Aynı Çağda Başka Dünyaların Çocukları
Sevgi - Nefret


Karşı karşıya olduğumuz sorun bir iletişim sorunu değil, bir konum sorunu. Zira ne yazık ki bu ülkedeki en büyük zihinsel alışkanlık neyin doğru olduğunu sormak değil, neyin kime yarayacağı üzerinden olanları değerlendirmek. Hakim pratik, bir şey olduğunda doğru olup olmadığını değil, kim tarafından hangi amaçla kime yarayacak şekilde yapıldığını düşünmeye meyyal kılıyor bizi. Zihin pratiği böyle olunca, anlaşma zemini de ancak kimlikler üzerinden oluyor. Hakikat kendi başına bir değer değil, işe yararsa üretilip piyasaya sunulacak bir argümana, işe yaramıyorsa yok edilecek, karşı çıkılacak bir saldırıya evriliyor.


3 Temmuz darbesini hep birlikte yaşadık. Üzerinde Fenerbahçe forması olanlar da Galatasaraylı olanlar da bu darbedeki bütün olayları gördüler. Aynı olaylar, aynı tutumlarla karşılanmadı. Bütün bunların kısa bir listesine bakarsanız, bahsedilen konum sorununun çerçevesini göreceksiniz.

1) 3 Temmuz, Gözaltı

Fenerbahçeliler: Hakim duygu şaşkınlık, merak, üzüntü. Özellikle Aziz Yıldırım'ın neden gözaltına alındığı, neler olduğunu öğrenmeye yönelik ihtiyaç

Galatasaraylılar: Sevinç, mutluluk, zafer sarhoşluğu. Uzun yıllardır hakkında türlü çeşit şayialar olan bir insanın gözaltına alınması ile adalete artan güven. Büyük beklenti.

2) 3 Temmuz - 10 Temmuz Haftası, medya operasyonu

Fenerbahçeliler: Bu haftanın genelinde Fenerbahçe taraftarı soru sormaya ve isyan etmeye başladı. Soruşturmanın gizliliği ilkesi ihlal ediliyor, masumiyet karinesi çiğneniyor, belirli medya kuruluşlarına her gün sızdırılan bilgiler ve bulgular büyük bir medya bombardımanı yaratıyor, Emniyet birimlerinden malum medya temsilcilerine kadar genişleyen hat insanları bunaltıyordu. 10 Temmuz günü Bağdat Caddesine rengini veren de adaletsizliğe karşı isyan duygusu oldu.

Galatasaraylılar: Merak. Öncelikle bu. Her çıkan bulguda kendi inanışlarının doğrulandığını görüyor, Fenerbahçe'nin şike yaptığının kesin ve tartışılmaz olduğu yönünde bir inanç gelişiyordu. Galatasaraylılar bu süreçte "neden eşgal fotoğrafları yayınlanıyor, neden bilgi ve bulgular sızdırılıyor, neden belirli bir medyaya bu bilgi ve bulgular devlet makamları tarafından servis ediliyor, neden Emniyet Müdürlüğü oturup da açıklama yapıyor, neden bu bilgi ve bulgulardan bazıları (örn. emenike'nin görüntüleri) yalan çıkıyor diye sormadılar. Bilgiler ve bulgular geliyordu, ortada "ciddi şüphe" uyandıracak kadar veri vardı, Fenerbahçe zaten 2 Temmuz günü de şike yapmıştı, bugün ortaya çıkan bunun daha güçlü bir şekilde ortaya konulmasından ibaretti.

3) 10 Temmuz ve 12 Temmuz

Fenerbahçe: 10 Temmuz günü Fenerbahçeliler bir adaletsizliğin olduğuna dair kesin inançla, "yargılansın ama bu şekilde değil" alt metniyle büyük bir isyan başlattılar. Aynı gün Aziz Yıldırım tutuklandı. TFF bir sonraki gün "masumiyet karinesi" arka planlı bir açıklama yaparak ceza verilmeyeceğini, bekleneceğini belirtti. Fenerbahçenin hakim sloganı "Adalet"e dönüştü. Fenerbahçeliler medya bombardımanını kabul etmiyor, haksızlık yapıldığına inanıyor ve itaat etmekten vazgeçiyordu.

Galatasaray: Aziz Yıldırım'ın tutuklu yargılanmasının şike yapıldığının somut ispatı olduğu anlayışı ortaya çıktı. Buna göre, daha soruşturma safhasında, iddianame bile ortada değilken, Aziz Yıldırım'a yönelik tutuklu yargılanma kararı verilmesi "güçlü kanaat oluşturacak" bir olaydı. Bu kararı veren bir "mahkemeydi", bu mahkemenin hükümet veya cemaat etkisi altına olduğunu ifade etmek bir "safsata"ydı. Fenerbahçe "komplo" teorisi ile kendisini aklamaya çalışıyordu. TFF'nin acil olarak karar vermesi ve Fenerbahçe'yi küme düşürmesi gerekiyordu. Hakim slogan, 12 Temmuz tarihinde yayınlanan "Bu ateş üfleyerek sönmez" oldu. Ortada şike yangını vardı, deliller toplanmasa da, iddianame olmasa da, savunma hakkı kullanılmasa da, medyaya yansıyan bilgi ve bulgulardan TFF gereken cezayı vermek zorundaydı.

4) İlk haftanın korkuları

Fenerbahçe: Fenerbahçeliler ilk hafta boyunca hükümetin cevaz verdiği alanda, genellikle cemaat olarak bağlantılı kabul edilen özel yetkili mahkemeler, savcılar ve emniyet görevlileri tarafından yürütülen ve gene aynı cemaate mensup olduğu yönünde kamuoyunda güçlü bir inanç olan gazete ve gazeteciler eliyle kamuoyuna pompalanan bir operasyon olduğunu gördüler. Korku, hükümet, cemaat ve diğer organların TFF üzerine baskı kurarak, haksız bir şekilde şike hakkında karar vermeleri, şikeden suçlananların bu yüzden hapis yatması, kulübün de zarar görmesiydi. Adalet ve özgürlük temel kelimelere dönüştü.

