29 Aralık 2010
"Tutku" Düzeni Bozdu
Maça savunmada sertlikle ve hücumda düzen içinde başladık. Galatasaray'ın boş şutları da kaçırmasıyla neredeyse 7-8 dakika sadece 5 sayıda tutup 10 sayılık farkı yakaladık. Spahija çeyrek sonunda Ukiç'i dinlendirmeye çağırıp Greer'i parkeye yolladığında hacı yolu gözler gibi Greer'in sahada olmasını bekleyen Galatasaray dört kısalı baskılı savunmayla bir dakikada 7-0'lık seri yaparak bitirdi çeyreği. 12-15. Baskı karşısında başı kesilmiş tavuk gibi dolanan Greer de bir kez daha ne ruhen ne bedenen bu takımda olduğunu ispatladı bize.
Ermal'in iki faul alıp kenara gelmesiyle hücumda içerideki en önemli kozunu kaybeden Galatasaray 4 kısalı düzende iki yıldır başımızın belası olan Schumpert'i 4 numaralı pozisyona çekip kısa beşte devam edince Schumpert yine yaptı yapacağını. Mirsad'ın onu savunamadığını Spahija'nın görmesi için 9 sayı atması gerekti. Tutku'nun hücumdaki organizasyon becerisiyle bir ara 4 sayı öne geçmeyi başardı Galatasaray. Periyot sonunda Oğuz'u içeriden beslemeyi hatırlayıp oyunu biraz daha içeriye yıkarak oynayınca skor olarak olmasa da oyun olarak bir adam öne geçtik. Emir'in dört numara oynadığı dönemde de ilk kez hücumda bol paslı bir düzen sonucu Oğuz'la kolay sayı bulup devreyi iki sayı önde kapattık. 27-29.
İkinci yarı bizim kontrolümüzde başladı. Bu bölümde bizi rahatlatabilecek bir farkı çok kolay yakalayabilirdik. Arka arkaya en iyi faul atan oyuncuların kaçırdığı fauller ve hücum süresi dolarken yediğimiz iki üçlük sonrası bu fırsat kaçtı. Periyot ortasında iki takımda abuk subuk hücum tercihleri yapıp kolay sayı fırsatlarını değerlendiremezken de sakin kalmak yerine koş koşa ayak uydurmamız çok kötü oldu. Periyot sonunda 5-6 sayılık bir fark yakalasak da Ukiç'i dinlendirmek için oyunda olan Greer, Tutku'ya faul yapmak yerine eskortluk yapmayı tercih edince son saniye üçlüğüyle üçüncü periyoda nokta koyuldu. 42-44.
Dördüncü periyoda kenardan gelen hakemlerin desteğiyle başlayan Galatasaray önce Haluk'a çalınmayan faul ve Spahija'ya çalınan teknik faul sonrası bir anda 4 sayı öne fırladı. Spahija'nın erken molaları hücumda sakinleşmemiz ve düzen içinde kalmamıza yetmedi. Önce Ukiç kontrolü kaybetti, sonra Ömer birebir içeriyi çok zorlamayı seçti. Bu sırada Oğuz'a bir hücumda yapılan 5 faulden birini çalabilen hakemler yüzünden topu içeriye de indirmekte epey zorlandık. İçeriyi top indirdiğimizde de o topu tekrar dışarıya veremedik dolayısıyla iyi seçilmiş dış şut da bulamadık. Savunmamızın en zayıf karnı delici guardı savunamama zaafını Tutku müthiş kullandı. Mesafe bırakıp şutunu riske ederek savunmak yerine yakın alınca her perdeleme üstünden içeriye drive etti ve çok iyi paslar verdi. 7 sayı bu maç için ciddi bir farktı ve buradan geri gelmeyi de bu kadar felaket hücüum ederek ve faul atarak başaramazdık. Schumpert ve Shipp'in üçlükleriyle Galatasaray ikili averaj için hiç de azımsanamayacak bir fark olan 11 sayıyla maçı kazanmayı başardı. 67-56.
Hiç bir periyotta 15'in üstünde sayı yemeyip son periyot 25 sayı yememiz maçın sonunda oyundan mental ve fiziksel olarak düştüğümüzün en büyük kanıtı. Tutku'nun 12 sayı 6 ribaunt 7 asisti çok etkileyici, iki üç haftadır çok iyi oynuyordu bu maçta zirve yaptı. Schumpert yine beklenen katkıyı yaptı 16 sayıyla. Galatasaray Rochestie dışındaki yabancılardan çok iyi verim alırken bizim yabancılarımız yokları oynadı. Lavrinoviç sadece 10 dakika oynayıp 2 sayıda kalırken, Tomas 3 Kinsey, 2 sayıda kaldı. Ukiç çok oyunda kalması ve 34 dakika oynaması yüzünden faullerde bile felaketti. Son çeyrek tercih hatalarının birdenbire artması da yorgunluk göstergesi. Ömer'in 16, Oğuz'un 14 sayısı var bizim tarafta. Zaten çift haneli sayıya ulaşan sadece iki oyuncumuz var. 15/27 ile faul atmışız, 5/21'le üçlük, üstelik ilk periyot dışındaki üçlük seçimlerimizin çoğu yanlış ve el üstü şutlar. Hakemlerin izin verdiği ölçüde yer yer rugby düzeyinde sertlik yaparak bir şekilde oyundan bizi kopartmayı başardı Galatasaray. Hakemin Spahija'ya teknik faul çalması doğru da, rezillik zaten aynı düdüğü maçın başından itibaren sürekli itiraz eden Oktay Mahmudi'ye bir türlü çalamaması.
Hakemlerin saçmalamaları olsa da bu maçı hakemler yüzünden kaybettik dersek hata yaparız. Delici guarda sahip olan her takım bizim boyalı alana elini kolunu sallayarak giriyor. Greer'in rezil hali yüzünden neredeyse 40 dakika oynamak zorunda kalan Ukiç'den yüzde yüz savunma performansı beklemek de hayal. Hücumda saf skorer bir oyuncu olmaması da böyle tıkanan, düzenin işlemediği maçlarda başımızı ağrıtıyor.
Sonuçta kaybedilen bir şey yok, bir normal sezon mağlubiyeti, önümüzdeki Efes maçını kazanıp telafi edebiliriz, Galatasaray çok iyi takım maçı da bizden fazla istediler, tebrik etmek lazım. Bu sene ciddi bir sakatlık yaşamazlarsa ilk kez final oynayacak seviyedeler. Bir tebrik de Engin Kennerman'a. Küfürleştiği Galatasaray seyircisine kendini affettirdi bugün, onun da gözü aydın. Devamı ...
Spor Medyasındaki Nefret Söylemi
Aslında Hıncal Uluç hakkında ve genel olarak Türk spor medyasının ikiyüzlülüğü hakkında yazmaktan bıktım ama yine de insan dayanamıyor. Hafta sonundaki Fenerbahçeli çocuklara saldırı olayının ardından Galatasaray yönetimini kınayan aklı selim sahibi gazeteci rolü oynayan adam iki gün sonra daimi nefret söylemi üreticisi rolüne geri dönmüş. Trabzonspor’u uyarıp “Fenerbahçe Trabzon’u şampiyon yapmayacak buyurmuş”, üç tane aleyhine penaltı verilirse Trabzon diye bir takım kalmazmış “bunları da tezgahlayacak kişi Uluç’a göre tabii ki Aziz Yıldırım.
İki gün sonra Fenerbahçeli birileri Trabzon’un hakem hatasıyla kaybettiği bir maçtan sonra dövülse yine en büyük kınayıcı bu nefret söylemini yayan adam olacak, gayet iyi biliyoruz. Hem nefreti yayıp Fenerbahçe’yi bütün şer odaklarının simgesi sayacaksın, hem de senin oluşturduğun büyük söylemi içselleştirmiş adamların Fenerlilere saldırısını kınayacaksın.
Bu ülkede sporda şiddet yasayla falan önlenmez. Fenerbahçe’ye karşı çok ciddi bir nefret söylemi var, Aziz Yıldırım bahane edilip öyle bir Fenerbahçeli kimliği yaratıldı ki bu taraftarın mağdur olabileceği kimsenin aklına gelmiyor. Daha geçen hafta Bağış Erten Lefter’e övgüler düzdüğü yazıda "başkalarının da Fenerbahçe’yi sevmesinin yegane gerekçesi" diye selamlamış Lefter’i. Yegane vurgusuna dikkat ederek okuyalım isterseniz metni. Fenerbahçe o kadar nefret edilen ve nefret edilmesi meşru olan bir takım ki ancak Türk futbol tarihinin en büyük efsanelerinin birinin hasta yatağında olması Fenerbahçe’yi biraz sevdirebilir diye de anlamak lazım bu yazıyı.
Türk spor medyasında kimse Galatasaraylılığını Beşiktaşlılığını saklamak zorunda değil ama saygın bir yer edinmek istiyorsan Fenerliliğini gizleyeceksin. Galatasaray Lisesi’nin içinde Fenerliliğini söylemekten çekinmeyen Mehmet Demirkol şimdi Fenerbahçeli geçmişini bile anlatamıyor. Aynı şey Bağış Erten için de geçerli. Yani saygın, aklı selim sahibi bir gazeteci kimliği edinmek istediğin de asimile olmuş bir Fenerli olman gerekiyor. İbrahim Altınsay Beşiktaşlılıktan asimile olmadan da saygın futbol mütefekkiri, Banu Hanım Galatasaraylılıktan çıkmadan da ekranların düzeyli yüzü olabilir ama Fenerli oldun mu saygın gazeteci olunmaz. Selçuk Yula – Ercan Saatçi rolüne indirgenmemek için Fenerbahçelilik unutulabilir, vazgeçilebilir bir kimlik parçası.
Geçmiş Fenerliliklerini utanılacak bir yük olarak gören adamların makbul olduğu bir sektörde de Fenerbahçeli kimliğinin tukaka edilmesi son derece normal. Ntvspor gibi hem nefret söyleminin bir numaralı taşıyıcısını yıllardır kanalından eksik etmeyip hem de Fenerlilere saldırınca da “aa çok ayıp olmasın böyle şeyler” tadında habercilik yapan kanallar oldukça bin tane yasa çıkar hiçbir şey değişmez.
Sen bütün futbol dünyasının Aziz Yıldırım tarafından yönetildiğini, Fenerbahçe’nin bütün tezgahaların altından çıkan kirli güç olduğunu bangır bangır ilan et, sonra da Fenerli çocuklara birileri saldırınca hiçbir sorumluluğun yokmuş gibi timsah gözyaşları dök. Bu ülkede zaten yıllarca nefret söyleminin öznesi olmuş bir çok etnik ya da ideolojijk grup oldu, kah sokakta arkasından vurularak, kah bir otel odasında ölümü bekleyerek bunun bedelini ödediler. İşin sonu da oraya gidecek, üstlerinde sarı- lacivert forma var diye birilerinin ölmesi mi lazım artık bir şeyler yapılması için?
Yeter artık birileri Hıncal Uluç’a hesap sorsun, birileri tarafsız bir gazeteci ama Fenerbahçeli olduğunu ilan edebilsin statüsünün düşmeyeceğinden emin olarak. Ve siz Fenerbahçeli gömleğinizi saygın görünme uğruna, mesleki ikbal adına çıkaran gazeteciler, o formayı hayatları boyunca çıkarmayacaklarının da can güvenliğini tehlikeye atacak büyük söylemin içinde olmayın bari. Devamı ...
28 Aralık 2010
Tribünleri Tıklım Tıklım Dolduran Takım
Bu fotoğraf Ankaragücü-Fenerbahçe kadın voleybol maçındanmış. 6500 kişilik salon tıklım tıklım, merdivenlerde bile oturanlar var. Sıradan bir lig maçı; derbi değil, en önemli rakip değil, Avrupa Kupası maçı değil fakat Ankaralılar, maçı izleyebilmek için salon dışında kuyruğa girmiş. Şu görüntüleri yaşattıkları için bile minnettarız bu takıma. Fenerbasket'te bir arkadaş yazmış "sanki bütün Ankara bu maçı bekliyormuş, salon doluydu, atmosfer süperdi." Her gittikleri yerde böyle karşılansınlar, hak ediyorlar.
Devamı ...
27 Aralık 2010
Adnan Bey - Gidin.
16 Kasım 2009 tarihinde bir tribün dolusu insan tek bir kadıncağıza saldırdığı zaman suçlu çok kolay bulundu: dayak yiyen kadın. Bunu Emre Aköz'ün çevik polisten dayak yiyip çocuğunu düşüren kızcağızı suçlamasına benzetebiliriz, gözünü zulümden çevirip mazlumun yapması gerekenleri sıralayan, dayak atanın dayak atma hakkı olup olmadığını hiç sorgulamadan karşıdakine neden dayak yediğini soran bu ahlaksız zihin, provokasyon kelimesinin iliştirilebileceği her alanda haklarına tecavüz edilenleri iğdiş edebiliyor. İster Trabzon'da bildiri dağıtmaya çalışan bir TAYAD'lı, Edirne'de NATO'yu protesto etmeye çalışan bir Halk-Evleri mensubu olun isterseniz Düzce - Sakarya - Adapazarı hattında düğününüzde Kürtçe şarkı çalmak isteyin, linç girişimi ertesinde sorulacak soru halkı nasıl provoke ettiğinizdir. Halk zaten size dayak atacaktır, dayak zaten vardır ve meşrudur, münferittir, keşke hiç yaşanmasa, ama kimi zaman "milliyetçi bir refleks"tir. Haksızlığa bakıp yalnızca mazlumu sınavdan geçiren bu aşağılık kafa yapısı ise biliyoruz ki yalnız saha dışına has değil.
Adnan Polat bu zihinsel iklimin iyi bir örneğini, yukarıda bahsedilen maçtan sonra vermiş, kadıncağızı suçlamış, çıkan olaylarda taraftarın sahaya girmesine, basketbolculara saldırmasına karşı sessiz kalmış ve "özür dilemeyeceğini" beyan etmişti. Öne sürdüğü neden "Efes maçı"ydı. Her ne kadar orada Fenerbahçe yönetimi çıkan olaylardan dolayı özür dilemiş, kulüp gereken cezayı üstlenmiş ise de Galatasaray herhalde "haklı dayağı"nın, provoke olmuşluğunun gölgesinde özür dileyecek de değildi.
Keita'nın yumruğunda "Galatasaray için yumruk atan da yiyen de şereflidir" noktasına konuyu getirebilenler nasıl "bu vatan için kurşun atanlardan" ve onların ellerinde tabanca olan bildiğimiz portrelerinden uzak değilse, Galatasaray yönetimi de bu olaylar karşısında Çatlı'nın katlettiği çocukların suratına hala soğukkanlı bakabilen (ve gene solcuları suçlayan) parti yönetimlerinin durgun duruşundan başka bir duruş sergileyemiyordu. Keita -elbette Fenerbahçeli bir futbolcuya yumruk atan bir kahraman olarak- yargılanmayacak, Fenerbahçeliler Fenerbahçeli olmaklıklarıyla yarattıkları provokasyonun sonucunda bir dayak yedilerse bunun da cefasını çekecekti. Bu tip olaylarda cepte bekletilen "Elbette sahalarımızda böyle olaylar istemiyoruz, elbette bu tip olaylar münferittir, kulübe bağlanamaz" parantezi ise zımni bir tasvipten başka bir şey değildi.
Kaç olayda bunu gördük?
