Fenerbahçe Tarihi ve Lânet Okunan Bir Pencere



Önce peşrev...

Senelerdir verdiği uğraşını, forumlardan gazetelere, gazetelerden televizyonlara taşıyan bir zat, Fenerbahçe'nin tarihi hakkında atıp tutmaya devam ediyor. Bir sene söylediği, diğer seneyi tutmuyor ama olsun. Bu memlekette fikri takibi görmek, Şirinler'i görmek kadar zordur zaten.

Tarihte devlet/ordu dinamikleriyle ilişkide olan kitle örgütlerinin (bilhassa Türkiye gibi arşivleri kapalı ve yazılan hatıraların % 60'ı yalan olan ülkelerde) bihakkın değerlendirilebilmesi çok zor. Bu analizleri yaparken bir noktadan sonra mecburi bir sığlık ile karşılaşıldığı için derine dalma imkanı olmuyor. İşte spor kulüpleri de bu çizelgenin tam ortasında.

Kuluçkadan yeni çıkan yumurta, Atatürk'e suikast suçlamasıyla asılan Doktor Nazım'ın Fenerbahçe ile ilişkisi. Buna ve bazı yan etkenlere bakıldığı zaman görülüyormuş ki Fenerbahçe "İttihat ve Terakki Cemiyeti / Fırkası" içerisinde önemli bir yere sahip olmakla kalmayıp, bu kimliği içselleştiriyormuş.

Ha, öyle mi? Bu şekilde bakacak olursak, yukarıdaki fotoğrafı da Galatasaray mı, misafir etmekle yetinmeyip içselleştirmiş? Efendim?



İkinci peşrev...

1926 yılında devrim hükümetinin büyük çaplı bir operasyonu sonucu, komitacılığa tutunması muhtemel İttihatçı kadrolar neredeyse bire kadar kırıldı. İzmir suikastı davasının uzun boylu bir tasfiye hareketi haline geldiğini, hatta hükümetin her şeyi bildiği halde müdahale için "Kara Çete"nin toplanmasını beklediğini artık hemen herkes kabul ediyor.

"Asarsak yabancı ülkeler, sivil toplum örgütleri ayağa kalkar" dendiği için Atatürk'ün "Bir asın bakalım, ne olacak?" dediği öne sürülen eski Maliye Nazırı Cavid Bey'in hiç uğruna ipe çekildiği kabul görüyor.

İstiklal Harbi Paşaları'nın, yani Kazım Karabekir'in, Ali Fuat'ın, Refet'in, Cafer Tayyar'ın Gazi Mustafa Kemal'in Ali Fuat Paşa'ya söylediği "Paşaları senin hatırın için astırmadım" kıyağı (ve biraz da halkın yüksek sevgisi) ile kurtulduğu biliniyor.

Ha keza, Doktor Nazım'ın da suikast ve benzeri işlere pek de bulaşmadığı ama uslanmak bilmez teşkilatçılık sevdasından vazgeçmediği yazılı. Bunun yanına tramvaylarda, vapurlarda bağıra bağıra "Gazoz Paşa" - "Sarı Paşa" diyecek kadar kendinden geçmesi de eklenince ilmek boynuna geçiveriyor.

Zaten ikinci davalar da İzmir'de değil, "suikast" işinden adeta ayrılarak, Ankara'da görülüyor.

(İlk parti idamların nasıl gerçekleştiğini görmek isteyenler buraya ve buraya bakabilir.)

Velhasıl Fenerbahçeli Doktor Nazım'ın Atatürk'e suikastten asılması ya da Galatasaray Lisesi'nin Fransız yapışkanlığı, alabildiğine uzatılabilecek konular. Peki bu ülkede o bilgi yetkinliğine sahip, her şeyi ortaya koyarak tartışabilecek kaç kişi var?

Koca bir lisenin "öğrencileriyle beraber" vatan haini olması mümkün mü?

Doktor Nazım, İTC/F'nin içerisinde iken Fenerbahçe'ye bir örgütlenme imkanı olarak baktı diye Fenerbahçe'nin "İttihatçı" olduğunu söylemek mümkün mü?

Neymiş, Elkatipzade Mustafa ve Sabri Toprak da Fenerbahçe'deymiş. Ee, ne yani?

Sabri Toprak, Atatürk'ün en yakınında olan isimlerden birisiydi. İttihatçı A takımını tasfiye eden Atatürk'ün Sabri Toprak'a kabinede görevler vermesi hangi mantığa sığıyor?

Bırakalım onu, Elkatipzate Mustafa'ya bakalım. Nur içinde yatsın; bu adam onca servetine rağmen, eline süpürgeyi alıp kulübün içini dışını süpüren bir insandı. Kulüp her dara düştüğünde malını mülkünü satıp savıp yardıma koşardı. Bu ilişkiyi siyasi bir temele indirmek bu kadar kolay mı?