Galatasaray: Galatasaraylılar ise ilk hafta boyunca "son derece inandırıcı", "insanın aklını başından alan" deliller gördüler. Onların korkusu da "her şeyi yöneten", "hükümet ve orduyla güçlü ilişkileri olan", "medyayı kontrol altında tutan", "Türk futbolunu yöneten" Aziz Yıldırım ve Fenerbahçelilerin yarattıkları kamuoyu gücüyle TFF ve hükümeti baskı altında tutarak bu işten siyasal sebeplerle yırtması oldu.

5) UEFA, Cornu ve 24 Ağustos

Fenerbahçe: 12 Temmuz tarihinden 24 Ağustos tarihine kadar TFF Yönetim Kurulu ve UEFA'nın masumiyet karinesine yollama yapan, bunun yerel bir olay olduğunu ifade eden, savunma hakkını öncelleyen ifadelerinin varlığı sürecin doğru bir zeminde gitmesi, Aziz Yıldırım'ın tutuksuz yargılanması, haksız tutukluluk kararlarının ortadan kaldırılması beklentiyken, 24 Ağustos öfkenin patladığı tarih oldu. Fenerbahçe taraftarı TFF ne derse desin, Fenerbahçe'nin Şampiyonlar Ligi'nden alınıp, yerine aynı davada yargılanan Trabzonspor'un gönderilmesi kararının TFF tarafından alındığını ortaya koydu. Bu gerçek daha sonra ortaya çıktı. Fenerbahçe'nin isyanı büyüdü, Ali Koç'un daha fazla sürece müdahil olmasıyla açılan CAS davası eliyle, Fenerbahçe hak mücadelesi Avrupa çapına doğru genişledi. Bu durum psikolojik olarak Fenerbahçe taraftarının Fenerbahçe'nin masum olduğuna, büyük bir haksızlık yapıldığına, bu hakkın da bağımsız mahkemeler eliyle sorulabileceğine dair inancını güçlendirdi. Türkiye'deki yerel otoriteye bağlı ve bunla sınırlı değildik, bunların yaptıkları zulmün de hesabının sorulacağı bir yer vardı.

Galatasaray: Temmuz - Ağustos arasında UEFA'nın gelip kangren olan kolu keseceğine dair bir inanç ortaya çıktı. Galatasaray taraftarı şikenin kesin olarak yapıldığına, ortaya çıkanların da bunu söylemek için yeterli olduğuna inanıyordu. TFF Başkanı Fenerbahçeli olduğu, Fenerbahçe yerelde çok güçlü olduğu için bir türlü ceza almıyordu dolayısıyla uluslar arası otorite Türkiye’ye müdahale etmeliydi. Zero tolerance policy genel olarak bambaşka bir biçime sokuldu, UEFA’ya binlerce mektup yazıldı, TFF Kozmik odasındaki bulgular Fransızca ve İngilizceye çevrilerek Cenevre’ye gönderildi. Şampiyonlar Ligi’nden men kararı ile Galatasaray taraftarı büyük bir zafer sarhoşluğuna gark oldu. En sonunda yüce UEFA gereken adımı atmış, Fenerbahçe’yi şike sebebiyle Şampiyonlar Ligi’ne almaktan men etmişti. Bu olay, Fenerbahçelilerin ne kadar haksız, tek taraflı, manyakça düşündüklerini, Aziz Yıldırım sevgisinin her şeyin önüne nasıl geçtiğinin açık kanıtıydı. Fenerbahçe’nin şikeci olduğunun resmi ve en gerçek delili olan bu olay sonucunda Fenerbahçe küme düşmeli ve artık bu iş bitmeliydi.

24 Ağustos Sonrası ve Yeni İdeolojik Durum

Süreci genel olarak değerlendirirsek, 24 Ağustos sonrasında konumlar, ortaya çıkan gerçeklerden bağımsız olarak keskinleşti. Örneğin Galatasaray taraftarı şampiyonlar liginden men kararının UEFA değil TFF tarafından alındığını kabul etmedi veya bunu yeteri kadar ele almadı. 6222 sayılı kanun değiştirilirken neden buna cemaat ve operasyonun medya ayaklarının karşı çıktığı sorulmadı. AKP’de kırılma yaratacak kadar güçlü bir karşı çıkışın sebebi yeteri kadar tartışılmadı.

Galatasaraylıların sürecin haklı olduğuna 3 Temmuz günü biat ettiler. Sürecin temelde hukuki bir operasyon olduğunu, süreci yönetenlerin ve sürdürenlerin kimliklerinin, diğer davalarla ilişkilerinin, bu işin medya pazarlama ayağını yapanların amaçlarının belirleyici karakterini analiz dışında bırakarak Fenerbahçe’nin şike yaptığı ve bunun karşısında mutlaka ceza alması gerektiği dışında her cümleyi dışladılar.

Galatasaraylılar şu noktaya kadar ileri gittiler, “her ne kadar emniyet kötü davranmışsa, yargı kötüyse, bu davaya destek veren diğerleri her ne kadar belli adamlar olsa da Aziz Yıldırım şike yapmıştır, Fenerbahçe şikecidir ve bu durum diğer her şeyden daha önemlidir.”

Bugün yaşanılan sorunun temel sebebi, işte bu kalan her şeyi dışlayan bakış açısıdır.

Galatasaraylıların konuya bakış açısını belirleyen hakim renk nefret oldu. Bu nefret Aziz Yıldırım’ın kötü bir insan olduğuna, Fenerbahçe’nin de bir kötülük koalisyonu olduğuna yönelik önyargı ile beslendi. Karşımızdaki Galatasaraylılar süreç içerisinde kendi “şike” iddialarının aksini gösteren her gerçeği “gözden kaçırılabilir, ihmal edilebilir, konjuktürel durum” olarak tasnif ederek, görmezlikten geldiler.

Örneğin bu süreçte Galatasaraylılar ciddi olarak şu soruların hiçbirini sormamıştır,

• 6222 sayılı kanun anlamında bir suç delili var mı?

