An gelir...


Bizim Fatih gibi fotografik bir hafızaya sahip olanlar bundan 10 yıl sonra bu şampiyonluğu hangi kareyle hatırlayacaklar acaba? Her anını zihnimize kazımak için harcadığımız çabaya rağmen bütün sezonun golleri silinse aklımızdan, hangisi zamana direnir? Gökhan Gönül’ün sezonun 2. yarısındaki çıkışı müjdeleyen Antalya galibiyetini getiren muazzam golü mü? Yoksa Alex’in TT Arena’da 87. dakikada galibiyeti getiren golü mü? Antep’in Fransiz işgaline direnircesine ortaya koyduğu mücadeleye 90+4’de noktayı koyan Andre Santos’un golü mü? Bütün sezon sırasını bekleyen Guiza’nın Semih’ten rol çalarcasına oyuna girer girmez Buca kabusundan uyandıran golü mü? Peki bu sezondan aklımızda kalan bir gol olsa, Mert Günok’un ilk yarıda Trabzon karşısında kurtardığı penaltının hatırı kalmaz mı?

Peki bundan 10 yıl sonra çocuğunuza, yeğeninize armağan ettiğiniz çubukluyu giydirip, birlikte Saracoğlu’nun yolunu tutmuşken ona bu şampiyonluğu anlatmak isteseniz, hangi “tarihi” yanını atlamaktan korkarsınız? Alex’in bütün rekorları altüst eden performansını gol ve asist krallığı ile taçlandırması mı, yoksa Aykut Kocaman’ın lig tarihinde aynı takımda hem futbolcu hem de antrenör olarak şampiyonluk mutluluğunu yaşayan ilk futbol adamı oluşu mu, yoksa Fenerbahçe’nin ilk yarının sonunda liderin 9 puan gerisine düşmüş olmasına rağmen, evinde hiç kaybetmeden ve oynadığı son 18 maçının 17’sini kazanıp şampiyonluk ipini göğüslemesi mi?

Pazar akşamından bu yana FBTV dahil bilimum spor kanalında şampiyonluk kutlamaları, özel yayınlar, röportajlar aralıksız devam ederken, hiçbir detayı kaçırmamak için sabaha karşı yayınlanan tekrar programlarını bile gözünü kırpmadan izleyen Fenerbahçeli, itiraf et televizyon karşısında öyle bir an geldi ki gözlerin doldu, koyvermemek için kendini zor tuttun. Senin “an”ın hangisi? Sivas’ta bitiş düdüğü ile beraber yedek kulübesinin sahaya doluştuğu “an” mı? Ya da Gökhan Gönül’ün sıcağı sıcağına “Bu şampiyonluğu Türkiye’nin dörtte birine armağan ediyoruz” dediği “an” mı? Peki Alex’in maç sonu şampiyonluğu kutlamak için sahaya inen eşine sarılıp onu öptüğü “an”? Takım otobüsünün Şaşkınbakkal’a ulaşınca “bu dünyayı yakarız” sloganını ete kemiğe büründüren, ellerinde meşalelerle bekleyen o mahşeri kalabalıkla buluştuğu “an”? Alex’in bir yanında Volkan, bir yanında Emre’yle şampiyonluk kupasını kaldırdığı “an”ı da hafife almamalı. Hakkını yemeyelim, Aziz Yıldırım’ın gözleri dolarak yaptığı konuşmayı “Zafer İnananlarındır” diye bitirdiği “an”da da kayıplar olmuştur.

Benim “an”ım takımın Sivas dönüşü sabaha karşı Can Bartu tesislerinde yaptığı kutlamadır. Takım binaya girmiş, girişteki lobide sarmaş dolaş seviniyor. Aykut hoca kenarda bir müddet gülerek bu şamatayı izliyor. Daha sonra herkese topluca veda edip, soldaki uzun koridorda yürümeye başlıyor. Sivas’taki bitiş düdüğünden beri hız kesmeyen şamata, kalabalık, eğlence lobide tam gaz devam ederken, kamera bir müddet uzun bir koridorda tek başına yürüyen bu adamı çekiyor. Sonra ne oluyorsa, takım bir anda tribün pozisyonu alıp, koridorda tek başına yürüyen adamın arkasından tezehürata başlıyor: “Sen Bizim Kocaman Gururumuzsun”. Tezahürat devam ederken, kamera tekrar koridoru gösteriyor, Aykut hoca yüzünde biraz mahcup biraz muzip bir gülümsemeyle geri dönüyor. Koridorun son metrelerinde hızlanıp onu bekleyen kalabalığa yumruk şovunu yapmasıyla, takımın onu sarıp sarmalaması bir oluyor. Şimdi hepsi hocalarına sarılmış, kenetlenmiş, bir aile gibi. Hilesiz, hurdasız, hesapsız kitapsız bir kenetlenme anı, ailelere has teklifsiz bir samimiyet. Hiçbir gol anı, hiçbir istatistik, hiçbir rekor, 18. şampiyonluğu şahit olduğum diğer şampiyonluklardan ayırmaya bu “an” kadar muktedir olamayacak.

