31 Ağustos 2010
Özer'in Katkısı
Bazen içeriye dalan hücumcu kanat, adam geçebilen forvet gibi kalıplar çok fazla kullanılınca somut anlamlarından kopuyorlar. Aslında maçlara bakarken maçın her saniyesinde bu konuşulan ve somut gerçeğe denk düşmüyor gibi görünen terimlerin uygulanmasına rastlamak mümkün. "Adam geçebilen forvet" Niang köşe direğine yakın bir noktada adamı geçer, sonucunda faulle indirilir. "Topa istediği gibi hükmeden" Alex müthiş bir serbest vuruş gönderir (bu maçta 3 tane adrese teslim ölü top kullandı, bir tanesini değerlendirebildik) ve "hava toplarına hakim" Lugano 2-1 yapar. Üçüncü golde de pek görünmese de Özer'in katkısı var.
Aşağıdaki fotoğraflar özetliyor (Sarı çizgiyle gösterilen oyuncu Özer, mavi Okan)
1) Okan'la yan yana iken topu alıyor.
2) Topla yaya doğru ilerlemeye başlıyor.
3) Karşısındaki oyuncu şut veya forvetlere pası engellemek için birlikte geliyor. Niang'ın aldığı pozisyon nedeniyle sol bek de beraber geliyor.
4) Özer'i ikinci oyuncu karşıladığında pasını veriyor, Okan'la sol savunmacılar arasındaki fark açılmış.
5) Pastan sonra da koşusuna devam ediyor. Orta geldiğinde penaltı noktasında olacak.
6) Top Okan'a geldiğinde en yakınındaki oyuncularla arasında metrelerce fark var, bomboşken ortalıyor ve 3. gol geliyor.
Özer'i oyunda olduğu 25 dakikada da 3 kez topla ceza alanında gördük. Bu 25 dakikada hiç fena değildi. Maçın kazanılmasında rolü olan oyunculardan. Mehmet Topuz geçen sezon sonunda çıkış yakalamıştı, bu sezona da iyi başlayacak gibiydi fakat son iki maçın en formsuz oyuncusu. Özellikle hücum gücü onun yüzünden çok eksik kalıyor. Daha fazla ceza alanında ve çevresinde bulunması, o noktalarda topla buluşması gerek. Yukarıdaki gibi iki tane basit ama doğru hareketle 2 gol birden buluyor ve maçı koparıyorsunuz. 4-5-1 türevi dizilişlerde yukarıdaki bindirmeleri yapmak hücum gücünü büyük ölçüde etkiliyor.
Bu sene Mehmet veya Özer'in vasat üzeri bir ortalama performans yakalayıp kanatların birinde veya orta sahada kalıcı olması sezonun en büyük kazançlarından olurdu. Ciddi bir yerli oyuncu sıkıntımız var, umarım bu ikiliden birisi çözecek. Şu ana kadar çok şans bulup kullanamadılar ama tamamen silmek için de erken.
Devamı ...
Dünya Şampiyonası: Üçüncü Günün Ardından
Üçüncü günü İzmir ve Ankara bay geçerken İstanbul ve Kayseri'deki maçlar devam etti. Kayseri grubunun ilk maçında Sırbistan Ürdün'ü 43 sayı farkla 112-69 yenerken antrenman havasında bir maç oynadı. Cezası biten Teodosiç'in önderliğinde ilk periyot farkı çift hanelere taşıdılar. İlk periyot attıkları 15 şutun 12'sini soktular. İkinci periyodun ortasında fark 20'lere, 25.dakikada 30'a kadar çıktı. Maçın sonunda da 40'ı buldu. Savanoviç ve Keselj'nin 21 Kosta Peroviç'in 20 sayısı dikkat çekiyor. Angola'ya 50 sayı farktan sonra Ürdün'e de 43 sayı fark atarak zayıf rakip bulduklarında acımayacakları mesajı veriyor Sırbistan. Krstiç'in de dönmesiyle Arjantin önünde belki de grup birinciliği için mücadele edecekler.
Günün ikinci maçı beklentilerin aksine yine ilk çeyrekte koptu. Bir gün önce iki uzatmalı maçta Sırbistan'ı yenmeyi başaran Almanya, Avustralya önünde hücumda bir türlü şutları sokamayınca daha ilk periyotta 15 sayı civarında farkla geri düştü. İlk periyot sadece 7 sayı atabildiler devreyi de 20 sayıyla tamamladılar. Koç Bauerman'ın hamleleri de yetersiz kaldı ve Almanya bildiğimiz savunma performansını hiç gösteremediği maçta 35 sayı farkla kaybetti Avustralya'ya. Atabildikleri 48 sayı Almanya için şaşırtıcı değil aslında. Çok sınırlı bir hücum takımı ve organizasyon kilitlenince bireysel olarak öne çıkabilecek hiç bir oyuncuları yok. Avustalya'da öne çıkan istatistikler Mills'in 16 sayı 7 asisti. Geçen maç faul problemi yüzünden bir varlık gösteremeyen Aleks Mariç de 15 sayıyla skora katkı yaptı.
Günün son maçında her ne kadar maç skorunu görüp rahat maç olmuş gibi algılama oluştursa da Angola Arjantin'i epey zorladı.Üçüncü çeyrek bittiğinde Arantin sadece 5 sayı öndeydi. Maçı ancak son periyod koparabildiler 91-70. Angola'nın bu kadar uzun süre maçta kalabilmesinin nedeni kendi enerjilerinin yanı sıra Arjantin'in 5/23 lük üçlük yüzdesi. Angola'da Cipriano'nun 15 Gomez'in 16 sayısı var. Arjantin'de yine takımın ağır topları Scola ve Delfino devredeydi. Arjantin için tehlike bu iki oyuncunun üzerine çok yük binmesi. Rotasyonun sınırlı olması bu oyuncular üzerindeki yükü çok artırıyor. Uzun soluklu bir turnuvada Arjantin için kötü göstergeler. Kendileri için rahat geçmesi umulan bir maçta Scola'nın 32 Delfino'nun 34 dakika sahada kalması düşündürücü. Arjantin'in kullandığı 67 şutun 33 ünü bu iki oyuncu kullanmış. Scola'nın 32 sayı 8 ribaunt Delfino'nun 22 sayı, 5 ribaunt, 4 asisti Arjantin'e 3'te 3'ü getirdi ama Sırbistan önünde işleri çok zor olacak.
İstanbul grubunda perdeyi bir Balkan derbisiyle açtık. Sloven seyircisinin yine şov yaptığı müthiş bir atmosfer oluşturduğu maç son derece keyifliydi. Başa baş geçen Hırvatistan'ın 3-4 sayıyla sürekli önde götürdüğü ilk yarının ardından üçüncü periyodun son bölümümde Slovenya'nın arka arkaya bulduğu dört üçlük momentumu bir anda değiştirdi. 7-8 sayıyla öne geçen Slovenlere Ukiç ve Popoviç'in üçlükleriyle yanıt veren Hırvatistan bir kez daha maçı dengeye getirdi. Bir hamle yapmayı daha başaran Slovenler seyircinin de verdiği ekstra motivasyonla daha çok istedikleri maçı kazanmayı bildiler. Vidmar oyunun emek bölümünde yine son derece verimli işler yaptı. Dragiç zaman zaman sıkıntı yaşasa da son bölümde oyunu ağırlığını koymasını bildi. Hırvatlarda Ukiç'in 20 sayısı Popoviç ve Tomas'ın 17 sayısı uzunlardan yeterince katkı gelmeyince işe yaramadı. İki takımın da deli gibi üçlük attığı maçta (Hırvatsitan 11/20 Slovenya 11/22) uzunlarının faul problemi ve Slovenlerin kararlılığı karşısında 91-84 lük skorla pes etti Hırvatlar. Artık grup ikinciliği şansları pek kalmadı. Brezilya'ya kaybederlerse ancak 4. olarak çıkabilecekler ve Kayseri grubunun birincisine düşecekler 1/16 maçında.
İkinci maçta Tunus'la İran gruptaki prestij maçında Dünya Şampiyonasında bir galibiyet alabilmek için karşı karşıya geldi. İran'ın hızlı başlayıp öne geçtiği ve 15-20 sayı civarlarına kadar çıkardığı farkı son periyod Tunus 6 sayıya kadar indirmeyi başarsa da İran tekrar kendine gelip 71-58'le maçı kazanmayı başardı. İran'ın süperstarı Haddadi 23 sayı 11 ribauntla yine takımın en efektif oyuncusu. Tunus'da çift haneli sayıları görebilen iki oyuncu 10'ar sayıyla Mejri ve Romdhane olmuş. Tunus bu sonuçla grubu sonuncu bitirecek ve galibiyetsiz evine geri dönmek zorunda kalacak.
Günün son maçı beklendiği gibi müthiş bir çekişmeye sahne oldu. Maça Huertas ve Splitter'in ikili oyunları ve Barbaso'nun üçlükleriyle giren Brezilya'ya karşı ABD Durant'le ayakta kaldı. Brezliya müthiş bir yüzdeyle şut atmaya devam edip ABD baskılı savunmayı istediği gibi yapamayınca ilk yarıyı da Brezilya önde kapatmayı başardı. Üçüncü periyod Billups'ın devreye girmesi ve Huertas'la Splitter'in faul problemine girmesiyle ABD geriden gelip 5-6 sayılık bir fark yakaladı. Bu bölümde Vinicius ve Machado'yla direnen Brezilya son ana kadar maçta kalmayı başardı. Maçın sonlarına doğru Brezilya yorgunluğa bağlı olarak müsait durumdaki boş şutları kaçırıp ABD de acemice hücumlardan boş dönünce maç bir süre 4 sayılık farkla gitti geldi. Huertas'ın basketiyle iki sayıya düşen fark son hücumda Huertas'ın atamadığı fauller ve bilerek kaçırdığı ikinci faul sonrasında Barbosa'nın potanın içinden çıkan topuyla ABD'ye gitti. Eğer Varejao olsaydı Brezilya büyük ihtimal kazanacaktı diye yorumlayabiliriz maçı. ABD maç sonu oynama konusunda Billups dışındaki oyuncular açısından problemli bir takım. Tempoyu yükseltemedikleri sete set kaldıkları bölümlerde çok bireysel oyuna başvuruyorlar ve hata yapıyorlar. Kevin Durant 27 sayı 10 ribauntla yine bu takımın lideri olduğunu gösterdi. Billups'un 15 sayısı var. Brezilya'da Vinicus 16 Splitter 13 sayıyla oynadı.
Bu maç bizim açımızdan da önemliydi. ABD bu sonuçla grubu birinci bitirmeyi garantiledi. Dolayısıyla eğer Ankara grubunda ikinci olursak çeyrek finalde ABD'ye toslama ihtimalimiz var. Bu yüzden Yunanistan maçı ve grup birinciliği çok önemli. Çeyrek finalde ABD'yle karşılamak yerine birinci olmamız durumunda Slovenya ya da Brezilya'dan biriyle karşılaşacağız. Tabii bu iki takımın ikinci turu geçeceğini varsayarak.
