29 Mart 2011

Fenerbahçe'nin haybeye karnesi (1) - Kaleciler


- Volkan Abi kurtarma artık gözünü seveyim. Nüktedanların diline düşürecen beni...

Diyorum ki bizim başkana da, nüktedan başkana da, Mourinho muhibi öbür başkana ve hattâ bizim başkanın kankası devrik başkana da hiç bulaşmadan bir yazı yazayım. Bu yazının konusu Fenerbahçeli futbolcuların 2010-2011 sezonunda gösterdikleri performans olsun; şeklimiz serbest nesir, meşrebimiz ayarında bir fırlamalık, rehberimiz ise Müjdat Yetkiner olsun. Kalecilerle başlıyoruz...

Volkan Demirel:
Bu sezon henüz götüyle top durdurmamış olmasına rağmen, Fenerbahçe'deki en iyi sezonunu geçiriyor belki de. 26 lig maçının 24'ünde ve Avrupa maçlarının tamamında (böyle yazınca sanki bir sürü Avrupa maçı yapmışız gibi oluyor, bozmayın) oynamış. Birkaç yıl önce sorsanız, "Volkan olgunlaşır, durulur mu?" diye, mağrur bir dublaj Türkçesiyle, "Bu Hagi'nin tercümanının Türkçe öğrenmesinden bile daha zor dostum, anlıyor musun" diye cevap verirdim ama Volkan Demirel olgunlaşıyor, duruluyor, hatalarından arınıyor ve birkaç yıl sonrasının takım kaptanlığına şimdiden göz kırpıyor. Üstelik, bu sezon Sevilla'daki o geceyi hatırlatan arabesk hatalarını da tekrarlamadı. Volkan'ın ve diğer Türk futbolcuların performansındaki Aykut Hoca etkisini de gözardı etmemeli. ("Evlendi de ondan" diyecekler de vardır, ondan emin değilim. Ben neredeyse yedi yıldır evliyim, hâlâ olgunlaştığım, hatalarımı minimuma indirdiğim, herhangi bir yerde kaptanlığa göz kırptığım falan söylenemez.)

Fehmi Mert Günok: Bizim yedek kaleci film artisti gibi çocuk değil mi? Maşallahı var. Yıllar evvel minibüste kulak misafiri olmuş bir arkadaş. İki ihtiyar mahalle camisine atanan yeni imamdan söz ederken, bir tanesi, "Çok da yakışıklı maşallah. Yumurta gibi çocuk," diyesiymiş. Mert Günok'u fazla seyredemediğimiz için diyecek şey bulamıyor insan. Üçü lig, ikisi kupa beş maçta oynadı. İki gol yemesine rağmen deplasmandaki Trabzon maçı da dahil olmak üzere ben beğendim Fehmi Mert kardeşimi. "Fenerbahçe'nin geleceği emin ellerde," desem Lig TV'de vakit doldurmak için yayınlanan stüdyo programı hissiyatına bürünüp, despresyonun eşiğinden döneceksiniz; iyisi mi burada keseyim ben.

Serkan Kırıntılı: Fener'e geldi diye sevinmedim ama o kadar da kötü kaleci değil yahu bu çocuk. Talihsizliği sezon içindeki minör krizin doruğa eriştiği Buca maçında kalede olmasıydı. Deniz Barış'ın gidişinden sonra, şöyle sessiz sedasız bir günah keçisi bulamayan, "futbolcu-ıslıklayıcı, oyuncu-seçici, ben-bu-bilete-kaç-para-saydım-sen biliyon mu"cu taraftarın da yeni sevgilisi oldu. Bundan sonra işi zor Fener'de. Üçüncü kaleci olarak bir sezon daha geçirdikten sonra Manisaspor'un falan yolunu tutar.

Volkan Babacan: Kendisi hâlâ Fenerbahçe'nin futbolcusu. Nüktedan başkan kendisiyle ilgili yorumunu yaptı biliyorsunuz; Süleyman Hamid kardeşimiz sağolsun ertesi hafta da söz konusu yorumun sağlamasını.

Devamı ...

27 Mart 2011

Gidin Artık



Galatasaray'lı olmasına rağmen yıllardır kız basketbol takımımızda görevli olan, yıllardır krizsiz, kavgasız, dövüşsüz bir sezon yaşamayan şubede her skandalda adı geçen, kapıdan kovulup bacadan içeri zorla sokulan, Fenerbahçe'yi bilmeyen hatta sevmeyen, Fenerbahçe'li sporcu nasıl davranmalı bundan bihaber olan, bizimle duygu, görgü, tarih birliğine sahip olmayan, yaşanan onca krizde bir kez olsun vakur bir tavır sergileyememiş, kumpasçı, dedikoducu manejer artık çeksin gitsin. Bir Galatasaray'lı olarak bu kulübe verdiği zararlar artık yeter.

Bu şubede bir oyuncu twitterında koçu için ırkçı tanımını kullanma cüretini nasıl gösterebilir ? Bir oyuncu antrenman sırasında başka bir oyuncuyu nasıl dövebilir ? Dünyanın en iyi oyuncularından birisi arkadaşına yapılan haksızlıklardan sonra takımı terk edip giderken bu skandalda kendinizde nasıl hiç suç bulmazsınız ? Ve bunların hepsi sadece 1-2 ay içerisinde yaşanırken, size hesap soran yok diye kendinizi rahat mı hissediyorsunuz ? Hacettepe skandalı ortaya çıkınca aklandığınızı mı zannediyorsunuz ? Fenerbahçe'de görevli olmak milyonlarca fenerbahçe sevdalısına hizmetle yükümlü olmaktır, bunu size kimse söylemedi mi ? Bu klübün tarihinde, bir oyuncunun hocası hakkında ortalıkta faşist suçlamasıyla dolaşması utancıda yaşanacakmış. Bunu da gördük. Angel bir daha bu takımın formasını giyerse, bu cıvık ortamı yaratanlar hala görevde kalmaya devam ederse, akp torpilli manejeri kovarsak hükümetle ilişkilerimiz acaba ne olur diye düşünülmeye devam edilirse utancımız, öfkemiz katlanarak artar. Ama kimin umurunda. Bu klüpte Fenerbahçe'yi Fenerbahçe yapan değerlerin gün geçtikçe tüketiliyor oluşundan rahatsız olan kaç kişi kaldı acaba.
Devamı ...

24 Mart 2011

Haydi Bastır Whitecaps



Bilmem kaç saat aralıksız çalışmaktan beynim yandığına göre boş boş televizyona bakmak yerine yazıyı tamamlayıp öyle uyuyayım. Geçen hafta sonu ilimizin takımı, Pasifiklerin yüz akı Vancouver Whitecaps'in Major League Soccer'daki ilk müsabakası oynandı. Vancouver'ın eski Amerikan Liginde (Pele'nin falan oynadığı) bir takımı varmış fakat o lig kapatıldıktan sonra yeni açılan MLS'de oynamak için bugüne kadar beklemiş. MLS, gezegenimizde Türkiye Liginden daha yavaş futbol oynanabilen tek lig olmayı başarsa da Kuzey Amerika'nın en büyük ligi. Whitecaps, 2 sene önce Steve Nash'in takıma ortak olmasıyla birlikte lige başvuru yaptı ve başvuru kabul edildi. İlk maçlarını da ligin diğer Kanadalısı Toronto FC ile oynadıklar. Nash, şurada da yazdığı gibi maçta taraftarların arasındaydı.

Takımı pek tanımasam da anladığım kadarıyla bu yaz İsviçre Ligine bir uğramışlar. Young Boys geçmişli Zürih'ten gelme oyuncular var. Tabii yanıma futboldan anlayaman Kanadalıları alıp gidince ortamda futbol gurusu olarak takılıyorum. Whitecaps maça 4-4-2 ile Toronto FC de daha çok 4-5-1'e benzeyen 4-3-3 ile başlıyor. Toronto'nun biraz uyduruk bir takım olduğunu da biliyorum. Geçen yıllar MLS'teki maçlarını izliyordum. Forvette bir tane apaçi var, gerçek anlamıyla kazma. Tabii 4-4-2 falan diyerek sayılardan bahsetmiyorum Kanadalı arkadaşlara, anlam veremezler, daha temel bilgilerle giriş yapıyorum.

Maç biraz ilerliyor, "bak şu ileride duran kel kafalı 29 iyi, sol bekteki 4 fena değil, sağ açıktaki 20 numara da nefis oyuncuymuş" diyorum. Fazla vakit geçmiyor, 20 numaranın sağdan yaptığı bindirme ve orta, 29 numaranın şutuyla Totonro ağlarında. Doğuştan gelen alışkanlıktan dolayı kale arkasında olduğumuzdan uzak kaleye atılan bu golü ayrıntılı anlayamıyorlar ama en azından 29 numaralı kelin gol attığını görüp "vay arkadaş" diyorlar. O gazla takımın ikinci forveti, 9 numaralı Afrikalının ne kadar tırt bir futbolcu olduğunu da ekliyorum gözlemlerime. Sonra bu adamların adını merak ediyorum, dağıtılan kılavuzdan bakıyorum ki 4 ve 20 numaralar İsviçreli, 29 numara da Fransız. Takımın kalanı Amerikalı, 3 tane Kanadalı, birkaç da Afrikalı var (Sonra öğrendim ki Afrikalı dediklerim Afrikalı değil Karayipliymiş). "Arkadaş, bu iş Avrupalının işi bak" diyorum.


Bir taraftan böyle Ömer Üründül gibi maç yorumu yaparken diğer taraftan da şiir gibi oynayan 20 numarayı izliyorum. Adamın adı Chiumiento'ymuş, yaşı da 26. Bu çocuk her hafta böyle oynuyorsa Avrupa'ya gider 1 seneye. Pas fakiri adamların oynadığı ligde ayağına top yakışan nadir adamlardan. Maç 1-1 oluyor, sonra Chiumiento bir slalom sonrası müthiş asist yapıp lokal futbolcuya golü attırıyor. Lokal futbolcu belli ki semt çocuğu, tribüne tırmanıyor, taraftarın kucağına atlıyor, sarı görüyor. İlk yarının sonunda hoca Chiumiento'yu sol kanada alıyor, "acaba bizim Aykut Hoca'yı mı izliyor bu hoca" diye aklıma geliyor, pek ihtimal vermiyorum sonra. Alex emekli olacağına gelip bir sene burada oynasa ya diyorum bir de içimden (kıskançlıktan).

İkinci yarı başlayacak, aman Allah, bir anons, 20 numaralı oyuncu yerine bilmem kim girdi diyor. 20 numaranın ne süper olduğunu anlattığım arkadaşlar bile "nasıl yahu?" diyorlar. Ben tecrübeli taraftar olarak hemen kulübeye bakıp işin sırrını çözüyorum, adam hafif sekerek yürüyor. "Beyler sakin, hafif sakatlık varmış." İkinci yarıyla birlikte 9 numaralı forvet de kazmalıklara başlıyor. 1 tane karambol sonrası önüne düşen topu boş kaleye yuvarlayamama, 2 tane kaleciyle karşı karşıya kaçırma ve sayısız top ezme. Yine de o kadar şanslı ki sonunda kornerin birinde önüne düşen topu boş kaleye vurabiliyor. Ben de Güiza'dan daha kötü forvet izlemiş oluyorum uzun zamandan sonra.


Fena oynamıyor ve kazanıyoruz. 4-2. Stat 25.000 kapasiteli ve tamamen dolu. Tribünde bira satışı yapan kızlar var, "işte premiyer lig bu". Tribünde elinde birayla maç izlemek güzel oluyor. Taraftarda hafif bir Avrupalılık var, melodiler Avrupa tribünlerinden. Tribünler "whiiite" "caaappss" diye karşılıklı tezahurat bile yapıyor. Pek oturan yok, genelde herkes ayakta maç boyu. Kale arkası tribününde deplasmana bile giden taraftar grubu var. Anladığım kadarıyla takımla da araları iyi. Takım maçtan sonra onların olduğu yere doğru koşup selamlıyor. Hatta golü atıp tribüne çıkan semt çocuğu futbolcu gidip bir tane taraftar grubu atkısı kapıp onu sallayarak soyunma odasına gidiyor. Hakeme sinirlenince "bullshit" diye bağırmaları benim alıştığım standartlara göre ilkokul seviyesinde dursa da atılan gollerden sonra, dağıtılan yağmurlukları sahaya fırlatıp "lütfen sahaya yabancı madde atmayalım" anonsu yaptırmaları ile takdirimi kazandılar. Neyse ki yağmur da yağmadı.

Whitecaps gol gol gol, şampiyonluk geliyor.


Devamı ...

23 Mart 2011

Abdürrahim Abi Haklı Tshirt - 29.90


Abdürrahim Abinin Fenerbahçe - Galatasaray maçı akabinde Telegol'e yaptığı müthiş duygulu açıklamadan sonra Galatasaray yönetimine bir hediye vermek istedim. En kötü gün bugünse, bugün de Galatasaray tshirtü (29.90) kadar değerli ve anlamlı olacağına inanıyorum. Sonra papaz taraflı diyorsunuz, daha ne yapalım?
Devamı ...

21 Mart 2011

Final Four Şarkısı : Olmasaydı Sonumuz Böyle



Nati'nin elinde kupayı görmeye gittiğimiz İstanbul'dan Gözde'nin elinde kupayı görerek döndük kürkçü dükkanına. Cuma günü İstiklal'de kahvaltı, öğleden sonra sinema ve kitapçılarda dolaşmayla başlayan İstanbul seyahatimiz akşamki derbi galibiyetiyle taçlandırılmış oldu. Maç sonrası kuytu masalarda hüzünle bira içen Galatasaraylı formalara inat büyük bir keyifle Taksim'de güzel müzik dinleyip keyif yaptık. Mütebessim bir başlangıç sonrası Cumartesi Burhan Felek'in yolunu tuttum. İlk yarı final maçından bir saat önce salona girdim, Rabıta-Pesaro maçını izledikten sonra bizim maçı kazananın kupayı kolaylıkla alacağı tahmin edilebilirdi zaten. Hooker'sız gücünün yarısını kaybetmiş Pesaro'yu çok da fazla zorlanmadan yendi Rabıta Bakü. Maça dair en dikkat çekici şey maç sonrası çalan Rabıta Bakü şarkısıydı.

"Rabıta rabıta voleybol kamandası, hem de en güzellerin yuvası" gibi acayip ilginç bir şarkıları vardı. Bizim maçın başlamasına yakın salonun doluluk oranı arttı. Ama bir türlü o istenilen ortam oluşmadı, salondaki dj'in saçma sapan gaza getirme çalışmaları işe yaramadı, oyuncular tek tek tribüne bile çağrılmadı. Alex'in sahada gözükmesi ve tirbünden inip oyunculara başarı dilemesi biraz canlandırsa da seyirci maçın içine 5. sete kadar giremedi.

