Haydi Bastır Whitecaps



Bilmem kaç saat aralıksız çalışmaktan beynim yandığına göre boş boş televizyona bakmak yerine yazıyı tamamlayıp öyle uyuyayım. Geçen hafta sonu ilimizin takımı, Pasifiklerin yüz akı Vancouver Whitecaps'in Major League Soccer'daki ilk müsabakası oynandı. Vancouver'ın eski Amerikan Liginde (Pele'nin falan oynadığı) bir takımı varmış fakat o lig kapatıldıktan sonra yeni açılan MLS'de oynamak için bugüne kadar beklemiş. MLS, gezegenimizde Türkiye Liginden daha yavaş futbol oynanabilen tek lig olmayı başarsa da Kuzey Amerika'nın en büyük ligi. Whitecaps, 2 sene önce Steve Nash'in takıma ortak olmasıyla birlikte lige başvuru yaptı ve başvuru kabul edildi. İlk maçlarını da ligin diğer Kanadalısı Toronto FC ile oynadıklar. Nash, şurada da yazdığı gibi maçta taraftarların arasındaydı.

Takımı pek tanımasam da anladığım kadarıyla bu yaz İsviçre Ligine bir uğramışlar. Young Boys geçmişli Zürih'ten gelme oyuncular var. Tabii yanıma futboldan anlayaman Kanadalıları alıp gidince ortamda futbol gurusu olarak takılıyorum. Whitecaps maça 4-4-2 ile Toronto FC de daha çok 4-5-1'e benzeyen 4-3-3 ile başlıyor. Toronto'nun biraz uyduruk bir takım olduğunu da biliyorum. Geçen yıllar MLS'teki maçlarını izliyordum. Forvette bir tane apaçi var, gerçek anlamıyla kazma. Tabii 4-4-2 falan diyerek sayılardan bahsetmiyorum Kanadalı arkadaşlara, anlam veremezler, daha temel bilgilerle giriş yapıyorum.

Maç biraz ilerliyor, "bak şu ileride duran kel kafalı 29 iyi, sol bekteki 4 fena değil, sağ açıktaki 20 numara da nefis oyuncuymuş" diyorum. Fazla vakit geçmiyor, 20 numaranın sağdan yaptığı bindirme ve orta, 29 numaranın şutuyla Totonro ağlarında. Doğuştan gelen alışkanlıktan dolayı kale arkasında olduğumuzdan uzak kaleye atılan bu golü ayrıntılı anlayamıyorlar ama en azından 29 numaralı kelin gol attığını görüp "vay arkadaş" diyorlar. O gazla takımın ikinci forveti, 9 numaralı Afrikalının ne kadar tırt bir futbolcu olduğunu da ekliyorum gözlemlerime. Sonra bu adamların adını merak ediyorum, dağıtılan kılavuzdan bakıyorum ki 4 ve 20 numaralar İsviçreli, 29 numara da Fransız. Takımın kalanı Amerikalı, 3 tane Kanadalı, birkaç da Afrikalı var (Sonra öğrendim ki Afrikalı dediklerim Afrikalı değil Karayipliymiş). "Arkadaş, bu iş Avrupalının işi bak" diyorum.


Bir taraftan böyle Ömer Üründül gibi maç yorumu yaparken diğer taraftan da şiir gibi oynayan 20 numarayı izliyorum. Adamın adı Chiumiento'ymuş, yaşı da 26. Bu çocuk her hafta böyle oynuyorsa Avrupa'ya gider 1 seneye. Pas fakiri adamların oynadığı ligde ayağına top yakışan nadir adamlardan. Maç 1-1 oluyor, sonra Chiumiento bir slalom sonrası müthiş asist yapıp lokal futbolcuya golü attırıyor. Lokal futbolcu belli ki semt çocuğu, tribüne tırmanıyor, taraftarın kucağına atlıyor, sarı görüyor. İlk yarının sonunda hoca Chiumiento'yu sol kanada alıyor, "acaba bizim Aykut Hoca'yı mı izliyor bu hoca" diye aklıma geliyor, pek ihtimal vermiyorum sonra. Alex emekli olacağına gelip bir sene burada oynasa ya diyorum bir de içimden (kıskançlıktan).

İkinci yarı başlayacak, aman Allah, bir anons, 20 numaralı oyuncu yerine bilmem kim girdi diyor. 20 numaranın ne süper olduğunu anlattığım arkadaşlar bile "nasıl yahu?" diyorlar. Ben tecrübeli taraftar olarak hemen kulübeye bakıp işin sırrını çözüyorum, adam hafif sekerek yürüyor. "Beyler sakin, hafif sakatlık varmış." İkinci yarıyla birlikte 9 numaralı forvet de kazmalıklara başlıyor. 1 tane karambol sonrası önüne düşen topu boş kaleye yuvarlayamama, 2 tane kaleciyle karşı karşıya kaçırma ve sayısız top ezme. Yine de o kadar şanslı ki sonunda kornerin birinde önüne düşen topu boş kaleye vurabiliyor. Ben de Güiza'dan daha kötü forvet izlemiş oluyorum uzun zamandan sonra.


Fena oynamıyor ve kazanıyoruz. 4-2. Stat 25.000 kapasiteli ve tamamen dolu. Tribünde bira satışı yapan kızlar var, "işte premiyer lig bu". Tribünde elinde birayla maç izlemek güzel oluyor. Taraftarda hafif bir Avrupalılık var, melodiler Avrupa tribünlerinden. Tribünler "whiiite" "caaappss" diye karşılıklı tezahurat bile yapıyor. Pek oturan yok, genelde herkes ayakta maç boyu. Kale arkası tribününde deplasmana bile giden taraftar grubu var. Anladığım kadarıyla takımla da araları iyi. Takım maçtan sonra onların olduğu yere doğru koşup selamlıyor. Hatta golü atıp tribüne çıkan semt çocuğu futbolcu gidip bir tane taraftar grubu atkısı kapıp onu sallayarak soyunma odasına gidiyor. Hakeme sinirlenince "bullshit" diye bağırmaları benim alıştığım standartlara göre ilkokul seviyesinde dursa da atılan gollerden sonra, dağıtılan yağmurlukları sahaya fırlatıp "lütfen sahaya yabancı madde atmayalım" anonsu yaptırmaları ile takdirimi kazandılar. Neyse ki yağmur da yağmadı.

Whitecaps gol gol gol, şampiyonluk geliyor.




1 comments:

  1. (EREN) dedi ki...

    Davide Chiumiento isviçreli juventusta oynamışlığı bile vardır
    demek yusuf şimşek gibi yeni bir sayfa açıp kendini futbola vermiş tekrardan

Yorum Gönder