Devamı ...
30 Ağustos 2010
Takım Saldırgan Olur mu?
Aykut Hoca ikinci PAOK maçından sonra ilkinden iyi olduğumuzu, takımdan memnun olduğunu söylemişti. Çok şikayet geldi bunu söyleyince ama haklıydı. Pozisyon bulamadık belki ama şuursuz bastırana kadar da pozisyon vermiyorduk, ayrıca ilk maçta o kadar kötü pas yapıyorduk ki gerçekten o kadar kötü olmak için özel çaba gerekiyordu. Ne zaman taraftar ve takım "haydi bastırıyoruz yiğitler" moduna girdi defansın arkasına atılan her top atak olmaya başladı, sonunda da golü yedik. Aykut Hoca ilk geldiği günden beri bir değişimden bahsediyor, bu değişimi görüyor muyuz?
Değişim dediği için ve üzerine neden olduğunu anlamadığım Alex açıklamasından sonra tartışılan isim Alex olmaya başladı ve Aykut Hoca'nın Alex'i keseceği tahmin edildi. Şu ana kadar böyle bir işaret yok, hatta Trabzonspor maçında oynatmamasının nedenini dinlendirmek olarak açıkladı. Yani onun için en değerli oyunculardan bir tanesi hâlâ Alex. O zaman Alex'in Fenerbahçe kariyerinin "başarısızlığı" üzerine neden yorum yaptığını ve bu yolu açtığını anlamak güç, şu saatten sonra üzerine konuşmak da gereksiz. Görüldüğü gibi Alex oynatılıyor.
Durum böyle olunca takımın dizilişinde, anlayışında, oyuncuların görevlerinde bir değişiklik göremedik daha. Görebildiğimiz en temel değişim kanat oyuncuları ve forvette oldu. Şu ana kadar sinyaller iyi fakat uyum sorununu aşarlarsa tam olarak nasıl bir değişim olduğunu göreceğiz. Tabii 2 maç izleyip Aykut Hoca'nın değişimden kastettiğinin ne olduğunu anlamadığımızı söylemek de haksızlık. Kendisinin de bahsettiği değişim tempolu oyun, paslı, yardımlaşmalı futbolsa eğer dizilişten, sahada görünenden öte, uzun bir vakit isteyen çalışmadan bahsediyor olmalı. Bu durumda 2 maçta bir şeylerin değiştiğini görme talebi anlamsız bir sabırsızlık olur. Artık sezon ortasında hoca kovma dönemlerini geride bıraktığımıza göre (galiba?) sezon sonunda Aykut Hoca'nın neleri değiştireceğini daha rahat görebiliriz.
Şu anda oynadığımız oyun ise bizi şampiyon yapacak oyun değil. Geçen sezon Fenerbahçe'yi üçe ayırmıştık: (şu yazıda uzunca anlatılıyor) Sezona giriş (8'de 8), sezon ortası (üst üste puan kayıpları), sezon sonu (10 maçta 26 puan). Sezon ortası puan kayıpları bizi şampiyonluktan etmişti. O dönem üzerine uzun uzun konuşuldu. Puan kayıplarının en büyük sebebi her maç gol yenmesiydi. Şurada da o periyodun kısa bir özeti var.
Yavaş defanslarla defansı ileride kurmanın ve beklerin çok ileride kalmasının cezasını çok gol yiyerek ödüyorduk. Şu anda oynadığımız futbol geçen sezon ortasında oynadığımız futbolun aynısı. Çok gol yemeye devam edeceğiz. Aykut Hoca'nın temel olarak oyun felsefesi bu ise ve oyuncular bireysel olarak mükemmelleşemediği için istenilen futbolu oynayamıyorsak pek iyiye işaret değil bu. Üzgünüm ama Fenerbahçe saldırmadan oynamak zorunda. Stoperlerin ağır kalması, kanatların defansif görevlerini aksatmaları, orta sahanın savaşçı olmaması nedeniyle Fenerbahçe yavaş, sıkıcı, topa ve tempoya hükmettiği bir futbol oynamak zorunda. Geçen sene sonunda Daum bu soruna takımı defansif bir anlayışa sokarak çözüm bulmuştu ve bu sayede son haftaya kadar şampiyonluğu kovalayabilmiştik. Örneğin bekler bu kadar ileride gezinmiyor ve ileri çıkışları çok temkinli yapıyorlardı.
Şu anda oynadığımız futbol ise savunmada neredeyse bekler olmadan oynuyor. Bütün rakip ataklarda bekler topun ilerisinde yakalanıyor. Önlerindeki oyuncular da açıkları kapatacak tarzda isimler olmayınca Fenerbahçe'nin sol veya sağ kanadına, korner bayrağına doğru rastgele top atmanız atak başlatmanız anlamına geliyor. PAOK maçında sağ kanadımızın derinine doğru yuvarlanan bütün toplar atak olarak geri döndü.
PAOK maçlarında ve Manisaspor maçında Mehmet Topuz sahada yapması gereken hiçbir şeyi yapamadı. Hücumda onun yüzünden sürekli bir kişi eksik oynuyoruz. Niang tam da olması gerektiği gibi sağa, sola, geriye koşularla alan yaratıyor fakat kanat oyuncumuz ceza alanına ayak bile basmadığı için hiçbir işe yaramıyor. Üstelik bu özelliği nedeniyle kadro yapımıza uygun olmadığı dile getiriliyor (Dünya Kupasındaki Almanya'yı bıkmadan örnek vereceğim sanırım, o takımda Klose'nin rolüne iyi bakmak lazım.) Aksine bu yapıya da sisteme de tam olarak uyan bir oyuncu. Tek olması gereken şey senelerdir olmayan şey; kanatların etkin hücumcular olması (Tuncay gibi). Cristian'ın ne hücuma ne defansa katkısının olmadığını ve geçen sezonun ilk devresinde bundan çok daha iyi oynadığını ekleyelim, Mehmet Topuz'a haksızlık olmasın.
Kısacası Fenerbahçe'nin şu anda oynadığı oyun geçen sezon sürekli puan kaybettiğimiz periyotta oynanan oyunla denk. Bu sorun, Daumvari bir önlem alınıp sürekli 1-0 maç kazanılan sıkıcı (denilen) futbolla mı düzelecek yoksa Aykut Hoca'nın saldırgan bir Fenerbahçe yaratma planı mı var yakında anlamaya başlarız.
Not: Sabırsızlıktan bahsetmişken; taraftarımız Okan konusunda sabırsız olmaz umarım. İyi oyuncu üst üste iyi maç oynayarak ortaya çıkar. Emre'nin yanına orta sahaya Okan'ı koyalım diye öneriler bile gelmeye başladı. Hem Okan'a hem Aykut Hoca'ya sabır dileyelim, bu kadar sabırsız insanın olduğu memlekette işleri zor.
Devamı ...
Dünya Şampiyonası: İkinci Günün Ardından
İkinci gün Ankara grubunun ilk maçı grubun en zayıf iki halkası arasındaydı. Beklenildiği gibi Çin, Fildişi Sahili'ni kolay yendi. İlk yarı 10 sayı civarında gidip gelen maç ikinci yarı bir ara 15'lere çıksada sonunda yine 10 sayıyla bitmiş oldu. Takımın en önemli skor opsiyonu olan Ji Yianlian 26 sayı 9 ribauntla takımın yükünü çekerken Wang da 25 sayı 7 ribauntla ona eşlik etmiş Çin'de.Fildişi'nde ise kayda değer performans Diabete'nin 20 sayı 7 ribauntu. Fildişi'nin bu grupta galibiyet alamayacağı herhalde az çok belli bakalım Çin birinin canını yakabilecek mi.
İkinci maçta Yunanistan son ana kadar başa baş geçen maçta Porto Riko'yu 83-80 yenmeyi başardı. Dünyada maç sonu oynamayı en iyi beceren takım olduklarını bir kez daha gösterdiler. Son dakikalardaki ebedi dostları hakemlerin yardımı ve Spanoulis'in faul almak için yaptığı sahte penetrelerle bol bol faul çizgisine gidip Porto Riko lehine çalınmayan bir faul sonrası benche verilen teknik faulle maça noktayı koydular. Maç boyunca 33 kez faul çizgisine gitmişler, Porto Riko ise 18 kez. Bakalım bizim maçta da hakemler her zaman sempati gösterdikleri Yunanistan'ın yanında olmaya devam edecekler mi?
Bizim maçsa tam da beklenilen gibi oldu. Savunmaların konuştuğu hücumda iki takımın da akışkanlık sağlayamadığı bir ilk bölümden sonra ilk beşi tamamen değiştirip alan savunmasına dönünce Rusya gibi zaten atıcısı olmayan bir takıma karşı 10 sayı civarındaki farkı yakaladık. Kerem'in üç numara, Semih ve Ömer'in 4 ve 5 numara oynadığı Sinan'ın deli gibi topa baskı yaptığı bu acayip savunma karşısında Rusya geri adım attı. Hücumda biz de zorlama şutlar bulsak da akılla değil tutkuyla yaptığımız savunmanın sonunda ilk yarı boyunca sadece 22 sayı yedik. İkinci yarı maça başlayan beş yine durgun girip 6-0'lık bir seriyle farkı 5-6 sayı civarına düşürse de Ömer ve Semih'le çift hane seviyelerinde farkı tutmayı becerdik. Son periyot Hidayet'in de devreye girmesiyle alan savunması aksasa da galip gelmeyi bildik. Genel anlamda tüm turnuvadaki takımlara bakarsak savunmamız çok üst düzeyde. Hücumda bir delicilik sorunumuz var, evimizdeki maçta sadece 11 kez faul çizgisine gitmişiz ki bunu en az iki katına çıkartmamız lazım. Alan savunmasını bu denli uzun süreli yapacağımız bir başka maç olmayacak büyük ihtimalle.
İstanbul'da ikinci günün ilk maçında "bize her yer Ljubliana" sloganıyla İstanbul'da Balkan havası estiren 8-9 bin Sloven'in desteğiyle ABD karşısına çıkan Slovenya ABD'nin topa baskısı karşısında afallayınca ilk periyodda çift haneli farkı gördü. İkinci çeyrek biraz ABD'yi şaşırtmayı başarsalarda devre sonuna doğru tekrar kontrolü kaybettiler. İkinci yarının başında ABD'nin masaya yumruğu biraz daha sert indirmesiyle de maçtan koptular. Slovenler adına en önemli performans Nachbar ve Vidmar'dan geldi yine dünkü gibi. Vidmar repertuvarında olmayan dripling üstü iki smacıyla bu bizim bildiğimiz Vidmar mı diye sordurdu salondaki Fenerlilere. ABD'yi yenmek için ekstra şut sokmak, baskıyı delmek ve mümkün olduğunca sete set kalmak gerekiyor. Slovenler bu üç şeyi de yapamadılar ve ABD'yi zorlayamadılar.ABD' de herhalde bu maça dair hatırlayacağımız şey sağ kolundan birisi tutarken diğer koluyla basket faulleri birer birer yapan Kevin Love'du. Nasıl bir güçtür bu arkadaş?
