31 Temmuz 2011
Erman Toroğlu ile Hasbihal - Kendinden başka düşmana ihtiyacın var mı?
Erman Toroğlu'nun bugün yayınlanan yazısı da ayrı bir incelemeyi hak ediyor. Hiç bir şeyden değilse, ben sesimi çıkarmadan duramadığım için. Çünkü bıktım. Çünkü bu insanların birilerini suçlu gösterip, olmadık iftiralar atıp, hakaretler edip ondan sonra medyadan bunların pompalanmasından nefret ediyorum. Açıkça söylemek lazım medya bugün bu davada bir taraftır ve her taraf gibi sonuçtan da mutlaka etkilenecektir.
Yazı şöyle başlıyor:
"YAKTIN BİZİ ŞEKİP!"
Manşet bu. Ne anlıyoruz, biri Şekip Mosturoğlu'na kendilerini yaktığı için serzenişte bulunmuş. Herhalde çok ağır bir günah işlemiş olmalı Şekip Mosturoğlu.
Hemen başlığın altı:
"“Ulan Şekip, öyle bir Şiddet Yasası çıkardınız ki, eskiden olsa belki hiç yatmadan yırtacaktık. Şimdi kanıtlanırsa yıllarca içeride sürüneceğiz.” Allah bunların yaptıklarını ayaklarına doladı. Kendi kazdıkları kuyuya düştüler.
Biri -kim olduğunu henüz bilmiyoruz- Şekip Mosturoğlu'na serzenişte bulunmuş gerçekten. Sporda Şiddet Yasasının çıkmasındaki emeklerinden dolayı! Şikeyle, teşvik primiyle mücadele için yasa çıkartılmasına yardım etmiş Şekip Mosturoğlu, bugün bu ithamlarla yargılanıyor. Erman bunu almış, koymuş, sanki adam suç işlemiş gibi.
Yanına da koymuş "Allah bunların yaptıklarını ayaklarına doladı." Yani suçu sabit. Şekip Mosturoğlu ve diğerlerinin suç işledikleri kesin!
Halbuki Basın Kanunu ne diyor?
"MADDE 19. - Görülmekte olan bir dava kesin kararla sonuçlanıncaya kadar, bu dava ile ilgili hâkim veya mahkeme işlemleri hakkında mütalaa yayımlayan kişiler hakkında da birinci fıkrada yer alan cezalar uygulanır.
Basın meslek ilkeleri 9. madde ise şöyle:
"Suçlu olduğu yargı kararıyla belirlenmedikçe hiç kimse "suçlu" ilan edilemez."
Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi
"Yargı kararı kesinleşmedikçe, bir sanık suçlu ilan edilmemelidir. Haberlerde ve yorumlarda suçluymuş gibi değerlendirmeler yapılmamalıdır."
Ama Erman'a ne? Erman hem şikayetçi, hem savcı, hem avukat, hem hakim, her şey Erman! Erman basın meslek ilkelerinin de üstünde, mahkemenin de üstünde! Mahalledeki lakabı "Ayı", 6 Temmuz Tarihli Telegol programında "Güzel bir laf vardır Ayıyla yatağa girilmez" diye şaka yapıyor. Yatağından bu medya bir türlü çıkmıyor be Erman? Körle yatan da mutlaka şaşı kalkıyor!
Şimdi yazının devamı şöyle:
"PEKİ bütün bu olaylarda polis ne düşünüyor acaba? Ben biraz analiz ettim ve şu sonuçlara vardım. Aziz Yıldırım bundan önceki federasyonun pek çok kademesini bazen korkutarak, bazen tehdit ederek, -Bu tehditlerin içinde yeni yapılacak Futbol Federasyonu seçimlerinde onu disipline aldırmam, bunu tahkimden kovdururum türünden cümleler zaten kayıtlarda var- işleri götürmüş. Yeni seçilecek Futbol Federasyonu kurullarına da tamamen kendi adamlarını sokarak işin bu tarafını halletme yoluna girmiş. Öbür taraftan Şekip Mosturoğlu’nu da araya sokarak Sporda Şiddet Yasası’nın hazırlanmasında etkili olmuş. Şiddet yasasındaki hedef (Güdümlü federasyon tarafından kendisi olmayacaktı elbette) kendisine karşı gelenler olacaktı. Ama her zaman deriz ya, “Yukarıda Allah var” diye. Allah bunların yaptıklarını ve yapacaklarını kendi ayaklarına doladı ve olay bu hale geldi. Yani kısacası kazdıkları kuyuya düştüler"
Sen nasıl analiz etin Erman? Neyle analiz ettin?
Şimdi analizin sonucu şu, Erman yapınca böyle oluyor tabi, Aziz Yıldırım -iddiaya göre- eski federasyonu tehdit etmiş, nasıl "şunu disipline aldırmam, bunu tahkimden kovdururum" diyerek.
Bunların örgütlü bir suç çerçevesinde silah zoruyla olduğunu nereden biliyorsun? Belki de elindeki oyla, kongredeki gücüyle lobi çalışması yapıyor? İki kişi arasında, suçla hiçbir bağlantısı olmayan özel görüşmeler sırasında da daha farklı bir üslupla konuşmuş olabilir. Bilmiyoruz. İspata muhtaç. Erman Toroğlu, sen kimsin? Bunların örgütlü silahlı bir süç çerçevesinde yapıldığını nasıl düşünüyorsun? Bu "tehditler" kanunda belirtilen tehdit kapsamında ise tehdit edilenler TFF Başkanı, Yönetim Kurulu gibi hayli prestijli kişiler. Bunlar çıkıp da tehdit altında olsalar susup otururlar mı? Can ve mal güvenlikleri tehdit edilse suç duyurusunda bulunmazlar mı? Demek ki normal bir kongre çalışması çerçevesinde oy gücünü belirterek söylenen laflar. Bağlamından kopartılıp alınıp sonra yeniden yorumlanıp böyle sunmaya ne hakkın var?
Size traji komik iki olay anlatacağım. Şike operasyonunun ilk günleri ve ilk dalga. Malum ekip, karakol- adliye- hastane koridorunda gezerken Bülent Uygun, Şekip Mosturoğlu’na dönüp şunları söylemiş:
Ulan Şekip, öyle bir Şiddet Yasası çıkardınız ki, eskiden olsa belki hiç yatmadan yırtacaktık. Şimdi kanıtlanırsa yıllarca içeride sürüneceğiz.
Gerçekten trajı komik. Bülent Uygun Şekip Mosturoğlu'na takılmış belli ki, şaka yapmış. Şakanın esası ne? Şekip Mosturoğlu'nun Sporda Şiddet Yasasındaki üstün hizmetleri. Yani şike ve teşvik primi gibi suçlarla mücadele edecek yasanın hazırlanmasındaki çalışması. Emeği. Trajı komik, çünkü bunca emek sarfeden adam şike yapmakla itham ediliyor. Yetmiyor, bu şaka da Erman tarafından şikenin delili olarak sunuluyor. Trajikomikte, bir absürdlük vardır. Manası odur. Gerçek hayatta olmaması gerekecek kadar anormal bir durum olmalıdır ki gülelim ancak işin de bir trajik boyutu olsun. Hah. Aynıyla. Gerçek hayatta olmayacak kadar komik bir durum ama gerçek ve bu yüzden trajik!
"Ve ikincisi... Uğur Dündar, Aziz Yıldırım’la şampiyonluktan sonra Arena programı yapıyor. Aziz Yıldırım futbolculara, antrenöre masöre, malzemeciye, doktora herkese teşekkür ediyor. Sonra da devam ediyor, “Son haftalarda ve bu çok önemli haftalarda bu başarıda büyük pay sahibi olan gizli kahramanlar var. Bu gizli kahramanları da buradan tebrik ederiz.” Ama tesadüfe bakın ki bu programdan sonra bu gizli kahramanların bazıları teknik takibe yakalanıyorlar ve diyorlar ki; “Gördün mü bak, başkan bizi akşam gizli kahraman olarak tebrik etti."
Ee? Ne var? Bu neyin delili şimdi? Aziz Yıldırım orada kulübe hizmet veren taraftarlara, futbolcuların eşlerine, kendilerine yardımcı olan ailelerine, bu süreçte emeği olan ancak ismi geçmeyen insanlara teşekkür etmiş olabilir. Diyelim birileri de üstüne alınmış, "bizden bahsetti" demiştir. Bu neyin delili be Erman? Bu neyi gösterir? Bunlarla mı bir insanı "şikeci" ilan ediyorsun "silahlı örgüt kurmak"la itham ediyorsun?
Yoksa uzun zamandır husumetin olan, bir çok kereler de bu husumetini belli ettiğin bir insana, bu olaylar vesilesiyle, abartılı yorumlarda bulunup iftira mı ediyorsun? Hakaret suçunu mu işliyorsun? Şayet mahkeme adil bir yargılama sonunda beraat kararı verirse, bu yorumlarının alenen hakaret suçu olarak sayılacağını ve bu yüzden hakkında ceza davası açılacağını hiç düşünmüyor musun?
YILLARCA Türkiye’de futbolu bu tehditlerle izledik biz. Yıllar geçti, hayat devam etti. Bu sefer futbol ihalesi yapıldı, Digitürk ihaleyi kazandıktan sonra Genel Müdür Ertan Özerdem, bir beyanat verdi; “Türk futbolunun çehresini değiştireceğiz. Marka değerini yükselteceğiz. Bunun için de radikal tedbirler alacağız.” Bu açıklamadan sonra sorular geldi tabii, “ Toroğlu ayrılacak mı” diye. Üstü kapalı ama enteresan cevaplar verdi. Bütün gazetelerde ertesi gün manşet;
- Erman Toroğlu Maraton’dan kovuluyor.
Bir yerlerden düğmeye basılmıştı. Başka bin tane senaryo yazıldı. Mesela Celal Doğan bunun siyasi bir baskı olduğunu bile söyledi. O zamanlar “perdenin arkasında Aziz Yıldırım var” denildi. Bu beni ilgilendirmez. Aziz Yıldırım’ın, Lig TV’den benim kellemi isteme hakkı vardır. Ben burada Aziz Yıldırım’a değil, kendi çalıştığım şirketime bakarım. Benim şirketimin duruşu nasıldır? Aziz Yıldırım’a boyun mu eğecektir yoksa yoluna Erman’la devam mı edecektir?
Evet Aziz Yıldırım senin programdan ayrılmanı isteyebilir. Ancak bu kararı verecek olan şirketindir. Şirket seni tutmuyorsa, ki tutmak zorunda da değil, söylenecek hiçbir şey yok. Aranızda bir iş sözleşmesi vardı değil mi Erman? İş sözleşmesini feshettiler, bitti. Hayat. Herkes herkesle çalışmak zorunda değil.
Şimdi sadede gelelim. Altını özellikle çizerek söylüyorum. Benim Aziz Yıldırım’dan şikayetçi olmamın sebebi bu olay değildir. Nedir şikayet sebebim? Yazılı ve görsel basında söylenenler, yazılanlar beni hiç ilgilendirmez. Beni resmi iş ilgilendirir. Polis beni Vatan Caddesi’ndeki Organize Şube’ye çağırdı. Aziz Yıldırım’ın, Sinan Engin’le telefon trafiğine takılan cümlerini benim suratıma okudu. Aziz Yıldırım bu cümlelerde diyor ki, “Bilmem neyin çocuğu Erman Toroğlu’nu Digitürk’ten kovdurdum (Bu tür konuşmalarda küfürlere hiç aldırmam. Ağız alışkanlığıdır söylenebilir. Ama Aziz Yıldırım’ın, “Ben küfüre karşıyım” cümleleri de bu sözlerle taca çıkar.) Şimdi onu gazeteden de attıracağım. Bir kampanya başlatacağım, kovduracağım. Öyle büyük, muazzam bir kampanya olacak ki, o g..tü sallandıracağım.” Daha da ileriye gidelim, aynı Aziz Yıldırım, bir Fenerium açılışında “Türkiye’de iki kişiye teşekkür ederim. Benim anama avradıma küfür edilirken bu iki kişiden başka savunan olmadı. Onlara burada huzurlarınızda teşekkür ediyorum. Erman Toroğlu ile Şansal Büyüka’ya” diyen adam da Aziz Yıldırım’dır.
Şimdi düşünün... Bir adamı televizyondan attırıyorsun, olur. Gazetede yazmasını istemeyebilirsin. Bu da olur. Ama burada bir ayrıntı var. Aziz Yıldırım, Hürriyet Gazetesi’ne gidip benim kellemi isteyememiş. Herhalde Hürriyet Gazetesi’nin önemli bir müessese olduğunu anlamış, başka müesseselerle karıştırmamış ki, başka bir organize işe girişmiş. Poliste şunu söyledim, “Eğer birinin böyle büyük kampanyayı başlatma, yönetme, sonuçlandırma gücü varsa, karşıdaki kişinin hayatı da tehlikededir. Bu bakımdan eğer başıma birşey gelirse sorumlu Aziz Yıldırım’dır.” Çünkü böyle bir kampanya başlatmak için çok büyük bir örgütün olması lazım ki, işi organize edeceksin. Ben Aziz Yıldırım’dan işten kovdurduğu için değil, algıladığım tehdit için davacı oldum. Kimse sapla samanı karıştırmasın.
Erman'ın iddiası şu, Aziz Yıldırım demiş ki, "öyle bir kampanya başlatacağım ki onu gazetede attıracağım." Bunu da küfürlü bir şekilde ifade etmiş. Önce bu hakaret suçunu oluşturmaz neden?
TCK MADDE 125. - (1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden ya da yakıştırmalarda bulunmak veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. Mağdurun gıyabında hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilât ederek işlenmesi gerekir.
Telefonda özel bir görüşme sırasında gıyabında söylenen sözler hakaret suçunu oluşturmaz zira tek bir kişi bu sözleri duyar.
Şimdi, iddianın kalanı "böyle bir kampanya için örgüt lazım"
Öyle mi Erman?
Aziz Yıldırım kim? Fenerbahçe başkanı.
Fenerbahçe Başkanı senin Hürriyet Gazetesinden atılman için kampanya başlatsa, buna katılacak Galatasaraylısı da Beşiktaşlısı da çok. Değil mi?
Diyelim Türkiye'de milyonlarca taraftar senin o gazeteden atılman için aktif bir şekilde çalışsa, o gazetede duramazsın, durmaman lazım.
Demek ki örgüte ihtiyaç yok. Örgüt iddiası ayrıca ispatlanmalı. Doğal hayatın doğal gidişatı bunu gerektiriyor.
Çünkü sen iyi, normal bir gazeteci değilsin.
Bak nereden biliyorum?
Kendin ifade ediyorsun:
Serdar Bilgili açıklama yaptı, “Şansal Büyüka ile Erman Toroğlu, Beşiktaş düşmanıdırlar” diye…
Sami Yen’deki el ilanları
3-4 sene sonrası. Ali Sami Yen’in tribünlerinde el ilanları dağıttılar. “Erman Toroğlu ile Şansal Büyüka G.Saray düşmanlarıdır” diye. Bu sefer 2006’ya geldik. F.Bahçe TV’de iki gün bir yazı döndü. Beyaz zemin üzerine siyah. “Erman Toroğlu ile Şansal Büyüka F.Bahçe düşmanıdırlar” diye..
Çünkü hedef gösteren, maksatlı bir şekilde insanları zan altında bırakan, ağır ithamları leblebi gibi söyleyen birisin. İnsanlar bu yüzden sana kızıyorlar.
Mesela?
Mesela Yıldırım Demirören,
"Beşiktaş Başkanı Yıldırım Demirören'in, "Demirören Beşiktaş'la Dalga Geçiyor" başlıklı köşe yazısı nda "kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu" gerekçesiyle yazıyı kaleme alan Erman Toroğlu, Hürriyet gazetesi ve sorumlu müdür Necdet Tatlıcan hakkında açtığı 200 bin YTL'lik tazminat davası açtı"
Mesela Adnan Polat,
"Rıdvan Dilmen ve Güntekin Onay’ın sorularını yanıtlayan Polat, bazı yazarların gazetelerinde ve ekranlarda kendisi hakkında dile getirdikleri iddialara yanıt verdi. Polat, Hıncal Uluç, Erman Toroğlu ve Fatih Altaylı’yı isim vererek kendisine karşı kurulan bir tezgaha alet olmakla itham etti. Polat ’Bu kadar deneyimli isimlerin böyle hatalar yapmalarına, hiç bir araştırma yapmadan böyle şeyler yazmalarına inanamıyorum dedi"
Mesela Galatasaray Kulübünin Açıklaması:
"Kanaltürk Televizyonu'nda yorumculuk yapan eski hakem Erman Toroğlu, geçen akşam yayınlanan programında terbiye sınırlarını aşarak Kaptanımız Arda Turan'ın sakatlığını, kendi deyimiyle "fazla sekse" bağlamış, bu "garip" tespiti de kendisine manşetlik magazinel haberler arayan bir medya organında da umarsızca manşet yapılmıştır.
Erman Toroğlu'nun konuşması ve bunu manşetine çıkarmakta hiçbir sakınca görmeyen Posta Gazetesi'nin tavrı, ülkemizde bir türlü gelişemeyen spor gazeteciliğine ibret verici bir örnektir.
Erman Toroğlu, 105 yıllık kulübün kaptanına, daha bu yaşında bu ülkenin yetiştirdiği en önemli futbolcularından biri olduğunu dünyaya gösteren bir Türk futbolcusuna, sanki bir kahvehanede arkadaşlarıyla dedikodu yapar gibi, hiçbir bilimselliği olmayan, tamamen zırvalıktan ibaret olan, utanç verici ve çok düzeysiz bir yorum yapabiliyorsa, buna yapılabilecek bir eleştiri kaleme dahi alınamaz, çünkü sözün bittiği noktadır.
Ameliyattan yeni çıkmış, milli formasını önemli bir maçta ıslatamadığı için üzüntü duyan bir yıldız futbolcunun hissiyatını hiçbir şekilde kaale almadan, tamamen raiting için insanların özel hayatına bu kadar pervasızca el atma cüretini gösterebilmek, çok ayıp, çok terbiyesizce ve çok utanç vericidir.
Erman Toroğlu ve Posta Gazetesi'nden Kaptanımız Arda Turan'a yapılan bu kadar çirkin bir saldırıya gereken cevabı tüm sağduyu sahibi sporseverlerin ve Galatasaraylıların vereceğinden kuşkumuz yoktur."