Sezon başında Aykut Kocaman göreve getirildiğinde, “Devrim nereden başlar?” diye sormuş, cevabımızı da tarihe not düşmüştük:

“Bence devrim 14 yıl önce dosdoğru bir adam olduğu için, güzel futbolu galibiyetten daha çok sevdiği için, yaptığı işe ve rakibinin emeğine saygı duyduğu için, bu futbol sirkinin palyaçoları karşısında eğilip bükülmediği için Fenerbahçe’den apansız sürülen bir efsaneye iade-i itibarla başlar.

Fenerbahçe’nin jakoben cumhuriyeti belki de tarihinde ilk defa tebaasının gönlünden geçen, onların içinden çıkmış gelmiş bir futbol efsanesine bu kadar yetki vererek kendi iktidar alanını bu denli kısıtlamayı göze alıyor. Aykut Kocaman kendisine vaad edilen yetkiler verildiği takdirde, “takım” olgusuna bakışı; adalete, paylaşmaya ve yardımlaşmaya verdiği önem, yaptığı işe ve rakibinin emeğine duyduğu saygı; güzel, izleyene keyif veren futbolu galibiyetin önüne koyan başarı algısıyla, Fenerbahçe üzerinden Türk futbol kültüründe bir dönüşümün itici gücü olabilir. Endüstriyel futbol bütün soğukluğu, buyurganlığı ve acımasızlığıyla futbol müritlerinin ruhlarını iğdiş ederken, belki de devrim futbolda kimi dizilişlerin demokratik olmadığını öne sürebilen bir efsanenin bir “takım” kurmasıyla başlar. Kim bilir…”


Köprünün altından koca bir sezon aktı. Aykut hoca devre arasında NTVSpor’a konuk olduğunda, oyuncusu, yöneticisi ve taraftarıyla Fenerbahçe’nin yaşadığı ağır travmanın çaresinin bu sezon şampiyon olmaktan geçtiğini söylemişti. Takım sahaya ayak bastığında, yakasına yapışan o şuursuz ve kontrolsüz galip gelme arzusunun, kırılganlığın, özgüven probleminin önüne geçmek için geçmis sezonlardan kalan o ağır bakiyenin bu şampiyonlukla sıfırlanması gerektiğine inanıyordu. Kendi hatalarının da üstünü örtmedi, Kayseri maçı dahil yaptığı yanlışları dillendirmekten çekinmedi. O gün liderle arasında 9 puan fark varken, transferden, sakatlıklardan, zaman ya da mekan darlığından bahsetmek varken bu mütevazi ama inançlı duruşu seçmesi kaç kişide umutları yeşertmeye yetti?

Aykut Kocaman’ın hayata bakışını, duruşunu ve eylemlerini övmenin, onun teknik direktör olarak başarısızlığına hafifletici bir sebep bulma çabası olarak görüldüğü bu futbol ikliminde yazlar öylesine sıcak ve kurak, kışlar öylesine soğuk ve yağışlı ki. Daha göreve gelir gelmez, İstanbulspor’dan Ankaraspor’a uzanan kariyerinin istatistiklerini altına üstüne getirenler, “Geçmişinde önemli bir teknik adam başarısı bulunmayan Aykut Kocaman bir dönem Fenerbahçe'de başarılı futbolcu olmasından dolayı olabilecek en iyi seviyede klubün içerisinde çeşitli görevlerde bulunmuştur. Sportif Direktörlük görevinden Teknik Direktörlüğe üstelik ne ilginçtir ki "karakterli adam" sıfatıyla geçebilecek yegane insan olmuştur.” buyuranlar, futbola galibiyet/mağlubiyet matrisinden bakıp, başarıyı puan, kupa, şampiyonluk aritmetiğine indirgeyenler, takım yönetmeyi teknik/taktikten ibaret sayan futbolun realpolitik üstadları geçmiş olsun, kağıdı, kalemi elinize alır, o hesaplarınızı revize edersiniz artık. 1 Mayıs günü İ.B. Beleldiye’yi 2-0 yenmenin mutluluğu kadar, basın toplantısına işçilerin ve çalışanların bayramını kutlayarak başlayan bir teknik direktöre inanmış olmanın hazzını yaşayanlar, bizlerin de gözü aydın.