İkinci maçta Hırvatistan İran'ı zorlanmadan 75-54 yendi. İran'ın fark ne olursa olsun her top için mücadelesi takdire değer. Haddadi'nin 27 sayı 9 ribauntu etkileyici. Başka destek gelmediği için bir sonuca ulaşmıyor bu bireysel çaba ama saygıyı hakediyor.Bizimkilerden Ukic 13 sayı 6 ribauntla oynarken taze Fenerli Marko Tomas 9 sayı 6 ribauntla oynamış.
İstanbul'daki günün son maçında Brezilya Tunus'u 80-65'le geçip ABD maçı öncesi son provasını yapmış oldu. Barbosa'nın 21, Splitter'in 16 sayısı dikkat çekici. Maçı izlemediğim için Tunus hakkında bir şey söyleyemem ama Brezilya koçu Magnano Tunus'un mücadelesini takdir etmiş maç sonu.
Kayseri grubunun açılış maçında başa baş bir mücadele vardı. Angola ve Ürdün son 5-6 dakikaya kadar başa baş bir maç oynadılar. Angola son dört beş dakika 9-10 sayılık bir fark yakalasa da Ürdün 4-5 sayı civarlarına çekmeyi başardı maçı ancak Angola'nun hücumda ısrarla boş adamı bularak bulduğu dışarıdan sayılara engel olamayıp kaybettiler. Angola dün Sırbistan'dan 50 sayı fark yemesine rağmen bizim gruptaki Fildişi'nden daha organize bir takım görüntüsü verdi izlediğim son periyotta. Maçın başa baş olduğu anlardaki soğukkanlılıkları gerçekten takdire şayan. Savunmada ellerin kolların hareketli olması ve zaman zaman yaptıkları baskı Ürdün'ün 25 top kaybı yapmasının en önemli nedeni.
İkinci randevuda uzun zaman unutulmayacak bir maça tanıklık etti Kayseri seyircisi. Baştan sona başa baş bir şekilde geçen maçta son 2 dakikaya Almanya 6 sayı önde girse de Rasiç'in Partizan'dan bildiğimiz üçlükleriyle Sırplar geri döndü. Son hücumda biraz faulle karışık Almanya'nın potaya gitmesini engelleyen Sırbistan maçı uzatmaya götürmeyi başardı. Uzatmada yine Almanya öne geçti Sırbistan kovaladı. Son hücum şansını yine değerlendiremediler ve maç ikinci kez uzatmaya gitti. Almanya 5-6 sayıyla bir kez daha öne geçti Sırbistan karşısında. Jagla'nın 40 saniye kala 24 saniye dolarken attığı mucize üçlük maçın dönüm noktası oldu. Buna rağmen Sırbistan bir kez daha geri geldi ama son hücumu değerlendiremeyince maçtan 82-81 mağlup ayrıldı. Almanya'yı hakikaten tebrik etmek lazım. Hiç bir üst düzey oyuncusu olmamasına rağmen sistem içinden kendi yıldızını çıkarıyorlar her maç. Dün Jagla öne çıktı. Bizim ligimizde oynarken sertlik karşısında geri adım atan Jagla, İspanya liginde sertliğe alışmış. 22 sayı 9 ribaunt ve 4 asistle takımın bütün istatistik alanlardaki lideriydi. Sırbistan'da Peroviç'in 20 sayısı yetmedi. Teodosiç ve Krstiç'in yokluğunu çok hissettiler Almanya karşısında. Velickoviç ve Macvan'dan bekledikleri katkıyı alamadılar ve grupta işlerini bir hayli zora soktular. Eksiklerin tamamlanmasıyla Arjantin'e karşı ne yapacaklarını göreceğiz.
Bu maçın ardından Kayserili izleyiciler yine müthiş bir maça şahitlik ettiler. Arjantin karşısında Avustralya maçın büyük bir bölümünü önde götürdü. Farkı bir ara 10'a kadar da çıkardı. Özellikle pota altındaki Mariç -Skola, Skola- Andersen mücadelelerini izlemek çok keyifliydi. Arjantin son bölümde Scola ve Delfino'nun devreye girmesiyle 3 sayı önde girdi son dakikaya. Avustralya eşitliği yakalasa da Priginioni'nin üçlüğüyle bir kez daha avantaj yakalayan Arjantin taktik fauller sonrası iki sayı öne geçse de son hücumda Avustralya'nın attığı üçlük neredeyse potanın içinden çıktı ve basketbol Tanrıları Arantin'i korudu. Scola, Tau günlerinden esintiler sunduğu maçı 31 sayı 9 ribauntla tamamladı. Gutierrez yine can yakan üçlükleriyle (5/10) Arjantin'e çok ciddi katkı sağladı. Avustralya'da Ingles'in 22 sayısı yeterli olmadı ama ikinci yarıda bir cross-over sonrası basket faul var ki jeneriklik. Mariç, Avustralya adına hayal kırıkılığıydı: 13 dakikada 0 sayı.Dünkü Ürdün maçından sonra bugün gerçek Avustralya'yı gördük sahada, son saniyede şans yanlarında olsa kendilerini grup birinicisi bile yapabilecek bir galibiyete imza atabilirlerdi.
İzmir grubunun ilk maçı son topa kadar heyecanlı bir maç oldu. Litvanya bir kez daha gördük kü son derece kötü bir takım Kanada'nın maçın başındaki temposuna ayak uyduramıynca bir anda 15 sayı geriye düştüler. Üçlüklerde çember dövmeye devam ettiklerinden bir türlü maçın içine giremediler. Üçüncü periyodun bitimine 3-4 dakika kala savunmada vites artırıp Kleiza'nın sorumluluk almasıyla dengeyi sağlayıp 4. periyodun başında da öne geçtiler. Maçın sonuna kadar da 2-4 sayı civarında önde götürdüler. Kanada kendisine kalan son 7-8 saniyelik hücumda potayı bulmayı başarsa da sayıyı bulamayınca maçı kaybetti ve grubun dibine demir attı. Litvanya için kağıt üstünde ikide iki güzel başlangıç ama ne İspanya'yı ne Fransa'yı yenebilecek güçteler. Kleiza dünkü gibi yine takımın lideriydi 18 sayı 10 ribauntla.
Günün ikinci maçında Fransa rahat bir oyunla Lübnan'ı geçerken maça kırılan pota damgasını vurmuş. Art arda atletik Fransızların smaçlarına dayanamayan Halkapınar Spor Salonu'nun potaları nedeniyle maç yarım saat civarında durmuş. Lübnan'da favori adamım El Khatip 12 sayıda kalmış bu sefer. Lübnan'ın Litvanya'yı zorlayabileceğini düşünüyorum. Hedef maç olarak o maçı görüp bir galibiyet çıkarabilirlerse grubu 3. bile bitirebilirler. Fransa da iki galibiyetle iyice morallendi. Kendilerinden bir şey beklemeyen Fransız kamuoyuna yabana atılacak bir takım olmadıklarını gösterdiler. Grubu birinci bitirme konusunda çok ciddi bir avantajları var.
İzmir'in kapanış maçında İspanya Yeni Zelanda'yı ilk yarıda zorlansa da ikinci yarı farklı yenmeyi başardı. İlk yarı 44 sayı yemeleri İspanya adına düşündürücü Marc Gasol'ün 22 Navarro'nun 18 sayısı var. Yeni Zelanda'da turnuvanın sayı kralı olmaya aday oyuncusu Kirk Penney 21 sayı atmış yine.
NOT: Ankara'da Başbakan geldi diye salondaki ponpon kızların gösterilerinin iptal edilmesi tam anlamıyla bir rezalet. Başbakan'ın talebi bu yöndeyse bir rezalet, Başbakan'a yaranma içgüdüsüyle kendiliğinden yapıldıysa ayrı bir rezalet. Muhafazakar inancın kendi inanç alanını kutsallaştırıp her yerde bu sınırlar içinde hareket edilmesi gerektiği yönündeki rezil yaklaşımının Türkiye'deki sıradan örneği. Yazık.
Devamı ...
Bir Takım Düşüncelerim.
Manisaspor maçını izledim ve bir takım düşüncelerim var. Bunları da buradan paylaşmak istiyorum. Bence futbol çok önemli bir konudur bunu en güzel Adriana Lima'nın futbol topuyla çektirdiği resimden anlayabiliriz çünkü kadın koca model olmuş o kadar meşhur, futbol topuyla resim çektiriyorsa herhalde bu futbolun önemindendir. Bu resmi özellikle paylaştım çünkü bütün dünya için futbolun önemini en güzel şekilde bence gösteriyor. Neden futbol topu tutmuş? Çünkü insanlar seviyor futbolu işte o da bir empati kurmak istemiş. Bence çok güzel bir resim olmuş. Birinci düşüncem bu.
İkinci düşünceme gelince.
Burada artık ikinci düşünceme geldik. Manisaspor maçını izledim. Bence Manisaspor fena bir takım değil. Daha iyi olabilirler. Manisa Kurtuluş Savaşı açısından çok önemli bir şehrimizdir. Bugünlerde daha da önemi artmaktadır çünkü Manisa'da halkımızın yüreği yangın yeri. Hayır demek isteyenlerle Evet demek isteyenler büyük yarış içinde. Bakalım ne olacak? Manisa'da sanayimiz de gelişmiştir ve Manisalılar vatanlarına milletlerine bağlı çok milliyetçi insanlardır. Aynı zamanda Manisamızda Jandarma Komando Eğitim Alayı da bulunmaktadır. Bütün bunları düşününce Manisamızın ne kadar önemli olduğu da görülür. Çünkü Jandarma Komando var ya adamı oyar yani. Can dayanmaz o eğitime. İşte bu şartlar altında baktığımız zaman Manisa daha iyi olabilirdi. Eski günlerini arıyor bence. Eskiden daha iyiydi Manisa. Bugünlerde futbol kalitesi biraz düşmüş. O yüzden bence Fenerbahçe iyiydi de 4 gol attı diyemeyiz. Manisa kendine yakışanı yapsa öttürürdü Fenerimizi ama yapamadı ne yazık ki, çünkü kötüydü demek daha doğru olur. Dolayısıyla Aykut hocaya daha zaman verelim. Öttürecek takım çıkınca eleştirmemiz daha güzel olur.
Üçüncü düşüncem Fenerbahçe hakkındadır.
Fenerbahçe bugün çok güzel oynamadı. Bence Fenerbahçe eski günlerini arıyor. Çünkü eskiden Fenerbahçe çok güzel oynardı bugün o kadar oynamadı. Gene fena değildi ama o kadar değil. Neden o kadar oynamadı?