Arda Fenerbahçe taraftarının üstüne koşup hareket çektiğinde yeni Metin Oktay olarak alkışlanıyordu, bugün Fenerbahçe Başkanının samimi bir şekilde ulan demesine bozulanlar şampiyon olduklarında sağ kollarını dirsekten kıvırıp sol ellerini üstüne koyuyor saatlerini hepimize gösteriyordu, futbolcuların toplu halde Fenerbahçe'ye küfürler savuran videoları youtube'a konulduğunda göremediğimiz hassasiyet, aynı şekilde Fenerbahçeli futbolcuya bir futbolcu saldırdığında, boynunu sıktığında, Emre gibi kafa attığında, bir tribün dolusu insan bir kadın ve Fenerbahçeli basketbolculara saldırdığında, Fenerbahçe bayan takımının üstüne çullandığında da görülemiyordu.
Çünkü bunların hepsi meşruydu. Hepsi. Bila istisna. Rakip Fenerbahçe ise bu doğal bir provokasyondu ve her tür şiddet Galatasaray yönetimi tarafından yalnız meşru görülmüyor destekleniyordu da. Yönetim bunu neredeyse hakaretamiz bir dil kullanarak yapabiliyorken, boş bıraktığı alanda taraftarlar elbette Fenerbahçeli her şeye saldıracak, saldıranlar olacak, bunlar tasvip edilecek, yükseltilen Fenerbahçe nefreti, ateşlendiren bu unsur, o tehlikeli "provokasyon" kelimesinin kullanılabileceği tüm durumların nedeni olacak, mutlaka, mutlaka "hak edilen" o sonuç gerçekleşecekti.
Bugün 17 yaş altı takımına saldıran, 18 yaşından küçük henüz reşit olmamış çocuklara karşı bile emsalsiz bir şiddet uygulayan bu taraftarlar işte böyle bir ortamda, çok da doğru yaptıklarını düşünerek bu olayı bize yaşattılar. Bugün okuyoruz, gene provokasyon varmış. Fenerbahçeli bir futbolcu bir Galatasaraylı futbolcu ile tartışmış. Florya'da. Elbette bunun doğal sonucu bütük takımın dayaktan geçirilmesi, sahaya girilmesi, saldırılmasıdır. Elbette suçlu "sorumsuz" ve "dikkatsiz" Fenerbahçeli çocuktur. Yoksa sahaya girilmesi, dayak atılması tek başlarına asla bir suç olarak kabul edilebilir mi?
Bu ilkel, ahlkaksız, vicdansız zihin ne yazık ki böyle kendi alanında akıp gene bizde yer etmeye çalışacak. Kanmayın. Dayak atmak, sahaya girmek, 18 yaşının altındaki çocuklara saldırmak suçtur. Bunlar kötüdür, ahlaksızcadır. Sinirlendiği her olay karşısında kuduz bir köpek gibi bendinden taşarak muarrızın üstüne çullanmaya çalışan bir yaratık insanlık ailesinin utanılacak bir mensubudur ancak. Biz böyle yaratıklardan uzaklaşarak bu medeniyeti yarattık, her sinirlendiğimizde karşıdakini öldürerek rahatlamaya çalışan Orclar olarak değil.
Talep ettiğimiz şey de buna oranlı olmalı. Bu olaylardan uzun süredir sürdürdüğü politikalar ile Adnan Polat yönetimi sorumludur. Polat yönetimi Fenerbahçe düşmanlığını camiada kışkırtmış, bu olay gibi sayısız olayda olayın üstünü kapatmaya çalışmış, saldırıları, dayakları, maddi ve manevi zarar eylemlerini meşru kabul etmiş hatta desteklemiştir. Bu olay Polat'ın yarattığı dilin ve yönetim anlayışının tutarlı bir sonucudur, başka bir şey değil. Kendisi istifa etmelidir.
Türk sporu, canavarlığa, ahlaksızlığa, güçlünün güçlü olduğu herhangi bir zaman diliminde güçsüzü mutlaka ezmesine dayanan bir vicdansızlığa, provokasyon kelimesi arasına sıkıştırılmış her şiddet eylemini yücelten ve normalleştiren bir ahlaksızlığa teslim olmamalı, bu kadar da değil.
Devamı ...
24 Aralık 2010
Fenerbahçe'nin İdeolojik Aygıtları ve Taurasi Meselesi
50 yıl sonra iletişim fakültelerinde “2000’li Yılların Başında İletişim Felakati: Bir Vak’a Çalışması Olarak Fenerbahçe” diye bir doktora ya da master tezi yazılması lazım. Köşe başındaki büfenin bile internet sitesine sahip olduğu, en ücra ilçedeki devlet dairesinin bile vizyonumuz, misyonumuz diye bir takım şeyleri taahhüt ettiği bir çağda Fenerbahçe’yi Pravda gazetesi gibi yönetenler yüzünden milyonlarca insan gerçeğe dair doğru düzgün hiçbir şeyi Fenerbahçe’nin bizzat kendisinden öğrenemiyor. Bilindiği gibi kulübün dergisi,radyosu televizyonu ve internet sitesi var. Yani 20 milyon civarında taraftarına (pardon müşteri diyecektim) hitap edebileceği her türlü platform mevcut. Ayrıca bildiğimiz üzere bu kulüp sık sık sadece futbol kulübü olmadığını spor kulübü olduğunu da vurgulayan bir kulüp. Ama gelin görün ki futbol dışındaki branşlarda kulüp kaynaklı bilgi edinmek neredeyse imkansız.
10 gün önce Kadınlar Eurolegue’deki Sopron maçı için televizyon karşısına geçtiğimizde Taurasi’nin maç kadrosunda olmadığını gören herkes bir açıklama bekledi. Maçı anlatan spiker ve yorumcu da bunun üzerine herhangi bir bilgi paylaşımında bulunmadılar. Maçtan sonra Ratgeber’in Macar basınına “bu konu hakkında bir şey konuşmak istemiyorum” demeci yansıdıktan sonra Fenerbahçe forumlarında türlü, çeşitli iddialar ortaya atıldı. Kulüpten iki-üç gün boyunca tek bir açıklama bile gelmedi. Geçen hafta bu söylentilerin yoğunlaşması üzerine Antu’daki Diana Taurasi başlığı kapatıldı. Yönetimin Diana ve Penny’nin Noel için Amerika’ya gittiğini lütfedip bildirmesi üzerinden çok geçmeden dün Ümit Avcı’nın haberi patladı.
Haberi dün saat sabah 8 de gördüm, bir iki saat içinde kulüpten bir açıklama bekledim ama onlar öğleye doğru gerizekalı bir gazetenin Fatih Terim haberini yalanlayan bir metin yayınladılar sadece. Internet sitesinde bu işlere bakan arkadaş günde birden fazla yalanlama yazamadığı için Taurasi meselesi hakkında bir şey söylenmedi herhalde. Kadın basketbol takımının en önemli oyuncusu hakkında ortaya atılan iddianın gündeme düşmesinden yaklaşık 28 saat sonra Fenerbahçe bir açıklama yapmayı aklına getirebildi. Olay doğrulanırken bu olayın medyaya sızdırılmasının da etik olmadığı vurgulanarak ve sürecin tamamlanmasının bekleneceği vurgulanarak bir metin duyuruldu kamuoyuna.
Oyuncunun haklarının korunmasından bahsetmiş kulüp ama sen bu iddiaya karşı zaten 24 saatten fazla suskun kalarak bizzat kendin oyuncunun haklarını koruma konusunda acziyet göstermişsin zaten, kimi suçluyorsun diye sorarlar adama. Herhalde kulüp doping testinin pozitif çıktığını en az bir 15 gündür biliyordu ki Taurasi maç kadrosuna girmedi ligde ve Euroleague’de. Neden şimdiki açıklamayı 15 gün önce yapmayı tercih etmediler de Taurasi’nin oynamamasını dinlendirme amaçlı ya da tatil amaçlı gibi gerekçelerle açıkladılar? B numunesi 4 Ocak'ta değil de 24 Ocak'ta açıklanacak olsa Taurasi’nin Lotos ve Ekaterinburg maçlarında neden oynamadığı konusunda başka yalanlar mı söyleyeceklerdi?
Fenerbahçe taraftarının bilgilendirilmeye en çok ihtiyaç duyduğu zamanlarda yönetimin ne ilk ne son ortadan kaybolması. Denizli’de de Saraçoğlu’nda da şampiyonluk kaybedildikten sonra ortadan yok olanlar, taraftarı sukunete davet edebilecek kadar bile feraset gösteremeyen adamlar bir kez daha kriz yönetimi konusunda sınıfta kaldı. Fenerbahçe’nin iletişim kanalları başkanın tek adamlığını meşrulaştırmak dışında bir misyon üstlenmiyorlar. Dün FB TV de haber bülteninde haber seslendirirken başkanın isminin önüne “Sayın” ifadesi getirildiğini farkettim, daha önce hatırlamıyorum böyle bir vurguyu. Haber bülteninde Kulüpler Birliği Toplantısında Sayın Aziz Yıldırım şöyle dedi diye bir ibare çok garip değil mi? Kuzey Kore Devlet Televizyonu mu bu kanal bu kadar bir kişiyi kültleştirmek üzere yayın yapsın.
Tuncay gittiğinde şampiyonluk klibinden Tuncay görüntülerini çıkaracak kadar "1984" ruhu sinmiş bir kanaldan da iletişim için değil ancak propaganda için yararlanılabilir zaten. Fenerbahçe'nin iletişim organları aslında iletişim organı olarak değil Aziz Yıldırım diktatörlüğünü meşrulaştıran -Althusser'den ödünç olarak söyleyelim- ideolojik aygıtlar olarak görülmeli, hatta yönetimle organik bağı olmasa da Antu da buna dahil.
Taurasi cephesine gelelim. Sporcu kullandığı maddeyi doktor önerisiyle mi aldı yoksa doktor kontrolü dışında kafasına göre mi aldı bunu bilmiyoruz. Çıkan maddenin ağırlıklı olarak uyku düzeni bozukluğu şikayetlerini giderici bir madde olduğunu öğrendik Federasyon açıklamasıyla. Her ne olursa olsun; sorumsuzluk oyuncuya ya da doktorlara kime ait olursa olsun bunun acısını Avrupa Şampiyonluğu hayalleri kuran biz gariban Fenerbahçe taraftarı çekeceğiz.
Doping testi yapılan yerin daha önce WADA(Dünya Anti-Doping Ajansı) tarafından belli kriterleri sağlayamadığı için uyarılan bir yer olmasını da not edelim. Belki bu testin doğruluğu konusunda haklı bir şüphe duymamızı sağlayabilir ama B numunesinin A numunesinden farklı bir şekilde çıkması ihtimali yüzde bir bile değil. Dolayısıyla sonuç hakkında iyimser olmak için hiçbir neden yok. Taurasi’nin avukatının “10 senedir girdiği doping testlerinde bir şey çıkmadı” savunması da saçma. Marion Jones’in de kanında yasak maddeye rastlandığında 10 senedir hiçbir doping testi pozitif çıkmamıştı zaten. Taurasi’nin bilerek performans artırıcı bir madde kullanmayacağını herkes biliyor, ama bu onun sorumluluğunu ortadan kaldırmıyor. Hayatını bu işten kazanıyorsan azami özen göstereceksin aldığın bütün ilaçlara; yediğin, içtiğin her şeye.
Geri zekalılar için not: Aziz Yıldırım Efes’in küme düşürülmesini istemişti şimdi ne yapacak diye yorumlar görüyorum. Efes Pilsen oyuncularından doping testine giren iki oyuncuda da vücuda doğal yollarla girmesi imkansız olan bir maddeye rastlandı, dolayısıyla aklı selim sahibi her insan böyle bir tesadüf olamayacağını düşünerek bunun organize bir olay olduğu kanısındaydı. Tekil bir sporcudaki yasaklı maddeyle organize ve takım olarak dopingi aynı kefeye koyabilmek ve buradan Fenerbahçe’ye çamur atmak, kusura bakmayın ama, geri zekalılıktan başka bir şey değil.
Devamı ...
Cholet Maçı: Bildiğimiz Mirsad, Özlediğimiz Emir
Başarı olunduğu için salona teşrif eden 4-5 bin kişiden mahrum ama resmi rakama göre 10245 kişi gibi hiç de azımsanamayacak bir seyircinin önünde, Barcelona ve Siena maçları gibi felaket bir başlangıç yaptık. Lavrinoviç'in iki boş üçlüğü sokamaması ve savunmadaki felaket pozisyon hatalarıyla bir anda 10 sayı öne fırladı Cholet. Oğuz Savaş ve Mirsad'ın girmesi ve Ukiç'in kontrolü ele almasıyla 4 dakikalık uyuma seansından çıkan takım çeyrek sonunda Mirsad'ın ve Kinsey'in basketleriyle yakalamayı başardı ve ilk çeyrek 16-16 geçildi. Bu çeyrekte yediğimiz 16 sayının 12'si ilk dört dakika içindeydi. Ömer'in Mejia üzerindeki savunması, Mirsad ve Oğuz'un içeride kontrolü sağlamasıyla ikinci çeyrek savunmamız oturdu, ara sıra Falker alamet-i farikası olan hücum ribauntu sezgisiyle ekstra sayılar kazandırsa da çok canımızı yaktığı söylenemez. Hücumda akışkanlığı sağlayıp Emir'in şahene asistleriyle farkı açmaya başladık ve ilk yarıyı 38-30 önde kapattık.
İkinci yarının başında Lavrinoviç'i boyalı alanda kullanmayı akıl edince arka arkaya 8 sayı bulduk Litvanyalı oyuncunun elinden. Mirsad asist, top çalma, skorun yanına bir de şahane blok ekleyip maçı tamamen bizim lehimize çevirip kenara geldi. Üçüncü çeyreğin sonlarına doğru 15'ten 20'ye doğru çıkan fark, Emir'in geçen senelerdeki kimliğini hatırlaması, Kaya-Oğuz ikilisinin pota altından bulduğu kolay sayılarla 30'u buldu ve maç 93-61 sona erdi.
Maçın yıldızı tabii ki bütün arkadaşları uyku modundayken girip takımı ateşleyen Mirsad. 10 sayı, 8 ribaunt, 3 asist, 3 top çalma ve 1 blokla istatistik kağıdının her tarafını doldurdu. Beni oyundan ve sonuçtan çok bu maça dair mutlu eden şey Emir'in performansı oldu. 11 sayı ve 11 asistlik double double ile sezon başından bu yana bir türlü ritim bulamayan halinden kurtulup geçen yıllardaki yapabildiklerinden bir kesit sundu bize. Cholet'in en iyi yaptığı şey olan hücum ribauntlarında 18-11 geride olsak da onları 21 top kaybına zorlayarak bu açığımızı kapattık. Hücumda Ukiç'in devreye girmesiyle takımın bütün dişlileri yerine oturdu. Takım olarak yaptığımız 28 asist bu seviyede müthiş bir rakam, takım olarak toplam 125 verimlilik puanı da çok etkileyici. Bu rakamlar bu sene Euroleague'de ulaştığımız en iyi rakamlar. Üç dört maçtır sallanan takımın böyle bir performansla ayağa kalkması son derece sevindirici.
