Hesap Vakti


Hayır bu maç 3 Temmuz günü başlamadı. İçinden geçmekte olduğumuz bu karanlık tünele biz, daha geçen yıl, Nisan ayında soktuk bedenimizi. Her maçın sonunda başlayan "şike", "şaibe" korosunun sağır edici gürültüsü altında, 61 numaralı futbolcuların sahaya düşen ayakkabılarına baka baka terimiz kaldı sahada. Bursa, Antep, Buca, Karabük, her birinde ciğerimizden bir parça söküldü, her birinin sonunda yepyeni iddialar atıldı ortaya.

Başkalarının sigaralarını bastığı küllük haline gelmiş Telegol programlarında başladı yalanın ilk cümlesi. Trabzonlu milletvekilleri kanal kanal gezip Emre şike yapmış diye hepimizin asabıyla oynarken, çubuklu formayı giyenler salim kafayla maça çıkmak için kendilerini zorladılar.

Öfkemiz bir marş gibi taştı buhran tellallarının küfürlerine, "büyük bir gümbürtü var bu sokaklarda" dedik, Barba Aristidi'nin hatırasına sığınıp, kelimeler bulmaya çalıştık, mafya babalarının, Meclis başkanlarının ortak basın açıklamalarına.

Bakan bakan stat gezip ihaleler dağıttılar gözümüzün önünde. Belediye başkanları Ankara'dan selam çaktı Karadeniz'e. Oğulları Serhat Ulueren'le konuşurken, bir başka sarı lacivert takımın ölüm fermanını yazdıklarını bile anlamadık.

Sivas'ın acı tarihine nazire yaparcasına, elimizde poşetlerle, formalarla, biletlerle gittik stadlara. Bunca küfrün, kıyametin ortasında bir tane romantik gazeteci yazmazken hikayemizi, gencecik kızlar, koca koca adamlar, Ankara'dan, Mersin'den, Adıyaman'dan koşup gittiler maça.

Milyonlarca taraftarın yanyana.. Stadlar hep panayır yeri.

Kazandık. Kazandık. Gözlerine sokar gibi, altlarından bu dünyayı çeker gibi kazandık. Selçuk'un vurduğuyla, Andre Santos'un sol kanattan akışıyla, bir film gibi.

Hayır bu maç bir Temmuz sabahı başlamadı. Ondan çok önce, Chelsea'nin önünde bir başka rüya kurarken başladı. Dizginlenemez, durdurulamaz, halkın sevgisi ve heyecanıyla yoğrulmuş yepyeni bir yürüyüşün ilk adımlarını atarken biz, nefretin, hasetin de ilk tohumları serpildi.

Haset, kıskançlık, nefret, yalan, iftira. Fenerbahçe karşıtı olmakta birleşenlerin eşsiz, benzersiz duyguları mızraklarını bize çevirdi. Aziz Yıldırım hedefe kondu, fenerbahçeli medya efsaneleri çıkartıldı, Haluk Ulusoy'dan, Mahmut Özgener'e kadar bütün Federasyonlar Fenerbahçe'nin adamı olmakla itham edildi.

Bir Hıncal, bir serhat, bir erman, bir haşmet ve kafa sallayan hık dedikçileri.. Kalem kalem, manşet manşet geldiler çubuklunun üstüne.

Kumpaslar, komplolar, koalisyonlar. Her maçın öncesinde forma değiştiren, nefretten ağzı yüzü değişmiş kalabalıklar.

Öfke, üzüntü, mutsuzluk. Yıllarca birikti.

Bu 90 dakika, bugün başlamadı. Üç temmuz sabahı bile değil, ondan yıllar önce.

Sonra bütün biriktirdikleriyle geldiler üstümüze.

Başkanın kapısını polislerin çaldığını gördük, gazete manşetlerinde "Şikeci Fener"

Hiç bitmeyecek bir koro, Baransu'nun ağzından taşan salyaları yazı yapıp gönderdi üstümüze. Şikeci Fenerbahçe. Fenerbahçe kümeye. Bank asya'ya.

"Bu sefer" dediler "timsah 3 ay sürdü"

Zekeriya Öz başlattı, Mehmet Berk devam ettirdi, İstanbul Emniyeti 6 Temmuz sabahı hafızamızın ortasına manşeti küfür gibi çaktı. 19 maçta şike ve teşvik primi.

