buluşma yaşanmış. Turanlı ve Adalı, İbrahim Akın ve İskender Alın'ın Beşiktaş'a transferini görüşmüş. Prensipte de anlaşma sağlanmıştı.
6222 sayılı kanun bağlamında, müsabaka sonucunu etkilemeye yönelik bir suç işlemek için bir teklif ve kabul bulunması gerektiğini artık herkes biliyor. Şu ana kadar medyaya yansıyan bulgular arasında böyle bir teklif ve kabul de yok. Tam tersine normal bir transfer operasyonu ifa ediliyor.
Tayfur şu yukarıda yer alan "bulgular" ve bunların medyaya yansıyan hali sebebiyle hala tutuklu.
Toplarsak,
1- İddia şu: "Bu transfer görüşmeleri esasında şikedir." Nasıl? Şike suçunun tanımı belli. Bir transfer görüşmesi nasıl şike suçu olabilir? Şike suçunu gösterecek temel deliller yani teklif, kabul ve bu ilişkiyi gösterecek fiziki takip sonuçları, bir menfaat alışverişi neden ortada yok?
2- Tayfur Havutçu ve Serdal Adalı Mayıs ayındaki görüşmelere dair delilleri karartabilir. Bunu kabul etmek mümkün mü? Yani Serdal Adalı ve Tayfur Havutçu bundan yaklaşık 4 ay öncesinde gerçekleşen ve sonuçlanan bir olayın hangi delillerini karartabilir? Zaman makinesi mı var bu adamların? Geçmişe geri mi dönecekler? Bu delilleri varsa zaten emniyet toplamış, onları da işte medyaya servis ediyor, oradan da öğreniyoruz. Zaten elde edilen bulgularda şike suçunu gösteren herhangi bir şey yok. Tek ciddiye alınabilir şey, İbrahim Akın'ın itiraf ettiği idi, bugün o itirafın psikolojik baskı altında verildiğini de biliyoruz.
3- Madem emniyet Beşiktaş - İstanbul B.B final maçında şike yapıldığına inanıyormuş, maçtan sonra veya maç öncesinde neden suçüstü yapmamış? Neden suçu işleyecek şahısları hemen maçtan sonra gözaltına almamış. Niçin suçun işlenmesine müsaade etmiş? Suç üstü olmaması hali emniyet birimlerinin de bu maçta şike olduğuna yönelik ciddi bir şüpheleri bulunmadığını göstermiyor mu?
4- Serdal Adalı ve Tayfur Havutçu'nun transfer görüşmelerini herkesden gizli, kimseye söylemeden yapmış olmaları mümkün mü? Şayet bu isimler böyle bir faaliyet içerisindelerse o halde, bundan Yıldırım Demirören'in hiçbir haberi olmaması makul mu? Yani iddia şu, Serdal Adalı ve Tayfur Havutçu şike girişiminde bulundu ama Demirören'in haberi yok. Veya doğrusu şöyle, Serdal Adalı ve Tayfur Havutçu transfer girişiminde bulundu ama Beşiktaş başkanı bundan haberdar değil. Bu olacak bir şey mi? Neden Yıldırım Demirören'e olay sorulmuyor? Niçin bu işlere müsaade eden, etmesi gereken, kendi bilgisi dahilindeki bir operasyonda Başkan sıfatıyla sorumluluğu bulunan Demirören dışarıda ve şayet o dışarıda ise neden bu isimler içeride?
5- İlgili disiplin talimatları gereği, şike suçunun disiplin cezası bu suçun yetkili makamlar tarafından işlenmesi halinde kulübün bir alt lige düşürülmesidir. Serdal Adalı'nın yetkili olduğu da şüphe götürmez. O halde şike iddiasının ciddi bir şekilde delillendirilmesi gerekir. Adalı ve Havutçu'ya dair hangi ciddi, somut bulgular var? Yusuf Turanlı'nın mesajları nasıl Beşiktaş'ı bağlıyor? Şayet bu mesajları atması ve bu yönde telkinde bulunması Adalı veya Havutçu tarafından Bursa'da veya diğer görüşmenin yapıldığı iddia edilen Adalı'ya ait mekanda telkin edilmişse bunun somut delili nedir? Şayet bunlar yoksa, bu insanlar neden sorumlu tutuluyor?
