Pınar Doğan & Dani Rodrik: "Cadı avında bile avlanacak cadının evine delil yerleştirilmez"


Neden Pınar Doğan ve Dani Rodrik?
Çünkü damdan düşenin halinden damdan düşen anlar. Üstelik damdan düşenler Dani Rodrik ve Pınar Doğan gibi iki önemli zihin olduğu zaman damın ve zeminin halini bizden çok daha iyi bir şekilde izah edebiliyorlar. Özel Yetkili Mahkemeleri, bu mahkemelerde görülmekte olan davaları ve Türkiye'nin hallerini konuştuk.

Öncelikle ikinize de teşekkür ederiz. Türkiye’de oluşan yeni rejim üzerine biraz geniş bir sohbet yapmanın da faydalı olduğuna inanıyoruz. Bu rejimin tekil örnekleri bakımından değil ama kurgusu bakımından, araçları bakımından ele alınması, Türkiye demokratikleşmesi açısından da çok önemli. Dolayısıyla soruların genişliği esasında konuyu bu çerçevede tutmak için geçerli.

Mesela Özel Yetkili Mahkemeler, eski DGM’leri ikame eden, yeni rejimin simge mahkemeleri olmuş durumda. Buna karşın, ÖYM’lerin özellikle örgütlü suçlarla mücadelede önemli bir ihtisas mahkemesi olduğu da ifade ediliyor. Şöyle bir bakarsak, dünyada bu tip mahkemelerin bildiğiniz örnekleriyle Türkiye’deki ÖYM’lerin yapısı arasındaki temel fark ne? ÖYM’ler bir reform ile ehlileştirilerek sisteme entegre edilebilecek bir yapıda mı yoksa varoluşları ile rejim sahiplerinin kullanacağı uygun bir araç mı? Yani biz bu mahkemeler demokratik bir toplumda varlıklarını sürdürebilir mi yoksa demokratikleşme açısından kaldırılmaları gerekir mi?

PD: Bu mahkemelerin özel yetkilerinden bağımsız olarak, esas problem Ergenekon, Balyoz, KCK ve Futbolda şike ve benzeri soruşturmalarında işlenen suçlar. ÖYM’lerin olmadığını varsayalım. Şu anda olduğu gibi Emniyet ve yargı içinde, adalete hizmet etmek dışında başka bir ajanda ile hareket eden ve amaçları doğrultusunda suç işlemekte sakınca görmeyen kadrolar var oldukça, sorun ortadan kalkmayacak. Adını değiştirin, özel yetkilerini kaldırın, fark etmez. Emniyet görevlilerinin delil yerleştirmesi ya da suç üretmesi, tespit raporlarında gerçekleri saptırması, savcıların lehte olan delilleri saklamaları, yine lehte olan raporları yok etmeleri, iddianamede gerçekleri çarpıtmaları suç. Yasa dışı hareket eden bu grubun adalete hizmet etmesini beklemek abes. Bu davaların görüldüğü mahkemelerin gerçek mahkeme olmadığını anlamak için tek bir duruşma izlemek yeterli. Bana göre adı, ya da yasanın bu mahkemelere verdiği yetkiler hiç de mühim değil. Çünkü problem yasa dışı hareket etmeleri.

Balyoz davasından örnek vereyim; burada sorun bir çetenin—üstelik yüzüne gözüne bulaştırarak—delil üretmiş olması değil sadece. Normal işleyen bir adalet mekanizması olsaydı soruşturma aşamasında emniyet ve savcılar görevlerini yapar, gerçekler ortaya çıkardı. Oysa sahteciliği ortaya çıkarmayı bir kenara bırakın, bu süreçte emniyet ve savcılar sahteciliklerin üstünü ört bas ettiler. Delil üretenlerle emniyet ve yargı içindeki grubun ortak hareket ettiği çok bariz.