• UEFA’nın hangi disiplin talimatı, tüzüğü ve regülasyonu gereği Türk futboluna korkunç bir ceza verilecek?

• Neden dava 6222 sayılı kanunun öngördüğü mahkemede değil de Özel Yetkili Mahkemede yürütülüyor?

• Fenerbahçe şike bile yaptıysa, 8 aylık bir soruşturma safhasında elde edilen teknik takip dökümanlarında neden bir tane bile hükümete veya cemaate yakın isim yer almıyor? Neden Serdal Adalı ve Tayfur Havutçu var da Yıldırım Demirören yok? Aziz Yıldırım, Cihan Kamer, Nihat Özdemir gibi isimlerle 3 Temmuz’dan öncesinde, teknik takibin yapıldığı 8 ay boyunca bir kere bile görüşmemiş mi?

• Neden AKP içerisinde cemaate yakın olduğu bilinen gruplar bu dava yüzünden Tayyip Erdoğan ile tartışmayı göze aldılar? 6222 sayılı kanun değişirken neden bu kadar patırtı koptu?

• Neden bu davadaki tüm bilgi ve bulgular aynı medya organlarının aynı yüzlerine servis ediliyor? 3 Temmuz öncesinde bir tane spor programına çıkmamış adamlar nasıl şimdi spor programında boy gösteriyor?

Bunlar sorulmadı zira Ünal Aysal’ın deyişiyle bu sorular “kurguyu” gerçekten de bozuyordu. Çünkü bu sorular bir şeyi göstermekteydi, soruşturma hukuk ekseninden başka bir dinamikle gidiyor ve bu dinamiğin amacı da temiz futbol filan değil.

Yani bu soruların sorulması beraberinde mahkeme adil mi, yargılama adil mi gibi daha temel soruları getirdiği, bu soruların sorulması da süreci / fırsatı baltaladığı için Galatasaraylılar tarafından dışlandı.

Lafın başına dönelim, Türkiye’de insanların temel refleksi olanın ne olduğu ve doğru olup olmadığı değil, kime yaradığı. Süreçte bazı temel haksızlıklar da olsa, nihayetinde bunları ifade etmek süreci baltalayacağı, Fenerbahçe’nin ceza alma imkan ve kabiliyetini azaltacağı için “ifade edilmemesi gereken münasebetsiz gerçekler” kategorisine indirildi. Aziz Yıldırım zaten “pis” bir adamdı, ağız tadımıza müsait değildi ve onu savunmanın da alemi yoktu.

Dolayısıyla Galatasaraylıların tepkilerine neden olan üç duygu tüm çıplaklığıyla ortaya çıktı: nefret, öfke, hınç.

Fenerbahçe’ye duyulan nefret, şike olayıyla ortaya çıkan öfke ve cezalandırılarak hınç almak bütün davranışları tasvire yetecek kelimeler. En holiganından en sakinine kadar bu duygu hali devam ediyor. Fenerbahçe maç kazanınca kendini sikmek isteyenden, adam dövme / öldürme sloganları üzerinden konuşmak isteyenlere, maçta öfkeden deliye dönüp ölüm bekleyenden, Fenerbahçe ve Fenerbahçeli herkese karşı destursuz bir nefreti twitterdan sunana kadar türlü çeşit insan bu söylediğimizin ispatı olarak aramızda yer almakta.

Bu durumun Galatasaray’a kazandırdığı bir başka durum da, Galatasaray'ın yeni konumu oldu. Galatasaray kalan her türlü gerçeği dışlayarak ısrarlı bir ceza takipçisi rolüne bürününce, Galatasaray da geniş bir saldırı koalisyonunun parçası olma pozisyona doğru ilerledi.

Galatasaraylılar ÖYM’ler ile ilgili konuşmadı, Emniyet uygulamaları eleştirilmedi, Medyanın önemli bir kısmı desteklendi, popülerleştirildi. Mehmet Baransu, Erman Toroğlu, Rasim Ozan Kütahyalı gibi isimler geniş bir takip ağına alındı, dolandırıcı olduğu kanıtlanan Talip Doğan Karlıbel bile bu ağın içerisinde kendisine bir yer bularak “popüler” hale geldi. Şamil Tayyar ve Hakan Şükür koalisyonun simgesel isimleri olarak ortaya çıkarken, Galatasaraylıların Trabzonspor ile yaşanılan rekabeti bir tür cephe arkadaşlığına dönüştü.

Somut olarak bakarsak bugün Galatasaray geniş bir söylemsel koalisyonun parçasıdır ve bu koalisyonun içerisinde ÖYM’lerden, emniyete, Trabzonspor’dan Talip Doğan Karlıbel’e kadar, paralel iktidarın kullanım alanındaki uzun bir liste bulunmaktadır. (Bu noktada Galatasaraylılar ile Star Wars yollamalarıyla Empire diye dalga geçenlerin de sembolik açıdan o kadar da haksız bir metafor kurmadıklarını söylemek lazım)

Fenerbahçelilerin davranışlarına yön veren duygu ise öncelikle sevgi oldu. Fenerbahçeliler önce sevdikleri için karşı çıktılar ve isyan ettiler. Fenerbahçeli birine “düşman” olduğu için değil birini sevdiği için tutum aldı.

Dolayısıyla söylem de bu sevginin yapısına uygun olarak ikili bir karakter kazandı. Fenerbahçeli sevdi, sevdiğine zulmedildi dolayısıyla da Fenerbahçeli isyan etti.

Öne çıkan sloganlara bakarsak, bütün bunları göreceğiz. Aziz Yıldırım konuşmalarında “mücadelemiz zulüm ve zalimledir” ile başlayıp Nazım Hikmet’ten “Boynunun borcudur fakat, düşmana inat bir gün fazla yaşamak” şiiriyle devam eden büyük bir sembolik / siyasal dil kullanmaya başladı. Gözaltına alınınca “Bana siyasi bir kitap getirin” ile başlayan mesajlar gittikçe yerini buldu ve oturdu.