Kolaysa, bir kolaylık da bizden olsun.

Yukarıdaki fotoğrafın çekildiği yer İstanbul. Ön planda atın üzerinde yürüyen subay ise ülkemizin "Batıya Açılan" penceresine gelen bir misafir. Tövbe, sadece oraya değil. Komple ülkemize gelen bir misafir ama öyle böyle misafir değil. 25 Kasım 1918'de İstanbul'a ayak basan İşgal Orduları Kumandanı Fransız General Franchet d'Esperey. Breh breh breh...

Gerçi kendisi bununla yetinmiyor. İlk girişi çok sönük bulduğu için, bu kez 8 Şubat 1919 yılında Fatih Sultan Mehmet’in şehre girdiği kapıdan, surlar içerisinden yine bir atla, Türk bayrağını çiğneyerek geliyor. Siz bakınız, ilk geliş 1918.

Ama ondan önce aşağıdaki ilk metin. Tarih 27 Aralık 1919. Mustafa Kemal Paşa, Ankara'ya varmış. Halka konuşma yapıyor. Ve diyor ki:

“Tekrar ediyorum, aleyhimizde serdedilen mütalaat yanlıştır. Bu hakikat tarihen ve mantıkan sabittir. Bu hususu yalnız garba değil, hatta vatandaşlarımıza da ehemmiyetli bir surette ihtar etmek lüzumunu hissediyorum. Çünkü nadirattan olmakla beraber teessüfle işitiyoruz ki, milletin tarihini okumamış veya hiss-i milliden mahrum kalmış olması lazım gelen bazı şahıslar, ecnebilerin aleyhimizde serdettikleri ithamatı reddetmedikten başka vatanlarını, milletlerini kabahatli göstermekten çekinmiyorlar. Hâlâ bugün, sultani mektebinin salonlarını aleyhimizde konferans verdirmek için ecnebilere küşade bulunduranlar var, bu gibilere lanet…” (*)

Aşağıdaki metinlerin tarihi ise 25 Kasım 1918. Konuşmaların kimlere ait olduğu yazılı:

Salih Arif Bey (Galatasaray Lisesi Müdürü)
“Askeri meziyetleri bütün dünyaca tasdik edilmiş olan büyük bir komutanı selamlamak bizim için büyük bir bahtiyarlıktır. Vaktiyle Fransa’nın yardımlarıyla yapılan bu mektep memleketimize birçok önemli şahsiyetler yetiştirmiştir. Bu mektebin eski bir talebesi olmam hasebiyle müessesedeki uygulamaların izini takip etmeye çalıştık. Şu dakikada yanınızda bulunan sekiz Fransız öğretmen, bu müessesenin içinde kendilerini o güzel memleketinizde imiş gibi farzetmekte olduklarını müttefik olarak zat-ı âlilerine beyan edeceklerdir…” (**)

General Franchet d'Esperey (Müttefik İşgal Orduları Kumandanı)
“Mektebinizin müdürü Salih Arif Bey, Fransız öğretmenlere gösterdiği kolaylık ile minnettarlığımızı kazanmıştır. Fransızlar tarafından kurulan Mekteb-i Sultani, mevcudiyetini merhum Sultan Abdülaziz’e borçludur. Sultan Avrupa’daki dengeleri kollamak suretiyle nasıl tavır alacağını pek güzel takdir edebilmiş ve Almanya ve Avusturya yerine, Fransa ve İngiltere’nin yardımını kabul etmişti. Maalesef halefleri kendisi gibi olamadılar… Siz gençler, yeni padişahınızı takip ediniz… Binaen-aleyh mektebin ve bilhassa müdür Salih Arif Bey’in minnettar kaldığımız bu muamelesini ilelebet unutmayacağım gibi bunu memleketimde anlatmayı bir görev addedeceğim.” (**)

Şimdi bu zatların Fenerbahçe'ye bakış açısıyla göz atacak olursak, saniye beklemeden şunu diyebiliriz:
"Mekteb-i sultani vatan hainidir"

Ama demeyeceğiz. Çünkü biliyoruz ki okul duvarından kaçıp cepheye gidenler de cephede şehit olanlar da vatan evladı öğrenciler.

Ha, maksat analiz yapmaksa, yapalım.

Maksat karanlık yanları ortaya çıkartmaksa, çıkartalım.

Hiçbiri değil de maksat sallamaksa ona da varız. Biz her şeyi izah ederiz.

Sadece bir tek şeyi merak ediyoruz. Siz Fenerbahçe'ye baktığınız gibi kendinize bakınca şu satırları nasıl izah ediyorsunuz?

Kestane kebap, acele cevap.