Güncel davalara baktığınız zaman McCarthy komisyonuna benzer bir nitelik görüyor musunuz? Bu davalar hukuki bir zeminde mi yükseliyor yoksa bir zihniyetin tasfiyesi için ortaya çıkan siyasi davalar mı?

PD: Bu davalarla tam olarak neyin hedeflediklerini ben kesin olarak bilmiyorum. Amaçları ne olursa olsun, hukuk sistemini suç aracı haline geldi ve bunun orta/uzun vadede kimseye bir faydası olmaz.

DR: Bu davaların McCarthy dönemine benzer cadı avı tarafı kesinlikle var tabi. Ama cadı avlarında dahi “cadı” addedilenlerin evlerine suç delilleri yerleştirilmezdi herhalde... Şimdi biz böyle bir dönemden geçiyoruz.

Balyoz davasında sürecin nasıl gideceğini öngörüyorsunuz? Darbe planlandığı iddia edilen seminere katılanların ancak yüzde 14’ü tutuklu. Darbe iddiasına temel teşkil eden dijital verilerin tamamında sahtekarlıklar ortaya çıktı. 2002 yılında yazıldığı iddia edilen bir dökümanda calibri font bulunuyor. Bütün bu somut, objektif verilere rağmen, dava sürecinin gittiği yeri nasıl değerlendiriyorsunuz?

PD: Bu dava bir hukuk davası olmadığı için, mahkeme adı altında toplanan kişilerin adil bir karar vermesi söz konusu değil. Delillerin sahte olduğunu bilmelerine rağmen 250 kişiyi hapiste tutuyorlar. Son kaydı 2003’de yapılmış görünen ve hiç ekleme çıkarma yapılmamış Balyoz CD’sindeki belgelerin Office 2007 ile hazırlandığı teknik olarak ispat edildi. Balyoz davasına adını veren Balyoz Harekat Planı adlı belgede Office 2007 ile kullanılmaya başlanan Calibri fontuna referans var. Sözde son kaydı 2002’de yapılmış! Cami bombalama planları öyle. Cami krokilerinde 2007’den önce mevcut olmayan XML şemalar kullanılmış.

Peki bu tespitlerin yapılması neden bu kadar gecikti? Mahkeme bütün Balyoz planlarının toplandığı CD’nin adli imajını vermeyi defalarca reddetti de ondan. İlk tutuklamaların üzerinden neredeyse iki sene geçtikten sonra verdiler. Şimdi de bu delillerin hukuka uygunluğunu incelemeden karar vermek istiyorlar. Savcının mütalaasını dinlediler bile. Savcı CD 2003’de oluşturulmuştur, ekleme çıkarma olmamıştır diyor; şaka gibi. Herkes için 15-20 sene ceza talep etti. Mahkeme dosyadaki Emniyet ve TÜBİTAK raporundan memnun, ‘başka bilirkişi incelemesine gerek yoktur, sanıkların hukuki durumuna katkı sağlamayacaktır’ diyor, bilirkişi atamayı kesinlikle istemiyor. Neden? Bu mahkeme mi adalet dağıtacak? Bu mahkeme mi maddi gerçeğin ortaya çımasını sağlayacak? Aksine, gerçek ortaya çıkmasın diye çabalıyorlar en başından beri. Bir de ironik olarak, saygı görmediğinden şikayet ediyor mahkeme başkanı. Duruşma tutanaklarından okudum, sanıklara hitaben “kıçınızı dönerek oturdunuz” diye veryansın ediyor.

Kusura bakmayın, bu konuda konuşmaya başlayınca durmakta güçlük çekiyorum. Ama...

Bir de tabii Balyoz davasında şöyle bir konu var; ‘neden darbe olmadı?’ Yani bütün korkunç planlar yapılmış, 2003’de bir CD’ye kaydedilmiş, peki sonra ne olmuş? İddianameye göre Balyoz darbesini dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman engellemiş. Tabii savcılar neden darbe olmadı, açıklamak zorunda; akıllarına böyle bir çözüm gelmiş. İyi ama, neden Yalman’ın ifadesine tek bir kere bile başvurmadılar? Ne soruşturma ne de kovuşturma aşamasında. Şimdi sanıklar mahkemeden Yalman’ı tanık olarak çağırmasını istiyor, mahkeme kabul etmiyor. Neden? Savcıların iddia ettiği gibi Yalman darbeye engel olduysa mahkemenin Yalman’ı dinleyerek bunu teyit etmesi gerekmez mi?