Top 16 bu seviyeden bir iki adım daha sert bir atmosfere sahip olacak. Real Madrid ve Cajo Laboral'ın gruplarında ikinci olmaları sonucu onlarla eşleşmeyecek olmamız sevindirici, aynı şekilde üçüncü torbadaki en belalı takım olan Barcelona ile de ilk grupta oynadığımız için eşleşme durumumuz söz konusu değil. Benim için ideal grup birinci torbadan Panathinaikos, üçüncü torbadan Zalgiris ve dördüncü torbadan da Virtus Roma. İdeal de olsa ölüm grubuna düşsek de Top 16'da kullanabileceğimiz sert bir uzuna kesin olarak ihtiyacımız var. Lavrinoviç bugün sadece 2 ribaunt aldı ve savunma sertliği çok düşük düzeyde. Kaya dışındaki diğer uzunlar da sertlik konusunda çok gerideler. Her ne kadar Oğuz bu maç fena olmasa da Sean May'in neden alındığını anlamış değilim. Ne oyun içi sertliği var, ne ribauntçu diyebileceğimiz bir adam ne de kalın bir vücudun avantajlarını savunmada kullanabilen bir yapısı var. Onun yerine biraz uzun ve hiç değilse ribaunt alabilen bir uzun almamız çok daha yerinde olurdu.
19 Ocak'a kadar 25 gün gibi bir süre var ve bu süre içerisinde ligde de zor maçlar oynayacağız, şu mübarek Cuma gecesinden başlamak üzere Ukiç'in sakatlanmaması için dua etmemiz lazım, Ukiç'siz sıradan bir takıma dönüyoruz, üstelik Ukiç'in yerine kaydırılan oyuncuların ana rolündeki verimini de kaybediyoruz Ukiç'in yerini kompanse etmeye çalışırken. İyi bir kura şansı ve sakatsız belasız bir dönem sonrası op 8 tabi ki imkansız değil ama yine de işler zor.
Devamı ...
23 Aralık 2010
Aziz Yıldırım Zihniyetinin Çöküşü
Fenerbahçe Spor Kulubü yönetiminden kısaca "Fenerbahçe yönetimi" veya "yönetim" şeklinde bahsetmek artık hata. Fenerbahçe'yi uzun süredir yöneten bir yönetim değil bir zihniyet. Kısaca bahsedilecekse "Aziz Yıldırım yönetimi" diye bahsedilir, en açıklayıcı tanım o olur. Aziz Yıldırım yönetimi artık çöküşünü de tamamladı ve aşağı doğru hızla yuvarlanmakta. İhtişamlı günlerinin üzerinden 3 asır geçmiş fakat hâlâ dünyayı yönlendirdiği yanılgısıyla yaşayan imparatorluğa benziyor. Panik ve çaresizlik içinde alınan kararlar çöküşü hızlandırmaktan başka bir işe yaramıyor.
Bu konuda daha önce çok yazdık. Aziz Yıldırım etiketine tıklayıp birkaç sayfa geriye bakmak yeterli. O yazılar yazıldığından beri içeriklerini doğrulayacak her şey yapıldı. Fenerbahçe 10 sene geri gitti, aynı günleri yaşıyoruz. Aziz Yıldırım yönetimini savunmak için kullanılan "90'ları hatırlar mısınız?" sorusunun bir geçerliliği kalmadı, şu anda hatırlamak istemediğimiz zamanlardayız. Zaten 90'lardaki yönetimlerde de görev almıştı Aziz Yıldırım. Tanju'ya imza attırılırken yanında gülen fotoğrafını arayıp bulun.
Aziz Yıldırım göreve geldiğinden beri büyük bir değişim yaşanıyor. Bu sadece Fenerbahçe'ye özel bir değişim değil. İnsanlar artık her hafta sonu İngiltere, İtalya, İspanya Ligi'nden üç dört maçı evlerinde izleyebiliyorlar. Türkiye 1990'a göre ekonomisi gelişmiş, dünyaya daha entegre olmuş bir ülke. Fenerbahçe'nin - Aziz Yıldırım'ın da inkar edilemez katkısıyla - Avrupa'nın büyük bütçelere sahip takımlarından birisi olduğunu biliyoruz. İnsanlar artık daha bilinçli. Türkiye'de şampiyonluğa oynayıp gelecek sene Avrupa Kupası maçında topa dokunamadan maçı bitiren bir takım kimseyi tatmin etmiyor. Zaten böyle bir takım Türkiye Ligi'nde de artık şampiyon olamıyor. Hem imkanlar hem talepler 20 yıl öncesine göre çok değişmiş durumda ve bu değişim, örneğin, Milan'ın yaşadığı değişimden çok daha büyük.
Aziz Yıldırım yönetimi bu taleplerin hep farkında oldu. Bunu verilen sözlerden, yapılan yatırımlardan anlamak mümkün. Futbol bilgileri ve yöneticilik kabiliyetleri ise bu yükü kaldırmaya yetmedi. Bir senaryo yazalım; diyelim Aykut Hoca yarın özel bir sebepten istifa etmeye karar veriyor, "devam etmem mümkün değil" diyor. Yönetim teknik adam olarak kime gider? Tahmin edeyim: Lucescu, Scolari, Parreira. Dünyada başka hoca yok çünkü, Aziz Yıldırım'ın tanıdığı hocalar bu kadar. 3 sezon Eto'o peşinde koşması gibi, dönüp dönüp aynı isimler. Dünyanın en iyi hocalarından Martin O'Neill'ı, nasıl bir futbol oynattığını, boşta olduğunu biliyorlar mıdır mesela? Sanmıyorum. Fenerbahçe Spor Kulübü'nde dünya futbolunu takip eden ve böyle bir durumda hoca önerecek birisi var mı? Galiba yok. Sportif direktörün tam olarak bu işi yapması gerekirken bu sezon başında öğrendik ki yedek teknik adam olarak tutuluyormuş.
Bu konuda Aragones çok iyi bir örnek. Tamamen keyfi istediği için Zico'yu kovan Aziz Yıldırım bir süre hoca aradı. Yine Scolari'ye gitti, yine anlaşamadı. O sırada Avrupa Şampiyonası vardı, şöyle bir hocaları süzdü ve Aragones'i gözüne kestirdi. Almak da kolay, kim ne yapsın 70 yaşında hocayı? Aragones kötü hoca demiyorum, diyeni sabaha kadar dövmek lazım, Aragones iyi hocadır, çok net. Aragones Fenerbahçe'ye uyacak hoca mıdır peki? "Kafama en fazla uyan hoca" diye getirilip Alex'i Xavi rolünde oynatmaya çalışmasından anlıyoruz ki Aziz Yıldırım ne hocanın oyun tarzını biliyor, ne de maçlarını dikkatlice izleyip Aragones'le bu konu hakkında konuşmuş. Aragones'in eline Alex, Deivid, Selçuk verilip İspanya'ya oynattığı oyunla şampiyon yapması bekleniyormuş. Diyelim takımın sistemini kökten değiştirip uzun vadeli bir düzen yaratmaya geldi. Diyemeyiz, birincisi yaşı buna izin vermiyor, ikincisi şampiyon yapamayınca hemen kovulmasından biliyoruz ki o kadroyla şampiyon olması istenmiş.
Aziz Yıldırım, kudretinden o kadar emin ki, yukarıda anlattığımız şeyleri anlatsak "ben dünya futbolunu takip ediyorum, çok da iyi anlıyorum" diyecektir. "Deniz'i çıkar Serkan'ı al" diye bağırarak teknik adama emir verecek kadar, Deivid ve Carlos'la konuşurum performansları yükselir diyecek kadar futboldan anlayan bir başkan. Oyuncuların bireysel performansından, maç sırasında yapılacak değişikliğe kadar her şeye müdahil. Stada giren çıkan pankartlardan haberi var, gidip bizzat koltuk teftişi yapıyor. Her şeyi, en ufak organizasyonu bile ona soruyorlar. Roberto Carlos geçen ay diyor ki; "Başkan'ın, oyuncu arkadaşlarımı çağırıp otele giriş çıkışlarımızı, kral dairesine giriş görüntülerimizi gösterdiğini duyana dek. Başkan direkt, "Sen orada mıydın?" diye soruyormuş, "Hayır" diyen olunca CD yi koyup, "Bak sen de oradaymışsın" diyormuş." Yani sadece sahanın içi değil, sahanın dışını bile teftiş halinde. Kulüpte 1984 ortamı yaratılmış ve peşine dedektif takılan oyunculardan başarı bekleniyor!
3 sene önce basketbolda aynı hatayı yaptı. Taraftarı, camiayı, başkalarını dinlemedi ve Mahmut Uslu önderliğinde federasyonun ricası yerine getirildi. Şimdi Mahmut Uslu nerede? Şimdi basketbol federasyonuyla arası nasıl? İkinci olduğu için başarısız ilan ettiği Daum, Zico, Löw'den sonra getirdiği hocalar ne yaptı? Konuşup performanslarını düzelttiği Carlos ve Deivid 3 ay sonra neden gitti? Artık soyunma odasına girip bağırıp çağırmalar başarı getirmiyor mu? Neden 10 sene öncesine döndü bu takım?
Fenerbahçe'de futbolu yöneten kimse yok. Futbol takımı, Aziz Yıldırım'ın kendi egosuyla yarıştığı bir alan oldu. Bilgisizlik, beceriksizlik başarısızlığı getiriyor. Başarısızlık da panik ve kararsızlığı. 4 senedir yapılan doğru hamle yok gibi, çöküşün tamamlanıp geri dönülemeyecek noktaya gelinmesinin işareti bu. Camia, taraftar dinlenmiyor. Çoğulculuk denince antik Yunan şehri demokrasisi sanılıyor. Değil. Aydın Örs'ü kovarken kamuoyuna, tepkiye, mantığına biraz kulak verse saçmasapan kararlar da alınmazdı. Zico'yu "tercüman çocuk sahada şut çekiyor" bahanesiyle kovarken biraz çevresine danışsa, kulüpte futbolu anlayan birisine sorsa Zico'yu kovup Aragones'i getirmenin saçmalığı kendisine anlatılırdı.
Aziz Yıldırım'ın bu yaştan sonra huyu mu değişir? Bilmiyorum. Fenerbahçe'de futbol takımı, işini hiç bilmeyen ve futboldan zerre anlamayan Aziz Yıldırım yönetimi tarafından idare ediliyor. Bu zihniyet arada bir şampiyon olabilir, bir takım başarılar yakalanır fakat sürekli başarı gelmeyecek ve talep edilen takıma asla sahip olamayacağız. Şu panik ve beceriksizlik haline bakınca "arada bir şampiyon olma şansımız var" demek de aşırı iyimser bir tahmin gibi görünüyor. Aziz Yıldırım zihniyeti çöktü. Artık başarılı olma ihtimali yok. Fenerbahçe'yi seven insanların artık tek yapması gereken - sadece Aziz Yıldırım'la da değil - "Aziz Yıldırım zihniyeti" ile mücadele etmek. Türkiye gibi bir ülkede Fenerbahçe gibi bir takımı yaratan taraftar, ne gruplara ne de Aziz Yıldırım zihniyetine mahkumdur.
Devamı ...
22 Aralık 2010
Sıra Sende Başkan
Teknik adamların performanslarını değerlendirmek için Parreira döneminden itibaren gelen teknik adamların resmî maçlarda aldıkları puanları karşılaştırdım. Listeye tüm Türkiye Ligi, Türkiye Kupası ve eleme maçlarını da katarak Avrupa Kupası maçlarını dahil ettim. Süper Kupa gibi maçlar yok. Tamer Güney gibi sezonun ortasında teknik adam kovulunca idareten göreve getirilenler yok. Sezon başında başlanan veya sezon ortasında uzun vadeli düşünülerek getirilen hocalar dahil edildi.
Aşağıdaki listede performansları kronolojik sıra ile veriliyor, sondaki sütunda maç başına aldıkları puan var.
Aşağıdaki listede de maç başına aldıkları puana göre yüksekten düşüğe doğru sıralanıyorlar.
Daum dönemi 3 sezonluk ilk dönem ve tek sezonluk iki dönem olmak üzere ikiye ayrıldı. Daum'un iki dönemi birleştirilince ortalaması 2.101 oluyor. Ligin son 10 maçını oynatıp gönderilen Veselinovic'i yok sayabiliriz, sadece 10 maça çıkmıştı ve Avrupa Kupası maçı oynamamıştı. Diğer rakamlara bakıp tesiptler yapmak mümkün. Parreira da UEFA Kupası ilk turunda elenip toplam 4 tane Avrupa Kupası maçı oynatmıştı. Performansı temel olarak lig performansını yansıtıyor. Ortalamalara baktığımızda Zico ve Daum'un uzun vadede en başarılı teknik adamlar olduğunu söylemek zor değil. Bu iki isim diğerlerinin aksine Avrupa Kupaları ve Şampiyonlar Ligi'nde de bol maç oynadılar. Diğer hocalar ikinci turdan ileri gidemezken, bu isimler Şampiyonlar Ligi gruplarında Manchester United, İnter, Lyon'la oynuyordu. Sadece lig performansları alındığında puan ortalamaları daha da yükseliyor.
Aykut Kocaman'ın performansı, son 15 senelik bu süreçte sadece Oğuz Çetin ve Zeman'dan daha iyi. Zeman 11, Oğuz Çetin ise 10 maçlık süreçten sonra gönderildi. Aykut Kocaman'ın sezon sonuna kadar kalacağını düşünürsek, aynı performansı devam ettirmesi halinde uzun süre şans bulan hocalar arasında açık ara en kötü performansa sahip olacak. Şunu da unutmamak lazım; Aragones de ligin ilk devresini bugünkü Fenerbahçe gibi 10 G 3 B 4 M ile 33 puan alarak bitirmişti. Şampiyonlar Ligi'nde de grup sonuncusu olarak elenmişti. Yani onun devre arası puan ortalaması da 1.5 civarındaydı. İkinci devre ligde biraz toparlanıp o ortalamayı yükseltse de takım çok kötü bir yerde bitirdi ligi.
Yine aynı şey olma ihtimali var tabii, Aragones döneminde bile bir ara "acaba?" demiştik, o sorunun ardından gelen iki maçlık darbe ile tamamen havlu atmıştık. Tabii Aragones'in en azından takıma kupada final oynattığını ekleyelim, hakkını yemeyelim. Bugünkü sonuçtan sonra o da gitti sanırım. Takımın şampiyon olması için önce mucize bir dirilme yaşaması, sonra Trabzonspor ve Bursaspor'un saçmalaması gerekiyor. Bu durumda bile Aykut Kocaman'ın puan ortalaması 1.8 civarına ancak çıkar.
Teknik adam başarılı veya başarısız olur, sorun değil. Ne kadar başarılı olduğunu rakamlar da söylüyor da artık hesabı başkasının vermesi gerekmiyor mu? Hoca kovup kurtulacak mıyız yine? Şu tabloya bakıp Aziz Yıldırım'a tekrar soralım: Löw, Zico ve Daum'u kovup ardından getirdiğin hocalardan memnun kaldın mı? Takımın performansının Oğuz Çetin, Zeman ayarına düşüp o seviyeyle karşılaştırılması, üstelik bunun Alex, Niang, Lugano gibi oyuncularla yaşanması konusunda ne düşünüyorsun? Saçmaladığının ve artık gitmen gerektiğinin farkında mısın?
Artık kabahatli teknik adam değil başkan, artık sensin, artık sıra senin.
Devamı ...