Maça iyi başladık Gözde'ye attığımız servisler Vakıfbank'ın düzenini bozdu ve ilk set beklenilenden daha kolay geçti. İkinci setten itibaren Vakıfbank o bildiğimiz arka alan savunmasını yoluna koydu, hücumda top öldürememeye başladık, Fafoa'nın kısa olmasını çok iyi değerlendiren Özge, Glinka'yı oradan hücum ettirerek çok kolay sayılar buldu ve ikinci set sonrasında eşitlik sağlandı. Üçüncü sette bir dönem iyi oynasak da setin sonlarına doğru Vakıfbank'ın basit hatalarının artması işimizi kolaylaştırdı bir kez daha öne geçtik. Dördüncü sette Vakıfbank yine geri dönmeyi başardı. Final setinde seyircinin taraftar olduğunu ilk kez hatırlaması ve arka arkaya bloklarla 7-2'yi bulduk. Nati'nin smaçında galiba Nikoliç'in bloğuyla skor 7-3 oldu. Eğer Nati o topu öldürse saha değişimine 8-2 girip Vakıfbank'ı moral olarak çökertebilecektik belki de. Arka arkaya sayı vermeye başlayıp 6-0'lık seri yedik. 11-11'de son kez yakaladık ama basireti bağlanan takım bir 4-0 seri daha yiyip maçı verdi.

Kötümser ve tedbirli bir Fenerbahçeli olsam da maçın bitimiyle beraber mağlubiyete hiç hazırlıklı olmadığımı fark ettim. Sevinen ve üzülen oyuncuları görmeye bile içim el vermedi ve derhal salonu terkettim. Hayalkırıklığı yaşamaya alışkın bir camia olmamıza rağmen bizzat olay yerinde buna şahit olmak insanın canını daha çok acıtıyormuş tecrübeyle görmüş olduk.

Vakıfbank bizden daha iyi takım dün de öyleydi bugün de böyle yarın da öyle olacak. Biz Vakıfbank'ı eleseydik onlardan daha iyi bir takım olduğumuz için değil o gün oyuncuların daha iyi gününde olmasıyla yenebilirdik. Mesele de bu zaten, geçen yıl tüm sene sadece bir kez yenilen bir takımın güya daha güçlü ve homojen yapılandığını iddia edip nasıl olup da Vakıfbank ve Eczacı'dan daha kötü takım olabildiği.

Bir kere daha işler iyi giderken antrenör değişikliğinin lanetini ödedik. Futbolda Zico'nun basketbolda Aydın Örs'ün gönderilmesi sonrası nasıl belimizi uzun süre doğrultamadıysak Jan de Brant'in ahı da tutmuş oldu. Yerli oyuncular üzerine inşa edilip kaliteli yabancıların eklemlendiği bir kadrodan bütün yabancıları doldurup Türk oyuncuları figüranlaştıran bir anlayışa geçilmesi bu başarısızlığın en önemli nedeni. Vakıfbank'la bizim aramızdaki farkı da bu yarattı.

Gözde'nin, Özge'nin, Güldeniz'in, Nilay'ın sene başındaki peroformanslarıyla şu anki performansları arasında inanılmaz bir fark var. Bizim Türk oyunculardan ise geçen seneye göre daha iyi performans veren bir oyuncu yok. Eda ne ortadan ne iki numaradan kayarak top öldürebiliyor, Seda bu takımın en önemli oyuncusuyken, yüzüne bakılmayan yedeğe dönüştü. Naz da Türk voleybolunun altın yeteneğinden 40 yaşındaki pasörün arkasında bekleyen oyuncuya evrildi. Dünyanın en iyi voleybolcusu diye aldığımız Şaşkova'nın hali içler acısıydı. Sahadaki 12 oyuncunun en kötüsüydü. Glinka'nın, Nikoliç'in etkisini geçtim, Gözde'nin yaptığı katkının bile yarısını yapamadı. Üstelik bu kadar berbat oynamasına rağmen bir dakika bile kenara gelmedi. Guidetti üçüncü sette bir ara oyundan düşen Glinka'yı kenara alıp nefes almasını sağlayıp nasıl dördüncü sete daha etkin hazırladıysa aynı şeyi Ze Roberto da yapabilirdi ama o Skowranska ve Şaşkova'nın döküldüğü anları kenardan seyretmekle yetindi.

Guidetti'yi şu açıdan tebrik etmek lazım. Türk kadın voleybolcuların en büyük problemi zor durumda kolay pes etmek, hatanın diğer hataları tetiklemesi ve buna bağlı olarak mental direncin zayıf olmasıdır. Gözde'nin birinci set manşette göçtükten sonra tekrar ayağa kalkması, Glinka'nın 3. set çok kötü oynarken 4. sette mütiş bir geri dönüş yapması, Özge'nin özgüveni, Güldeniz'in, Bahar'ın, Gizem'in hata sonrası ayakta kalmaları takdire şayan. Alman Milli Takımında da bu şekildeydi ama biz koçun etkisinden ziyade Almanların iç disipliniyle açıklıyorduk bu durumu. Takımın her biriminden katkı aldığın ve her birini değerli hissettirdiğin zaman oyuncular da performanslarını ikiye katlayabiliyor.

Kimyayı tutturmuş bir takım da kimyası bozuk bir takımı kolaylıkla yenebiliyor. Bundan sonra ne olur nasıl bir yapılanmaya gidilir bilmiyorum ama Türk oyuncuların figüran olduğu bir takımdan bir şey beklememek gerek. Bir karar vermemiz lazım Naz iyi midir kötü müdür diye? Bu kararı verdikten sonra da oynatmak ya da göndermek lazım, iki senedir Dricx'in ve Fafao'nun arkasında beklemek Naz'a hiç bir şey katmadı, Fafao'nun kısa kaldığını bir kez bile blokta topa temas etmediğini göre göre Naz'ı hiç oynatmamanın , Skowranska dökülürken Seda'yı oynatmamanın nedenini ben anlamadım. Taraftar da üçüncülük maçı sonrası isimler anons edilirken en çok Seda'yı alkışlayıp gereken mesajı verdi Ze Roberto'ya.

Gözde-Özge meselesine gelelim,verdikleri demeçlerde çok abartılı bir şey bulmadım, bilmiyorum belki benim gözümden kaçan başka sözleri olmuştur ama doğal olarak Fenerbahçe'yi yenince sevineceklerdir. Kendilerine göre küçümsendiklerini düşünüyorlarsa bizi küçümsediler ama biz onların evinde final oynuyoruz demeleri de doğal. Tribünlere maç içinde anlık tepki verdi diye her rakip oyuncuyu çarmıha gereceksek ülkede oyuncu kalmaz. Gözde'yle Özge'ye sarmak yerine kendimize odaklanıp niye böyle oldu diye sormak çok daha anlamlı olur. Vakıfbank sonuna kadar hak ederek kazandı. 12'de 12 yaparak Avrupa Şampiyonu olmak kolay iş değil. Tebrik etmek lazım.

Gerçek hayatta takım kurmakla voleyball manager takımı kurmak arasında bir fark olduğunu da Mehmet Ali Aydınlar anlamıştır umarım.
Devamı ...

Rezillikler Silsilesi



Son 3 sezonda ülke içinde 2 şampiyonluk dahası kulüp tarihinin en önemli başarıları arasında sayılan Avrupa'nın 1 numaralı kupasında bir final bir de yarı final başarılarını bize yaşatmış olanların hiç birisinin emeklerine saygısızlık yapılamaz.

Doğru ve sabırlı bir yapılanmanın sonucunda müthiş bir sinerjiyle hakikaten hayalleri gerçeğe çevirebilen bir takım yaratıldı.Fenerbahçe'yle dolu ömrümüzün en heyecanlı günlerini yaşattılar bize.

Böyle övgü dolu sözler sözkonusu olunca, bu lafların hedefine ilk planda yöneticileri değil formayı giyip sahada bizzat ter akıtanları koymayı adet edinmişlerden olduğumuz için bu güne dek hep voleybolcu kızlarımızı taktir ettik ama yine de bu müthiş yükselişte oyuncular dışında emeği geçenlerin özellikle de M.Ali Aydınlar'ın bu blogda zaman zaman hakkını teslim ettik. Bir parçası olduğu Fenerbahçe yönetim kurulunun kulübün her şubesine her kurumuna yerleştirdiği sevgisiz ortamın aksine kız voleybol takımının bu kulübün bünyesindeki her unsura okutulması gereken bir ders niteliğindeki ortamının yaratılmasında onun emeklerini yok saymak olmaz. Olmaz ama, hafta sonu yaşanan ve nedense pek kimsenin dikkatini çekmeyen rezilliklerin de açıklaması olamaz.

Kendi organize ettiğin Avrupa şampiyonası dörtlü finalinde kadro olarak en güçlü ekip olmana rağmen 3. olmak değil bahsettiğim. Kızların canı sağolsun. Ama hem bu sonuçta payı olan hem de o salonu rakipler için cehenneme çevirmek varken sirke döndüren cıvıklıklara da sözümüz var. Her şey bir kenara, salonun iki başında duran o kocaman skorboardlarda yazan FBACIBADEM yazısının bir izahı olamaz. Fenerbahçe isminin bir sponsorla birlikte anılmasını çoktan geçtik ama Fenerbahçe Ülker, Fenerbahçe Acıbadem demek yerine FBUlker, FBAcıbadem ergen zırvalıklarına sanal ortamlarda patlayan Fenerbahçe taraftarının bizzat kendi kulübü ve sponsoru tarafından düzenlenen Avrupa'nın kulüpler bazındaki en önemli organizasyonunda takımının ismini bu şekilde tabelaya yazmasına ses çıkarmayışı geldiğimiz noktanın bir özetidir herhalde.

Bugünlere bu sponsorla geldik, sponsor desteği olmasa şimdi Nilüfer Belediye'yle aynı seviyede bir takım olurduk diyenler olacaktır. O halde gidin her sezon daha iyi takım kuran şirketlerin takımlarını destekleyin. Hiç bir sponsor Fenerbahçe'ye verdikleri hizmetler ne olursa olsun Fenerbahçe adını hiçe sayıp FB şeklinde kısaltarak kendi adını koca koca yazamaz oraya. Kazanılan başarılardaki payı ne olursa olsun...

Tek başına bu rezillik bile yeterli ama rezilliğe doymayan bir organizasyon vardı hafta sonunda. İlk gün maçlarına gitmedik, haliyle salondaki atmosferin uzağında kalarak sahada yaşananları tam olarak algılayabilmek pek mümkün değil. Ama 2. gün salona girdiğimiz andan itibaren ilk günkü V.G.S.T.T yenilgisinde organizasyon adına yaşanan cıvıklıkların nasıl bir payı olduğunu anlayabiliyorsunuz. Bu takımın, geride bıraktığımız 5 sene içerisinde 2. ligden çıkıp Dünya şampiyonu olma seviyesine yükselten değerleri hiçe sayan bir anlayışla tamamen rakiplerle dalga geçme üzerine kurulmuş bir kumpanya hazırlanmış.

Rakip hata yaptığında eşek osuruğuna benzeyen bir ses çıkartmaktan tutun da, Fenerbahçe öne geçtiğinde rakiple dalga geçen anonslara kadar... Zaten son 10 yılda yaratılan başarı şımarığı taraftar profilinin bir sonucu olarak Avrupa şampiyonluğunu garanti olarak gören diğer takımları oraya formalite maçları oynamaya gelmiş ilan eden şımarak tutumların V.G.S.T.T'li oyuncuları maça haddinden fazla motive ettiği ortada. Bir de hata yaptığında rakiple dalga geçen DJ'in çığrışlarını duyup da canını dişine takmayan oyuncu olmaz sahada. Rakibi bozmak üzerine değil aksine onu diriltmek için kurgulanmış ve şımarıkça sahnelenen bir kumpanya vardı sahada ve kendi evimizde düzenlenen final four'un kaybedilmesinde bu yanlışın payı büyüktü.

Kendi evinde düzenlediğin final four'un biletlerini sosyeteye dağıtıp, rakip üzerinde baskı kuracak orayı cehenneme çevirecek organizayonlar yerine maç sırasında ortalığı şenlik yerine çevirecek şımarıklıklar yaparsan maç sonunda cenaze evinde bulursun kendini. Skor tabelasına Fenerbahçe ismini tam olarak yazmayan, buna ses çıkartmayan bir camiaya dönüştük, Avrupa şampiyonluğu kazansak ne olur. Bu rezilliklere rağmen giydikleri formayı en iyi biçimde temsil etmeye çabalayan sarı meleklerin emeklerine sağlık. Bu ayıplar onların başarılarını gölgeleyemez.
Devamı ...

19 Mart 2011

Hazım Hazım



Hazımsızlık ve şişkinlik sebepleri nelerdir?

Dispeçsi yani diğer adıyla hazımsızlık karın bölgenizin biraz üstüne hafif ağrı, erkenden doyma, hafif mide bulantıları ve bölgede fazlaca şişkinlik ve gerginlik olarak ifade edilen bir tür hastalıktır.

Hazımsızlık şikâyetleri oldukça yaygın olan ve nerdeyse herkesin bir dönem hayatında yaşadığı bir rahatsızlıktır.

Asıl sorun bazı insanlarda hazımsızlık sürekli olan bir rahatsızlıktır veya kısa aralıklarla sürekli tekrar eder.Hazımsızlık rahatsızlığının bazı nedenleri:

• Yemek borunuzda reflü hastalığı var ise sık sık hazımsızlık yaşayabilirsiniz.
• Safra kesesinde problem varsa hazımsızlık şikâyetleriniz artabilir.
• Pankreas hastalığı hazımsızlık rahatsızlığını tetikleyebilir.
• Mide ülseri veya bazı kanser türleri hazımsızlık hastalığı ile belirti gösterebilir.
• Romatizma hastalığı yüzünden romatizma ilaçları kullanıyorsanız bu ilaçlar yan etki olarak hazımsızlığa neden olabilir.

Bunların dışında ülkemizde adından ve varlığından pek bahsedilmese de Helikobakter pylori mikrobunun hazımsızlığa nende olduğu düşünülmektedir. Zira bu mikrobu tedavi ile vücuttan temizledikten sonra hazımsızlık şikâyetlerinin kesildiği görülmüştür.

Hazımsızlık çekenlere bazı öneriler:

• Yemek alışkanlıklarınızı değiştirerek hazımsızlığa kesinlikle neden olduğu bilinen besinlerin yemek listenizden çıkarın.
• Yağ oranı yüksek besinlerden uzak durun.
• Akşam en geç 8 den sonra yemek yemeyin.
• Spor alışkanlığınız var ise asla spor öncesi karnınızı doyurmayın.
• Sigara kullanıyorsanız bırakın veya azaltın.
• Alkolden kesinlikle uzak durun, özellikle aksamları alkol asla tüketmeyin.

(http://www.genelsaglikbilgileri.com/hazim-ve-hazimsizlik/)
---------------------------------------

Özellikle son maddeye dikkatinizi çekmek isterim kıymetli Papazın Çayırı okurları. "Alkolden kesinlikle uzak durun ve özellikle akşamları alkol asla tüketmeyin." Meşhur muharrir Aethewulf'un da isabetle temas ettiği üzere, "Rakı şişede durduğu gibi durmaz."

Bu vesileyle Cuma akşamı, Ali Sami Yen Spor Kompleksi Kodak Tiyatrosu Maydonoz Şovlend Mor Menekşeler Çocuk Yuvası Türk Telekom Arena'da oynanan karşılaşmayı 2-1 kazanan Fenerbahçe'yi de kutlamak isterim. İdeal bir dünyada, Alex de Souza parti kursa, tek başına iktidar olur.