1- Bence takımda en önemli sorun Alex. Çünkü diğer takımın kalanı müthiş bence. Süper adamlar var. Ama kaç zamandır sorun Alex ve kimse buna müdahale etmiyor. Halbuki takımın kaç sezondur müthiş kanatları vardı ve harika alan açıp müthiş ortalar yapıyorlardı. Süper bir forvetimiz de vardı neden böyle diyorum? Çünkü bence Semih senede 60 gol atabilir. Mesela son dakikada süper goller atıyor. Yani bir düşün maçın son 20 dakikasında girip 1 gol atabiliyorsa 90 dakika oynatsan o zaman her maç 4 gol atar. 34 Maç oynatsan 136 gol eder. Hadi yarısını at. O zaman en az 68 gol atması lazım. 8 de direkten dönse 60 gol atar senede. O zaman takımda nasıl forvet sorunu olabilir ki? Ben bunu anlamıyorum. Başka söze gerek yok.
2- Takımımızın orta sahası da mükemmeldir. Çünkü Aurelio'yu gönderince daha bir mükemmel oldu bu sayede Selçuk oynayabildi ve Selçuk hep Gassaraya gol atar. Her maç Gassaraya oynadığı gibi oynasa 34 golle ligi bitirebilir. Hadi yarısını at. 17 gol atsın? Az mı? O zaman ortasahada da problem yok.
3- Defansımız müthiştir. Bence harika sol bekimiz var. Santosu Juventus istiyor. Daha ne olsun? Juventus kötü takım mı? Kötü oyuncu alır mı? Almaz demek ki santos iyi. Gökhan Gönül tipi bir oyuncu bence Barcelona'da rahat oynar. Lugano zaten Dünya Kupasında final oynamış tipte bir oyuncu. Bilica da iyi bir oyuncu çünkü brezilyalı tekniğine sahip. Rio plajlarında yetişmiş bir insan. Bileğine çok hakim. O zaman sorun da bir tek Alex kalır.
Neden Sorun Alex'tir?
Bunları sıralayabiliriz.
1- Çünkü koşmuyor. Halbuki en azından 100 metreyi 9.8 saniyede koşması lazım. Hadi 2 katı geç koşsun 18 saniye eder. 18 saniyede hep koşsa kimse ona yetişemez. Demek ki koşmuyor.
2- Pres yapmıyor. Alex önde pres yapmıyor, orta sahada da pres yapmıyor, hiç pres yapmıyor. Halbuki Appiah süper presler yapardı. Bence Alex orta sahada Appiah gibi, kanatlarda Messi gibi, Forvette de Forlan gibi oynasa o zaman formasının hakkını verirdi. Halbuki yapamıyor. Bu tip futbolcunun artık modern futbolda yeri yok. Her sezon 25 gol atıp 50 asist yapabilir ama istatistikler mini etek gibidir. Görmek istediğimiz yerleri kapatır. Bu sözü hiç anlamadım ama PVH yaz dedi ondan yazıyorum.
3- Alex defanstan top çıkarmıyor. Baresi süperdi mesela. O süper toplar çıkartırdı defanstan ve taaa nerelere ne paslar verirdi. Halbuki Alex defansın göbeğinde top alıp çıkarmıyor bir de golü de kurtarmıyor. Bizim halı sahada bir arkadaşımız var şimdi adı da Mehmet. O mesela orta sahada oynar ama hemen defansın göbeğine gelip topa da müdahale eder. Bir kere çizgiden gol çıkardı. Modern futbolda bu tipte oyuncular lazım.
4- Alex'in hiç kaleye geçtiğini görmedim. Çünkü maçta bazen gol yiyoruz. Gene kaleci Volkan oluyor. Hiç kaleden çıkmıyor. Halbuki gol yedikçe kaleci değilse belki Volkan süper şeyler yapacak? Onu niye kimse düşünmüyor? Alex bencilce hep ilerde takılsın. Oh. Ne güzel memleket. Elin yabancısı gitsin sahanın en güzel yerinde kafasına göre takılsın, golleri atıp alkışı alsın benim TÜRK çocuğum, aslanım kalelerde sürünsün, gol yiyince yuhlansın. Ne hallere düştük :(
5- Alex topla koşu yapıp fiyuv fiyuv diye adam geçip goller atmıyor. Kaptansa atacak. Kaptansa 5 kişiyi çalımlayıp gerekirse maçı kurtaracak. KAPTANSA yapacak bunları. Bütün kaptanlar bunu yapar. Mesela burada bir örnek vereyim: Titanik. Filmini hepimiz izlemişizdir. Gemiyi kim en son terketti? Kaptan terketti. Neden? Çünkü hep gemisini kurtarmaya çalıştı. Alex de böyle yapmalı. Kurtarmıyor. (PVH bunu da yaz dedi: Denizli ve Trabzon maçları 1-1 bitmiş çünkü Alex pres yapmamış. Evet. Çünkü gemisini kurtarmaya çalışmadı.) Halbuki iyi kaptan dalgalı denizde belli olur. İyi kaptan değil Alex.
6- Şu yukarıdakini yazarken aklıma gelen düşünce. Kaptan dediğin gemide evlendiriyor ya hani? Hani mesela sen evlenememişin ama bir anda gemide bir kızı çok seviyorsun ve o da seni seviyor ya, o zaman hani evlenme teklif ediyorsun ve çok güzel oluyor. İşte mesela Alex kimseyi evlendirmedi. Neden? Kaptan değil çünkü. Kimse evlendirmeye Alex'e gitmiyor, ben hiç duymadım. O zaman kaptanlık yapmasın? Titanik kaptanı evlendiriyor da Fenerbahçe kaptanı niye evlendiremiyor? Kimse Titanik kaptanı kadar Fenerbahçe kaptanına saygı göstermiyor mu? Benim kaptanım bu saygıyı insanlarda uyandıracak!
Son Düşüncemi ifade etmek istiyorum.
Bence Alex de yedek kalabilir. Çünkü Alex'in yedek kalması da lazım. Alex yedek olursa her sorun çözülebilir bu sayede. Çünkü Alex transfer politikasını yanlış belirliyor, kadro derinliği yaratmıyor, kötü oyunculara yüksek meblağlar verip Fenerbahçe'nin parasını çarçur ediyor, takımın iyi oyuncularını gönderip yerlerine o kalitede olmayan oyuncular alıyor, maçlarda kanattan bindirme yapmıyor, orta sahada pres yapmıyor, defanstan top çıkarmıyor, sevenleri birleştirmiyor, dertli gönüllere girmiyor. Yedek kalsa hep bunlar hallolur o zaman da taraftar takımını çok sever.
Düşüncelerim bunlardır. Teşekkür ederim.
Devamı ...
Fenerbahçe 4 - Manisaspor 2
STSL 29/08/2010
Ve Kara Yılan sahne aldı... Alex iki ‘yüz’ e de birer adım yaklaştı... Sağ kanatta Okan diye bir genç... Ve Fenerbahçe Kadıköydeki seyircisiz maçta Manisaspor’ u 4-2 yenerek üçüncü haftayı kayıpsız geçti.
PAPAZIN ÇAYIRI: Sırasıyla Şampiyonlar Ligi ve UEFA Avrupa Ligi için önüne konulan engellere takılan Fenerbahçe için Avrupa defteri kapandıktan sonra daha da önem kazanan yurt içi macerasına galibiyetle başlamak çok önemliydi.
Fenerbahçe maça klasik kurgusunda üç değişiklikle; sağ bekte Okan, sol bekte Caner, kalede Mert’ le başlarken, Manisaspor da puansız geçen iki haftanın acısını hiç şüphesiz Avrupa yorgunu ve seyircisiz Fenerbahçeden çıkartmayı hesap ediyordu.
Sessiz sedasız başladı maç.
18’ de sesizlik bozuldu. Gökhan Gönül’ in yerine oynayan Okan'ın iyi ortası kaleci İlker’ in hatasıyla birleşince Alex önünde kalan topu kaleye yolladı: 1-0
İlk yarı için iki takım adına da yazılacak başka bir şey olmayınca Fenerbahçe soyunma odasına 1-0 önde gitti.
İkinci yarı ise bambaşka başladı.
48’ de soldan kullanılan korner sonrası sağ taraftan taca çıkmakta olan topu Ferhat son anda ortaladı Isaac kafayı iyi vurdu: 1-1
Gol sonrası dejavu: Maç PAOK maçının son yirmi dakikasına dönüştü.
58’ de Gökhan Emreciksin uzaktan sert vurdu, Mert iyi çıkardı.
62’ de Isaac defansın arkasına sarkıp kaleci Mert’ le karşı karşıya kaldı. Isaac' in şutunda Mert gole izin vermedi.
Neyse ki aynı dakika içinde Alex’ in kullandığı serbest vuruşta Lugano iyi yükselip kafayı da iyi vurdu: 2-1
69’ da gecenin iki yıldızı aynı kadrajdaydı. Genç Okan çok iyi ortaladı, Kara Yılan kafayla köşeyi buldu: 3-1
73’ te Kara Yılan hızlı atakta bir anda kaleciyle karşı karşıya kaldı ve neler yapabildiği gösterdi: 4-1
77’ de yaşanan karambolde Okan yerine görev aldığı Gökhan Gönülden rol çalmaya devam ediyordu: Mert’ i geçen topu çizgiden çıkartsa da pozisyonun devamında top en son Simpson’ ın önünde kaldı, o da iyi vurdu: 4-2
İlerleyen dakikalarda başka gol olmayınca maç Fenerbahçe’ nin 4-2 üstünlüğü ile sona erdi.
İlk olarak kulubü Volkan Babacan ısrarından vaz geçiren ve bugün de 'Gökhan Gönül' ün yokluğunda kurguyu bozmayalım, oranın bir oyuncusu devam etsin, hataları bizim sevapları onun olsun' diyerek Okan' forma veren Aykut Kocaman teknik direktörlük adına ikinci defa gönlümü kazandı. Nihayet Gökhan Gönül’ ün yokluğunda sağ bekte bir stoper ya da orta saha değil yine bir sağ bek oynadı. Bunun alt yapıdan gelen bir genç Fenerbahçeli olması ise başka bir mutluluk kaynağı.
FENERBAHÇE: 4 - MANİSASPOR: 2
Stat: Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu
Hakemler: Halis Özkahya, Ekrem Kan, Muhittin Gürses
Fenerbahçe: Mert, Okan, Lugano, Bilica, Caner, Mehmet Topuz (65 Özer), Cristian, Emre, Stoch (65 Dia), Alex (81 Selçuk), Niang
Manisaspor: İlker, Ferhat, Hüseyin, Dion, Eren, Gökhan (73 Yiğit Gökoğlan), Mehmet (73 Dica), Nizamettin, Bekir (83 Kahe), Simpson, Isaac
Goller: Alex, Lugano, Niang (2) / Isaac, Simpson
Sarı Kartlar: Cristian / Bekir, Hüseyin, Ferhat
Devamı ...
29 Ağustos 2010
Dünya Şampiyonası: İlk Günün Ardından
Dünya Şampiyonası'nın başlamasıyla eve kapanıp bir yandan yayın programındaki maçı televizyondan diğer yandan yayın programında olmayan maçları da internetten takip ederek şaşı olacağımız bir haftanın ilk gününü geride bıraktık.