Fenerbahçeliler tezahüratlarına “hep bu dünya hep yalan dolan, senin sevgindir aslolan” ile başlayıp “sevdamıza kimse engel olamaz” diye devam ettiler, “başkanı bırakın orospu çocukları”, “cemaat fenerle başa çıkamaz”, “fenerle kimse başa çıkamaz” ise isyan duygusunun sesi olarak hafızamızda yer etti.

Fenerbahçe istemediği, beklemediği halde bir ideoloji kazandı. Bugün Fenerbahçeliler geniş bir koalisyona karşı pratik sebeplerle belli kelimeleri sahiplenmiş durumdalar. Örneğin hiçbir adaletin olmadığı yargı sürecinde Fenerbahçeliler adalet talep etti. Fenerbahçeli tutsaklar olduğu için özgürlük ideolojik bir anlam yanında pratik bir duruma da işaret etmeye devam ediyor. Eşitlik kelimesi artık Fransız Devrimindeki manasının yanı sıra, hem Fenerbahçeliler arasındaki eşitliği, hem kulüpler arasında eşitliği hem de deniz feneri ile Fenerbahçe davaları arasındaki farkın gösterdiği eşitliği de içeriyor. Biz bugün “İtaatsizler” derken “biat talep eden bir iktidara” karşı “biat etmeme iradesi”ni görebiliyoruz.

Pratik sebeplerle Özel Yetkili Mahkemeler ve emniyet uygulamaları, Fenerbahçeliler tarafında kamusallaştırıldı. Bundan önce, rejimin ötekisi olan solcuların, BDP’lilerin, subayların ve diğer bir çok insan grubunun çile çektiği bu iki rejim aygıtı Fenerbahçe’nin de üstüne çullandı ve bugün artık kimlik sebebiyle ötekileştirilmesi çok mümkün olmayan geniş bir Fenerbahçe kamuoyu bu iki aygıtın ne olduğunu, nasıl davrandığını ve kimi koruduğunu biliyor.

Süreç içerisinde Fenerbahçe “öteki Türkiye’nin” deneyimlerini de öğrendi. Örneğin, Ahmet Şık ile Aziz Yıldırım fail olarak aynı yerleri işaret etmeye başladı, Nedim Şener’i tutuklayan polislerin Aziz Yıldırım’ı tutuklamış olması bu ideolojik aygıtların hangi iktidar merkezine ait olduğunu gösterirken, medyaya bilgi ve bulgu sızdırılmasından, Çağlayan önündeki biber gazlı şiddet eylemlerine, savcıların ve hakimin hiçbir savunmayı dinlemeden zaten önceden verdikleri kararları tebliğ etmelerine kadar uzanan pratik uygulamalar, Fenerbahçelilerin sistem hakkındaki algılamasını genişletti.

Basit bir örnek:

Ahmet Şık tahliye edilir edilmez şu açıklamayı yaptı:

"Bu komployu kuran polisler, savcılar ve hakimler bu cezaevine girerecek. Bunun mücadelesini vereceğiz. Burada cemaatçi olan herkesi suçlamıyorum ama cemaatçi olup da bir çete faaliyeti gibi çalışan emniyetteki ve yargının içerisindeki, bürokratik örgütlenme içerisindeki adamlar bunun asli sorumluları. Herkes şunu bilsin, bunca baskı ve zulümden, o iktidarın korktuğu ama bizim de özlemini duyduğumuz ve mücadelesini sürdürmeye devam edeceğimiz bir hayat çıkacak"

Aziz Yıldırım ise şöyle bağırmaktaydı:

mücadelemiz her yöneticimiz her taraftarımız ve her zerremiz aklanana kadar ve Bizlere bu zulmü yaşatanlar kanunlar önünde hesap verene kadar sürecektir. Unutulmamalıdır ki hiçbir güç bu ulu çınardan tek bir yaprak dahi kopartamayacaktır.

Başka bir şekilde ifade edersek, Galatasaray mevcut rejimden “ceza” talep eden ve bu cezanın verilmesi için spor alanında mücadele veren bir ideolojik aygıta dönüşürken, Fenerbahçe rejimin karşısındaki bir kimliğe doğru yol almaya başladı. Galatasaray aynı Taraf gazetesi gibi, rejimin yaptığı diğer her şeyi dışlayıp, rejimdeki diğer ortakları ile egemenlik gücünün kullanımını talep eden, “doğal ve kirli ötekilere karşı gerekenin yapılmasını” isteyen egemen bir dili paylaşırken, Fenerbahçe adalet, özgürlük, itaat etmemek üzerinden bir isyan dilinin tüm unsurlarını cümlelerine taşıdı.

Zalimler ve Mazlumlar

Dolayısıyla bugün Galatasaray ve Fenerbahçe istese de istemese de Türkiye’deki rejimin değişik alanlarında oluşan koalisyonların parçası olmuş durumdadır. Bugün bu iki kulüp, Türkiye’deki iyi büyük safın da futbol düzlemindeki görüntüsü haline gelmiş durumda. Zalimler ve mazlumlar arasında bir çizgi varsa, bu kulüplerden biri zalimlerin, diğeri de mazlumların yanına denk düşüyor.

Net bir ifadeyle, bugün Fenerbahçe ve Galatasaray’ın pozisyonları ve beklentileri başka iktidar yapıları / aygıtları veya buna maruz kalanlarla birleştirmektedir. Fenerbahçe açıkça özel yetkili mahkeme zulmünü, biber gazını, postalı, copu, plastik mermiyi içeren bir tecrübeyi yaşadı, yaşıyor. Bu tecrübenin medya ayağı da, hükümet ayağı da Fenerbahçe’yi başka insanlara yaklaştırıyor.