"Bu arada Mekteb-i Sultani’de hedef haline gelmişti. Okulun önce İngilizler tarafından sonra da İtalyanlar tarafından işgal edileceğini öğrenen dönemin müdürü Salih Arif Bey soluğu Fransız Sefaretinde almış ve zaten var olan iyi ilişkilerine dayanarak işgallerin önlenmesini istemiştir. Fransız sefareti, Paris’ten aldığı talimatla tüm işgal komutanlıklarına okulun Fransa tarafından işgal edildiğini, orasının artık Fransa toprağı olduğunu hatırlatmış ve okul böylelikle koruma altına alınmıştır!" (**)

(*) Gazi Mustafa Kemal, Büyük Nutuk, Vesika No. 220

(**) Prof.Dr.Vahdettin Engin, 1868’den 1923’e Mekteb-i Sultani



11 comments:

  1. aspayze dedi ki...

    Aklı başında hiçbir Fenerbahçeli İttihat ve Terakki ile Fenerbahçe bağlantısını inkar etmez ve bu bağlantı ile gurur duyar. Mustafa Kemal Paşa ve İsmet Paşa, İttihat ve Terakki üyesi değil miydi? Atatürk, Teşkilatı Mahsusa'da görev yapmadı mı? Bugün bizim Atatürk devrimleri olarak adlandırdığımız yenilikçi hareketler zaten İttihat ve Terakki'nin parti programında olmayan şeyler miydi? Karakol Teşkilatı, Anadolu'ya o kadar adamı ve silahı kaçırırken Özbekler Tekkesi ve Fenerbahçe kulübünü bu eylemlerin tam merkezinde değil miydi? Fenerbahçe, sadece işgal kuvvetleri ve azınlık takımları ile maçlar yapıp yendi diye mi Kurtuluş Savaşımızın en önemli sembollerinden birisi oldu?

  2. erimoc dedi ki...

    Yakında Harrington kupasını alıp Türklerin götünü kaldırdığımızdan dolayı olimpiyatlardan da men edilebiliriz.Hazırlıklı olmak lazım!!!

  3. gumgumok dedi ki...

    Fenerbahçe zamanında ittihadçılar tarafından sarmalanmış, belli amaçları için yönlendirilmiş olabilir. Galatasaray da 'kozmopolit' (sözkonusu yazar burada batı hayranı ya da fransız kültürü aşığı demek yerine kozmopolit kelimesini seçiyor nedense) bir yapıda olduğu için bu amaca hizmet edemeyeceğinden dolayı seçilmemiş olabilir.
    Ee peki bu kadar analiz neden o halde? Bütün bir yazı dizisi boyunca Fenerbahçe'nin İttihadçıların amaçları uğruna yapılandırılıp yönlendirdiğini yazıyorsun ama yazının sonunda 'şimdi böyle bir şey mümkün değil' mealinde bir cümle kurup cemaatin benzer bir amaçta olamayacağını söylüyorsun. Bu kadar fenerbahçe-ittihadçılar analizini niye yaptın o zaman diye sorarlar adama.

  4. Adsız dedi ki...

    son zamanlarda yazılı ve görsel medyada (bi ilave sosyal medyada) fenerbahçe tarihi allemelerinin akla ziyan faraziyelerini okumak da yeni moda oldu eh zahir düşene bir tekme de sen at durumu ama Allah aşkına öyle şeyler okuyorum ki bunu iddia edenin zekasından nasıl şüphe etmem neymiş Fenerbahçe'' PAPAZIN ÇAYIRINDA KURULUP MAÇ YAPTIGI İÇİN ASLEN PAPAZ TAKIMIDIR''breh breh bu iddiayı yapan kim aytunç altındal isimli bir araşatarmacı yazar yahu bu adama desem ki güzel abim maç yapılan yerin adından koca takımı nasıl papaz yaptın diye sorsam ne cevap verecek böyle bir mantık varmı ya bunun gibi akla ziyan zırvalıklar yüzünden çektiğimiz nedir arkadaş başka bir iddia rum takımıymışız artık o kadar kanıksadım ki peşinden gelecek cümleyi ezbere biliyorum ee lefter kücükandonyannis ne olmuş ulan lefterin fenerbahçede oynuyor olmasında sizde ne gibi bir sıkıntı oldu o lefter ki yunanistanda oynanan yunanistan Türkiye maçında leftere defol Türk tohumu dediklerini ve maçı o rum dediğiniz Lefterin golüyle galip geldiğimizi bilmezsiniz daha dogrusu işinize gelmediği için bilipte bilmezliğe sıgınırsınız öyle oluncada aaa öylemimiymiş deyip ardından da ne olmuş onun rum oldugu gerçegini degiştirmezki demeyide bilirisiniz ama bu sakat kafaya ne anlatsam boş adam inanmak istediğine inanıyor ve bunu gerçekmiş gibi kabullenip sagda solda anlatıyor böyle oluncada koca koca araştırnmacı yazarlar!! fenerbahçe papaz takımı oluyor sevsinler sizin araştırmacı kişiliğinizi...