Bilirkişi incelemesi yaptırmadan, tanık dinlemeden karar vermek yani ceza kesmek niyetinde olan bu insanlar, duruşmalara girmeyen avukatlar hakkında da suç duyurusunda bulundu. Oysa avukatların tek talebi, davanın esası olan dijital verilerin bilirkişi tarafından incelenmesi ve de tanıkların dinlenmesi. Artık mahkemecilik oynamaktan yoruldu avukatlar da. Bu göstermelik toplantılardan herkes yoruldu ve fena halde sıkıldı.

Ben bu davada görev yapanların akşam evlerine dönünce, çoluk çocuğunun yüzüne nasıl bakabildiğini merak ediyorum doğrusu. Adalet dağıtmak adı altında suç işlemek çok ağır bir durum olmalı.

Teğmen Mehmet Ali Çelebi’nin telefonuna gözaltındayken “sehven” 139 adet numara yükleniyor, bu numaralar yüzünden kendisi 33 ay tutuklu kalıp tahliye ediliyor. 78 yaşındaki Kurmay Albay Hüseyin Vural’a yine sehven 858 numara yükleniyor kendisi 3 yılı aşan süredir yargılanıyor. Balyoz davasında Eskişehir’de bir eve yapılan baskında elde edilen bir taşınabilir belleğe ait imaj görüntüsünün, baskından 7 gün önce polis tarafından yazıldığı ortaya çıkıyor. Yani polis baskından 7 gün önce bu taşınabilir belleğe sahip.. Şike davasında 21 Nisan tarihinde dinleme yapmak isteyen polis gerekçe olarak 24 nisan tarihinde yapılmış bir telefon konuşmasını gösteriyor. Polisimizin elinde zaman makinesi mi var? Yanlışlıkla yüzlerce numara yüklemek mümkün müdür? Sizde evde eliniz kayınca Dani’nin telefonuna yüzlerce numara yükleyebiliyor musunuz? Bu sehvenlerin yapısı, yoğunluğu size ne gösteriyor?

PD: Sehven değil elbette. Bakın, Kafes planı denen şeyi, daha ortaya çıkmadan bir hafta önce savcı bir şüpheliye planın adıyla sanıyla soruyor. Bir ofiste el konulan DVD, daha bilirkişiye verilecek, bilirkişi DVD’ye gizlenmiş Kafes planını özel bir programla ortaya çıkaracak, çıkan dosyanın şifresini kıracak vesaire. Daha DVD bilirkişiye bile verilmemiş, içinden ne çıkacağı biliniyor. Bu soruları emniyet hazırlıyor tabii. İnsanlar biraz ilgilenseler, bu davalarda neler görecekler. Askeri casusluk-fuhuş diye inanılmaz bir dava var. İsimsiz bir ihbar mektubu “Falanca Fişmanca”nın evine gidin, deliller bulacaksınız diyor. Ancak polis, isim benzerliği yüzünden yanlışlıkla “Falanca Soyadıbaşka”nın evini basıyor, ama yanlış evde de olsa aradığı CD’yi “buluyor” polis. Tekrar edeyim; ihbar Fişmanca için yapılıyor, zaten “bulunan” CD’de Fişmanca’nın adı geçiyor, ama polis bu CD’yi, yanlışlıkla aradığı Soyadıbaşka’nın evinde buluyor. Belki merak edersiniz, söyleyeyim; Soyadıbaşka evinden CD çıktığı için tutuklanıyor ve aylarca tutuklu kalıyor.

