Aşk Tutulması



Ben sana Fenerbahçe’ye aşık olur gibi aşık oldum
Dün akşam Türkmax’te denk geldim. Bu filmde bu ülkenin sevdiği her şey var, 70'lerin müzikleri, güzel bir kadınla yakışıklı bir çocuk, onların talihsizliklere rağmen mutlu sonla biten bir aşk hikayesi ve Fenerbahçe. Fenerbahçe üstünden anlatılacak güzel hikayeler ve söylenecek sözler var diyorduk. Bunun yolu bloglar, kitaplar, dergiler ve elbette sinema da olabilir. Film bir “Selvi Boylum Al Yazmalım” değil; hatta alenen romantik komedi, ama içinde Fenerbahçe forması olan hikayeler yüzümüzde tebessüm ve derinlerde güzel bir his uyandırıyor.

Hayatımızın en önemli ve en eski sevgisi bu çubuklu forma. Sokakta arkadaşlarımızla üstümüze çubukluyu geçirip Rıdvan ve Aykut’un ismini bağırarak top oynadık. İlkokul, ortaokul ve lise yıllarında arkadaşlarımızla yalnız sohbetimiz, şakalarımız, kavgalarımız değil, beraber paylaştığımız ve olduğumuz bir şeydi Fenerbahçe. Yaşamımızın içinde bu kadar istikrarlı, bu kadar belirleyici bir sevgi, mutluluk, heyecan ve üzüntü kaynağı yok. Elbette aşık oluyoruz, politik ve sosyal ihtiraslarımız, hırslarımız, kızgınlıklarımız ve umutlarımız var. Ama Fenerbahçe ilk çocukluğumuzdan beri gelen bir başka mutluluk vesilesidir. Onun maçı vardır, heyecanı vardır, o maçı izlemenin keyfi, onun üstünden yapılan sohbetlerin hayata paralel ama dışında bir yeri bulunmaktadır. Biz onun hikayesini takip ederiz, biz onun her hafta söyledikleri ile üzülür, sevinir, öfkelenir, isyan eder ve güzel bir gol ile en güzel şarkılarımızı söyleriz.

Sesi çatallı, detone, basbariton ve tenor adamlardan oluşan koca koca korolar, iş yerlerinden, okullarından, kahvehanelerinden, sevgililerinin koyunlarından kopup bir araya gelerek, boyunlarında atkılar ellerinde çakmaklar ile “Bir şarkısın sen ömür boyu sürecek” diye heyhüla gibi bağırmaya başladığında, ister televizyonun başında olalım ister dünyanın öte yanında, dudaklarımız kıpırdamaya başlar, eşlik ederiz.

O şehre geldiğinde onu görmeye yüzlerinde kırışıklıklar, ellerinde nasırlarla, Kadifekale’den, Mamak’tan veya Songur’dan akın akın insanlar toplanır. Banka hesabında bol sıfırlı rakamlar olanlar, avukatlar, doktorlar, subaylar ve öğrenciler bu ülkenin en büyük toplumsal hareketinde işçilerle, işsizlerle, yeni yetme gençler ve bıçkınlarla tribünleri doldurur, her “Sarııı” sesine “Lacivert” diye salvo yaparlar.

Hepimizin hikayeleri, zaferleri, mucizeleri ve unutmak istediği büyük yenilgileri vardır. 3 – 0 ‘dan 4 - 3 olan bir maç kuşakları aşar, her jenerasyonda yeniden ve yepyeni bir güzellikle anlatılır. Son dakikada kaybedilen bir şampiyonluk bir muşta gibi kalbe yapışır, Rıdvan’ın sakatlandığı o maç rakı masalarında bir ülkenin en büyük dahisinin beklenmeyen ölümü gibi sessizce zikredilir.

Fenerbahçe bu ülkenin en güzel, en güçlü, en organize ve en büyük hikayesidir. Bu forumları, blogları, sözlükleri ve gazeteleri okuyanlar Fenerbahçeyi tanıyamaz. Ellerinde meramını anlatacak kelimeleri, hiç bir güzel cümlesi, tek bir tutkusunu ifade edebilecek sözcüğü olmayan yeniyetmelerin laflarından, sayıklamalarından bir Fenerbahçe hikayesi çıkmaz. Yeniyetmelerin bir türlü kuramadığı cümlelerden büyüktür Fenerbahçe. Forumlardan öğrenilmez. Daha önemli bir şeydir.