Şekip Mosturoğlu, İlhan Ekşioğlu, Tamer Yelkovan,

Telefon konuşmaları sızdı gazetelerin spor sayfalarına, polisin aldığı ifade tutanaklarını internete upload etti adamın teki.

Gördük ki, bu ülkenin çivisi çıkmış. Gördük ki ahlak bu ülkede siyah sayfaların üstüne sudan harflerle yazılmış.

Adalet diye bağırdık. Adalet. Roma'yı yıkan, Firavun'un sonu olan, Nemrut'u bir duanın son harfine hapseden Adalet.

Sarı tshirtlü bir adamın "yüklen, bırakma, yükleeen" haykırışını kendimize bal eyledik, televizyonlardan taşan baldıran zehirlerini yudum yudum içtik. Allah günü adalet istedik.

Karşımızda aynı yüzler. Serhatlar, Ermanlar, Roklar, Şükürler. Gözümüzü kapattığımızda hep aynı isimler: Cihatlar, Lefterler, Canlar, Fikretler..

Hayır bu maç bir temmuz sabahı başlamadı. Bir Temmuz sabahından çok önce, bu ülkede derinleşen ve büyüyen bir karanlıkla başladı.

Ahmetler, Bernalar içeri alınırken, Nedimler, Mustafa'lar birer birer hapse atılırken büyüdü bu canavarlık. Ferhat'a sustuk, öbürlerinin adını bile unuttuk, Kırmızıgül'ün insafsızlık olduğunu çok sonra öğrendik.

Ve farkettik ki,

"haktan bahseden namuslu insanları
yağmurlu bir mart akşamı topladılar
karanlık mahzenlerinde şehrin
cellatlara gün doğdu"

Çünkü leş gibi bir vücudun tüm hücrelerini sarmıştı kanser. İşine gücüne bakmaktan başka derdi olmayan ve dünya yansa her koyun kendi bacağından asılır diye terennüme devam edecek nemalazımcılar mühürlemişti bu ülkenin dudaklarını.

Turbo taktık uçuyoruz diye bağırdıklarında, Metin Lokumcu biber gazıyla yere düştü ve bir muhabir televizyonda "ama efendim" dedi mahçup "o öldü"

Zalimin kolları uzun, dili keskin, elinde binbir maharet. Gönüllü adamları forma forma tüm sahalarda, hepsinin dilinde övgüler, övgüler, bitmez tükenmez.

"Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem, Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boynum!" diye caka satanlar en önde koştular zulmün önünde eğilmeye, bir şiire atıf yaptılar, temizlediler kirli ellerini, gönülleri pür-i pak yattılar yatağa.

İhalelerinle, şantiyelerinle, rantiyelerinle, müşavirlik ve müteahhitlik hizmetlerinle, kürtajdan yeni çıkmış bir kadın gibi sendeledi memleket. Dilşat sokak ortasında, biçare, 22 çevik kuvvet tekmelerle üstünden geçti. Bacakları kırık, 8 platin vücuduna çakılı, "kadın mı kız mı bilemem" diye adamın teki meydanlardan bağırdı.

Hayır ulan hayır. Bu maç bir temmuz sabahı filan başlamadı. Ondan çok önce, hepimiz yataklarımızda yatarken başladı. O zaman attılar manşetleri, o zaman yazdılar o zehir yazıları, o zaman koştular kanallarına yeni aldıkları çaputlarla.

Karşılarında görseler, elbette ceketlerini ilikleyeceklerdi, bir fili dört tarafından bağlayınca, bıçaklarını bedenine sapladılar.

Ve biz gördük ki bu ülkenin çivisi çıkmış. Gazeteler savcılık olmuş, televizyon kanalları ceza mahkemeleri. Polisler bizi koruyacağına, hakkımızdaki iddiaları yetiştirmişler üçbuçuk muhabire. Hükümet lal olmuş, bakanlar bakmaya berdavam, stad ihaleleri hep tahta masaların üstünde en afilli kalemlerle imzalanmış, idam fermanı gibi.