21 Aralık 2010
Armanın Gururu Sarı Melekler
Kaderde kıta şampiyonluk kupasını görmeden kıtalararası şampiyonluk kupasını da görmek varmış. Tümdengelim yöntemiyle başladık sezona. Avrupa şampiyonluğu ve lig şampiyonluğuyla bitirmemiz gerek bu yönteme göre. Kronoloji uygun, takımda da ışık var, neden olmasın? Bu takım, yani Fenerbahçe taraftarının nitelendirmesiyle söyleyelim, "sarı melekler" son üç-dört senedir çok şey yaşattı bize. Daha 6-7 sezon önce ikinci ligde mücadele ederken, önce Türkiye liginde Eczacı saltanatını yıkma sevinicini, daha sonra Avrupa'nın tepesinde olmanın gururunu, Avrupa şampiyonluğunu kıl payı kaçırmanın heyecanını ve şimdi de Türk spor tarihinde bir ilki başararak kıtalararası kupanın keyfini.
"Dış hatları yakarız senin için" diyen taraftarı yarın 11:00 civarı Atatürk Havalimanına tekrar bekliyoruz. Bu kızlar kendilerine gösterilen her türlü sevgi ve ilginin karşılığını bize sevinç gözyaşları olarak vermeyi adet haline getirdi artık. Unutmadan gazetelerde internet sitelerinde ya da sene sonu muhabbetlerinde yılın takımı diye bir tartışmaya falan denk geldiğimizde başka bir takım ismi işaretleyeni de meşe odunuyla kovalamak lazım.
Armanın gururu sarı meleklere ve bu takımı kuranlara, voleybolda çağ değiştirenlere binlerce kez teşekkürler. Bu kulüp her dalda dünyanın en tepesinde olmayı hak ediyor.
Devamı ...
Dayan Ordinaryüs, Hayata da Diren
28 Şubat '62 tarihli Milliyet gazetesi diyor ki "Lefter, futbolun nankör tabiatına da mağlup olmayan nadir futbolcudur. Seneler geçse de Lefter'in oynadığı futbolun unutulmayacağını iddia edenler için çıkış noktası budur... Seneler, Lefter'in hayatında renkli ve uzun bir hikaye yazmaya devam etmektedir. Lefter Fenerbahçelidir..."
Futbola direndiğin gibi nankör hayata da diren, renkli ve uzun hikayen daha da yazılsın Fenerbahçeli Lefter. Dayan Ordinaryüs Lefter.
Devamı ...
20 Aralık 2010
Geçen Sezonun ve Bu Sezonun İlk Devresi Sonunda Fenerbahçe
Geçen sezonun ilk devresi bittiğinde Fenerbahçe'nin 3'ü oynanmadan alınmış 37 puanı vardı ve ligin lideriydi. Takım, 3'ü aslında atılmayan 31 gol atıp 17 gol yemişti. Fenerbahçe, bu sezonun ilk yarısını tümünü attığı 40 gol ve yediği 21 golle bitirdi. Ligin lideri Trabzonspor ise hiçbiri bedava olmayan 42 puanla lider. Fenerbahçe, geçen yılki puan ve averaj performansını aynen tekrarlasa ligi yine şu anda olduğu konumda, yani 3. sırada bitirecekti.
Aslında geçen sezonun ilk devresini düşününce ilginç bir tablo. Belki de o devreyi lider bitirdiğimiz için, belki de ilk 8 haftayı kayıpsız geçtiğimizden daha başarılı olduğunu düşünüyoruz. Oysa Manisaspor ve Antalyaspor maçları gibi son saniyelerde atılan gollerle alınan 4 puanı çıkarırsan yine 33 puana iniyoruz. Bu sene ligde Trabzonspor gibi istikrarlı bir takımın bulunması da başka bir etken. Trabzonspor'un aldığı 42 puandan 5 eksik puanla geçen yılın 17. haftasını lider geçebiliyordunuz.
Başka ilginç bir nokta oyuncuların performanslarını karşılaştırınca ortaya çıkıyor. Yine tekrarlayalım, kesinliği olan objektif bir veri değil fakat blogun yazarları, her maçtan sonra oyuncuların performansını 10 üzerinden oyluyoruz ve elimizde bir ölçü oluyor. Örneğin, Mehmet Topuz'un geçen senenin ilk yarısına göre daha iyi oynadığını veya Lugano'nun performansının daha düşük olduğunu söylemek rakamlara bakmadan da mümkün. Sayılar onaylama vazifesi görüyor.
Bu sezonun lig istatistikleri şurada.
Şimdi geçen sene aynı pozisyonlarda oynayan oyuncular nasıl bir değişim göstermiş ona bakalım. Aşağıdaki tablo ve grafikte bir satırda tek oyuncunun ismi varsa o oyuncu geçen sene de bu sene de genelde aynı pozisyonda oynamış demek oluyor. Mehmet Topuz gibi bazen farklı pozisyonlarda oynayan oyuncuların genelde oynadığı pozisyon esas alınıyor (Mehmet Topuz sağ kanat oyuncusu gibi). Eğer satırda iki isim varsa o bölgede geçen seneden farklı bir isim oynuyor demek. Grafikteki mavi bar, oyuncunun geçen sezonun ilk yarısındaki ortalamasını ve sarı bar bu sezonun ilk devresindeki performansını gösteriyor. İlk 11 satır takımların ideal dizilişlerini, son 3 satır da dikkate alınması gereken kadar süre bulan ve benzer pozisyonlarda oynayan isimleri karşılaştırıyor.
Grafiğe bakınca ilk dikkat çeken değişim, oyuncuların genel olarak performanslarını arttırmış olmaları. İlk 11 oyuncularına baktığımız zaman stoperler ve Cristian dışında bütün oyuncular geçen seneye göre daha verimli olmuşlar. Değişmeyen oyunculardan Volkan ve Alex zaten bu haftaya kadar müthiş bir sezon geçirdiler. Gökhan ve Mehmet Topuz'un performanslarında da ciddi bir artış var. Gökhan geçen yıl ligin ilk yarısının sonlarında çok formsuzdu, bu sezon ise daha dengeli götürdü. Mehmet Topuz da sürekli forma bulmaya başlayınca çıkışta. Emre geçen seneye yakın, ortalamanın üzerinde bir performansla oynuyor. Geçen seneye göre daha kötü durumda olan oyuncular da Lugano ve Cristian.
Değişen oyunculardan en ciddi etkiyi Niang'ın yaptığını görmek ve tahmin etmek zor değil. Takımın tüm verimini çöpe atan Güiza yerine oynuyor ve çok daha faydalı. Oyuncuların performansındaki genel yükselişte onun da katkısı var. Başka kelimelerle ifade etmek gerekirse, geçen sene Güiza yerine o olsaydı diğer oyuncuların geçen seneki performansı da sarı çizgilere daha yakın olurdu. Stoch ve Caner isteneni veremese de geçen seneki Roberto Carlos ve Andre Santos'a göre daha gayretliler. Bilica ise geçen senenin ilk yarısında maç kaybedilen dönemi cezalı geçirdiği için ve hep galibiyetlerde oynadığı için performansı biraz yapay olarak yüksek görünüyor. Yobo, Bilica'nın yerini fazlasıyla doldurmuş durumda.
Grafiğe baktığımıda zayıflığı göze batan noktaların geçen sene ile bu sene aynı olduğunu görmek mümkün. Sol bek ve kanatlar bariz olarak zayıflığı seçilen bölgeler. Artık kronikleşen ve transfer işlemeyen kanat sorununu anlamlandırmak için teoriler üretmek mümkün, bir tanesini geçen hafta yazmıştık. Stoch ve Dia'nın rollerine ve takım arkadaşlarına uyumu atlatamadıklarını söylemek ve birkaç sezon daha onlarla kanat sorununu çözmede ısrarcı olmak gerek. Sol bek sorunu ise daha ciddi görünüyor. Takım içinde bir çözüm bulmak zor gibi. Devre arasında transfer yapılacaksa bu bölgeye yapmak öncelikli olacak gibi. Dün konuk olduğu tv programında Aykut Hoca da "kesin transfer yaparız" demese de sorunlu bölgeler olarak sol bek ve orta sahayı işaret etti.
Takımın durumunu geçen sene ile karşılaştırınca oyuncuların bireysel performanslarında yükseliş olduğunu söylemek mümkün. Buna rağmen takım daha dağınık. En büyük sorun tempoyu kontrol edememe sorunu. Geçen sene bireysel performanslar üst düzey olmasa da maçı kontrol yeteneğiyle galibiyet serileri yakalanmıştı. Bu sene kurulan kadroya oranla zayıf bir kadro, ligi daha uzun süre götürebilmişti. Bu sene ise rakipler daha istikrarlı ve Volkan, Gökhan, Alex gibi oyuncuların bireysel performansları üst düzey olmasına rağmen takımın organizasyonunda sorun var. Aslında son Sivasspor maçı geçen sene ilk yarı oynanan maçlara çok benziyordu; topa hükmeden, gerektiğinde önde baskı yapan, rakibe pozisyon vermeyen fakat çok da pozisyon bulamayan futbol bir anlayışı. Ligin ikinci yarısında bir sol bek takviyesi ile bu şekilde maç kazanmayı oyun karakteri yapabilen bir takım ligi sonuna kadar idare edebilir. Tabii artık krediler hemen hemen tükendi, birkaç tane "sürpriz" puan kaybı ile lig de bitecek, en büyük tehlike bu.
Devamı ...
18 Aralık 2010
Fenerbahçe 1 - Sivasspor 0
STSL 18/12/2010
NTVSPOR
Fenerbahçe adına kötü geçen bir yılın son lig maçı... Mayıs ayında kaçan şampiyonluk sonrası Aykut Kocaman neşterine sarılan sarı-lacivertli camia, Avrupa'daki hüsranın ardından ilk yarının son maçına da liderin 12 puan gerisinde çıkıyor. Takım ve Aykut Kocaman açısından zorlu geçecek ikinci yarı öncesi bir nebze olsun moral arıyor sarı-lacivertliler.
Rakip, Rıza Çalımbay sonrası toparlanan ve son 4 maçtır yenilmeyen Sivasspor.
Maça konuk ekip daha etkili başlayan taraftı. İlk dakikalarda Keita çapraz durumda Volkan'ı geçemedi. Ardından bol faullü bir orta alan mücadelesine dönüşüverdi oyun.
İlk faulünü 34. dakikada yapan Fenerbahçe, duran toplar ve uzak mesafeli şutlar dışında tehlike yaratmakta zorlandı. Sadece devrenin sonunda gelişen atakta Alex-Dia paslaşmasında Senegalli, gol vuruşu yetersizliğini kanıtlarcasına topu Ramovic'e nişanladı.
İkinci yarıya iki takım da aynı kadrolarla çıktı.
Daha baskılı görünen Fenerbahçe ceza sahası çevresinden bolca şut şansları buldu. Artan baskıyı gören Aykut Kocaman, 62. dakikada Dia ile Gökay'ın yerine Semih ve Stoch'u alarak tüm kozunu oynadı. Rıza Çalımbay da Ceyhun'u alarak ofansif yetersizliği çözmek isterken, tecrübeli futbolcu 72'de ceza sahasında üst üste 2 vuruş şansı yakaladı, ama çerçeveyi bulamadı.
77'de Kadıköy'ü ayağa yine o kaldırdı. Ceza yayının hemen önünde kendisine yapılan faulun sonrasında topun başına geçen Alex, yıllar sonra frikik golüyle tabelaya ismini yazdırdı: 1-0.
Duvarı duran topla yıkan Fenerbahçe, sahasına çekildi. Kontralarda Stoch farkı artıramadı ve 90 dakika sonunda 3 puan 1-0'lık skorla alındı.
Fenerbahçe bu galibiyetle Kadıköy'de Anadolu takımlarına fire vermemeye devam etti. İlk yarıyı 33 puanla lider Trabzonspor'un 9 puan gerisinde 3. sırada kapattı.
FENERBAHÇE: 1 - SİVASSPOR: 0
Stat: Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu
Hakemler: Yunus Yıldırım, Volkan Narinç, Asım Yusuf Öz
Fenerbahçe: Volkan, Gökhan Gönül, Bekir, Yobo, Andre Santos, Mehmet Topuz, Gökay (Dk. 62 Semih), Cristian, Dia (Dk. 62 Stoch), Alex, Niang (Dk. 82 Selçuk)
Sivasspor: Ramovic, Uğur, Ivanovs, Diallo (Dk. 22 Hayrettin), Ziya, Erman, Mehmet Nas, Keita (Dk. 83 İbrahim), Cihan (Dk. 57 Ceyhun), Kadir, Suarez
Gol: Dk. 77 Alex (Fenerbahçe)
Sarı Kartlar: Dk. 12 Kadir, Dk. 40 Mehmet Nas, 90 +2 Ziya (Sivasspor)
Devamı ...
17 Aralık 2010
Taraftarın Halleri ve Siena Maçı Üzerine
Biz Fenerliler ömrümüzünden on yıl götüren uğursuz günleri çokça yaşamış olmaktan mıdır bilinmez, hayata biraz karamsar bakarız. Bir mağlubiyet hayatımızı karartır, her şeyden umudu kesip geçmişle ilişkimizi koparıp siyahları kuşanırız. İki hafta önce Moskova'daki Dinamo Moskova karşısında 3-0 kaybedince birden herkes bu takımla finalin hayal olduğu, Gamova'sız takımın bir hiç olduğunu falan söyleyip karamsarlığı kuşanmıştı. Aynı takım bir hafta bile geçmeden Dinamo'yu İstanbul'da dağıtıp kara bulutları bir sonraki mağlubiyete kadar dağıtırken Perşembe gecesi Siena maçından sonra yine sarı lacivert gözleri siyah gözlükler örttü. Bu sefer de erkek basketbol takımından bir şey olmayacağı, Barcelona'yı herkesin yendiği, bu takımla büyük hedeflerin hayal olduğu falan konuşuldu.
Başarı bizim spor geleneğimizde bir kültür değil bir kült. Dolayısıyla başarıyı sistemli bir çabadan çok mucizeler destanlar üzerinden tanımladığımız için kıymetini de bilmiyoruz. Doğru tanımlamadığımız için bir anda beklenti müthiş yükseliyor sonra destanın mucizenin olmadığı bir günde de o beklenti aksi yönde bir yoksaymaya, bunlardan bir şey olmaza dönüşüyor. Geçen sene kadın voleybol takımının oynadığı Şampiyonlar Ligi finali sonrası bu yıl herkes aynı yere ulaşmaya kesin gözüyle baktığı için ilk mağlubiyette yer yerinden oynadı. Aynı şekilde Barcelona ve Siena galibiyetleri sonrası beklenti birden yükselip herkes Final Four konuşmaya başladığı için yine son derece doğal iki mağlubiyet sonrası takımdan bir halt olmaz noktasına gelindi.
Siena maçı özelinde Ukiç'siz ve Engin'in de olmadığı bir rotasyonla zaten bu maçı almamız imkansızdı. Sadece bizim değil Siena'yı herhangi bir Euroleague takımının sahasında yenmesi şu aşamada mümkün değil. Takımda bir düşüş olması çok doğal, sezon başındaki o dönemi zaten tüm seneye yaysak gidip Mayıs sonunda Lakers'le NBA finalini oynardık. Top 16 için yeni bir transfer yapılmayacağını Spahija açıkladığına göre takım içinde bir takım şeylere çözüm bulmaya çalışacağız şu bir aylık süre içerisinde. Herkesin de bildiği üzere sene başından beri takımın seviyesi çok yüksekteyken bile formsuzlukları dikkat çeken Emir ve Lavrinoviç'in düzelmesi için bir şeyler yapmak lazım. Greer sene başında olumlu gözüküyordu ama dün daha birinci dakikada avantajlı olduğu bir topta yere atlamayıp Mc Calebb'in topunu çalmasını seyretmesi ve o ilk beş dakikadaki "benim burda ne işim var hali" Spahija'yı çıldırtmış olmalı. Maç sonrası Spahija'nın bazı oyuncularla tekrar konuşup durumlarını gözden geçireceğiz demecindeki bazılarına muhtemelen Greer de giriyor olmalı.