Fenerbahçe’nin her hafta sonu anlatacak bir kendi hikayesi vardır, bir de geniş Fenerbahçe’nin hikayesi. Geniş Fenerbahçe hikayesi Fenerbahçelilerin o çubuklu formalar üstlerindeyken veya değilken yaşadıklarından ibarettir. Aldığı ilk çubuklu formayı saklayanları, bayrağını ütüleyerek camdan asanları, yeni tanışılan birinin “Fenerbahçeliyim” dediğinizde gözünde parlayan ışığı veya daha basit şeyleri, bir maç önünde köftecinin “Allah razı olsun” diye Fenerbahçe’ye dua edişini.

Fenerbahçe koşu yollarına atılan bir pasın güzelliği olabilir ama daha çok onu izlemeye giden insanların eve döndüklerinde yüzlerinde varolan ifadedir. Maçın sonucunu takip eden hanımların çarpan kalbidir Fenerbahçe, sevdikleri adamın kalbi kırılmasın diye bir aşkla televizyonun kenarından, radyonun kanalından çubuklulara dua edenlerdir.

Fenerbahçe yoksa bu insanların bu güzel hikayeleri yoktur. Hepimiz sıkıntıdan, bedbinlikten ve umutsuzluktan ölürüz. Belki her takımın böyle hikayeleri vardır ama bu ligden Fenerbahçe’yi çıkartın, bu ligin bir anlamı kalmaz. Bu kupaların, bu maçların heyecanı ve diğerlerinin hikayeleri yok olur. Rakipler rakip olduklarını, büyükler büyük ve küçükler bir arzuları olduğunu hatırlayamaz. Fenerbahçe hepimizin kartezyon noktasıdır, orjindir, ona bakıp konum alırız.

Fenerbahçe şehirlerimizi dolaşan, insanlarımızı bir araya ve karşı karşıya getiren, kimisinin son parasıyla kimisinin binlerce lirasıyla aldığı büyük bir “yaşamı hissediyoruz” şölenidir. Onun dedikodusu bitmez. Sene sonunda yapılan her transfer onun yaptıklarıyla karşılaştırılır. Ona katılacak olanların isimleri, kim oldukları ve Fenerbahçe’nin ne yapacağı kahvehanelerden boğaz kenarındaki restoranlara kadar her yerde konuşulur. Başkalarının aldıkları kupalar bile onun yaptığı bir transferin kulaktan kulağa, evden eve yayılan gürültüsünde kaybolur. Fenerbahçe isminin olduğu her alanda herkes onla yarışır. Herkes ya onu geçtiğini ya da onun tarafından geçildiğini birbirine anlatır.

Ama hepimiz her gün bunları düşünmeyiz. Daha çok bir Fenerbahçeli olarak neler hissettiğimiz aklımızı meşgul eder. Atılan bir çalımı ne kadar beğendiğimiz, o 35 metreden atılan şutun bizi nasıl yerimizden fırlattığı, Müjdat’ın göbeğini gördüğümüzde attığımız kahkaha ve elbette Schumacher’in şapkası.

Uğur’un bize anlattıkları bu tip şeyler. Nonda golü attığında verdiği tepkinin hayatını nasıl değiştirdiği, maç sırasında yaptığı totemler ve Fenerbahçe'ye aşık olmasını sağlayan 3 – 0’dan 4 – 3 lük mucize. King Santillana “Bir Tezahürata Özlem”de şöyle diyor “Eskiden klasik mi klasik bir tezahürat vardı. Bestesi-güftesi falan yoktu. Melodisi de yoktu. Gönül vereceği takımla yeni tanışan tüm çocukların, taraftarlık müessesesine adım atacak tüm adayların ilk öğrendiği tezahürattı belki de. Oturup da düşünülerek yazılmamıştı. Zaten yazılacak bir yanı da yoktu. Maç esnasında kararlaştırılıp söylenmezdi de. İçten gelirdi, hançere patlatırdı.. Stadın herhangi bir yerinden fırlar, 2 saniyede tüm stadı sarardı.” Uğur’un o stadın herhangi bir yerde patlattığı ve sonra tüm stadı saran “Feener – Feener” tezahüratı ile yediği vurgun.

Şimdi filmi buraya bu sebeple koyuyorum. Çubukluyu izlemeyi seviyoruz. Çubukluyla anlatacak hikayelerimizi ve çubuklunun dilimize doladıklarını seviyoruz. Onun travmaları gibi travmalarımız, zaferleri gibi zaferlerimiz, heyecanları gibi heyecanlarımız var. Onunla anlatacak ve çocuklarımıza bırakacak bir takım kelimelerimiz var.

Bir filmde “çubuklu” varsa biz deriz ki o filmde bizi o filme bağlayacak bir şeyler var. İzlemediyseniz izlemeniz için aşağıda duruyor, bazen yalnız Fenerbahçelilerin anlayabileceği bazı şeyler var.