Üzgün, yorgun, mutsuz, bedbah başladık günlere. Canımız sıkkın. Rakının beyazı gitmiş, peynirlerin tadı yok, masalar heyecansız, gözlerimiz kefen gibi bakıyor dünyaya.

10 Temmuz'da bu karanlık dünyanın kapkara perdelerini yırttı bu millet. Uyandı binlerce insan, bu ne rezalet diye diye koştular bir caddeye. Gönüllerinde ülkenin dört tarafından fotoğraflar, üstlerinde bir tane çubuklu forma, kadınlar, çocuklar, yaşlılar. Pusetinde çocuğunu taşıyan bir kadın biber gazı atan polisin üstüne koştu, 70 yaşında bir teyze balkonunda dimdik durdu, başörtülü bir kızımız ellerini kaldırıp bağırdı "Fenerle kimse başa çıkamaz"

Önce sessiz,

Sonra daha yüksek,

Binlerce dudak, kendiliğinden haykırdı. Adalet, adalet, adalet.

Bu maçın ilk golünü 10 Temmuz günü attık. Orada değişti bütün kurgular, orada başkalarının göremediğini gördü, kibir dolu iktidar. En sonunda uyuyan dev uyandı, normal, sıradan, işinde gücünde, tam da istedikleri gibi bir halk, birden açtı gözünü. Hesap sordu, bağırdı, caddeleri doldurdu özgürlük isteyen bir halk gibi.

İstanbul birden silkelendi. Sokağa çıkanlar köprüye doğru yürürken, Metris'e değil, sisteme yürüdüler. Vedat Türkali bağırdı çok uzaklardan:

"haramiler kesmiş sokak başlarını
polisin kırbacı celladın ipi spikerin çenesi baskı makinesi
haramilerin elinde
ve mahzenlerinde insanlar bekler
gönüllerinde kavga gönüllerinde zafer
bebeklerin hasreti içlerinde gömülü
can yoldaşlar saklıdır mahzenlerinde"

Tuana, Batu, Gonca... Biliyor musunuz, bu çok sonra oldu ama, içimizi cehennem gibi yaktı. Bir baba çocuğuna, mahkemenin ortasında, hakimin izniyle sarıldı. Tamer Yelkovan ağladı, o ağlarken Aziz Yıldırım ağladı, biz dudaklarımızı ısırdık, yumruklarımızı sıktık, bambaşka bir yere baktık..

Zalimler var kardeşim. Ruhu zalim olanlar. Nefretten kudurmuş olanlar. İnsanlıktan çıkanlar. Tuttuğu takım, sevdiği iktidar, o veya bu herifin bilmemnesi için, kocaman ilkeleri ayaklarının altına alıp çiğneyenler var. Dürüstlük hava civa, hakikat bir kelime sadece, sevgi nefretin ta kendisi, zulüm güçlü olanın ibadeti.

Bu adamların gözünde ne masumiyet karinesi kaldı, ne adil yargılanma hakkı. Ne günahı var dediğinde kafalarını çevirdiler. Gözleri var, görmezler. Kulakları var, duymazlar.

"Zalimlerle bir arada yaşamak zulmün ta kendisidir" diye bağıran Hz. Hüseyin'in sesi hala kulaklarımızda bu yüzden kulaklarımızda yankılanıyor. Sessizliğiyle, alkışıyla, yalakalığıyla, güçle şişmiş başına yerleştirilmiş dudaklarıyla sessiz cümlelerle söylüyor bunu bize her zalim.

Cemil Turan hapiste, Ahmet Şık hapiste, Tamer Yelkovan hapiste, Mustafa Balbay hapiste. 19 yaşında Berna, o da hapiste. Öyle bir günü vardı ki bu ülkenin, bütün güzel insanlar hapse girdi ve dışarıda olan herkesin suçu sessizlikti.

Sonra bir çocuk, üstüne bir kere daha çubukluyu giydi. Annesinin elinden tuttu. Bir minibüse bindiler. Stadın önünde indiler. Upuzun sıralara girdiler. Televizyonlar canlı yayına geçti ve hepsi birlikte ağlayarak şarkı söylediler.

Dünya tarihi bir kere daha değişti.