Anlayacağınız, gırtlağına kadar suça batmış bir grup var ve işin fenası emniyet ve yargı içinde yuvalanmışlar.

Zaman gazetesi gibi gazeteler de bu işlenen suçları örtbas etmek için sürekli dezenformasyon üretiyor. Açıktan yalan yazabiliyor bu insanlar. Örneğin Ekrem Dumanlı, Teğmen Çelebi olayı için resmen ‘telefona yükleme filan yok, tutanak tutulurken hata yapıldı’ diye yazdı. Bilirkişi raporunda telefonun yüklenen numaralarla çekilmiş ekran fotoğrafları olmasa Dumanlı’ya inanacağım. Neden yalan söylüyor? Kimleri ve ne neden kolluyor? Üstelik ‘Emniyet kendi hatasını fark edip bildirmese bu durum ortaya çıkmayacaktı’ diye de eklemiş. Gerçekten insaf yani. Zaman gazetesi bu davalarda sistematik olarak yalan ya da çarpıtılmış haber yayımlıyor. Balyoz için ‘TÜBİTAK imzaların gerçek olduğunu tespit etti” diye haber yapmışlardı mesela. Halbuki imza filan olmadığı için, olmayan imzayı TÜBİTAK’ın incelemesi söz konusu değil.

DR: Diyebilirsiniz ki Zaman gazetesi belli bir zihniyete hizmet ediyor. Ya liberal değerleri taşıdığını iddia eden Taraf gazetesine ne demeli? Bu gazeteyi yönetenler bir sahte delil çetesinin aracı haline geldiklerini görmüyor olabilirler mi? Çarşaf çarşaf yayınladıkları belgelerin sahteliği aşikâr iken Baransu gibilerinin arkasına saklanarak hala Balyoz gerçekmiş gibi yayın yapabilmeleri nasıl izah edilebilir?

Nedim Şener Aziz Yıldırım’ı gözaltına alan polislerle kendisini gözaltına alan kişilerin aynı kişiler olduğunu ifade etti. Bu işleri belli bir ekip mi götürüyor?

PD: Evet. Aynı Emniyet ekibi ve Besiktaş adliyesindeki aynı ekip. Balyoz davasında CD’nin 2003’de oluşturulmadığını gösteren yazışmaları adli emanete saklayan savcılardan Mehmet Berk, aynı zamanda șike soruşturmasının da savcısı. Yöntemler aynı. Soruşturma sırasında basına çarpıtılmış ifade/bilgi sızdırmalar, sorgusu yapılanlara suçu itiraf ettiği durumda tutuklanmayacağı imaları –ki bunlar hem Balyoz hem de șike soruşturmasında var.

Hanefi Avcı ve Ahmet Şık’ın emniyet üzerine bir kitap hazırlarken tutuklanmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Tesadüf mü? Meğerse ikisi de hükümeti yıpratmaya çalışan bir terör örgütünün mensubu muymuş?

PD: Elbette tesadüf değil. Bu kişilerde ortak olan da bize göre hükümet aleyhtarlığı değil. Cemaatin kirli işlerini ortaya serdikleri için inanılmaz iddialarla tutuklandılar.

Aslında benzer başka örnekler var. Kayseri’de Cemaat ağabeylerinin isteği üzerine kendilerine verilen flash bellekteki belgeleri askeri bilgisayar sistemine yüklediklerini, bütün detayları ile birlikte ile itiraf eden astsubaylarla ilgili soruşturmayı yürüten Zeki Üçok, bu kişilerin ifadesini hipnoz ile almakla suçlandı. Adli Tıp, ifadelerin alınmasından bir-bir buçuk sene sonra ‘eğer mahkeme hipnoz olduğu sonucuna varırsa, bulgular bu sonuçla uyumludur’ gibilerinden akıllara ziyan bir rapor verdi. Geçtiğimiz günlerde mahkeme, Üçok’a hipnoz ile ifade aldığı iddiasıyla ceza verdi. Üstelik, hipnoz yaptığı iddia edilen kişinin ifade alındığı saatte Kayseri’de olmadığı belgelerle sabit olduğu halde. Bu da yetmedi, her ihtimale karşılık Üçok’un adı bir dijital belge marifeti ile Balyoz’a da dahil edildi!