Konsantrasyon

Kırmızı tuborgla mavi efesin yeniyetmeliğimize en kıvrak çalımları attığı, sorumluluğu az neşesi bol doksanlarda bir gün, Gocausta adını verdiğimiz SLX'in köhür köhür öten motoruna aldırış etmeksizin kendimizi Simav'ı çevreleyen dağlarda mukim bir dağ evinde bulmuş idik. Tuborglarımızla intikal ettiğimiz dağ evinde kendi başına demlenen, dertlerini birbirine ekleyip Simav'dan Marsilya'ya yol eyleyen sempati yumağı bir ağabeyle karşılaştık. Suratı mençıstır-yunaytıd kırmızısıydı, göbeği müjdat-yetkiner azametinde, muhabbetinde ise belli belirsiz bir rdıvan-dilmen tınısı... Bütün iyi hislerimizle kucakladığımız, hakkında minyatür oyuncaklarını piyasaya sürüp paraya para dememek üzere yakası açılmadık hayaller kurduğumuz o pancar suratlı ağabeyimiz Galatasaraylı çıkmasın mı? Laf döndü dolaştı, bir masum mor menekşeye geldi. O dönem hem memlekette, hem Evropa'da cakası yerinde olduğu halde Fenerbahçe'ye bir türlü diş geçiremediği için takımından bir türlü memnun olamadığını açıkyüreklilikle itiraf eden Simavna kadısı Ayyaş Bedrettin ağabeyimiz, unutamadığımız o beyanatı en sona saklamış meğer. Rakıdan okkalı bir yudum, iç çekiş, uzaklara bakış; sonra en benim diyen Fenerli'yi bile içlendirecek bir sesle:

"Fener maçlarında bi' şey oluyo birader bizimkilere. Konsantre mi olamıyo nedir amına kodumun çocukları?"
Devamı ...

Rakı Hakkında Temel Bilgiler



1- Rakı atılmaz. Rakı içilir.
2- Rakı maç esnasında ve sonrasında içilebilir.
3- Spor yaparken Rakı içilmez. Kutlama maksadıyla maç sonunda içilebilir.
4- Rakı ikramında uygun yöntem atmak değil, uygun kadehte 1/3 oranında soğuk su 1/3 oranında rakı ve kalan 1/3'ü takviye edecek seviyede buz ile karıştırarak sunmaktır.
5- Rakının mezesi çim değil, tulum peyniridir.
6- Şişede durduğu gibi durmaz.

Devamı ...

18 Mart 2011

Palyaço



Aykut Hoca'nın olduğu yerde o kollar lavaboya sokulur. Sana anlatmadılar mı hiç, çocuk?

Devamı ...

Galatasaray 1 - Fenerbahçe 2
STSL 18/03/2011



NTVSPOR
Türk Telekom Arena'da oynanan ilk derbi, Japonya halkı ve vefat eden Denizli Belediyespor futbolcusu Erhan Kayar için yapılan saygı duruşunun ardından Galatasaray'ın vuruşuyla başladı. Stresli başladı. İlk 10 dakikada kalecilere neredeyse top değmezken özellikle orta alandaki karşılıklı pas hataları üstüste 3 pas görmemimizi engelledi. Kontrollü başlayan oyun ilk atağını 13. dakikada gösterdi. Sağ çaprazdan kaleyi yoklayan Gökhan Gönül'ün şutu kalenin üzerinden auta gitti. Bu golün hemen 1 dakika sonrasında Galatasaray golü buldu hem de eski Fenerbahçeli Kazım'la. Andre Santos'tan topu kapan Kazım, Baros'a verdi. Baros'un vuruşunu kaleci Volkan kurtardı. Tecrübeli kaleciden dönen topa Kazım vurdu ve Volkan'ın bacaklarının arasından topu filelere gönderdi. Anlamlı bir gol atan Kazım'ın sevinç gösterileri Fenerbahçe yedek kulübesini ayağa kaldırırken maçın ilk sarı kartı da Kazım'a çıktı. 22. dakikada Kazım önemli bir fırsattan yararlanamadı. Sağ çaprazda topla buluşan Kazım'ın vuruşu direğin hemen dibinden auta gidiyor. Fenerbahçe defansı bu dakikalarda bocalamış gözükürken Alex ile diğer futbolcular arasındaki pas bağı kurulamıyor. Taraftar desteğini alan Galatasaray daha derli toplu oynuyor. 24. dakikadaki Culio'nun kafa vuruşu da Volkan'ın kontrolünde auta gidiyor. Fenerbahçeli futbolcular 24. dakikaya kadar Zapata'yı görebilmiş değiller. 27. dakikada Fenerbahçe ilk kez kaleyi buldu. Sağ kanattan yapılan ortaya Özer Hurmacı gelişine vurdu, Zapata kurtarmayı başardı.

Dakikalarımız 32'yi gösteriyor. Şu ana kadar Aydınus'un çıkardığı 4 sarı kart maçın ateşinin en büyük kanıtı. 33. dakikada çok kritik bir yerden serbest vuruş kazanan Fenerbahçe'de Alex'in vuruşu az farkla auta giderken sarı lacivertli taraftarlar penaltı gibi gördükleri pozisyonu artık unutuyorlardı o dakika itibarıyla.

İlk yarı Galatasaray'ın 1-0'lık üstünlüğüyle sona ererken çıkan 5 sarı kart ikinci yarı için bir alarm, ilk yarının ikinci bölümünde Galatasaray baskısını kıran Fenerbahçe'nin pas organizasyonu da Galatasaray için bir uyarı niteliğindeydi.

İkinci yarıya Aykut Kocaman Selçuk'un yerine Semih'i oyuna alarak başladı. 52. dakikada Cristian'ın vuruşu kaleci Zapata'da kalırken ikinci yarıya Fenerbahçe ilk yarıya oranla daha istekli ve daha atak girdi. 56. dakikada Cana'nın uzak mesafeden gelişine direkt kaleye vurduğu topu Volkan da aynı güzellikte kornere gönderdi. 57. dakikada Servet'in kafa golüyle tüm tribünler ayağa kalkarken Fırat Aydınus ofsaytı belirledi. 61. dakikada ise golünü atan Kazım'ın yerine Arda Turan oyuna dahil oldu. Arda'nın performansını da taraftarlar merakla bekliyor. 66. dakikada oyuna yeni giren Arda'nın kazandığı topta sol kanattan gelen Culio'nun ortasında Stancu kafayı vurdu, top az farkla kalenin üzerinden auta gitti. Harry Kewell da 68. dakikada Stancu'nun yerine oyuna girdi.

71. dakikada Culio da sarı kart görerek haftaya oynanacak maç için cezalı duruma düşerken maçtaki sarı kart sayısı da 7'ye yükselmiş oldu. 76. dakikada Fenerbahçe'nin golü geldi. Alex'in kullandığı serbest vuruşta Semih kafayı vurdu ve topu filelere yollayarak duruma eşitlik getirdi. 77. dakikada Yekta'nın attığı gol de ofsayt kararıyla iptal edildi. 79. dakikada Andre Santos orta-şut karışımında Özer topa zorlukla dokundu, boş kalede top yandan auta gitti.

Dakikalar 87'yi gösterdiğinde Fenerbahçe golü buldu. Sağ kanattan yapılan ortada Alex gelen topa kafayı vurdu ve Zapata'yı avladı. Fenerbahçe bu golle 2-1 öne geçmiş oldu. Maçın kalan dakikalarında başka gol olmayınca Fenerbahçe Galatasaray'ı yenerek şampiyonluk yolunda önemli bir virajı kayıpsız atlattı. Galatasaray ise taraftarının rekor kırdığı maçtan 1-0 geriye düşmesine karşın 2-1'lik mağlubiyetle taraftarını üzdü.

GALATASARAY: 1 - FENERBAHÇE: 2
Stat: Ali Sami Yen Spor Kompleksi Türk Telekom Arena
Hakemler: Fırat Aydınus, Serkan Ok, Aleks Taşçıoğlu
Galatasaray: Zapata, Neill, Servet, Gökhan Zan, Hakan, Cana, Culio, Kazım (Dk. 61 Arda), Yekta (Dk. 85 Ayhan), Baros, Stancu (Dk. 69 Kewell)
Fenerbahçe: Volkan Demirel, Gökhan Gönül, Yobo, Lugano, Andre Santos, Mehmet Topuz, Selçuk (Dk. 46 Semih), Cristian, Özer, Alex (Dk. 88 Bekir), Niang (Dk. 74 Stoch)
Goller: Dk. 14 Kazım (Galatasaray), Dk. 75 Semih, Dk. 87 Alex (Fenerbahçe)
Kırmızı Kart: Baros (Maç sonu) (Galatasaray)
Sarı Kartlar: Dk. 15 Kazım, Dk. 30 Servet, Dk. 32 Gökhan Zan, Dk. 70 Baros, Dk. 71 Culio (Galatasaray), Dk. 28 Selçuk, Dk. 43 Özer (Fenerbahçe)
Devamı ...

Sisli Bir Gece Yarısında



19 Mart 1995. Aykut Kocaman Galatasaray'a üç gol atıyor, maçın yıldızı. 18 Mart 2011. Nasip. Devamı ...

Gareth Bale




2009 – 2010 Şampiyonlar Ligi şampiyonu İnter, bu sene de grup maçlarına iyi başlamış, adeta kaldığı yerden devam ediyordu. Deplasmandaki Twente beraberliği ve kendi evlerinde Werder Bremen’ ı farklı mağlup ederek üçüncü haftaya gelmişlerdi.

Tottenham ise rüya gibi bir sezonun ardından elemeler yoluyla da olsa Şampiyonlar Ligi vizesi almış, gruplara da tıpkı İnter gibi bir beraberlik bir galibiyetle başlamıştı.

A Grubu üçüncü haftaya gelindiğinde İnter Tottenham’ ı konuk ediyordu ve maça fırtına gibi başlamışlar. Daha ikinci dakikada golü bulan İnterli oyuncular, otuz beşinci dakika dolmadan 4-0 öne geçmişlerdi. Her şey tarihi bir farka yol alırken, eminim ‘çarşı’ sı ve ‘duruşu’ ile ünlü bir semtimiz de olanları yakından takip ediyordu. Tottenham gibi ekibin bu hallere düşmesi ‘altı yemese, sekiz yemese’ bile çok şeyi unuttururdu.

İkinci yarı ortaya Gareth Bale diye bir oyuncu çıktı. Sırt numarası üç. Bu sırtta yalnızca numaraların, reklamın sadece göğüste olduğu zamanlarda defansın solunda oynayan oyuncunun numarası. Ama o her taraftaydı. Ve ikinci yarı üç gol birden atarak yenilginin acısını biraz olsun hafifletti.

Bu olay eski zamanlarda olsa ozanlarca yazılan epik şiirlerle tarihe kaydedilirdi. Ama modern zamanlarda şiir başka türlü yazılıyor.

İçimizde bu destansı anları bize yedi yıldır yaşatan 'ulu' Alex için de bunu yapacak bir Richard Swarbrick yok mudur?

Hatta 'üç sıfırdan dört üç diyalektiğine giriş' bu şekilde anlatılsa öğrenciler konuyu daha iyi anlamaz mı?
Devamı ...

17 Mart 2011

George Best Superstar



"Hala bu golü hakemin neden iptal ettiğini anlayamıyorum. Sanırım daha önce kimse böyle bir şey yapmadığı için" George Best
Devamı ...

Farkında mısınız Turgay Atasü görevde hala.



Kendisinden en son 26 Şubat tarihinde haber aldık: " “Bizim temel görevimiz sağlık ve ahlak koruyuculuğudur. Doping kontrolleri sırasında alınan örnekte doping maddesinin var veya yok olduğunu söylemek analizi yapan laboratuarın, bu durumun ceza gerektirip gerektirmediğine karar vermek ise disiplin kurullarının görevidir” diyordu. Türkiye bir pişkinlik cenneti. Geçen Kaan Sezyum yazıyordu, bu olaylar mesela adamın tekinin üstünüze çay döktükten sonra "Ne oldu canım öldün mü yani?" demesi gibi.

Tabi olanlar çay dökmekten biraz daha vahim. Turgay Atasü diyelim çay dökse tek derdimiz temizleme masrafı olur. Başının gözünün sadakası olsun. Şu olayda dünyanın en saygın sporcularından birinin adı dopingci çıktı, sevdiği spordan uzaklaştırıldı, kulübün ona yaptığı yatırım karşılıksız kaldı ve muhtemelen bir Avrupa başarısı da engellenmiş oldu. Ne gam! B numunesi açıklanmadan önce apar topar medyanın önüne çıkıp, "Taurasi normalde 2 sene ceza alır. Hiçbir suçlu ben yaptım demez" diyerek aynı anda disiplin komitesi başkanı, test ekibi ve Judge Dredd olabilen "duayen", böyle bir açıklama yapmasının dahi hukuka aykırıyken ne kadar da kendinden emin ve mağrurdu. O zamanlar bütün formaları üstüne giyip, her apoleti omzuna takan saygın, nazik, büyük, duayen, spor adamı, tebabet dünyasının yükselen yıldızı bir anda kendisine koruyuculuk görevini yeterli görmüş, ceza verip vermemenin kimin ve hangi kurulların görevi olduğunu da öğrenmiş görünüyor.

İnsan utanır.

Çünkü eğer 26 Şubat'ta söylediğiniz doğruysa daha önce yetkinizi aşmışsınız istifa edin, yok eğer 26 Şubat'ta söylediğiniz yanlışsa o zaman Taurasi'ye yaptığınız haksızlıktır istifa edin.

Türkiye'de koltuk sanayii çok gelişmiş. Bütün dünyada insanların yüzü kızarırken, bizdeki koltuklara oturanın yüzü bir kere bile kızarmıyor.
Devamı ...

A. Polat Galatasaray'ı Küçültüyor



Haber şöyle: “G.SARAY yönetiminden teyit edilen bilgiye göre, 15 gün önce Özel Kalemi aratan Polat, Tayyip Erdoğan’la görüşmek için randevu talebinde bulundu.. Özel Kalem geri dönüş yaparak “Hangi sebeple sayın Başbakan’la görüşmek istediğinizi öğrenebilir miyiz?” sorusunu sordu.. Polat, bunun üzerine “Çok yakında seçim yapmayı planlıyorum. Sayın Başbakanımız’ın yönetime girmesini istediği herhangi biri var mı, başka istekleri var mı? Bu konuda kendisiyle fikir teatisinde bulunmak istiyorum” yanıtını verdi.

Görüyoruz ki Adnan Polat’ın 20.45 sloganı, kol hareketi yapması gibi “şirin”likleri hiç bitmiyor.

Şurası kolay arazi. Diyelim Fenerbahçe stadını devlet yapsaydı, Fenerbahçe AK Parti’nin takımı olur, AKPyalakasısatılmışkandırılmışhain ile peşkeşlestadyaptıranhırsız olarak anılabilirdi, yine stadın açılışında Başbakan protesto edilse vefasızkansızhain olacak, Başbakan stadı terk ettikten sonra Aziz Yıldırım “Fenerbahçe adına özür dilerim. Fenerbahçe geleneklerine uygun olarak misafir edemedik. O protestocuları da ben Fenerbahçeli saymıyorum” dese ‘ağlak yalaka’dan, ‘ezik’liğe kadar hoş sıfatlarla anılacak, bütün bunların üstüne Aziz Yıldırım bir de Tayyip Erdoğan’dan kendi yönetimine adam istese herhalde çığlıklar ve haykırışlar arşüalaya varacağı için AK Partispor’dan Hükümetle iyi ilişkiler geliştirerek federasyonu bağlamaya çalışan, federasyonu bağlarken hakemleri diplerinden tutan, medyayı susturan ve şaibeyle şampiyon olmaya çalışan takım gibi iddiaları kimbilir hangi hakaretlere üstün tutacağımızı tartışacaktık. Arazinin sonu: Konu Galatasaray olduğunda bunların hiçbiri olmuyor. Ya Galatasaray kaile alınmıyor ya da bu yaptıkları aynı CHP’nin arada bir saçmalaması gibi vaka-i adiyeden sayılıyor. (Aklıma gelmişken ekleyeyim CHP’nin aile sigortasına en sert muhalefet sanıldığı gibi AK Parti’den değil, CHP’den yapılıyor. Daha bugün CHP’li bir vekil “Herkese aile sigortası kapsamında 600 lira verirseniz bu ülkede çalışacak adam kalmaz” demiş. Buyur, buradan yak.)