Soruları uzatıp, detaylandırabiliriz. Ancak benim anlamadığım nokta şu,
4 Temmuz'da Adalı'nın Akın'a oynama, seni alacağız dediği iddia ediliyordu, bu gerçek ise şike teşebbüsüydü ancak bu iddia yalan çıktı.
12 Temmuz'da İbrahim Akın'ın şikeyi itiraf ettiği iddia ediliyordu, bu da yalan çıktı.
Şu ana kadar medyaya yansıyan bulgularda hiçbir somut şike girişimi gözükmüyor.
47 gündür bu insanlar özgürlüklerinden mahrum bir şekilde cezaevinde yatıyor.
Bu zulüm değil mi yahu?
Yani emniyet, eldeki bilgi ve bulguları bir şekilde tevil edip yorumlayacak, bunu medyaya servis edecek, medya bunları abuk subuk manşetler atarak yayınlayacak, ondan sonra bir nöbetçi mahkeme tutukluluk kararı verecek ve bu ülkede insanlar tutuklanabilecek. Özgürlüklerinden mahrum bırakılacak. Bu insanların toplum nezdindeki manevi itibarları linç edilecek, bu insanların bağlı bulundukları kurumlar yara alacak ve hepimiz sessiz, sakin bu olanları, sanki film izler gibi izleyeceğiz.
Burada bir gariplik yok mu?
Çarşı özetle "aklanın gelin" demişti. Bu insanlar nasıl aklanacak? Yani bu insanlar şu an tutuklu, iddiaları göremiyorlar, kendilerini savunma araçlarına sahip değiller. Kendilerini savunacakları temel platform, mahkeme, henüz başlamış değil. Nasıl aklanacaklar? Bir insanın özgürlüğünden mahrum bırakılması ve tutuklanması için yeter gerekçe "aklanmaması" mıdır, yani masum olduğunu kanıtlamaması mıdır yoksa suçlu olduğunun kanıtlanması mıdır?
Beşiktaş taraftarı, Fenerbahçe taraftarı olarak da sormuyorum, bir insan olarak, bu ülkeyi beraber paylaştığımız, birlikte yaşadığımız kardeşlerime soruyorum. Suçsuz, günahsız bir insan, delilleri karartma ihtimali bile olmadan, eldeki bulguların yorumlanmasından müteşekkil iddiaların medyaya servis edilmesi ile manevi itibarını kaybedebilir mi? Bu ülkede birlikte yaşadığımız bir kardeşimizin, özgürlüğü, hakları elinden bu yolla alınabilir mi?
47 gün.
Tam 47 gündür bu insanlar bu şekilde Metris Cezaevinde kalıyorlar. İnsanların özgürlüğü bu kadar değersiz mi? Hakları bu kadar hercai ellerinden alınabilir mi?
Neden sessizsiniz? Neden konuşmuyorsunuz? Nükleere karşı, Sinan Engin'e karşı, ama bu derece büyük bir zulme lal olmuş, dilini yutmuş gibi durmak yakışıyor mu insan olana?
Bazıları diyor ki Serdal Adalı'dan veya Tayfur Havutçu'dan bana ne. Kendileri uğraşsınlar.
Bu bencillik nedir? Adalet hislerimiz, demokrasiye dair inancımız ile bu durum nasıl bağdaşıyor?
Böyle bir futbol düzenini boşverin, böyle bir ülkede, böyle bir hukuk düzeninde, böyle şeylere maruz kalma ihtimaliyle yaşamaya istekli misiniz, hazır mısınız? Bir sabah asla işlemediğiniz bir suçun, hiçbir delili yokken, bir takım yorumlar üzerinden özgürlüğünüzden mahrum bırakılmayı kabul edebiliyor musunuz?
Bu insanları yalnız bırakmak işte bu manaya geliyor. Bu düzeni kabul etmek. Bu düzeni değiştirmek için elinden geleni yapmadığımız için, çok tembel, çok umarsız, çok kayıtsız kaldığımız için bu rezalette yaşamayı da benimsemek.