İddianamelerle yıkamazsınız, fezlekelerle, kurul raporlarıyla, baskıyla, fırtınayla. İktidarın çıplak gücüyle, polisin copuyla, biber gazıyla, tekmeyle.

Biz masumuz. Biz masumuz. Biz masumuz ve siz zalimsiniz. Biz bunu gördük.

Antep'i, Sivas'ı, Buca'yı, Eskişehir'i ve Trabzonspor için oynayan futbolcuları gördük. Milyon sayfa delil çıkartın önümüze, yüzbinlerce konuşma, ellibin manşet. Umrumuzda değil. Biz gördük. Biz bu çocukların nasıl alınterleriyle kazandığını ve sizin nasıl iftira attığınızı gördük.

Tarihin en yıkıcı, en devrimci cümlesi hep aynı şekilde başlar. Ama siz haksızsınız? Dinini değiştirmediği için Roma'nın arenaya attığı Hristiyan'lardan, Nazilerin gettolara soktuğu yahudilere kadar, çok geniş bir mazlumlar ağı, nihayetinde kocaman kocaman cümlelere ve iktidarın demirden pençesine hep aynı kısa cümleyle karşı çıktı. Ama bunlar yalan ve siz haksızsınız. Üç kelime, Bizim hakkımız var.

Biz haklıydık. Biz TFF başkanlarının abuk subuk açıklamaları, polisin rol kapışı, Baransu'nun twitter mesajları, öfkeden deliye dönmüş fanatiklerin zulüm çığlıkları arasında hep haklıydık.

Teslim olmadık. Hapse attığınız, şeker hastası bir adam haklı olduğu için direndi size. Kalp hastası olsa da kalbi atıyor, elleri titrese de dudakları titremiyor. Talimatla değil tarihin gücüyle haykırıyor. "Bu yargılamayı takip ve buna tanıklık eden herkes bilmelidir ki; mücadelemiz zulüm ve zalimledir…"

Yapamadılar. Yapamadılar. Çünkü siz vardınız. Çünkü bu ülkenin güzel insanları, başkaları ne derse desin, gözleriyle gördükleri ve kalpleriyle bildiklerini satmadı.

Çünkü haramilerin saltanatı kurulmuş olsa da İstanbul'un dar sokaklarında, anadolunun her yakasından, İstanbul'un her tarafından binlerce insan "hayır" dedi. Bu zulümdür. Ayıptır. Günahtır.

Günler geçtikçe, şike operasyonu yerini açık gerçeğe bıraktı, 3 Temmuz darbesi adlı adınca gözüktü gözümüzün önünde.

Ve Stoch sol kanattan aniden bindirdi, Bienvenu'nun ayağından çıkan top onun önüne düştü, kalecinin yanından bıraktı topu ağlara.

Sahne tanıdık değil mi? Böyle sonlandı Temmuz darbesi, mahkeme salonlarında, daracık adliye koridorlarında, Çağlayan'ın biber gazı kokan meydanlarında.

Bir adam, bir kere konuştu ve dağıttı bütün yalan makinelerini.

Şimdi bu dağılmış, bu raydan çıkmış, bu kendini kaybetmiş canavar, sağa sola saldırırken, zalimlerle mazlumlarun, hakla haksızlığın, adaletle zorbalğın mücadelesinin tam ortasında, aylarca süren haksızlıklar, baskılar kumpanyasından sonra, hala daha Fenerbahçe söyleyecek son sözü.

Lefter'i üzdünüz. Onu sevdiklerinden ayrı öldürdünüz. Onun mektubundaki kelimeler kulağımızda çınlıyor, "hakkını helal et" diye bir kağıt parçasıyla yazmak zorunda bıraktınız hepimizin sevdiğini.

Küçücük çocukları üzdünüz. Onları babalarından ayrı koydunuz. Her adliyede bir heyecan, bir umutla gidip, kalpleri kırık döndüler evlerine. Anneleri kendi acılarından çok onların hicranını yaşadı.

Gencecik çocukları üzdünüz. Kalplerini kırdınız, coplar, biber gazları üstlerine düşerken hepiniz sessiz sessiz köşelerinizde "temiz futbol"culuk oynadınız. Burunları kanadı, başları yarıldı, göğüsleri şişti acıdan, "bu ne haksızlıktır" diye bir kere ortaya çıkmadınız.