Mesela Yıldırım Demirören'in açıklaması:
"HAKARETİN her türlüsüne karşıyım, herkesin de bu anlayışta olmasını bekliyorum.. Kime edilirse edilsin, futbolcuya, hakeme, federasyon başkanına, medya mensubuna, hiç fark etmez.. Artık dünyayla bütünleşiyoruz, yapılacak eleştirinin de evrensel bir ölçüsü olmalı.. Ne yazık ki hiçbir ölçüye dikkat etmeyen, başkalarına küfür ederek bunu reytinge tahvil etmeye çalışan insanlar var..
ERMAN Hoca’nın Arda Turan’a sarfettiği gibi bir söz en kibar ifadeyle yakışıksızdır.. Bu kadar hakaret, özel hayata karışmak hiçbir şart altında kabul edilemez, kimsenin de haddine değildir.. Ayıptır, günahtır, herkesin bir ailesi var..
ARDA meselesi de değil bu, kız arkadaşının düştüğü durumu kim onarabilir? Bu kadar yanlış anlaşılmaya müsait şeyler, böyle uluorta konuşulabilir mi? Bizlerin de nerede durulması gerektiğini bilmemiz gerekir. Futbola olan sevgiyi elbirliği ile yükseltmeye uğraşıyorsak bu gayrete herkes birden katılmalı.. Arda ve Sinem kızımız için çok üzüldüm.. Buna sebep olanları kınıyorum..
Daha devam edelim mi Erman?
Çarşı'nın senin için söylediklerini, Ultraaslan'ın nasıl "ispatlamazsan namertsin" yazdığını hatırlatalım mı?
İnsanlara nasıl hakaret ettiğini, nasıl zan altında bıraktığını, nasıl iftira attığını gösteren başka örnekleri de serelim mi?
Aziz Yıldırım seni attırmak için kampanya düzenleme hakkına sahip mi Erman! Her türk vatandaşı sahip!
Bu kampanyaya her renkten milyonlarca taraftar destek verir mi?
Kendi haline bir bak Erman, senin bir gazeteden atılmanı istemek için örgüte gerek var mı? Sen kendi kendine yetersin.
Devamı ...
Hürriyet'in Yalanı veya Abartıya Kaçmak?
Hürriyet haberi şöyle veriyor: "Olaylı şekilde transfer olduğu Fenerbahçe’den şike iddiaları yüzünden resmi maça çıkmadan Spartak Moskova’ya imza atan Emmanuel Emenike, bir anda ağız değiştirdi. Türkiye’den, Rusya’ya giderken, “Her şeye rağmen buradan güzel anılarla ayrılıyorum. Takım arkadaşlarımı ve hocamı çok özleyeceğim” diyen golcü futbolcu, İngiliz BBC Sport ve Nijerya merkezli futbol sitesi ‘kickoffnigeria’ya abartıya kaçan açıklamalar yaptı."[1]
Şimdi haberin devamını veriyorum, biraz tahammül edin.
İşte Emenike’nin olay yaratacak açıklamaları: “Türkiye’den kaçtım çünkü hayatım tehlikedeydi. Başka çarem yoktu. Birilerinin bana komplo kurduğunu hissediyordum. Önce benim kaçak göçmen olduğumu, bir tekneyle geldiğimi söylediler. Sonra yaşımda oynama yapıldığını iddia ettiler. Son olarak da hakkında hiçbir şey bilmediğim bir olay yüzünden gözaltına alınıp sorgulandım. Arkasından ne geleceğini bilmiyordum. Canımdan endişe ederek yaşamımı sürdürmek istemediğim için F.Bahçe yönetimine ayrılmak istediğimi söyledim. Hâlâ gencim ve futbola verecek çok şeyim var. Ben sadece gol atmayı düşünmek istiyorum. Şu yaşadıklarım dürüst olmak gerekirse hem duygusal hem zihinsel olarak tam bir işkenceydi.
"HUZURUM KALMADI"
Türkiye’yi, Fenerbahçe’yi ve taraftarları seviyorum, ama aklımdan geçenleri ve çevremde olup bitenleri kaldırmak benim için çok zor oldu. Kafam rahatsızdı ve bu durum beni fiziksel olarak da etkiliyordu. Türkiye’ye genç biri olarak geldim ama her alanda büyümüş bir olarak terk ediyorum. Şimdi yeni bir başlangıç yapmak istiyorum.”
Ey Hürriyet muhabirleri, okuma zorluğunuz mu var?
Ne diyorsunuz?
"Türkiye’den, Rusya’ya giderken, “Her şeye rağmen buradan güzel anılarla ayrılıyorum. Takım arkadaşlarımı ve hocamı çok özleyeceğim” diyen golcü futbolcu ... abartıya kaçan açıklamalarda bulundu."
adam röportajında ne diyor?
"Fenerbahçe'yi ve taraftarları çok seviyorum"
Ulan adam aynı şeyi söylemiş?
Yani ağız bükme, laf değiştirme yok. Giderken hocamı seviyorum, taraftarı seviyorum diyordu şimdi de diyor. Ancak giderken başka şeyler de söylüyordu:
"Çok üzgünüm. Her şeyden önce bu kulüp, taraftarlar, sizler beni çok sevdiniz. Ben de sizleri çok sevdim. Çok erken bir ayrılık oldu. Özelikle Aykut hoca ile çok özel bir ilişkimiz vardı. Bu kulüp için bir şeyler yapmak istiyordum. Ancak bu ülkede çok ilginç şeyler yaşadım. İlk önce benim için oynar-oynamaz tartışması yapıldı. Daha sonra yaşımla ilgili beni çok üzen bir iddia ortaya atıldı ve hayatımda ilk kez bir güvenlik soruşturması sürecine girdim, tutuklandım, 4 gün içeride hapis kaldım. Çok istememe rağmen böyle bir futbol ikliminde yapamayacağımı anladım. Psikolojik olarak kendimi iyi hissetmiyorum. Açıkçası kafamın içi iyi değil. Herkese teşekkür ediyorum. Arkadaşlarımı, yöneticilerimi, hocalarımı, teknik heyettekileri, oyuncuları ve taraftarları çok özleyeceğim. Psikolojik ve kafa olarak kendimi rahat hissetmiyorum" [2]
İki açıklama arasında bir fark var mı? Yok. Abartı nerede lan? Hala bitmedi değil mi hıncınız? Hala bitmedi değil mi hedef gösterme aşkınız?
Bakın adam BBC'ye ne diyor:
"'To be honest, it's been a mental torture," he told BBC Sport.
"I love Turkey, Fenerbahce and fans in the country but it hasn't been easy to handle all that is going on in my head and around me.
''My head has been troubled and physically it was getting to me. Somehow I know our paths will cross again in a positive way.
''I came to Turkey as a young man but I'm leaving as a grown up in all ramifications. I do appreciate all the support accorded to me by officials, fans and media."
He says he is now looking to make a fresh start.
''Russia should give me a route to get away from all the distractions, mental and emotional torture," he added.
''Now I can look to the next step in my career, which is in the Russian league - I want to give my best like I always do.
Çevireyim mi sizin için?
"Türkiye'yi ve Fenerbahçe taraftarlarını seviyorum, ancak kafamda ve çevremde olanları idare etmek kolay değildi.
Psikolojim rahatsız ve bu fiziksel olarak beni etkiliyor. Bir gün, yollarımızın daha pozitif bir şekilde kesişeceğine inanıyorum.
Türkiye'ye genç bir adam olarak geldim, ancak büyümüş olarak ayrılıyorum. Yöneticilerin, taraftarın ve medyanın desteği için teşekkür ediyorum"
Rusya, yaşadığım bütün rahatsızlıklar, duygusal ve psikolojik işkenceden sonra yeni bir çıkış vermeli.
Artık kariyerimdeki yeni adıma bakıyorum, Rusya ligine ve her zamanki gibi elimden gelenin en iyisini yapmak istiyorum." [3]
peki Kickoff Magazine Nigeria'ya hangi açıklamada bulunmuş?
"First they said I came in a boat," he began. "As if that was not enough, they accused me of age cheating. Now, they arrested and detained me over something I knew nothing about.
"I didn't know what was coming next and I didn't want to live in fear of my life, so I told Fenerbahce I wanted to leave."
Emenike returned to Nigeria after signing for his new club, and says he is ready for the challenge Russia presents.
"I'm still young in this game and I am learning everyday. Right now, I just want to focus on football and help my club by scoring goals." [4]
Çevirelim:
"Önce botla geldiğimi iddia ettiler" diye başladı "Bu yeterli değilmiş gibi, yaşımı küçük gösterdiğimi iddia ettiler. Şimdi hiç bilmediğim bir şey için beni yakalayıp, gözaltına aldılar."
"Bundan sonra başıma ne geleceğimi bilmiyordum ve hayatımı korku içerisinde yaşamak istemiyorum. Bu yüzden Fenerbahçe'ye gitmek istediğimi söyledim."
Emenike, yeni kulübüyle anlaştıktan sonra Nijerya'ya geri döndü ve Rusya'daki yeni mücadeleye hazır olduğunu ifade etti.
"Bu oyun hala gencim ve her gün yeni bir şey öğreniyorum. Şimdi sadece futbola odaklanmak ve goller atarak takımıma yardımcı olmak istiyorum."
İki tane haberi birleştiriyorsun, onlardan yarım yamalak bir röportaj çıkartıyorsun yetmiyor, yazdığını da anlamıyorsun, çarpıtıyorsun.
Peki abartı nerede lan?
Abartı nerede?
Adam psikolojik ve duygusal olarak işkence yaşadım demiş ona rağmen bu medyaya teşekkür etmiş, üstelik Fenerbahçe taraftarına ve Fenerbahçe'ye olan sevgisini aynen havalimanından çıkarken söylediği gibi beyan etmiş.
Nerede lan abartı?
Nasıl insanlarsınız siz ya?
Nasıl insanlar haline dönüştünüz?
Utanmanız hiç yok mu?
Adama önce sandalla geldi dediniz, sonra yaşını diline doladınız, adam sakattı maça çıkmadı şike yaptı dediniz, adamın para sayarken görüntüleri olduğunu iddia ettiniz, senetlerinin Karabük Fenerbahçe maçından önce veridiğini söylediniz, 9 milyon € etmez dediniz, transfer 9 milyon € değildi, 9 milyon € ilan ettiniz, yetmedi gözaltına alındı, şike yapmakla suçlandı, kariyeri mahfedildi, 4 gün gözaltında kaldı, 3 dakika soru soruldu, hakkında hiçbir delil bulunmadığından serbest bırakıldı,
Bunu "fiziksel ve psikolojik işkence"den daha iyi ne tarif eder?
Buna rağmen adam size gene de teşekkür etti, Türkiye ile daha pozitif bir şekilde bir gün yolunun buluşmasını istediğini söyledi,
Ona da abartı dediniz.
Allah aşkına, biz size müstehak mıyız ya? Bu millet size müstehak olmak için ne yaptı? Bu millet böyle bir medyası olsun diye hangi günahı işledi?
Günahınız bir değil, onbin değil be!
411 el kaosa kalktıdan, muhtar bile olamaza, oradan genç subaylar rahatsıza, oradan 6-7 eylül olaylarına, oradan varlık vergisine, oradan Hrant'a, Ahmet Kaya'ya, Nazım Hikmet'e kadar türlü rezillikte imzanız var.
Güçlünün karşısında köpek gibisiniz sesini çıkmıyor, güçsüze her biriniz bir zebani, cehennem gibi yalan söyleyip, abartıp, provoke edip, sonra da el oğuşturuyorsunuz.
Nasıl insanlarsınız?
Sizin rezaletinizden biz utanır olduk, ayıptır. Aynada gördüğünüz yüze bakabiliyor musunuz?
[1] http://www.hurriyet.com.tr/spor/futbol/18382532.asp?gid=381
[2] http://www.fenerbahce.org/fb2008/detay.asp?ContentID=25380
[3] http://news.bbc.co.uk/sport2/hi/football/14329070.stm
[4] http://www.kickoff.com/news/23311/emmanuel-emenike-i-had-to-run-for-my-life.php
Devamı ...
Uğur Boral'a Saldırı - Medyanın Sorumluluğu
Yüzsüz, hayasız adamlar. Aynen böyle. Bugün kimse oturup da "basın özgürlüğü" vesaire diye bizim karşımıza geçip yalan söylemesin. Ne basın özgürlüğü? Basınla ilgili hangi kanunda, soruşturma safhasındaki bulguların tek yanlı ve taraflı olarak yayınlanabileceği hatta infaz edilebileceğine dair hüküm var? Çıkmış, basın özgürlüğünden bahsediyorlar. Dün Fenerbahçeli bir futbolcu saldırıya uğradı, şimdi anlatsınlar, bu olaydan kim mesul?
Haber şöyle:
Önceki akşam Uğur Boral, Emre Belözoğlu, Selçuk Şahin ve Özer Hurmacı Çeşme'deki Marrakech Club'ta eğlenmeye gitti. 4 oyuncu burada gece yarısına kadar sakindi. Daha sonra Emre, Selçuk ve Özer mekandan ayrıldı. Uğur Boral ise "Biraz daha takılayım" diyerek Marrakech'te kaldı.
Geç saatlerde içkiyi de fazla kaçıran bir kişi, Uğur Boral'a "Şikeci" diye bağırdı. Fenerbahçeli oyuncu bunu alkole yordu ve ses çıkarmadı. Bu kişinin yüksek sesle hakaretler yağdırması sonrasında mekanda bulunan birkaç kişi daha Uğur'u hedef alan sözler söyledi. Çıkan tartışma büyüdü. Görevliler araya girmesine rağmen F.Bahçeli oyuncunun oldukça hırpalandığı öğrenildi.
Haberin manşeti: "ŞİKE DAYAĞI"
Utanmazlar. Arlanmazlar. Yüzsüzler.
Bu ne?
Biz burada niye tepiniyoruz yargısız infaz yapılmasın, adil bir yargılama ile mahkemelerde karar verilsin, medya bu işin bir tarafı olmasın diye? Niye hukuku hatırlatıyor, kanunlardan örnek veriyoruz?
Çünkü medya bir kamuoyu algısı yaratıyor. İnsanların manevi itibarlarını yok ediyor! Şike çok ağır bir itham. Çok ağır. Bir takımla bu ağır ithamı özdeşleştirdiğiniz, insanların savunmasına yer vermediğiniz zaman çok büyük olaylar olabilir. Fenerbahçeli taraftar isyan eder, biri "şikeci" diye hakaret eder, toplumsal barışı bozacak olaylar olabilir. Bir diğeri şikeci diye bir Fenerbahçeliye saldırabilir.
Şimdi de oluyor işte? Şimdi de oluyor! Mutlu musunuz? Yarattığınız kamuoyu algısının toplumsal sonuçları hoşunuza gidiyor mu?
Medya eliyle 20 gün boyunca "şikeci Fenerbahçe" metinli yazılar yazarsanız, biri de elbette -belki alkolü biraz fazla kaçırıp- bir futbolcuya şikeci diye bağıracak, başka birileri katılacak, futbolcu da haklı olarak isyan edince, olay çıkacak!
İşte Uğur Boral darp edildi! Utanmıyorsunuz değil mi?
TSYD çıkmış "Fenerbahçe maçlarına gitmeyeceğiz"
Gelmeyin? Siz basın mısınız? Siz kendisini savcı zanneden, savunma almadan infaz eden, insanları ajite eden yayınlar yapmayı gazetecilik mi sanıyorsunuz?
İşte ne oldu? Emenike Fenerbahçe'den ayrıldı. Bu ülkeye küfürler ederek. Bir daha asla dönmek istemiyorum diyerek. Hagi, Pierre Van Hooijdonk, Revivo, hangi futbolcu, hangi teknik direktör medyadan mutlu? Fatih Terim'inden, Daum'una, Mustafa Denizli'sinden, Lucescu'suna kadar nice insan medya hakkında küfürden başka bir şey söyleyemiyor. Gazetecilik mi yapıyorsunuz siz?
Buyrun, Uğur Boral'a saldırıldı.
En sonunda başardınız.
En sonunda Türkiye'de insanların Fenerbahçelilere, sırf Fenerbahçeli oldukları için saldırabildikleri zamanları yarattınız.
Hükmü kestiniz, infazı da sokağa bıraktınız!
Bu süreçte adil yargılanma ilkesi bir kere aklınıza gelmedi, masumiyet karinesinin üstünde tepindiniz, insanların şeref ve itibarlarını yok saydınız, bu ülkede bir takım tutmayı ve ona taraftar olmayı neredeyse suç haline getirdiniz.
Utanmaz rezil adamlar.
Basın ahlakı yok. Basın kanunu yok. Ceza Kanunu yok. Hiç bir şey işlemiyor mu sandınız?
Sonra çıkıp televizyonlarda yakınıyor, insanlar medyadan neden nefret ediyor diye söyleniyor, gazetecilere hakaret yağarken başınızı öne eğip uslu çocuklar gibi susuyorsunuz.
Dünyada basın özgürlüğü sıralamasında 138. ülkede yaşıyor, bir tek Allah kulundan da destek göremiyorsunuz!
Neden?
Çünkü siz basın masın değilsiniz. Siz gazeteci değilsiniz. Sizler saygı duyulacak insanlar değilsiniz!
Her gün bir kere daha ispatlıyorsunuz.
Buyrun şimdi yarattığınız cehennemde soluk almaya çalışın,
Bakalım bu ateş sizi de yaktığında,
"Yardım" diye bağırdığınızda,
Çevrenizde bir kişi bulabilecek misiniz?
Devamı ...
30 Temmuz 2011
NETWORK - Televizyonu Kapatın!
"Beale: Edward George Rudy bugün öldü. Edward George Ruddy UBS'in Yönetim Kurulu Başkanı idi ve bugün saat 11 de kalp rahatsızlığı sebebiyle öldü! Acımız, kederimiz büyük! Çok büyük bir sorunun içindeyiz.
Yani? Kısa boylu, beyaz saçlı bir adam öldü. Bunun pirinç fiyatlarıyla ne alakası var? Biz niye kederlenelim?
Çünkü siz ve 62 milyon Amerikalı şu an beni dinliyor.
Çünkü %3'ten daha azınız kitap okuyor.
Çünkü %15'ten daha azınız gazete okuyor.
Çünkü bildiğiniz tek gerçek, bu ekrandan size ne gösteriliyorsa o!
Şu anda, bu ekranda gösterilenden başka hiçbir şey bilmeden yaşayan bütün bir jenerasyon var.
Bu ekran ayet, bu ekran ulaşılabilecek en son vahiy.
Bu ekran başkanlar, papalar, başbakanlar yaratabilir veya onları yerle bir edebilir.
Bu ekran, bu Allahsız dünyadaki en büyük güç!
Ve eğer yanlış ellere geçerse, hepimizin başı sağolsun. Bu yüzden Edward George Ruddy öldüğünde kederlenin.