9 comments:

  1. medgallis dedi ki...

    şimdi ben sana ne diyeyim aethewulf? dün king santillana, bu gün sen.
    aslında hepimiz eren'in şahit olduğu ve benim anlatmaktan bıkmadığım hikayedeki küçük çocuğuz.
    fenerbahçe istanbulspor maçında durum üç sıfır, dakika seksen küsur iken 'allahım bi gol ya.. bi gol.. bir gol atsak kesin bu maçı alırız.' diyen küçük çocuk...
    top avuta çıkmış kimin umrunda: fener..fener..fener..

  2. aethewulf dedi ki...

    hoca bir filmi izle seveceksin.

  3. Arkhe dedi ki...

    Babadan miras bir sevgi..

    Harika bir film..

  4. Beercholic dedi ki...

    inanılmaz bir filmdi gerçekten. bütün fenerlilerin kesinlikle izlemesi gereken bir film. hele o son sahnede 4-3 lük maçı anlatırken yaşadığım o inanılmaz duyuguyu kelimelere dökmek mümkün değil. ve eminim ki izleyen herkes -o maçı canlı izleyemeyen yaşıtlarım dahi- o sahnede büyük bir duygu yoğunluğu yaşar. çekenin, oynayanın, emeği geçenin eline sağlık.

  5. medgallis dedi ki...

    izledim filmi. çok yerinde saptama ile 'selvi boylum al yazmalım' olmasa da, zaman zaman bu sahne dah iyi çekilebilirdi diye düşünsem de eli ayağı düzgün bir filmdi.
    zevkle izlediğimizi de belirtmeliyim.

  6. mcD dedi ki...

    Fenerbahçe türk filmlerinin vazgeçilmeziydi zaten. birtek film hatırlıyorum kemal sunal beşiktaşlı birini oynamıştı onun dışında takım muhabbeti eklenecekse filme Fenerbahçe o takım olurdu. Hala Fenerbahçe bu tür konularda öndedir avrupa yakasında ki volkan gibi örneğin ama bugün şöyle bir bakıyosunuz da 66tl maç bileti ve tüm hababam sınıfı+mahmut hoca?
    zamanında halkın takımı olarak gösterilen takımın başkanı bugün seyirci kalitesini fiyat arttırarak sağlayacağını doğal olarak parası az olan insanların kaliteli olamayacağını savunuyor.
    Keşke çok daha önce doğsaymışız...

  7. Bozkurt K.Yılmaz dedi ki...

    Fenerbahçe'yi bir maç ile anlatmak gerekirse o da 4-3 lük maçtır.bu cümle bitince " ama hangisi ?" diye sorulmasıysa büyük bir meydan okumadır.

    nefis yazının sahibi aethewulf'a sevgilerimle.

  8. PVH dedi ki...

    Benim icin o 4-3'luk mac Antep macidir, GS macinin da ayri bir yeri vardir ama GS macinda gollerden sonra evdeki koltukta, Antep macinda gollerden sonra tribunde zipliyordum, Antep macinin benim icin ozel olmasinin sebebi de budur heralde.

  9. PVH dedi ki...

    Romantik komedilerden zerre hazzetmem, hatta Amerikan baskani olunca ilk is romantik komedileri yasaklamak olacak. Yalniz aethewulf sunu bir izle dediyse izlerim, romantik komedi de olsa izlerim, ciguli klibi de olsa izlerim. Neticede bu filmi de izledim biraz once.

    Futbolda liberolu 3-5-2 devri nasil bittiyse sinema dunyasinda da her yerinden kotuluk fiskiran "pure evil" devri bitti biliyorsunuz, Batman'in Joker'i bile insan ahlakini sorgulayan bir filozof... Bu filme boyle bir karakter koymuslar, insan once bir yargiliyor, boyle "pis fakirler" diyen, konusmasini duyunca dayak atmak isteyeceginiz bir adam, gercekci degil diye dusunuyorsunuz, fakat yaniliyorsunuz... Film basladiktan yaklasik bir saat sonra bir sahne geliyor, adam esas oglanla tartisirken esas oglan soruyor; "en azindan benim rengim belli, seninki ne?", adam "anti fenerli diyelim" diyor. Iste ulan o yuzden ya diyorum, ne Joker'i ne Lex Luthor'u, gercegin ta kendisi bu, bir "pure evil" varsa, bir denyo varsa, her hareketi dayagi hak eden bir adam varsa o da bu lan iste. Bu resmi cizilen herifin rengi de ancak bu olurdu, daha ne kadar gercekci olsun Allah'ini seversen?

Yorum Gönder