Bunu kendine yakıştıranlara söylenecek bir sözüm yok da, başka bir dünya mümkün dedikten sonra bu dünyadaki en kötü cehenneme boyun eğenler, sizler ne yaptığınızın farkında mısınız?
31 Ağustos 2011 12:26
Sevgili admin öhö öhö :) .Bugün Barbaros Özdemirin yazdığı yazıyı paylaşırmısın :)
1 Eylül 2011 23:35
Yazdıklarınıza katılmamak gerçekten elde değil, ancak şu da bir gerçek ki adalet arayışımızın, tuttuğumuz takımın veya ilgilendiğimiz spor dalının kapısına yumurta dayanınca bir anda fişeklenmesi insanın yüzünde acı bir gülümsemeye sebep oluyor.. Futbol dünyasını yakından ilgilendiren bir konu üzerine yazmışsınız, ancak bir ara sporu kenara bırakıp bir insan evladının ne ile suçlandığını bilmeden 47 gün içeride tutulmasına isyan etmişsiniz. Son derece haklısınız. Fakat bu gün ergenekon davası denilen, ne olduğu belirsiz(!) operasyon sebebi ile bir çok insan, ne ile suçlandığını bilmeden, dolayısı ile herhangi bir savunma yapamadan ceza evinde bulunuyorlar. Hatta bunlardan bazıları son seçimlerde millet vekili seçilmiş, ancak tutuklu bulundukları ceza evinden çıkamamışlardır ki 47 gün, bu insanların tutuklu bulunduğu süre yanında hiç bir şeydir (bazıları 3 yıla yakın süredir neyle suçlandıklarını bilmeden içeride bulunmakta) Şimdilerde sorar oldum kendime; bir spor kulübüne gönül bağlamış insanların, son günlerde yaşananlar ile ilgili tek vücut olup tüm enerjileriyle, öfkeleriyle olayı sonuna kadar takip etmeleri ve tepki göstermeleri, ülkede son yıllarda yaşanan genel adaletsizliğe karşı insanların ayaklanmasına vesile olur ise buna sevinmeli mi yoksa ağlamalı mıyız.. Spor elbette çok güzel bir şey insan yaşamı için. Hem bireysel hem de kitlesel olarak, ancak eleştirdiğiniz gazeteci müsveddeleri, şu an sizi isyan ettiren adaletsizliğin ülke çapında yıllardır süre gelen versiyonunun bir eseri olarak aylar ve yıllar önce tutuklanıp içeri atılan zihniyetin yerini dolduruyor yavaş yavaş. O gazeteciler, siyasiler, yazarlar, askerler, siviller Tayfur Havutçu'dan daha mı değersizdi ki bir vatandaş olarak isyan etmedik o (ve devam eden) dönemde? Neden iğnenin ucu bize veya ilgi duyduğumuz müesseseye batınca sesimiz çıkıyor? Hem tuttuğum takımın, kulübün son günlerde uğradığı trajikomik muamele beni üzüyor hem de benim gibi üzülen, hatta konu ile ilgili, değerli vaktini ayırıp, dikkatli ve titiz bir araştırma-değerlendirme neticesinde edindiği bilgileri diğer insanlarla paylaşma gayretinde olan siz ve sizin gibi insanların, sanki bu ülkede bu güne kadar her hangi bir platformda hiç bir adaletsizlik, hiç bir insan hakkı ihlali olmamış, olmuyormuş gibi şimdi isyan etmeleri. İsyanınızda son derece haklı olduğunuzu düşünüyorum, ancak bu noktada bu, depremde yerlebir olmuş bir binanın içinde bulunan porselen tabakların kırılmış olmasından şikayet etmeye benziyor. Haklı adalet arayışınızın, sosyal ve siyasi hayatın her alanında tecelli etmesini temenni ederim. Saygılarımla
1 Eylül 2011 23:43
tiltedhorizon, sikayetinde haklisin da cok yanlis bir adama soylemissin. Senelerdir yazdiklari da ortada http://www.eksisozluk.com/index.asp?a=sr&kw=&au=aethewulf&so=y&fd=&fm=&fy=
2 Eylül 2011 01:00
Anlıyorum. Ben kendisinin yalnızca buradaki yazılarını okudum son aylarda. Farklı platformlarda, sözünü ettiğim konularda da fikrini beyan etmiş, tepkisini göstermiş olabilir elbette. Önceden tanıyıp takip etme fırsatım olmadığı için bilemiyorum. Ancak bu yazısına istinaden bir süredir genel huzursuzluğuma katkı sağlayan bir konuda düşüncemi paylaşmak istemiştim. Serzenişim bir kişiye yönelik değil tabi. Son zamanlarda çevremde, iş yerimde, mahallemde gördüğüm hemen hemen tüm futbol tutkunlarının tavrınaydı diyelim. Saygılarımla.