Açıkcası Lavrinoviç yanında sert bir uzun olmadan çekilmesi zor bir oyuncu, hücumdaki katkısı üst düzey bir oyuncu olduğu için savunmadaki defolarını tolere edilebiliriz diye düşünüyordum ama hücumda da o bildiğimiz Lavrinoviç potansiyelinin yarısını bile sergileyemiyor. Rakibin el bile kaldıramadığı bomboş üçlükleri bile atamıyor. Kariyerinin hiç bir döneminde bu kadar kötü bir üçlük yüzdesi olduğunu tahmin etmiyorum. Emir konusunda da artık ümitvar cümleler kurmak pek mümkün değil. Bodiroga kumaşı gördüğümüz, all-around çocuk bu sene bambaşka birine dönüştü. Siena maçında top bile süremeyen hali, Barcelona maçındaki potaya değmeyen turnikelerini falan gördükçe hüzünleniyor insan. Daha 6 ay önce final serisinde en kritik anlarda bizi kurtarsın diye eline top verilen bir adamdan bu hale evrilmesi çok can sıkıcı.
Bardağın dolu yanını görürsek Cholet'i yenip ikinci torbadan Top 16'ya girmek de ciddi bir başarı aslında. Kurada üçüncü torbadan gelebilecek en güçlü takım Barcelona'yla eşleşmeyecek olmamız da ciddi bir avantaj. Eğer üç ya da dördüncü torbadan gelecek Caja Laboral'den de kurada kurtulursak fena bir grupta yer almamış oluruz. Top 16 öncesi sakatların iyileşmesi, yeni sakatların olmaması ve Engin'in bir an önce takıma dönmesi için de dua edelim. Top 16'da çok ufak detaylar belirleyecek kazananı kaybedeni, o yüzden Ukiç'in yokluğu bu aşamada tolere edilebilir ama Top 16'daki bir sakatlığın telafisi yok.
Bizde taraftar olarak şu ifratla tefrit arasında gidip gelen ruh halimizden biraz olsun sıyrılıp başarı odaklı takım desteklemeyi bırakıp renk odaklı desteğe devam etsek her şey daha güzel olacak. Taraftarlık başarılar üzerinden kibirlenip onu bunu küçük görmekle değil, başarıların emek karşılığında geldiğini bilip sahaya elinden geleni koyan sarı lacivert formanın yanında yer tutmaktır. Devamı ...
16 Aralık 2010
Fenerbahçe'nin Sorunu
Fenerbahçe 16 maçta 21 gol yiyerek takım savunmasında ciddi sıkıntılar olduğunu belli ediyor. Dörder beşer atılarak kazanılan maçlarla 39 olan atılan gol sayısı da hücumda işlerin iyi gittiğine dair bir yanılgı yaratıyor. Fenerbahçe'nin bu sezon da hücumda ciddi sıkıntıları var. Üstelik bu sıkıntı geçen senelerdeki gibi oyuncu performansı ile değil, takımın sistemi ve taktikle ilgili ve takım savunmasını da olumsuz yönde etkiliyor.
Önce sezon içinde kadronun değişimine bakmakta fayda var. Alex'le sorun, sonra Alex'in ilk 11 oyuncusu olması; Dia, Stoch ikilisini deneme ve işlemeyince Mehmet Topuz'un tekrar sağda oynamaya başlaması ve Cristian'ın tekrar ilk 11 oyuncusu olarak forma bulması. Fenerbahçe, Ankaragücü maçında ideal kadrosu ile sahadaydı. Dia yerine Stoch da oynayabilirdi fakat son haftalarda takıma hiçbir faydası olmadığından yerini Dia'ya bıraktı. Şimdi istatistiklere bakalım
Orta sahalar
------------
Cristian: 1 asist
Emre: 1 asist, 2 gol
Kanatlar
------------
Mehmet Topuz: 4 asist, 1 gol
Stoch: 3 asist, 1 gol
Dia: 3 asist
Forvetler
------------
Alex: 5 asist, 11 gol
Niang: 4 asist, 9 gol
Semih: 5 asist, 7 gol
Dünya Kupası sonrası 4-2-3-1'leri değerlendirirken Brezilya'nın sistemine kısaca değinmiştik fakat en fazla onun üzerinde durmak gerekiyormuş. Aşağıdaki fotoğraf kupa başında Brezilya'nın sahaya ortalama yerleşimini gösteriyor. Burada dikkat edilecek husus 11 numarayla gösterilen Robinho ve 7 numarayla gösterilen Elano. Yani Brezilya klasik bir 4-2-3-1 yerine sol açığında forvet, sağ açığında klasik orta sahanın bulunduğu bir düzenle oynuyordu. Ortada da klasik oyun kurucu Kaka ve ileride Fabiano.
Oyun sistemleri de doğal olarak buna göre şekillenmişti. Defansif orta sahalar sol açıkta defansif özelliği olmayan forvet oynadığı için sol tarafı daha fazla kontrol ediyordu örneğin. Hücum planları ise orta sahanın ortasında oynayan iki oyuncunun hücum yetenekleri çok kısıtlı olduğundan, öndeki üçlüye ve beklerden hücumculuğu çok iyi olan Maicon'a kalmıştı. Tamamen defans yapmak için sahaya çıkan Kuzey Kore'yi Maicon'la, sonraki maçta Fildişi Sahili'ni öndeki üçlünün uyumuyla yendiler.
Fenerbahçe'nin ideal kadrosu dediğimiz kadroya ve yukarıdaki gol istetistiklerine bakarsak; sol açıkta hücumcu forvet, sağ açıkta daha defansif orta saha, sağ bekte hücumu kuvvetli bek, orta sahanın ortasında hücum özelliği çok düşük iki oyuncu ve önde gol makinesi bir klasik oyun kurucu ve bir forvet var. Bu kadro kağıt üzerinde Brezilya kadrosu ile yapısal olarak paralel. Bu durumda Fenerbahçe'nin Brezilya'nın başarılı olduğu (elendikleri Hollanda maçına kadar bu sistem hep işledi, puanlı grup gibi uzun vadeli yarışmalarda hep başarılı oldular) bu sistemi en azından denemeye başlaması fena olmazdı.
Buna rağmen bu yönde bir işaret yok. Fenerbahçe kadro yapısında asimetriye rağmen simetrik futbol oynamaya çalışıyor. Öyle ki; teknikleri, hızları, yetenekleri birbirinden tamamen farklı Mehmet Topuz ve Dia, farklı kanatlarda aynı işleri yapmak üzere sahaya çıkıyorlar. Bunu saha içinde her maç birkaç kez kanat değiştirmelerinden, topla çıkılırken veya savunma yapılırken aldıkları pozisyonlardan anlamak mümkün. Bunun ortaya çıkardığı dezavantajlar nedir peki?
1) Yukarıdaki istatistiklerde de görüldüğü gibi orta sahalar ve kanatlar gol sayısına katkıda bulunamıyor. Fenerbahçe özel hücum setleri üretmesi gerekirken sistemden gol üretmeye çalışıyor. Bunun anlamı şu; sol ve sağ kanadın belli bir görevi olsun ve o görevin içinde ters kanat akınlarıyla öndeki adamları beslesinler ve onlara destek olsunlar isteniyor. Bunun mümkün olmadığı, olmayacağı artık görülmüştür. Dia (veya Stoch), Alex ve Niang sürekli birlikte oynayıp (mümkünse pozisyon değişmeden), bu üçlünün verimliliğini en üst düzeyde kullanmak gerekiyor. Seneler boyu izlediğimiz için biliyoruz ki Emre, Cristian, M. Topuz bir anda sezonu 15 golle bitirecek oyuncular olamayacaklar. Artık pozisyon verimliliği değil oyuncu verimliliği üzerine hücum kurgulanması gerekiyor. Son maçta Alex'in en uca, Niang'ın sola çekilmesinden de şunu anlıyoruz galiba; ne böyle bir çaba var ne de böyle bir düşünce. Hücumcuların biraz da olsa yakalamaya başladığı uyum maç içinde ve maçtan maça pozisyonları değiştirilerek minimuma indirildi.
2) Fenerbahçe'nin sağ beki ile sol beki de bir değil. Bu oyunculardan aynı defans ve hücum verimini beklemek oyuna iki yönlü zarar veriyor. Çözüm aslında basit yine Brezilya takımında vardı. Sağ bek daha enerjik ve önünde orta saha özellikli bir oyuncu oynuyor, bu durumda yerini bırakıp hücum yapması daha güvenli. Sol bek ise hem yavaşlığı, hem verimsizliği hem de önünde defansı zayıf bir sol açık oynaması nedeniyle daha geride, defansif rolü daha ağır bir görev alabilir. Almazsa Ankaragücü maçındaki gibi rakip kendi sağ kanadının derinlerine doğru attığı her topla pozisyon yakalar.
Geçen sene şampiyon olunamayan puanı yakalamak için kalan maçlarda 2 mağlubiyet ve 2 beraberlik hakkımız var. 8 deplasman maçında 4 mağlubiyet, 1 beraberlik almışız. Kalan 9 deplasmanda (GS ve BJK deplasmanları dahil) sadece 10 puan kaybedip, evimizdeki tüm maçları kazanmamız durumunda bile geçen sene şampiyon olamadığımız puana ulaşıyoruz. Geçen seneki takımdan Bilica yerine Yobo, Özer yerine Dia ve Stoch, Güiza yerine de Niang var. Alex ve Volkan şu haftaya kadar geçen seneki ortalama performanslarının üzerinde oynuyordu. Buna rağmen hem hücum, hem savunmada geçen seneki sorunlarımızdan daha büyük sorunlarla boğuşuyoruz. Şu halde bulunmamızın bir numaralı sebebi oyuncuların yeterli verimlilikle kullanılamaması, başka bir açıklama bulamıyorum.
Devamı ...
Ankaragücü 2 - Fenerbahçe 1 STSL 12/12/2010
PAPAZIN ÇAYIRI - Ankara'da kar başlayınca aklımız Alex'in, kırmızı topu Park tarafındaki ağlara tıkıverdiği o karlı Gençlerbirliği maçına gitti ama, kazın ayağı öyle değilmiş. Fener'in yalancı baskıyla bunalttığı bir devrenin ardından Stanislav Sestak'la iki kere gelen Ankaragücü iki tane atarak ızdıraba ızdırap kattı.
Papazın Çayırı'nın kendi çapındaki işbölümü uyarınca, Fenerbahçe'nin yaptığı resmî maçları raporlamak komşum, yoldaşım ve de maç arkadaşım Medgallis'in işi. Ama Fenerbahçe kaybettiği zaman dış dünyayla olan bağlarını koparan ve futbolla ilgili hiçbir şeyi duymak ve bilmek istemeyen Medgallis için, böylesi maçlardan sonra siteye maç yazısı girmek Alex'in mevkiinde Ali Bilgin'i izlemekten bile daha azap verici, daha yeisli bir faâliyet halini alıyor. İşin kötüsü Medgallis böylesi maçların yazısını girmeyi ihmal edince, Medgallis'ten bilmemkaç deniz mili uzaklıkta olsa da muhtemelen benzer bir azap denizinde yüzmekte olan Pvh dayanamıyor ve üç gün sonra da olsa o maçın yazısını giriyor. Böyle olunca Medgallis Pvh'ye karşı mahcup oluyor, Fenerli iş arkadaşına, ev arkadaşına ve cümle arkadaşına karşı mahcup oluyor, Papazın Çayırı okuyucuları haftanın maçını sitede göremeyince kazan kaldırıyor, Müjdat Yetkiner ve Müjdat Yetkiner yaradılışlı cümle Fenerli rakıya asıldıkça göbekleri günden güne büyüyor, dünyanın çivisi dübelinden çıkıp korkutucu biçimde sallanmaya başlıyor...
Lafın kısası (maç yazısının ikinci paragrafına geçtin daha maçtan bir satır bahsetmedin, bir de üstüne 'lafın kısası' diyerek artistlik yapıyosun) Fenerbahçe'nin Pazar akşamı Ankaragücü'ne 2-1 yenildiği maçı da mahallemizin devasa bahis bürosunun çarşaf gibi ekranlarında Medgallis'le birlikte izledik. Maç bittiğinde, içinde bulunduğu karanlık ruh hali yüzünden o maçın yazısını "siksen" yazmayacağının farkında olan Medgallis, aramızdaki dostluğu kötü emellerine alet ederek, "Hacı ben bugün siksen maç yazısı yazmam, sen yazsana Pvh'ye ayıp olmasın," dedi. Ben salak da, sanki dünyanın en sorumluluk sahibi, en iş bitirici, en Atkinson insanıymışım gibi, "Tamam abi ben yazarım eve gidince," dedim. Bunu derken de gerçekten eve gittiğimde maç yazısını yazacağıma inanıyordum. Bombok bir ruh hali ve süklüm püklüm bir suratla eve gittim ve tabii ki maç yazısını yazmadım, yazmadığım gibi gece 4:30 civarında Medgallis'e bir meyil atarak, aynen şu ifadeleri kullandım:
"hacı ben görevimi yapamadım yav.. eve geldim dolap kurmakla uğraştık.. sonra da çeviride kalan yerleri yapıp onu göndermekle uğraştım.. yarın da eski işyerinden çağırdılar, oraya gitcem.. yarın akşama yapabilirim en erken.. kusuruma bakma"
Pvh'nin sabrının ne zaman taşacağına dair endişeli bekleyiş sürerken, koskoca Pazartesi ve Salı günleri de geçti ve Ankaragücü maçının yazısı siteye girilmedi. Papazın Çayırı'ndaki bu ölüm sessizliğini bozan ise yine Medgallis oldu. Anlatması çok uzun sürecek olan çeşitli sebeplerden ötürü, yaklaşık beş yıldır tanıdığım Medgallis'le ilk kez bu kadar erken bir saatte, Çarşamba sabahı 9:30 civarı bir araya geldik. (Onu en son bu kadar erken saatlerde görüşüm, 75 yaşında manyak bir emekli öğretmenin Pazar sabahı saat 10'da gerçekleşecek olan halı saha maçı daveti vesilesiyleydi.) Neyse, Çarşamba sabahı Medgallis yüzsüzlüğü ele alarak, Ankaragücü maçı yazısını yazmamış olduğumu kısa süren sohbetin arasında bir yerlere sıkıştırıverdi. Hesapça, ben yazıyı yazınca, sanki bütün dünya elini açmış Rehavet'in yazdıklarını bekliyormuş gibi, "Bakın Rehavet'e işte böyle sike sike yazı yazdırdım," diye caka satacakmış. Neyse; ben de salak da, sanki dünyanın en sorumluluk sahibi, en iş bitirici, en Atkinson insanıymışım gibi, "Abi tamam ben yazcam onu bu gece, sen gün içinde Pvh'ye haber ver, yazmasın kesinlikle," demiş bulundum.