Önce bizim gruptan başlayalım. Çok farklı kazanmamıza rağmen Tanjeviç'in yine tuhaf denemeleri geleceğe dair içimizi karartmaya devam etti. Sahada dört uzunla oynama fantezisi ilerleyen maçlarda daha ciddi rakiplere karşı da devam ederse bedeli çok ağır olacak. Kendi sahamızda yapabileceğimiz en iyi şey baskıyken, baskıyı bırakıp uzun bir beşe dönmek ne derece mantıklı anlamış değilim. Ömer Aşık'ın faul yüzdesi Polonya'daki gibi devam. Hidayet'in şut performansı da ha keza aynı. Yakın giden maçlarda başımıza bela olacak şeyler bunlar. Diğer yandan takımın coşkusu ve seyirciyle bütünleşmesi umutlarımızı artırıyor. Bugün sinir bozucu bir takım olan Rusya maçındaki oyun aklımız turnuvada ne yapabileceğimiz konusunda bir fikir verecek.
Bizim grubun bizimle beraber en büyük favorisi Yunanistan, Çin önünde beklemediği kadar zorlanıp bir ara geriye düşşe de maç sonu tecrübesiyle kazanmayı bildi. Diamantidis'in sinir harbi şeklinde geçti aslında koca maç. Çin maçın başından sonuna kadar çok da iyi olmasa da alan savunması yapıp Yunanistan'ı potayla baş başa bıraktı. Yunanistan'ın düşük yüzdesi maçın son anlara kadar başa baş gitmesinin bir numaralı nedeniydi. Yao Ming'siz Çin'in bu grupta ilk dörte girmesi çok zor ama bu mücadeleleri belki disiplinsiz ve savruk bir gününde yakalayacakları Porto Riko ya da hücumda tamamen tıkanan bir Rusya karşısında ekstra bir galibiyetle taçlanabilir.
Bizim gruptaki en çekişmeli maçta Rusya Barea'nın tek başına direndiği Porto Riko'yu yenmeyi başardı. Maç son 3-4 dakikaya kadar başa baş geçse de Porto Riko'da Barea dışında istikrarlı katkı veren oyuncu olmaması Rusya'da ise Monia'nın sorumluluk alması ve takım savunması sayesinde maç Ruslara döndü. Geçen Avrupa Şampiyonasında çok kısıtlı bir kadroya rağmen Yunanistan'ı ve Hırvatistan'ı yenebilen Rusya bu kez de bir mucizenin peşinde. Çok iyi savunma yapıyorlar ama hücumda guardlarının istikrarsızlığı baş ağrıtacak cinsten. Bykov ve Ponkrashov'un istikrarlı şutu yok, Khryapa'nın eksikliğini bizim maçta da hissedecekler. Pota altı savunmaları fena değil, tempoyu kontrol etmeyi becerebilirlerse bizim maçta şansları olur.
İstanbul grubunda Slovenya seyircisinin güzelleştirdiği maçta Tunus'u rahat geçerken Vidmar'ın performansı bizim için sevindirici. Günün ikinci randevusunda göz ucuyla zaman zaman izlediğim maçta ABD Hırvatistan önünde beklenenden çok daha kolay kazandı. 2006'daki Dünya Şampiyonasında alan savunmasına hücum etmeyi bilmeyen ve pick and roll savunamayan bir Dream Team vardı. İstanbul'da ise bunlara karşı daha hazırlıklı gözüken bu B takımı turnuva için ilk maçtan bir mesaj vermiş oldu. ABD'nin sistemin tıkandığı ve şutların girmediği bir bölümde zihinsel olarak ne tepki vereceklerini merak ediyorum. Belki bugün Slovenya maçında böyle bir bölüm görebiliriz. Bizim Fenerli Hırvatlar da maç erken kopunca pek bir kıpırtı gösteremediler, ilerleyen maçlarda daha fazla katkı yapacaklardır.
Bu gruptaki son maçta Brezilya beklendiği gibi İran'ı rahat geçti. Nene'nin son andaki sakatlığıyla pota altında derinlik kaybetselerde ABD'yi bu grupta en zorlayacak takım olacaklar. Eğer Splitter-Huertas ikilisi Caja Laboral'daki uyumlarını buraya da yansıtırlarsa madalya için ciddi bir aday olacak Brezilya.
Gelelim Kayseri grubuna. Önce gayet tatminkar bir seyirci sayısı olduğunu belirtelim salonda. Kayseri'deki maçlar büyük bir sürprizle başlamak üzereyken son topta Ürdün'ün iki kez potayı bulamaması maçı Avustralya'ya getirdi. Ölüp ölüp dirildikleri son 1.30'a 5 sayı geride girdikleri maçta dirençlerini kaybetmeyip kazanmayı başardılar. Mariç-David Andersen ikilisiyle korkutucu bir pota altı ikilisine sahip olmasına rağmen Ürdün gibi basketbol geleneği olmayan bir ülkeye karşı bu kadar zorlanmaları acaba bir ilk maç kazası mı yoksa gerçekten sos verici bir uyarı mı ilerleyen günlerde göreceğiz.
Grubun bir numaralı favorisi gözüken Sırbistan eksik rotasyonuna rağmen Afrika Şampiyonu Angola'yı 50 sayıyla yenip günün en farklı galibiyetini aldı. Maça dair söyleyecek bir şey yok, birinci periyodda bitti zaten. Kayseri'deki son maçsa gayet keyifliydi. Kendisinden beklentilerin her zaman yukarısına çıkmayı başarmış Almanya az daha Arjantin'i yeniyordu. Devreyi başa baş bitirmeyi başardıktan sonra üçüncü periyod 11 sayı geriye düşseler de son periyod savunmadaki direnç ve üç sayı çizigisinin gerisinden ard arda isabetlerle bir anda öne geçtiler. Son 25 saniye bir sayı gerideyken top kaybı yapmasalar belki de maçı kazanacaklardı. Arjantin'in alıştığımız pas organizasyonu ve hücumdaki akışkanlığı yok. Özellikle kritik anlarda o bildiğimiz takım oyunu içinde organizasyon bulan Arjantin'den ziyade Carlos Delfino'ya topu emanet edip bakalım ne olacak diye bakmaları şaşırtıcı. Bu grupta Sırbistan'ın önüne geçmeleri için bu oyunu bir kademe yukarı çıkartmaları şart.
İzmir grubunda son derece zayıf bir kadroyla şampiyonaya gelen Litvanya açılış maçında Yeni Zelanda'yı rahat yense de o bildik Litvanya'dan çok daha farklı bir takımdı. Bu grupta kendilerinden daha iyi durumda bulunan İspanya ve Fransa'yı yenmeleri çok zor. Seyrettiğim bölümde Javtokas'da sakatlandı Lavrinoviç kardeşlerin yokluğunda sakatlık ciddiyse işleri zorlaşır.
Günün ikinci maçı son 3 dakikaya kadar çekişmeli geçse de Lübnan saha içi organizasyondan yoksun sokak basketbolu oynayan Kanada'yı yenmeyi başardı. Grup dördüncülüğü için de bu galibiyet Lübnan'a ciddi bir avantaj sağlayacak. Grup dördüncülüğü için Yeni Zelanda-Lübnan maçı kilit önemde olacak bu grupta.
Grubun son maçı NTV'nin La Liga'yı yayınlama tercihiyle NTVSPOR'dan vermeyi tercih etmediği İspanya-Fransa maçıydı. Son derece düşük skorlu bir ilk yarının sonunda hücümda hiç bir şey üretemeyen Fransa ikinci yarı hücumda biraz kendine gelince önce İspanya'yı yakaladı ve maçın sonlarında da öne geçmeyi başardı. Bu arada İzmir seyiricisine bir parantez açalım. Dolu tribünler İspanyalı oyuncuların kendilerini atmalarına, faulleri abartmalarına öyle güzel bir tepki verdi ki içimin yağları eridi. Navarro ve Rubio'yu bu artistlikleri nedeniyle yuhalayan basketbolseverlerin ağzına sağlık. Hakemlerde seyircinin bu tepkisinden gaza gelip İspanya aleyhine bir teknik faul çalarak olaya noktayı koydular. İspanya Avrupa Şampiyonasına da böyle düşük vitesle başlayıp çeyrek finalden itibaren vites yükseltmişti, bakalım yine aynı şekilde mi olacak. Fransa guard problemini bertaraf edebilirse bu uçanı kaçanı yakalayan atletik takım savunmada herkesi perişan edebilir.
Not:NTV'nin İzmir'deki maçları takip etmekle görevlendirdiği amca muhtemelen hayatında ilk kez basketbol maçı seyrediyor. Ne oyunculardan ne basketboldan haberi var. Koskoca Dünya Şampiyonası için kanalın İzmir grubunda görevlendirdiği insanda biraz nitelik aramasını beklemek çok mu. Biraz daha özen gösterin be kardeşim.
Devamı ...
28 Ağustos 2010
Pres Yapmayan Oyun Kurucu
İyice canınız sıkılsın diye konu yine Alex. Alex konusunda gelen yorumlarda klişe duymaktan o kadar sıkıldım ki o yüzden devam ediyor aslında ve bu klişeler bitene kadar da aynı konuda yazmaya devam ederiz galiba. Öncelikle Alex yedek kalamaz demiyoruz, Alex'i kesince yerine kim oynayacak ve bunun takıma olumlu katkısı ne olacak diyoruz. Orada bir anlaşıp laf kalabalığı yapmadan aynı şeyi tartıştığımıza emin olmak lazım. Yorumlarda Alex'e dair duyduğum en futbolla alakalı yorum pres yapmadığıydı. Alex gerçekten pres yapmıyor. Alex'in pres yapması gerekiyor mu? Hayır. Hatta yapmaması gerekiyor.
Dünya Kupasında 4-2-3-1 ve Fenerbahçe'de 4-2-3-1 yazılarında şablon olarak Almanya'yı almak en mantıklısı yazdığımda en büyük sebep Mesut Özil'di. Dünya Kupasının en iyi 10 numarası ve Mourinho'nun gözüne girebilmiş Mesut'un oyun yapısı Alex'e çok benziyor. Almanya'nın 4-0 kazandığı Arjantin maçının imkan olsa da tamamını koysam. Merak edenler internette bulup indirip, izleyebilir. Lafı uzatmayacağım, Mesut pres yapmıyor. Yapmasına da gerek yok ve yapmaması gerekiyor. Maçta Arjantin'in top çıkardığı bütün pozisyonları tek tek ayırıp koymam imkansız ama aşağıdaki videoda Almanya'nın ucundaki ikiliden soldaki Mesut, sağdaki Klose. Gördüğünüz gibi pres yapmıyorlar. Arjantin bütün maç topu böyle çıkarıyor.