2 Eylül 2011 01:13
O konuda sonuna kadar haklisiniz tabii.
2 Eylül 2011 04:59
yazilanlar gene mükemmel de sakin olaki camia olarak bu lavuklara yardim etmeye kalkmayalim. olaylar bitince ilk önce gene bizi satacaklar
2 Eylül 2011 17:54
@tiltedhorizon; ben bunun bir fırsat olabileceğini düşünüyorum açıkçası. bu kadar apolitik hale getirilmiş bir toplumun, bir şekilde bu haksızlıklara dikkati çekilmiş oluyor bu hukuksuz süreç sayesinde. bir kısmı da olsa yattığı derin uykudan uyanabilir bu sayede. bu bağlamda, bu bence büyük bir fırsattır. insanların körü körüne devlete ve hükümete güvenmemesi gerektiğini, onların da yanlı ve yanlış davranabileceğini göstermesi açısından etkili bir konudur. siyasetle herkes ilgilenmez ancak futbolu, özellikle Fenerbahçe'yi herkes takip eder. bu açıdan büyük bir fırsat.
tabi bu büyük fırsatı sadece Fenerbahçe taraftarlarının değerlendirmemesi gerekiyor. muhalefet bu konuyu kullansa, üstüne gitse, hatta yıllardır alakasız yerlerde ses çıkartan sosyalist dergiler, gazeteler bu olayın spor bilincinden çıkıp, bambaşka yerlere vardığını görseler, görmek isteseler bu iş çok kolay bir şekilde kamuoyunu yönlendirebilecekleri ve aydınlatabilecekleri bir noktaya ulaşabilir. ancak onlar da muhtemelen ya anti-Fener'li ya da o hiç bir şekilde değiştirilemez sabit fikirleri, onlara sporun kitleleri uyutmak için muhteşem bir malzeme olduğu gerçeğini söylüyor ve vazgeçiyorlar bu işle uğraşmaktan. haksız da değiller hani, Fenerbahçe'yi takip edeceğiz diye kim bilir neler kaçırdık, değil mi? Ama bu konuyu ele alsalar yıllardır profesör, ordünaryüs, doçent ağzıyla konuşan muhteşem sosyalistler halkın arasına inebilir ve arada cümle içersinde asıl amaçları olan "haksızlığa karşı duruş" ile ilgili de söylemlerde bulunabilirlerdi.
Sahnenin dışında durarak yine sadece hükümete ve devlete yararları oluyor, bunu algılamaları lazım bence..
2 Eylül 2011 18:15
ergenekon davasında da aynı tutumu sergilemeniz gerekti.