  5. Adsız dedi ki...

    3 temmuz ile başlayan bu kaosun bazen menfi seylere de sebep olduğunu düşünmüyor değilim. mesela fenerbahçe taraftarının gösterdiği tavır yada şurada tarihi tartışıyor olmak gibi ama bunlar yaşanan laneti haklı çıkarmaz tabi ki

    işin tarih boyutuna gelirsek; malum kendini tarihçi olarak addeden melih şabanoğlunun yine eski Zaman şimdinin Sabah yazarı amerika'da ögretim uyesi olan cemaat menşeeli şükrü hanioğlu'yu referans vererek topyekün bizi ittihatçı yapması bana bir tarih tartışmasından ziyade artniyetli 'bir ittahatçiler' algısı yaratmak.

    şükrü hanioğlunu tanıyanlar bilir ama bilmeynler için söylim tanzimatla başlayan süreçle baslayan yeniliklerin çoğuna eleştirel bakan zamam zaman karşı çıkan biri (konuyla alakasız belki ama ermeni soykırımı konusunda cesur bir kalemdir - amerikada yaşaması etkili bunda) hani diyeceğim o ki imam zaten osurukçu cemaatte doğal olarak sıçar. m. şabanoğlunun ittihatçılara yönelik bakışı ş. hanioğluyla paralel. ben ittihatçılar dolayısıyla fnerbahçe eleştirilmesin demiyorum. tabiri caizse dibine kadar gidilsin ama önce tarihe saygı duymalı sonra tarhi bilmeli ve nihayetinde tarihsel olguları kendi bağlamında değerlendirmek.

    benim itirazım şu mesela fenerbahçeli atatürkü sahiplenirken karşı çıkanlar hatta fenerbahçeden daha fazla atatürkçü olanlar neden o zaman atatürkün ittihatçılığını hatırlamazlar da fenerbahçe işin içine girince ittihatçılar üzerinden fenerbahçeyi linç ederler. bizzat melih şabanoğlunun kendisi geçen seneydi yanlış hatırlamıyorsam, NTVde yine kulüplerin tarihi tartışılırken atatürkün FB taraftarlığı gündeme geldiğinde tepki koymuş atatürkün ortak değer oluşuna vurgu yapmıştı. ama adama sorsan FB ittihatçı. yemezler

    kulüp iktidar ilişkisine gelince evet bu konuda hiç masum değiliz lakin hiç kimse bu konuda gsnin eline su dökemez dönemin iktidarı eliyle iktidarın göbeğinde kurulan bir takım kalkıp başkalarına iktidar dalkavuğu diyemez herhalde

    bugün bizi ittihaçı ilan etttiler ama bu gidişle memleketin bütün pisliğinden bizi sorumlu tutacaklar.

  6. efes darth dedi ki...

    Nutuk ve Galatasaray Lisesi üzerinden Galatasaray düşmanlığının paha biçilemez ucuzluğu



    Belki kökeni daha eski, ama ortaya çıkışı 2000'lere dayanan bir akım kol geziyor ülkede. Bu akım önce zihinlerde başladı, sonra tribünlere yayıldı, yani sahaya "yansıdı", şimdiler de ise internet üzerinden yayılıyor. Yani çoğalıyor yeni biçimler ve mecralar kazanarak.

    Bu akımın adı "ötekileştirme". Ya da rakiplerini ulusal vurguya atıfta bulunarak aşağılama çabası diyelim.

    Temelde herkes köşesinden bucağından muzdarip bu ötekileştirmeden. Çünkü herkes kendini "ulusötesi" üzerinden değil, "ulus" üzerinden tarifle meşgul.

    Bu nedenle sonradan içeriği değişen "Türk olmayan takımları yenmek" misyonu da diğerlerini ötekileştirmede kullanılan dolgu malzemesi olarak burada yer alır. Mütareke döneminde işgal altında bulundurulan İstanbul'daki yabancı askerî birliklerle yapılan futbol maçları üzerinden yaratılan "ulusal kurtuluş hareketinin İstanbul şubesi Fenerbahçe" imgelemi de (1). Beşiktaş da bu yarışa ilk Türk spor kulübü iddiasıyla katılır.

    Bu söylemlerin tarihi gerçeklikle ne kadar uyumlu olduğu başka bir tartışma konusu. (Ve de başka yazı konusu elbette.) Bu yazıda, ilk bakışta naif ya da çocuksu görünen, ama ağızdan çıktıktan sonra inanılmaz tehlikeli hale gelen bir ötekileştirme kampanyası, "Mekteb-i Sultânî temelli Galatasaray düşmanlığı" ele alınacak.