Çünkü bu şirket artık CCA'in elinde. Frank Hackett adında yeni bir yönetim kurulu başkanı 20. katta, Ruddy'nin ofisinde oturuyor.
Ve eğer bu Allahsız dünyadaki en büyük 12. şirket, dünyanın en güçlü propaganda cihazını elinde tutuyorsa, kimbilir ne tipte bokları bu ekrandan gerçek diye üstünüze boşaltacaklar.
Öyleyse beni dinleyin. Beni dinelyin.
Televizyon gerçek değildir. Televizyon Allahın belası bir lunaparktır. Televizyon bir sirktir, karnavaldır, gezici bir akrobat takımıdır, hikaye anlatıcılar, dansözler, şarkıcılar, sirk delileri, aslan terbiyecileri ve futbol oyuncularıdır!
Biz sıkıntı öldürme işindeyiz.
Ve eğer gerçeği istiyorsanız, Tanrınıza gidin. Gurularınıza gidin. Kendinize dönün!
Herhangi bir gerçek varsa onu bulabileceğiniz tek yer oralar!
Ancak bizden, bizden asla gerçeği duyamayacaksınız. Biz sadece duymak istediklerinizi fısıldayacağız. Cehennem gibi yalan söyleriz. Biz size Kojak'ın her zaman katili bulacağını ve Archie Bunker evinde kimsenin kanser olmayacağını söyleyeceğiz. Kahramanın başı ne kadar belada olursa olsun hiç merak etmeyin. Sadece saatinize bakın. Mutlaka kazanacak. Ne bok isterseniz size onu söyleyeceğiz.
İlüzyonlar yaratıyoruz ve hiçbiri doğru değil.
Ancak siz orada oturuyorsunuz. Her gün. Her gece. Bütün yaşlarda, renklerde, her tarafta.
Sizin bildiğiniz tek şey biziz.
Sizin kafanıza attığımız ilüzyonlara inanmaya başlıyorsunuz. Ekranın gerçek ve kendi hayatınızın yalan olduğunu sanıyorsunuz. Ekran size ne derse onu yapıyorsunuz. Ekrandaki gibi giyiniyor, yemek yiyor, çocuklarınızı yetiştiriyor, hatta ekrandaki gibi düşünüyorsunuz!
Bu toplu delilik, hepiniz manyaksınız.
Allah aşkına, gerçek olan sizsiniz. İlüzyon olan biziz!
Televizyonunuzu kapatın! Şimdi! Şimdi! Şimdi kapatın ve çıkın! Şimdi benim konuşmamın hemen ortasında, cümlem bitmeden!"
Network - http://www.imdb.com/title/tt0074958/
Devamı ...
TSYD Gazeteci Olduğunu Hatırlamış, Biz de Gazeteciliği Hatırlatalım!
Haber şöyle: "Türkiye Spor Yazarları Derneği'nin (TSYD) çağrısı üzerine toplanan spor gazetecileri, Shakhtar Donetsk ile oynanan hazırlık maçındaki olaylar nedeniyle Fenerbahçe'nin evinde yapacağı ilk maça gitmeme kararı aldı."
Gerekçeyi beraber okuyalım:
"Yayınları beğenilmeyen bir gazete görevlilerinin stada alınmaması şeklinde bir uygulamanın kesinlikle kabul edilemeyeceğine işaret edilen karara, şöyle devam edildi: ''Bu, basın özgürlüğüne karşı açık bir saldırıdır ve ilgili yasalara göre suç oluşturmaktadır. Gerginliği tırmandıran bu haksız tutum ve davranışların kimseye bir yararı olamaz. Şike depremi olarak adlandırılan olayla ilgili spor medyası çok başarılı bir gazetecilik yapmıştır. Gizli yürütülen bir soruşturmayla ilgili olarak elde edilen bilgilerin kamuoyuna ulaştırılması, dünyanın her yerinde takdir edilecek bir gazetecilik başarısı olarak değerlendirilir. Bu yapılırken de hiçbir kişi ve kuruluş hedef alınmamış, sadece gerçeğin peşinde koşulmuştur."
"'Dolayısıyla hem sizi seven hem de orada görev yapmaya çalışan insanlara karşı saldırgan tutumun ve onları görev yapamaz hale getirmek akla-mantığa aykırı bir durumun ortaya çıkmasına yol açıyor. Bu tür eylemler 6222 sayılı yasaya göre açık bir suç oluşturuyor. Yasanın getirdiklerinden habersiz olan kesimler hala geçmişteki alışkanlıklarını ve saldırgan tavırlarını sürdürme eğilimindeler. Bunun hem kendileri hem de kulüpleri için ne kadar vahim sonuçlar verebileceğini birileri onlara anlatmalı."
Şimdi TSYD özetle ne diyor?
1- Shaktar maçındaki saldırı "basın özgürlüğü"ne yönelmiştir.
2- Bu saldırılar 6222 sayılı Kanuna göre suçtur.
Peki. Doğrudur, Shaktar maçında basına yönelik eylemler gerçekten de suçtur. Gerçekten de birilerine fiili saldırı yapılması kabul edilemez.
Hepsi doğru.
Ama bu açıklamayı yapmaya TSYD'nin yüzü olup olmadığı bir başka konu.
Basına saldırıdan rahatsız olan TSYD hangi suçların "cezalandırılması" gereken, hangilerinin de "başarılı bir eylem" olduğuna karar verecek makam mı sanıyor kendini?
Mesela, CMK 157 numaralı maddesi ne diyor?
Madde 157 - (1) Kanunun başka hüküm koyduğu hâller saklı kalmak ve savunma haklarına zarar vermemek koşuluyla soruşturma evresindeki usul işlemleri gizlidir.
Türk Ceza Kanunu ne diyor?
Gizliliğin ihlâli
MADDE 285. - (1) Soruşturmanın gizliliğini alenen ihlâl eden kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Ancak, soruşturma aşamasında alınan ve kanun hükmü gereğince gizli tutulması gereken kararların ve bunların gereği olarak yapılan işlemlerin gizliliğinin ihlâli açısından aleniyetin gerçekleşmesi aranmaz.
(2) Kanuna göre kapalı yapılması gereken veya kapalı yapılmasına karar verilen duruşmadaki açıklama veya görüntülerin gizliliğini alenen ihlâl eden kişi, birinci fıkra hükmüne göre cezalandırılır. Ancak, bu suçun oluşması için tanığın korunmasına ilişkin olarak alınan gizlilik kararına aykırılık açısından aleniyetin gerçekleşmesi aranmaz.
(3) Bu suçların basın ve yayın yoluyla işlenmesi hâlinde, ceza yarı oranında artırılır.
(4) Soruşturma ve kovuşturma evresinde kişilerin suçlu olarak damgalanmalarını sağlayacak şekilde görüntülerinin yayınlanması hâlinde, altı aydan iki yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
Demek ki TSYD'nin "başarılı gazetecilik" olarak adlandırdığı durum esasında kanunlarımıza göre "suç" ve üstelik de hapis cezası gerektiriyor. Yani nasıl 6222 sayılı Kanunda ve TCK'da müessir fiil suç olarak sayıldıysa bu da gene meri kanunlara göre suç sayılmış. TSDY kendisini kanunların ve hukukun üstünde mi kabul ediyor? Onlara göre normal taraftar suç işleyemez ama kendileri işleyebilir mi?
Basın özgürlüğüne "saldırı" olarak bu durumu adlandırmak kolay, bir kaç tane Fenerbahçe taraftarı fevri bir eylem yapmışlar, haksızlar. Eyvallah.
Bugün hapishanelerde 70 adet gazeteci tutuklu, özgürlüklerinden mahrum bir halde yaşamlarını sürdürmeye çalışıyor.
Medya mensupları işlerinden oluyor, medyaya karşı inanılmaz bir baskı olduğu herkes tarafından söyleniyor,
TSYD nerede? Bu basın nerede?
Afedersiniz "sevsinler seni" diye gürleyenlere karşı ne kadar da cılız çıkıyor sesiniz? Fırça üstüne fırça yerken ne kadar da "edepli"siniz!
Üç tane Fenerbahçe taraftarı sesini çıkardığı zaman afilli metinler yayınlamayı maharet sayan bu adamlar basın özgürlüğü her batımda kısıtlanırken, meslektaşları her çeşit iddia ile hapishanelere gönderilirken sesini çıkartabiliyor mu?
Medya mensupları sendikaya üye olabiliyor mu? Kendi meslektaşları aylarca maaş alamadan mesleklerini ifa etmeye çalışırken, bunu dahi yazamayacak kadar şaşkoloza dönmüş olanlar, şimdi oturup basın özgürlüğünden mi bahsediyor?
Güzel bir gelişme. Güzel. Basın özgürlüğü hatırladılar! Ahmet içeride, Nedim içeride, onlarca gazeteci tutuklu, basın tırpandan geçiriliyor, hükümete adam akıllı soru dahi sorulamıyor ve basın özgürlüğünü basınımız sonunda hatırladı!
28 Şubat'ta servis edilmiş belgeleri yayınlarken, alenen Çakıcı'lar arkadaşlarınızı tehdit ederken, kendi arkadaşlarınızı andıçlarla "vatan haini" ilan ederken bu cevvaliğiniz neredeydi?
Basın etiği var mı peki?
Bakın Basın Kanunu ne diyor?
MADDE 19. - Hazırlık soruşturmasının başlamasından takipsizlik kararı verilmesine veya kamu davasının açılmasına kadar geçen süre içerisinde, Cumhuriyet savcısı, hâkim veya mahkeme işlemlerinin ve soruşturma ile ilgili diğer belgelerin içeriğini yayımlayan kimse, ikimilyar liradan ellimilyar liraya kadar ağır para cezasıyla cezalandırılır. Bu ceza, bölgesel süreli yayınlarda onmilyar liradan, yaygın süreli yayınlarda yirmimilyar liradan az olamaz.
Görülmekte olan bir dava kesin kararla sonuçlanıncaya kadar, bu dava ile ilgili hâkim veya mahkeme işlemleri hakkında mütalaa yayımlayan kişiler hakkında da birinci fıkrada yer alan cezalar uygulanır.
Dahası,
Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi'nde bakın hangi ifade var:
"Yargı: Hazırlık soruşturması sırasında soruşturmayı zaafa uğratıcı, yönlendirici biçimde haber ve yorumdan kaçınılmalıdır. Yargılama sürecinde de haberler her türlü ön yargıdan uzak ve kesinlikle doğruluğundan emin olunarak sunulmalıdır. Gazeteci yargı sürecinde taraf olmamalıdır. Yargı kararı kesinleşmedikçe, bir sanık suçlu ilan edilmemelidir. Haberlerde ve yorumlarda suçluymuş gibi değerlendirmeler yapılmamalıdır."
Şimdi,
3 Temmuz'dan bu yana olanları bir aklınıza getirin ey TSYD!
Emenike'nin para sayarken görüntüleri var dendi mi? Dendi! Bu görüntüler ortaya çıktı mı? Hayır. Emenike şikeci ilan edildi mi? Edildi. Bu iddia haksız çıktı mı? Çıktı.
Sezer Öztürk? Ha keza. Yılmaz Vural ile Fenerbahçe'nin şike yaptığı ilan edildi mi? Edildi. Yalan çıktı mı? Çıktı.
Fenerbahçe'nin Galatasaray'a teşvik primi girişiminde bulunuğunda, şike suçunu "kesinlikle" işlediğine kadar türlü yazı yazıldı mı? Yazıldı.
Soruşturma safhasında sızdırılan bilgiler aynen yayınlanıp, ilgili tüm mevzuatta suç olarak belirtilen fiiller sergilendi mi? Sergilendi.
Üstelik soru bile sormadınız? Aziz Yıldırım'ın 20 kişiyle soyunma odası bastığını dahi ilan edebildiniz. "Böyle oynarsanız yeneriz sizi, olmaz böyle" ifadesinden "şike" çıkardınız. Koca bir kulübü, bin tane manşetiyle alakasız haberle "şikeci" ilan ettiniz, "kümeye" tamtamlarıyla herkesi baskı altına almaya çalıştınız!
Şimdi, yaptığınızı siz gazetecilik mi sanıyorsunuz?
Şurada Bülent Uygun'un eşiyle yaptığı özel konuşmaları - üstelik de herhangi bir takımın şike yaptığı iması bile yokken- yayınlamak gazetecilik mi? İbrahim Akın'ın avukatına söz hakkı vermeden "itiraf" etti diyip sonra "psikolojik baskı altında" ifadeyi imzaladığı ortaya çıkınca bundan bahsetmemek gazetecilik mi? 3 Temmuz'dan beri yaptığınız yayınlara siz gazetecilik mi diyorsunuz?
TSDY'nin yukarıdaki açıklaması gözlerimizi yaşarttı. Herhalde hukuku hatırladılar! Üç tane çakmak atan taraftara ve Fenerbahçe'ye karşı ne kadar da "dik" bir duruşları var.
Aynı duruşu ve hassasiyeti şimdi Basın Kanununa, TCK'ya, CMK'ya, temel basın ilkelerine de göstermenizi bekliyoruz.
Soruşturmanın tarafı olmayın!
Hazırlık safhasındaki bulguları yayınlamayın!
İnsanları haklarında kesin bir karar olmadan suçlu ilan etmeyin!
İnsanları ve toplumu infial ettirecek yayınlar yapmayın!
Yargı kurumlarını baskı altına alacak ifadelerden kaçının!
Biraz gazeteci olun, o zaman sizlerle gurur duyalım.
Şu an kimse kusura bakmasın, soytarıdan hallicesiniz, size niye saygı duyalım?
Devamı ...
3 Temmuz'dan Bugüne -III-
17 Temmuz - 24 Temmuz Haftası
3 Temmuz ile başlayan şike soruşturmasını takip etmeye devam ediyoruz. Bu sefer 17 Temmuz - 24 Temmuz arasını inceleyeceğiz.
Birinci Bölüm: 3 Temmuz - 10 Temmuz Haftası
İkinci Bölüm: 10 Temmuz - 17 Temmuz Haftası
18 Temmuz
- TFF yetkilileri ile UEFA yetkilileri bir araya geldi. [1]
TFF Başkanvekili Lütfi Arıboğan, toplantı çıkışında
"Çok başarılı bir toplantı oldu. Bu süreçte TFF'YE olan güvenlerini belirttiler.Dünyada şike benzeri olumsuzluklarla mücadelede UEFA'nın ne kadar hassas olduğunu biliyoruz. Türkiye'deki şike soruşturmasıyla ilgili savcılığın ve özellikle polisin yaptıklarından memnunlar. Onlarla yaptığımız iş birliğinden memnunlar. Resmi belgeler elimize geçmediği için sürecin ağır işlediğinin farkındalar. UEFA belgelerin elimize geçtiğinde sürecin hızlanacağının da farkında. İş birliğimiz iki tarafı da mutlu eder şekilde devam edecek."
Toplantı sonunda UEFA'nın "Fenerbahçe'yi küme düşürün" filan diyeceğini bekleyenler de bir kere daha hayal kırıklığına uğradılar.
19 Temmuz
- TFF Süper Kupa Finalini belirsiz bir tarihe erteledi. [2]
"Türkiye Futbol Federasyonu Yönetim Kurulu, 31 Temmuz'da Fenerbahçe ile Beşiktaş arasında oynanması planlanan Süper Kupa 2011 Finali'ni ileri bir tarihe erteledi. Yönetim Kurulu'nun ardından TFF Başkanvekilleri ile birlikte basın mensuplarının sorularını yanıtlayan Futbol Federasyonu Başkanı Mehmet Ali Aydınlar, ertelenen Süper Kupa'nın yeni tarihinin belli olmadığını söyledi."
Aynı konuşmada belgelerin henüz eline ulaşmadığını, ulaşınca da "çok iyi" koruyacaklarını belirten Aydınlar, böylelikle belgeleri bir kere daha talep etmiş oldu.
- Trabzonspor Divan Kurulu "17 Maçta 16 Galibiyet daha önce görülmemiştir" açıklamasını yaptı. [3]
Açıklama aynen şöyleydi.
"(Trabzonspor'un aldığı) Bu 82 puanın içerisinde hiç kimse lekeli bir puanın varlığını herhangi bir belgeye dayalı olarak gösterememektedir. Herkes Trabzonspor'un bu puanları emeğiyle kazandığına hem fikirdir!
Şampiyon olan takım ise Spor-Toto Süper Lig'in ilk yarısında 33, ikinci yarısında 49 puan toplayarak, sezonu toplam 82 puan ve averajla birinci sırada tamamlamıştır.
53 sezonluk birinci lig tarihinde hiçbir takımın, özellikle ligin ikinci yarısında 17 maçta 16 galibiyet aldığı görülmüş bir olay değildir.
Tartışılması gereken asıl konu budur!"
Bu açıklamayla Trabzonspor 18 maçta 17 galibiyet almanın şike karinesi olduğunu iddia eden dünyadaki ilk kulüp olurken, Aynı Trabzonspor'un 83/84 sezonunda üstüste 28 maç hiç kaybetmemesi de böylece Trabzonlu aklında sorgulanabiliyor hale geliyordu.
- İbrahim Akın: Psikolojik baskı nedeniyle suçu kabul ettim. [4]
Ancak skandal Trabzonspor'un artık alışılagelmiş komplo teorili, nefret soslu, öfkeli, nüktedan açıklaması değil, İbrahim Akın'ın baskı gördüğünü fas eden ifadesiydi.
Basında yer alan 'Şikeyi İbrahim Akın itiraf etti' şeklinde çıkan haberler üzerine açıklama yapmak zorunda kaldığını ifade eden İbrahim Akın açıklamasında şunları söyledi,
“Savcılık sorgum esnasında soruşturma savcısı Mehmet Berk’in şike olayını itiraf etmem halinde tutuklanmayacağım yönündeki beyanları ve uygulamış olduğu psikolojik baskı nedeniyle gerçek olmamasına rağmen suçu kabul etmiş bulunmaktayım. Emniyette vermiş olduğum ifadede açıkça reddettiğim hususların savcılıkta kabul edilmiş olmasını temel sebebi bahsetmiş olduğum psikolojik baskıdır. Konuyla ilgili itirazlarımı ve savunmamı yargılama aşamasında yapacağımı ve gerçek dışı iddiaların tamamını reddettiğimi saygılarımla kamuoyunun bilgilerine sunarım"
Savcının herhangi bir insana psikolojik baskı kurma hakkı olmadığını da sokakta oynayan çocuklar dahi biliyordu.
- "En büyük delilimiz alınterimiz" [5]
Fenerbahçeli futbolcular antremanda "En büyük delimimiz, alınterimiz" yazan bir pankart açtılar. Herhalde 17 - 24 Temmuz haftasında yaşanan en şık, en zarif ve en doğru şeydi.
