Tesadüfen



Türkiye de geçecek tatil günlerini fırsat bilerek Ankara’ ya uğradığımda yine İhtiyar’ ın evinde kaldım. Hadi king oynayalım dediğimde yine ‘Maç Kahvehanesi’ ne gittik. Ama Kenan dışında kimse yoktu ortalıkta ve dördüncümüz ilk defa gördüğüm birisiydi. Yabancı, muhtemelen Rus, aksanına rağmen oldukça güzel Türkçe konuşan biriydi. Daha tanıştırılmadan çakmağı ve üzerindeki Fenerbahçe amblemi dikkatimi çekmişti. Hatta ‘Dört Fenerbahçeli king oynamak zevkli olacak’ bile dedim karşılığında gülümsemeler alarak. Adının Vilademir olduğunu tanışma sırasında, Okçuluk Milli Takımı antrenörlerinden olduğunu ise daha sonra Kenan söylediğinde öğrendim.

Bir kaç el sonra dayanamayarak sordum ‘Fenerbahçe amblemli çakmak tesadüf mü?’ Bana baktı ve o ülkemizde geçirdiği uzun zamana rağmen Rusçanın gölgesi üzerinden kalkmayan Türkçesiyle ‘Hiç tesadüfen Fenerbahçeli olunur mu?’ dedi. ‘Bilmez misin Fenerbahçeli doğulur.’

Ne yapabilirdim ki ‘Susuyorum..’ demekten başka...

Her hikayede olduğu gibi bunun da bir başlangıcı var:Erbabı bilir, Cebeci’ de Siyasalın karşısında ‘Maç Kahvehanesi’ vardır. Ve hatta şehir efsanesi olabilecek bir anlatıya göre müfettişlik sınavı mülakatlarında ‘Maç Kahvehanesinin garsonu kimdir?’ diye sorulduğu söylenir.

Siyasal öğrencisi olmadım. Fakültenin içine sadece Ankara Film Festivali kapsamındaki film gösterimleri için bir kaç defa girdim o kadar. Ama ‘Maç Kahvehanesi’ ni de İhtiyar’ ın anlattığı ‘kurşun’ lu hikayelere kadar uzanan geçmişini de iyi bilirim .

Cebeci’ deki evi tesadüfen tutmuştum ama ‘Maç Kahvehanesi’ ni bulmam king oynamayı çok seviyor olmam, daha doğrusu iş yerinde pek de konuşkan biri olmama rağmen bu sevgimi söylemiş olmam yüzündendi. Dilersem akşamları ‘Maç Kahvehanesi’ ne gelebilirdim. Ben de gitmeye başladım.

En başta içlerinden sadece birini tanıyordum; İhtiyar... Eğer eşinden izin alabilirse Semih Abi, kızlardan fırsat bulabilirse Doktor, ‘Uzun zamandır meyhaneye gitmedim. Bu akşam rakı içesim var’ demezse Ecevit de katılırdı bize. Bazen İstanbuldan Yakari gelir bambaşka oyunlar oynardık. Ama biz genel olarak aynı kareyle eşli ya da eşsiz king atardık; İhtiyar, Kenan, Mem. ve ben.

İhtiyar en yaşlımızdı, neredeyse babamla yaşıt. Ama yarı yaşındaki kızlarla takılır, hem onları hem de bizi çok güldürürdü. Daima bizi özgür kılan bir yanı vardı ve hepimizden daha gençti. Sanırım bu yüzden kıskanır ona bu isimle seslenirdik. Bazen ‘Yaşlı’ da olurdu, ‘Yaşlı Adam’ da.

Kenan arkeoloji okumuştu ve o bölümden mezun herkes gibi staj esnasında gittiği bir kaç höyük ve tümülüs kazıyla sınırlı kalmıştı bu ilgisi. Toptan kumaş ticaretiyle uğraşıyordu. Bu yüzden ona ‘Penyeci’ derdik. Dozajı arttırdığımız zamanlarda ise ‘Doncu’.

Mem. ise asıl adı Mehmet olan bir fizikçiydi. Neredeyse hayatımdaki bütün Mehmetlere ‘Mem.’ dediğim için o da kaderinden kaçamadı. Renk körüydü ve ona olur olmaz zamanlarda ‘Bunun rengi ne?’ diye sormayı çok severdik. Cevabını da; ‘Güzel bir renk’.
Ben mi? Onların kelimeleriyle anlatırsak. ‘İhtiyar yanında bir akşam bir çocukla geldi. Kibar, terbiyeli. Neredeyse her şeye teşekkür ediyor, ağzından kaba tek kelime çıkmıyordu. Lan bu çocuk ibne mi yoksa bile dedik. Bir şey değil biz de küfür edemiyoruz, gerilip duruyoruz.’ Bir süre sonra ben de küfür ettim elbette. İlk küfürden sonra herkesin derin bir nefes aldığını, İhtiyar’ ın ‘Hah şöyle..Rahatla oğlum biraz.’ dediğini hatırlıyorum.