    Kampanyanın kaynağı


    Bu kampanyanın kaynağı bizzat Mustafa Kemal'in kendisi. Ya da şöyle söyleyelim. Mekteb-i Sultânî üzerinden Galatasaray düşmanlığının kaynağı Mustafa Kemal'in 1920'nin ilk günlerinde Ankara'da yaptığı bir konuşmaya dayandırılıyor. Mustafa Kemal, Nutuk'un "Vesikalar / Belgeler" bölümünde yer alan bu konuşmasında Mondros Mütarekesi'nden sonraki gelişmeleri özetler, Batı dünyasının Türkler'i hâkir gören yaklaşımını acımasızca eleştirir. O konuşmanın internet âleminde çok revaç bulan o meşhur bölümünü bugünün Türkçesi'yle buraya aynen alalım:

    "Yineliyorum; bize karşı sürülen düşünceler yanlıştır. Bu gerçek, tarihçe ve mantıkça tanıtlanmıştır. Bu konuyu yalnız Batıya değil, dahası yurttaşlarımıza da önemli biçimde anımsatmak gereği duyuyorum. Çünkü seyrek olmakla birlikte üzülerek işitiyoruz ki ulusun tarihini okumamış ya da ulusal duygudan yoksun kalmış olması gereken kimi kişiler, yabancıların bize karşı ileri sürdükleri suçlamaları geri çevirmedikten başka yurtlarını, uluslarını suçlu göstermekten çekinmiyorlar. Bugün yine, sultanî mektebinin salonlarını bize karşı konferans verdirmek için yabancılara açık bulunduranlar var; bu gibilere lanet..." (2)

    Tartışma eksenleri

    Bu konunun iki temel ekseni var. İlk eksen tarihe ilişkin.

    Tarihsel eksenin önemi, Mustafa Kemal'in belirttiği duruma ilişkin temel çerçevenin iyi bilinmesini gerektiriyor. Diğer bir deyişle Mustafa Kemal'in dediklerini anlamlandırmak için ne olup bittiğini bilmemiz çok önemli.

    Mustafa Kemal'in konuşmasında bahsettiği Mekteb-i Sultânî'deki konferans, Damat Ferit'in Sadrazam (Başbakan), Ali Kemâl Bey'in de Maarif Vekili (Milli Eğitim Bakanı) olduğu kabinenin iktidarda olduğu zamana tarihlenmeli. Bu hesapla konferansın 4 Mart'la İzmir'in işgal edildiği 15 Mayıs 1919 arasında gerçekleştiğini tahmin ediyoruz.

    Burada önemli olan bir nokta var; o da şu: Söz konusu konferans gerçekleştiğinde Mustafa Kemal henüz İstanbul'daydı. Mustafa Kemal toplantı hakkında bu kadar bilgi sahibi olmasını, basını da detaylı inceleyebildiği İstanbul'da bulunmasına borçlu olsa gerektir. (3)

  7. efes darth dedi ki...

    Konferansta neler oldu?

    Mekteb-i Sultânî'deki bu konferans, Dönemin Başbakanı Damat Ferit Paşa tarafından düzenlenmişti. Damat Ferit toplantıyı Mekteb-i Sultânî'de düzenlemekle İşgal Orduları Komutanı Franchet d'Espèrey'e bir nazire yapmak istiyordu muhtemelen. Devlet erkanıyla işgal kuvvetlerine mensup şahısların(kordiplomatik ve askerî zevat, yabancı şirket yöneticileri, vb.) katıldığı konferansın açılış konuşmasını bizzat Damat Ferit Paşa yapmıştı. Sadrazam'dan sonra dönemin Milli Eğitim Bakanı Ali Kemal Bey kürsüye gelmiş, ardından Borçlar İdaresi (Duyun-u Umumiye) müdürlerinden Ragıp Bey Fransızca bir konuşma yapmıştı. Mekteb-i Sultânî'den feyz alanlar arasında bulunan Refik Halit Karay, katılmış olduğu bu konferanstan aklında kalanları yıllar sonra tatlı ve edebi bir dille aktardı bize "Mütareke Dönemi Anıları"nda. (4)

    Peki ne konuşuldu bu toplantıda? Refik Halit Karay'ın anılarından öğrendiğimize göre temelde İttihat Terakki döneminde gerçekleştirilen "tehcir ve taktil" (göçettirme ve katletme) politikaları eleştirilmişti bu konferansta. Konferansın temel gündeminin bu olduğunu, Mustafa Kemal'in, konuşmasında adını geçirmedediği halde, "tehcir ve taktil"in bazı haklı nedenlere dayandırmasından da anlıyoruz.

    Mustafa Kemal'in Ankara'da yaptığı ve Nutuk'un "Vesikalar / Belgeler" bölümünde yer konuşmasında bu konuyla ilgili kullandığı cümle aynen şöyledir: "Herhalde Türkiye'de zuhûra gelmiş (ortaya çıkmış) şayan-ı arzu olmayan bazı ahval (istenmeyen kimi durumlar) birçok esbap ve mazarete istinat etmektedir (birçok nedenlere ve özürlere dayanmaktadır.)" (5)

    Mantıksal eksen

    Konunun ikinci ekseni ise mantıksal çerçeve.

