Nefret Koalisyonunun Limanı: Özeleştiri Yapın



Nefreti meşrulaştırmanın, doğal bir durum haline getirmenin bir kaç yolu var. Nefretten beslenen bütün ideolojiler de şu veya bu şekilde bu yolları kullanırlar. Özcülük bunlardan biri. Buna göre, herkesin ve her şeyin bir doğal "özü" vardır, bu özden uzaklaşanın yaşadığı "bozulma"dır, dolayısıyla değişim baştan "dejenere" bir süreçtir, esasında yapılması gereken değişmeyen, mutlak ve zaman üstü olan bu "öze" tekrar ulaşmak veya onu korumaktır.

Muhafakazar, milliyetçi ideolojiler öncelikle bu "özcü" akıldan etkilenirler. Buna göre mensubu olunan milletin "özü" iyidir, ahlaklıdır ve diğer "iyi" kabul edilen niteliklerin bütününe haizdir, diğer milletler ise bu öze sahip olmadıkları için zaten baştan "iyi" değildir ve iyi de olamazlar. Onların "özü" başkadır, o "öz" de değişmez varlığını devam ettirir. Diyelim Nazi partisinin temelinde Aryanların varoluşlarıyla zaten iyi, ahlaklı, yaratıcı, medeniyet kurucu olduğu kabul edilir. Yahudiler ise özleri itibariyle medeniyet kurma yeteneklerine haiz değildir bu sebeple de medeniyetlere ilişerek "parazit" bir yaşam sürmek zorundadır. Bu tip bir özcü aklın Nazilere has olduğunu düşünmek ise Türkiye deneyimini yaşayan bizler için pek mümkün değil. Diyelim ki milli edebiyatımızda Türkler her zaman iyidir, cengaverdir, kahramandır, "savaşçıdır" ancak Bizans mutlaka kahpe olmak zorundadır. İşin ilginç tarafı ötekinin bu kahpeliği, birbirinden bağımsız coğrafyalar ve zamanlarda da aynen sürmektedir. Bizanstan kilometrelerce ötede yaşayan Çinliler de Türklerle karşılaştıkları zaman görürüz ki Bizans ile aynı özelliklere sahiptir. Kahpedirler, sefahat içerisinde yaşamaktadırlar, aynı bizans gibi ali cengiz oyunları kurmaktadırlar, kadınları da aynı Bizans kadınları gibi Türk yiğitlerine karşı büyük bir hayranlık ve açlık beslemektedir. Milattan önce karşılaştığımız Çinliler, 13. yüzyılda yaşayan Bizanslılar ve 19. yüzyılın İngilizlerinin neredeyse aynı senaryodaki "öteki" rolünü bu şekilde ifa etmektedir.

Buradan çıkacak sonuç, nefretten kaynaklanan ve dünyaya özcü bir akılla bakan bütün zihniyetlerin ötekine de bir öz atfetmesi, o özü de her zaman kendisinin "kötü" kabul ettiği değerlerle donatmasıdır. Dolayısıyla bu zihniyetin gözlerinde dünya esasında J.R.R Tolkien'in Yüzüklerin Efendisi fantasyazından daha uzakta değildir. Elfler her zaman iyidir ve güzeldir, Orclar tam da Orc oldukları için her zaman çirkin, kötü ve kan emicidir, Cüceler inatçıdır, Almanlar karılarını satar, Araplar pistir, Bizanslılar kahpedir vs.

O halde şunu söyleyebiliriz nefret dili ve ideolojisi en nihayetinde karşıdakinden nefret etmek için bir takım sebepler sahibi olmalıdır, o sebepleri özcülükte bulmaktadır ve o değişmeyen öz sebebiyle de nefret meşrulaşmaktadır, zira o öze sahip olan zaten iyi değildir, sevilmeye layik değildir. Tabi bu mantık Türkiye'de alışılmadık bir mantık değil, hatta hakim mantık bu diyebiliriz. Dünyayı da herhangi bir durumda böyle algılayan bir toplum sporda da farklı bir deneye girişmiyor.