Ancak diyelim Galatasaray’ın bile Galatasaray’ı bu kadar küçültme hakkı var mı? ‘Seni evden aldırırım’ Haldun’lardan sihirbaz yaratıp sonra popolarına tekme atıp gönderen, bir B planı olması gerektiğini söylediği için Rıdvan’ın üstünde hoyratça zıplayıp efsane büyük muhteşem ve az sabredilirse mutlaka korkunç başarılar getirecek olan, sisteminden asla taviz vermemiş Rijkaard’ı tam da Fenerbahçe maçı öncesinde şutlayıp, yine Türkiye’nin gelmiş geçmiş en büyük yabancı futbolcusu, efsane, agresif, taraftarın sevgilisi, karpatların maradonası, aykırı kimliğiyle coolluğu üstünde toplayan ve sahada hakeme saldıran, tüküren, formasını terleten, daha önce kovulmuş ancak şimdi geldiğinde mutlaka süper işler başaracak olan Hagi’yi Fenerbahçe maçından önce mi sonra mı göndereceğini tartışan rakibimizin kötü bir zamandan geçtiği şu hikayeden bile belli. Onlara üzülürüz, dalga geçeriz bunlar hakkımız. Başbakan’la yaşadıkları gönül kırıklığı bizim de içimizi sızlatıyor, diyelim Galatasaray spor kulübü tabi değerli bir kulüptür hükümetlerin bu kulüple husumet yaşama hakkı yoktur. Neticede milletin parasıyla yapılan bir hizmette bir hükümetin %100 pay sahibi olması hem düşünülemez hem de hükümetler demokratik bir toplumda eleştiriye karşı açık olmalı, olgunluk göstermelidir. Böyle kaprisli bir Başbakan ve hükümetin tavırlarını Galatasaray hak etmiyor. Ama naza çeken sevgilisine hediyeler alan damat adayı gibi Adnan Polat’ın diyelim Galatasaray veya bizatihi kendi ile hükümet arasındaki ilişkileri düzeltmek için Tayyip Erdoğan’ı araması, isim istemesi? Rezalet.

Galatasaray Adnan Polat’ın malı mı kardeşim? Çok istiyorsa gitsin Polat Holding’e Tayyip Erdoğan’ın talep edeceği bir yönetici atasın, kendi bütçesinden 3-5 milyon dolar seçim yardımı yapsın. Ancak Galatasaray gibi Türkiye’de 100 seneyi aşmış ve milyonlarca insan tarafından desteklenen önemli bir spor kulübünü, böyle bir markayı, bu kadar küçültmeye kendisinin hakkı yok. Bu devirde Tayyip Erdoğan ile ilişkinin bir işadamı için hayati olduğunu biliriz, anlayabiliriz. Aydın Doğan ve daha nicelerinin hikayeleri ortada. Tayyip Erdoğan’ın agresif bir mizaca sahip olduğunu, husumet beslediğini, kinlenebildiğini, düşmanlık beslediğini ‘bitirmek’ için de elinden geleni ardına koymadığını düşünebiliriz, kabul. Galatasaray boyun eğecek midir? Galatasaray korkuya teslim olup evini yöresini zalime açan bir hale mi gelecektir? Sırf sultanın yüzünü güldürmek için olmadık şaklabanlıklar yapan saray soytarısı gibi Erzurum’a Tayyip Erdoğan’ın elini sıkmaya giden, kendini kurtarmak için bir Başbakan’dan isim isteyen bir yönetime sahip olmak Galatasaray adına da Türk sporu adına da utanılacak bir haldir.

Bugün Galatasaray’lı kardeşlerimizden artık bu köçek oyununa son vermelerini dilemekten başka bir isteğimiz olamaz. Diyelim Galatasaray Fenerbahçe’yi yarın yensin veya yenilsin Galatasaray kötü yönetilmektedir. Sadece futbol olarak değil bir spor kulübü olarak. Yalnız idari olarak da değil, ahlaki olara. Galatasaray’ın hükümetlere yalakalık yapmaya, önlerinde baş eğmeye ihtiyacı yoktur. Büyük bir kulüp olarak büyüklüğüne yaraşır hareket etmelidir. En azından biz böyle bekleriz. Eğer böyle değilse ve Galatasaray şu olanları içine sindiriyorsa o zaman da fikrimizi düzeltiriz. Obsesif kompulsif Fenerbahçe düşmanlığı ve komplo senaryoları ile algılanan bir hayatın neticede getirdiği mevki buysa, o mevkiyi değiştirmek de büyüklük, akıllı, rasyonel hayata geri dönüş de bir başarıdır. Hararetle bekleriz.
Devamı ...

14 Mart 2011

Trabzonspor Masum mu?



Centilmen ve nüktedan başkan Sadri Şener lütfetmişler de Fenerbahçe'nin basın toplantısına ortamı daha da germemek için cevap vermeyi ertelemişler. Türkçe'ye "bu hafta hakemler bize çalıştı, böyle olursa açıklama yapmayacağız ama ilk puan kaybımızda konuşacağız" diye de tercüme edilebilir. Kafayı bozmuş Türk medyası da bu garabet açıklamayı tansiyonu düşüren bir hareket diye kutsadı. Trabzon'a dair diğer saçmalıkları kutsadığı gibi.

Sadri Şener, Trabzonspor 9 puanla öndeyken sempatik, nüktedan başkandı, Aziz Yıldırım'ın devre arasında "bize penaltı verilmiyor" serzenişine "siz önce bir ceza sahasına girin bakalım" diye gevrek gevrek müstehszi gülümseyerek spor medyasının sempati ödülünü kazandı. İşler kötüye gidip puan farkı kapanınca nüktedan başkan saçmalamaya başladı. Kayseri maçında Volkan Babacan'ı alenen şike yapmakla suçladı, "Trabzon yerel medyasından çok baskı var bir şey söylemek zorunda kaldı" diye yine hoşgörüldü bu rezil söylem. Kayseri maçında aynı hata kendi lehlerine yapıldığında yine şakadan, nüktedanlıktan bahsetti Sadri Başkan şaka yaptım dedi.

Geçen hafta da Gençlerbirliği-Fenebahçe maçından sonra hakemin nüfus kütük bilgileri ve hemşehrilik bağlarını ortaya atarak yine saçma sapan bir açıklama yaptılar. Ancak Sadri Şener bu iki akıl dışı gafa rağmen hala sempatik nüktedan başkandı. Trabzon gibi milliyetçilikten her daim sınıfta kalmış, Ogün'lere Yasin'lere methiyeler düzülmüş, Türk bayrağı dışında Jamaika bayrağı görse tahrik olabilecek bir kentte bir hakemi ve kulüp başkanını Diyarbakırlı diye ortaya atıp hedef göstermek nüktedanlık sınırlarını fazlaca aşmış bir hareket.

Bir Allahın kulu da bu saçma sapan internet bildirisinin bu yönünü dile getirmiyor. Yani hakem Aydınlı, Tokatlı ve Aziz Yıldırım'da Aydınlı ya da Tokatlı olsa bu açıklama yapılacak mıydı acaba yoksa Diyarbakır vurgusu Trabzon'daki yerel hassasiyeti daha da körükleyeceği için bilerek mi seçildi? Aziz Yıldırım'a da yardımcı hakeme de ne söyleyeceksen söyle biz de sineye çekelim kabul ama Diyarbakırlı olmalarını işaret eden ve buna dikkat çeken yaklaşım fazlasıyla mide bulandırıcı. Üstelik bu mesajın muhataplarının zihnine kendilerine karşı kurulan büyük komplonun Diyarbakırlılıkla açıklanabileceği de nakşedilmiş olunuyor ki daha iki yıl önce Trabzon taraftarının Oğuz Sarvan'ı Ermeni olmakla suçlayan pankartın açıldığı bir yürüyüş yaptığını düşünürsek, bu tür etnik kökenli kışkırtmaların bu kentte nelere yol açtığını tecrübe etmemişiz gibi Fenerbahçe nefretine Diyarbakır sosu bulaştırmak da neyin nesi?

Yok nüktedan başkan, yok Uzakdoğu bilgeligi diye ikide bir sempatik diye yutturulmaya çalışılan Trabzon'un sempatik görünmesi lazım eşyanın tabiatı gereği. Bu filmi daha önce de gördük. 2006'da Fenerbahçe ile çekişen Galatasaray fakir ama gururlu çocuktu, 2008 de yine Brezilyalı takviyeli melez Fenerle çekişen Galatasaray saf Türk çocuklarından oluşan bir sempati figürüydü. Geçen yıl da Anadolu Devrimi sempatisiyle Fener karşısında Bursa sempati figürüydü. Dolayısıyla Fenerbahçe ile çekişen şampiyonluk adayı zaten "doğuştan sempatik" bulunuyor bu ülkede, ama şu aptalca açıklamalardan sonra dahi aklı selim sahibi insanların bile hala yok nüktedan yok Uzakdoğu bilgeliği falan diye ağızlarını açmaları da ayıp.

Yakında Şenol Güneş'i Konfüçyus ilan edip Dalai Lama'nın Trabzonspor'un şampiyonluğunu istediğini falan da yazarlar. Tabii birlik ve beraberliğe son derece duyarlı Trabzon taraftarı Çin'in birlik ve beraberliğini bozduğu için Dalai Lama posterlerini yakabilir de.

Not: Yazıların başka bir yerlerde yayınlanması, paylaşılması bizi ancak mutlu eder ama lütfen "abi internetten buldum iyiymiş" diyerek paylaşmak yerine blogtan alıntı yapıldığını göstererek paylaşalım. Böylesi çok daha şık olur sanırım.
Devamı ...

13 Mart 2011

Fenerbahçe 2 - Konyaspor 0
STSL 13/03/2011



Spor Toto Süper Lig 25. hafta mücadelesinde Konyaspor' u ağırlayan Fenerbahçe, rakibini Niang ve Semih' in golleriyle 2-0 yenerek üst üste dokuzuncu galibiyetini elde etti.

PAPAZIN ÇAYIRI:
Maçtan önce ‘hiçbir maç sahaya çıkıp mücadele etmeden kazanılmaz’ gerçeğinden başka derdi olmayan Fenerbahçe, kümede kalma mücadelesi veren Konyaspor karşısına bambaşka bir defansla çıktı. Lugano ve ikinci yarının formda ismi Andre Santos’ un yokluğu, eğer emekli olursa torunlarına anlatacağı tek hikaye Fenerbahçe maçları olacak Yılmaz Vural’ ın kulübedeki varlığı ise Konyaspor’ un görünürdeki şanslarıydı.

Maça iyi başlayan Konyaspor niyetini çok geçmeden belli etti: kısa süren Fenerbahçe macerasından sonra ordan oraya savrulan Gökhan Emrecik’ sini defansın en zayıf yeri olan sol kanattan kutsala topraklara sokmak. Ama ne gol ne de pozisyon vardı.

15’ te maçın ilk tehlikesi yaşandı: Şut ‘engelli’ Fenerbahçe’ de Mehmet Topuz sert vurdu, kaleci Pawelek topu güçlükle önledi.

16’ da hem Emre hem de Konyaspor defansı ‘biz dörtte üçe dahil değiliz’ dedi. Kaptığı topla sol kanattan hareketlenen Emre' nin ceza sahasına ortaladığı top Niang' ın önünde kaldı. Kara Yılan, düzgün bir vuruşla topu ağlara gönderdi: 1-0.

21’ de Niang yaptığı baskı sonrası Erdinç' ten kaptığı topla sağ taraftan ceza sahasına girdi ve müsait durumdaki Stoch' a pas vermek yerine vurmayı tercih etti. Sağ ayağının dışıyla şık vurdu, top az farkla auta gitti.

Golden sonra oyunun kontrolünü tamamen eline geçiren Fenerbahçe için maç uzun bir aradan sonra ilk on birde yer bulan Stoch’ u rehabilite çalışmasına dönüştü.

31’ de Alex şık bir ara pasıyla Stoch' u topla buluşturdu. Slovak oyuncu bekletmeden vurdu, ancak top üstten farklı auta gitti.

45’ te Emre' nin ara pasında sol çaprazda kaleci ile karşı karşıya kalan Stoch, sol ayağıyla plase bir vuruş yaptı, ancak kaleci Pawelek iyi bir zamanlama ile topu kornere çeldi.
İlk yarının son bölümlerinde Stoch’ un son vuruşlarına takılan Fenerbahçe, buna rağmen kalesinde hiçbir tehlike yaşamadan soyunma odasına 1-0 önde gitti.

İkinci yarıya da Fenerbahçeli oyuncuların yaptığı hücum presi damgasını vurdu. Savunmayı hücumdan başlatan bu anlayış maç boyunca Konyaspor’ un defanstan organize bir biçimde çıkmasını önledi.

55’ te Stoch sol kanattan ceza alanına girdi. Rakibinden şık bir çalımla sıyrıldı ve bekletmeden vurdu. Kalesinde iyi yer tutan Pawelek, topu güçlükle kornere çeldi.

59’ da rehabilite çalışması devam ediyordu. Alex, nefis bir ara pasıyla Slovak oyuncuya ‘al da at’ dedi, ancak Stoch kaleci Pawelek'i yine geçemedi.

61’ de rehabilite çalışmasına Şükrü Saraçoğlu sakinleri de katıldı: Oyundan alınan Stoch alkışlar arasında yerini Dia' ya bıraktı.

75’ te oyuna iki dakika once giren Semih, Caner’ in harika pasını harika tamamladı: Sol kanattan topla hareketlenen Caner, golcü oyuncuyu çok iyi gördü. Kaleci ile karşı karşıya kalan Semih, şık bir plase vuruş ile farkı ikiye çıkarttı.

80’ de Emre topsuz alanda yerde kalarak oyundan çıkmak zorunda kalması olası bir galibiyetin sevincine gölge düşüren tek unsurdu.

85’ te Konyaspor maç boyunca yakaladığı tek fırsatı değerlendiremedi. Bu pozisyonda Volkan başarılıydı.

Ve Fenerbahçe, Konyaspor'u 2-0 mağlup ederek liderliğini sürdürmüş oldu.

Not: Papazın Çayırı, Kasımpaşaspor maçında sakatlanan Trabzonspor kalecisi Onur’ a geçmiş olsun der, bir an once sahalara dönmesini temenni eder.


FENERBAHÇE: 2 - KONYASPOR: 0

Stat: Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu

Hakemler: Bülent Yıldırım, Cem Satman, Erdinç Sezertam

Fenerbahçe: Volkan, Gökhan Gönül, Bekir, Yobo, Caner, Mehmet Topuz, Cristian, Emre (84 Bilica ), Stoch (61 Dia ), Alex, Niang (73 Semih )

Konyaspor: Pawelek, Adnan, Kamil Zayatte, Erdinç, Hakan, Murat (60 Emre ), Ertuğrul, Gökhan, Perez (75 Veli ), Ali (Dk. 60 Grajciar ), Marcin Robak

Goller: Niang, Semih

Sarı Kartlar: Bekir, Yobo, Emre / Kamil Zayatte, Marcin Robak
Devamı ...