    Burası, çok sorunlu bir bölge. Çünkü ciddi mantıksal hatalar yer alıyor bu eksende. Biraz daha açmak gerekirse, Mekteb-i Sultânî üzerinden yapılmaya çalışılan Galatasaray düşmanlığı temelde şu mantık zinciriyle kurulur:

    1. Mekteb-i Sultânî, yani Galatasaray Lisesi bir Fransız okuludur.
    2. Mekteb-i Sultânî bir Fransız okulu olduğu için Mütareke Dönemi'nde mektebin kapıları işgalcilere açılmıştır.
    3. Nutuk'ta Mustafa Kemal de belirtir bunu.
    4. Bundan dolayı "Mekteb-i Sultânî" vatan hainidir. (Maalesef 2000'lerin başlarında hem Şükrü Saraçoğlu, hem de İnönü'de böyle pankartlar açıldı.)
    5. Galatasaray Lisesi bir Fransız okulu olduğu için mektep binasında Fransa bayrağı dalgalanır.
    6. Galatasaray da Galatasaray Lisesi'nde kurulduğu için bir Fransız takımı ve kulübüdür.
    7. Galatasaray kapılarını işgalcilere açarken Fenerbahçe ulusal mücadeleyi desteklemiştir.
    8. Dolayısıyla Fenerbahçe Türkiye'nin takımıdır. Galatasaray ise ecnebilerin.

    Fazla detaya girmeden birer birer bu zincirleme mantık hatalarının üzerinden gidelim.

    Osmanlı modernleşmesi ve Mekteb-i Sultânî

    1. Her ne kadar kuruluşunda Fransızlar önemli görevler de üstlenseler de Mekteb-i Sultani 1868'de, Sultan Abdülaziz Hân döneminde, bir Osmanlı kurumu olarak 15 Nisan 1868 tarihli Sadaret (Başbakanlık) tezkeresiyle kuruldu. (6)

    Bu tezkere üzerine Mekteb-i Sultânî'nin açılışını ilan eden padişah iradesi, ardından da Mekteb-i Sultânî'nin nizamnâmesi, yani tüzüğü yayınlandı. Mektebin kuruluş amacının açıklandığı bu tüzüğün birinci maddesi aynen şöyleydi:

    "İşbu Mekteb-i Sultânî memâlik-i devlet-i aliyyenin ihtiyacâtına muvafık suretde her sınıf teb'a-i saltanat-ı seniyye etfâlinin talim ve terbiyeleri içün Avrupanın derece-i sâniye mekteblerine tevfikan te'sis ve teşkil olunmuştur." (7)

    Bugünün Türkçesi'ne çevirecek olursak tüzüğün birinci maddesi şöyle diyordu: "Mekteb-i Sultânî, Avrupa'daki ikinci derecede okullara (lise) benzer biçimde, her sınıfa mensup imparatorluk vatandaşlarının çocuklarını, devletin gereksinimlerine uygun biçimde eğitmek amacıyla kurulmuştur."

    Görüldüğü gibi Mekteb-i Sultânî'yi kuran devlet, "memâlik-i devlet-i aliyye", yani Osmanlı'dır, Fransa değil.

  8. efes darth dedi ki...

    2. Mekteb-i Sultânî bir Fransız okulu değil Osmanlı mektebi olduğu Fransızlar'a ve İngilizler'e karşı savaşılan Birinci Dünya Savaşı'nda da faaliyetlerini sürdürdü. Doğrudan Fransızlar'ın yönettiği St. Joseph, St. Michel ve benzeri okullar gibi Birinci Dünya Savaşı sırasında kapatılmadı.

    Mekteb-i Sultânî hastane oluyor

    Mekteb-i Sultânî, Birinci Dünya Savaşı'nda kapatılmadığı gibi, önemli bir görevi daha üstlendi: Çanakkale Savaşı nedeniyle İstanbul'daki bütün hastaneler yaralılarla dolunca, hastaneye dönüştürüldü. Mektepteki yatılı öğrenciler evlerine gönderilerek yatakları, Gülnihal Vapuru'nun taşıdığı Çanakkale gazilerine verildi. Mektebin damına da "düşman" uçakları tarafından bombalanmaması için hastane olduğunu belirten büyük bir "kızılay" sembolü çizildi. (8)

    3. Mekteb-i Sultânî, Balkan ve Birinci Dünya Savaşı'yla bunları izleyen Kurtuluş Savaşı'nda 40'tan fazla mensubunu kaybetti. Birinci Dünya Savaşı'nda gönüllü olarak orduya yazılan ve Kafkasya, Çanakkale, Filistin, Irak gibi cephelerde canını kaybeden Mekteb-i Sultânî öğrencisi veya mezunu sayısı 30'dan fazladır. (9)

    4. Bir Osmanlı kurumu olarak Mekteb-i Sultânî kurulduğu ilk günden Cumhuriyet'in ilanına kadar Osmanlı Devleti tarafından yönetildi. Hiçbir zaman özerklik kazanmadı. Diğer bir deyişle Mekteb-i Sultânî müdürü, her dem Osmanlı devletinin bir memuru oldu, maaşını ve de emirlerini Osmanlı'dan aldı.