Türkiye de geçecek tatil günlerini fırsat bilerek Ankara’ ya uğradığımda yine İhtiyarın evinde kaldım. Hadi king oynayalım dediğimde yine ‘Maç Kahvehanesi’ ne gittik.

(Başladığımız yere döndük işte. Ki bunun anlamı sona doğru yürümektir. Değilmi ki yollar hep bir çembere döner, çember başladığı yerde biter.)

Şimdi buradan, kendi kendimin ‘Meksika Sınırı’ ndan geriye dönüp baktığımda başka anlatılası şeyler de geliyor dilimin ucuna:

Aethewulf ve ‘ölümsüz’ Eser’ ini görüp, Teşkilat-ı Mahsusa’ dan bazılarını dünya gözüyle tanıdım söz gelimi. Bu tanışıklıktan geriye gözümün önünde belirip duran bir imge kaldığını da söylemeliyim. Daha doğrusu bir fotoğraf. Albüm kapağı tadında. Çıplak bir coğrafyada ya da denize karşı durmuş bir kaç kişi. Sanki birazdan dağılıp yola çıkacaklarmış gibi. ‘Numara on sekiz’ e ve Amerika’nın üzerinde başka türlü de dursun istediğim Kanada’ ya selam olsun.

Sabredemedikleri için yol yorgunu bir amcayı uyandırmak için yatağa dalan iki yeğen.

Yakariyle İstanbul’ un hiç bilmediğim yerlerine sürüklenmek.

Nasıl diyordu o reklam? ‘Paha biçilemez...’

Sevgiliyi özlemek? Bakın işte. Onu hiç sormayın... Ve bu son cümleyi bir iç çekiş gibi söyleyin.



8 comments:

  1. aethewulf dedi ki...

    çok taraflı bir yazı olmuş. fenerbahçe taraftarısınız galiba. halbuki herkes king oynayabilir.

  2. Adsız dedi ki...

    bu yazının neresi taraflı canım, hikaye tadında, bizden başka kimse king oynayamaz demiyor ki...

    kişisel bir deneyimden bahsetmesine rağmen keyifle okudum. Ah o Ankara'nın haftasonu kahveleri...

  3. aethewulf dedi ki...

    yok damacana adam alenen bizden başka kimse king oynayamaz diyor. king bu ülkenin örfüdür ananesidir. ben kimseye kimse king oynayamaz kimseyle dedirtmem. bu ülkede herkes herkesle her şekilde king oynayabilir. bu kadar da taraflı, fanatik bir yorum olamaz. bu sporu kirletiyorsunuz.

  4. medgallis dedi ki...

    siz aethewulf, beni tarafli olmakla itham edisinizden sonra dusundum de yazida ismi gecenlerden sadece mem. galatasaray taraftaridir. ona da renk koru nasilsa diye aldirmadik sanirim.

  5. Adsız dedi ki...

    yazıdaki ihtiyar lakabıyla balirtilen kişiyim. yarumlarda neler yazmışsınız, hayretle okudum. sadece bir rus un fenerbahçeli olduğu vurgulanıyor hepsi buu..

  6. Adsız dedi ki...

    ama erol kupa almazlar da kupaları yemesiyle ünlüdür onu da ben sööliyim..ihtiyar:))

  7. aethewulf dedi ki...

    "ihtiyar" bey, bu blogun yazarlarından biriyim. bazı yazılarımıza "çok taraflı bu, objektif olun biraz" gibi yorumlar geliyordu, onları tiye almak, dalgamı geçmek, bu arada erol'a da takılmak için yaptığım bir kinayeli yorum edebiyat sanatı olmaklığından çıkıp ciddi, geçerli bir eleştiri gibi algılandı. esasında buna biraz şaşırdım, çünkü o kadar yazıyla kelalaka, o kadar uzak bir noktadaydı ki dediklerim okuyucunun da gülüp geçeceğini düşünüyordum. heyhat damacana ciddiye alınca bu esprinin devam ettirilmesi gerektiğine kani oldum. durum komedisi, bilirsiniz. ve fakat sizin bizzatihi bizi okuyarak, bir de üstüne yorum yapacağınızı düşünmemiştim. bu da beni kontrpiyede bıraktı.

    bu vesile tanışmış olduk, sevgiler, görüşmek üzere.

  8. Adsız dedi ki...

    ha pardon o zaman aethewulf ben bu blogda yeniyim, işin o kısmını kaçırmışım...:)

    özür dilerim. saygılar,sevgiler....

Yorum Gönder