Fenerbahçe rakip ve öteki olduğu için ondan "nefret" etmeliyiz, bu nefretin de doğal ve kabul edilebilir sebebi Fenerbahçe'nin özünün bozuk olması. Diyelim 55 sene önceki bir olay bu özün doğal göstergelerinden bir tanesi oluyor ve bugün Volkan'ın koyduk mu demesi de bu özün bir kere daha fas edilmesinden başka bir şey taşımıyor. Dolayısıyla Volkan'ın koyduk mu demesine kızan esasında bu tekil eyleme yönelik bir nefret taşımıyor, tam tersine bu tekil eylemle ortaya bir kere daha çıkan, kabul edilmiş "öz" ile ilgili nefretini ortaya koyma fırsatı buluyor.

Ancak özcülüğün diğer yanı, atfedilen bu özelliklerin karşı taraf tarafından kabul edilerek, bir tür nedamet getirilerek değiştirilmesini talep etmektir. Görüşe göre, bu öz zaten oradadır, karşıdakinin yapması gereken bu özü önce tanımak sonra da hak vererek bir tür arınma yaşamak, kendisini aşmaktır.

Nasıl? Şu şekilde, örneğin milli edebiyatımızda "iyi" Bizanslılar da vardır. Bu Bizanslılar kadın kimliğinde ortaya çıkarsa Türk Erkeğine aşık olurlar, içlerindeki kadınlık ile hayran oldukları bu erkeğin yarattığı aralıktan geçerek islam dinini kabul edip "arınırlar" Kendi özlerini reddederek bir dejenerasyon yaşarlar. Ancak özleri zaten kötü olduğu için yaşadıkları dejenerasyon ancak iyiye doğru gitmektedir, dolayısıyla da bu iyi bir şeydir.

Bunu tabi siyasi dilimizde de sayısız örnekle görürüz, örneğin Kürtler hakkındaki sayısız önyargıdan sonra Kürtlerden "neden kendileri hakkında bu kadar önyargı olduğunu" düşünüp "kendi kötülüklerini" kabul etmeleri beklenir. Tartışılması gereken şey, milyonlarca farklı çevre koşullarında, eğitim şartlarında yaşayan insanın nasıl olup da tek bir karakteri gösterebildiği, bireysel, çevresel faktörlerin olup olmadığı, bu önyargıların en nihayetinde genelleştirmelerden kaynaklandığı ve bunların düşmanlık / nefret hislerini beslemesi değildir, Kürtler bu önyargıları aynen kabul etmeli, nedamet getirmeli ve Türkleşmelidir.

Fenerbahçe için de aynı jimnastiğin yeniden üretilmesi şaşırtıcı gelmiyor. Fenerbahçelilere bir çok kötülük atfeden güruh en sonunda şunu soruyor, insanlar bu kadar nefret ediyorsa bir kendinize bakmanız gerekmez mi?

Ancak, aynı güruhun kendi takımları, kulüpleri bünyesinde olmayan, yalnızca Fenerbahçe'ye has tek bir "kötülük" gösterememesi de bu durumu biraz zorlaştırıyor. Diyelim Lugano'nun saha içerisinde çirkef bir futbolcu olduğunu kabul edelim, Bülent Korkmaz, Sabri, Hasan Şaş veya bizzat Lugano'nun midesini ısıran Emre Aşık'ı kulüplerinde bağırlarına basmaları ilginç bir fotoğraf ortaya koyuyor. Volkan'ın koyduk mu demesine kızanlar, diyelim Tümer kendi takımlarındayken Fenerbahçe'ye küfürlü tezahüratta bulunmasını normal ve hatta "iyi" karşılıyorlar, Arda'nın bir Fenerbahçe maçından önce tribünlere gidip ettiği hakaretler hemen benimsenebiliyor. Aziz Yıldırım'ın hakemler hakkında konuşması "kötü" iken Yıldırım Demirören'in konuşması "kulübün haklarını savunmak", Adnan Polat'ın konuşması "haksızlığa karşı dik duruş", Sadri Şener'in konuşması ise "nükte" olabiliyor. Fenerbahçeli taraftarlar sahaya girince barbar oluyorlar ancak Galatasaray taraftarları tek bir bayanın el hareketi üzerine sahayı basıp Basketbolculara saldırdığı zaman "provakasyona uğramış mazlum" kotasını doldurmakta zorlanmıyorlar. Bu örnekleri arttırmakta zorlanmayacağımız aşikar, ancak neticede ortaya çıkan mantık şöyle: "Bizden kabul ettiğimiz bu öze dahil olduğu için zaten kötü bir şey yapamaz, yaptığı ancak iyiliğin görünüm şekillerinden biridir zira bu özün yarattığı alan dahilindedir halbuki aynı hareket diğer tarafa mensup biri tarafından yapılırsa bu basbayağı aşağılık bir şeydir çünkü dahil olduğu öz zaten iyi bir şey yapmasına engel olur" Tümer'in Fenerbahçe'ye küfretmesi iyi ve doğrudur zira iyi Beşiktaş'ın bir mensubu olarak zaten kötü bir şey yapması mümkün değildir, dalga geçmektedir, komiktir ancak Volkan aynı şeyi yaparsa bu basbayağı aşağılık bir eylemdir çünkü Fenerbahçelidir.