3 Eylül 2011 01:58
tiltedhorizon'un sorusu bence de cok dogru ama sorunu yonelttigi adres yanlis kanimca. Bu ulkede gazeteciler, askerler, secilmis millet vekilleri kamuoyunu pek de tatmin etmeyen ithamlarla ve net olmayan kanitlarla uzuuunca bir suredir hapiste tutulurken bu kadar toplumsal tepki olusmadi da simdi benzeri haksizliklar Azizi Yildirim sahsinda Fenerbahce'ye yapildiginda neden bir anda toplumsal sorun haline geldi ve Papazin Cayiri dahil bilimum platformda bu adaletsizlik problemi bu kadar populer oldu? Soruyu su sekilde yeniden yazsak: Bu gazetecilerin, askerlerin, milletvekillerinin, Aziz Yildirim'dan ne farki var? (Aethewulf'un yazisi sadece Aziz Yildirim'in hakkini savunmuyor evet ama adaletsizlige karsi durus bence Azizi Yildirim ve Fenerbahce sahsinda gerceklesti, ve Tayfur Havutcu ve Serdar Adali'da bu hikayeye dahil oldugu icin ayni muameleyi goruyor)
Bana gore bunun cok basit bir aciklamasi var. Hitap ettigi kitlenin kendisinden beklentisini yerine getiren ve boylece onlarda guven yaratan bir kisi ve kurum (Aziz Yildirim ve Fenerbahce), buna karsilik, en temel beklentileri bile karsilayamayan kurumlar ve bu kurumlari olustturan kisilere duyulan guvensizlik. Aziz Yildirim yaptigi bir cok hataya ragmen, Fenerbahce'yi rekabet ettigi ortam icinde tartismasiz lider yapmis bir kisi. Son 10 seneye baktigimizda finansal guc ve gelisim olarak rakiplerinin cok otesine gecmis, en onemli 3 rakibine istatistiksel olarak cok buyuk ustunluk kurmus bir takim Fenerbahce. Bunun da bas mimari tabi ki Aziz Yildirim. Belki her Fenerbahce taraftari'nin icinde bir uhde olarak kalmis bir Avrupa Sampiyonlugu, ama bugune kadar Aziz Yildirim'in yaptiklari bunun da birgun gerceklesebilecegine dair bir umut olmus hep icimizde. Yani belki en buyuk beklentimiz henuz karsilanamamis ama yinede yaptiklari kendisine guven duymamizi saglamis, umutlarimizi gerceklestirebilecegine inandigimiz bir insan olmus yaptiklariyla
Peki diger kurumlara bakarsak aynisini soyleyebilir miyiz? En ideal beklentiyi gerceklestirmeseler de Basin, Ordu, TBMM bize hic umut vermis mi, hic onlara guven duymamizi saglayacak bir icraatlari olmus mu?
3 Eylül 2011 01:59
Basin bugune kadar sahibinin sesi olmaktan oteye gidememis. Misal, roportaj icin cagirdiklari bir basbakana hangi gazetecinin oturakli bir soru sordugunu gordunuz? Basbakan topu cevirirken Sayin Basbakanim ben onu sormadim benim soruma cevap verir misiniz diyen bir tane gazeteci soyler misiniz bana? Patronunun hukumetle arasi iyi ise hic etliye sutluye karismayan, menfaatleri engellendiyse hukumeti topa tutan ama iki gun sonra donem ihtimalleri %100 olan bir basinimiz var. Ordu gucluyken hep ordudan yana tavir almis, ama ruzgar terine donunce ordunun itibarini 5 paralik eden gazetecilerle dolu etrafimiz. Habercilik kisvesi altinda sira sira yalan yayin yapmaktan hic utanmayan bir basinimiz var(http://papazincayiri.blogspot.com/2011/09/yalanlar-ve-gercekler.html).
Orduya gelirsek, bugune kadar yapmalari gereken hic birseyi layiki ile yapmamislar, ama uzerleine vazife olmayan seylere bulasip bu ulkenin dunyanin en kotu demokrasisine sahip olan ulke haline gelmesinde 1 numarali aktor olmuslar. Askerligini yapan her Turk erkegi gibi ben de lanet ederek ve erkek evladim olursa askere gondermeyecegime yeminler ederek teskere aldim. Sivil hayati ve vatandaslari kendine usak goren ve bu vatanin tek soz sahibi goren bir kurum maalesef ordumuz. Isik Kosaner'in ses kayitlari da bunun en guzel kaniti.
TBMM ve milletvekilleri icin hic bir ornek vermeye gerek yok sanirim. Bugune kadar bu milletin cikarlari ve kendi yakinlarinin/partililerinin cikarlari catistiginda bu millet icin adim atan bir ornek gordunuz mu hic?
Sonuc olarak arada istisna olarak nitelendirilebilecek ornekler olsa da bu kurumlar hic bir zaman bu ulke insanina guven vermemis ve hic bir zaman kendimizi onlardan hissetmemisiz. Simdi de onlarin basina bir sey geldiginde aa yazik yahu adama demekten fazlasi gelmemis icimizden. Ama obur tarafta Aziz Yildirim sahsinda Fenerbahce oyle ya da boyle bizde bir aidiyet yaratabilmis ve o yuzden de onun basina gelenleri kendi basimiza gelmis saydik ve bu kadar sorun ettik ve sahiplendik.