Belki şu aşağıdaki rakamlar yardım eder. Bunlar Arjantin maçında Mesut'un istatistikleri. En alttaki sarıyla vurgulanan kısımda şu bilgiler var: Top kapmak için başarılı müdahale: 0, Başarısız müdahale: 0, Top uzaklaştırma denemesi: 0. Pres yapıyor olsa en kötü bir topa yanlışlıkla girerdi, topu alamasa da başarısız müdahale yazılırdı. O bile yok. Faul sayısı da 0 (Çok ruhsuzsun Mesut, hiçbir şey yapamıyorsan faul yap). Neden? Çünkü Mesut maç boyunca Arjantin topa hakimken yukarıdaki videodaki pozisyonda. Mesut pres yapmıyor ama Real Madrid'e transfer oluyor.
Bu yukarıdaki pozisyonun ve diğer pozisyonların devamında Mesut sağa, sola, geriye temposuz, toptan bağımsız koşular yapıyor. Bunu bir şey "yapıyormuş" gibi yapmak için yapmıyor. Top defansından dönerse en uygun pozisyonda alıp devam etmek için yapıyor. Mesut'un görevi bu çünkü, atak şekillendirmek. Zaten en fazla 6 oyuncu ile saldıran rakibi 8 oyuncu + kaleci ile karşıladığınız için onun yıldırıcı pres yapmak, rakibi rahatsız etmek, topu sürekli kovalamak gibi görevleri yok. Hücum defanstan başlar öylesine bir geyik değil. Bir fizik kuralı. Bütün oyuncularınız karşısına bir rakip alıp pres yapmaya, marke etmeye çalışırsa bir tane atak başlatamazsınız. O yüzden Mesut'un pres yapmaması gerekiyor. O da yapmıyor.
Alex'i eleştirecekler için eleştiri malzemesi de verelim de "Aykut Hocanın kuyusunu kazıyor" gibi karakter sorunlarını ortaya çıkaran zırvalara sarılmasınlar. Mesut boş kanat bulduğunda eğer top kendi takımındaysa hemen o kanada koşuyor. Bu sayede arkasındaki iki orta sahaya boşluk yaratıyor ve koştuğu taraftaki kanat oyuncusunun içeriye girip hücumcu pozisyonuna geçmesini sağlıyor. Rakip ceza sahasına beş maçta bir kere ayak basan orta sahalarla Fenerbahçe'de ne işe yarar bilmiyorum ama Alex'ten böyle hamleleri pek görmüyoruz. Zaten şu anda takımda nerede durduğunu bilen tek bir oyuncu bile yok. Görsek bu sefer "orta alanı iyice bıraktı, sorumluluktan kaçıyor" diye eleştirilir.
Bu hafta İspanya Ligi başlıyor. Bakalım pres yapmayan 10 numara ile sahaya çıkan Real Madrid'in kanatları da otoban olacak mı.
Devamı ...
27 Ağustos 2010
Hadi Yine İyisin
12 senen doldu, 3 senedir takıma 3 yerli yazıyoruz, dördüncüsü çıkmıyor. Altyapı falan zaten yalan da transfer de yapamaz olduk. Düşün yani "Bursaspor'dan oyuncu bize gelmez" cümlesi kurar duruma geldik. Bir yabancı transferini bitirmen 5 ay sürüyor, her sene lig başladıktan sonra iki üç oyuncu daha alınıyor, artık rutin oldu eksik kadroyla sezon başı kampı yapmak. Şampiyon olan hoca o sene kalıyor, olamazsa mutlaka gönderiliyor. Tribünlerde ancak sopalı bayrak sallanır oldu çünkü ne kadar taraftar grubu varsa bezdirdin, insanlar tribünden tiksinir oldu. Bizden 5 seviye aşağıda takımlara tek tek eleniyoruz, sen hâlâ uşaklarına emir veriyorsun taraftar aldırmak için. Haklısın tabii. Altyapı yetersizliğini bile 3 aylık hocaya havale edenler var, 12 senedir takımın en tepesindeki insanın hiçbir organizasyon bozukluğunda suçu yokmuş gibi. Bak suçlu yine Aykut Hoca oluyor, Alex oluyor, Cristian oluyor; daha önce de Daum, Aragones, Güiza, Kezman, Rüştü, Edu oluyordu ama sen olmuyordun. Hadi yine kurtardın, iyisin iyi.
Devamı ...
“Hoca Kesin Taktı Alex’e”
PVH’nin Jonathan Wilson’un son Dünya Kupasındaki takım dizilişlerine dair değerlendirmesinden hareketle Fenerbahçe’nin muhtemel dizilişi ve onbiri üzerine yazdıkları için tebrik etmek lazım. Birincisi birçoklarının aksine blog camiasında ekmeği ye ye bitmeyen Guardian’nın spor yazarı Jonathan Wilson’dan utanmazca aşırıp intihalden intihale koşmak yerine bu işin onuruna yakışır şekilde referans gösterdiği için. (İntihal mevzuunun meraklısı Dağhan Irak’ın 26.08.2010 tarihli köşe yazısına bir göz atsın). İkincisi ortaya koyduğu analiz bu tartışmanın hangi tarafında olursanız olun Fenerbahçe’deki dönüşümü anlamaya çok yardımcı olduğu için. Ancak bu tartışmanın futbol kamuoyunda gelip kilitlendiği nokta, insanın şevkini kıran bir akıl tutulmasına işaret ediyor, o ayrı bir mevzu.
Aykut Kocaman’ın teknik direktörlük serüveninin başından bu yana giderek evrimleşen ve olgunlaşan oyun anlayışının ideali takım dizilişi olarak 4-3-3. Öte yandan Fenerbahçe’ye geldiğinden bu yana istatistikleri göz kamaştıran ve hafızalarımıza unutulmaz anlar kazıyan Alex’in kendini en verimli ortaya koyabildiği oyun dizilişi ise PVH’nin gayet güzel açıkladığı gibi 4-2-3-1. Bu diziliş farklılığı futbol takımının içinde olduğu dönüşüm sürecinin sancılarının sembolik bir ifadesi. Elbette salt dizilişler bu dönüşümde yaşanan sıkıntıları tek başına anlatmaya kabil değil. NTVSpor’da Onur Erdem’in “3A & Üçgenler” analizinde de belirttiği gibi Aykut Kocaman’ın oyun felsefesinin temelinde oyunu kanatlardan şekillendirme ve küçük üçgenler vasıtasıyla hızlı, sürekli ve dikine bir pas trafiği sağlamak var. Dahası idealindeki oyun anlayışının beraberinde getirdiği savunma zaafiyetini minimuma indirmek için rakip takım atak halindeyken takım olarak topun arkasına geçip takım olarak savunma yapmak var. Herkesin pozisyonunu kaybeden arkadaşının kademesine girmesi bu savunma anlayışının bir parçası. Dahası bu savunma anlayışında ileri uç adamlarından rakibe kayıp, top çalmaları beklenmese de en azından kaybettikleri topu takip etmeleri ya da topun arkasında oyun sezgisiyle iyi pozisyon alıp rakibin pas trafiğini sekteye uğratmaları beklenir.
Bütün bunlar biraraya getirildiğinde dizilişi ve oyun anlayışıyla Aykut Kocaman’ın idealinin “total futbol”un neresine düştüğü bir başka yazı konusu. Zira “total futbol” da 70’lerden bu yana evrimleşip hacmen genişleyerek futbol literatürünün “thick concept”lerinden biri haline geldi. Adı her ne olursa olsun bu futbol anlayışının pro-aktif olması, pozisyon sezgisi güçlü, teknik kapasitesi ve kondisyonu yüksek, daha da önemlisi içselleştirilmesi diğerlerine nazaran zaman alan bu futbol anlayışına kolay adapte olabilmesi için buna uygun bir altyapı eğitiminden geçmiş oyunculara sahip olmak lazım. Rijkaard’ın kaliteli futbol için kaliteli oyunculara ihtiyaç duyduğuna dair serzenişinin temelinde yatan da bu. Bu derece incelikli ve sofistike bir futbol anlayışı kalitesiz futbolcuların elinde izleyeni kahreden bir vodvile dönüşebiliyor.
Yukarıda detaylandırmaya çalıştığım Aykut Kocaman’ın ideali bir bütün olarak düşünülüp sahaya yansıtılmak istendiğinde bu kaçınılmaz olarak Alex’in verimsizleşmesine ya da geldiğinden bu yana dilden düşmeyen eksilerinin daha da ortaya çıkmasına sebep oluyor. Aykut hocanın İstanbulspor tecrübesinden bu yana ufak tefek değişikliklerle de olsa bu oyun anlayışını benimsediği onu İstanbulspor – Malatya – Ankaraspor serüveni boyunca takip edenlerin gayet iyi bildiği bir gerçek. Bu sebeple Aykut Hoca’nın sırf birgün Fenerbahçe’nin başına geçip Alex’i kızağa çekebilmek için yıllardır çalıştırdığı takımlarda bu anlayışı benimsediğini düşünecek halimiz yok. Öte yandan daha hazırlık kampında kendi ağzından oyun anlayışındaki bu dönüşümün tedricen ve uzun zamana yayılmış bir şekilde olacağını işittik. Bu sezon sonunda Alex’in bu takıma veda edeceği düşünüldüğünde, oldukça zaman ve sabır isteyen bu dönüşüme bugünden başlamaktaki ısrarı, futbolda günlük zaferlerden beslenip, en uzun erimli planı sezon sonunda şampiyon olmak olan futbol kamuoyuna ters geliyor olabilir.
Evet, bu sürecin sancıları var. Bunu kabul ediyorum. Ancak bu sürece içkin sancıyla karşılaştırılamayacak düzeyde ağır ve sunni bir sancıyı, süreci Aykut & Alex çekişmesiyle sembolleştirip, dönüşümü Alex’in yedek kalıp kalmamasına indirgeyen anlayış yüzünden yaşıyoruz. Dahası aslında sabır ve soğukkanlılık muhafaza edilebilse, takım adına uzun vadede çok öğretici olabilecek bu tartışmanın bir çeşit nefret kusma ve karalama ayinine dönüşmesine tahammül edemiyorum. Aykut hoca ile Alex arasında olması muhtemel bir anlaşmazlığın kat be kat fazlası bu nefret dolu dille yeniden üretiliyor.
Bu süreçte Aykut hoca da Alex de eleştirilebilir. Alex ile ilgili anlamlı bir eleştiriyi daha bugün Fatih yazdı. Aykut hoca da eleştirilerden azade değil. PVH gibi onun taktik anlayışını ya da diziliş tercihini eleştirebilirsiniz. Bu tip bir şikayeti olan henüz duymadım ama sportif direktör olarak transfer tercihlerini de eleştirebilirsiniz. Futbolun mutlak doğrusu yok. Bu yüzden hepimize bol bol konuşmak ve yazmak için malzeme veriyor. Ancak Aykut hocanın tercihlerini meşrulaştırmak için Alex’e “beş para etmez” yaftası yapıştırmak nasıl izansızlıksa, Alex’i desteklemek için Aykut Kocaman’a “karaktersiz” demek de o derece sorunlu.