Özcü düşünceler ve onlardan beslenen ideolojiler doğal olarak pozitif bir yapıcılık içerisinde olamaz. Tepkiseldir, dolayısıyla yıkıcıdır, yöneldiği ile anlamlanır ve amacı da ötekini ortadan kaldırmaktır. Halbuki, hayata özcü bir şekilde bakmaktan başka şanslar da var. Diyelim etik açıdan da olaylar ve olgular irdelenebilir, bu halde kötü bir davranış, zaten öyle bir davranış olduğu için kötüdür ve "biz" kabul ettiğimiz de "öteki" kabul ettiğimiz de yapsa "kötü" olarak değerlendirilmek zorundadır. Tabi böyle bir bakış açısı Türkiye'deki hakim taraftarlık / fanatiklik kültürünün bir parçası olamıyor.

Kulüplerin birer kültürü olduğunu, beslendiği, kendisine ait kahramanlar, mitler olduğunu yadsımak kolay değil. Lefter, Metin Oktay, Baba Hakkı tutulan takıma göre çok farklı duygular uyandırma gücüne sahip ikonlar. İnsanların hayranlık / sevgi duymasını sağlayan o külüplerle ilgili hikayeler var, bu hikayeler doğal olarak birbirinden farklı ve gene doğal olarak sevme nedenlerini etkiliyor. Ancak sevmek ile nefret özdeş duygular değil. Nefret en nihayetinde tahripkar bir duygu, öze yöneliyor ve "kötülük" ile o özü birleştiren genellemeler ile kendisini buluyor. Sevmek, beğenmek, desteklemek zorunlu olarak karşıdakinin "kötü", "sevilmeye layik" olmayan olduğu manasına gelmiyor, ötekinden çok kendinle ilgili bir halet-i ruhiye.

Dolayısıyla önyargılar, genellemeler, basitleştirici portreler, tekil olayların genelleştirilmesi ile yapılan çıkarımlar sonunda "nefret" duygusu yaşayanın bu duyguyu meşrulaştırmasının yolu ötekiyle uğraşmak değil, kendi içinde yaşadığı bu nefreti rasyonel akılla bir tahlile tutmak, bununla uğraşmak. O halde şunu söyleyebliriz: nefretin şiddetine maruz kalan değil, bu şiddeti uygulayanın özeleştiri yapmasına ihtiyaç var.


8 comments:

  1. ALİ VW dedi ki...

    turkiye'de iki sey konusulur siyaset ve fenerbahce. medya fenerbahce olmadan yapamaz. lugano sportmenlik disi bir hareket yaptiginda odak noktasinda olur. martinez semihe ucan tekme attiginda pek kimse takmaz. cunku martinez'e saldirmak, sakaryaspor'a saldirmak pek kimsenin ilgisini celbetmez. "fabricated consent" vardir; fenerbahce'nin kotu,pis, cirkef oldugu hakkinda. basin buradan rant saglar. nsa'da kimsenin sallamayacagi adamlar fenerbahce'ye saldirarak piyasalarini korurlar.

    diger taraftan fb yonetiminin burada sucu varmidir sorusu soruluyor. ben sartlar ne olursa olsun kutuplasmanin zarar getirecegine inananlardanim. sivri dilli demecler olmamali. sadri senerin, demiroerinin ne dedigi kendi seviyelerini gosterir. cahile karsi verilecek en iyi cevap susmaktir. "biz bize yeteriz" dusuncesini tasvip etmiyorum. nefreti koruklemenin anlami yok. man u, barca, real gibi kurumsallasmis takimlar taraftar portfoyunu asya'ya tura gidererek arttirirken bizim ulusalci bir zihniyetle "biz bize yeteriz" slogani kahpe bizans argumanini kuvvetlendiriyor maalesef. "koyduk mu, bir baba hindi" tarzi davranislar tasvip edilecek is degil. fb cizgisi koyduk mu degil de aykut kocaman cizgisi minvalinde olmalidir. fenerbahce dunya markasi olsun, bu takim sam'a gitsin butun sehir fenerbahce'yi beklesin, anadolu'ya gittiginde bu takim icin "geldi serefsizler" algisi olmasin... vesselam...