Bu yuzden Papazin Cayiri basta olmak uzere bu davayi sahiplenenleri suclamak yerine, haksizliga ugradigi halde bu toplumun destegini alamayanlarin cuvaldizi kendisine batirmalari gerekir kanimca
3 Eylül 2011 08:19
emrecim, ahmet şık & nedim ve genel olarak yargılamadaki usulsüzlükleri burada da yazdık ancak burası bizim temelde adli sistemi ve demokratikleşmeyi tartıştığımız mecralardan biri değildi, fenerbahçe böyle bir soruşturmaya maruz kalana kadar. bu tip işler için http://www.zararlicemiyet.com/ ve sozluk'u kullanıyorduk, oralara da bakarsan, bahsettiğin konular hakkında yazıları görürsün. sevgiler,
3 Eylül 2011 12:27
bence bu dava yüzünden ayaklananlara ses etmeden önce ergenekon gibi davalar yüzünden adalete inancı kalmamış bazı kişilerin bir anda türk hukuk sisteminin sıkı savunucuları olmaları tartışma konusu olmalı. sahada yenemediğini masada yenme çabası bu işte.
3 Eylül 2011 19:18
Önelikle, bu konuların tartışılabildiği ayrı ancak benzer nitelikte bir sitenin varlığından haberdar olmadığım için düşüncelerimi buraya yazmış bulundum. Bunun vermiş olabileceği rahatsızlık için kusura bakmayın. Konuyu dallandırıp budaklandırmak niyetinde değilim dolayısı ile. Ancak anlayışınıza sığınarak, yazılan yorumlara istinaden bir – iki ufak noktaya dikkat çekmek isterim. İlk olarak, Emre Bey, yazdıklarınızın çok büyük bölümüne katılıyorum. Ancak takdir edersiniz ki anneden çıplak doğan her insan (ve hayvan) evladının payına düşen adalet hakkı, o kişinin, bir kişi veya grubun nezdinde başarılı olması ile orantılı değil, eşit orandadır. Zaten yazımda dikkat çekmek istediğim husus buydu. Bizler ancak, bizim menfaatlerimiz için çalışan insanlar haricinde, başka grup veya menfaatler için çalışan kişiler adına da adaletsizliğe tepki gösterirsek gerçek anlamda adil insanlar olabiliriz -ki yazar zaten başka bir grubun menfaatleri için çalışan, hatta belki de o grup için başarıyı simgeleyen birilerinin uğradığı mantık dışı muameleyi hedef almış. Benim değinmek istediğim nokta ise bu tarafsız adalet arayışının spor dışında da süregelmesinin doğru olacağı idi –ki sonradan öğrendiğim kadarı ile en azından yazarın kendisi bunu zaten farklı platformlarda yapıyormuş. Dolayısı ile bende yazımı daha genel bir kitle için yazdığımı belirttim sonraki mesajımda (en azından çevremde gözlemlediğim kitle diye belirteyim yine). Ayrıca bir takım kişiler, kuruluşlar, müesseseler sizi hayal kırıklığına uğratmış/uğratıyor olabilir; hepimiz benzer sorunlardan muzdarip olabiliriz (yazdıklarınız kadarı ile de öyle gözüküyor). Ancak bu hayal kırıklıkları, bu müesseslere ihtiyacımız olmadığı, dolayısı ile bu müesseslerin temizlenmesi ile uğraşamayacağımız veya uğraşmamıza gerek olmadığı izlenimini verirse, deprem-tabak örneğimde olduğu gibi, bizi ilgilendiren, gurur veren, başarı ihtiyacımızı gideren kurumlar için adalet arayışımız da hüsranla sonuçlanmaya mahkûm olacaktır. TBMM, TSK, veya muhalefete duyduğunuz (nezdimde haklı olan) güvensizliğiniz aslında sebep-sonuç ilişkisini biraz karıştırdığımızı gösteriyor. Benim sözünü ettiğim tepkiyi insanlarımız belki 20, belki 40 yıldır gösterebilseydi, zaten bizlerde şu an bu güvensizliği yaratacak zihniyetin bu kurumları işgal etmesini engellemiş olacaktık. Dahası, adalet için her arayışımız, tepkimiz bizi törpüleyecekti, tepkisiz, salyalı televizyon kölelerine dönüşmeyecektik.