Şunu en başından beri biliyor ve kabul ediyorum: bu ülkenin muzdarip olduğu otoriter zihniyetin, şovenizmin, nefret dilinin ve ötekileştirmenin bir dev aynasına tutulmuşcasına en abartılı haliyle boy gösterdiği yerler stadlar. Çoğu kez bunu körüklediği ve ondan beslendiği gerekçesiyle medyaya giydirdiğimiz de oluyor. PAOK deplasmanındaki basın toplantısında suyun iki yakasındaki nefrete inat “Özellikle bizler için burada olmak çok önemli. Aynı coğrafyanın insanlarıyız. Futbol karşılaşmasıyla da olsa bir kez daha birbirimizle temas edeceğiz. Aldığımız nefes aynı gibi. Çok yakın gözüküyor. Bu anlamda tekrar temas için büyük şans.” diyebilen bir teknik direktörle, misafir takımın taraftarının taşkınlığının dozu yükselince çareyi topyekün tekbir getirmekte bulan futbolseverin aynı coğrafyada aynı havayı soluyabilmesinin doğaüstü bir olay olmadığını mırıldanıp kendimizi teskin ediyoruz.
Ben Aykut hoca göreve geldiğinde, “takımımızın çocuğudur, sabır göstermek lazım” diyenlerin, işi sırf buna indirgeyip onun futbol bilgisi ve görgüsünü küçümsediğini düşünüyordum. Ancak asıl vahimi, bir insana sevgisini bir başkasına olan nefretiyle ifade edebilen, sevinci de, üzüntüsü de abartılı, dili hoyrat insanların çokluğu. Sırf başarısız olursa beraberinde Aziz Yıldırımı da götürür diye, takımın yenilgisinden medet umanların çıkarcılığı bile bunun yanında hafif kalıyor. Hangi marazi aşk, tutku Aykut Kocaman’a “karaktersiz”, “hin” ya da “artniyetli” diyebilmeyi mümkün kılıyor anlamak mümkün değil.
“Her fani spor yazarı birgün Nick Hornby’den alıntı yapacaktır” şiarını doğrulamayı geciktirebilmek için kendimi nicedir zaptediyorum. Yine yapmayayım da, şu kadarına müsaade edin; Arsenal’in acıların takımı olduğu bir dönemde, genel taraftar kitlesinin yansıttığı sosyal tabakaya ait olmayan bacak kadar bir çocuğun, futbolla olan saplantılı ilişkisine rağmen, galibiyetin sevinci de, yenilginin acısını da nefretin dilinden çok uzakta, içten ve yürekten yaşayışına, döktüğü gözyaşının samimiyetine, dünyanın her yerinde olduğu gibi Highbury’de de yankı bulan şoven dile meydan okuyuşuna saygım her geçen gün biraz daha artıyor. Her yenilgiden sonra sövecek adam arayan, her sıkıntılı dönemde cadı avına çıkan, her daim sabırsız, güzel oyuna değil tabelaya tapan, bu fütursuz ve hoyrat dilin sahipleri yüzünden dün akşamki maçın üzüntüsü bile kursağımda kalıyor. Layığıyla acı çekmeyi de mi özleteceksiz?
Devamı ...
Ruhani Lider Aranıyor
Dünkü maçta PAOK golü attığında maçın bitmesine neredeyse 20 dakikalık bir süre vardı. 20 dakikada PAOK gibi Avrupa tecrübesi olmayan bir takıma iki gol atılabileceğini düşünen, bunun için arkadaşlarını harekete geçirebilecek bir Allahın kulu ise sahadaki oyuncular arasında mevcut değildi. Fenerbahçe’nin koordinasyon ve organizasyon problemlerinin de ötesinde saha içindeki en önemli meselesi bu bence.
Üç sene önce takım Az Alkmaar maçında 3-1 gerideyken, taraftar bütün oyuncuları ıslıklamaya başlamışken oraya buraya deli danalar gibi koşturan Tuncay vardı. Maça isyan eden, düştüğü durumu kabul etmeyen bir tane adamın olması bile takımı harekete geçirmiş maç 3-1'den 3-3'e gelmiş, İspanyol hakem Deivid’in pozisyonuna penaltı çalsa 1-3'den 4-3'e çevrilecek bir son 25 dakika olmuştu.
2005-2006'daki İnönü’deki Beşiktaş maçını hatırlayalım. 1-0 öndeyken ve penaltı kaçırmışken 90. dakikada 40 metreden bir gol yiyorsun rakip ve tribünler çoşmuş, dünya başına yıkılmış, buna rağmen santradan sonra topu alıp iki kişiyi geçip Nobre’yle ikiye bir yapıp Cordoba’nın altından topu bırakabilecek bir isyan, bir motivasyonun var. Bunu yapanın adı da Tuncay.
Bir de dünkü son 20 dakikaya bakalım. Golü yedikten sonra sanki altın gol yenilmiş ve tur kaybedilmiş gibi koskoca bir 20 dakikaya heba eden takıma. Bir tane “ne oluyoruz daha maç bitmedi” diyen adam yok.
Maçın sonucundan ya da turun kaybedilmesinden çok problem Fenerbahçeli oyuncuların kaybetmeyi bu kadar kolay kabullenmeleri, fiziksel tükenişten çok daha çarpıcı olan mental tükenmişlikleri. Alex’in de en çok eleştirilmesi gereken yanı bence burda. Ne pres yapmaması ne modern futbola uymamasıyla eleştirmek saçma Alex’i. Fenerbahçe tarihinin efektif bazda değerlendirirsek en iyi yabancısı bunda zaten kimsenin şüphesi yok. Benim derdim Alex’in oyun içinde kaptan olarak o isyan ışığını o kabullenmeme kıpırtısını göstermemesi.
Bu takım son 5 yılda ikisi son maçta üç kez tek maçla şampiyonluk kaybetti. İstisnasız bu üç maçın en kötü oyuncusu Alex’ti. Denzili’de de Ali Sami Yen'de de son Trabzon maçında da takımın sakin olması gereken yerde sakin kalması, coşkulu olması gereken yerde coşkulu olması konusunda hiçbir katkısı olmadı. Alex takım için çok önemli oyuncu ama Fenerbahçe’nin saha içi lideri falan değil. Ne bir isyan ateşi yakacak kıvılcımı, ne de herkes panik halindeyken sakinleştirici bir hali tavrı var. Saha içindeki en önemli eksiklik de bu bence son üç senedir Fenerbahçe’de. Hala Tuncay’a burun kıvıran, onun İngiltere’de kendisinden beklenenden daha düşük performansıyla dalga geçip Fenerbahçe’den gitmesini çok da kayıp olarak görmeyen insanlar görüyorum sağda solda. Tuncay’ın gittiği ilk sene takımın Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek final oynamasını bile Tuncay’ın gidişine yoranları da gördüm. Tuncay, Fenerbahçe için performansından çok da öte bir kimliğin taşıyıcısıydı. Yeri doldurulmayacak bir performans bırakmadı ama yeri doldurulmayan bir oyun karakteri bıraktı geride. Dün 20 dakika kala gol yiyince maçı bırakan takımı görünce o boşluğun hala ve korkarım ki daimi olarak boş kalacağı konusunda eminim artık.
Devamı ...
Fenerbahçe 1 - PAOK 1
AL 26/08/2010
UEFA Avrupa Ligi' nde 1-0 yenildiği ilk maçın rövanşında Kadıköy' de PAOK karşısına çıkan Fenerbahçe, normal süresi 1-0 biten maçın uzatma dakikalarında yediği gole cevap veremeyince 1-1 biten maç sonrası elendi.
PAPAZIN ÇAYIRI: Bu, yeni bir kimlik arayışında olduğu söylenen Fenerbahçe daha ilk testte Young Boys karşısında Şampiyonlar Liginden elenerek başarısız olmuştu.
Sıra testlerin ikincisindeydi. Deplasmanda 1-0 kaybedilen maçın rövanşında Volkan, Stoch ve Alex' e ilk on birde yer veren Aykut Kocaman en azından kadro bazında kimseye söyleyecek söz bırakmamış oldu.
Fenerbahçe karşılaşmaya olması gerektiği gibi başladı. Kara Yılan daha ikinci dakikada seyirciyi selamlayabilirdi, olmadı, vuruşu auta gitti. Gol için geliyordu Fenerbahçe ama PAOK daha beşinci dakikada karşı bir atakla ’yapma’ dedi.
Bu uyarı sonrası bir boşluk.
25’ de Stoch ceza alanının sol köşesinden sağ ayağıyla çok iyi vurdu. Böylesi şutlar auta gitmemeli hatta direkten de dönmemeli; ya gol olmalı ya da mükemmel kurtarılmalı. Kresic mükemmel kurtardı.
Trabzon maçındaki ilk yarı sonu baskısını boşuna bekledi taraftar. İlk yarı başladığı gibi bitti: 0-0
Fenerbahçe ikinci yarıya gerektiği gibi başladı.
50’de de bunun meyvesini aldı. Emre defanstan seken topa ceza alanı dışında nefis vurdu: 1-0
51’ de tur gelebilirdi ama Mehmet Topuz’ un vuruşunda Kresic topu kornere çeldi.
Gol sonrası PAOK taraftarı trübünde yaptıklarıyla beni utandırmaya başladı. Aradaki fark bir denizin iki yakasında olmaktan fazlasıymış meğer.
56’ da Alex ceza sahası içinde rakibinden topu kaptı, bekletmeden kaleye vurdu ama top kaleci Kresic' te kaldı.
59’ da Gökhan Gönül sağ kanattan ceza sahası içine girdi, yerden kaleye sert vurdu ve kaleci Kresic çeldi.
61’ de PAOK hayalini kurduğu kontrayı yakaladı. Filomeno Savunmanın arkasına atılan topla buluştu, ceza sahası içine girdi uzak köşeye yerden sert vurdu ama kaleci Volkan' ı geçen top direğin dibinden auta çıktı.
65’ de Stoch’ un pasında Alex topla ilerledi, ceza sahası içine girer girmez kaleye sert vurdu ama top az farkla yandan auta çıktı.
77’ de hayal edilen kontraların ikincisi geldi: Lino sol kanattan ceza sahasına ortasını yaptı, Salpingidis topla buluştu dönerek şutunu vurdu ama kaleci Volkan' dan seken topu Bilica son anda kornere gönderdi.
85’ te Niang sağ kanattan ceza sahası içine yerden pasını verdi, Gökhan Gönül kaleciyle karşı karşıyada sert vurdu ama top yan ağlarda kaldı.
Sonrasında gol olmayınca tur atlayacak takım on beşer dakikalık iki uzatma devresinin sonuna kaldı.
102’de Lino indirdiği topta defansın arkasına sarkan Muslimoviç' ten Lugano gelmeden iyi vurdu: 1-1
Bu golden sonra artık iki gole ihtiyacı olan Fenerbahçe tek atak dahi yapamadı.