Yaşlı başlı adamları üzdünüz. Bu ateş üfleyerek sönmez diye saldırıp, UEFA'dan yalanlar ve komplolar örüp, dolandırıcı orospu çocuklarının laflarıyla insanların ar ve namusuyla oynadınız.

Kocaman bir adamın gözlerini yaşarttınız, emeğiyle hak ettiğini elinden çalmak için kanal kanal gezip, TFF'de kumpaslar kurdunuz. Onun ruhuna mızrak gibi cümlelerle hakaret pimleri koydunuz.

Topuk yaylasında "çok zor durumdaydınız, buraya gelmesem olmazdı" diyen engelli bir vatandaşımız hepimizi tarumar ederken, Selçuk Şahin'in dili lal oldu, bir takımın 1 yıllık alın terine iftirayla kara çaldınız.

Aziz Yıldırım gibi bir adamı "ekonomik çıkar elde etmek için suç örgütü" kurmakla itham edip, montajlanmış görüntülerle "silah varmış" süsü verip, halkın önünde idam sehpasına çıkardınız.

Sizin vurduğunuz tahtayı bir halk tuttu. Aziz Yıldırım bir başkandı, bugün bir kahraman oldu.

Şimdi hesap vakti.

Şimdi hesap sorabileceğimiz tek yerde, bu sistemin gönüllü taşeronu olmayı hazmedebilmişlere karşı çıkacak bu çocuklar sahaya. Dertleri onlarla değil, bizim derdimiz Galatasaray'la değil, sarı kırmızı ile Metin Oktay'la değil.

Bizim mücadelemiz zulüm ve zalimlerle. O sahada biz Galatasaray'la oynamayacağız. Tiyatro sahnesine çıkmış ve rolünü yapmaktan başka bir gücü olmayan bir gariban aktöre vuracak değil hiç kimse.

Yarın biz, kuklaların ipini tutan kuklacıyla hesaplaşacağız. Yarın biz, masumun zorbadan, hakkın haksızlıktan üstün olduğunu, adaletin mutlaka tecelli edeceğini göstermek için sahaya çıkacağız.

Biz kara çalınmış bir sezonun ertesinde, tutuklu başkanı ve yöneticileriyle, ekonomik darboğazları geçe geçe, her maçından önce türlü psikolojik harp taktiğiyle dövüşe dövüşe, manşetlerden taşan yalanları ayağımızın altında eze eze şampiyonluk maçına çıkıyoruz. Geçen sene çok daha iyi koşullarda şampiyon olan bir takım, çalınmış günleri, mahfedilmiş sistemi ancak dokunulmamış onuruyla bu sene yine de şampiyon zaten.

Şimdi hesap vakti. Bu maç bir Temmuz ayında başlamadı. Bu ülkenin damarlarında yüzen bir virüs vücudu ele geçirmek istediği zaman başladı. İlk masuma dokunduğunuzda, güçten başınız dönüp bir zorbalık ettiğinizde, yalanla, iftirayla, montajlanmış delillerle bir babayı oğlundan, bir anayı kocasından ettiğinizde, sahanın dışında, bambaşka bir yerde başladı.

Ama işte ne yazık ki, futbol fena halde hayata benzer. Bazen gerçek hayatta görülemeyen şeyler bu sahanın içerisinde gözükür. Bazen dışarıdaki mahkemelerde elde edilemeyen adalet o yüz metrede sağlanır. Bazen, gerçekleri Allah bir mesalle herkese anlatır.

"Boşuna çekilmedi bunca acılar İstanbul
Bekle bizi
Büyük ve sakin Süleymaniyenle bekle
Parklarınla köprülerinle kulelerinle meydanlarınla
Mavi denizlerine yaslanmış
Beyaz tahta masalı kahvelerinle bekle
Ve bir kuruşa Yenihayat satan
Tophanenin karanlık sokaklarında
Koyunkoyuna yatan
Kirli çocuklarınla bekle bizi

Bekle zafer şarkılarıyla caddelerinden geçişimizi
Bekle dinamiti tarihin
Bekle yumruklarımız
Haramilerin saltanıtını yıksın

Bekle o günler gelsin İstanbul bekle
Sen bize layıksın "