Tabii, bu gibi örnekler, Ahmet Şık ya da Nedim Şener’in başına gelenler kadar ilgi çekmiyor. Bahsettiğim Kayseri davasında astsubayların ifadesine göre Cemaat ağabeyleri sahte belge içeren için flash belleği verirken ‘askerde temizlik gerekiyor’ gibilerinden telkinde bulunmuş. Yaptıklarını zannettikleri tam da bu belki de. Temizlik yapıyorlar. Kirli yöntemleri ile suç işleyerek kendilerince temizlik yapıyorlar.

DR: Bir de “bakın Cemaat aleyhine yazan çizen o kadar kişi var, onlara birşeyler olmuyor” deniyor. Yani ortada bir gariplik olduğunu görmek için kaç kişinin yanması gerekiyor? Son muhalif içeri atılana kadar “bakın hala sesini çıkaran muhalif var” mı denilecek?

Bütün davalarda medyanın rolü çok tartışılıyor. Gördüğümüz bir operasyon biçimi var. Örneğin balyoz ve şike davasında bu manzara çok daha net. Öncelikle belirli medya mensuplarına bazı bilgiler “sızdırılıyor” sonra bu bilgiler ile oluşan kamuoyu üzerinden de şahıslara karşı davalar açılıyor.

DR: Aynen öyle. Tabii Turkiye’de medya daima biraz böyle işlemiş, güçlü grupların yönlendirilmesine açık olmuş. Ama son yıllarda bu durum tavan yaptı. Simdi içeri attıracağınız insanları belirliyorsunuz, sahte belgeleri düzenleyip, yerleştiriyorsunuz, sonra Taraf, Zaman ve diğerleri sizin için kamuoyunu oluşturuyor.

Davadaki sahtelikleri ortaya koyduğunuz zaman aynı gazeteler sizi dezenformasyon ile suçluyor.



Medya gerçekten de bir ajandanın uygulanmasında aktif bir araçsallığa sahip mi? Burada görünen gerçekliğe uygunluk, kamuoyunu bilgilendirme gibi medyanın özgürlük alanını aşan bir fazladan görevlendirme var mı?

PD: Ben kimilerinin bu kategoriye girdiğini düşünüyorum. Kamuoyunu sistematik olarak yanlış bilgilendirenlerin niyetinden kuşkulanmamak mümkün değil. Zaman ve Today’s Zaman’ın yayınlarını takip ediyoruz; bu dönemde yaptıkları yayıncılık tam bir tez konusu. Yazılacaktır da.

Ahmet Şık da, Aziz Yıldırım da kendi başlarına gelen olayların temel sebebi olarak hükümetin cevaz verdiği bir alanda devlet içerisinde örgütlenen, kendi ajandası, yönelimi olan cemaati gösteriyorlar. Bu görüşe göre emniyet ve yargı içerisinde örgütlenmiş bir grup, bu makamlardan elde ettikleri güç ile muhalif veya öteki gördükleri unsurları türlü sebeple bastırıyor. Bu manzara doğru mu yoksa büsbütün bir komplo teorisi mi? Türkiye gerçekten de halk tarafından görevlendirilmiş ve meşru yetkilere sahip belirli kurumlar içerisinde örgütlenmiş bir grubun, kendi ajandasını elde ettiği güçle dikte ettiği bir ülke konumunda mı? Yeni bir vesayet ve baskı rejimi türü ile mi karşı karşıyayız?

DR: Emniyet ve yargı içinde örgütlenip suç işleyen bir grup olduğu kesin. Cemaatin görünen tarafı diyebileceğimiz medyasının bu çeteyi kayıtsız şartsız desteklediği de kesin.