    Ne anlama geliyor bu? Çok basit. Nasıl ki bir lise müdürü bugün Milli Eğitim Bakanlığı'ndan habersiz hiçbir şey yapamazsa, dönemin Mekteb-i Sultânî Müdürü de yönetimden habersiz hiçbir şey yapmadı. Yapamazdı da. Hele ki padişahlık döneminde. Dolayısıyla İşgal Kuvvetleri Komutanı Franchet d'Espèrey eğer Mekteb-i Sultânî'yi ziyaret ediyorsa, bunu, ziyaret Sadaret ve Saray tarafından onaylandığı için gerçekleşmiştir diye okumak gerektir.

    Ayrıca şunu da belirtmekte fayda var. İşgal Kuvvetleri Komutanı'nın ziyareti, Mekteb-i Sultânî'nin değerinden hiçbir şey eksiltmez. Eğer burada kınanacak bir durum varsa, o da İstanbul'un, yani Osmanlı başkentinin işgal altında olmasıdır, Mekteb-i Sultani'ye yapılan ziyaret değil.

    Hasan Tahsin'ı olmayan şehir

  9. efes darth dedi ki...

    5. Mütareke döneminde tarihlerimiz İstanbul'da işgal kuvvetlerine karşı tek bir kurşun atıldığını yazmaz. Yani İzmir'deki gibi bir "Hasan Tahsin"i ya da Ayvalık'ta işgalci Yunanistan Ordusu'na direnen "172'nci Alayı" yoktur İstanbul'un. Tam tersine işgal ordularıyla sosyalleşen, onların onurlarına "çay partileri" veren yılışık Osmanlılar'ı vardır. Bu yılışık Osmanlılar Saray'dan Bâb-ı Âlî'ye, futbol sahalarından devlet kurumlarına kadar, her dem her yerdedirler. Dolayısıyla Franchet d'Espèrey'in Mekteb-i Sultânî ziyaretini bu bağlamda ve ortamda değerlendirmek gerekir.

    6. Unutulmasın ki, Mekteb-i Sultânî, kurulduğu 1868 yılından Cumhuriyet'in ilanına kadar Osmanlı'nın kozmopotizmini bünyesinde yaşamış ve yaşatmış nadir kurumlardan birisdir. Mektep, dönemin Osmanlı yurttaşı olan her ulustan çocuğun eğitim gördüğü bir ocak oldu her dem. Bu anlamda Mekteb-i Sultânî'nin, milletleröte, dinleröte, kültürleröte bir kurum olduğunu söylemek yanlış olmaz.

    Okulun bu karakteri nedeniyle Mekteb-i Sultânî'de, sadece Osmanlı ve Cumhuriyet döneminin yöneticileri değil, Karadağ'dan Arnavutluk'a, Bulgaristan'dan Suriye, İsrail ve Mısır'a kadar, bir zamanlar Osmanlı toprağı olan bütün ülkelerin yöneticileri yetişti. Bu karakter mektebin kültürel zenginliğine işaret eder, zayıflığına değil.

    7. Galatasaray Spor Kulübü sivil bir girişim olarak Mekteb-i Sultânî mezun ve öğrencileri tarafından kuruldu. Bu iki kurum arasında İkinci Meşrutiyet sonrasında yarı organik bir ilişki oldu. Spor Kulübü adını Mektep'ten, Mektep de rengini Spor Kulübü'nden aldı.

    Ancak bu yarı organik ilişki Galatasaray Spor Kulübü'nü Mekteb-i Sultânî üzerinden "ötekileştirme" hakkını kimseye vermez. Vermemeli de.

    Ayrıca ortada "ötekileştirme"yi mâkul gösterecek hiçbir şey de yoktur.

    Bu anlamda Galatasaray Spor Kulübü'nü eleştirmek isteyenler, bu cüretlerini, Mekteb-i Sultânî ya da Galatasaray Lisesi gibi bir arayüz ya da dolayım kullanmadan göstermeli.

    Beşiktaş ve Fenerbahçe'deki mektepliler

    8. Kaldı ki sadece Galatasaray Spor Kulübü'nün değil, diğer kulüplerin kuruluş ve büyüme dönemlerinde de Mekteb-i Sultânîliler'in ön planda olduğunun altını iki kere çizmek gerektir.