Bağış Erten 23 Mayıs 2011 tarihli Radikal’deki köşesinde “Ama bu şampiyonluğa tek bir imza atılacaksa o da Aykut Kocaman’ındır. Bu ülkede ilk defa tevazu şampiyon olmuştur. İlk defa egolar, özgüvenler değil makullük kazanmıştır. Sırf bu bile kutlamaya değer.” diyor. Nefret dilinin çatallaştığı, şakacı(?) yöneticisinin rakibini kesirli matematik problemleriyle ötekileştirdiği, taraftarının kendini “Osmanlı tohumu” ilan edip, pankartlarla rakibininkini sorabildiği bir coğrafyada, her spor dalında başarılı olmanın yalnızlaştırıcı etkisiyle başetmek zor, çeken bilir. Bir sezon boyunca maruz bırakıldığımız bu baskı, nefret ve ötekileştirmenin afakanından kurtulmanın yolu futbol kültürünün klişeleri epik destanlara ve onun saldırgan imgelerine sarılmaktan değil Aykut Kocaman’da ve hatta Alex’te, Gökhan Gönül’de vücut bulan tevazunun şampiyonluğuna sahip çıkmaktan geçiyor.


7 comments:

  1. Ahmet dedi ki...

    Ellerinize, yüreğinize sağlık muhteşem bir yazı olmuş teşekkürler

  2. The Secret dedi ki...

    Ben bu şampiyonlukta selçuğun golünü unutamayacağım.:) şaka bir yana tabiki aykut kocaman'ın gülmesini sevinmesini hepimiz istiyormuşuz. Sanki sırtında kocaman bir yük vardı da o yük kalkmış gibiydi o kutlamada.

    Oysaki ilk yarı hiçbir fenerbahçeli yönetim de dahil buna,fenerbahçeden şampiyonluk beklemiyordu. Biz sadece güzel futbol ve alkış için hazırlamıştık kendimizi. Oysaki aykut hoca bizden habersiz inanmış şampiyonluğa :)))

  3. ersoy dedi ki...

    "1 Mayıs günü İ.B. Beleldiye’yi 2-0 yenmenin mutluluğu kadar, basın toplantısına işçilerin ve çalışanların bayramını kutlayarak başlayan bir teknik direktöre inanmış olmanın hazzını yaşayanlar, bizlerin de gözü aydın."

    ne deyim ben size, yine sulandı gözler. fenerbahçe lilik böyle bişi herhalde. şampiyon olunca seviniyoruz sevinmesinede, ortalık biraz sakinleşince herkez bi köşeye çekilip kendi kendine anlatılamaz duygulara kapılıyo, gözler başlıyo sulanmaya.

    teşekkürler.

  4. gumgumok dedi ki...

    Benim için de Aykut Hoca'nın "Buna artık dayanamayacağım" diyerek futbolculara koştuğu ve el üstünde tutulduğu andır şampiyonluğun özeti. Ne yalan söyleyeyim, kendisine başından beri güvenmekten dolayı da kendimi ekstradan gayet iyi hissediyorum (:
    Bir de ligtv'deki Gökhan Gönül röportajı, kamera çekimleri, Gökhan'ın mimiklieri, açıklamaları, Alex'in şakasıyla birlikte benim yıllarca tutacağım bir başka görüntüdür.

  5. Ömer S. dedi ki...

    Muhteşem yazı, yüreğinize sağlık...

    Bu son o kadar yakıştı ki bu takıma...

    Şükürler olsun.

  6. wolkaan dedi ki...

    Guizanın buca macında gol attıktan sonra aglamasını unutamam heralde.:)

  7. simerazzi dedi ki...

    sivas maçını izlediğim küçücük kafenin sıcak, havasız ama biraz heyecan, biraz korku bolca inançla dolu o üst katında; 2. golü attıktan sonra gözlerim dolu dolu perdeye bakarken, tanımadığım bir genç arkadaşın bana sarılması, hüngür hüngür ağlamasıdır benim daima aklımda kalacak olan. "inan be abisi, şampiyon olucaz bak görüceksin" dedim. 2. ve 3. golü yediğimde de sırtını sıvazladım. "korkma sakın" dedim. sanmayın ben öyle çok inanarak söyledim. sadece inanmak istedim. hepimiz o an aynı şeyi, belki hayatımızda hiç istemediğimiz kadar çok istedik.

Yorum Gönder