Dosya: Fenerasyon, Hakemler, Medya, CIA, MOSSAD, Illuminati ve Yeni Dünya Düzeni!



Neden ciddiye almayalım? Dört büyüklerin üç tanesi on sezondur şunu iddia ediyor: Fenerbahçe Federasyonu yönetiyor, Federasyon bilinçli ve kasıtlı olarak Fenerbahçe’nin maçlarına kurgulanmış hakemleri gönderiyor, rakiplere de öyle hakemler gönderiyor ki –çaldıklarıyla değil çalmadıklarıyla- maç sonuçlarını belirliyor, medya bu olayları bilmesine rağmen Fenerbahçeli olduğu için kamuoyunu bilgilendirmiyor ve Fenerbahçe bu sebeple başarılı oluyor. Diğer takımların hakkı yeniliyor. Bu kadar korkunç bir iddianın hiç araştırılmaması şaşırtıcı değil mi? Futbola şaibe düşüyor, temiz eller isteniyor oysa kimse ciddiye almıyor! Hatta iddiayı ifade edenler bile susup kendi köşelerine çekiliyorlar. Hangi güç iddiayı milyonlara ifade eden insanların hükümetten olaya el koymasını istemesini engelliyor? Bir meclis araştırma komisyonu kurulmasını, Devlet Denetleme kurulu eliyle federasyonun araştırılmasına nasıl bir kudret mani oluyor? TSK’nın kozmik odasına dahi girebilen yargı ne oluyor da bu iddialar karşısısında susuyor? Papazınçayırı araştırdı ve korkunç gerçeği öğrendi. Dünyanın en kapsamlı, en büyük, en güçlü, en sinsi, İklim Bayraktar’ı bile yaya bırakacak nevroz seviyesinde örgütü: Fenerbahçe

Bu yola Zeitgeist gibi gerçeklere ışık tutma şiarıyla çıktık. Çok yerde engellendik. Karanlık odaklar araştırmamıza engel olmak için her yolu denediler. Telefonlarımız çalışmadı. Uzun yolculuğa çıkmamız gerekirken Mart ayında birden kar yağdı, yollar kapandı. Gizli sedatifler buharla odalarımıza püskürtülerek uyku ve tembelliğe alıştırılmaya çalışıldık. PVH’nin iş yükü bir anda arttı, başını kaşıyamaz hale geldi, blogspot yasaklandı, hatta sırf bu yazı dizisinin etkisini ortadan kaldırmak için seri tutuklamalar yapılarak ülke gündemi bombardımana tutuldu. Ancak gerçeklerin peşinde araştırmacı gazetecilik şiarından vaz geçmedik. İşte gün gün büyük örgüt.


1907 yılında Fenerbahçe kuruldu. İlginç bir tarih. Neden 1906 veya 1908 değil de 1907? Bu bir tesadüf olabilir mi? Asla değil. 1907’deki rakamları topladığınız zaman 1+9+0+7 = 17. 17 asal sayı. Hiçbir özelliği olmayan sıradan bir sayı gibi gözüküyor, oysa Illuminati’nin 17 yöneticisi olduğunu bildiğiniz zaman bu hiç de basit bir durum gibi gözükmüyor. [1] Neden 17? Çünkü 17, 23/17 fenomeni ile ilgili, ezoterik kaynaklarda kutsal kabul edilen sayılardan bir tanesi. 1907 yılının bir ilginçliği daha var, bu yıl Illuminati tarihinde özel bir döneme denk geliyor. Bu tarihte ABD’deki bankerler büyük bir panik yaşayarak hisse senetlerinin %50 oranında düşmesine neden oldular. Uluslar arası kaynaklarda Panic of 1907 diye bilinen bu olaydan sonra Illuminati’nin ünlü ailelerinden Rotschild’lere mensup Baron Alfred Rotschild öncülüğünde bir hareket Jekyll Adasında Hazine Bakanının da katılacağı bir toplantı ayarlayarak ABD Merkez Bankası’nın kuruluşuna öncülük etti. Görünen amaç para piyasalarını regüle eden merkezi bir kuruluş kurmaktı. Esas amaç ise havadan para yaratarak, paranın değerini üretimden bağımsız hale getirmek, bu sayede bir ülkenin para politikasını kontrol ederek o ülkeye tam manasıyla egemen olmaktı. 1907 paniği olmasa Illuminati ABD’yi asla kontrol edemezdi. Aynı yıl hem 1907 Paniğinin yaşanması hem de Fenerbahçe’nin kurulması bir tesadüf olabilir mi? [2] Türk insanı Amerikalılar gibi maddiyatçı değildir, maneviyatçıdır. Duygusaldır. Paraya bakmayız, sevdaya baktığımız kadar. ABD için merkez bankası kurulurken, Türkiye’de geniş kitlelerin duygularına hitap edecek, gönüllerini kazanacak ve onları yönetmenin bir aracı olarak kullanılacak bir spor kulübü kurulması çok mu şaşırtıcı? Yine de önyargılı değildik. Diğer olgular olmasaydı bu olguya gözümüzü kapatabilirdik.

Harrington kupasını hepimiz biliyoruz. Hikayeye göre General Harrington bir müsabaka düzenler, Fenerbahçe müsabakaya katılır, İngilizleri yener ve milli hassasiyetleri güçlü olan halkımız kalbini kazanır. Bu zamana kadar bu durum hiç soruşturulmadı.


Gizli Kaynak Ö.Y “Harrington kupası olayı… General Harrington İstanbul’dan ayrılacaktı. Arkasında güzel bir olay bırakmak istiyordu. Kupa böyle düzenlendi. Bunu ilk kez burada açıklıyorum. O kupa milli güçlere yapılmış bir oyundur. Güya İngilizler yenilmiş. Böyle olmadı. Harrington o kupayı bir İngiliz takımının almasını istiyordu. Ama.. Gözünün önünde maçı Fenerbahçe aldı. Halbuki o tarihlerde Fenerbahçe değil Avrupa’da bir başarı, çim sahada maç bile yapamazdı. Alışmamışlar. O kalitede futbolcu yoktu. Profesyonel bir takımı nasıl yendiler? Birileri müdahale etti. Hakem öyle taraflı kararlar verdi ki Harrington bile inanamadı. Hatta yaverine dönüp “yahu Futbolun kuralları mı değişti” diye sordu. Nasıl oldu? Hakem İngiliz takımının 2 gollük pozisyonunu kesti. İnce ince doğradı. Çaldıklarıyla değil çalmadıklarıyla maçın sonucunu belirledi. İngiliz işgal gücünden bile korkmadı. Kendi milletine sırtını döndü! Nasıl?”

Nasıl? Çünkü Harrington’ın bilmediğini biliyoruz. Çünkü birileri maça müdahale etti. İngilizlerden bile güçlü, onları dahi yönetecek birileri. İngiliz hükümetinin küçük düşmesi pahasına kendi büyük planlarını uygulayacak birileri…

Fenerbahçe 1923 yılında bu kupayı kazanmasına rağmen daha sonra hiçbir önemli başarı elde edemedi. Taki 1935 yılında Atatürk’ün kurduğu Altınordu sporu yenerek şampiyon olana kadar. Ondan sonraki ilk şampiyonluğu ise 1944 yılında bu sefer Harbokuluna karşı. Nasıl?

Çünkü Altınordu maçında şu mesaj veriliyordu. “Ey Gazi senin gücün bize sökmez.” Harbokulu maçında ise mesaj çok açıktı: “Hedef TSK!” Gencecik, umutlarla dolu, bu milletin şerefi olan geleceğimiz subayları yenerek onları derin bir psikolojik buhrana ve üzüntüye sürüklemek başka kimin eseri olabilir?

1959 yılında Fenerbahçe yeni kurulan ligde şampiyon olduktan bir yıl sonra Türkiye’de, çok acı bir darbe oldu. Amerikan desteğiyle gerçekleşen darbe sonucunda Türkiye çok derin bir yara aldı. Bu olay önemsiz sayılabilir. Oysa öyle değil. 1969-70 sezonunda kim şampiyon oldu? Fenerbahçe. 1 sene sonra yine darbe olacaktı. 1979 sezonunda Fenerbahçe 2. Olurken, 1996 yılında yani 28 şubat’tan 1 yıl önce bir kere daha Fenerbahçe şampiyon oluyordu. 2000-2001 yılında Fenerbahçe şampiyon olduktan sonra Türkiye derin bir finansal krize girdi ve 2002 yılında AKP hükümeti iş başına geldi. Tesadüf?

Gizli Tanık O.G “Bunun araştırılması lazım. Yani nasıl şampiyon olmuşlar? Arkasından neden darbe olmuş? Şimdi şöyle oluyor olay. Yani buna bir bakmak lazım. Fenerbahçe şampiyon oluyor arkasından darbe geliyor. Bir psikolojik harekat. Yani bu böyle. Psikolojik bir durum. Kitleler sevinirken, bir anda içinde yaşadıkları gerçekliğe yabancılaşıyor. Kaptırıyor adam. Her şey iyi gibi bir psikoloji. Bir rahatlama. Sonra darbe geliyor. İnsanların en umutsuz zamanında değil. Halbuki ortada bir başka şey var. Kendini tekrar eden. Bunu görmek lazım. Yani tekrar ediyor bu olay. Hep böyle. Neden? Çünkü Fenerbahçe üzerinden bu millete bir mesaj veriyorlar. Yani biz müdahale ederiz ve neticeyi belirleriz. Sizin ülkenize de müdahale ederiz. Kim bunlar? Yani darbeler kimin müsaadesiyle yapıldıysa onlar. Our boys have done it. Bunu unutmayalım.”

Illuminati, dünyadaki tüm hükümetleri kendi yöneterek bir dünya devleti kurmayı amaçlayan gizli bir organizasyon. Dünyayı, 17 aileden oluşan bu gizli kuruluş yönetiyor. Amaçları yeni dünya düzeni denilen, dini değerlerin, manevi ve milli değerlerin olmadığı bir dünya yaratmak. Bu idealin gözle görülür somut örneklerinden biri tabi ki futbol. Zira futbolda kuruluşlar yalnız kendi milli oyuncularıyla yarışmıyor, aynı zamanda yabancı oyuncular da takımlarda yer alıyor. Milli manevi değerleri farklı bir çok insanın ortak bir amaç için çalıştığı bu oyunun sembolik bir değeri var. Üstelik futbol milli bir oyun da değil. Bir anglo sakson oyunu. Yani şu deniyor, oyunun kurallarını biz koyarız ve bütün dünya oynar. Gerçekten de futbol bütün dünyada oynanan bir oyun. İnsanlar futbol takımlarıyla gönül bağı kuruyorlar. Bir takım anlamlar yüklüyorlar. Fenerbahçe işte bu anlamların da hedefi. Böyle kritik bir alanın tahkim edilmeyeceğini herhalde kimse kolay kolay düşünemez. Illuminati Fenerbahçeyi kurduruyor, daha sonra ABD üzerinden bu alanı yeniden biçimlendiriyor. Nitekim ABD Fenerbahçe’ye yardım ediyor. CIA ile Mossad Federasyon üzerinde operasyonlar yaparak Fenerbahçe’nin şampiyon olmasını sağlıyor. Bununla kitlelere bir mesaj verilirken adeta şu deniliyor, gözünüzün önünde oynadığımız oyunu dahi anlayamazsınız!

Fenerbahçe’nin finansal kaynakları her zaman tartışma konusu olmuştur. Halbuki çok açık, uluslar arası kaynaklardan gelen multi milyonlar Fenerbahçe üzerinden spora akıtılarak güya Türkiye’nin en önemli kulüplerinden biri gibi gösterilirken Fenerbahçe’nin başarısı da garanti altına alınıyor. Peki bu paralar nereye gidiyor? Hep yabancı transferine! Yani esasında milletimiz bundan kazanmıyor, yabancılar kazanıyor.


Şok edici gerçeğe ise biz bile hazır değildik. Bu zamana kadar Aziz Yıldırım’ın federasyonu yönettiğini sanıyorduk halbuki gerçekte hakemleri ve federasyonu gizli kapılar arkasında yöneten Yıldırım veya Fenerbahçe değil, uluslar arası gizli güçlerdi. Bu kadar değil. Bu güçler kimi sezonlar Fenerbahçe’yi şampiyon yapıyor bazen de başka takımların şampiyon olmasına müsaade ediyor bu sayede sanki adil bir lig varmış gibi bir intibağ yaratmaya gayret ediyordu. Amaç, Türk ligini tamamen kontrol altına alarak, sürekli bir çatışma ortamı yaratmak ve kardeşi kardeşe düşürmekti. Ama bu kadar değil.

Gizli tanık E.K “Esasında.. Bunu açıklayamam. Bakın hiçbir şey göründüğü gibi değil. Çok derin ilişkiler var. Fenerbahçe’yi sadece şampiyon yapmıyorlar. Hakemleri filan yönetmek bunlar küçük. Esas operasyon farklı. Esasında Fenerbahçe’yi şampiyon yaparak, yani esasında hak etmeyen birini şampiyon yaparak hak eden iyi takımların şampiyon olmasını engelliyorlar. Neden? Çünkü o takımlar Avrupa’ya gitse Türkün gücüyle orayı sallayacaklar! O zaman milli şuur güçlenecek, insanlar bizim Avrupalıdan bir eksiğimiz yok, onları yenebiliriz bilincine sahip olacaklar. Milli şuur güçlenince şunu diyecekler “Ya o zaman neden NATO’dayız, neden AB’ye üye olmaya çalışıyoruz, biz bunlardan iyiyiz!” Yani tam bağımsızlık isteyecekler. Ve o zaman Türkiye bağlarını koparacak. Bu adamlar tarafından yönetilemeyecek.. Halbuki bakın bütün bir 1960’lar, 70’ler Fenerbahçe şampiyonlukları ile geçti. Ne zaman ki uluslar arası hakimiyet 80 sonrasında Türkiye’de kesinleşti ve SSCB yıkıldı, o zaman Fenerbahçe şampiyonlukları azaldı. 1960’dan 80’e kadar Fenerbahçe 8 kere şampiyon olmuş. 70’lerde 5 kere. Oysa 80’den 2000 yılına kadar sadece 6 kere. 1980 darbesinden sonra 90 yılına kadar sadece 2 şampiyonluğu var. Çünkü bu yıllar ABD’nin Türkiye’de her batımdan egemenliğini pekiştirdiği yıllara denk geliyor. SSCB çöktükten sonra da kara 90’lar geliyor. Ne oldu da 2000’de durum değişti? İşte 11 eylül sonrasındaki dünya. ABD’nin arkasındaki güçler bir kere daha hakimiyetlerini arttırmak istiyor. Baktılar Türkiye biraz palazlandı, Avrupalıları yenmeye, gururunu toplamaya başladı. Hemen müdahale ettiler. Durum budur.”

Milli bilinç ve şuur sahibi toplumlar kolay yönetilemezler. Oysa her batımda yenilen, arkada kalanlar? Onlar elbette kendilerini güçsüz hissedecek ve yönetilmeye hazır hale gelecektir.

Medya, uluslar arası ortaklıkları sebebiyle bu olayları anlatamıyor, gerçekleri söyleyemiyor.

Fenerbahçe Illuminati’dir. Dünyayı yöneten ailelerin Türkiye’deki kurumlarından biridir. Bu kurum eliyle Türkiye yönetilmektedir.