Örneğin Çağlayan’daki sıradan bir taraftar ile Dilşat’ın konuşabileceği şeyler kümesi çok geniş. Bu iki karakter de öyle veya böyle polis şiddetini derin bir şekilde birlikte tattılar. Metin Lokumcu’nun yaşadığı biber gazı vahşetini, Fenerbahçeli Onur da yaşadı, Berna’nın haksız yere yaşadığı 19 aylık tutukluluk süresinin ne manaya geldiğini Fenerbahçeli Cemil Turhan da gayet iyi biliyor. Yapma yaratma delillerle 32 ay tutuklu yargılanan Mehmet Ali Çelebi ile montaj delillerdeki konumu sebebiyle tutukluluk acısını yaşayan Tamer Yelkovan benzer bir zulmün gadrine uğramış olmanın sembolü olarak aramızda dolaşıyor.

Bugün hala Özel Yetkili Mahkemenin anlamsız kararlarıyla tutuklu tutulan ve tahliye kararı mahkemenin değil de iktidarın elinde olan Aziz Yıldırım ile Müyesser Yıldız, Mustafa Balbay veya Balyoz davasından tutuklu olanların bir farkı yok.

Ahmet Şık da kendilerine yönelen davanın sorumlusu olarak hükümetin cevaz verdiği alanda harekete geçen cemaati işaret ederken, Aziz Yıldırım da bu cümleden daha farklı bir cümle kurmuyor.

Dolayısıyla Fenerbahçe bugün özel yetkili mahkeme, polis şiddetinin azaltılması, adalet, demokratik yargılama usulleri talep ederken, bu zulme maruz kalan mazlumların da isteğini, sesini, dileklerini ifade ediyor. Çağlayan önündeki taraftarın duruşu bugün hükümet için arzu edilir, istenilen bir tutum değilken, bu zulme maruz kalanlar içinse bir umut ışığı olarak yükseliyor.

Ö Galatasaray da Taraf / Zaman / Sabah çizgisiyle ortak bir konumlama ile iktidar aracının dilini temsil etmekte. Özel yetkili mahkemeler, adalet, demokrasi hakkında hiçbir şey söylemeden “öteki” kabul ettiğinin “ceza” alması ve onunla hesaplaşılmasından başka bir talebi olmayan bu dil nihayetinde Rasim Ozan Kütahyalı’nın “yeni Türkiye” söyleminin de tüm öğelerini barındırmakta. Yeni bir Türkiye kuruluyor, bu Türkiye eskiyle hesaplaşıyor, eskinin “kirli” simgeleri yok edilirken her alanda “yeni”ler yükseliyor. Askerin yerini polis, DGM’lerin yerini ÖYM’ler, Ulusalcı HSYK’nın yerini Hükümetin HSYK’sı, Hürriyet’in yerini Zaman alırken, futbolda da bu genel dalganın izdüşümü gözüküyor. Bu dil, eskiye ne yapılırsa mübahtır, bu egemenlik gücü nasıl kullanılırsa hayırlıdır, hükümetle veya paralel iktidarın diğer koalisyon ortakları ile karşı karşıya gelmek doğru değildir ile başlayıp yargı-polis hattındaki gelişmeleri izah çabalarını “komplo teorisi” olarak itibarsızlaştırmaya çalışan bir hayat görüşü ile de tahkim ediliyor.

Soru net, bugün Fenerbahçe olmak Çağlayan'da polisin karşısındaki bir yeri işaret ederken, Galatasaray olmak tam olarak polisin yanında olmayı, hiç değilse işin o bölgesine hiç bakmamayı içeriyor.

Sonuç Niyetine

Bu olaya kalıcı ve mutlak olarak bakmak doğru değil. Fenerbahçenin yaşadığı bu özgün deneyim, onu adalet, özgürlük, eşitlik konusunda pratik bir pozisyon almaya, özel yetkili mahkemeler, polis şiddeti, medyanın yapısı hakkında daha fazla düşünmeye ve karşı duruş sergilemeye itti. Tam da maruz kalınan darbenin yapısı gereği, süreci yönetenler de darbeye maruz kalan yönetim değil, o sevgiyi taşıyan halk oldu. Ancak bu duruş ve tutumun sonsuza kadar süreceğini, son derece tutarlı bir ideolojik çizgiyle devam edeceğini söylemek zor. Fenerbahçe’nin çizgisi geniş bir ötekiler koalisyonunun açık bir parçası olmaya doğru henüz gitmiş değil. Fenerbahçe ve Fenerbahçeliler arasında bu “koalisyon”a giden yol da son derece netameli, “siyasi” görülüyor. Her ne kadar Aziz Yıldırım söylem ve eylemlerinde bu ideolojik çizgiden hiç kopmasa, bütün söylemlerinde Cumhuriyet’e, zulme, adalete atıfta bulunsa ve hatta Özel Yetkili Mahkemeler ile ilgili olarak bugün de bir örneğini gördüğümüz cümlelerini kursa da, bu çizgi henüz tüm yönleriyle hayata geçmiş değil.Yani olası bir tahliye ve beraat kararı ertesinde “halkın takımı”, “mazlumların yanındaki” Fenerbahçe “itaatsizlik”ten uyumlu, sessiz ve işine gücüne bakan bir çizgiye doğru evrilebilir.

Galatasaray da tam olarak entegre olmuş değil. Bugünkü pozisyonu hangi bölgeyi işaret ederse etsin, ortaya çıkabilecek gelişmeler Galatasaray taraftarını da “adalet”ten bahsetmeye doğru götürebilir. Örneğin sürecin başında işin siyasi boyutunu tamamen dışlayan bir söylemi tercih eden Galatasaraylılar, Tayyip Erdoğan’ın “kişilerle kurumları ayıralım” söyleminden sonra rahatsızlıklarını açıkça beyan ettiler. Eğer Fenerbahçe’ye ceza gelmeyecekse, çok açık bir şekilde hükümete yönelik bir kırgınlık ve kızgınlık ortaya çıkabilir. Galatasaray taraftarı “hükümetin siyasi nedenlerle adaleti engellediği” yönünde bir inanç taşırsa pozisyonu futboldaki ideolojik aygıttan öfkeli bir noktaya doğru evrilebilir. Bu söylemin hiçbir durumda bugün Fenerbahçe’nin içinde bulunduğu yere ulaşmayacağını biliyoruz. Galatasaray Fenerbahçe gibi ÖYM zulmünü, polisin orantısız şiddetini, Galatasaray’a yönelen bir medya operasyonunu yaşamayacak. Diyebiliriz ki, eleştirinin sınırı 6222 değişirken Zaman Gazetesinin ulaştığı boyutun çok üstünde olmayacak. Ancak bugünkü kadar da hükümet söylemini üreten, cevaz veren, destekleyen veya paralel bir dili taşımayacak.