    Mesela bugün Türkiye'nin en eski spor kulübü olarak kabul edilen Beşiktaş Jimnastik Kulübü'nün (Bereketiko Jimnastik Kulübü) bir numaralı kurucusunun Mekteb-i Sultânî 1894 mezunu Mehmet Şamil (Şhaplı) olması hiç şaşırtıcı değil. (10)

  10. efes darth dedi ki...

    9. Sadece Beşiktaş'ta değil, Fenerbahçe'de de Mekteb-i Sultânî mensupları önemli görevler üstlendi. Örnek vermek gerekirse bugün Fenerbahçe Spor Kulübü'nün resmi sitesinde "başkan" olarak ilan edilen isimler arasında üç tane Mekteb-i Sultânî mensubu vardır. (11) Bunlar sırasıyla Ömer Faruk Efendi, Ali Naci Karacan ve Hasan Kâmil Sporel. (12) O Hasan Kâmil Sporel ki, Galatasaray'ın futbolcusuyken Fenerbahçe'nin kuruluşunde yer almış, hatta Fenerbahçe formasıyla Galatasaray'a karşı ilk gol atma onuruna da ulaşmış bir mekteplidir.

    Hatta bir adım ileri giderek şunu diyelim. Türkiye'nin ilk futbol kulübü kabul edilen Black Stockings FC (Siyah Çoraplılar) kuruluşunda da Mekteb-i Sultânî mensupları vardı. Altınordu Kulübü'nün kuruluşunda da, Bakırköy İdman Yurdu'nun da. (13)

    10. Yani görüldüğü gibi, haksız yere "vatan haini" saftasıyla töhmet altında bırakılan Mekteb-i Sultânî, sadece Galatasaray Spor Kulübü'nün değil, bir kısmı bugün de devam eden birçok spor kulübünün bir anlamda doğumhanesi oldu.








    Atatürk ve Galatasaray

    11. Mustafa Kemal'in Ankara'da yaptığı konuşmada zikrettiği bir cümle yüzünden Mekteb-i Sultânî üzerinden Galatasaray'ı küçültmeye çalışanların bilmesi gereken bazı şeyler daha var.

    Mesela Galatasaray düşmanlığında kaynak kişi olarak gösterilmeye çalışılan Mustafa Kemal'in Cumhuriyet'in kuruluşuyla adı Galatasaray Lisesi'ne dönüşen Mekteb-i Sultânî'yi tam 3 kez ziyaret ettiği bilgisi. (Bu önemli, zira Mustafa Kemal, eğer bir saniye için bile Mekteb-i Sultânî'nin "vatan haini" yetiştiren bir kurum olduğunu düşünmüş olsaydı, bırakalım bu mektebi 3 kez ziyaret etmeyi, anında kapatırdı bu okulu.) (14)

    Mustafa Kemal ilkini 2 Aralık 1930 tarihinde gerçekleştirdiği Galatasaray Lisesi ziyaretini izleyen günlerde bir fotoğrafını "Galata Saraya" diye yazarak da göndermişti.

    12. Cumhuriyet'in kuruluşunda Mustafa Kemal'in yanında bulunan çalışma arkadaşlarının neredeyse sadece İsmet İnönü hariç hepsinin çocukları Galatasaray Lisesi'nde okumuştur. Mesela Kılıç Ali'nin, mesela Recep Peker'in, mesela Kazım Özalp'ın, mesela Salih Bozok'un, mesela Nuri Conker'in.

    Çok nettir ki, Atatürk'ün en yakınında bulunan bu insanlar çocuklarını, Mustafa Kemal'in "vatan haini" diye nitelediği ve sevmediği bir okulda okutuyor olamazlardı.

    Sonsöz

    Burada da gösterilmeye çalışıldığı gibi Mustafa Kemal'i kaynak göstererek Galatasaray Lisesi ya da eski adıyla Mekteb-i Sultânî üzerinden Galatasaray'ı "ötekileştirmeye" gayret etmek, tarihsel bir dayanaktan yoksun.

    Hatta bundan da öte, böyle bir gayrette bulunanların Mustafa Kemal'in ne dediğini bile anlamadıkları çok açık.

    Bu nedenle de, "Galatasaray Lisesi eşittir Fransız okulu, bu da eşittir Galatasaray Türk değildir, bu da eşittir Galatasaray vatan hainidir" yollu akıl yürütme, hastalıklı bir zihne sahip olmayı gerektirir.

    Böylesi bir zihne sahip olanlar için sözü Mustafa Kemal'e bırakalım: "Bu gibilere lanet."


    melih şabanoğlu

  11. Unknown dedi ki...

    Demek ki neymiş; nick seçerken dikkat etmek lazım, onlarca post'luk yorumu "ahahahaah" diye nick'le yazınca, sonunda da "....deeermişim" diye bitirecek izlenimi oluyor...

    Neyse, Melih bey gerekli açılardan "bazılarıyla" cevabını vermiş. Benim bildiğim adaşım da bir iki açı katar bu diyaloğa...

Yorum Gönder