Bu kadar değil…

Fenerbahçe Illuminati’nin de yönetici parçasıdır.

Gizli Tanık H.J “Well Actually – Esasında (buradan sonrası Türkçe) büyük bağlantıları var. Şampiyonlar ligi çeyrek finali oynadıkları sezon UEFA’yı da yönetiyorlardı. Yanlı hakem kararlarıyla çeyrek finale kadar çıktılar. Karşılarına Chelsea çıkmasa belki şampiyon olacaklardı. Ama Chelsea’nin gücü biraz daha fazla. Bugünlerde Amerika’yla yakın bağları var. Taurasi olayı malum. Obama’ya baskı yaparak WADA’nın kararını etkilediler. Ne hedefliyorlar? İyi bir şey değil. Tam da Arab bölgesinde devrimler olurken Fenerbahçe’nin liderliğe oturması tesadüf olabilir mi? İyi düşünmek lazım”

Yeni gelen bilgilerle burada olacağız.


[1] http://meetilluminatimembers.com/
[2] http://www.redicecreations.com/specialreports/2005/08aug/redshield.html
Devamı ...

9 Mart 2011

Türkiye’nin 4’te 3’ü ne ister?



İnsanoğlu çok şey ister. Öğrenciyse şu sınavları kazasız belasız atlatsın ister. İşsizse emeğinin karşılığını aldığı bir işi olsun ister. Yalnızsa kendisini anlayan, seven bir hayat yoldaşı olsun ister. Muhtemel ki dostlarla mutlu ve uzun pazar kahvaltıları, içtikçe sohbetin demi kehribara dönen rakı sofraları ister. Gamsızın teki hep ağız dolusu gülsün, hiç ağlamasın ister. Aylak olanı akşamları geç yatsın, sabahları erken kalkmasın ister. Boğazına düşkünü dilediği kadar yesin, içsin ama hiç kilo almasın ister. Şayet bizimki gibi bir ülkede yaşıyorsa daha absürd şeyler istemek de hakkıdır elbet. Bu ülkenin koca yürekli adamları “suça sürüklenen çocuklar” tarafından, kadınlar kocaları tarafından, kot taşlama işçileri, madenciler açgözlü işverenleri tarafından öldürülmesin ister. İçini benimki gibi tekinsiz bir sıkıntı kapladığı zaman, iç çekip “Bir teneffüs daha yaşasaydı tabiattan tahtaya kalkacak” çocuk henüz vakit varken Maveraünnehir’in nereye döküldüğünü keşke söyleyebilseydi ister. Bu ülkenin insanlarının basit istekleri de vardır. Mesela hepsi futbolu sever, ekseriyetle çoğunluğu tuttuğu takım şampiyon olsun, en azından o hafta kazansın ister. Ama, tam olarak bu ülkenin 4’e 3’ü ne ister diye sorarsanız, inanın bilmiyorum. Elimde güvenilir bir veri olmadan, bir tarafımdan da sallamak istemem.

Malumunuz Sadri Şener, Süper lig bağlamında düşünüldüğünde oldukça anlamlı bir orana işaret eden önemli bir istatistik veriyi henüz paylaştı. Bizzat kendilerinin ülke genelinde yaptırmış olduğu kapsamlı bir araştırmaya göre bu ülkenin 4’te 3’ü Trabzonspor şampiyon olsun istiyor. Sadri Bey’e göre bize düşen ise buna engel olmamak. Sadri Bey muhakkak titiz bir araştırma yaptırmıştır. Bu durumda kalan haftalarda oynayacakları rakiplerin kaçının bu 4’te 3’lük dilimde olduğunu biliyordur. Dahası önemli bir derbi öncesi böyle bir açıklama yaparken, elinde anlamlı bir istatistik olmaksızın böyle bir açıklama yapmasının ne kadar yanlış anlaşılabileceğini, ne kadar etik dışı olabileceğini de biliyordur. Maalesef benim elimde onun sahip olduğu istatistikler yok. Bu yüzden bu yazının başlığının aksine, bu soruya cevap veremem. Tek yapabileceğim ortalama bir sporsever ne ister onu tahmin etmeye çalışmak.

Mesela daha geçen sezon ligin son maçında hiçbir iddiası olmayan takımı, şampiyonluk adaylarından biri ile berabere kalıp onu şampiyonluktan ettiğinde şartların bugünkinden hiçbir farkı olmadığını Sadri Şener söyleyebilsin ister. Trabzon’nun bugüne kadar aşmayı, yönetmeyi beceremediği taraftar baskısının, rekabetin had safhaya ulaştığı zamanlarda en büyük rakibi haline geldiğini itiraf edebilsin ister.

Mesela, bir kulübün yöneticilerinin henüz sözleşmesi devam eden bir teknik direktörleri varken, sessiz film oynar gibi “yerli mi yabancı mı” oylamasıyla teknik direktör seçmesinin etik olmadığını itiraf edebilsin ister. “Deli” lakabını kaptanlarına madalya gibi takıp, delilik yaptığı için kovduktan sonra, kovdukları kaptanlarına bir basın toplantısını çok görüp bunun adına demokrasi kültürü demesinler ister. Savurgan transfer politikalarıyla hesapsız kitapsız onlarca transfer yapıp, kulübü borç batağına sürükledikten sonra, taraftarını hem ligde hem de Avrupa’da hayal kırıklığına uğrattığında, beceriksizliğine başka takımların başarısını gölgeleyerek kılıf aramasın ister. Daha dün internet sitelerinden futbol federasyonunu artık tarafsızlığını yitirdiğini söyleyenlerin, “şampiyonluk sizin, kupa bizim” parolasıyla çıktıkları maçta, aldıkları kupayı dönemin futbol federasyonu başkanının babasına kendi elleriyle götürdüklerini hatırlasın ister.

Mesela, asırlık bir takıma tarihinin en kötü sezonlarından birini yaşatanların, 52 bin kapasiteli stadın bomboş koltuklarına karşı gazozuna maç yaptıranların, bütün beceriksizliklerinin üstünü ezeli rakiplerinin ofsayttan bulduğu golü bayrak gibi açarak kapatamayacaklarını bilsin ister. Dahası halkın vergileri, devletin olanakları kullanılarak kendilerine hediye edilen stadın açılışında, taraftarları bu kıyağı geçenleri ıslıkladığında, kendi taraftarını tek tek kamerayla tespit edip, gammazlamayı marifet bilen yöneticilerin, ne federasyonu, ne MHK’yı, ne de rakiplerini bir zamanlar gammazladıkları bu taraftarlarına şikayet edemeyeceklerini bilsin ister.

Mesela, bu ülkenin futbol bilginlerinin hayalini kurdukları Anadolu devriminin, yıllar sonra bir kez İstanbul ili sınırları dışında bir takım şampiyon oldu diye gerçekleşmeyeceği bilinsin ister. Bu ligin takımları arasındaki gelir, futbolcu kalitesi uçurumu kapanmadıkça, amatör liglerdeki karın tokluğuna futbolcu, antrenör sömürüsü bitmedikçe, Anadolu’daki genç yeteneklere değil okulu, akademiyi bir kramponu çok görüp, onları taşra değirmeninde öğütürken, Almanya’da yetişen genç yetenekleri şoven bir dille tehdit etmeyi yetenek avcılığı sanan zihniyet değişmedikçe, Anadolu devriminin üç büyüklerin şampiyon olmamasını dilemeye indirgenmiş yavan bir söylem olduğu bilinsin ister.

Bu ülkenin dörtte üçü ne ister bilmiyorum. Ortalama bir Fenerbahçe’li olarak ben, şampiyonluk bir yana, bu sene sezon başında yaşanan olumsuzluklara, gerilimlere rağmen, futbol takımımın ortaya koyduğu ve bu takımın tarihinde çok sık şahit olmadığımız mücadele, takım ruhu, kazanma azmi, Gençlerbirliği maçında yan hakem ofsaytı kaçırdı diye hor görülsün istemiyorum. Sadri Bey anketine bu seçeneği de ekletsin lütfen.

Devamı ...

8 Mart 2011

Gençlerbirliği 2 - Fenerbahçe 4
STSL 07/03/2011



Spor Toto Süper Lig 24. Haftanın kapanış maçında Gençlerbirliği’ ne konuk olan Fenerbahçe, kar yağışı altında oynanan karşılaşmada rakibini Lugano, Alex(p), Niang ve Andre Santos' un golleriyle 4-2 mağlup etti. Başkent ekibinin gollerini ise Orhan Şam ve Hurşut attı. Bu sonuçla Fenerbahçe liderliğini devam ettirirken, Gençlerbirliği de 'Alex Ligi' nde bir adım daha öne geçti.

PAPAZIN ÇAYIRI:
Gökhan Gönül, Selçuk ve Semih’ in yokluğuna eklenen Trabzonspor’ un ‘dörtte üçe dahil’ olduğunu saklamayan, duruşuyla ünlü semtimizin takımına karşı aldığı galibiyet başkent deplasmanını daha zorlu hale getirmişti. Üstelik kar vardı, Gençlerbirliği oyuncuları da dopingten dönen Orhan Şam’ ın iştahlı oyununa ayak uydurmuştu.

Fenerbahçe bu maça da baskılı başladı. Ama bu baskının gole dönüşmesi için çeyrek saatin dolması gerekti.

15’ te Alex’ in ceza sahası içine gönderdiği serbest vuruşta ceza sahası karıştı. Biri Fenerbahçeli biri Gençlerli iki oyuncunun çıktığı kafa topunda, top kaleye yöneldi. Kaleci Serdar Yobo' nun üzerinden yumrukla meşin yuvarlağı uzaklaştırmak istedi. Kısa düşen topu Lugano kaleci Serdar' ın üzerinden ağlarla buluşturdu: 0-1

Ama tartışılacak bir şeylerimiz vardı. Çünkü tekrarlar açık ofsaytı işaret ediyordu.

17’ de gelişen Gençlerbirliği atağında Oktay, Serkan' ın pasıyla ceza alanın sağında buluştu. İyi vurdu ama yan direğe çarpan top auta gitti.

21’ de Gençlerbirliği defansının hatalı geri pasına muthiş bir atak yapan Niang gol yapamadı ama o topu kurtarmak isterken ceza sahası içinde kaleci Serdar’ ın ona müdahalesi penaltı demekti. Penaltı vuruşu için topun başına geçen Alex, tahmin edilmesi mümkün ama kurtarılması imkansız yere vurdu: 0-2

Bu golle maçın bittiği düşünülürken üç dakika sonra her şey değişiverdi.

24’ te Fenerbahçe ceza sahası önünde topla buluşan Mustafa Pektemek' in ara pasında sağ çaprazda topla buluşan Orhan Şam, düzgün ve sert vurdu: 1-2

36’ da Gençlerbirliği kornerinde ceza alanı dışında topla buluşan Cem Can' ın sert şutunda kaleci Volkan' ı da geçen top yan direğe çarparak auta gitti.

37' de Alex' in sağdan kullandığı kornerde, Bekir' de seken topu Lugano röveşata ile filelere yollasa da hakem Bekir' in kaleci Serdar' a faul yaptığına karar verdi. Böylece 'ağlara giden top gol değeri kazanmadı'. Bu aynı zamanda Fenerbahçeli oyuncuların karşılaşmadaki ilk faülüydü.

45’ te Azofeifa' nın kullandığı köşe vuruşunda Hurşut defanstan seken topa ceza yayı üzerinde gelişine müthiş vurdu: 2-2

Devre bu golün ardından 2-2 sona erdi.

İkinci devre yoğun kar yağışı altında başladı.

48’ de Alex topla buluştu, yüzünü kaleye dönüp vurdu. Serdar’ dan seken top direğe çarpıp auta gitti.

61’ de Metmet Topuz’ la başlayan atakta Niang' ın altıpas içine gönderdiği topa Serdar zamanında müdahale ederek Mehmet' e başlattığı pozisyonu bitirme şansı tanımadı.

62’ de Alex, Niang' ın önüne mükemmel bir top bıraktı. Kara Yılan topu Serdar' ın solundan ağlarla buluşturdu: 2-3

67’ de Alex' in sağdan kullandığı serbest vuruşa ceza alanı içinde iyi yükselen Bekir' in kafa vuruşunda top az farkla yandan dışarı çıktı.

68’ de Fenerbahçe topla mükemmel oynamanın ne demek olduğunu zemine rağmen gösterirken, top sağdan sola geçti ve Emre ile verkaç yapan Andre Santos ceza sahasına girerken müthiş vurdu: 2-4

76’ da Hurşut' un soldan ortasında yeni oyuna giren ve topla ilk kez buluşan Zec' in kafa vuruşunda topu Volkan müthişti. Sonrasında direğe çarparak altıpas içinde kalan topu Andre Santos kornere attı.

90+1’ de Serdar' ın degajında zemin, konsantrasyon kaybı vs. ler birleşti. Topla buluşan Zec’ in Baroni' den sıyrıldıktan sonra yaptığı vuruşta Volkan bir defa daha müthişti.

Karşılaşma da Fenerbahçe’ nin 4-2 üstünlüğü ile sona erdi.

Bu galibiyetle ligde üst üste 8. galibiyetini alan sarı lacivertliler, puanını 54' e yükselterken liderliği de Trabzonspor’dan geri aldı.

GENÇLERBİRLİĞİ: 2 - FENERBAHÇE: 4

Stat: 19 Mayıs

Hakemler: Özgür Yankaya, Nihat Mızrak, İsmail Şencan

Gençlerbirliği:
Serdar , Orhan, Burak, Aykut, Mehmet, Cem Can, Azofeifa, Oktay (75 Zec), Serkan (57 Jedinak), Hurşut (82 Yasin), Mustafa

Fenerbahçe: Volkan, Bekir, Lugano, Yobo, Andre Santos, Dia (60 Baroni), Mehmet, Emre, Özer (89 Caner), Alex, Niang (86 Guiza)

Goller: Orhan, Hurşut / Lugano, Alex (p.), Niang, Andre Santos

Sarı kartlar: Serdar / Baroni, Andre Santos, Lugano
Devamı ...

7 Mart 2011

Yıldırım Demirören'den Ulusa Sesleniş



Sevgili Beşiktaş taraftarları, genel kurul üyeleri, çok değerli medya mensupları. Bugün sizlere son iki yıldaki başarılarımızın bir dökümünü yapmak istiyorum. Bu başarıları şüphesiz ben ve yönetim kurulu arkadaşlarım kazanmadı, her Beşiktaşlı'nın bu başarıda payı var.

Geçen yıl futbolda Fenerbahçe'nin şampiyon olmaması bütün camiamızın en büyük hedefiydi. Sezona Fenerbahçe'nin iki kupada da şampiyon olmaması parolasıyla girdik ve sezon sonunda Allah'ın izniyle son maçlarda da olsa bu hedefimize ulaştık sevgili Beşiktaşlılar. Fenerbahçe'nin şampiyonluğu kaybettiğini öğrendiğim sırada Bursa'da protokol tribünlerindeki arkadaşlarımla sarmaş dolaş Beşiktaşlı duruşuna yaraşan bir şekilde sevindik, inanın o duygusal anda gözyaşlarımı tutamadım. Kolay değil bütün yıl Fenerbahçe'nin şampiyon olmaması için vermediğimiz demeç, yapmadığımız kulis kalmadı, insanın emeğinin karşılığını almasının ne demek olduğunu en iyi biz biliriz sevgili Beşiktaşlılar. Büyük Beşiktaşlı Marks'ın da belirttiği ve Çarşı'nın da onaylayacağı üzere "emek en büyük değerdir".