Bugün Çarşamba gecesi, saat 22:45 ve ben Ankaragücü maçının yazısını artık yazıyorum:
PAPAZIN ÇAYIRI - Ankara'da kar başlayınca aklımız Alex'in, kırmızı topu Park tarafındaki ağlara tıkıverdiği o karlı Gençlerbirliği maçına gitti ama, kazın ayağı öyle değilmiş. Fener'in yalancı baskıyla bunalttığı bir devrenin ardından Stanislav Sestak'la iki kere gelen Ankaragücü iki tane atarak ızdıraba ızdırap kattı.
Fener iyi de başladı aslında. Mehmet Topuz daha 2. dakikada sağdan aktı, nadiren yaptığı bir şeyi yapıp bakarak ortaladı ama Beni Yak Kendini Yak Mamadou Niang elleyemeyince top tıngır mıngır auta gitti. 6. dakikada geçen sezonki maçı hazırlayan Cristian Baroni, Atakule civarından yaradana sığınıp vurdu ama geçen sezonki golü yiyen Kırıntılı'nın bizim yedek kulübesinde olduğunu unuttu. Senecky bu topu kornere çeldi.
12. dakikada Niang, kulübede endişeli gözlerle maçı izleyen adamın futbolculuk zamanlarını hatırlatan şahane bir plase çıkardı yayın gerisinden, şerefsiz top yarım metre aşağıdan gitmeye gönül indirmeyip direği tokatladı.
Aralarında Emre gibi isitisnaların da olduğu beyaz formalı güzel çocuklar, ilk yarının devamında sağdan soldan vurmaya devam etse de anlamlı bir gol pozisyonu çıkmadı.
Ankaragücü 62. dakikada ilk kez ileriye çıkan Klukowski'nin soldan yaptığı ortaya arka direkte dokunuveren Sestak'la golü buldu: 1-0.
74. dakikada aynı Sestak, yarı sahasından aldı, sabahın üçünde Eskişehir yoluna hız yapmaya çıkmış Çankaya bebesi gibi yaya kadar seyirttikten sonra, Fenerliler'in sabahtan beri yapamadığını yapıp köşeye bıraktı topu. Aksi gibi top da sarıydı: 2-0
Sonlara doğru bir ara gözümüz öbür ekrana kaydı, günahımız kadar sevmediğimiz Ronaldo'nun frikik golünü izleyip takdir ettiğimiz o an, Pazar akşamının belki de tek ferahlık verici ânıydı. Doksan artı bilmemkaçta Beni Yak Kendini Yak Mamadou Niang'ın attığı gol de, gol krallığı listesindeki öylesine bir rakamdan öteye gidemedi. Fenerbahçe, Ankara'da kaybetti!
ANKARAGÜCÜ: 2 - FENERBAHÇE: 1
Stat: Ankara 19 Mayıs
Hakemler: Kuddusi Müftüoğlu, Mehmet Şahan Yılmaz, Mehmet Cem Hanoğlu
Ankaragücü: Senecky, Uğur, Rajnoch, Zewlakow, Klukowski, Turgut (Dk. 64 Mehmet), Kağan, Adem, Gabric (Dk. 58 Theo), Güven, Sestak (Dk. 84 Metin)
Fenerbahçe: Volkan, Gökhan Gönül, Lugano, Yobo, Caner, Mehmet, Emre, Cristian (Dk. 74 Stoch), Alex (Dk. 74 Semih), Dia, Niang
Goller: Dk. 62, 74 Sestak (Ankaragücü), 90 3 Niang (Fenerbahçe)
Sarı kart: Dk. 82 Emre (Fenerbahçe)
Devamı ...
9 Aralık 2010
Barcelona Maçı
Maça hücumda düzensiz ve savunma sertliğini unutmuş olarak başlayınca Barcelona bir anda öne fırladı. Ukiç'in hücumda istediğini yapamaması ve Tomas'ın top kaybıyla biz sayı atamadıkça Barcelona kolay sayılarla ilk molayı erken aldırttı bize. Mola dönüşü Greer, Ukiç değişimi sonrası içerde önce Oğuz'u sonra May'i kullanmaya başlayıp burdan faul düdükleri çıkardık. Kinsey biraz olsun Barcelona'nın içeriye drive'i engelleyen savunmasını deldiği için sayı bulsak da tamamen uzun oyuncu kaynaklı sayılarla skor bulan Barcelona, 21-14 önde bitirdi ilk çeyreği.
İkinci çeyrek yine çember dövmeye devam ettik. Rubio ile her hücumda istediğini yapan taraf yine Barcelona'ydı. İçeride en ufak bir sertlik gösteremedik. Kaya'nın sakatlanması sonucu da sahadaki tek sert uzun da kenara geldi. Fark çift hanelere bu bölümde çıktı ve devre sonuna doğru 14 sayı farkı görüp ilk yarıyı da 12 sayı geride kapadık. İlk yarının özeti için Barcelona uzunlarının bizim uzunları denize dökmesiyle sonuçlandı diyebiliriz.
İkinci yarı Ukiç'in önderliğinde hücumda Ömer ve Kinsey'in de devreye girmesiyle 7-0'lık bir seriyle başlayıp farkı kapattık. İkili oyun savunmamız yine kötüydü bu çeyrekte de. N'Dong'u bomboş topla buluşturup kolay sayı bulmaya devam ettiler. Üçüncü çeyrek hücumdaki iyi performansla 23 sayı bulsak da son çeyreğe 5 sayı geride girdik. Dördüncü çeyreğe Tomas'ın arka arkaya basketleriyle başlasak da maç boyunca başımızın belası olan pick and roll'lerden sayı yemeye devam ettik. Tomas'ın üçlüğüyle ikiye kadar indirsek de farkı önce Ömer'in fark 4 sayıyken Rubio'ya yaptığı saçma sapan faul ilk kırılma oldu. 4:30 dakika kala 9 sayı geride olmamıza rağmen bir hamle daha yapıp 6-0'lık seriyle farkı 3'e indirdik. Lakoviç, Kinsey mücadelesine faul çalan İtalyan hakemin kararıyla da ikinci kırılmayı yaşayıp maçı verdik. Sekiz sayının altında kaybedip olası ikili averajda avantajın bizde kalmasını sağladık, Sinan Erdem'de lig ve Euroleague de ilk mağlubiyetimizi de almış olduk. 69-75.
Maça bir türlü giremememiz ve sürekli geriden gelme psikolojisiyle oynamamız kırılma anlarında biraz elimizin ayağımızın dolaşmasına neden oldu. Bugün şunu gördük; hücumda Ukiç'in kötü olduğu dönemde sayı bulma opsiyonlarımız çok sınırlı ve savunmada Lavrinoviç'le sertlik sağlamak bu seviyede mümkün değil. Kaya'nın sakatlığı ciddi olsaydı Top 16 bizim için tamamen formaliteye bile dönebilirdi. Barcelona'nın ilk çeyrekle birlikte kolay pota altı sayıları bulması onların atış yüzdesini ve özgüvenlerini artırdı. Eğer ilk beş altı dakikanın senaryosu başka olsa, yani kolay basketler bulmayıp bir kaç dış şuta zorlayabilseydik,bizim için maçın gelişimi muhtemelen çok başka olurdu.
Barcelona'nın 4 uzunundan 45 sayı yemişiz. Bizim 5 uzundan bulduğumuz sayı 27, Vidmar'ı gerçek anlamda en çok aradığımız maçtı. Barcelona'daki maçı hatırlarsak; ne N'Dong'un ne Peroviç'in ne Vasquez'in pota altında bugünkü gibi cirit attığını görmüştük. Barcelona'yı dışarıya püskürtebildiğimiz için kazanmıştık o gün. Rubio bu sene ilk kez bu kadar efektif oynadı, nerdeyse geçen yıl Nisan ayından bu yana ilk kez istediği oranda pick and roll oynadı. 10 asist 10 sayıyla double double yaptı. Bizim tüm takım olarak yaptığımız asist sayısı 12. Lakoviç pick and roll oynadığında uzunun onu kovalamasını show-up'u biraz sürdürmesini anlarım da şutunun kötülüğünü dünya alemin bildiği Rubio'nun şutunu niye bu kadar önemseyip uzunun onu riske etmesini sağlayamadık anlamıyorum. Tam momentum bize geçmek üzereyken o kadar kolay sayılar yiyince mental olarak da sağlam kalmak zor oldu. Barcelona bu maça iyi konsantre olmuş, 8 sayıyı yakalamak için bilerek kaçırılan iki serbest atışa kadar 18/18 faul yüzdesi bunun göstergesi. Üstelik bu faullerin büyük bölümünü de uzunlar ve şut mekaniği problemli olan Rubio kullandı.
Hakemler hakkında da bir çift kelam edelim. ULEB'in hakemler konusunda mide bulandırıcı bir sicili var. Lakoviç-Kinsey pozisyonuna Atina'da Telaviv'de ya da Vitoria'da faul falan çalamazlar, burada çalıyorlar işte. İtalyan takımını da yakından ilgilendiren maça İtalyan hakem veriyorlar, bunu söylesek de diyecekler ki ama Cibona-Siena maçına da Recep Ankaralı'yı verdik. Maça çıkıp çıkmayacağı belli olmayan bir takımla oynarken istersen üç tane Hırvat hakem ver ne olacak ki? Ama bu işler böyle. Yunan, İspanyol egemenliğini kırmak mümkün değil, çok da takılmamak gerek, sonuçta bir yerlere geleceksek buralardan da geçmemiz lazım.
Sonuç olarak yumruk yiyip havlu atmamamız, inatla geri dönmeye çalışmamız sonuçtan bağımsız olarak sevindirici. Şu maç geçen sene olsaydı ikinci yarı fark 30 olurdu. Ama Vidmar sonrası yumuşayan uzun rotasyonu, pamuk helva kıvamındaki Lavrinoviç ve Emir'in telaşlı hali pek de düzeleceğe benzemiyor.
Devamı ...
6 Aralık 2010
Barcelona Maçı Öncesi Bir Kaç Not
Geçen yıl birisi, Fenerbahçe'nin İstanbul'da Barcelona'yla oynanacağı bir maçta bahis sitelerinin Barcelona aleyhine handikap vererek bahis oranları açıklayacağını söylese hepimiz gülerdik. Maçta yeneriz yeniliriz ama Barcelona karşısında favori gösterilmenin keyfini yaşamak lazım.
Perşembe akşamı Sinan Erdem'de ağırlayacağımız takım geçen yıl Avrupa'nın altını üstüne getiren takımdan form olarak çok aşağılarda. Geçen yıla göre oyuncu kaybetmemesine hatta Sırbistan Milli Takımından bildiğimiz Kosta Peroviç'i eklemesine karşın Barca bu sene geçen yılla alakası olmayan bir performans sergiliyor. Oyuncuların hiç biri geçen yılki performanslarını sergileyemedi. Üstüne önce Basile sonra Mickael ve Navarro'nun sakatlıkları eklenince o hücumdaki akıcı savunmada püskürtücü takımın yerine başka bir takım geldi. Son lig maçında Asefa Estudiantes karşısında devreyi neredeyse sadece 20 sayı atarak tamamlayacaklardı.
Formsuz da olsa Barcelona Barcelona'dır. Eğer Navarro oynamazsa dışarıdan skor bulma konusunda Barcelona büyük problem yaşayacaktır. 2 ve 3 numara pozisyonundaki Ingles, Grimau, Sada üçlüsünden hiç biri kendi pozisyonunu yaratabilen oyuncular değil. Rubio'nun şutu zaten felaket. Tek istikrarlı skor opsiyonu olan Lakoviç oyunda olduğu bölümlerde Lakoviç'i Ömer ve Kinsey ikilisiyle tutup Ukiç'i iki numarayı savunmaya kaydırırsak Lakoviç'i de ısındırmadan püskürtmüş oluruz.
Barcelona'nın geçen yılki başarısındaki en önemli unsurlardan biri 4 numara pozisyonundaki opsiyonlarıydı aslında. N'dong ve Peroviç gibi iki saf 5 numaraları olmasına rağmen Barcelona'nın hücum düzeninde 5 numaralar vazgeçilmez ya da öncelikli konumda değiller. Morris-Mickael ve Lorbek'in kısaların drivelerinden sonra dışarıdan bulduğu yüksek isabet oranlı şutlar Barca'nın en önemli silahıydı. Mickael'in olmaması Lorbek'in felaket performansı ve bu oyunculara pozisyon yaratacak iki önemli oyuncu Navarro'nun sakatlığı ve Rubio'nun hayalet kıvamında gezinmesi sonucu bu özelliğini tamamen kaybetti Barcelona.
Arada sırada Rubio-Fran Vasquez'in ikili oyunu dışında bu sene işler bir opsiyonları yok hücumda. Bu veriler doğrultusunda Barcelona'nın bize 70 sayı üzerinde atması zor, bunu aşmaları için kendi düzenlerinin dışında ekstra bir şeyler olması lazım, bu da bizim hatalarımızdan kaynaklanan basit sayılar olabilir ancak. Eğer biz top kaybı performansımızı geçen maçlardaki ortalamalarda tutarsak ve Ukiç sezon başından bu yana takındığı aklı selim sahibi guard rolünü bu maçta devam ettirebilirse bu maçı kaybetmemiz zor. Her ne kadar rüya gibi bir sezon geçirsekde bizim de bazı problemlerimiz var, sakatlıklar tabii ki en önemli handikapımız ama oyun içi sıkıntılarımız da mevcut.
Hücumda rakipler alan savunmasına döndüğünde zaman zaman kontrolü kaybedebiliyoruz. Bu dönemde net şutör eksikliği başımızı ağrıtabilir. Alan savunmasını tepeden cezalandırabilecek Lavrinoviç'in felaket şut yüzdesine uzun zamandır uzun mesafeli şutları güvensizce atan Kinsey de eklenirse buralarda sorun yaşarız. Kariyerinin en iyi dönemlerinden birini yaşayan Ukiç ve Ömer'e alan savunmasını cezalandırıcı rolünde de ihtiyaç duyacağız.
Kaya iki maçtır iyi bir çizgide bu maçta da asla dışarıya püskürtülmeden içeriden potaya gitme konusunda ısrarcı olması lazım. Lavrinoviç dışarıda da oynamayı seven bir uzun olduğu için Kaya'nın pota altındaki mücadelesi kilit önemde. Şu an Barcelona'dan daha iyi durumdayız, taraftarın da müthiş desteğiyle Sinan Erdem'den galip çıkarsak grubu ilk ikide bitirmeyi garantileyeceğiz. İki kere Barcelona'yı yenmiş bir takım olarak da Barcelona'daki Final- Four'un hayalini yüksek sesle telaffuz edebiliriz sanırım maçtan sonra.
Devamı ...
Kral Alex, Komutan Alex, Başkan Alex, Büyük Kaptan Alex
Çok değil daha 1 ay önce bas bas bağırıyordunuz: Alex'in yaşı da geçti, zaten koşmuyor. 15 haftada 5 asist, 11 gol oldu. Son 5 maçta takımın açık ara en iyi oyuncusu. Hani Alex Niang'a pas atmıyordu? Hani takımda gruplaşma yaratıyordu? Andre Santos ve Cristian takımdan kesilince açılmasını takımda Senegalli grubu oluşturmasına mı bağlayacaksınız? Eee hani o kadar esip gürlemiştiniz? Bu kadar mı anlıyordunuz futboldan?