PD: Bu grubun operasyonları başta hükümet tarafından desteklenmiş olsa da şu anki durumdan hükümetin memnun olduğunu sanmıyorum. Öte yandan Emniyet İçişleri Bakanlığı’na bağlı, Beşiktaş Adliyesi de Adalet Bakanlığı’na. Bu kirli işlerin, sahte delillerle karartılan hayatların nihai sorumluluğu hükümete aittir.

Şike, Balyoz, Oda TV ve KCK davalarında gördüğünüz ortak noktalar var mı? Bu davaları hukuki bir davadan çıkartarak, siyasal bir sürecin parçası olarak gösterecek bir pattern tanımlayabiliyor muyuz?

PD: Elbette. Maalesef her dava hakkında yeterli bilgi alabilmek mümkün değil. Örnegin KCK davası hakkında haber yok denecek kadar az. Büşra Ersanlı ve Ragıp Zarakolu tutuklanıncaya kadar yüzlerce insan tutuklandı ama haber bile olmadı. Zaten kendi yaşadıklarımızdan sonra birinci kaynağa inmeden yazılanlara inanmama eğilimindeyim. KCK’da delil olarak ileri sürülenlerin şike soruşturmasında öne sürülen “döner muhabbetinden şike” tarzı delillerinden farklı olduğunu sanmıyorum.

Bu zamana kadar Türkiye’de gayri Müslimler, İslamcılar, ülkücüler, merkez sağ hareketler, sosyal demokrat hareketler, sosyalistler, komünistler, Kürtler, aleviler ve bir çırpıda akla gelebilecek bir çok sosyal, dini, etnik kimlik çeşitli şekillerde haksızlığa uğradı. Bugün geldiğimiz noktada biz, yeni egemen rejimin kendi ötekilerine aynı zulmü yaptığını görüyoruz. Her egemen olanın kendi ötekisini baskı altına aldığı bu kısır döngüden çıkış için bir umut var mı? Türkiye gerçekten de dünyalılaşabilir mi? Şöyle iç ve dış dinamiklere baktığınızda, Türkiye bu devri de atlatır diyor musunuz?

PD: Biz bu konuda karamsarız.

DR: Yargının bu derece rayından çıktığı bir ortamda, özellikle cemaat ile AKP arasında çekişmeyi de gözönunde bulundurursak ilerisi için umutlu olamıyoruz.

Balyoz ve Şike davaları bittikten sonra beraber Fenerbahçe maçı izleyecek miyiz? Şimdiden sözü alalım, o günler de gelecek nasılsa.

DR: Ben Galatasaray’lıyım ama bu sene şampiyonluktan hiçbir keyif almadığımı söyleyebilirim.

PD: Ben şimdi maç izlemek için söz vermeyeyim ama Fenerbahçe’nin özgürlük ve şampiyonluk kutlamalarına içtenlikle katılırım.

Çok teşekkürler,

DR & PD: Biz teşekkür ederiz.



4 comments:

  1. trekking dedi ki...

    Sevgili Dani ve Pınar Hanım'ı Papazın Çayırı'nda görmek hoş bir surpriz oldu benim için.

    2007 yılından bu yana bu ülkenin, dönüştürülmesi çabalarına şahit olan, bir çok davayı yakından takip etmeye çalışan biri olarak hoş bir sürpriz oldu.

    Balyoz davası iddianamesi açıklandıktan sonra cetindoganvegercekler blogu'nu kurulduğu andan itibaren takip etmekteyim. Blog'da bu konularla alakalı bir çok yorum ve görüşde belirttim. Blogun bu sureçte çok büyük bir işlevi yerine getirdiği görüşüne sahibim. Ancak, hep belli bir çevreye hitap etti.Zira davalar,iddianameler,tutanaklar yüzlerce, binlerce sayfa. İnsanlarımızın hem vakti yok hem de okuma alışkanlığı yok.