Bunun yanında itiraf etmeliyim ki geçen yıl futbol dışındaki branşlarda da bir özeleştiri yapmamız gerek sevgili Beşiktaşlılar. Fenerbahçe kadın basketbol, erkek basketbol, erkek voleybol ve kadın voleybolda maalesef hile, şike pasör ve pivot satın alarak şampiyon oldu. Basketbolda şerefli finalist olan Efes Pilsen bizim gözümüzde gerçek şampiyondur. Kadın basketbolda her ne kadar sene boyunca beş maçta da her türlü kirli oyunla Fenerbahçe'ye yenilen Galatasaraylı kadın basketbolcular da şerefli ikinci oldular. Erkek voleybolda çiftçinin kötü gün dostu, dost ve kardeş Ziraat Bankası da maalesef bu şer ocağı Fenerbahçe karşısında şerefli ikincilikle yetindi.

Ancak amatör şubelerde geçen yılki hatalarımızdan ders aldık sevgili Beşiktaşlılar. İsmini duyunca bu kimmiş desemde Allen Ayvırsın diye bir adam aldık, adam çok iyiydi deliksiz basket attı kaç kere sevgili Beşiktaşlılar. Ama şerefli bir sakatlık geçirince maalesef gitmek zorunda kaldı. Bildiğiniz gibi buna rağmen Türkiye Kupasında bize negatif elektrik veren Engin Kennerman adlı Aziz'in uşağı bir hakem tarafından katledildik. Şerefli ikinci olduğumuzu FİBA bile onayladı inanın.

Ancak hiç bir şey bizi yolumuzdan döndüremedi sevgili Beşiktaşlılar. Mart ayında Fenerbahçe'nin erkek ve kadın basketbol takımları Avrupa'dan elendi. Bu başarı kolay olmadı, umutsuzluğa kapıldığımız acaba bu sene Avrupa şampiyonu mu olacaklar diye düşündüğümüz kahırlı günler oldu. Fakat bilim her Beşiktaşlı'nın olduğu gibi bizim de umudumuz oldu. Sevgili Turgay Atasü'nün yoğun mesaisiyle bozkırın ortasında bir vaha gibi açan Hacettepe'den gelen haberlerle mutlu olduk.

Sevgili Beşiktaşlılar bu aralar yine kritik günlerden geçiyoruz, dün Burak'ın golüyle derin bir nefes alsak da bugün şer odağı Fenerbahçe yine kazanarak her ne kadar geçiçi olacağını umut etsek de liderliğini devam ettirdi. Biliyorsunuz sevgili Beşiktaşlılar biz sevinmek için sevmedik, o yüzden Trabzon maçında Beşiktaş gol atınca sevinen üç beş kendini bilmez Beşiktaşlı demeye dilimin varmadığı insanların sevinci bu camianın başkanı olarak beni derin bir teessüre sevk etti. Sevgili Beşiktaşlılar sizlere söz veriyorum bu yılda Fenerbahçe'yi şampiyon yapmayacağız. Mart ayı onların Mayıs ayı bizlerin bayramı olmaya devam edecek.

Fenerbahçe maçlarından fırsat buldukça bizim maçları da takip etmeye çalışıyorum, Portekiz'den aldığımız oyunculara en kısa sürede Fenerbahçe nefretini aşıladık ve kısa sürede aramızdan biri oldular. Quaresma'yla görüşmeye ilk gittiğimizde "başkan Türkçe Fenerbahçe'ye nasıl küfrediliyor" diye sorunca ben ve yönetici arkadaşım Serdar Adalı gözyaşlarımızı tutamadık. Serdar Bey'in Türkçesi Quaresma'nın Türkçesinden daha kötü olduğu için o an öğretemedik ama uyum sürecini aşınca bütün Portekizlilerimiz Fenerbahçe'ye küfredebilecek seviyeye geldi.

Sevgili Beşiktaşlılar geçen yıl Bursa'ya yenilip nasıl büyük bir sevinç yaşadıysak bu yıl Beşiktaş'ın çocuğu Burak nasıl yüreğimize su serptiyse Mayıs ayında bir kez daha 2-2 esprisiyle milyonlarca Beşiktaşlının sokağa döküleceğini umuyorum. Bu arada final-four'da Fenerbahçe Acıbadem adı altında odaklanan sözde voleybol takımının Şampiyonlar Ligi'ndeki rakibi Vakıfbank Güneş Sigorta Türk Telekom takımına da sonsuz başarılar diliyorum. Bu yıl bildiğiniz gibi iki Türk takımı bu kupada oynuyor Vakıfbank ve Azerbaycan'dan Rabıta Bakü. İnşallah bu iki takım yarı finaldeki Haçlı rakiplerini yenip büyük Beşiktaşlı İlham Aliyev'in iki devlet tek millet söylemine binaen finali kardeş kardeş oynayacaklar.

Sevgili Beşiktaşlılar bu arada yoğun araştırmalarımız sonucu 1916 ile 1935 arasındaki dört şampiyonluğumuzun masa başı oyunlarıyla yok sayıldığını da öğrendik ve federasyondan bu şampiyonluklarımızın tescilini istedik. Büyük Beşiktaşlı sayın Başbakan'ımızın da dediği gibi boyun eğiyorsam da uysal koyun değilim ya da öyle bir şey sevgili Beşiktaşlılar.

Kötü pis kaka Fenerbahçe! Bööö
Devamı ...

Taurasi Skandalının Gerçeklerini Açıklıyorum



Obama ve diğer arkadaşlarla her zamanki gibi iki el okey atmak için buluşmuştuk. Doping ölçümünde hata yapıldığının ortaya çıkmasından bir gün sonraydı. O gün Obama biraz kötü oynuyordu, bir sıkıntısı olduğunu anladım. Yere bütün 7'lerin atıldığı bir el sonunda, "bütün el araya 7 bekledim kanka" demesinden belliydi. Bozmamak için söylemedim ama "senin dilinin altında bir şey var, dur bakalım" diyerek beklemeye başladım. Sonunda av olarak önüne okey attım ve fark etmeden yerden taş çekti, diğer arkadaşlar benimle biraz dalga geçse de ben amacıma ulaştım, bir şey vardı bu adamın kafasını karıştıran.

"Obama" dedim, "nedir senin derdin?" Önce "ne derdi arkadaş?" diye soracak oldu fakat gözlerimdeki kararlılığı hissedince biraz duraksayıp "senden de bir şey kaçmaz zaten, okey bitince anlatayım" dedi. Okeyi öyle bitirdik, Obama'nın 4 oraletlik hesabını da ben çektim, aramızda lafı olmaz. Başka bir masaya geçip oturduk, "çok oralet içtim, soğuk içeyim" dedi, gazoz söyledik. Anlatmaya başladı.

Obama: Bu Taurasi işini duymuşsundur, onu bir şekilde hallettik ama çok sıkıntı çıktı, başımızı ağrıttı.

Ben: Nasıl başınızı ağrıttı, ne oluyor kaptan?

Obama: Olaya müdahale etmek zorunda kaldık, yoksa Londra Olimpiyatlarında madalya şansımız çok azalırdı.

Ben: Nasıl müdahale ettiniz? Çok yanlış, çok.

Obama: Doping sonuçlarını öğrenince Taurasi bana telefon etti, biliyorsunuz benimle kanka sayılır, fotoğrafımız bile var. Bu işe çözüm dedi.

Ben: Ne yaptınız?

Obama: WADA başkanını aradım. O sonuçları bir şekilde aklayacaksınız, yoksa kahrolası federalleri üzerinize salarım dedim. O sırada CIA başkanı telefonumuzu dinliyormuş, dayanamadı atladı, kaptan ne oluyor ya, biz neciyiz? diye. Tamam sizi de gönderirim dedim.

Ben: Peki başkan, diğer sporcularda neden modafinil çıkmış, onlar ne alaka?

Obama: Bunu da biz tertipledik. Bir tane daha WNBA oyuncusu, bir tane 1. ligde oynayan orta sıra takımından bir oyuncu ve bir de düşük liglerden bir futbolcu bulun. Çaylarına modafinil katalım, böylece sonuçların şüpheli olduğu fikri yayılsın dedik. Böylece "İstanbul Üni." maçında doping testine giren Vajda'nın testinde neden modafinil çıkmadı o zaman haaa!?!? sorusunu soran Einstein çıkarsa verecek bir cevabımız olacaktı.

Ben: Vay arkadaş yine dış mihraklık yapmışsınız, yine ülkeyi karıştırmışsınız.

Obama: Evet, bizim amacımız bu. Hacettepe'yi ben biliyorum, net konuşayım benim annem rahatsızlansa Mayo Clinic'e değil Hacettepe'ye yatırırım. Türkiye'nin bu saygın kurumunun imajını zedelemek bizim varoluş amacımız zaten. Taurasi'yi kurtarırken bunu da yaptık, görevimi yaptığım için mutluyum.

Ben: Çok ilginç. Peki size direnen asil, saygı gören, alanında otorite Türkler çıkıyor hep, o konuda ne yapıyorsunuz?

Obama: Evet, bizi çok zorluyorlar, ah şu çılgın Türkler (gülüşmeler). Taurasi konusunda en başından itibaren inatla suçluyu yakaladığını söyleyen profesör bizi çok zorladı mesela. Fakat iç mihraklar işimizi kolaylaştırıyor, böyle saygın bir bilim adamına bile laf ediyorlar.

Ben: Neden peki bu kadar zahmete girdiniz?

Obama: Olimpiyatta o madalyayı almamız lazım dostum, anladın mı? Almamız lazım. (Gazozu tepesine dikip hepsini bitirir, boş şişeyi hızla masaya vurur). İngilizler, onları evlerinde utandıracağız, Taurasi madalya için çok önemliydi.

Ben: Ne alıp veremediğniz var İngilizlerle?

Obama: Aslında kanka gibi görenler var bizi ama değiliz. Beatles yüzünden hep. Yani sanki biz müzik yapamıyormuşuz gibi taa oradan müzik yapıyorlar sonra gelip burada bize artistik yapıyorlar. Bunu pek dillendiren olmaz ama bu duruma 50-60 senedir büyük kılız kanka. İngiliz küstahlığına cevabımızı Londra'da vereceğiz. Vereceğiz anlıyor musun? Vereceğiz.

Ben: Neyse ki meseleyi halletmişsiniz, sıkıntınız bitmiş.

Obama: Evet, fakat onurlu insanlar bitmek bilmiyor ülkenizde. Bazı yazarlar bu kumpası dillendirmeye başladı. Yani 120 ülkede dış mihraklık yapıyoruz ama sizinki kadar zorlandığımız başka ülke yok. Ülkenizde adeta herkes bir Einstein.

Ben: Evet öyle. Mesela biz Amerika'ya gidince $5.05 tutan ürün için $10.05 veriyoruz, fakat kasiyer anlamıyor bir saat bakıyor. Hahahahahaha. Çok salak sizin memleketiniz ya, bizim ilkokulda öğrendiğimiz matematiği siz lisede öğreniyormuşsunuz.

Obama: Neden $10.05 veriyorsun ki, anlamadım.
Devamı ...

4 Mart 2011

Top 16: Rüyadan Kabusa



Fenerbahçe'nin şöyle bir özelliği var: Bütün mağlubiyetleri ya da başarısızlıkları ne kadar trajik hale getirilebilecekse o kadar trajikleştiriyor. Basketbol şubesi de bu konuda futbol takımıyla yarış içerisinde. Zalgiris maçını kaybettiğimiz gün onca eksiğe, hakemlere rağmen yapılan mücadeleyi takdir etmiş ama kalan iki maçı kaybedeceğimizi düşünmüştüm. Sonuçta Olympiakos maçını 12 sayı öne geçip sonra aklımızı kaybederek, Valencia maçını da en kolay şeyleri bile yapamayarak kaybettik. 3'te 3'le rüya gibi başlayan grup 3'te 0'la kabusa dönüştü.

Dünden beri bir tecrübe masalıdır gidiyor. Fenerbahçe'nin Olympiakos'un arkasında kalması ya da Olympiakos yenilgisi tecrübe farkıyla açıklanabilir belki ama Valencia'nın geride kalmasının ya da Valencia maçını kaybetmesinin nedeni tecrübe olamaz. Valencia Fenerbahçe'den ne oyuncu ne takım bazında daha tecrübeliydi. Ama oyunda akla ihtiyaç duyulan her anda sahaya akıl koyabilen onlar oldu.

İnsanlar sene başı Vidmar'ın performansını gördükten sonra onun sakatlığı sonrası haklı olarak çok hayıflandılar, keza son üç maçta Mirsad'ın da yokluğunun önemini gördük ama bence son üç maçta en çok aradığımız şey Engin Atsür oldu. Ukiç'in birdenbire aklını kaybeden bir oyuncuya dönüşmesi, Saras'ın kelimelerle açıklanamayacak absürtlükteki oyununu görünce her zaman sakin kalmayı ve oyun aklını korumayı beceren bir oyun kurucu olan Engin'in ne büyük bir eksiklik olduğunu fark etmiş olduk.

Takımdaki tuhaflık Olympiakos maçıyla başlamadı, 1.30 dakika kala 6 sayı öndeyken kazanılmayan Zalgiris maçından önce Türkiye Kupası'nda da takım ciddi bir şekilde aklını zaman zaman kaybedeceği sinyali verdi. Banvit maçının son iki dakikasında sayı atamadık, 5 sayı öndeyken maçı son topu Banvit kullanamadığı için kazandık, Galatasaray'a karşı 21 sayı öne geçip farkın 5'e kadar inmesini izledik ki Ukiç'in farkı 7'ye çıkaran hücumunun da doğru bir hücum olduğu söylenemez ve Beşiktaş maçında da yine bitmiş maçı krize sokmayı başararak kazandık. Son oynanan Oyak Renault maçında da ligin en kapasitesiz takımına karşı 15 sayı öne geçip maçı veriyorduk neredeyse. Son bölümde Oyak 1/10 gibi acayip bir yüzdeyle serbest atış atmasa maçı kaybedecektik.

Uzun bir süredir belli bölümlerde aklını kaybeden bir takım var. 40 dakikalık bir basketbol maçında bir basketbol takımı düzenden çıkabilir, kötü hücum eder, savunması düşer, o gün işler iyi gitmez falan bunların hepsi mümkün. Bizim son bir aydır sahada yaptığımız şey tamamen başka bir şey. Yani maçın bir bölümünde resmen stop ediyoruz, Olympiakos maçında farkın yavaş yavaş inmeye başladığı bölümde Ukiç'in nasıl hücumu yönlendirdiğine bir bakalım. Topu alıp potadan 10 metre uzakta 20 saniye topu elinde tutup, şut kullanmak ya da elinde patlasın diye birine vermek. Maç sonuna kadar bunu yaptı. Zalgiris ve Valencia maçlarında Saras ikili oyunlarını savunmak için sert bir şekilde show up'ı yarı sahaya kadar çeken savunmacıları bir kez olsun cezalandırmadı. Israrla top kaybı yapmayı sürdürdü. İşin tuhaf tarafı mola alarak falan da aklı başına gelmedi takımın. Mola bütün bu maçlarda bir pansuman işlevi görmedi.