Açtım şimdi Alex için bugüne kadar yapılan klipleri izleyeyim dedim. Attığı gollerden 40, yaptığı asistlerden ayrı bir 40, jeneriklik hareketlerinden 50 tane klip çıkar. O kadar fazla gol atmış ki attığı muhteşem gollerin bazılarını tekrar izlemeden hatırlayamıyorsunuz. Avrupa'da yok dediğiniz adamın İnter maçında kırdığı bel, CSKA maçında attığı gole bakıyorum, sadece bu ikisini yapan futbolcu senelerce konuşulur. Gençlerbirliği'ne son dakikada 2 gol atıp maçı aldı, kafayla, topukla, sağla, solla, her bir yeriyle gol attı. O da yetmedi dün kaval kemiğiyle attı, koleksiyona ekledi. Bu takımda Kezman'ın attığı golleri bile tek tek sayarız fakat Alex'in gollerini hatırlayamıyoruz artık.
Şimdi iki forvetli, 3 orta sahalı kadrolardan siliyor musunuz hâlâ? Bu kaç oldu bilmiyorum. Alex 2 hafta kötü oynar, linçe başlarsınız, kovulsun, koşmuyor, onun yüzünden çok gol yiyoruz, takım ona bağımlı, modern futbolda kalmadı, bıraksak kimse almaz. Sonra çıkar takır takır atar gollerini tek kelime duymayız. 2 haftada koşmaya başlayıp modern futbola uygun futbolcu mu oluyor bu adam? 6 sene oldu, öğrenemediniz Alex konusunda atıp tutmamayı. Ondan sonra Altan Tanrıkulu gibi "ama tabii böyle oynarsa oynamalı" dersiniz. Alex böyle oynuyor ilk geldiği günden beri, Alex böyle yamultuyor ilk ayağı topa dokunmaya başladığından beri. Siz öğrenmemekte inatçısınız ama.
3000. golü atsın diye binlerce insan dualar etti, o gol ondan gelince gözleri doldu hepsinin. Bütün bu insanlar geri zekalı, siz çok biliyorsunuz değil mi? Alex kel kafalı, sempatik gülen, bizden biraz kısa boylu bir adam olduğundan bu kadar seviyoruz sanıyorsunuz değil mi? Futbolu bir siz biliyorsunuz da biz kendimize hayali bir kahraman bulmuş onun peşinde gidiyoruz değil mi? O kadar dua, o kadar sevgi böyle "modern futbola uygun değil yeaaa" kadar kolay açıklanabiliyor yani. Sayın Altan Tanrıkulu kusura bakmasın. Kendisi hangi gazetede yazıyor onu bile bilmiyoruz. Yarın oradan kovulsa ruhumuz bile duymayacak. Alex giderken arkasından göz yaşı dökecek yüz binler olacak. Bu sevgiyi pazarda kiloyla satıyorlar değil mi?
Alex'le futbolu bırakana kadar sözleşme yapılsın. Alex, istediği kadar Fenerbahçe'de kalsın. Alex sahaya çıksın, Alex topa vursun, Alex Maraton'un soluna doğru kanatlanarak uçsun biz izleyelim. Alexli Fenerbahçe, hayatım boyunca izlediğim en güzel Fenerbahçe oldu, 40 yıl sonra gençlere anlatacağım Fenerbahçe olacak; bu güzellik nereye kadar sürüyorsa sürsün. Diğer taraftakilerin dünkü kudurmalarından da anlamadınız mı ne kadar sevdiğimizi? Alex komutan, Alex başkan, Alex kaptan, Alex can.
Devamı ...
Fenerbahçe 2 - Kardemir Karabükspor 1
STSL 05/12/2010
TSL 15. Hafta karşılaşmasında K. Karabükspor’ u ağırlayan Fenerbahçe, rakibini Lugano ve Alex’ in golleriyle 2-1 mağlup etti. Konuk ekibin golü ise Emenike’ den geldi.
PAPAZIN ÇAYIRI: Farkında mısınız bilmem ama, son zamanlarda her Fenerbahçe maçı ‘Alex’ haline dönüşmeye başladı. Sevmeyenleri tükürüklerini saçmak için pusuya yatmış, sevenleri ise olası bir ayrılık öncesinde daha çok şey görme derdinde.
‘on’ u atmış, ‘yüz’ ü atmış, ‘ üç bin’ i atmış Alex, ligdeki bütün takımlara atabilecek mi? Ligde üst üste beşinci maçında da gol atacak mı? Bir de Emenike var; ligin saklı hazinesi. Acaba Alex gol krallığında zirveyi paylaştığı meslektaşını geçebilecek mi?
Emre ve Lugano takımdaki yerlerine dönerken genç Gökay ve Bekir yeni görevlerini beklemek üzere yedek kulübesinde. Oyun üst oynayanlara hak vererek başladı.
1 ve 5’ te iki defa şutladı Emenike. İlki dışarı giderken ikincisinde Volkan iki hamlede topa sahip oldu.
8’ de Alex STSLdeki bütün takımlara atabilirdi. Niang' ın ortasında defansın arasında ayağını uzatan Alex' e kaleci Tomic biraz daha beklemesini söyledi.
9’ da gol, artık çalışılmadığını düşündüğümüz yerden, Alex’ in serbest vuruş asistinden geldi. Takıma dönen Lugano, Alex' in sağdan kullandığı serbest vuruşta topa kafasıyla dokundu: 1-0
17’ de Alex, STSLde atılmadık takım bırakmadı: Sağ kanattan Mehmet Topuz' un ortasına ayağını uzatan oyuncu, kaleci Tomiç' e yapacak bir şey bırakmadı: 2-0
Fenerbahçe artık oyunu tutmayı ve kontratak beklemeyi bir defa daha deneyebilir.
28’ de Emenike yine sağ kanattan yüklendi. Kaleyi gördüğünde vuran Emenike' nin şutu kaleci Volkan'da kaldı.
Bu dakikalarda orta saha mücadelesi şeklinde geçen maçı arada Stoch renklendirmekte.
44’ te Fenerbahçe çok hızlı çıktı. Alex' in pası ile sağ kanattan ilerleyen Mehmet Topuz, arka direğe kesti. Niang' a gelmeden araya giren Bülent tehlikeyi uzaklaştırdı.
Başka gol olmayınca ilk yarı Fenerbahçenin 2-0 üstünlüğü ile sona erdi.
‘İlk yarıya Fenerbahçe, ikinci yarıya rakibi iyi başlar’ geleneğini K. Karabükspor da devam ettirdi.
47’ de Yobo’ yu peşine takan Emenike yine sağ kanattan ceza alanı içerisine girdi. Açıyı bulunca da vurdu. Nijeryalı' nın yerden sert vuruşu ağlarda: 2-1
Bu golün sonrasında daha renklenmesi beklenen maçın nerdeyse bütün renkleri soldu.
Oyuncu değişiklikleri ile son on dakikaya kadar gelindi.
81’ de Cristian bizi daha da şaşırtmak isteseydi fark yeniden iki olabilirdi ama Gökhan Gönül' ün sağ kanattan yaptığı ortaya vurduğu kafa kaleci Tomic’ te kaldı..
Trübünler Alex’ i alkışladıktan sonra, ‘ulu’ Alex’ in yerine giren Semih kaleciyle karşı karşıya kaldığı pozisyonda topu Tomiç' in üstüne nişanladı.
Kalan dakikalarda başka gol olmayınca Fenerbahçe karşılaşmadan 2-1 galibiyetle ayrıldı.
Fenerbahçe Karabükspor' u 2-1 yenerek puanını 30 yaptı ve maç eksiği bulunan Kayserispor' u geçip üçüncü sıraya çıktı.
FENERBAHÇE: 2 - KARDEMİR KARABÜKSPOR: 1
Stat: Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu
Hakemler: Bünyamin Gezer, Mustafa Emre Eyisoy, Ekrem Kan
Fenerbahçe: Volkan Demirel, Gökhan Gönül, Lugano, Yobo, Caner, Mehmet Topuz, Emre, Cristian, Stoch (63 Selçuk), Alex (90+1 Semih), Niang (79 Dia)
Kardemir Karabükspor: Tomic, Kerim, Bülent Bal, Deumi, Seric, Tozo (85 Mehmet), Birol, Yasin (46 Angelov), Hakan Söyler, İlhan (76 Hakan Özmert), Emenike
Goller: Lugano, Alex / Emenike
Sarı Kartlar: Niang / Seric, Yasin, Mehmet, Bülent Bal
Devamı ...
30 Kasım 2010
Aptalca Bir Futbol Metaforu: Tecavüz
Barcelona - Real Madrid maçından sonra her farklı biten maçtan sonraki gibi yine cinsiyetci rezil göndermelerin olduğu bir sürü yorum okudum, herhangi bir zeka parıltısı olmayan aptalca bir metafor bulundu artık farklı biten maç sonraları için "tecavüz".
Tecavüz gibi bir kelimenin bağlamından bu denli koparılıp, bir takımın diğerinden çok daha iyi oynadığı, yıllardır çalıştığı bir bale koreografisi sergiler gibi sergilediği bir oyundan sonra yegane metafor olarak kullanılması bu topraklardaki kadın-erkek ilişkisinin nasıl algılandığının da bir yansıması. Maçın kırmızı noktalı yayınlanması geyikleri, sözde en seçkin blogcunun Twitter'da hâlâ enişte geyiği yapması, futboldaki cinsiyetci dilin kültürlü, kültürsüz; varoş, metropol bütün insanları teslim aldığını gösteriyor. Bir takımın bir takımı yenmesini karı koca ilişkisiyle açıklayanlar, belli ki kadın olmayı doğuştan aşağılık, rezil bulan bir fikrin etrafında sosyalleşmişler.
Daha korkuncu görsel olarak müthiş bir zevk veren takımın eyleminin, yani iyi bir şeyin kötü bir şey olan ya da (en azından olmasını dilediğimiz demek lazım) tecavüzle özdeşleştirebilmesi. Tecavüz haberleri okurken tiksinerek ötekileri küçümseyen adamların pek çoğu bir futbol ya da basketbol maçında rakibinden daha iyi olan bir takımın eylemine gevrek gülümsemelerle "tecavüz abi süper" diyebiliyor.
Pek çok insan için kullanılan kelimeler ya da metaforlar basit, o anda söylenip geçilen bir şey olabilir oysa büyük resme baktığımızda bu metaforlar bir söylem icat ediyorlar. İcat edilmiş egemen söylemin içinde büyüyen her insan da o dili yeniden üreterek meşrulaştırıyor. Türkiye'de "kesinlikle faşist değilim diyip, günde 20 kez sıradan faşizm örneği cümleler sarfeden adamlar olduğu gibi, kadın erkek eşitliğine iman ettiğini söyleyip bir futbol maçında bile "tecavüz ettik, "siz bizim karımızsınız" cümleleri sarfeden insanlar var. Sıradan cinsiyetçilik de bu toplumun önemli hasletlerinden ve iki yüzlülük göstergelerinden biri.
Taşından toprağından tecavüz hikayeleri fışkıran ve bilmediğimiz pek çok tecavüz hikayesini de taşının toprağının altında saklayan bir ülkede tecavüz kelimesinin neredeyse bir espri haline gelmesinin, futbol maçlarının en seçkin metaforu haline sokulmasının ne arada olduğunu nasıl ve ne kadar seviyesizleşebileceğimizin bir sınırı olup olmadığını merak ediyorum.
Devamı ...
28 Kasım 2010
Sorunlar
Sezon başından beri takım oturmadığı, oturacak gibi olduğunda kritik sakatlıkla düzen yeniden kurulmaya çalışıldığı için iki ileri bir geri devam ediyoruz. Sakatlar düzelir, Lugano soyunma odasına giderken kimseyi dövmez, bir daha uzun süreli sakatlık olmazsa daha istikrarlı bir takım ortaya çıkma ihtimali var ama bu ihtimal hâlâ düşük. Artık ilk devreyi bitirmeye üç maç kalmışken bazı sorunları daha net görüyoruz.
1. Sol bek: Artık Fenerbahçe formasıyla çıktığı maçlarla bir ilgisi kalmamış olan Andre Santos nedeniyle Caner oynuyor. En iyi savunma yaptığı günde bile en basit pasları veremeyen, pas ritmini bozan bir oyuncu. Zaten savunma da yapamıyor. İBB maçındakinden daha iyi oynadığı maçlar da oldu fakat bugünkü gibi oynadığı maçlar nedeniyle artık bir çözüm bulunması gerekiyor. İlk akla gelen çözüm devre arası Andre Santos'un gönderilmesi ve yabancı sol bek alınması. Yıllardır devre arasında böyle mantıklı hamleler yapmıyor kulüp, bu sene yaparlarsa sürpriz olur. Takım içinde çözüm Okan'ın sağ kanatta, Gökhan'ın sol kanatta oynatılması olabilir. Bunu kim söyledi hatırlamıyorum, İbrahim Üzülmez Fenerbahçe maçında sağda oynayınca "bek bektir, sağı solu olmaz" demişti. Büsbütün haksız değildi. Gökhan zaten ceza yayına ilerlemeyi seven bir oyuncu, ters kanatta rastgele orta sayısı azalır, isabetli pas sayısı artar. Bu çözümün en büyük yan etkisi takımda sol ayaklı oyuncu kalmaması olur. Stoperler, Yobo ve Lugano sağ ayaklı, sol açık Stoch da sağ ayaklı, sol bek de sağ ayaklı olursa rakibin sağ kanadından geliştirdiği ataklarsa savunma sıkıntısı olabilir. Caner'in bugünkü halinden, Andre Santos'un normal halinden daha mı kötü olur? Sanmıyorum.
2. Kanatlar: 2 senedir kanatlarda oynamaları için Mehmet Topuz, Özer, Stoch, Dia, Andre Santos alındı, hâlâ kanatları sorun kısmına yazıyoruz. Harcanan paranın haddi hesabı yok. Aslında Dia ve Stoch pek ümit kesilecek oyuncular değiller. Stoch'un zaman zaman parladığı anlar, yeteneği konusunda ipucu veriyor. Dia'nın süratiyle de baş edemeyecek çok fazla takım var Türkiye Liginde. Sorun bu iki oyuncunun ligde toplam 1 gol atmış olması. 36 golden 5'inin de asistini yapmışlar, eklemek gerek, fakat bu sistemde daha golcü olmaları gerekiyor. Girdikleri pozisyon sayısı bile sınırlı. Bu arada 4-3-3 hayranları bu istatistikleri iyi okusun. Önerdikleri şey hücum gücünden 4 asist 10 gollü bir oyuncusu çıkarıp, 5 asist 1 gol yapabilmiş 2 oyuncunun sorumluluğunu arttırmak. Keşke FM'de sağa sola sürükleyip kadro yapmak kadar kolay olsaydı bu iş de.