Bütün bu noktalar sabit kalmak üzere, bugün “halkın Fenerbahçe”si 2 Temmuz 2011 tarihine göre çok daha somut bir gerçektir. Fenerbahçe bugün diliyle, söylemiyle, 3 Temmuz Darbesini yaşamış, adalet talep eden, eşitlik isteyen, özgürlük hakkında bir tecrübesi bulunan bir kulüp olmuştur. Fenerbahçeliler son derece pratik bir şekilde polis şiddetini, medya operasyonunu yaşamış, nihayetinde özel yetkili mahkemelerin kaldırılmasını, paralel iktidar yapısının egemenlik alanının yarattığı sonuçların da ortadan kalkmasını istemektedir. Bağımsız bir medya olmadığını, emniyetten yapılan servislerle insanların itibarlarına kasteden gazeteciler olduğunu, emniyet güçlerinin ötekilere nasıl baktığını ve davrandığını, yargının hiçbir bağımsızlığı olmadığını biliyoruz.

Aynı çağda yaşadığımız ötekimiz zalimlerin gönüllü temsilciliğine doğru giderken, mazlumların arasında bir mazlum, ötekilerin arasında bir öteki, kimliği sebebiyle gadre uğrayanlar arasında bir gadre uğrayan olmanın ne demek olduğunu çok iyi biliyoruz. Bugün sarı lacivert, yalnız sevgiyi değil, bütün bu değerleri de pratik yaşamda gösteren onurlu bir renk kuşağına dönüşmüş durumda.

Siyasal başlayan her süreç, siyasal sonuçlar doğurur. Bugün Fenerbahçe siyasal bir sonuçtur, bu sonucun başka hangi süreçleri tetikleyeceğini de hep birlikte düşünmeye devam etmeliyiz.

Fenerbahçe’nin bu tutumu 3 Temmuz darbesini, karaya oturtmaya doğru götürürken, hepimizin“hesap sormak” üstüne de düşünmemiz gerekiyor.

Çünkü gelecekteki mücadele ve Fenerbahçe kimliği zulmün sahipleri ve zalimler ile nasıl hesaplaşacağımız üzerine şekillenecek.


15 comments:

  1. Ilgaz dedi ki...

    mukemmel bir yazi.

    3-5 yer kaldi bu isin ustune giden, kendi klubun de bir bok yapmayinca buranin degeri daha cok meydana ckiyor

  2. msmxcom dedi ki...

    Ülkeyi terör bölemedi, bu olaylar bölecek..

  3. Griffith dedi ki...

    CAS davasını çekişimiz düşünüldüğünde, 3 Temmuz darbesi karaya oturtulduktan sonra zulmün sahiplerinden hesap soracağımızdan şüpheliyim. "Ülke menfaatleri" için hesap sormaktan da vazgeçeriz büyük ihtimalle.

  4. Signature dedi ki...

    Bu ara taraftar grupları üzerinden bir saldırı var.Bundan sonra tutunacakları tek bir dal kalacak bence.O da şudur:Fenerbahçe hafta sonu şampiyon olamaz,akabinde medya Yıldırım ve yönetimi tıpkı Bursa'nın şampiyonluğunda olduğu gibi itibarsızlaştırmaya çalışacak yeniden.Ama bunca şeyden sonra bu vız gelecek,tırs gidecek ha =) Çok az kaldı sürecin sona ermesine.Cas davasının çekilmesine ne kadar karşı çıkıyorsak da çeşitli kaynaklar tazminat değerindeki paranın Fenerbahçe kasasına çoktan girdiğini iddia ediyor.PFDK kararlarından da verdikleri tavizler belli oluyor ama yine de o malum fıkradaki gibi paçadan tutup çukura geri çekme işi yapılmaya çalışılmış,ona da inşallah Tahkim'de bir tokat atılacak.
    Ne olursa olsun,şampiyon olalım,olamayalım,seneye küme düşmemeye oynayalım ya da şampiyonlar ligini sallayalım hiç önemli değil.Bu süreç bana çok önemli şeyler öğretti.Gündemde ne var,ne olup bitiyor takip ederdim tabi ki ama Fenerbahçe bana farkındalık kazandırdı başka bir boyutta.Hakkı hukuku bin nasihatten daha etkili bir şekilde,bir müsibetle öğretti.Son söz:ÇOK SEVİYORUM SENİ SARI-LACİ!!

  5. cengo dedi ki...

    ve yönetimden çıt yok.. dalga geçiyor olabilirler mi acaba? kamera şakası falan.. sorsan cumartesiyi bekliyoruz dicekler :)

  6. Öykü Gizem Gökgül dedi ki...

    Galatasaray'lıyım ama Fenerbahçe'li olmayanların, Aziz Yıldırım'ın ve Fenerbahçe'nin içinde bulunduğu duruma sevinmesinden rahatsızım. ucu bize dokunmayan her adaletsizlik bin mi yaşasın? maçta taraf olunur ama adaletin tarafı olmaz.

  7. toz bezi dedi ki...