İşin bu kısmında Spahia'ya da değinmek lazım. Spahija kimya sağlama konusunda elit bir koç yani sezon başı planlamayla takım kimyası yaratma konusunda son derece mahir olduğunu Valencia'da Rytas'ta ve bizde de gösterdi. Bu konuda diyecek bir şey yok ama maça müdahale konusunda yeterince etkin olmadığı kesin. Dün Pesiç'in mola dönüşleri Valencia'nın kaptırdığı momentumu hemen geri aldığını gördük. Aynı şey bizim mola dönüşleri sonunda bir türlü olmadı, Spahija'nın molaları ne rakibin momentumunu kırıcı bir etki gördü ne de kendi hücum akışkanlığımızı geri getirici.

Mola dönüşü takımın ne yaptığı bence bir koçun takım ve oyun üzerindeki hakimiyetinin en iyi göstergesidir. Bu konuda David Blatt'ın üzerine kimse yok zaten. Rus milli takımı ya da Maccabi'nin bir Davit Blatt molası sonrasında yüzde 90 olasılıkla hücumdaysa sayı bulduğunu savunmadaysa sayı yemediğini görürsünüz. Pesiç de o tarz bir koç ve açıkcası grup sıralaması biraz da gruptaki coaching sıralamasını yansıtıyor.

Top 16'da çok küçük değişkenler bizim lehimize olsa gruptan çıkmıştık, Zalgiris maçında hakemler biraz adam gibi maç yönetse, Zalgiris 39 yerine 35 serbest atış atsa, dün özellikle ilk yarı kaçırdığımız bomboş atışlar ya da sokamadığımız serbest atışlardan bir kaçı girse, son üç maç Saras yerine Erbil oynasa falan gibi bin tane şeyden bir tanesi olsa Top 8'e girmiştik. Bir diğer üzücü tarafsa Final 8'de gelebilecek en iyi rakiple oynayacak olmaktı. 8 takım içinde belki de en sorunlusu, en kırılganıyla oynayacaktık. Bütün bunları bir çırıpıda unutup geleceğe bakalım demek zor. Bu senenin acısı epey bir içimizi sızlatmaya devam edecek.

Peki seneye ne olur? Seneye soru işareti olan bir sürü belirsizlik var. En önemlisi sakatların tam kapasiteyle dönüp dönmeyeceği, Engin'in iki sezon öncede sezonu kapattığı bir sakatlığı oldu dolayısıyla sakatlık riski çok fazla. Vidmar'ın bu ameliyattan sonra 2.12'lik birisi olarak kolay kolay eski ritminde olmayacağı ve Mirsad'ın da 35 yaşında olduğunu düşünürsek gelecek sene planlamasının da çok sağlam ayaklar üstünde olmayacağını görmek lazım. Bence yapılması gereken şeyler Saras'la Mayıs sonu itibariyle vedalaştıktan sonra delici (ama deli olmayan) Ukiç ve Engin'in arkasında kalmayı dert etmeyecek bir guard bulmak ki böyle bir guardı dışarıda aramaktansa Erbil'i üçüncü guard olarak kadroda tutmak gerektiğini düşünüyorum. İkinci olarak May'i ipadiyle birlikte yolcu edip orta mesafe istikrarlı şutu olan ribauntçu bir dört numara getirmek (mesela Fotsis gibi), Chuck Eidson'la ilgilendiğimiz haberleri zaten çıktı onla daha da ilgimizi artırmak, ve Oğuz'dan umudu kesip Furkan'ı ne pahasına olursa olsun almak. Ömer Onan'ın yaşını da göz önünde bulundurup Türkiye'de onun yapabildiği etkiyi yapmaya en yakın aday olan Sinan Güler'i de Efesten koparmayı deneyebiliriz belki ekstradan.

Seneye yeni salonda mümkünse nicelik olarak aynı ama nitelik olarak artan bir basketbol seyircisiyle Euroleague yolculuğu muhtemelen Beckett'in izinden giderek tekrar deneyip tekrar yenilip daha iyi yenilerek devam edecek. Biz de daha iyi yenilgilerin hikayesini anlatmaya devam edeceğiz.
Devamı ...

2 Mart 2011

Akıl sağlığınızı koruyabiliyor musunuz?


4 Mayıs 2007 – İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi Ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun TBMM’de kabul edildi.

18 Ağustos 2007 – Wordpress kapatıldı.

17 Ocak 2008 – Ankara 12. Sulh Ceza Mahkemesinin kararı gereği Youtube kapatıldı.

29 Temmuz 2008 – Dailymotion kapatıldı.

29 Eylül 2008 – Ekşi sözlük kapatıldı.

24 Ekim 2008 – Blogspot kapatıldı.

21 Kasım 2008 – Başbakan Recep Tayyip Erdoğan “Youtube’a ben giriyorum siz de girin” dedi.

25 Eylül 2009 – Türkiye’de erişime engelli site sayısının 6000’i geçtiği açıklandı.

30 Haziran 2009 – Googlesites kapatıldı.

24 Ekim 2009 – Fıratnews.com kapatıldı.

17 Nisan 2010 – Recep Tayyip Erdoğan “Türkiye'de ifade özgürlüğü ne kadar daraltıldıysa, kronik meseleler o kadar ağırlaşmış, çözüm iradesi o kadar zayıflatılmıştır. Düşünce ne kadar tehlikeli görüldüyse, düşünürler ne kadar baskı altına alındıysa, Türkiye o kadar geri gitmiş, demokrasi ve milli egemenlik o kadar sıkıntı yaşamıştır” dedi.

11 Mayıs 2010 – Metacafe kapatıldı.

6 Haziran 2010 – Bakan Binali Yıldırım “Google’ı arıyoruz, telefona bile çıkmıyorlar. Siz Google’dan zengin misiniz, o da vergi versin” diyerek yasağı savundu.

4 Kasım 2010 – Youtube kapatıldı.

4 Kasım 2010 – BM tarafından hazırlanan insani gelişmişlik indeksinde Türkiye 169 ülke arasından 83. sıraya yerleşti.

5 Kasım 2010 – UNDP tarafından açıklanan gelir adaletsizliği indeksinde Türkiye 139 ülke arasında 64. oldu.

26 Kasım 2010 – Başbakan Recep Tayyip Erdoğan “Twitter mwitter ile olmaz gidin tezek kokusunu duyun” dedi.

14 Aralık 2010 – Economist dergisi tarafından yapılan Demokrasi sıralamasında Türkiye 167 ülke arasında 89. oldu.

29 Aralık 2010 – Fizy kapatıldı.

22 Şubat 2011 – Vimeo ve Youtube kapatıldı.

28 Şubat 2011 – Başbakan Recep Tayyip Erdoğan “Özgürlüklerle, demokratik standartlarımızla Türkiye artık farklı bir ülke” dedi.

2 Mart 2011 – Blogspot kapatıldı.
Devamı ...

Die Toten Hosen: Bayern



Die Toten Hosen bu hafta sonu oynanan Bayern Münih - B.Dortmund maçından önceki 3-1’ lik skor tahmini doğru çıkan (ama tersten) Beckenbauer için söylüyor: Bayern...

*

Çocukluğumda Brezilya’ yı tutar ama Batı Almanya’ nın makina nizamında işleyen takımına saygı duyardım. Gary Lineker’ e atfedilen "Futbol yirmi iki kişinin doksan dakika boyunca oynadığı ve sonunda Almanların kazandığı bir oyundur" sözü bende bir adanmışlık ve inanmışlık duygusu yaratır, sonuna kadar mücadele eden Alman takımının galibiyetini, attıkları bir golün üzerine yatan İtalyanlardan daha çok isterdim.

Real Madrid’ le kelimenin tam manasıyla göğüs göğüse cenkleşerek elendikleri (Almanyadaki ilk maç 5-1. İspanyadaki rövanş Santilgana’ nın son dakika golüyle 4-0) maç sonrası birazda fonetik olarak adlarını beğendiğim Borussia M'gladbach’ ı saymazsak sevdiğim ve tuttuğum tek takım vardı: Bayern Münih.

Bayern Münih ilgimi öğrenen ve konjonktürün takımını tuttuğumu söyleyen arkadaşımın ne demek istediğini ise yıllar sonra, ömrümün en güzel rüzgarı beni Berline de savurunca anlayacaktım.

Kendi taraftarı dışında herkesin nefret ettiği bir takım vardı karşımda. Stadyumlarda iki gole seviniliyordu; takımlarının attığı ve Bayern Münih’ in yediği gol.

Haksız da sayılmazlar. Sanki Bundesliga dedikleri, otuz dört hafta süren sonunda Bayern’ in şampiyon olduğu bir lig. Sadece futbol, Alman Milli takımı üzerinde değil her alanda büyük bir lobi gücüne sahipler. Hatta insanlar ağlanacak hallerine gülerek, Beckenbauer’ in Merkel’ den güçlü olduğu söylüyor.

Bana gelince, kibirli duruşları ve kendini her şeyin üzerinde gören tavırlarıyla nefret objesi olan Bayern yerine Hertha Berlin ve Bayern’ e rakip olan takımı tutuyorum artık.

Ve Die Toten Hosen benim gibi düşünen herkesin hislerine tercüman oluyor: Bayern

Şu dünyada tutunulacak çok fazla şey yok
Bazıları der ki; ‘sevgi’
Olabilir, belki
Yanında Tanrı’ yı görür kimisi
Eğer etrafında yoksa kimsesi
Diğerleri inanmaz öyle her şeye
Bu hayat katı yapmıştır onları
Her şey olabilir
Her şey bitebilir
Ama tek şey için eminim
O da hayatta Bayern’ e gitmeyeceğim

Demek istediğim; mesela yirmisindeyim
Ve süper yetenekliyim
Ve Manchester, Real Madrid çalmış kapımı halihazırda
Ve top koşturuyorum Alman milli takımında
Ve zirvesindeyim formumun kafa olarak da
Ve Uli Höness çiğniyor paspasımı
Asla açmıyorum kapımı
Çünkü mevzu bile olamaz
Bazıları gibi gidip de Bayern’ e
Halel getiremem şahsiyetime

Asla FC Bayern Münih’ e gitmezdik!
Asla FC Bayern Münih’ e gitmezdik!

Ama iyi yapalım izahımızı
Doğru anlatalım derdimizi

Yoksa biz karşı değiliz Münih’ e
Biz asla gitmezdik Bayern’ e

Bu gerçek olabilir mi,
Hayat çok fazla güzel değil mi,
İnsan kendinden bu kadar uzağa düşer de
Bayern’ e gider mi?

Nasıl bir ana babanın evladıdır
Böyle kokuşmuş olacak kadar
İnsan bu boktan takımın sözleşmesine
Nasıl imza atar?

Asla FC Bayern Münih’ e gitmezdik!
(Gidilmez asla Bayern’ e)
Asla FC Bayern Münih’ e gitmezdik!
(Gidilmez asla Bayern’ e)

Devamı ...

Babadan Oğula Sansürcü Bunlar



Daha 3. senemiz dolmadı ve "yazacağımız başka şeyler vardı fakat birçok insan okuyamadığı için sansür konusunda yazıyoruz" ana fikirli ikinci yazı oldu bu. Cumhuriyet tarihi sansüre, yasaklamaya, insanları mağdur etmeye alışık. Biz de mağdur olmaya alışığız. Yakın tarihimizde basın emekçilerine yapılan zulümlere bakınca bu mağduriyetimiz onlarınkinin yanında sözünü etmeye değmeyecek kadar ufak kalıyor. Yine de insan, tamamen haksız yere cezalandırılınca büyük öfke duyuyor. Bu karar, bu mağduriyet durup dururken ortaya çıkmış değil elbette. MEB, kendi sitesine koyduğu bir belgeyle Türkiye'de basın sansürünün tarihini özetlemiş. Bugün gelinen nokta bir kültürün sonucu, o kültürün de her dönem aşağıdaki örneklerde olduğu gibi mağdurları oldu.

1946: Derginin (Marko Paşa) siyasal düzlemlere uzanan eleştirel içeriği ve 60.000'lere ulaşan tirajı, siyasi iktidarların baskılarına neden olur. Sürekli kapatılan dergi, birinci sayfasından “Ne gün fırsat bulursa o gün çıkar, çıktığı gün saat 8 ile 9 arası satılır, 9'da toplamaya başlarlar.” şeklindeki açıklama yazılarıyla dikkati çeker. Dergi daha sonra sırasıyla Merhum Paşa, Malum Paşa, Yedi-Sekiz Hasan Paşa, Öküz Paşa, Bizim Paşa, Ali Baba, Medet gibi adlarla yayınına devam eder. Derginin Sabahattin Ali ve Aziz Nesin'den sonra en önemli yazarı Rıfat Ilgaz'dır. Üç yazar toplam 8 yıl, 2 ay, 15 gün hapse mahkûm oldular ve cezaevinde yattılar.

1954–1960 yılları Türk basın tarihinde sonu gelmeyen davalarla dolu bir dönemdir. Yalnız dört yıllık süre içinde 1161 gazeteci hakkında kovuşturma yapılır, bunlardan 238’inin mahkûmiyetine karar verilir. 1959–1960 yıllarının gazetelerini duruşma haberleri ve tutuklanan gazetecilerin resimleri kaplar. Yeni Sabah ve Milliyet gazeteleri kapatılır.

60 darbesinin ardından tutuklanan ilk gazeteciler Aziz Nesin ve İhsan Ada olur. 18 Mayıs 1961 tarihinde Birinci Şube’nin iki memuru gazeteye gelerek Aziz Nesin ile İhsan Ada’yı gözaltına aldı.

12 Mart 1971’de komutanların muhtırasıyla Adalet Partisi’nin iktidardan uzaklaştırılmasına yol açan bunalımla Türkiye sıkıntılı bir ortamda girer. Yeni hükümeti kurmakla görevlendirilen Nihat Erim’in güvenoyu almasının üzerinden üç hafta bile geçmeden 11 ilde sıkıyönetim ilan edilir. Cumhuriyet ve Akşam gazeteleri 10 gün süreyle kapatılır. Ardından da Ant dergisi ile Bugün ve Yeni Sabah gazetelerinin süresiz olarak kapatıldığı ilan edilir.

1981, 1982 ve 1983 yıllarında çok sayıda gazeteci hakkında dava açıldı, tutuklama kararı verildi. Gazeteciler hakkında açılan soruşturma ve dava sayılarının gazetelere göre dağılımı şöyledir: Cumhuriyet 28, Tercüman 27, Hürriyet 14, Milliyet 14, Milli Gazete 4, Dünya 4, Akşam 3, Son Havadis 3, Hergün 2, Arayış 2, Hayat 2, Nokta 2, Yankı 1, Demokrat 1, Politika 1, Adalet 1, öteki yayın organları 75.
Bu dönem içinde gazeteci, yazar, çevirmen ve sanatçılara verilen mahkûmiyet kararının toplamı da 316 yıl, 4 ay 20 gün hapistir.

Gazeteciler Cemiyeti’nin raporlarına göre 1991 yılının ilk 11 aylık döneminde gazeteler ve gazeteciler için 73 dava açıldı. 1991 yılında 77 gazete ve dergi toplatıldı. Toplatılma gerekçesi genellikle, “bölücülük ve sınıf farkı yaratma” oldu. Basın Konseyi’nin aynı yıl için hazırladığı raporda ise 21 olayda 44 gazetecinin saldırıya uğradığı belirlendi. 1992–1993 yıllarında öldürülen gazeteci sayısı 19’a ulaştı.

14 Subat 2011: TİB bünyesinde 2007’de kurulan İnternet Daire Başkanlığı’na yılda ortalama 90 bin dolayında ihbar geliyor. Daire, bugüne kadar resen (idari) ya da yargı kararıyla 7 bin dolayında internet sitesini kapattı.
Devamı ...