    3 temmuz süreci başlayınca, Fenerbahçeli olduğum için ve operasyonu yapan ekiplerin yıllardır aynı tür operasyonları yapan ekip olduğunu gördüğüm için tıpkı cetindoganvegercekler blogu gibi bir blogun gerekli olduğuna inanmıştım. Antu da, zaman zaman çok eski zamanlardan beri yazan birisi olarak o süreçte bir blog'un hem büyük resmi görme hem de bilgilendirme açısından daha geniş bir kitleye hizmet edeceğini düşünüyordum. Derken o zaman papazınçayırı'nı keşfettim. Çok geç keşfetmiş olmaktan dolayı büyük bir pişmanlık duydum.Zira Papazın çayırı'nda yayınlanan yazıların entellektuel seviyesinin çok yüksek olduğunu gördüm.

    Tıpki cetindoganvegercekler blogu gibi, Papazın çayırı da çok önemli bir misyon üstlenmiştir sureçte. Çok önemli yazılar,analizler yayınlandı blogda.

    Hatta, cetindoganvegercekler blogunda, blog yazarlarına şöyle bir önerim olmuştu. "Kurduğunuz blog çok önemli bir işlevi yerine getirdi. Bu dava ile ilgili binlerce maddi hata,çelişki, tutarsızlık, geleceğe dönüş belgeleri ortaya çıkarıldı.Ancak hep belli kesime hitap etti.Büyük kitle duyarsız kaldı. 3 Temmuz'dan sonra ki sureç te Hayatında hiç kitap okumamış taraftar bile yüzlerce sayfa tape, iddianame okumaya başladı. Blog'da güya Şike davası olan dava ile ilgili yazılar da yayaınlarsanız böylece hem blog daha fazla kişi tarafından izlenir hem de büyük resmi gören, bu ülke üzerinde oynanan oyunları,kanunsuzlukları,hukuksuzları gören insan sayısı artar" demiştim. Ancak işlerinin yoğunluğundan ya da bu şike davasına yeterince vakıf olmadıklarından ötürü eğilemediler sanırım. Ancak şimdi kendilerini bu blog da görünce şaşırdım ve hoşuma gitti.

    Daha fazla okumalıyız. Fenerbahçe ye karşı yapılan operasyonla, Türkiye de dalga dalga yapılan operasyonların örtüştüğünü daha fazla kişiye göstermeliyiz. Nasıl ki, Aziz Yıldırım,İlhan Ekşioğlu 11 aydır hukuksuz bir biçimde hapiste tutuluyorsa, bir sürü absürd davalar da yüzlerce insan aynı şekilde hukuksuz içerde tutuluyor.

  2. Johnny Thunder dedi ki...

    Harika bir sohbet olmuş. Başta Dani Bey ve Pınar Hanım olmak üzere bunu gerçekleştiren herkese teşekkürler.

    Papazınçayırı özellikle 3 Temmuz'dan itibaren parmağa değil de, onun bize gösterdiği büyük resme odaklanması ile çok önemli bir sorumluluk almıştır. Zira bu şike davası, konu futbola geldiğinde Türk halkının politika konusunda kafasının ne kadar karışabileceğini bir kere daha göstermiştir.

    Balyoz, Ergenekon, KCK gibi davalarda özel yetkili mahkemler ve özellikle emniyet güçlerinin tutumlarını şiddetle eleştirenler, konu Aziz Yıldırım ve ölesiye nefret ettikleri Fenerbahçe ve taraftarına uygulanan polis şiddeti olunca 180 derece çark edebiliyorlar. Bir özeleştiri olarak Cengiz Çandar gibi üstte saydığım siyasi davalara yıllarca destek olmuş, fakat konu kendi tuttuğu takımı olunca bir anda azılı cemaat düşmanı kesilmiş insanlara da karşı olduğumu belirtmeliyim.

    İşte bu sebeple genel olarak blog içinde yer alan yazıları ve Pınar Hanım ile Dani Bey gibi bu ülkenin aydınlık yüzleri ile yapılan bir röportajın burada yayınlanmasını çok değerli bulduğumu belirtmek istedim.