    Yazı başarılı tespitler içeriyor. BDP'lisine, Kemalistine, solcusuna, askerine kısacası hükümetin karşısında yer alan bütün grupların uğradığı muameleye Aziz Yıldırım ve yönetiminin maruz bırakıldığı ve buğlamda ortak kaderi paylaştıkları konusunda hemfikirim. Ne var ki bence Galatasaray'ın bu hikayede konumlandırıldığı yer bence tutarsız. Galatasaray yönetiminin ve federasyondaki temsilcilerinin içine düşülen durumdan kendi kulüpleri adına maksimum faydayı sağlamaya çalıştıkları aşikar. Onların bu tutumu bahsedilen cemaat-iktidar örgütlenmesinin diliyle parallellik de oluşturuyor olabilir ne var ki bu onları iktidar söylemcisi veya cemaatla ortak konum alma çıkarımını yapmaya yetmez bence. Sonuçta en büyük rakibinin -ki son yıllarda ana branşların hepsinde gerisinde kalmıştır bu rakibin- içinde düştüğü durumdan faydalanmaya çalışması kadar doğal bir durum olamaz bence. Aziz Yıldırım ve tutuklanan diğer yöneticilere medya eliyle yapılan lincin, yargılama sürecince maruz kalınan haksızlıkların gs yönetimi ve taraftarınca idrak edilip, dile getirilmesini beklemek abes olur. Demek istediğim aynı dili üretseler de olaya müdahil oldukları yerler birbirlerinden farklı. Bu ikisini ayırmak gerekiyor.

  8. momos dedi ki...

    yaşadığımız zamanın halkının takımı değil fenerbahçe ne yazık ki, en azından çoğunluğunun değil. bence bu süreç ülke nüfusunun yalanlarla nasıl kimlik değiştirildiğinin de bir göstergesi oldu. eskinin saf fenerbahçeli hababam halkı şimdinin çıkarcı pis yedili halkına dönüştü. kimsenin adaleti veya özgürlüğü , eşitliği umursadığı yok, bunu elde edilemez olarak gördükleri için değil, bu kavramlara inanmadıkları için. akp ve öncüllerinin başarıyla sonuçlandıkları uzun soluklu bir kurgu bu, adaletin ütopik olduğuna, aslolanın orman kanunu olduğuna inanan bir çoğunluğa ulaştık. fenerbahçenin hakkıyla şampiyon olduğuna inanmak istemiyorlar çünkü kendileri olsa muhakkak türlü türlü oyunlar içinde olacaklarından rakiplerinin temiz olduğunu düşünmüyorlar. şu anki konjuktür gereği de yakalanması, indirilmesi gereken fenerbahçemiz olunca da temizlik adına değil, güçlü olanın zülmetmesi, sözde hakkını alması uğruna yargılama talep ediyorlar, aslında yargılamadan da öte tek istedikleri hüküm. fenerbahçe ve aziz yıldırım ceza almadıkça doymayacaklar ve mevcut cezalara rağmen fenerbahçenin halen kendilerini yenebilmesini sindiremiyorlar, onları kudurtan bu.
    mücadelemiz sadece basit bir iki yakanın takımının derbisi değil, haklı olan ile güçlünün davası asıl. kısa vadede güçlü kazanmış olsa da tarih her zaman haklının yanındadır.

  9. Ertuğ Kaya dedi ki...

    Hesabı sadece canı yanan taraftar soracak gibime geliyor, kulüpten bir beklentim yok. CAS konusunda, hatta belki ağır olacak ama bu sürecin tamamında sınıfta kaldılar.

    Süreçte eski taktik bir değişime uğradı. Artık ikide bir başbakan tüzel kişilere ceza vermek doğru değil diyor*. Etik kurulu raporu sonrası skandal bir karar açıklandı. Öncesinden 58'in değişmesi de aynı mantıkla yapılan bir icraat. Biz Fenerbahçe'yi kurtarıyoruz algısı oluşturuluyor. E, ama bir dakika, hangi suçtan kurtarıyorsun. Elinde delil olmadan empoze ettiğin suçtan mı? Bu bir kurtarma değil, tam tersine suç yamama çabasıdır. Fenerbahçe'yi delil olmadığı için resmen mahkum edemeyecekleri* için, 58'i değiştirip, bu algıyı ortaya koydular. 58'in değişmesini tahkime taşıyanlar arasında mıyız bilemiyorum ama değilsek, vay halimize.

    Hepimizin iyice farkına varmamız gereken şey, resmi olarak şike ile suçlandık, resmi olarak şikenin varlığı ilan edildi ancak kulübe resmi ceza verilmedi. Bu verebilecekleri en ağır cezadır. Başkan çıksa da bu durum değişmezse kaybetmiş olacağız. Kumpası anlatmamız ve tamamını bozmamız gerekiyor.

    Yazı güzel olmuş, tebrikler, ancak bir yere takıldım. Galatasaraylılar dediğiniz zaman bu kümeye tüm Galatasaraylılar dahil oluyor. Galatasaray'a gönül vermiş, ancak Aziz Başkan'ı haklı gören, sürecin kumpasın farkında olan bir çok Galatasaraylı var. Sesi en çok fanatikler çıkarıyor doğru, ama durumu endişe ile takip edenler, konuşmayanlar da var. Servis edilen bilgileri doğru kabul eden, sadece o bilgilere sahip olduğu için süreci ve adil yargılayamayanlar var. Fenerbahçeliye yakışan, karşısındakini düşman bellemek değil, herkese bıkmadan usanmadan, belgeleri ve delilleri ile kumpası anlatmaktır. Bunu yapmazsak asla tam olarak kazanmış olmayacağız.

    * http://www.ntvspor.net/haber/spor-toto-super-lig/64457/tuzel-kisiler-degil-gercek-kisiler-cezalandirilmali-video
    * http://www.sinerjias.com.tr/haberler2.php?pg=haberler&id=163

  10. Al lee dedi ki...

    Her yazından sonra @2'nin harika bir yazı olmuş demesine hastayım.
    Ayrıca kafanız gerçekten güzel heralde bazı şeyleri çok fazla söyleyince ya da uzun uzadıya anlatınca kendinizi de ikna edebiliyorsunuz mağdur olduğunuza ki bence sorun yok herkes kendine kognitif bir mutluluk alanı yarattığı sürece.
    Kendi fikrim ise şudur; süreç hukuksuz başlamış, hukuksuz yürütülmüş ve en nihayetinde hukuksuz sonuçlandırılmıştır. Burada devlet, tff, fb yönetimi dahil bütün partiler her türlü hukuksuzluğu yapmıştır. Bütün bu pislik içinde kendini korumaya çalışan Galatasaray oyunbozan olarak ortaya atılmaya çalışılmaktadır. Haklı olup olmadığını anlamak için sağına soluna bi bakacaksın: tüpçü, başbakan, ilhan cavcav, hıhı haklısınız mağdursunuz..