20 Temmuz
- Nasıl olduysa oldu, Savcılık TFF'ye 26 Klasör belge gönderdi. [6]
Futbolda 'Şike Soruşturması'nda kritik günlerden biri daha yaşanıyor. Emniyet Müdürlüğü, savcılık ve Türkiye Futbol Federasyonu eksenindeki belge alışverişi başladı. 26 klasörde toplanan belgeler TFF'ye geldi.
Geldi gelmesine de, CMK'da açıkça hüküm bulunurken, hakkında da gizlilik kararı verilmiş bir dosyanın nasıl olup da TFF'ye gönderildiği, gönderilebildiği de anlaşılamadı. Üstelik bu 26 klasör belge yeterli delili oluşturuyorsa ve delillerin tamamı da böylelikle toplanmış ise "delilleri karartabileceği" iddiası ile tutuklu yargılanmasına karar verilenlerin de neden hala "tutukluluk"larının devam ettiği de anlaşılamadı. Ancak elbette bazıları bunları konuşmayacak, TFF'ye belgelerin gitmesi ile top TFF'nin sahasına geçince, presle beklenen "gole" ulaşmaya kanalize olacaktı.
- Sadri Şener: "Biz ifademizi verdik serbest kaldık" [7]
Trabzonspor Başkanı Şener tutuksuz yargılamayı ciddiye almadığından olacak şu açıklamayı yaptı:
"İstanbul basını daha kuvvetli Trabzon'daki basından, daha etkili. Bu süreç nasıl devam edecek hiç bilmiyorum. Çünkü yargı kararı verecek, yorum yapmamız da yanlış. Futbol Federasyonu'nun birtakım talimatnameleri var. Buna da herkes uymaya mecbur. Bu olay Trabzonspor Kulübü'nü etkilemez. Bize isnat edilen bir şey yok zaten. Kendi ifadelerimizi verdik serbest kaldık. Fenerbahçe ve diğer kulüpleri de bilemiyorum yani. İnşallah hayırlısı olur. İnşallah herkes iyi olur, futbol için iyi olur. Yapacak bir şey yok, söylenecek bir şey yok"
21 Temmuz
- Cavcav'dan TFF'ye tepki [8]
Gençlerbirliği Kulübü Başkanı İlhan Cavcav, liglerin ertelenmesi yönünde alınacak bir kararın kendi takımı da dahil olmak üzere tüm takımların performanslarında bir düşüşe neden olacağına inandığını söyledi.
- Aziz Yıldırım'ın "Bir farkla" mektubu [9]
Aziz Yıldırım gönderdiği mektubunda şunları söyledi
"Kurguladıkları bir senaryo ile bugün beni hayatımın en büyük sevdası Fenerbahçe'den kopardılar. Yaktılar ağacı, yanan ağacın yerine yenisinin dikilemeyeceğini bilmeyenler. Ama ben de tükendim. Bu süreç beni çok yordu. Ruhum, bedenim iflas etti, artık daha fazla taşı da ateşi de taşıyamaz hale geldim. Bu süreci atlattığımda hayatımın geri kalan bölümünde Fenerbahçe artık sadece yüreğimde bir sevda olarak kalacak"
- Shakhtar Maçı Yarıda Kaldı. [10]
Fenerbahçe ile Shakhtar Donetsk arasında oynanacak dostluk maçında Fenerbahçe taraftarı önce basın mensuplarına tepki gösterdi, arkasından da 65. dakikada sahaya girdi. Buna gelen tepkilere de özetle "siz tezahürat mı sandınız" dedik, geçtik.
22 Temmuz
- İbrahim Toraman "Sizinleyiz" tshirtüne açıklık getirdi. [11]
Beşiktaşlı futbolcu İbrahim Toraman, ''Aramızda olmayan hocamız, yöneticimiz ve çalışanımızı sevdiğimizi ve onlara güvendiğimizi belirtmek için 'Sizinleyiz' yazılı tişörtleri giydik'' dedi. Böylelikle Beşiktaş camiası içerisinde de "arının gelin", "bize masumiyetinizi ispat edin" gibi faşizan söylemlerin dışında bir duruşun olduğunu görme kısmetine tüm spor camiası erişti.
- 26 Kişinin tutukluluk hallerine yapmış oldukları itiraz reddedildi. [12]
11. ve 14. Ağır Ceza Mahkemeleri, 26 tutuklunun itirazına ilişkin başvuruları değerlendirdi.
Mahkeme, 26 kişinin tutukluluk halinin devamına karar verdi. Şike soruşturmasının ilk dalgasında tutuklanan 26 kişiyle ilgili itiraz reddedildi.
İtirazı reddedilen isimler arasında Fenerbahçe Kulübü Başkanı Aziz Yıldırım, Şekip Mosturoğlu, İlhan Ekşioğlu, Mecnun Odyakmaz, Cemil Turan, Bülent Uygun, Ümit Karan, Korcan Çelikay, Olgun Peker, Abdurrahman Yakut, Yusuf Turhanlı ve Tamer Yelkovan bulunuyordu.
- Kasımpaşa TFF'ye bir üst lige çıkmak için başvurdu. [13]
Kasımpaşa Kulübü, TFF'ye başvuruda bulunarak, şike soruşturmasında takımlara bir alt kümeye düşürme cezası verilmesi halinde, geçen sezon ligden düşen takımların tekrar Spor Toto Süper Lig'e alınmasını talep etti.
23 Temmuz
- Fenerbahçe Divan Kurulu Gürledi.[14]
Fenerbahçe Başkanvekili Nihat Özdemir özetle şunları söyledi:
"TFF bu süreci kendi düzenlemelerine uygun bir şekilde yürütmek yasal zorunluluğu altındadır. Bu açıdan, değerlendirildiğinde asıl mesele, ne kadar kısa bir sürede karar verileceği değil, verilecek kararın adil bir yargılama neticesi olarak hukuka ve hakkaniyete uygun bir şekilde çıkıp çıkmayacağıdır. Süreç içerisinde kişi ve kurumları gereksiz bir aceleyle yanlış karar almaya yönelten her türlü yorumdan ve değerlendirmeden başta futbol ailesinin fertleri ve basın olmak üzere herkesin kaçınması gerekmektedir. Bu noktada, bazı odaklar tarafından, Futbol Federasyonu'nun engizisyon mahkemeleri gibi çalışmasını ve herhangi bir delil ve belgeye dayanmadan, başarılarla dolu 104 yıllık geçmişe sahip kulübümüz aleyhinde karar almasını temenni etmek, en temel hukuk prensiplerinden biri olan 'savunma hakkının ihlali' olacağı aşikardır.
Fenerbahçe Spor Kulübü olarak, soruşturmaya ilişkin tüm bilgi ve belgeler federasyon ile paylaşılmadıkça, kimin hangi suçla suçlandığı somut bir şekilde gözler önüne serilmedikçe ve bu konuda savunma yapma imkanı ilgililere tanınıp kimin suçlu kimin suçsuz olduğu net bir şekilde ortaya çıkmadıkça sürecin hukuken doğru yürümemiş sayılacağı kanaatindeyiz.
Çeşitli çevrelerden yapılan sorumsuz açıklamalar, başta masumiyet karinesi olmak üzere hukukun temel pek çok prensibini ayaklar altına almış, savunma hakkı ve adil yargılanma gibi temel hukuk prensiplerine zarar vererek, kamuoyunu ve özellikle Türkiye Futbol Federasyonunu da etkilemiştir.
'UEFA, başkanımız Sayın Aziz Yıldırım'ın ve yönetim kurulu üyesi arkadaşlarımızın, yargı sürecinde mahkum olmadıkları sürece, herhangi bir ön yargı oluşturulmaması ve kulübümüzün, Şampiyonlar Ligi'ne ve Türkiye liglerine devam etmesi gerektiği görüşünü savunmuştur. UEFA, aynı zamanda ilk günden beri tüm açıklamalarında masumiyet karinesi ilkesine dikkat çekmiştir.
Türk adaletine güvenimiz sonsuzdur. En sonunda da hak yerini bulacak, kulübümüz aklanacak ve yargısız infazcılar insan içine çıkamayacak duruma gelecektir."
24 Temmuz
- Lugano: Şampiyonluğu kan, ter ve gözyaşıyla kazandık! [15]
Diego Lugano şampiyonluğu, ''Kan, ter ve gözyaşıyla kazandık'' dedi. Uruguay Milli Takımı’yla Copa Amerika finaline hazırlanan Lugano, şike soruşturmasıyla ilgili gelişmeleri değerlendirdi. Uruguaylı oyuncu, Fenerbahçe'nin, şampiyonluğu Türkiye'nin en iyi takımı olduğu için hak ederek kazandığı dile getirdi. Ancak elbette futbolcuların emeklerine hiç saygısı olmayan, her yolu mübah gören, iftira atan, iddiasını ispat ihtiyacı hissetmeyen, hilafı hakikat konuşabilen bir güruhun vicdanında bu sözler yankı yaratmadı.
Sonuç
1- Operasyonun ilk haftasında ortaya delil, bilgi, belge sızdırılması bu hafta da düşük yoğunlukla devam etti.
2- Suç işlemek maksadıyla örgüt kurmaktan yargılanan Aziz Yıldırım'ın operasyonun başladığı zaman hangi örgütü kurduğu, bu örgütün üyelerinin kimler olduğu, örgütün hiyerarşisi, ne tipte eylemler yaptığı ve bu eylemleri gösterecek bulgular hala ortaya çıkmadı.
3- İbrahim Akın'ın baskı altında ifade verdiği ortaya çıktı.
4- TFF'ye ne şekilde delillerin gönderildiği ve delillerin mahiyeti ortaya çıkmadı. Emniyet güçleri neye dayanarak gönderilen delilleri seçtiler, bu delillerin hukuki yeterliliği var mıydı, bu bile ortaya konulmadı. Savunma hakkı alenen ihlal edildi, soruşturmanın gizliliği de yok edildi buna rağmen, delilleri karartabilir şüphesi ile tutukluluk kararı devam ettirildi.
[1] http://www.internethaber.com..jt
[2] http://www.tff.org/default.aspx?pageID=285&ftxtID=13032
[3] http://www.ntvspor.net/h...daha-once-gorulmemistir
[4] http://www.ntvspor.net/...sucu-kabul-ettim
[5] http://www.ntvspor.net/...alin-terimiz
[6] http://www.ntvspor.net/...belgeler-tffye-ulasti
[7] http://www.ntvspor.net/...erbest-kaldik
[8] http://www.ntvspor.net/...cavcavdan-tffye-tepki
[9] http://www.ntvspor.net/...yuklu-mektup
[10] http://www.ntvspor.net...shakhtar-maci-yarida-kaldi
[11] http://www.ntvspor.net/h...tisortu-aciklamasi
[12] http://www.ntvspor.net/...-reddedildi
[14] http://www.ntvspor.net/...yuklu-anlar
[15] http://www.ntvspor.net/...ederek-kazandik
Devamı ...
29 Temmuz 2011
Fransız Emniyetine Şike Mektubu!
Ben ki Beyoğlu'nun ve Cihangir'in ve Kadıköy'ün ve Emirgan'ın ve Kartal'ın ve Eyüp'ün, ve arka sokakların, ve köprü altı alt geçitlerin ve bakımsız üst geçitlerin ve yedi tepeli Konstantinopol'un Emniyet Müdürü, sen ki Paris 2. Bölge Ekipler Amiri Fransuva;
Duydum ki dün gece oynanan Lille ve Marsilya namıyla maruf iki takımın 5-4 biten maçından sonra herhangi bir soruşturma yapmamış, bu hile ve desise yolu ile belirlendiği sonucundan belli müsabakayla ilgili hiç bir Fransız keferesini bırakın tutuklamayı gözaltına bile almamışsınız. Fransuva kardeşim. Biz ki 3 kıtada 19 maçta şike tespit etmiş, deliller yaratıp deliller çürütmüş, sanat eseri operasyonlar yapmış yedi düvele korku salmış bir Emniyet şubesi olarak Lille kefereleri 3-1 öne geçtiğinde bu maçın 5-4 Marsilya lehine sonuçlanacağını Dersaadetten görürken siz o ışıklar şehri güzelim Paris'in ortasında ne yaparsınız. Hile ve desise yoluyla tecelli etmiş bu futbol müsabakasından önce Lille soyunma odasını neden dinlemez, Marsilya'nın yabancı oyuncularının menajerlerini niye takip etmezsiniz? Bu ne densizlik bu ne vurdumduymazlıktır?
Şimdi Fransuva kardeşim sözümü iyi dinle: Bildiğin gibi biz bir cihan imparatorluğunun mirasçısı olduğumuz için dünyanın hiç bir yerindeki olaylara kayıtsız kalamayız. Bu cihetle maç öncesi dinlemeye takılan ve açıkça şer güçlerce tertip edilen bu müsabakanın tez vakitte iptali için telefon kayıtlarının olduğu 34 klasörü sizlere yolluyorum.
Ayrıca içimiz kan ağlayarak üç hafta boyunca izlediğimiz Cadel Evans adlı 34 yaşından gün almış yaşlı bir keferenin dantel gibi örerek kazandığı ve 5. turdan itibaren kimin kazanacağını Organize Şubede çaylarımızı yudumlayarak bildiğimiz Tour de France hakkındaki 24 klasörü de göndermekten evlad-Fatihan'ın torunları olarak gurur duyuyoruz.
Tırmanma etaplarındaki ses kayıtlarına ait tapeler yüzlerine okuduğunda ne Avustralyalının Evans'ı ne Lüksemburg'un Schleck'i, ne İtalyan'ın Cancellera'sı ne İngiliz'in Cavendish'i bir şey diyebildiler. Dudakları mühürlenmiş gibi "yüce devletlum biz ettik siz etmeyin"den başka ağızlarından lakırdı almak ne mümkün.
Yine bir ay önce İngiliz'in Londra'sına yakın Wimbledon denilen hal-i arazideki tenis maçında Fransız devletinin kulu olan Jo-Wilfred Tsonga namıyla maruf insan azmanı tenisci Federer namıyla kabil, şu arş-ı ala'nın görüp görebileceği en iyi tenisci karşısında 2-0 geriye düştüğünde de ben ve organize şubedeki cefakar arkadaşlarım maçın sonucunu yine bilerek müstehzi gülüşlerle izledik. 2-0 Federer öndeyken medical-time out sırasında Tsonga'nın şu aşağıda ses kaydı şike değildir, hile ve desise değildir de nedir sevgili kardeşim? Şüphesiz ki anlayanlar için bu kayıtta ibretler gizlidir.
Tsonga: Abi durum çok kötü ama inşallah çevireceğim, dua et abi alırsam üçüncü seti alırız bu maçı.Bu tenis maçına ait 22 klasörü de gönderiyorum sana göndereceğimiz özel elçiyle birlikte.
İşte böyle kardeşim Fransuva. Elimizdeki belgeleri cihanşumul atalarımızın bize yüklediği sorumlulukla sizlere gönderiyoruz. Bu şike soruşturmasında sadece İstanbul değil Beyrut da kazanmıştır, Diyarbakır değil Saraybosna da kazanmıştır, Antep değil Kahire de kazanmıştır. Konya değil Paris de kazanmıştır. (Bunu balkonda yazdım daha etkili oluyor).
En kısa zamanda Fransız sporunu kirleten, lekeleyen bu olayların sorumluları hakkında gerekli işlemlerin yapılıp, Fransız sanatına yakışan bir soruşturma yapılmasını ve Fransız sporunun bağırsaklarının temizlenmesini temenni ediyorum. Mahsus selam eder gözlerinden öperim.
Hamiş: Soruşturmanın psikolojik ayağı için Baransu'yu da gönderin diye araya ricacılar koyduğunu da duydum bu ne densizlik bre kafir kardeşim Fransuva.
Devamı ...
28 Temmuz 2011
Mazide Şike ve Günümüz
Şike, teşvik primi iddiaları yeni değil de ahalinin hafızası kısa ömürlü olduğu için hayatımızda ilk kez şike ve teşvik primi ile ilgili iddialar duyuyor gibi şaşırıyor, geçmişteki nice güzel operasyonu ve başarılı işi unutuyoruz. Ben hatırlatayım dedim.
Sene 2004. O zamanlar hükümeti AK Parti kurmuş, Başbakan da Recep Tayyip Erdoğan. Yine bir vesile şike / teşvik primi hararetle tartışılıyor. Diyanet İşleri Başkanlığı topa girmiş. Diyor ki: [1]
" Diyanet İşleri Başkanlığı ‘Bir spor karşılaşmasının sonucunu etkilemek veya değiştirmek amacıyla maddi ya da manevi bir çıkar sağlamak yani şike yapmak uygun değildir’ görüşünü ifade etti. Diyanet, ‘Teşvik primi günah mıdır?’ sorusuna ise şu yorumu getirdi; ‘Bir takımın oyuncularını isteklendirmek ve özendirmek için teşvik primi vermesi dinimizce uygundur. Zaten her takım sahaya kazanmak için çıkar. Futbolcu kendi gücünü gösterecektir. ‘Kapasiteni kullan prim vereyim’ denirse dinen birşey denilemez"
Biliyorsunuz İbrahim Akın'ın bir hocaya şike / teşvik primi parası helal mi diye sorduğu iddia ediliyordu, meğer gerek yokmuş, Diyanet sağolsun zamanında fetvayı vermiş.
Tabi sular durulmamış.
Sene 2005. O zamanlar AK Parti iktidar. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan. TFF Başkanı da Levent Bıçakçı.
TFF Yönetim Kurulu üyesi Mahmut Özgener Altay Kulübü ile ilgili şike iddiaları araştırılırken bakın ne demiş : [2]
"Futbol Federasyonu Yönetim Kurulu Üyesi Mahmut Özgener, ‘Kanaate göre şike kararı verirseniz bu yargıdan döner’ diye konuştu."
O zamanlar Hürriyet niyeyse "Kanaat ile şike olmaz!" diye manşet atmış. Halbuki şimdilerde olaydı "ŞİKECİ ÖZGENER'DEN ŞİKE SAVUNUSU" manşeti oraya yerleşirdi.