  2. MustafaS dedi ki...

    @Omer Ersoy : Çok güzel yazmışsınız. Gönül ister ki dediğiniz gibi yapalım. Ama yaptığı tüm kirli işlere rağmen hala yüzü kızarmadan Fenerbahçeye laf atmaya, ona kötü takım yaftası vurmaya çalışanlara karşı bizler ne kadar Mevlana sabrı gösterebiliriz, nasıl sabredebiliriz orası merak konusu.

    Bakın aşağıdaki linkte bir futbol takımına yapılan yardımlardan bahsediliyor. Hemde resmi bir ağız tarafından :
    http://siyaset.milliyet.com.tr/erdogan-dan-milyon-dolarlik-kiyak-/siyaset/siyasetdetay/27.05.2011/1395341/default.htm

    Aynı takımın taraftarı hafta sonu tüm Türkiye'de uğradıkları! haksızlığa karşı yürüyüş düzenliyor.

    Hepimiz tarafız, hepimiz taraftarız, hepimiz yeri geldiğince kendi lehimize yapılan hataları görmezden geliyoruz. Ama ben dayanamıyorum artık. Yüzsüzlük bir yere kadar, ama bu kadarına PES!

    Ve asıl sorulması gereken soru : Mevlana olup bu nefret koalisyonuna erdemle cevap verecek ve onların yaptıklarından utanması "adamların hakkını yemişiz" demelerini mi sağlayacağız (sizce böyle derler mi?) yoksa Barcelona, MU gibi güçlü olup alınacak başarılarla bunları önümüze katıp götürecek miyiz? Benim gönlüm ikincisinden yana.

  3. BarFly dedi ki...

    En baştan yazalım.Felaket derecede Galatasaraylıyım.Biraz hariçten gazel okuyacağım ama bu nefret imparatorluğu mevzuuna dair bir iki fikrimi paylaşmak istiyorum.

    Bence Fenerbahçe kulübü(cumhuriyeti,camiası artık nasıl tanımlarsak) bu nefretten besleniyor. Bu nefret hali taraftarı kulübe daha da yaklaştırıyor, feneriumdan daha çok alışveriş yaptırıyor, ne bileyim korsan ürün aldırtmıyor, kombinelere koşturuyor.

    Çünkü Fenerbahçeli olma kimliğini en çok forse eden şeylerden birisi bu "herkes bize düşman" mantalitesi.

    Eskiden sadece Galatasaraylılar Fenerbahçe'den nefret ederdii, şimdi ülkenin dört bir yanından ne kadar fenerli olmayan varsa aynı şekilde bir nefret söylemi geliyor. Bunun belki şehir takımlarının güçlenmesiyle de alakası olabilir ama ben çocukken Fenerbahçe şampiyon olduğunda yer yerinden oynardı. Mesela en son şampiyonlukta son derece içe kapanık bir sevinç gözlemledim.

    "Bizbize yeteriz" cümlesinin direkt olarak somutlaştırıldığını gördüm.

    Fenerbahçe nefreti bütün Türkiye'de ortak olmakla beraber, o nefret olmasaydı da Fenerbahçeliler takımlarına kulüplerine bu kadar sahip çıkamazdı.

    Match day gelirleri bu kadar artmazdı. Emre Belözoğlu nu hazmetmek bu kadar kolay olmazdı( çünkü Emre artık Fenerbahçeliliğin bir parçası bir sembolü ve geçmişi kişisel bireysel durumundan bağımsız bir imgeye sahip)

    Mesela Fenerbahçe'nin artık simgeleri veya sembolleri yok. Bayrak adama ihtiyacı yok mesela Fenerbahçe'nin. Çünkü Fenerbahçeli olma kimliği zaten "bizbize yeteriz, Türkiye'nin 4te 1, herkes bizden nefret ediyor çünkü biz en başarılı ve en büyüğüz" nosyonları üzerinden tanımlanıyor.