3. Aykut Hoca: Beşiktaş, Galatasaray ve Gaziantep maçlarından sonra yine maçı okuma sorunu. Bugün kazanmış olsak da değişmiyor. Niang bugün ayağına aldığı tek bir topu bile olumlu kullanamadı. Ayağının altından kaçırdığı, alıp dışarıya yürüdüğü en az 3 pozisyon var. Sırtını dönüp top tutamadı, adam geçemedi, yürüyecek hali yoktu. Olabilir, her oyuncunun iyi, kötü günleri oluyor. Buna rağmen 90 dakika sahada kaldı. Oyundan çıkan yine Alex oldu. Bunun açıklamasını sorunca "Alex yaşlandı fiziği kaldırmıyor, normal" deniyor. Dün 50'lerde ceza alanı önünde topu alıp giderken indirilen Alex, 60'ta yaydan şut çeken ve kaleciden dönüp Niang'ın önünden son anda uzaklaştırılan topa vuran o, aynı dakikada kornerden Yobo'ya al at pası veren o, 5 dakika sonra çıkarılan o. Bu Alex fiziksel olarak yorgunsa Niang neydi dün? Niang oyunda tutulurken yine Alex çıkarıldı. Orta sahaya Selçuk, Cristian tarzında bir adam daha almanın orta saha savunmasına bir katkı yapmayacağı Beşiktaş maçında görülmedi mi? 45 dakika bile sahada kalması fazla olan Niang 90 dakika sahada tutulurken son 4 maçın en iyisi Alex'in 70'te alınmasının mantığını hâlâ anlamaya çalışıyorum. Anlayan varsa bize de anlatsın.
Bu sıkıntıların iyice belirginleşmeye başladığını düşünüyorum. Sorunlu görülen orta saha bile Emre, Mehmet Topuz, Cristian, Selçuk, Gökay rotasyonuyla idare edilebilir gibi duruyor. Sol bek sorununu transferle ya da takım içinden bir pozisyon değişikliğiyle çözmek şart gibi. Diğer iki sorun içinse çok yapacak bir şey yok. Takım ve hocan hâlâ uyum ve öğrenme sürecinde ve zamanın bu sorunları düzelteceğini umacağız.
Devamı ...
27 Kasım 2010
İ. Büyükşehir Belediyespor 0 - Fenerbahçe 1
STSL 27/11/2010
STSL 14. haftada Olimpiyat Stadı' nda İstanbul Büyükşehir Belediyespor' a konuk olan Fenerbahçe, rakibini kaptan Alex' in ayağından bulduğu golle 1-0 mağlup etti.
PAPAZIN ÇAYIRI: Lig lideri Trabzonspor' un Gaziantepspor deplasmanını kayıpsız geçmesiyle belalısı İstanbul Büyükşehir Belediyespor karşısına üç puana mecbur olarak çıkan Fenerbahçe, bu kez amacına ulaştı. Rakibi ile Olimpiyat Stadı' nda oynadığı üç maçtan da puan çıkaramayan Fenerbahçe bu defa üç puanın sahibi olurken, Niang' ın penaltı kaçırdığı maçta galibiyete kaptan Alex' le uzandı.
3’ te İbrahim Akın' ın uzaktan şutunu Volkan çeldi.
7’ de Holmen boş pozisyonda topu kontrol edemeyince Fenerbahçe kalesi tehlikeyi atlattı.
9’ da Mahmut' un hatasında topu kapan Niang kaleciyle karşı karşıya kaldığı pozisyonda topu Hasagic' e nişanladı.
16' da Niang kale alanı önünde bomboş durumda kafa vuruşunu auta yollayarak, Fenerbahçe' yi ikinci defa golden etti.
20' de İbrahim Akın şansını bu defa yay civarından denedi.
33’ te Christian ceza alanı içinde Mahmut’ a izleyenleri şaşırtan bir baskı yaparak topu kaptı. Kaptığı topu olumlu bir pasla Mehmet Topuz’ a aktararak şaşkınlığın daha da büyümesine neden oldu. Mehmet Topuz’ un yerden ortasında Alex en doğru yerdeydi: 0-1
Sonrasında daha baskılı oynamaya başlayan Fenerbahçe, Alex ve Stoch' la rakip kaleyi yoklasa da başka gol olmadı ve ilk yarı Fenerbahçe’ nin üstünlüğü ile sona erdi.
İkinci yarı herkes İstanbul Büyükşehir Belediyespor baskısını beklerken bu yarıya Fenerbahçe topa daha çok sahip olarak ve oyunu kontrolü altında tutarak başladı.
54’ te İbrahim Akın Volkan' la karşı karşıya kaldığı poziyonda çok kötü bir vuruş yaptı.
60' ta kullanılan kornerde Yobo topu altıpas içinde Hasagic'e nişanlarken, kendisini bu topraklardaki ilk golden etti.
65’ te maç başından itibaren Caner' in kanadından etkili gelen İstanbul Büyükşehir Belediyespor Holmen' le yine geldi, yine gole ulaşamadı.
72' de Aykut Kocaman maçın en arzulu en başarılı adamı olan Alex’ i bir defa daha yanına alıp sahaya Selçuk’ u gönderdi.
77' de Dia düşürülünce Fenerbahçe penaltı kazandı. Sarı-lacivertlilerin ayda yılda bir kazandığı bu atışa itiraz eden Ekrem, önce sarı peşi sıra kırmızı kart gördü. Sonrasında penaltı noktasına gelen Niang’ ın vuruşu kalecide kaldı.
81' de İbrahim Akın bir defa daha Volkanla karşı karşıya kaldığı pozisyonda gol vuruşu yapamayınca maçın yönü den belli oldu.
Hakem son düdüğü çaldığında Fenerbahçe bu sonuçla puanını 27 'ye çıkarırken, lider Trabzonspor'u 6 puan geriden takibe devam etti.
İSTANBUL BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESPOR: 0 - FENERBAHÇE: 1
Stat: Atatürk Olimpiyat
Hakemler: Halis Özkahya, Erdinç Sezertam, Serkan Akarca
İstanbul Büyükşehir Belediyespor: Hasagic, Cihan, Serhat Akyüz (87 Ali Güzeldal), Mahmut, Ekrem, Zeki (74 İskender), Efe (57 Tevfik), Gökhan Süzen, Holmen, İbrahim Akın, Tum
Fenerbahçe: Volkan, Gökhan Gönül, Bekir, Yobo, Caner, Mehmet Topuz, Gökay, Cristian, Stoch (71 Selçuk), Alex (72 Dia), Niang ( 90+1 Semih)
Gol: Alex
Kırmızı kart: Ekrem
Sarı kartlar: Holmen, Efe, Ekrem / Alex, Caner, Gökhan Gönül
Devamı ...
İspanyol Hakem Kolonisi
Euroleague’de bu hafta maç istatistiklerine bakarken dikkatimi çekti. Çarşamba ve Perşembe günü toplam 12 maç oynanmış, bu maçların beşi İspanyol takımların maçı. Yani bu maçlarda kural olarak bir İspanyol hakemin görev yapması imkansız. Kalan 7 maçın 6'sında ise en az bir İspanyol hakem var. Ayrıca bizim maçta maçın 3 hakeminden 2'si İspanyol, yani 7 maçta 7 İspanyol hakem var. Cholet - Siena maçı, 7 maç içerisinde İspanyol hakemin olmadığı tek maç. Uleb'deki İspanyol ağırlığı sır değil ama bu kadar üst düzey bir organizasyonda hakemlerin tamamen bir ülkenin dominasyonunda olması acayip bir durum. Futbolda Şampiyonlar Ligi’nde o hafta oynanan 7 maçta 7 İspanyol hakem olsa herkes "bir ne oluyor?" diye sorar ama basketbol olunca kimsenin farkında olmadığı bir detay olarak kalıyor. Avrupa basketbolu bu hakem mevzusunu halletmeden asla saygın bir yere gelemeyecek.
Devamı ...
25 Kasım 2010
Sarı Melekler İyi Başladı
Çok iyi bir seyirci önünde İstanbul'a eksik gelmiş son şampiyon karşısında maça iyi başladık. Bloklarda Fürst etkisiyle ilk teknik molayı 8-5 geçtikten sonra kronik problemimiz servise karşı manşette hatalar başladı. İkinci teknik molaya 16-14 önde girsek de Seda'nın 4 numaradaki etkisizliği de manşet problemine eklenince önce yakalandık sonra da geri düşüp set sayısı şansı verdik Bergamo'ya. Sokolova'nın sayısıyla sete tutunup, blokla seti 26-24 kazanmayı başardık. Karşımızda geçen yıl Şampiyonlar Liginde final oynayıp kazanmış takımdan pek kimse olmayınca oyuncular biraz rahat ve nasıl olursa kazanacağız havasıyla oynadılar ilk seti büyük ihtimalle. İkinci sete bu sefer daha ciddi başladık, bloklarda etkinliğimiz sürdü, iki basit hataya rağmen ilk teknik molaya 8-6 önde girdik. İyi defans yapıp Fürst ve Eda'yla elde ettiğimiz sayılarla farkı açıp ikinci teknik molaya 16-11 önde girdik. Bu bölümde Çiğdem ve Naz, Skowranska ve Fofao'nun yerine oyuna girdiler. Karşılıklı sayılarla 20'li sayılara geçtikten sonra yine krize soktuk seti. Bergamo 24-23 e kadar getirdi seti ama yine son hamleyi yapamadılar. Çiğdem'in kayarak vurduğu tek ayakla set 25-23 sona erdi ve 2-0 öne geçtik.
3. set öncesi seyirci ailesiyle maça gelen Alex'i selamladı. Futbol takımının oyuncularını diğer branşlarda hiç değilse bazen salonda görsek fena olmaz aslında. Üçüncü sete yine Fafao ve Skowranska'yla başladı Ze Roberto. Rahat başlayıp ilk teknik molaya 8-4 önde girdik, Bergamo 3-0'lık bir seriyle moladan dönse de Skowranska'nın sayısıyla seriyi kırıp 3-0'lık seriyi bu sefer biz yapıp Bergamo'yo mola aldırdık. Bir iki kez top öldüremeyince fark biraz kapansa da Sokolova'nın sayısıyla ikinci teknik molaya 16-13 önde girdik. Skowranska'nın servis turunda farkı 5'e yükseltince Bergamo mola aldı. Seda'nın yine krize girmesiyle fark 2'ye kadar indi. Ze Roberto'nun yine ikili değişikliğinden sonra arka arkaya alınan sayılarla farkı 6'ya kadar çıkardık. Seti 25-18, maçı da 3-0 kazandık.
Eksik ve genç bir Bergamo önündeki bu galibiyet tabii ki ölçü değil, Ze Roberto geleli daha iki-üç gün oldu. Geçen seneye göre bu sene ortaları kullanma konusunda daha iyi olacağımızı düşünüyorum. Bu maçta Eda'yı Vakıfbank maçında Ergül'ü çok sık kullandık ki bu gayet olumlu bir gelişme. Geçen yıla oranla bu sene bloklarda da özellikle Fürst'ün etkisiyle ciddi bir ilerleme kat edeceğiz. Bu maçta da gördük neredeyse her Bergamo hücumunda top bloğumuza temas etti. Servise karşı manşetlerdeki problemde bu sene daha az olacaktır muhtemelen, Sokolova Rusya Milli Takımındaki o toparlayıcı rolüne bizim takımda da bürünürse Nihan epey rahatlar. Bugünkü maçtaki en can sıkıcı nokta Seda'nın performansı. İki yıl önceki performansına ulaşamadı bir türlü Seda. Bugün neredeyse hiç bir topu öldüremedi, üstelik karşısında da öyle üst düzey bir blok olmamasına rağmen.
Bu takım biribirine ve koça alıştıkça muhtemelen daha iyiye gidecek,Ocak ayında Bergamo'daki maç bu maçın kalitesinden bir kaç kat daha yüksek olacaktır.
Devamı ...
Rıdvan & Alex
Ne güzel fotoğraflar çekiyor insanoğlu.
Biraz boş vaktim ve çok sıkılmış bir canım vardı.
Devamı ...
Rytas maçının gösterdiği; Oğuz'un önemi
Vilnius ve Kaunas şehirleri, takımlarının form durumu ne olursa olsun, Euroleague jargonunda zor deplasman tanımını her zaman hakeder. Bu deplasmandan, maçın neredeyse tüm bölümlerinde ipleri elinden kaçırmadan ve rakibin üstünlük kurmaya başladığı süreçlerde oyun disiplinini kaybetmeden, dağılmadan tekrar dümene geçmeyi bilerek rahat bir galibiyet almak ise Fenerbahçe için sezon başından bu yana olduğu gibi takdire şayan olarak değerlendirilmelidir.
Euroleague'in şu anda belki de en iyi baskılı ön alan savunmasını yapan takımı olan Fenerbahçe karşısında Zalgiris'in tedbile uğramış guard rotasyonunun sınavı gibi başladı maç. Oyun kuruculuktan anladığı kendi şutunu yaratmak olan El-Amin'in baskılı savunma karşısında bocalayıp, ilk yumruğu Fenerbahçe'ye atma şansı tanıdığı ilk periyotta göze batan Vidmar sonrası dağınık ve dirençsiz bir görüntü çizen Fenerbahçe pota altı savunmasının kendisine çeki düzen verdiğiydi. Çok istekli ve özellikle savunmada ve ribauntlarda önceki maçlara oranla daha fazla rol almaya çabalayan Lavrinoviç'in iştahını bir kenara not etmek lazım. Ama, Rytas pota altı gücünün Bajramoviç'in yokluğunda Vidmar'sız Fenerbahçe uzun rotasyonunu Euroleague'in gruplar sonrası iyice sertleşip, zorlaşacak evreleri için test edecek dirençte olmadığını es geçmemeli.
Şutu olan Bjelica ve oyun zekası ve yetenekleriyle umut vaadeden Valanciunas'ın bizde ilk beş başlayan Kaya ve Lavrinoviç'in fizik güçleri ve tecrübeleri karşısında ezilmeleri normaldi. Buna rağmen, Vidmar'sız takımın Oğuz sahada olmadığı sürelerde topu içeriye indirmeden oynamasını ''topu boyalı alana indirmeden şut atmak doğru değil, top en az bir kere içeriye inmeli'' ezberiyle açıklanacak bir şey olmadığı iyice belli oldu. Vidmar ve Oğuz gibi cüsseli ve fizik güçlerini vücut vücuda mücadelenin en sert geçtiği pota altında kullanmaktan çekinmeyen adamlar ısrarla oralarda yerleşmeye çalışıp, kısaların ilgisini topu oraya indirmeye çekiyorlar. Oysa, ne topsuz oyunda o bölgeyi gücüyle delmeye çalışmaktan ziyade, guardla pick'n roll oynayıp, pozisyonunu yüzü dönük ve hareketliyken bulmaya çabalayan Kaya ile ne de hücumda pota altı itiş kakışından hoşlanmayıp, ben de bu boyla bu şut yeteneği varken tercihim dış şut olur diyen Mirsad ve Lavrinoviç'le ''topu ısrarla içeriye indirmek lazım'' ezberi somutlaşıp gerçeğe dönmez.
El-Amin'le maçın içine giremeyen Rytas'ın yaşlı kurt Saras'ın oyun zekasıyla Fenerbahçe savunmasının yumuşak karnı pick'n roll savunmasının üzerine gidip, savunmada yavaş uzunlarımıza karşı genç ve hareketli uzunlarını kullanmayı becerip bir de üstüne salonu, takımı havaya sokacak ''tam zamanında'' atılması gereken şutları isabetli kullanmasıyla Rytas'ı maça gecikmeli de olsa sokması sonrası Fenerbahçe'nin dominantlığı Oğuz'un oyuna dahil olmasıyla geri kazanması da üst paragrafta anlattıklarımızla ilgilidir. Oğuz, Vidmar sonrası takımın hücum düzeni açısından çok kıymetli bir oyuncudan alternatifsiz bir oyuncuya dönüşte. O yokken topu içeriye indirmek, hücumda çeşitlilik sağlamak zorlaşıyor.
Devamı ...