2005 Hızlı bir sene.
Vestel Manisaspor futbolcusu Cafer Aydın, Ersun Yanal'ın kendi evinde futbolculara teşvik primi dağıttığını iddia etmiş.[3] Olaylar büyümüş, TBMM Araştırma Komisyonu Şike iddialarını inceliyor, Cafer'i de çağırmışlar, Cafer şu açıklamayı yapmış:
“Beni vuracaklar. 9 yaşında kızım var inşallah onun önünde vurmazlar”
Ersun Yanal ise komisyona çıkınca ailesi üzerine yemin etmekle yetinmiş. Hürriyetin manşeti harikulade, "Cafer Aydın: Beni Vuracaklar"
"ŞİKECİ CAFER BENİ VURACAKLAR DEDİ" veya "ŞİKE YAPAN GENÇLERBİRLİĞİNE BİR DARBE DE CAFER'DEN: TEHDİT EDİLDİM" gibi değil.
Haberin en güzel kısmını sona bıraktım, [4]
Star TV Spor Haberleri Müdürü Serhat Ulueren ise Cafer Aydın'ın ifadelerinin neden çekim tarihinden 3 ay sonra yayınlandığı, bir amaç olup olmadığı yolundaki soruları üzerine, haberi sadece iyi bir gazetecilik yapmak uğruna ve reyting kaygısıyla hazırladığını söyledi.
Ulueren, Galatasaray Kulübü Başkanı Özhan Canaydın'ın “Ersun Yanal ile Hakan Şükür'ü barıştıralım” sözlerinden esinlenerek Ersun Yanal ile Hakan Şükür'ü bir programda biraya getirmek istediğini anlattı. Ancak, Yanal'ın tüm ısrarına rağmen bunu kabul etmediğini belirten Ulueren, bunun üzerine Yanal'ın da adının geçtiği bu iddiaları yayınladığını dile getirdi.
Yani temiz futbolun hamisi, büyük kahraman, Türkiye Gotham olsa Batman gibi gezecek Serhat Ulueren bu "son derece ciddi" şike iddialarını neden yayınlamış? Ersun Yanal programına çıkmadığı için! Ne karakter! Ne kadar büyük bir incelik!
Şimdinin HaberTürk Genel Yayın Yönetmeni Fatih Altaylı o devirler Hürriyet'te. TBMM Şike Araştırma Komisyonu raporundan yaptığı alıntı çok önemli: [5]
Özellikle Milli Takım’ın maçlarında teşvik primi verilmesi konusunda yaptığımız değerlendirmede aldığımız ifadeler veya yönelttiğimiz sorulara aldığımız cevaplar sonucunda Futbol Federasyonu’nun mali yapısı içinde bu tür bir paranın bir ülkeye veya kişiye ödenmesiyle ilgili bir bilgi tespit imkánı yok. (...) Bu şekilde bir 750 bin dolar olduğu ifade ediliyor. Sadece iddia üzerinde kaldı ve biz raporumuzda ülkemizin uluslararası kurumlar nezdinde yaşayabileceği sıkıntıları dikkate alarak bu konuda yorum yapmaktan kaçındık.’
Yani Araştırma Komisyonuna göre, Milli Takım maçlarında TFF teşvik primi vermiş, bunu kayıtsız yapmış ancak delil bulunamadığından, bunları dillendirip -kimi- sıkıntıların doğmasına engel olmuşlar.
Halbuki o zamanlar bugünün Temiz Futbol havarilerilerinin hepsi hayatta! TFF Yöneticileri, Başkanları yaşıyor. Herkes olayları biliyor. Ah tabi, temiz futbol sevgisinden, kimse bu iddiaları şöyle enine boyuna bir araştırmamış. Ancak şunu sadaka kabilinden not düşmüşler:
‘(Türkiye Futbol Federasyonu) kendisi hesap verebilen bir kurum olmadığı sürece, hesap sorabilen bir kurum da olamıyor.’
Temiz futbol ve şikeyle bugün canhıraş mücadele eden, delile melile bakmayan, insanlardan suçsuz olduklarını ispat isteyenler, onların kulüpleri de malum.
Sene 2006, Bakın devrin Galatasaray Teknik Direktörü Eric Gerets ne diyor: [6]
Benim için şike ve teşvik ayrı. Örneğin son maçta A takımı ile oynuyoruz. Puan alırlarsa, Fenerbahçe şampiyon olacak. Rakibimiz de onlara teşvik verdi. İşte bu, benim için şike değil" diyor
Yine sene 2004, Mircae Lucescu bombayı patlatmış:[7]
"Samsunsporlu Celil Sağır’ın Fenerbahçe maçı sonrası, ‘Bu ülkede teşvik primi var, ama biz bu maç için almadık’, Gaziantepspor Teknik Direktörü Nurullah Sağlam’ın ‘Trabzonspor maçına ikinci takımı çıkaracağım’, Denizlispor çalıştırıcısı Giray Bulak’ın ‘Trabzonspor’un şampiyon olmasını istiyoruz’ açıklamaları, kritik haftalarına girilen Süper Lig’de tozu dumana kattı. Sağır, Sağlam ve Bulak’ın bu sözlerinin ardından, Beşiktaş Teknik Direktörü Lucescu, ‘Türkiye’de teşvik primi var’ diyerek, tartışmayı alevlendirdi."
Ertuğrul Sağlam ise bazı konularda net: [8]
"Sağlam, son günlerde ortaya atılan şike iddialarına katılmadığını ifade ederek, liglerde şikenin olduğuna inanmadığını ancak teşvik priminin yıllardan beri yapıldığını ileri sürdü."
Şimdi diyeceksiniz ki "yahu o zamanlar hükümet AK Parti değil miydi, Serhat Ulueren, Erman Toroğlu, Ahmet Çakar, Judge Baransu, vurduğu yerden ses getiren milyonlarca temiz futbol aşığı yok muydu?" 2004 düşünün öyle başka bir ülkeymişiz ki, sanki Nikaragualılar yönetiyormuş bizi. Yoksa herkes samimi.
Ha samimi derken,
Cihan Oskay şike iddialarında bulunuyor, Eski Galatasaray 2. Başkanı Ergun Gürsoy da topa giriyor, Cihan Oskay'ın adam olmadığını ifade ediyor. Ünlü Trabzonspor Başkanı Mehmet Ali Yılmaz ise Cihan Oskay'ı bir güzel dövmek gerektiğini söylüyor. Aynı tarihlerde Aziz Yıldırım devleti bu olaylara el koyması için çağırıyor, bakın temiz futbolun ünlü temsilcisi Ergun Gürsoy ne diyor:[9]
Sıkıntıya düşen her insan, birilerinden bir şey bekler. O da beklentisini böyle ifade etmiş, biz ona müdahil olamayız.
İyi mi? Aziz Yıldırım şikenin araştırılmasını istiyor, tiye alıyorlar. Şike yapılıyor diyen adamı da Trabzonspor'un efsane başkanı "dövmek gerek onu" diyerek paylıyor. Sene? 2007. O zamanlar avcı toplayıcı toplumdan yeni çıkmışız.
Tabi kimse şike araştırılsın filan demiyor, Fenerbahçe bunu talep edince, zaten temiz olan futbolun neyini araştırsınlar?
Derken,
Bu sefer haber yine 2004'ten, devrin TFF Başkanı Haluk Ulusoy ile futbol kulübü başkanları bir araya geliyorlar, orada Adnan Sezgin şunu söylüyor:[10]
ADNAN SEZGİN (İstanbulspor Başkanı): Ligde teşvik primi var.
Ne oldu dersiniz? Futbol gündemine bomba gibi düştü, araştırmalar başladı, Ekrem Açıkel çıkıp "teşvik primi alan 17 takım var, gözümle gördüm" filan diye açıklama yaptı, İstanbul Emniyeti de hemen duruma müdahil oldu filan değil mi? Yok. Bir şey olmuyor.
Bahane, yasa çıkmamış. Halbuki o zamanki Ceza Kanunu'nda da dolandırıcılık hükümleri var, disiplin talimatına da aykırı ama, tabi futbol o zamanlar şimdiki gibi değil, tertemiz, omoyla yıkanmışçasına.
Sene 2004. Yine ve hala. Bu sefer Aziz Yıldırım şöyle bir açıklamada bulunuyor:[11]
"Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in, futboldaki şike ve teşvik primi iddialarıyla ilgili olarak tüm kulüplerin yöneticilerini bir araya getirdiği toplantıya değinen Yıldırım, ‘Bakan bizi çağırdığı zaman Haluk Ulusoy istifa etmeliydi. Üç senedir oynanan oyunları ve tezgahları çıkarın. Özellikle bu sezon rezillik’ dedi."
Hiçbir şey olmuyor.
2005 yılında TBMM'de bir araştırma komisyonu kurulduğunu söylemiştik, bakın haberde ne diyor:[12]
"AK Parti Ankara Milletvekili Haluk İpek başkanlığında toplanan komisyon ilk olarak teknik direktör Adnan Dinçer'i dinledi. Dinçer, Türkiye'de sporda şike, mafya ve dopingin varolduğunu ancak bunu belgelemenin güç olduğunu ifade etti. Kulüplerin yüzde 90'ına şike ve teşvik priminin girdiğini iddia eden Dinçer, bu işleri de UEFA belgesi olmayan menajerlerin organize ettiğini anlattı. Söz konusu menajerlerin hem kulüpleri hem de sporcuları sömürdüğünü kaydeden Dinçer, menajerlerin vekaletini aldığı futbolculara maçlarda etki ettiğini dile getirdi."
Herkes çok samimi bir şekilde Türkiye'de futbolun temizlenmesini istiyor ya, o gün bu konuşma yapıldığında samimiler ortadan toz oluyor. Bugüne kadar da seslerini çıkarmıyor.
Allah için Başbakan'ı bir kenara koyalım, bakın ne demiş:[13]
"Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, gündeme gelen teşvik primi iddiaları ile ilgili olarak ‘Futbolcu kendisini asla satmamalıdır. Şike çirkindir’ ifadesini kullandı."
Çirkin. O kesin. Bir Adriana Lima değil. Peki afedersiniz de bu çirkinlikle mücadele için 5 sene neden beklendi? O da herhalde, başka bir yazının konusu.
Ha bu arada, TFF bir soruşturma yürütüyor 2005 yılında. Şimdiki gibi medya eliyle yürütülüp, Telegolde hüküm verilmiyor. Ancak hiçbir somut delile ulaşılamıyor.
Bakın o zaman ki TFF Başkanvekili Şekip Mosturoğlu ne diyor:[14]
“Şike yapan kulüplerin küme düşürülmesi ve yine teşvik primi ita ve adayan kulüplerin alacakları müsabakadan men cezasının küme düşme sonucu yaratacağına ilişkin yaptırımlar mevcut disiplin talimatımızın düzenlemeleridir. Fiillerin tespiti halinde, federasyon tarafından her hangi bir ayırım yapılmaksızın tüm kulüplere uygulanacaktır"
Ne öğrendik?
2005 yılında da Disiplin talimatında küme düşürme cezası varmış.
Hani suç değildi o zamanlar şike filan deniyor ya, hafızayı tazelemiş olduk.
Başka ne öğrendik?
O tarihlerde içlerinde GS ve BJK teknik direktörü ile FB Başkanının da olduğu bir çok insan ligde şike ve teşvik primi olduğunu söylüyor,
Nerede kardeşim bu samimi, yürekten temiz futbola inanan, objektifler?
Yoklar.
Şimdi günümüze gelelim:
3 Temmuz günü, saat 07 sularında Aziz Yıldırım gözaltına alındı. Saat 09 sularında medya Fenerbahçe'nin küme düşeceği hükmünü vermişti. 3 gün sonra, 6 Temmuz'da Emniyet 19 maçta şike tespit edildiği açıklamasını yaptı, aynı tarihte yapılan Telegol programında deliller incelendi, masaya yatırıldı, soruşturma sanat eseri ilan edildi, ünlü temiz futbol kahramanları Serhat Ulueren ile Erman Toroğlu rahatladıklarını beyan ettiler,
Şu ana kadar ortaya çıkan bulgularda, şike suçlunun işlendiğini gösteren hiçbir somut durum ortaya çıkmadı. Emniyetin "şike veya teşvik primi" tespit ettiği 19 maçtan ise bir çoğu çoktan, bu kapsamdan çıktı.
Medya, konuyu son derece ilginç ele aldı, Fenerbahçe'nin Galatasaray'a teşvik primi verdiğini bile iddia etti, Bülent Uygun ile eşi arasında kavga ettiklerini gösteren telefon konuşmalarına yer verildi,
Adil yargılanma ilkesi ihlal edildi,
Masumiyet karinesi tersine çevrildi,
Bağımsız yargıya medya eliyle baskı kuruldu,
Bunlar olurken köşebaşı pozisyonunda olan herkes 2004, 2005 ve diğer yıllarda da önemli pozisyonlardaydı,
Ne temiz futbola inanıyorlar, ne adil yargılanma ilkesine, ne demokrasiye, ne masumiyet karinesine ne de başka bir şeye,
Serhat Ulueren'in dediği gibi "programıma çıkmadı yayınladım"
Düşmanlığa, hırsa, nefrete, bir başkasına kötülük etmeye inanıyorlar.
Kimse merak etmesin, adalet isteyenler, böyle adamlara yenilmezler.
[1] http://hurarsiv.hurriyet.com.traspx?id=221594
[2] http://hurarsiv.hurriyet.com.traspx?id=302363
[3] http://hurarsiv.hurriyet.com.tr.aspx?id=298016
[4] http://hurarsiv.hurriyet.com.tr.aspx?id=302886
[5] http://hurarsiv.hurriyet.com.traspx?id=302631
[6] http://www.milliyet.com.tr/2006/09/02/spor/aspo.html
[7] http://webarsiv.hurriyet.com.tr/..446083.asp
[8] http://sike-degil-ama-tesvik-primi-var-b3c479&
[9] http://www.haber3.com/8220sike-var-8221-182061h.htm
[10] http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/.aspx?id=223918
[11] http://hurarsiv.hurriyet.com.tr.aspx?id=228210
[12] http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/.aspx?id=298824
[13] http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/.aspx?id=298983
[14] http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/px?id=299653
Devamı ...
27 Temmuz 2011
Lube Ayar: Medya Etiği Yok, Polisin İşi PR Yapmak Değil, Çok Hukuksuz bir Süreç
Röportaj: Onur (twitter.com/onurpasa)
Çekim: Cahit Binici (twitter.com/asrizamanlar)
NEDEN LUBE AYAR?
2006 Yılında Türk Gazeteciler Derneği tarafından yılın gazetecisi ve Metin Göktepe ödüllerini aldı. Firar kitabının yazarı. 2004 yılında Kelebek Operasyonu adı verilen soruşturma sırasında elde edilen bilgileri iddianamenin hazırlanmasından sonra toplumla paylaştı. Sporun kirli dünyasını, suç örgütleriyle olan ilişkileri ortaya çıkartan yazıları büyük yankı yarattı. Dönemin yöneticileri gereken ilgiyi göstermeseler de kamuoyu rahatsızlığını gösterdi. 3 Temmuz’da başlayan soruşturma sonrasında, servis gazeteciliğine, hukuka aykırı yöntemlerin genişlemesine karşı çıktı. Susturulamadı ancak fikrini yeterli şekilde ifade etmesi sistematik saldırılar, bilinçli kişisel tahkirler ile engellenmeye çalışıldı. Papazınçayırı, onun sesini, sansürsüz, kesintisiz, Rasim Ozan tipi müdahaleler olmadan yayınlama gereğini duydu. O da sohbet teklifimizi kabul etti. Yoğurtçu parkında buluştuk.
Onur: Merhabalar Lube Hanım
Lube Ayar: Merhaba
O: Daha önce sadece FB maçından öncesi bira içmek için kullandığımız bu mekanı bugün sizinle röportaj yapmak için kullanıyoruz. Bu benim ilk deneyimim o yüzden şimdiden dinleyen, izleyen kim varsa özrümüzü dileyelim peşin peşin. Şimdi öncelikle size şeyi sorayım, bugün Divan Kurulu’ndaydınız, oradaki işte atmosferi gördünüz. Hakikaten nasıl atmosfer? Ne bekliyoruz, ne görüyoruz şu an?
L: Duygusal. Motivasyonu çok yüksek. Yani insanları çok pekiştiren bir divandı. Taraftarın tribündeki havasıyla aynı. Tabi onlar çok daha uzun zamandır kulübün içindeler, çok daha fazla şey gördüler geçirdiler. O yüzden Fenerbahçe’nin bu şekilde ithamlarla boğuşuyor olması onlarda daha farklı hezeyanlar yaratmış belli ki. Nihat bey gözyaşlarını tutamadı konuşurken. Aynı şekilde Vefa Küçük, Başkana karşı, Aziz Yıldırım’a karşı seçime girip kaybetmiş, benim çok değer verdiğim, mutlaka yönetimlerde görev almasını dilediğim biridir Vefa Küçük, o da sesi titreyerek konuştu. Onun dışında muhalefetin önemli isimleri, ama önemli bir de önemsiz bulduğum muhalefet var ki onlar ortaya çıkmadılar zaten. Rahmi Eyüboğlu gibi Ey Güngör gibi önemli isimler oradaydılar ve tek şey söylediler “bugün muhalefet yok, yönetimin arkasındayız hep beraber” dediler. Çok uzun yıllardır tribünde göremediğimiz atmosfer divanda da fazlasıyla hakimdi. O gözyaşlarını yanlış anlayanlar, hani her şeyi yanlış anlayanlar gene o gruba girebilirler divanda da. Çok farklıydı. Aslında o duygu yoğunluğu çok başka bir şey. İnsanlar o kenetlenmiş halden çok memnunlar ve Fenerbahçeli olmanın aslında gururunu yaşıyorlar. Bugün Serdal Adalı’nın bir açıklaması var, Fenerbahçeliler karşı koğuşumuzda kalıyor geleni gideni bitmiyor diyor. Aslında insanın çok içini de yakan bir şey bu. Onların açısından. Sonuçta bir hata varsa da yoksa da camianın temsilcileri olarak, en azından ahlaki ve hukuki açıdan suçlanabilir duruma gelmelerini beklemek lazımdı. Fenerbahçeliler bunu yapıyorlar. Çünkü evrensel hukuk, vicdanlar bunu der. Herkes aksi ispatlanana kadar masumdur ve camianın birlik duygusu o masumiyeti desteklemeyi gerektirir. Yani taraftarlık böyle bir şey en azından. Basın buna farklı bakabilir, haklıdır. Ama taraftar böyle bakmalıdır diye düşünüyorum. Divanda da böyle güzel bir hava vardı.
Açıklamalardan da biraz bahsedelim, Yüksel Günay çok net bir şekilde, “Fenerbahçe kulübünde hiçbir cemaat ve dini örgüt yapılanamaz” dedi. Bu çok açık bir meydan okumadır aslında. 20 gündür insanların karnından konuştuğu böyle çok net dile getiremediği şeyleri, rahatsızlığı açık açık söylemekti,f onun dışında Nihat Özdemir siyaseten duyulabilecek endişeleri gideren şöyle bir açıklama yaptı, “biz” dedi “ulaşmak istediğimiz tüm siyasi kurumlara bir saat içinde ulaştık, gittik derdimizi anlattık, son derece ilgi gördük” dedi. İşte bu mesajlar karşılıklı değerlendirilmeli taraflar tarafından.