    Bu sayede taraftarın gücü, camiaya eklemleniyor, bu sayede Kadıköy'de inanılmaz bir baskı kuruluyor.

    Bence Nefret imparatorluğu Fenerbahçe'nin politika yapıcıları tarafından düzenlenmiş ve varlığından çok mutlu olunan bir durum.

    Çünkü Fenerbahçe derken artık monoblok bir camia kulüp ve taraftar bütünleşmesinden bahsediliyor. Galatasaray'ın asla sağlayamadığı da buydu.

    Bu yüzden Fenerbahçe saha dışında kurumsal olarak daha güçlü daha zengin ve daha etkili bir mekanizmaya sahip.

    Bu blogun hiç tanımadığım yazarlarına ve yorum yapanlarına sesleniyorum.( hepinizin Fenerbahçeli olduğunu varsayarak)

    Gerçekten mutsuz musunuz bu durumdan? Çünkü ben aslında sizin de "nefret imparatorluğu"ndan mutlu olduğunuz gibi bir izlenim alıyorum.

  4. aethewulf dedi ki...

    @barfly: ben mutsuzum. bunun da somut bir sebebi var, benim taraftarlarım bu ülkede şampiyonluğa sevinirken her tarafta dayak yiyorlar, bir deplasman maçına gitmek neredeyse canını ortaya koymaya denk düşüyor, şu nefret alanı içerisinde her adımımız şike, komplo teorileri ile yargılanıyor, bir insan hiç tanımadığı birine sırf fenerbahçeli olduğu için rahatlıkla gerizekalı, kafasını sikicem bunların filan diye konuşabiliyor. bu tip tekil olaylardan şunu çıkartıyorum, fenerbahçe taraftarı olmak boğucu bir şey haline geldi, arkadaşlarınla konuşurken, sohbet ederken yaşadığın nefret ve öfke deneyimleri insanı yıpratıyor.

    elbette br fenerbahçe, galatasaray, beşiktaş taraftarı bu ülkede atıyorum gençlerbirliği taraftarının sahip olduğu rahatlığa hiç sahip olamadı. doğal. bu birazcık da kulübün büyüklüğü ile ilgili bir şey. ancak şu yaşananlar akıl almaz bir boyuta çıktı. bugün trabzonspor yönetim kurulu güneydoğudaki olayları hatırlatıp trabzonun buna sürüklendiğini rahatlıkla söyleyebiliyor. standart burası oldu.

    dolayısıyla bunu kırmak lazım ancak bunun fenerbahçe'nin elinde olduğunu zannetmiyorum, yapısal sebepleri var. karşı takımların ve taraftarların da bu konuyu aşmak için biraz mücadele etmesi gerekir.

    kısa vadede bunun olmasını sağlayacak veya bir umut kurmamıza neden olacak herhangi bir gelişme de olmayacağını biliyorum. dolayısıyla ümitsizim, bu küçük kutuplaşma atmosferi / geri besleme ünitesi ne yazık ki bir süre daha devam edecek.

  5. BarFly dedi ki...

    @aethewulf

    Senin kişisel olarak mutsuzluğunu anlayabiliyorum. Ama önceki yorumumda da söylediğim şey biraz bu durumun istenmiş olmasıdır. Misal istanbul tribünleri arasındaki barış olmadan önce bu mevzuular ve kavgalar çok önemliydi. inönü de yer kapmalar.Tribünde ateşli olmak, bağırmak sesini vermek, maçka parkında kavga etmek falan bunlardı o aidiyeti sağlayan.

    Takım tutmak bir ideoloji veya din gibidir. Ben mesela bu konuda en başarılı olan kulübün Fenerbahçe olduğunu söylüyorum. Önceki yorumda da söylediğim buydu, bu kavgalar, komplo teorileri,deplasmana giderken tehdit altında hissetmeler hepsi Fenerbahçe'liliği doyuran besleyen faktörler değil mi?

    Gerçekten bu ülkedeki Fenerbahçe nefretinin sadece "başarılıyız ve stadımız var" basitliğine indirgenebileceğini düşünüyor musun.

    İslam Çupi nin bir yazısı vardır ya işte Fenerbahçe şampiyon olduğunda " esnafın işleri açılır, yüzü güler, Türkiye canlanır " vs diye.