Başta belirttiğim sebepten dolayı yazıyı kısa tutma arzuma karşın, 2. Dünya Savaşı ile ilgili bir şeyi paylaşmak istedim. Pastör Nie Moeller isimli bir rahibin, savaş sırasında dile getirdiği iddia edilen görüşler. Bu görüşlerin gerçekten var olup olmadığını kesin kanıtlarla bilemiyorum, bir şehir efsanesi de olabilir, ama ne olursa olsun konuyu can alıcı bir şekilde vurguluyor:
“Önce Yahudiler için geldiler
Sesimi çıkarmadım –
Çünkü ben Yahudi değildim
Sonra komünistler için geldiler
Sesimi çıkarmadım –
Çünkü ben komünist değildim
Sonra sendikacılar için geldiler
Sesimi çıkarmadım –
Çünkü ben sendikacı değildim
Sonra benim için geldiler
Ve artık ses çıkaracak kimse kalmamıştı...”
Sayın Erdem Çapar, yorumuna “bence bu dava yüzünden ayaklananlara ses etmeden önce..” diyerek başlamış. Yazısının devamına katılıyorum, ancak ilk cümlesi ile ilgili netleştirmek istediğim bir şey var: Ben kati suretle bu davaya ayaklananlara “ses etmedim”. Bilakis, yazımda, davanın destekçisi olduğumu farklı cümlelerle belirttim. Ancak kendisi de takdir edecektir ki adaletsizliğe tepkinin bir sıralaması, yeri, zamanı olamaz. Özetle, sorduğum retorik soru, “bu kadar kalabalık bir taraftar-sempatizan kitlesine sahip bir kulübün, kulübümüz ve mensuplarının maruz kaldığı bu adalet ve mantık dışı muameleye gösterdikleri tepkiyi, toplumsal yaşamda, siyasi ve sosyal alanda tüm adaletsizliklere gösterebilseler her şey farklı olmaz mıydı?” idi. Değerli yorum ve görüşleriniz için, yöneticilere de anlayışları için teşekkür ederim. Saygılarımla.
4 Eylül 2011 01:00
Sevgili aethewulf ve tiltedhorizon, insan ifade edebildigi kadar anlasilirmis, sanirim yazdiklarim tam olarak amacini anlatamamis, o yuzden 1-2 satir aciklama yapma ihtiyaci hissettim. Yazdiklarimla aethewulf'u ya da papazzin cayirini adalet yoksunlugundan muzdarip olan digerlerine neden sahip cikmaya calistigini savunmak degildi amacim. Adalet arayan digerlerinin yaninda kisisel olarak yer almis olabilirsin (ki verdigin link de bunun bir kaniti) ve bu hassasiyetini sonuna kadar alkislarim Ya da tiltedhorizon'un dedigi gibi, istisnasiz her insan evladinin hakkidir adalet. Ama bazi insanlara yapilan adaletsizlik bu toplumda hic bir hassasiyet olusturmazken, bir digerine yapilan birden bire cok buyuk kitleler tarafindan sahipleniyorsa, bu kitlelerin davranisini elestirmek yerine bunun neden boyle oldugunu anlamamiz gerektigini anlatmaya calistim. Kendi fikrime gore de, hitap ettikleri kitle ile ortak paydalari oluturmus insanlarin ugradigi adaletsizlige karsi toplumsal bir destege sahip olduklarini, digerlerinin ise bu destegi alamamasinin sebebinin kisisel olmasa bile icinde bulunduklari kurumlarin bu ortak paydayi yaratamadiklarini dusunuyorum. Bu sebeple hatanin o insanlara destek olan ya da olmayanlar da degil, o insanlarin kendilerinde ya da kurumlarinda oldugunu dusunuyorum.