O: Şimdi Lube hanım, şeyi değerlendireceğiz hep birlikte, kurumlar nasıl davrandı, nasıl hareket etti, biz kurumlardan ne bekledik, ne alabildik, bunları konuşacağız ama ondan önce bir şeyi net oturtalım, en çok tartışılan, en çok konuşulan şey bu olduğu için, bu sokağa çıkan, sokağa dökülen, süreçte sesini yükselten Fenerbahçe taraftarının aslında bir derdi var, bu dertleri tam olarak sizce ne, neye itiraz ediyorlar aslında?
L: Dertleri çok aşıklar. Ben bunu bir aşık hezeyanına benzetiyorum. Seviyorum abi. Seviyorum merkez tipi bir isyan var. Bir kere kimse sevgisine halel getirmeyecek. Gelmeyecek, getiremeyecekler yani. Değil Türk basını, dünya basını bu konuda hemfikir olsa, Fenerbahçeliler çekilirler Kadıköyde bir araya gelir yaşarlar yani. Bu biz bize yeteriz sloganı bir tezahürat değil. Yani Fenerle kimse başa çıkamaz derken de, Fener için ölürüz derken de kimse tezahürat dile getirmiyor yani böyle manyak bir sevgiyle karşı karşıyalar. İslam Çupi’nin Fenerbahçelinin Fenerbahçe’yi sevmesi Türkiye’nin kıyametidir lafı var. İşte şu anda o kıyamet yaşanıyor. Buna da engel olabilecek kimse yok. Buna da işte Aziz Yıldırım engel olabiliyordu, o da artık olmadığına göre, artık çok zor. Bunun negatif sonuçlarını da gördük Shaktar maçında, kimse istemezdi belki ama, bir şeyler olacağı da belliydi. Bir yansıması olacaktı bunun. Faik Işık, normalde çok gürültülü bulsam da kendisini, olaylarla ilgili yorumu çok ilginçti aslında, diyor ki “Bir operasyon da Fenerbahçe taraftarı yaptı. Madem futbol sahasına önüne gelen giriyor, herkes girebiliyor, biz de girelim o zaman dediler” E kimsenin canı yanmadığı için bu böyle değerlendirilebilir. Bugün Yüksel Günay da aynı şeyi söyledi. Anlayış gösterilmesi gereken bir süreçtir Fenerbahçe taraftarı açısından, kaldı ki son derece gururlu ve sorunsuz bir şekilde geçiriyorlar bu dönemi, acılarını içlerine akıtıyorlar, gözyaşlarını. Bence hani gene basın çıkıp “Fenere üç maç ceza” verilecek filan. Hemen. Karar verildi. Yani ders almıyor insanlar. Bu süreçte çok acı çekiyorum. Hem gazeteci olmanın hem Fenerbahçeli olmanın acısını. Katmerli bir sıkıntılı dönem yaşıyorum yani.
… POLİSİN İŞİ PR ÇALIŞMASI YAPMAK DEĞİL. POLİS SAYGIYI ÖĞRENMEK ZORUNDA.
O: O zaman hazır başlamışken devam edelim, Fenerbahçe taraftarının tavrını gördük, onu tekrar konuşacağız zaten. Medyanın da tavrını gördük, onu da konuşacağız zaten ama hepsini bir başlık altında inceleyelim. Polis bu süreçte nasıl bir pozisyon aldı, savcı nasıl bir pozisyon aldı, Fenerbahçe yönetimi nasıl bir pozisyon aldı, hatta alamadı belki ya da alabilemedi, ve daha da önemlisi rakiplerimiz özellikle Galatasaray ile Beşiktaş’ın bu safhadaki pozisyonları neydi?
L: Güzel. Başlık çok. 20 günde konuşacak çok şey birikmiş diye bakıyorum şimdi. Olayı başlatan kurum olarak İstanbul Emniyetini konuşmamız gerekirse, birincisi çok kaba ve anlayışsız buldum, duygusuz buldum. Evet Türk polisi hiçbir zaman insanların duygularını dikkate alan bir kurum olmadı ama, son üç yıllık süreçte Ergenekon gibi hard bir dönem yaşıyoruz ve çeşitli genel uygulamaların dışına çıkıldı emniyet anlamında ama bu kadar can yakan operasyon olmadı. Neden bunlar var? Birincisi, hep söylüyorum hala da söylüyorum çünkü toplum huzuru denilen şey umursanıyorsa bu dikkate alınmak zorunda. İşte Rasim Ozan Kütahyalı çıkıp herkes Türk kanunları önünde eşittir, sen bakkala çakala bir şey mi demek istiyorsun diyor. Evet diyorum çok açık. Neden Atatürk o zaman başka bir adam da ya da ne bileyim Tarkan başka bir adam? Anlatabiliyor muyum? Tabi ki insanlar eşit değiller, duygusal anlamda eşit değiller. Birey olarak, vatandaş olarak eşitler ama siz mesela Tarkan uyuşturucudan içeri alındı. Şimdi Tarkan’ı sevenler bu oldu diye onu dinlemekten vaz mı geçecek? Bugün konser yapsın gene ortalık yıkılacak. Suç denilen şey, şimdi polis için suç başkadır, halk için başkadır, medya için başkadır filan. Polis dediğin şey, elinde anormal net deliller olsun, suçüstü yapmış olsun vesaire, saygıyı öğrenmek zorunda. Herkese saygıyı ama. Kimsenin başını duvarlara vurmasınlar, başını eğip içeri girmesinler, kimsenin saygınlığına zarar verme gibi bir görevi yok polisin. Suçu tespit ettiysen onu alır en temiz şekilde, saygınlığına zarar getirmeden, gözaltı süresini geçirir ve savcılığa sevk edersin. Senin işin PR çalışması yapmak değil. Yönetimin o açıklamasındaki o iki cümleyi çok önemli buluyorum. Hakikaten negatif bir PR çalışması yönetti polis. Nedir mesela? Başkanın gözaltına alınması, evine gittikleri sırada 20 tane polis vesaire, bu normal bir işlem olabilir. Ama sonra birkaç gün sonra bunu şöyle gösterdiler, efendim sanki başkanın evinden Sedat Peker fotoğrafları, silahlar çıkmış gibi. O açıklamayı da ne zaman yaptılar, tam Aykut Kocaman açıklama yapıp “bizim alın terimizden şüphemiz yok” dedi bir saat sonra polis bunu servis etti. Servis lafını da bir gazeteci olarak kullanmak zoruma gidiyor ama bir saat sonra bunu yaparsan servistir. Üstelik beş gün bilgi kirliliği yaratıp Aziz Yıldırım için silahlı çete lideri ifadesini kullandırtan da polistir.
O: Servis ettikleri gibi…
L: Çünkü sen bunu demeden, gazeteciler bunu yazamaz. Silahlı çete lideri tezini güçlendirmek ve Aykut’un açıklamasını çürütmek için silahlı görüntüleri çıkartıyorsun ortaya. Ortalık ayağa kalkınca da efendim o başkasının evinde çıktı diye toparlamaya çalışıyorsun. Bu çok kirli bir süreç. Bugün medya istediği kadar desin ki “olmaz efendim her kanalda Fenerbahçe’yi savunanlar da var” bu yalan. İki üç kişi konuşabildi bu süreçte ama daha da önemlisi o üç günlük beyin yıkama sürecinde hiç kimse yoktu zaten. Hiç kimse açıp da sorma ihtiyacı hissetmedi ya da biri “ya arkadaşlar biraz ağır olalım” demedi. Hiç kimse topa basmadı. Başkan saat sekizde gözaltına alındı, saat 12’de Fenerbahçe küme düşmüştü. Net bir şekilde. “Haktır ve gerçektir Fenerbahçe küme düşecektir” Yani bu hükümde, bu bir ihtimal bile değil! Anlatabiliyor muyum Onur? Net! Mahkeme kararı… Buna hakkı yok kimsenin. Fenerbahçelinin de buna tahammül etme hakkı yok o zaman. Yani sen bu hükmü veriyorsan, Fenerbahçeli de buna sessiz kalmak zorunda değil. Çünkü açık. Taraf. Fenerbahçeli bu konuda taraf. İkincisi polisin bu süreçte mesela, başkanın gözaltı süresinde ifade vermek istememesi. Hakkıdır. Hakkıdır vermek zorunda değil polise. Susma hakkı diye bir şey var. Ama bunu da yine aleyhine kullandılar. Efendim başkan sorulara cevap veremiyor. Ama ne öğreniyoruz? Tabi bunlar günler sonra ortaya çıkıyor, avukat açıklamasında diyor ki “delilleri önümüze koymadılar, ikincisi dinleme kararlarına ilişkin mahkeme kararlarını önümüze koymadılar. “ Nedir orada sorun? 14 Nisan’da bir yasa çıktığını söylüyorsun, yasa 14 Nisan’da çıktıysa beni 8 aydır nasıl dinliyorsun? Silahlı çete lider. E yok? Silahlı çete yok? Zaten çete yok? 10 kişi bir suç işlerse bu çete olmaz. Hepsini aynı kanuna aykırılıktan yargılarsın. Çete bambaşka bir şeydir. Her gruba çete diyemezsin.
O: Her 10 kişi bir araya geldiğinde bu çete oluşturmaz.
L: Aynen öyle. Mesela 50 tane Bursasporlu şu an içeride. Bunlar çete değil. Bunlar birer birer Bursasporlu. Şimdi bu tezler hep çökecek. Avukatı isyanı bundan. Ben de yıllarca Ceza Hukuku ile iç içe yaşadığım için, ceza davaları izlediğim için bunların ne manaya geldiğini çok iyi biliyorum. Ama o süreçte itirazım şunaydı, silahlı çete liderliğinden yargılanıyor olsa bile Aziz Yıldırım medyanın bu nefretini bu kadar şiddetli kusmasını beklemiyordum açıkçası. Çünkü ben Sedat Peker ile ilgili yıllarca haberler yaptım ve kendisi mahkeme tarafından hüküm giyene kadar ben kendisine silahlı çete lideri demedim. Üstelik Sedat Peker’in çok uzun yıllardan beri gelen bir geçmişi var bu tip örgütler içerisinde. Böyle bir sicili var, böyle bir sabıka kaydı var. Hoş o tarihe kadar böyle bir sabıkası yoktu zaten, sonucundan aldı sadece, o tarihe kadar yoktu.
O: O ve muadillerinin olmuyor genelde.
L: Şöyle bir şey oldu. Bir iddiadır ortada, bir iddianame yokken, neyle suçlandığı belli değilken silahlı çete lideri manşetler ve malum medya tarafından. Hiç şaşırmadık. Şu üç yıllık, bu tuhaf, gayri hukuki dönem, ki beni adliye muhabirliğinden kopartan süreçtir bu süreç. Polise güvenimi sarsan, Türk yargısına güvenimi sarsan süreçtir, bu üç yılda kimler konuştuysa yine onlar konuşmaya başladı. Ben hepten emin oldum. Dedim ki, tamam yani gene mi aynı oyun oynanıyor. Konuştukça onlar ben daha da emin oluyorum, hala. Şimdi polisle ilgili sorunum bu.
… POLİS 19 MAÇTA ŞİKE TESPİT ETTİK DİYOR. JÜRİ MİSİN, HAKİM MİSİN?
O: Polisle ilgili bir şey daha ekleyeyim, polisin şu beyanatının neye tekabül ettiğini, sizin açınızdan en azından onu sorayım, “halkın bu soruşturmada desteğini bekliyoruz” Halk genelde bir soruşturmaya destek olmaz.
L: Destek istenmez. Daha da beteri, 19 maçta şike tespit edilmiştir. Pardon? Jüri misin? Jüri üyeliği gibi bir görev mi biçildi?
O: Hakim misin evet?
L: Yani “Polis devleti” tanımına yüzde yüz oturuyor. Neye göre karar veriyorsun? Polis ne zamandan beri bulduğu delili “ben eminim bu da budur” diyor? Hakkı yok. Dur bakalım önce o deliller hukuki mi, onlar değerlendirilecek, ikincisi delil dediğin şey eğer telefon konuşmasından ibaretse, telefon konuşması delil değildir ceza hukukunda. Telefon iki şekilde dinlenir, komünikasyonun gizliliği çok değerlidir, evrensel hukukta da Türk hukukunda da, birincisi, suçüstü yapmak için telefon dinlersin. Suçüstü yaptı mı polis? Hayır. İlki bu. İkincisi, istihbarat elde etmek için. Bakın delil değil. Birincisi suçüstü, ikincisi istihbarat. E sen istihbarat elde ettin de ne yaptın Allah aşkına. Kullandın mı? Yani şunu diyor, diyor ki Ceza Kanunu “o konuşmadan elde ettiğin bilgi suçla direkt bağlantı kurulabilecek bir şeyse,”
O: Arada somut bir delil varsa, suç ilişkisi varsa,
L: Suç varsa, o konuşmadaki diyalog suça dönüşmüşse sen o konuşmadan istihbarat olarak yararlanabilirsin. Delil değildir. Çünkü telefonda insanlar her şeyi konuşabilir. Biz ikimiz bir şey konuşabiliriz ama bu gerçekleşmeyebilir. O yüzden hukuki kısmında konuşulacak çok şey var. O ayrı bir mesele. Emniyetin açıklaması tam bir skandal. Halkın desteğini istiyoruz daha da büyük bir rezalet. Herkes sınırını aştı. Savcı da sınırını aştı, medya da aştı, polis de aştı, o yüzden Fenerbahçeliler sınırı aşınca kimsenin ses çıkarmaya hakkı yok.
O: O zaman hemen şimdi işin yargı kısmına geçelim.
L: Savcı bey, şimdi ben Hanefi Avcı’nın kitabında bahsettiği Mehmet Berk filan demeyeceğim. Çünkü onarlın yaptığı gibi davranmak olur bu. Ama bu süreçte, insanların güvenini sarsan şeyler oldu savcıya. Nedir? Birincisi, polise ifade vermek istemediği halde, buna zorlanması. Savcıya ifade vermek istediğini belirttiği halde, anjiyo da olduğu halde başkan ısrarla tekrar emniyete götürülmesi. Bugün Nevzat Şakar’ın bir fotoğrafı var mesela, ben onun gerçek olduğuna inanmak istemiyorum. Önceden çekilmiştir diye düşünmek istiyorum. Hani on gün evde istirahat verildi filan. Fenerbahçe başkanının anjiyo olduğu masadan kaldırıp, başına 10 tane polisle bekletip sonra tekrar emniyete götürmek. Sekiz gün süründürmek, çok ağır hastalıklarla boğuştuğu halde, bu insafsızlık. Bu can yakan bir durum Fenerbahçeliler açısından. Yoksa çok sevinenler var, oh beter olsun, ölsün diyen de çok. Onları da biliyoruz, not ediyoruz onları da. Daha büyük sıkıntı, sanık avukatlarının konuşması ile başladı. İlk bir hafta kamuoyu önünde ifade edilen “Şekip Mosturoğlu her şeyi itiraf etti, bittiniz oğlum siz” falan “bir yayınlanacak bu ifadeler ortalık ayağa kalkacak.” Fenerbahçeliler de düşünüyor şimdi “neyi itiraf etti bu adam, avukat yani. Sorgu usullerini de mi bilmiyor, yaptıysa bile nasıl itiraf etmiş?” Fenerbahçelileri de ikna etmek için, medyayı da bu süreçte kullandılar. Medya bu süreçte kullanıldı da, çünkü üç yayında bir Şekip Mosturoğlu “itiraf etti , itirafçı oldu, yasadan yararlandı.” Çünkü polis sana bunu söylediği zaman ya da savcı kendine güvenin gelir dersin ki “Ellerinde sağlam delil var olmasa nasıl böyle alsınlar Aziz Yıldırım’ı içeri.” Sonra “Emenike’nin para sayma görüntüleri gözlerimle gördüm.” Biz daha göremedik. Gördüyse Emenike neden dışarıda o da ayrı bir şey.
O: Evet. Yani o kısımda, madem hakikaten girdik sorayım, ortada savcılığın da polisin de servis ettiği bir ton delil var. Medya üzerinden servis ettiği.
L: Delil denemez onlara da iddia.
O: Madem bu kadar sağlam şeyler var, madem emniyet bu konuda bonkör davranabiliyor, ancak neden hakikaten bilgisini aldığımız şeylerin deliline ulaşamıyoruz.
L: İşte onlar muhabirleri ikna etmek için uydurulmuş şeyler olduğu belli. Polis bunu yapar. Engel olamazsın. Polis muhabiriysen polise inanırsın, adliye muhabiriysen savcıya inanırsın. Burada kendi kırmızı çizgilerini iyi çizmen gerekiyor. Ancak bu da umursanan bir şey değil artık. 3 senedir bunu izliyoruz Türkiye’de. İkincisi, İbrahim Akın’ın itirafı meselesi. Efendim bu her şeyi değiştirir. FIFA’ya gidildi, UEFA’ya anlatıldı, sonra bir öğreniyoruz İbrahim Akın poliste söylemediği şeyi, ki eskiden biliyorsun karakolda doğru söyler denen bir süreç vardı, yani hani zorlanma süreci. Polisin yapmadığını artık savcılar mı yapıyor bu ülkede? Soru olarak soruyorum. İbrahim Akın’ın avukatı diyor ki “müvekkilimin karakolda verdiği ifade doğrudur, savcılıkta pazarlık masasına oturtulmuştur” Yani biz seni bırakırız ama itiraf et. Bu bir “şike” iddiasıdır. Kanıtlanmaya muhtaçtır. Ama iddia mı iddia. Sonuçta iddialardan bahsetmiyor muyuz? Savcı zan altındadır eğer böyleyse. İngiltere’de olduğu gibi, Moigi’nin itirafında olduğu gibi, birilerinin üstüne yıkmaksa niyet, çok çirkin. Şu ana kadar birileri pes etmemiş olabilir ancak yöntem buysa edebilir de insanlar. Yılabilirsin yani. Ben hiç cezaevinde durmadım, ben evde bile 2,5 saatten fazla oturamayan bir insanım, ben bu zarfı yiyebilirim, duramam kapalı ortamda çünkü. Bunlar saygın insanlar, kamuoyu tarafından sevilen hayatları boyunca hata yapmamış insanlar ve siz, bunların özgürlüklerinden alıkoyarak bir şeyleri itiraf etmeye zorluyorsanız burada hukuktan bahsedilemez zaten. Savcılık benim için güvenini yitirmiştir. Emniyet gibi. Birinci kale düştü, ikinci kale de düştü, geliyoruz medyaya.