    Oralardan buralara gelmenin nedeni nedir? Bence Fenerbahçe'yi ekonomik ve sportif açıdan büyütme stratejisiydi bu, ve sonuçları acı oldu.

    Öyle bir noktaya geldi ki şampiyonluğunu kutlayan bir Fenerbahçe'li Galatasaray Lisesini gördüğünde gözü dönüp bayrak asmaya kalkıyor. Bunu gören Galatasaray'lılar onu bıçaklıyor.

    Şimdi geri dönüp hatayı biz nerde yaptık diye sormak için biraz geç.

  6. aethewulf dedi ki...

    @barfly, düşüncen yanlış değil, tam da şöyle olduğu için herhangi bir kutuplaşma / ötekileştirme siyaseti en nihayetinde "öteki"ni de fanatikleştirir, radikalleştirir, söylemini keskinleştirir. bu sebeple bu tip bir siyasi dil kurmanın avantajları vardır, karşı taraf keskinleştikçe "bizim taraf", "bizim taraf keskinleştikçe" karşı taraf rijitleşir. bu bir geri besleme süreci bundan tabi kulüpler menfaat sağlayabiliyor.

    fenerbahçe yönetiminin böyle bir süreci bilerek ve isteyerek kurduğunu iddia etmek bence ayağı yere basmayan bir iddia olur. kulüp yönetiminin bunu yapabilecek, başarabilecek, böyle bir ideoloji etrafında örgütleyebilecek araçları yok. ancak konjuktür uygunsa ki uygundu bizim yöneticilerimiz de bu tip bir kolaycılığa, bu söylemi besleyecek bir dile kaçmış olabilirler. ancak diğer yandan örneğin demirören veya polat yönetimi de fenerbahçe düşmanlığı ile ona simbiyoz komplo teorileri üzerinden bir dil tutturmaya çalıştılar, bunda hayli de başarılı oldular. temelde tribünlerin dili yönetimler tarafından sahiplendi ve tekrar üretildi, bu süreç en sonunda bugüne kadar bizi getirdi.

    tekrar etmekten hicap duyuyorum, ancak nefret koalisyonu labelli yazılara bakarsan "başarımızı ve stadımızı kıskanıyorlar" basitliğini bulamayacaksın. dolayısıyla konuyu böyle anlamıyorum, bu nefretin oluşumuna dair izahatım da "stadımız, ekonomik gücümüz ve kupalarımız hasetten başkalarını çatlatıyor" değil.

    bu olsaydı iki tane kocaman yazı yazmazdım zaten.

    iki açıdan inceledim, birincisi somut olgusal sebeplerdi, orada gerçek sebebin her kulüpte gözüken tekil "kötü" olarak etiketlenen olaylar değil, son 10 sezonda fenerbahçenin toplamda 7 kere üç büyüklerle şampiyonluk için rekabet etmesini gösterdim. bu vaka. şimdi bu vaka, türkiye'de yaşanıyor ve türkiye'de rekabet dili de belli. dolayısıyla herhangi iki kulübün şampiyonluk için rekabet etmesi en nihayetinde bu kulüpleri fazlasıyla geriyor, stress birikimine sebep oluyor, kazanan da kaybeden de sonuçta yaşadıkları bu süreç sebebiyle birbirlerine karşı bileniyorlar. gs ile bjk 10 senede 1 kere rekabet etmiş, trabzon gs ve bjk ile hiç rekabet etmemiş. şimdi böyle bir durumda 4 büyüklerin 4üyle de bu deneyimi yaşayan taraf fenerbahçe olduğuna göre en fazla tepkiyi doğal olarak o çekecek.

    ikinci nokta, fenerbahçe'nin başarısı değil, kalanların başarısızlığı. sezona erken havlu atmak, beklenen başarının gelmemesi önce kulübe yönelik bir öfke yaratıyor (GS'de Fenerbahçe yenilgisinden sonra olanlar gibi) sonra da "rakip" kabul edilene. Fenerbahçe'nin başarısız olmasını istemek, arzulamak esasında bir eşitleme yaratacağı için arzu edilen bir durum. Arda deli mi Trabzon'un şampiyon olmasını istesin.