    Emeği geçen herkese bir kez daha teşekkürler.

  3. DogusG dedi ki...

    İşçiye, memura, öğrenciye, Hopalı'ya düşmanlarıymış gibi saldıran, Ergenekon, Odatv, Balyoz vs davalarında olmayan delilleri yerleştiren ve basına sızdıran polis; haklarında kesinleşmiş suçları bulunmayan gazetecileri, askerleri, m.vekillerini, vatandaşı yıllardır hapiste tutan Özel Yetkili Mahkemeler...

    Sonrasında gelen 3 Temmuz depremi, sabaha karşı tutuklamalar, tutuklu yargılamalar, basına sızdırılan deliller, Rasim Ozan Kütahyalı, Baransu'nun diğer davalarda olduğu gibi bir anda spor programlarının müdavimi olmaları ve yargılananlara yüzlerce yıllık cezalar verileceğini, küme düşmelerin olacağını, Avrupa'dan men edileceğimizi daha dava bitmeden söyleyip ahkam kesmeleri, basına sızdırılan birçok bilginin asılsız çıkması ve ardı arkası kesilmeyen karalama ve itibarsızlaştırma kampanyası...

    Final'in bitiminden 10 dakika sonrasına kadar - ki GS oyuncularının soyunma odalarına gitmelerinden çok sonrasına kadar, FB taraftarı takımını tribunlere çağırıken bir anda polisin küçük bir grupla yaşadığı gerilimden sonra tüm stadı, tribunleri hatta çıkışları biber gazıyla doldurması, staddan çıkmaya çalışan kadın, çocuk, yaşlı ayırdetmeden tazzikli su kullnması...

    Erdoğan'ın FB taraftarını terörist ilan etmesi, Serdar Turgut'un FB'yi Ergenekon'un yönettiğini yazması...

    Ülkede devam eden hukuksuzluğa futbol taraftarları da dahil büyük bir çoğunluk kayıtsız kaldı. Özel yetkili mahkemeleri, savcıları, masumiyet karinesinin ayaklar altına alınmasını, anlamsız tutuklu yargılanmaları, itibarsızlaştırma kampanyalarını görmezden geldi.
    Vardır yedikleri bir halt diye düşündüler, bana dokunmayan yılan bin yaşasın diye pasifize oldular.

    Şimdi olay değişti, o yılan bir spor klubune dokundu. Bu spor klubunun taraftarlarının bir kısmı yaşanan bu olayları irdelemeye başladı. Yanlış işler döndüğününün farkına vardı. Yaşanan hukuksuzluğun sadece kendi takımlarına yapılmadığını hükümet ve bir grubun yanlısı olmayan ve bunlarca düşman, terörist ilan edilen tüm vatandaşlara yapıldığını fark etmeye başladı. Bu taraftar grubu haksızlıkların kendilerine dokunmadan farkına varmadıkları için eleştirilebilir. Ama bu vesileyle de olsa aydınlanmaları "Bunlar bilinçsiz taraftar grubu, başka takımın başına gelse hoşlarına giderdi" diye aşağılanamaz.

    Kimse yaşanan süreci FB, GS, veya BJK taraftar gözlüğüyle izlemesin. Bu davayı devam eden diğer davalardan farklıymış gibi algılamasın. Sadece bu davayı değil son yıllarda yaşanan tüm gelişmeleri iyice incelesin. Umarım bilinçlenen FB taraftar grubu çok daha genişler ve buna diğer takımların taraftarları da eklenir. Yanlış giden şeylerin karşısında duran insanların sayısı artar.

  4. yoldy35 dedi ki...

    Yazılarınızı Gityat.com ' da paylaşabilir, blogunuzu tanıtabilir ve kendi kanalınızı kurabilirsiniz. Sizleri de aramızda görmek bizi çok mutlu edecektir.

Yorum Gönder