Medya benim için, zaten hani, içimin telini titreten, yanlış meslek seçtiğime dair veryansın ettiğim günler, yıllar yaşıyorum son yıllarda. Sizin götürüp de ben böyle bir haber yaptım buyurun diyemediğiniz bir dönem. Sadece size diyorlar ki, şöyle bir haber var gidip böyle yazar mısın? Bu arada bir olurdu da bu kadar olmazdı yani. Özel haber muhabiri diye bir şey kalmadıysa bugün çatır çatır geçmişte haber yapan çocuklar, ben de dahil, içeride sinek avlıyorsa, hatta sinek bile avlamıyoruz diyenler var. Twitterda izlersen, önemli muhabirler. Sinek bile avlayamıyorsa muhabirler, nasıl bir süreçten geçtiğimiz belli. Ki ben bunu twitterda da yazdım. Bakın ben Radikal’de şöyle bir şeyle karşılaştım. Bana dendi ki, açık açık bize polis muhabiri lazım. Ben dedim ki ben polis muhabiri değilim. Dediler ki olsun sen iyi bir adliye muhabirisin, polis muhabirliği de yaparsın. Dedim ki yapamam, istemiyorum yani. Polis muhabirliği benim sevdiğim bir şey olsa, baştan yapardım. Biz dediler seni üst düzey polislerle tanıştırırız, Taraf’a giden ya da ne bileyim Yeni Şafak’a giden, açık açık söylendi bunlar, artık bize gelir dediler senin üzerinden. Ya Pes. Ya ben bunun böyle yapıldığını biliyorum da dedim, bunun artık böyle açık açık söyleneceğini hiç düşünmemiştim. Ya dedim bunu yapmak için bana ihtiyacınız yok. Bunu herhangi biriyle de yapabilirsiniz. Mesele son üç yılda patlayan isimlere bakın. Önceden, 12 yıldır adliyelerdeyim, adını duymadığım, bırak yüzünü görmediğim insanlar şimdi köşe yazarı oldu, kitaplar yazıyorlar, valiz valiz belgelerle geziyorlar filan. Ben aldım aldım delilleri gördüm diyen mesela yeni bir isim yaratabilirsiniz kendinize. Radikal’den çıkar bir tane. Ne olur? Şimdi aynı Radikal’ın yönetmeni “güruh” diyor Fenerbahçe taraftarına. Altı üstü kendi sahasında sahaya girmiş, kimsenin canını yakmamış insanlar bunlar. Ve güruh filan. Hiç şaşırmıyorum ben. Medya beni hiç şaşırtmıyor. Medya imha edildi. Yenisi dizayn ediliyor. Daha radikal gazetelerden merkez medyaya zamanla akıtılan, işte şimdi Emenike’yi para sayarken gördüm diyen insanlar.
… MEDYADA ETİK SORUNU VAR.
O: Ama bu sıkıntı herhalde bugün başlamadı. Yani zamanında başka isimlerle ilgili yaşananlar var.
L: Başlamadı. 10 yıllık bir süreç. Bir yılda olmadı bu. O yüzden bir yılda da bitmez. Bitecekse eğer. Bitirmek isteyenler varsa eğer uzun bir mücadeleyi göze almak zorunda. Daha önemlisi, yani ben şunu demiyorum “Başkanın eşkal fotoğrafı” bunu yapan gazete Münevver’i kesen testereyi de yazdı. Etik, etik sorunu var yani. Başkanı düşünmüyor, Münevver’in ailesini de düşünmüyor. Fenerbahçelilere özel bir hışım değil, etik sorunu var ortada. Mehmet Baransu çıkıp diyor ki, ben soruşturmanın gizli olmasına karşıyım zaten. Süper. Bu ciddi bir cehalettir yani. Dünyanın her yerinde soruşturma gizlidir. Çünkü bir adamın özgürlüğünü alıyorsun ceza soruşturması bunu gerektiriyorsa, bir suçla itham ediyorsun, dolandırıcı diyorsun, hırsız diyorsun, çete diyorsun ama bu hep kanıtlanmaya muhtaç deliler olduğu için elinde, bu soruşturma safhası geçireceği için gizli olmak zorunda. Uluslar arası hukuk bunu sana söylüyor. Yani Mehmet Baransu’nun isteği ile, Faik Işık’ın isteğiyle hadi açalım bu soruşturmayı denemez. Ki açılmıştır bu soruşturma zaten. Bu soruşturmada ve Ergenekon soruşturmasının bazı safhasında o uluslar arası hukuk ilkesi aşılmıştır o yüzden insanlar kamuoyu vicdanın suçlu ilan edilmiştir, darbeci, çeteci, şikeci. Ben adalete inanmıyorum ama ilahi adalete inanıyorum yani. Gün gelecek bunlar terse dönecek diye düşünüyorum. Medya ile ilgili itirazıma gelince. 2004’te bir emniyet dosyası. Aynı emniyet müdürlüğü, aynı ceza savcılığı, aynı hükümet, aynı kulüpler, başkanlar aynı ve saire. Bursa’nın küme düşürülmesi ile ilgili dosyayı aldık yazdık, Milliyet’te manşetlere çıktı. O zaman kimse bununla ilgilenmedi. Çok ilginç değil mi? Aynı şekilde telefon konuşmaları ki hiçbir yasal sorun yok, soruşturma bitmiş, dava başlamış olay kamuoyuna mal olmuş ve bunlar artık mahkeme dosyasına girmiş, delil niteliğini kazanmış. Milliyet gibi bir gazetenin manşetine çıktı. Ne federasyon üstüne alınıp bununla ilgili bir kozmik oda oluşturdu, ne etik kuruluna havale etti, ne başkan çıktı abuk subuk bir gün öyle bir gün böyle konuştu. Afallama yok. Haluk Ulusoy çıkıp “yok kardeşim böyle belgeler” dedi. O da bir duruştur yani. En azından yalpalamadı tamam mı? Ne de medyadan bir iki çatlak ses dışında yazı yazdılar, iki kişi dışında. Onların ikisi de Beşiktaşlıydı. Erdoğan Aktaş ve Haluk Şahin. Beşiktaşlı oldukları için “bu ne rezilliktir” dedi. O da birer yazıdır yani. Böyle çarşaf çarşaf olmadı. Ya da başka bir basın kuruluşu alıp bunu devam ettirmedi. Ben üretiyorum ya hani evde darphane var, telefon konuşmaları, dinliyorum milleti, sahte belge üretiyorum.
O: O da başarı, insan sahte belge üretip dava dosyasına girince insan sevinir yani.
L: Değil mi? Niye savcılığa götürmüyorsun diyorlar. İyi de ben zaten savcılıktan aldım. Orada var. Diyeceğim o ki, ben o dosyada çok şey gördüm. Mesela nedir, Türk medyasının, spor medyasının nasıl kirli olduğu. Mafyayla nasıl içli dışlı olduğu. Onlardan nasıl menfaat temin ettiği. Sporun siyasetle nasıl iç içe girdiği. Bursa’nın küme düşeceğini 3-4 gün önceden siyasetin üst düzey simalarının nasıl bildiğini. Çok açık söylüyorum, bugünkü AK Parti’nin kurmayları, telefon konuşmalarına göre, net bir şekilde Bursa’nın küme düşeceğini, Rize’nin kümede kalacağını 3-5 gün önce AK Parti kurmaylarına söylendiğini biliyoruz. O zamanlar neden rahatsız olmuyorlardı? Bugün pislikten rahatsız oluyorlar ya hani, o zaman neden rahatsız olmadılar? Polis bu kadar duyarlı, dosyaları fotokopilerle çekip, bin adet kaşeli belge gönderiyorsun kozmik odaya, ki polis savcılığa bağlıdır federasyona değil. Emniyet o zaman bu soruşturmayı yürüten komiserlerin çoğu hala oradalar ve o soruşturmada neden bir dosya hazırlayıp federasyona göndermedi? Görüyorsun uydurdukları yasayı umursayan da yok. Bir yasa çıkarttık ona binaen gönderiyoruz diyorlar da o yasayı bekleyen bile yok yani. Anında Federasyonun uyduruk tüzükleri mübarek bir şey oldu ve kozmik odaya gönderip değerlendirmeye aldılar. Türk medyasında Serhat Uluerenler, Şansal Büyükalar, Ahmet Çakarlar bunların hepsi kirlidir. O gün de gelir, hepsini çıkartırız ortaya. Bunların konuşma hakkı da yoktur. Konuşamazlar. Serhat Ulueren Rıdvan Dilmen’in bahis çetesi ile ilgisi olduğunu iddia eden haberde, o işi nasıl birilerinin başına sardıklarını gitsinler dava dosyasında baksınlar. Orada yazıyor.
O: Dosyanın içinde var yani.
L: Net. Mahkeme dosyasında. Adamın itirafında, Serhat Ulueren, Ahmet Çakar’la ilgili iddialar var. Şimdi bu adamlar temizlik dersi veremez. Ya da Şansal Büyüka’nın Sedat Peker’e “kardeşim senden bana zarar gelmez” demesi. Zaten ortada yok da. Şansal bey. Lig TV’nin koca genel müdürü. Aziz Yıldırım’a medya getirir, medya götürür diyen adam ortada yok. Düşünüceğiz bunları. Hepsini konuşacağız. Ya da Rize maçında olacakları bilen bir gazeteci, Vedat Peker ile olanları konuşurken, diyor ki “Aman abi Yılmaz Vural konuşmasın da vallahi ikinizi de küme düşürürler” diyor. Kim? Gazeteci. Aynı zamanda Serhat ve Savaş isimli birilerinin yanında çalıştığını anlıyoruz konuşmadan. Çünkü Sedat Peker diyor ki “Sen Serhat’a söyle, Savaş’taki haberleri de yapsın” diyor. Kim bu Serhat? Yanında Savaş çalıştıran Serhat kim? Bunlar önce ellerini yıkasınlar, ağızlarını çalkalasınlar, sonra da başka iş bulsunlar. Medya da temizlik yapılsın, yapılacak adam da çok, bunlar da unutulmasın. Ben unutmayacağım en azından. Kimler temizlik istiyor? Siyaset mi? Yüzü yok. Medya mı? Yüzü yok. Polis mi? Yüzü yok. O yüzden de güvenmiyorum yani. Kadıyı kime şikayet edeceğiz yani. Saçma sapan bir süreç yaşıyoruz. Bence bu Fenerbahçe’yi Türk futbolundan temizleme operasyonu. Başkanı daha gözaltına alındığı anda sen Metris Cezaevi yazabilecek bir güç yürütüyor bu operasyonu. Siyaset mi bilmiyoruz, cemaat mi göreceğiz? Biz buradayız. Fenerbahçe 104 yıldır burada. Göreceğiz sonunu.
O: Peki medyayla ilgili son soru olsun, medyayı kapatalım bir de Fenerbahçe tarafı nasıl davranıyor, Galatasaray, Beşiktaş rakiplerimiz nasıl davranıyor kısmına bakalım. Son soru şu, yıllardır rakiplerimiz tarafından özellikle Fener medyası olarak tanımlanan bir kesim var.
L: Tabi Hıncal Uluç’un yarattığı bir efsane.
O: Nedense aynı isimleri, herhangi bir rakip takım yazarı olarak adlandırılabilecek isimlerden daha fevri, daha sert bir şekilde Fenerbahçe’ye yüklendiğini görüyoruz. Bunun sebebi ne ki?
L: Fenerbahçe medyası diye bir şey yok. Bunu yıllardır anlatmaya çalışıyoruz da kime anlatacaksın. Galatasaray yönetimi medyaya her zaman çok daha hakim olmuştur. Her Galatasaray yönetimi. Fenerbahçe başkanı da medyayı sevmez. Sorun bu. Siz bugün gidin x bir gazetenin kafeteryasına mesela çok mutlu olabilirler, abi haklı çıktık, ben demiyor muydum Aziz Yıldırım filan. Hakikaten diyorlardı. 14 yıldır Aziz Yıldırım hakkında bir ton şey konuşuldu gazete kafeteryalarında. İpe sapa gelmez. Rüştü’yü dövdürdü. Hala yazıyorlar. Olmadığını, belgeleriyle ortaya koyduğumuz halde, hayır. Kaptanını dövdüren başkan, bilmem ne yapan başkan filan. Eğrisi doğrusu. Bir tane doğru varsa dokuzu yalan. Dezenformasyon çok şiddetli bir şekilde oluşturuldu başkana karşı. Öyle bir ortam oluşturuldu ki, bu olaylar ortaya çıktığında bütün medya buna eyvallah dedi. İstedikleri bahaneyi elde ettiler yani. Net bir şekilde. Aziz Yıldırım’ın hatası medyaya şirin görünmemek. İyi anlaşmak zorunda hissetmedi kendini. Böyle bir stil geliştirdi. Sevmiyorsam sevmiyorum. Kimse beni, ne bileyim ben de böyle bir insanım belki. Sevse ne olur sevmese ne olur dersin de. Fenerbahçe başkanı olduğu için zarar verdi kulübe. Mesela ben bunu derim ama Fenerbahçe başkanı diyince böyle bir cepheyle karşılaştık biz. Ama şöyle düşünün gazeteciyim diye gezen çok fazla insan şöyle bir şey yaptı, Fenerbahçe muhalefetinden maddi manevi destek görenler, gazetelerde sırf Aziz Yıldırım düşmanlığı adına kalem çalan bir sürü insan oldu. Aziz Yıldırım’ın sevmemek için sebebi de çok. Ben dosyalarda… Bir gün benim tembelliğimden, bir blog açıp yazıcam hepsini. Fotokopilerini koyucam, herkes okusun, çıkarsın ne çıkartacaksa. Ama haklı sebepleri var. Bana inanıyorlarsa mesela buna da güvenebilirler. Çok uğraştılar o adamla. Nefret etmek için yeterli sebebe sahip. Türk medyasından nefret etmek için.
… “COLİN KAZIM BOŞUNA SEVİNİYORSUNUZ BİZ TRABZONSPOR’A KAYBEDECEĞİZ DEDİ”
O: Hepimiz gibi.
L: Gelelim Galatasaray ve Beşiktaş’ın konumuna. Bu arada Fener medyasıyla ilgili. Fener medyası, nefis bir laf. Mesela Hıncal Uluç şu günlerde güzel yazılar yazıyor. Ne kadar hakkaniyetli, insaflı. Çünkü onun yerleştirdiği adamlar yeterince saldırıyor. Kendi ellerini kirletmesine gerek yok. Kendini nefretin ortasına oturtmasına gerek yok. Şu anda insaflı abi oldu. İyi polis, kötü polisi rahatlıkla oynayabiliyorlar içlerinde. Ama yıllarca, fener medyası fener medyası. Fenerbahçe ne zaman alsa yürüse “hakemleri bağladı” Ki o 2 kez bunu yazdı, 2 kez Fenerbahçe şampiyonluğu kaybetti. Çok günahları var. Bedelini ödeyecekler ama nasıl ödeyecekler, Fenerbahçeliler bunu unutmazsa ödeyecekler. Ama unuturlarsa, yeni gelen başkan Messi’yi getirdiğinde mesela atıyorum, kim gelecekse artık, hafızalarını diri tutmazlarsa.Fenerbahçe medyası bir balondu, bu operasyonun ilk patladığı balon bu oldu. Utanırlar mı sıkılırlar mı, niye böyle yaptık derler mi? Mesela süreç sonunda Fenerbahçe aklanırsa, Aziz Yıldırım aklanırsa, hiç kimse böyle bir şey yapmayacak. Onu beklemesinler. Gazete olmanın gereğidir. Tükürdüğünü yalamazlar. O zamanlar yargıya güvenmezler mesela. Şimdi biz güvenmiyoruz ya onlar güveniyor. Velev ki aklandın bu sefer onlar güvenmez. Çok basittir, bunun bahanesi mutlaka bulunur. Çok fazla yalan uydurdular, hakemleri ajite ettiler yayınlarla. İnsanları birbirine düşürdüler. Aynı evin içinde baba çocuk evinde kavga ediyor. Niye? Medyadakiler daha fazla kazansın rating alsın diye. Aynı insanlar mesela Habertürk dedik ya etik yok filan. Bu iki olayla ilgili örnek veriyorum. Ben Habertürk’teyken, net bir şekilde Spor Müdürü Halil Özer bana dedi ki, elimizde Denizlispor maçında olan her şey ile ilgili, olanların perde arkasıyla ilgili belge geldi dedi. Yıkıcaz ortalığı. Ben de nasıl Allah Allah heyecan yaptım. Önemli bir şey çünkü. Hep konuşulan şüpheyle yaklaşılan bir maç. Medyada hep insanların merakını çekecek böyle sorular sorulmuş ama cevabı hiç gelmemiş. Gerçi hiç konuşulmadı. Fener yenilince konuşulmuyor çünkü. Gerçek fenerliler konuşuyor, fener medyası yatıyor biliyorsun. Ben de gidip gelmeye başladım. Halil bey ne zaman yayınlacaksınız bunları filan. Haftaya, haftaya. Bugüne geldik. Daha görmedik. Halbuki çok net ifadelerle, Tahir Kum aldı, yazacak denen haber. Sonra şey onaylatamadık, check yapamadık filan. Şimdi kim check yapıyor? Herkes alıyor yazıyor. Mesela, geçen yıl ki, TT Arena’da herkesin bildiği bir şey, bir sürü tanığı olan, hani soyunma odası kulisleri yazıyorlar ya. Fenerbahçe başkanı hakem odasını bastı. Rezalet. Bastıysa ceza alsın. Olmaz yani. Ama mesela Colin Kazım kapıyı açıp “boşa seviniyorsunuz oğlum biz Trabzona vereceğiz maçı” diyen adam, hakikaten o maçta da kırmızı kart gördü, bu bir sürü insanın içinde oluyor ama kimse bunu yazmaz. Ya da Fenerbahçe başkanının Buca maçında ambulansla otele gidiyor, hani Musa’yı satın almış ya, Musa da gol atıyor o maçta nasıl bir şikeyse. Adam da heyecanla ambulans kapıda otelde izliyor maçı. Bu nasıl şike, nasıl bir beceriksizlik.
O: Ya işte şike yerine teşvik primi vermiş olabilir Fenerbahçe. Ahaha. Şeye geçelim mi? Galatasaray ve Beşiktaş, taraftar olarak da kulüp olarak da konumları.