    üçüncüsü de, bu yazıda ele aldığım, türkiye'deki reaktif hareketlerin bütünün dilinin bu koalisyona yansıması. yani işte özcü, temelde karşıdakini o olduğu içi kötü bulan bu sebeple tekil olayların hepsinde o özü gördüğü için düşman olan ve bu düşmanlığı meşru kabul eden anlayış. onu da yukarıda bayağı örnekledim. bu tabi türkiye'nin kültürel sorunu, fblilerin de gsliler kadar içinde bulunduğu bir hadise.

    ama bak nereye geldik? gene şu basitleştirmeye "stadımız var" doğru mu bu? bu analizlerle ilgili bir şey söylüyor mu?

    bunu da anlıyorum, çoğu zaman ötekinin ne söylediğiyle değil, ne söylediğini düşündüğümüzle mücadele ediyoruz. dolayısıyla bazı arkadaşlar bizim söylememizi beklediklerine bir açıdan cevap veriyor, söylediklerimize değil. bu da bir iletişim yolu değil tabi, daha çok temaşa.

  7. BarFly dedi ki...

    @Aethewulf

    Öncelikle şu resme bakmanı isterim.

    http://2.bp.blogspot.com/-XokxeXmSQFI/TcPe3fCTI1I/AAAAAAAAFCI/vCPAe7qQET0/s1600/_20110506_12564501.jpg


    "alın terine ihanet bu cumhuriyet de bir suçtur"

    Seninle temel olarak ayrıldığımız nokta şurası, ben işin çok fazla ,sportif rekabet ile ilgili olduğunu çok düşünmüyorum. Galatasaray 90-2000 arası 6 kere şampiyon olmuş 7 kez tepeye oynamış.

    Adnan Polat'ın olduğu zamanlar haricinde böyle bir nefrete tanık olmadım.

    Tribünün dili, yönetimin dili olunca zaten bu kutuplaşma besleniyor. Galatasaray'ın biraz fark yaratabilmesi de o çok eleştirdiğimiz Lise den kaynaklanır.

    Neyse bu bir Galatasaray yazısı değil, o yüzden yoruma çok katmak istemiyorum.

    Fenerbahçe yönetiminin bu süreci bilhassa tetiklediğini düşünüyorum. "Fenerbahçe Cumhuriyeti" , "Bir gün herkes Fenerbahçeli olacak" sloganı bunlar nerden baksan 10 yıllık geçmişe sahipler.

    Konjonktürün uygunluğu dersin,kolaycılık dersin ama Fenerbahçe'nin kendini yalnızlaştırıp düşmanlaştırması üzerinde çalışılmış bir projedir. Son 2 senede neden patladı dersen, bence Fenerbahçe 10 yıldır Galatasaray üzerinde yürüttüğü agresif politikayı ( kadıköy deplasmanı olsun, söylemler olsun, farklı galibiyetler, aşağılamalar vs) bunu Türkiye'nin geri kalanına da uygulamayı düşündü. Galatasarayla sahip olunan nefret-rekabet/baskı ilişkisini bütün kulüplere yayarak avantaj sağlayabilmenin daha kolay olduğunu gördü.

    Ama bu eskiden sadece Galatasaray'Lıların nefret ettiği Fenerbahçe'yi bütün türkiye sporunun(sadece futbol değil) nefret merkezi haline getirdi.

    Belki çok kolaycı ve çok klişe olacak ama bütün bunların indirgenmiş sebebi

    Aziz Yıldırım=Fenerbahçe denklemi. Belki Aykut Kocaman biraz da bu yüzden bir PR çalışması, Aykut Kocaman'ın şampiyonluğu bu yüzden Fenerbahçe açısından çok önemli. Bu doğru kullanabilinirse, Aykut'un varlığı Fenerbahçe'nin daha "sevimli" kılar.( sevimliden kastım " sempati göstermesi kolay " dır)

  8. aethewulf dedi ki...

    @barfly, 1989-1990 sezonundan 1999 - 2000 sezonuna kadar toplam 10 sezonda 2 kere fenerbahçe ile 4 kere de beşiktaş ile rekabet etmiş galatasaray (ikincilere bakarak söylüyorum) hepsinde de şampiyon galatasaray olmuş. bu sezonların sonunda galatasaraya yönelik bir öfke/nefret hissi olmadığını söylemen benim hatıratımla çelişiyor. tersine, gerçekten şedit bir muhalefet vardı, örneğin bir 1992-93 sezonunda yaşananlar hala daha hatırlardan çıkmaz (Bkz: Zalad)
    aynı dönemde fb 4 kere gs veya bjk ile rekabet etmiş. bugünkü toplada 10 senede gs - bjk rekabetinin toplamı 1, trabzonla hiç rekabet edilmemiş. dolayısıyla duygulanım özdeş değil.

    ancak o gün ile bugün arasında yine dünyadan kaynaklanan bazı yapısal farklar var.