  11. ersoy dedi ki...

    @Al lee

    Galatasaraylısınız galiba. lütfen bana ROK, Mehmet Baransu, Mehmet Ali Birand gibi tiplerin GS yetkilisi, büyüğü şeklinde davranmaları sırasında sıkıntı duyup duymadığını söylermisin? eğer "bende bu konuda büyük sıkıntı duyuyorum" diyorsan, bende "olabilir, senin gibiler tribünlerde yada başka biryerde örgütlenemiyorlar, seslerini duyuramıyor olabilir" derim. hatta özür bile dilerim. amaa ... "yok, ben o adamların bu tavrından rahatsız değilim" dersen, cevabım tek olur. o da şudur "Ha siktir lan ordan, süslü yazı yazmakla adam olunmaz."

  12. Adsız dedi ki...

    Bu süreçte ilk günde aysalın galatasaray yayın organlarında şike davası ile ilgili yorum ve konuşma yapılmayacağını söyledikten sonra, çok geçmeden fikir değiştirerek "bu ateş üfleyerek sönmez" çıkışıyla başlayan yargısız infaz sürecinin savcısı, sözcüsü, borazancısı olmasını asla unutmayacağız...

    Bu konuda kendilerine yapılan eleştirilere cemal nalga olayındaki internet sitesinden yapılan konunun takipçisi olacağız açıklaması ile kendilerini savunmaları gerçekten çok gülünç oldu...

    Pireye kızıp yorgan yakmak gibi birşey herhalde bu durum... 1987 yılında sergilenen türlü türlü oyunlarla 14 yıl sonra elde edilen şampiyonluk ile rekabete tutanan bu kulübün, bu süreci kulüp olarak maddi anlamda ve sportif başarı anlamında bu kadar saha dışına taşıması karşısında kendilerine olan tüm saygımı kaybettim...

    Şu süreçten önce sahada çirkefliklerle maç kazanılmasını rakip galatasaray da olsa istemezdim... Şimdi gene istemem desem de, bu galatasaraylıların yaptıklarını düşününce sportmenliğe uymayan durumları kullanarak gerekirse kazansınlar diyorum...

    Belki kötü emsal olamaz... Aynı şekilde karşılık vermek gerekmez... Ahlaklı davranış odur...Ama bir türlü bunu kalbime anlatamıyorum...

  13. Al lee dedi ki...

    @ernesta Tarihinde Mehmet Ağar, Ergun Gürsoy gibi tiplerin varlığından rahatsız olan bir insan Mehmet Baransu, ROK, Birand gibi adamları Galatasaray'la nasıl bağdaştırabilir sence. Küfretmeden önce benim ne düşündüğümü merak edersen Ağustos ayında yazdığım şu yazıya bakabilirsin. Bakmayıp küfür de edebilirsin, tabi ama süslü yazı yazmayla adam olunucağını düşünen birine demiş olman lazım kendi içinde tutarlı olman için. http://cezayayi.blogspot.com/2011/08/gecmis-olsun-birader.html
    Herneyse ya, zaten yazdığım yorumda da ne ROK kelimesi geçiyor ne başka bişey, hukuksuzluk var diyorum başından sonuna kadar ve sürecin başlangıcı, ilerleyişi ne kadar hukuksuzsa sonunda fenerin başbakan eliyle aklanması da o kadar hukuksuzdur.

  14. ersoy dedi ki...

    @Al lee

    okudum ve anladım. ilk yazımda söylediğim gibi, özür dilerim. zaten sizin gibi rakiplerimiz var olduğu için benim hala umudum var, hala inanıyorum gelecekte bir gün bizim gibi adamların olacak bu futbol oyunu. tribünlerde yan yana oturmayı beklemiyorum, ama maç sonu beraber bira içmek, gülmek gibi hayallerim sen ve senin gibiler sayesinde hala var.

    yukarıdaki yazıda senin gibilerin hedef alınmadığı açık, fakat genelin bu olduğuda inkar edilemez.

    başbakanın aklaması, 58. madde ıvır zıvır umrumda değil. başından beri söyledik, "bizler yüzsüs insanlar değiliz, suçumuz varsa cezamızı çekeriz, bu cezada küme düşmektir" diye. şimdiye kadar taraftarımızın genel kabul gördüğü doğru budur, gariptir; bizlere "suçlu değilmiş takım" dedikçe bizim isyanımız azalmıyor. ilk başta neredeysek orada duruyoruz.

    ayrıca bu zavallı sistemin yaratıcısı Fenerbahçe değildir. bu sistem sayesinde bizler ne aklanabiliyoruz nede suçlanabiliyoruz. tam bir eyyam sistemidir bu. isyanımız bunadır, affedilmek istemiyoruz, adil yargılanmak istiyoruz. bu hedefden de sapmıyoruz. bu haldeyken başbakan, bakan, cavcav falan demeler bizleri üzüyor, hiç olmadığımız pazarlıkların içindeymişiz gibi gösterilmekten imtina ediyoruz. bizi düşürmeyenin, cezalandırmayanın suçsuzluğumuz olması gerektiğini biliyoruz, istiyoruz. eğer bu olmaz ise futbol ekonomisinin dibini dinamitlemek istiyoruz.

  15. correios dedi ki...

    valla kimse kusura bakmasın; GS yönetiminin tavrı şudur;

    - Silin puanlarını şampiyonluğumuz garanti olsun... bunu açıkça söyleyemedikleri için UEFa gelir kafamızı keser... bıt bıt bıt bıt.

    GS taraftarı da bu zokayı yutuyor ya ona yanıyorum...

Yorum Gönder