Hesap vakti. Şimdi. Daha sonra değil. Şimdi. Bütün zulme uğrayanların öfkesiyle, Ahmet'in, Nedim'in, Berna'nın, Ferhat'ın Tuana'yla birleşen sesiyle, bir başka ülkede, babasından, yurdundan, ailesinden uzak, sahtekarlığı görüp isyan eden Pınar'ların öfkesiyle, Aziz Yıldırım'ın dualarıyla, Cihan Kırmızıgül'ün dualarının birleştiği yerde,

Haksızlıkla hak arasında, zorbalıkla adalet arasında, mazlumla zalim arasında hiç bitmeyecek sonsuz bir savaşın tam ortasında, doğru tercihi yapanları safları sıklaşırken,

bunca acıların, bunca haksızlığın, bunca kötülüğün önünde tertemiz kalmak için,

karşımızda bir yıl değil bir gün, bir takım değil bir rejim, bir maç değil bir hayat var.

Yenmek, yenilmek, kupa almak vermek için değil, kimsenin erişemeyeceği, bir başka büyüklük için yarın İstanbuldayız.

Şampiyon olmak için değil insan kalmak için geliyoruz.

Orada. Tam karşınızda.


8 comments:

  1. BOSS dedi ki...

    Ellerinize, yüreğinize sağlık.
    Ne denir ki bu yazıya?..
    Nasıl söylenir?..

    Fenerbahçe ile bir sürü şampiyonluklar yaşadık.
    Fenerbahçe ile çok sevindik, çok eğlendik.

    3 Temmuz'dan beri de;

    Fenerbahçe ile adalet arıyoruz.
    Fenerbahçe ile zulme isyan ediyoruz.
    Fenerbahçe ile alçaklığı, kalleşliği, haksızlığı ve hukuksuzluğu tanıyoruz.
    Fenerbahçe ile sabrediyoruz.

    Farkında mıyız? Bilmiyorum ama,

    Fenerbahçe ile pişiyoruz.
    Fenerbahçe ile tekamül ediyoruz.

    Dualarla kurulmuş, Kurtuluş savaşına cephane taşımış, kazandığı başarılar ile halkına ve askerine moral kaynağı olmuş Fenerbahçe, bir büyük misyonu daha gerçekleştiriyor;

    Taraftarına, "İnsanlık Onuru"nu öğretiyor.

  2. dede dedi ki...

    kalbimi gönderiyorum o da sizinle beraber zulüm ve zalime karşı koymaya geliyor allah hakkımızda hayırlısını versin.

  3. Adsız dedi ki...

    Yaşanılan ve yaşatılan hiçbirşeyi Unutma, unutturma...

  4. tolga dedi ki...

    Teşekkürler bu güzel yazı için, çok teşekkürler

  5. murat dedi ki...

    Ağlattın papaz beni...
    Hiç heyecan yok içimde, zerre kadar yok şu an...
    Hissettiğim şey biraz huzur, ama çokça gurur..
    Bu süreç var ya; bu süreç belki de iyi geldi bize. İnsanlığımızı hatırladık, öfkemizi ve sevdamızı...
    Belki teşekkür bile etmek lazım bu sürecin yaratıcılarına, baransulara, fetullahlara.. Bize hatırlattılar, kalanlara öğrettiler. Aslanım, değil siz, feriştahınız gelse, bizi diz çöktüremezsiniz, yıkamazsınız. Biz "Fenerle kimse başa çıkamaz" dedik de siz "tezahürat mı sandınız?"

  6. Fuat Tekgül dedi ki...

    12 Mayıs ''sen neden Fenerbahçelisin?'' sorusunun cevabının verildiği gündür..

  7. odinnn dedi ki...

    Bu saatten sonra ligden çekilmek en doğrusu. Bu harami zulmüne 1 yıl sabrettik, artık sabrımız kalmadı. Fenerbahçe ligden çekilmedikçe bu lig, bu spikerler, bu kolpa objektifler hizaya gelmeyecek. Bizi 1 yıl oyaladılar ama artık kanmayalım bu kuyruklu yalanlara, bu kuyruklu işkenceye.

  8. zöge dedi ki...

    fenere kurulmuş küresel komplooo :D

Yorum Gönder