    1- avrupa'daki başarı galatasarayın katalizörü oldu. özellikle türkiye gibi milliyetçi damarı keskin bir ülkede alınan bu avrupa başarısı (Avrupaya tokat vurmak, türkiye'nin gururu) çerçevesinde diğer takım taraftarları tarafından da benimsendi.

    2- fatih terim - mehmet ağar hattı gibi hatların varlığına rağmen alınan bu başarı, diğer takımların başarısızlığının da meşru sebebi oldu, üzerinde komplo teorisi kurup bunu genişletebilecek bir alan bırakmadı. dolayısıyla nefret dilinin cümlelerini elinden aldı.

    3- belirttiğimiz dönemde yaygın medya ve medya refleksleri bu dönemdeki gibi değildi. bugün 7/24 medya çağında yaşıyoruz, internet, haber siteleri, haber kanalları, onlarca televizyonda onlarca yorumcu gerçekten de sürekli bilgi pompalıyorlar. biraz uzak bir örnek ama, aynı dönemde demokratlar ile cumhuriyetçilerin yarışı da şimdi gördüğümüz kadar şövenist, hamasi, komplo teorisiyle bezenmiş bir dil bulundurmuyordu. yapısal bir süreç.

    4- türkiye farklı bir ülkeydi. bugün 10 senelik aşırı kutuplaşma, ötekileştirme dilinin rijitleştirdiği, siyasal tüm sinir sistemi uyarılmış bir toplumda, böyle bir deney üzerinde hareket ediyoruz. toplum da o dönemdeki toplum değil, dolayısıyla yerleşen zihniyet spora da bir dil olarak yansıyor.

    dolayısıyla ben gs'nin başarılı olduğu dönemle bugünkü dönemi karşılaştırmayı doğru bulmuyorum,

    yaklaşık 10 sezondur, rekabet ettiğimiz her takım birbirine özdeş cümleler kuruyor, hepsi federasyonun fenerbahçe tarafından yönetildiğini, hakem atamalarının manidar olduğunu, hakem hatalarının hep fenerbahçe lehine olduğunu, aziz yıldırımın hakemleri ve federasyonu baskı altına aldığını, medyanın da fenerbahçeli olduğunu söylüyor. böyle bir dil birliği de oluştu. bir ideolojisi de var. evet daha önce bunlar yoktu, bunun ortaya çıkmasına uygun bir sosyolojik zemin de yoktu.

    bu arada, bu hesabın bütününü fenerbahçe'ye yükleyen, fenerbahçe bunu yarattı, insanlar da nefret etti, şimdi de yakınıyor demeye getiren görüşü de fazla mütehakkim buluyorum. yani olanlar bu kadar ortada. mesela şu bahsettiğin fotoğraftaki hamasi dilden ben de senin kadar rahatsız oluyorum, ancak bu dilin diğer üreticilerine yönelik bir bakış açısından da kendimi geri bırakmıyorum.

    hamasi bir bakış açısı yapan, fenerbahçe düşmanlığı ile kendi başarısızlığını izah etmeye çalışan, milyonlarca dolar kendi kulüplerini borçlandıran, kötü transfer stratejileri ile kulüplerinin bütçesini darma duman eden, günübirlik kararlar veren, dün "sihirbaz" dediğini bugün gönderen, dün gönderdiğini bugün alan, bütün başarısızlıklardan sonra da hesap vermek yerine bir ötekini suçlayan insanların günahı yok mu? tabi ki var, tabi ki olmalı,

    onların da bu dili devam ettirmemesi gerekiyor, mesela ünal aysal bu bakımından bir fırsat olabilir.

    ancak 10 sezondur sürdürülen bu yapısal etkenlerden oluşmuş durumu da öyle hemencecik atabileceğimizi zannetmiyorum. nefrete maruz kalanı, nefret gösterenden ve onun nefret dilinden daha fazla eleştirirek en azından aşabileceğimiz bir tümsek değil bu.

Yorum Gönder