L: Şimdi soruşturmanın içinde adı geçen kulüplerden geçelim. Beşiktaş taraftarı hiç öyle efendi efendi biz duruş sergiledik olayına gelmesin, ben yemem. Türkiye’yi inandırsalar beni inandıramaz. Bursanın küme düştüğü sezonla ilgili belgeleri ortaya çıkardığım zaman bir tane Beşiktaşlı bizim duruşumuz budur, özür dileriz demedi. Ya da Bursa küme düştü ne yapabiliriz demedi. Şimdi bu kupayı iade edip, bir de kupanın haklarından yararlanmak filan. İşte mecburuz, listeler verilmiş filan. İstemem yan cebime koy. Bir kere kupa nerede, iade edildi mi filan? Bir görelim. Bu kadar ucuz kahramanlıklarla bir yere varılmaz. İkincisi Beşiktaş taraftarının o manifestoyu yazmasının nedeni buz gibi bellidir, iki gün önce Trabzon’un şampiyonluğunu iade edin diyen taraftar grubu tükürdüğünü yalayamamıştır. Yangına körükle gittiler. Bugün ortada kanıtlanmış hiçbir şey yokken Serdal Adalı ve Tayfur Havutçu’yu bence Beşiktaşlılıklarından utandıran bir noktaya getirdiler. Çok mu zor? Hukuken ve ahlaken çok rahat söylenebilecek bir şeyin arkasında durmak. Herkes masumdur. Aksi ispatlanana kadar. Herkes. Bunun aksini söyleyen hiçbir grup anarşist filan olduğunu söyleyemez. Bu faşizan bir söylemdir. Efendim biz aklanana kadar suçluyuz. Bunu nasıl söyler yani sol görüşlü olduğunu hele hele anarşist olduğunu iddia eden bir topluluk. Bu nasıl devlet severliktir, bu ne polis severliktir. Bu nasıl anarşistliktir? Hiç yakıştıramıyorum. Sonunda da utanacaklar bence. Suç varsa da yoksa da neden şimdi sorusunu sormuyorsan taraftar olarak, çünkü bu ülkede bir sürü futbol adına cinayet işledi. Şike demiyorum bak cinayet de işlendi futbol adına. Sen elinde kanun tüzük varken, yemişim Türk Ceza Kanunu’na şikenin girip girmemesini. 14 Nisandan önce şike suç değildi diye rezil bir cümle kurulabiliyor televizyonlarda. Şike her zaman suçtu, bunu düzenleyen tüzükler var hiç olmadı UEFA’ya bağlısın ya, bunun bir tüzüğü var. Dersin ki sen, uluslar arası bağlı olduğun kuruma, cezalandırmak açısından da tüzüklerini kullanabilirsin. İstemediler. Neden istemediler? Siyaset içine girdiği için mi? Bu arada Beşiktaşlılar ben onların küme düşmesini istiyorlar filan, ben öyle bir şey istemiyorum. Ben şunu diyorum Beşiktaşlılara “arkadaşım açsanıza gözünüzü”
O: Peki şimdi soruşturmada adı geçen kulüpler yönünden devam edelim. Trabzon.
L: Trabzonspor bu soruşturma boyunca tuhaftı bence. Hala da öyle. Neyle suçlandıkları da belli değil. Biz Fenerbahçe ile ilgili doğru ya da değil bütün iddiaları gazetelerden çarşaf çarşaf okuyoruz ama Beşiktaşlılar için bir İbrahim Akın söylendi. Çocuk kesinlikle itiraf olmadığını söyledi. Trabzonspor başkanı neden gözaltına alındı? İfade verdi? Ve bir de kendini aklandım sanıyor. Yani böyle bir şey yok? Yani bu bende Karadenizliyim işi buraya bağlamak istemiyorum ama Nevzat Şakar, bir hafta hastanede yattı, 10 gün istirahat verildi kendisine, anlayışlı şekilde. Hastaysa öyle ama. Bugün ayakta gördük kendisini. Eğer fotoğraf yeniyse. Hala daha Trabzonla ilgili suçlama nedir bilmiyoruz. Polis şöyle bir şeyle suçladı “deneyip de başaramamak” Vay canına. Deneyip de başaramadıysa neden gözaltına alınıyor koca Trabzonspor’un başkanı? Trabzonsporla ilgili ve Beşiktaş ile ilgili belgelerin açıklanacağı söylendi twitterdan bazı hani çok iyi gazeteci arkadaşlarımız var ya. Gazeteci olan alır diyorlar hani. Hala alsınlar da görelim diye bekliyoruz. Neyle suçlanıyor bu insanlar filan? Trabzonun suçu ne? Bilmiyoruz hala. Trabzon hakkındaki iddialar neler? Ama adamlar çıktılar efendim biz aklandık, yargı çok hızlı işliyor bu süreçte. 15 günde infaz da yapılacak aklananlar da belli oldu. Bir de kupamızı istiyoruz diyorlar. Ya bir dakika. Sen zan altındasın daha ben bir göreyim seninle ilgili iddiaları. Ayrıca al kupayı. Kupa ne kadar ajite edildi. Kupa görmek istemiyorum ben artık. Yani, kupayı alsan rahat mı edeceksin? Fenerbahçe ile ilgili bu kadar kuşkuların var. Kendini neden bu kadar rahat hissediyorsun? Senin de başkanın gözaltına alındı. Ayrıca doğru olan mesela Trabzonspor başkanının tedbir hükümlerinin uygulanması. Fenerbahçe başkanı tutuklu yargılanıyor filan. Bu dengesizlik neden? Çok çirkin. Mesela Trabzon bunu yaptıysa, Trabzon başkanını gözaltına aldın. Tek başına mı yaptı? Orada bir “örgüt” yok mu mesela? Eğer şike örgütlü bir suçsa ki değil, öyle bir kanun düzenleme yok. Fenerbahçe bunu örgütlü yapıyor da mesela Beşiktaş niye tek başına yapıyor? Trabzondakiler niye çete değil de Fenerbahçe çete oluyor filan? Birbirini daha çok sevdikleri için mi çete oluyorlar? Fenerbahçeliler bir çete olmaya itildiler zaten. Böyle bir sevgi çetesi oluştu. Artık ne desen ikna edilmeyecek bir noktaya geldiler. Beşiktaş ve Trabzonsporlular hiç kenara çıkmasınlar. Bir şey varsa, basın üstüne alınmıyorsa da eninde sonunda bir dava hazırlanacak, iddianame çıkacak. Ben gideceğim, hepsini de yazıcam, Fenerbahçe aleyhine ne varsa onları da yazacağım. Beşiktaş Trabzonspor hakkındakileri de yazacağım. Eninde sonunda bu işler hazırlanacak. Evraklar ortaya çıkacak.
O: Galatasaray’ın şansı küme düşmeme mücadelesi vermesi mi?
L: Bugün İhsan Kalkavan öyle bir laf etti. Ki kendisini de referans kabul etmem. Öyle tuhaf bir süreç. Mecnun Odyakmaz Socrates’den alıntı yapıyor, İhsan Kalkavan çıkıp diyor ki Galatasaray kendine baksın. Ne günlere kaldık. Galatasaray. Önce dediler ki, Türk futbolunun bu fırtınadan çıkmasını istiyoruz, TFF’nin arkasında duracağız. İlhan Cavcav konuşma yapıyor, Ali Dürüst arkasında duruyor. Ertesi gün Galatasaray Başkanı diyor ki “bu yangın üfleyerek sönmez.” Peki sönmez de üstüne benzin dökerek mi söner? Galatasaray ne yapmaya çalışıyor? Zaten Türk kulüpleri bir takım kendilerini düşünen, Fenerbahçe’yi zerre kadar umursamayan, kendilerini düşündükleri için Fenerbahçe’nin küme düşmesine tahammül edemeyen, İlhan Cavcav gibi Fenerbahçe’nin kanını emse doyamayacak bir adam, “aman efendim kimse küme düşmesin” diyor. Gelirleri azalacak. Borçlarını ödeyemeyecek filan. Haklı herkes kendini düşünüyor şu hayatta. Dediler ki Galatasaray fırsatçılık yapmasın. Galatasarayın ki fırsatçılık mıdır? Bunu herkes kendi vicdanında karar versin. Mesela Galatasaray şu anda Forlan’la transfer görüşmeleri yapıyor ve diyorlar ki Forlan’a “Fenerbahçe küme düşecek, yakında bu açıklanacak. Sen bize gel, biz birkaç sene rahatız” Forlan’a bu söyleniyor. Forlan’ın kampında kim var? Diego Lugano var. Lugano bu endişelerini arkadaşlarıyla paylaştığı için ben bunu diyorum. Bu bir dedikodu değil. Forlan bu şekilde motive ediliyor, Galatasaraylı yöneticiler tarafından. Tebrik ediyoruz Galatasaray yöneticilerini. UEFA nezdindeki girişimleri de çok şık, yakışıyor kendine. Ezeli rakip, ben şu an bir Fenerbahçeli olarak bunu söylüyorum, yakıştırıyorum. Ama bir gazeteci ve Türkiye vatandaşı olarak “bravo yangını söndürmüyorlar, üstüne benzin döküyorlar” diyorum yani. Velhasıl kelam burada herkes kendini düşünüyor şu an.
O: O zaman şimdi şeyi yapalım mı? Bütün süreci konuştuk, sürece dahil olan herkesi. Bizim de tabi belirli itirazlarımız var. Biz neye itiraz ediyoruz, tekrar söyleyelim. İnsanlar da şu algı oluşmaya başladı “siz şikeyi savunuyorsunuz” halbuki biz, en baştan, bu militan tavra evrilirken de dediğimiz şuydu, “eğer bir şike varsa buna tamamen kaniyiz ve gereğinin yapılmasını istiyoruz.”
L: Bunu yargı sonucunda. Diyecekler ki yargıya güveniyor musun? Güvenmiyorum abi. Bunu yapan savcıyı görüyorum. Bunu söyledik. Ama edep bunu gerektiriyor. Hem insan olmanın hem gazeteci olmanın adabı. Hem de hukuka güvendiklerini söyleyenler var, bunu da yerine getirin bari. Bak ben güvenmediğim halde, hukuken bekliyorum. Sen bu kadar güveniyorsan, sen de bekle yani. Temelde itirazım, çok çirkin bir soruşturma süreci olması, hukukun yerin yedi kat dibine gömülmesi, %100 gizli yürütülmesi gereken bir süreçte kozmik odalarda dosyaların karıştırılması. Olamaz. Bunun hiçbir hukuki dayanağı yok. Bunu bir adliye muhabiri, bir gazeteci olarak söylemiyorum. Spor Hukuku Enstitüsü açıklama yaptı. Neye dayanarak bu belgeler talep edildi ve neye dayanarak bu belgeler gönderildi? Neye dayanarak yani? Olacak iş değil? Hangilerini gönderdin? Sen bir kere husumet var aranda. Polis taraftır. Birilerini suçladığı için taraftır. Sen şimdi seçip gönderiyorsun. Hangilerini seçip gönderdiğini ben nereden bileceğim. Benim hakkımda hüküm verilecek, benim lehime olanları kullanmıyorsun. Leyh derken, nedir mesela? Leyh şudur. Mecnun Odyakmaz, ki onun hakkında pozitif bir şey söylediğime inanamıyorum, adam diyor ki mesela soyunma odasında “arkadaşlar maçı satan karısını satar” çok afederisniz, laf ona ait. “çıkın kimseyi sakatlamayın oynayın oyununuzu alın maçı” diyor. Şimdi burada bana suç unsuru bir şey söyle. Bir futbolsever olarak.
O: Normalde sakatlayan futbolcularımız var ancak o olabilir yani.
L: Vur kır parçalaya gerek yok. O şunu söylüyor yani. Kimseyi vurup kırmayın ama çıkın oyununuzu oynayın. Biz bu maçı namusumuzla oynayacağız diyor. O maçta 4-3 bitiyor zaten. Söyleneni uyguluyor Sivassporlular. Ya da Ümit Karan diyor ki Aziz Yıldırım’ın arkadaşına “Ağabey sen merak etme, buraya Trabzonspor’un parası girmez. Biz onları da yeneriz sizi de yeneriz.” Şimdi Ümit Karan ne deseydi yani? Bunu diyor zaten. Demesi gerekeni söylüyor. E peki? Peki? Yani? Hakikaten çok tuhaf. Seçme derken, bunu diyorum. Bunlar giriyor mu mesela? Bunu polis seçti ve daha savunma avukatlarının görmediği şeyler bunlar. Çok ayıp. Çok ayıp. Hukuken hiçbir sığınağı yok. Bu kadar hukuksuzluk suçlananlara yarar. Uzun vadede. Türk hukuku ne kadar verirse versin, bunca rezillik, bir yerlerden döner. Adaletin tek ayağı topaldır ama gideceği yere varır. AİHM’de varır, CAS’ta varır. Bir yerde varır. Çünkü hukuk evrensel, Türk mahkemelerinde bitmiyor.
O: Son olarak, sokağın tavrı nereye evriliyor? Çünkü hakikaten ortada bir şey de görmeye başladık. Tepkinin de doğduğunu görmeye başladık. İlk şu boğaza doğru, köprüye doğru yürürken. Sonra Shaktar maçında gördük tepkiyi. Nereye gidiyor sizce?
L: Hiç iyi bir yere gitmiyor. Çünkü Fenerbahçe taraftarı öfkesinde haklı. 2 şampiyonluğu gitmiş, ikisinde de kulüp çıkmış demiş ki, arkadaşlar şu maçları incelesin bu ülkede federasyon otursun izlesin ki Fenerbahçe hala aynı şeyi söylüyor. Açın şu maçları bir izleyin. Şike var mı yok mu? Ama mesela, Fenerbahçe aleyhine işlediğinde bir takım oyunlar, Fenerbahçe şampiyonluğu kaybettiğinde kulağının üstüne yatmalar, umursamamalar, bir şey söyleyeceğim. Bu yıl Trabzon ligi 2. Bitirdi. Neydi o medyadaki efendim iki şampiyon var, kupayı ikiye bölelim, işte onların da anasının ak sütü gibi helal. Fenerbahçe iki tane şampiyonluk kaybetti son maçta ben böyle bir şey görmedim. Kimse onlar da mücadele etti demedi.
O: Aynı şey erkek basketbol için de geçerli. Galatasaray ikinci oldu ve yine aynı şey söylendi.
L: Fenerbahçe şampiyon olunca ikinci olan gönüllerin şampiyonu olur biliyorsun. Fenerbahçe kaybederse, lig tertemiz, bakılacak edilecek bir şey yok, şüphelenilecek bir şey yok, vesaire. Fenerbahçeliler bunu biliyor. Kimse bilmese Fenerbahçeliler bunu biliyor ve o yüzden siz bu adamları reel gerçekten bahsediyorum, ikna edemezsiniz. Fenerbahçenin iki kupası gitti, kimse kılını kıpırdatmadı, Başkan çıkıp son 10 maç incelensin dediği halde kimse oralı olmadı. Bir televizyon programı hadi şu 10 maça bakalım demedi. Bir kişi bunu yazmadı. Herkes eğlendi. Zevk aldı bundan. Oh nasıl Fenerin kupasını aldık vesaire. Şimdi Fenerbahçelileri nasıl ikna edeceksiniz? Fenerbahçeli şöyle diyor, benim aleyhime suç işlenirken neredeydi polis, siyaset, medya neredeydi? Bunu sormaya da hakkı var. Cevap alamasa da inanmama hakkı var bu sefer. Bu süreç o kadar çirkin ilerledi ki, başkanı rezil etme çabaları silahlı çete gibi büyük yalanlar söyleyip, içeride olmasına Şekip Mosturoğlu’nun itiraf ettiği gibi büyük yalanlarla destek vermeye çalışıp filan, şimdi polis ne çıkarsa kimse inanmayacak. Zaten bir şey de çıkmıyor. Bugün gazetelerde gördük. Eskileri ısıtıp yayınlıyorlar. Yargı sonucu da Fenerbahçelilerin umurunda değil. Kendi adıma konuşayım. Burada yürüyen 100.000 kişiye 3000 kişi yürüyor dedin, köprüyü hiç görmedin, polisin orada çoluk çocuk üstüne biber gazı atmasını da görmedin, burada sahaya indi güruh oldu millet, canı yanan insanlar, Shaktar’ın kaptanı çıkıp diyor ki ben anlıyorum Fenerbahçe taraftarını çünkü şampiyonlukları sorgulanıyor diyor. Shaktar’ın kaptanı. Ya da bir başka oyuncusu diyor ki Fenerbahçe’nin ne kadar sevilen bir başkanı varmış, ben ilk defa böyle bir şey gördüm diyor. Bizimkiler güruh diyor. 3 maç ceza verilecek diyor. Süper. İnsanlar ders çıkarmazsa bu süreçten, Türkiye’de futbol diye bir şey kalmadı zaten, hani bari basketbol’da voleybol’da rahat edelim. Bundan sonra Türkiye’de sağlıklı maç oynanamayacağını, ilk defa bahse girerim mesela. Ki ben hiç bahis oynamam. Buna bahse varım. Daha bu stada Trabzon gelecek, Beşiktaş gelecek, Galatasaray gelecek. Bu maçlar nasıl oynanacak? Çok yazık. Türk futbolunu bitirdiler. Bunu da siyaset isteyerek bitirdi.
O: Çok kötü şeyleri de konuştuk,
L: Çok kötü hiç umudum yok.
O: Geçmişle ilgili bir şey söylesek. Geçmiş bir maç var mı hatırladığınız?
L: Ben şampiyonlar ligi fantezisi çok güçlü bir insanım. Türk futbolu beni hiç mutlu etmedi. Ben bir Sevilla maçında Chelsea maçında sevinçten ağlamak neymiş orada gördüm. Sevinçten ağlar mıymış insan. Çok Türk filmi gelirdi. Hayatımda iki kere sevinçten ağladım. Bir Sevilla maçı bir Chelsea maçı. O müziği duymak bile.
O: O maç yani.
L: Lugano gibi ısrar etmek istiyorum, Fenerbahçe şampiyonlar liginde oynayacak, , Fenerbahçe şampiyonlar liginde oynayacak. Bunu yapanları asla affetmeyeceğim. Bu kulübe bunu nasıl yaptılar bilmiyorum. Bunu yapanları her zaman sorgulayacağım. Neden Fenerbahçe neden şimdi bu soruları soruyoruz ya bilmediğimizden değil. Hiçbir Fenerbahçelinin utanacağı bir şey yok. Hele hele dinime küfreden Müslüman olsa diyeceğimiz adamların laflarını dinleyerek üzülmesine –ki zaten kimse üzülmüyor- herkes tavrını ortaya koydu. Allah’tan Fenerbahçeliyiz de bu süreci böyle yürütüyoruz.
Devamı ...