118’ de Gökhan Gönül geleneksel çizgiden top çıkarışını yapınca maçın skoru da kendini belli etmiş oldu: 1-1
Böylece Fenerbahçe karşılaştığı ikinci testte de başarısız olup ’süper’ ligimize döndü. Şimdi sorulması gereken şu; Türkiye de Şampiyon olmayı yeterli görenlerden misiniz?
Ya da başarı kriteriniz şampiyonluk mu?
Stat: Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu
Hakemler: Paolo Tagliavento, Massimiliano Grilli, Mauro Tonolini (İtalya)
Fenerbahçe: Volkan Demirel, Gökhan Gönül, Lugano, Bilica, Andre Santos, Mehmet Topuz (91 Özer), Cristian (106 Gökhan Ünal), Emre (75 Selçuk), Stoch, Ale, Niang
PAOK: Kresic, Boussaidi (75 Sznaucner), Contreras, Malezas, Lino, Sorlin, Pablo Garcia, Fotakis (91 Koutsianikoulis), Vierinha, Salpingidis, Filomeno (83 Muslimovic)
Goller: Emre / Muslimovic
Sarı kartlar: Mehmet Topuz, Lugano / Boussaidi, Malezas, Pablo Garcia, Muslimovic
Devamı ...
26 Ağustos 2010
Alexsiz Sistem
Şu aralar modamız bu... Alex kesilecek; dertler bitecek, takım savaşacak, mücadele artacak, keyif veren futbol oynanacak. Zaten fazla bir şey söylemeye gerek yok, 5 senede 1 şampiyonluk (6'da 2 olacak o ya, neyse). Böyle klişeye bağlayınca futbol analiz etmek de siyaset konuşmak kadar kolay. Zaten dış mihraklar olmasa şu anda Dünya'nın en büyük ekonomilerindendik, Türkiye'nin biraz düzeldiğini gören ABD sürekli düğmeye basıyor. Neyse, baktım antu'da, bloglarda, yorumlarda Alexsiz kadrolar havada uçuşuyor ve geçen haftaki PAOK maçındaki kötü futbolun en büyük sorumlusu Alex ilan edilmiş, dün yazdığım yazının devamını hafta sonuna erteledim, işim gücüm olmadığından da o PAOK maçının ilk yarısını indirip inceledim (ikinci yarı 11'e 10 oynandığından daha baskılıydık, daha kötü oynadığımız yarıyı seçtim ki Alex iyice rezillere oynamıştır diyeyim).
Maçı değil de sadece Alex'i izleyince gerçekten adamın haline acıdım. Kabul, iyi para kazanıyor ama bu gördüklerime katlanabiliyor olmasına efkarlandım, gittim dolaba baktım, rakı bitmiş. Ben de çay içtim. Takımın pas kalitesi o kadar düşük, o kadar amatör takım seviyesinde ki bu maçın suçlusunun Alex olduğunu söyleyen adamla o çayı beraber içelim, açayım maçı birlikte x1.5 hızda izleyelim istedim. Aşağıya 9 pozisyon seçip koyuyorum. Topa sahip Fenerbahçeli futbolcuyu mavi, Alex'i de sarı ile çizdim. Bu pozisyonların özelliği şu: Hepsinde ayağında top olan Fenerbahçeli futbolcu topa hakim, Alex onun pas alanında, pasın zorluk derecesi kolay veya orta ve bu pozisyonların hiçbirinde top Alex'e ulaştırılamıyor ve neticesinde 5 saniye sonra kaybediliyor.
Aslında bir kare resimde gördüğünüzden daha da kolay yapılabilecek bu pasları Selçuk, Cristian, Caner, Andre Santos, Gökhan, Mehmet ve diğer tüm oyuncular bozuk para gibi harcayıp oyunun merkezindeki Alex'e ulaştıramıyorlar ve maçın kaybedilmesinin sebebi Alex oluyor. Bu arada ilk yarı boyunca Alex'in 2 tane basit hatası var, yani top kendisine ulaştırıldığında yaptığı basit top kaybı sayısı 2. Verimli pas sayısında ise açık ara önde. Alexsiz sistemler ve kadrolar ise bu resimlerden sonra korkunç bir kabustan başka bir şey olmaz.
4-4-2 öneriliyor. Yani şablon aynı kalacak, Alex yerine bir forvet oynayacak. Bu sistem bu pasları bile yapamayan oyuncularla neden daha verimli olur anlamıyorum ben. İkinci forvet yalancı 9 olur, yani sürekli orta sahaya çeken forvetlerden ve bu pasların ona yapılması gerekir. Bu durumda ondan da pasları aldığında Alex kadar az hatayla ve efektif oynamasını beklememiz gerekir. Böyle bir forvetimiz mi var? İki tane uçta bekleyecek tipik santrforla oynayacaksak orta saha - forvet arasında dev bir boşluk oluşacak, orta sahada hem hücum hem savunmada 1 kişi eksik kalacağız ve zaten çıkamadığımız yarı sahamızda biraz daha fazla zaman harcayacağız. 4-4-2 için gereken çizgiye inebilen kanat oyuncusu eksikliğine değinmiyorum bile.
4-3-3 ve ortadaki üçlü için önerilen Özer-Emre-Mehmet, Emre-Cristian(Selçuk)-Mehmet gibi kadrolar da kabus gibi. 4-3-3 oynamaya başladığınızda bu üç oyuncunun da hücum organizasyonuna 4-2-3-1'deki iki orta sahadan fazla katılan, seri paslarla rakip orta sahayı geçen oyuncular olması gerekiyor. Emre dahil bu performansı yakalayan bir oyuncumuz yok, sadece Emre zaman zaman seri ve tek pasla oynayabiliyor. Özer, Selçuk, Cristian topu durdurup kendi eksenleri etrafında dönene kadar önlerine 4 tane oyuncu dikiliyor. Zaten yukarıdaki resimde pasları atamayanlar da bu oyuncular. Alex olmayınca birden hızlı ve isabetli pas mı yapmaya başlayacaklar?
Takıma Stoch, Niang ve Dia katılacak. Bunlar geçen seneye göre bize güç katacak oyuncular. Bizim taraftarımız ise bu oyuncularla oynayınca hem kendi verimi artacak, hem oyuncuların verimini arttıracak ve orta sahada hızlı, seri, bitirici pas yapabilen tek oyuncumuzu kadrolardan siliyor. Oyunun beynine yerleştirilen bir oyuncuya en basit paslar verilemiyor ve topla koca 45 dakikada 5 kere buluşabilen Alex günah keçisi oluyor. Alex'in de yorgun olduğu, markajcı arkasında kaldığı, sorumluluk almadığı günler var ama bu maçların sayısı takımdaki herkesten daha az. Alex'e PAOK maçında kötü oynama şansı bile verilmemiş. Aşağıda bir kare daha var. 5 kişi arasında kalıp atak başlatan pas yapabilen yegane oyuncumuz var o da Alex. Bu pozisyonda Gökhan, Mehmet, Özer, Caner veya sahadaki başka birisi olsaydı top o beşliden birisinde kalacaktı. İnanmıyorsanız indirin PAOK maçını siz de izleyin. Bir de benzer pozisyonlarda o topları çıkaran oyuncularla mı 4-3-3 oynanır yoksa bizimkilerle mi, gidin İspanya'nın Dünya Kupası maçlarından birini izleyin onun için de. Sonra 4-3-3 konuşalım.
PAOK maçında Gökhan Gönül'ün arkasına atılan her top istisnasız tehlikeli pozisyon olmuş, Gökhan karşısında topla oyuncu bulduğu bütün pozisyonlarda çalım yemiş ama mücadele etti diye alkışlanıyor, ayağına iki top atamadıkları Alex ise kabahatli oluyor. Futbol böyle bir oyun değil sevgili Fenerbahçe taraftarı. Şu ezberleri bir atın kafanızdan artık. Şöyle bir takımda Alex varsa kadroya önce o yazılır, sonra sıra kaleciye gelir. Önce bir 2 metrelik pas verebilen oyuncularımız olsun sonra tiki-taka falan hep sırayla bunlar.
Devamı ...
25 Ağustos 2010
Kimin Oyunu? Bölüm I
Bu tür yazıları Dünya Kupasından önce ve sonra okudunuz muhtemelen fakat bu konunun yer ve zamandan bağımsız bütün spor seven insanlar tarafından dillendirilmesi gerektiğini düşündüğümden yarıda bırakmamaya karar verdim. Dünya Kupası organizasyonuyla ilgili iki BBC haberi 1 2 ve bir Uluslararası Af Örgütü raporu ile başlayacağım. Hepsi İngilizce olduğu için de aşağıda kısaca nelerden bahsettiklerine değineceğim, zaten konuyu genel hatlarıyla bilmek yeterli.
İlk BBC haberinde Güney Afrika Hükümeti'nin büyük paralar harcayarak yaptırdığı statların çevrelerinde polis tarafından büyük operasyonlar yapıldığı ve seyyar satıcıların tartaklandığı, tehdit edildiği ve hatta dövülüp mallarına el konulduğu yazıyor. Stat çevresinde dondurma, su, meşrubat satan insanların hikayelerini dinlemişler ve tek gelir kaynağı bu iş olan insanlar Dünya Kupası yaklaşırken büyük baskı gördüklerini ve normalde kazandıkları paranın çok daha azını kazanabildiklerini, üzerine şiddete maruz kaldıklarını anlatıyorlar. FIFA, izinsiz satıcıları istemiyor çünkü resmî sponsorların satışları zarara uğrayacak. Af Örgütü raporu bu sorunların üzerine bir de çevre düzenlemesi bahanesiyle barınaklarından ve uyudukları sokaklardan sürülen insanlardan ve rastgele polis şiddetinden bahsediyor. Her zaman olduğu gibi rastgele polis şiddeti ilk olarak çok olumsuz koşullarda yaşayan göçmenleri bulmuş. Diğer BBC haberi de McDonalds, Budweiser gibi şirketlerle sponsorluk anlaşması yapan FIFA'ya sağlıksız ürünleri tanıttığı için yapılan şikayetlerden bahsediyor.
Daha önce yaşadığım şehirde yapılan olimpiyatlarda benzer şeylere şahit olduğum için bütün anlatılanların fazla değil eksik olduğunu biliyorum. Ekonomiyi patlatacak yalanlarıyla süslenen dev spor organizasyonları sonunda şehirde toplu taşıma ücretleri artıyor, terör korkusuyla şehre getirilen on binlerce güvenlik görevlisine milyonlarca dolar aktarılıyor, yollar trafiğe kapanıyor. Oteliniz veya şehir merkezinde bir restoranınız yoksa 2 haftalığına gelen seyircilerden bir şey kazanma olasılığınız yok. O milyar dolarlık dev organizasyon ise sosyal harcamalardan, maaşlardan kesilerek, vergiler yükseltilirek yapılıyor.
Tıpkı Güney Afrika'da olduğu gibi burada da şehir merkezinde ve müsabakaların yapılacağı spor merkezlerine yakın bölgelerde yaşayan evsizler barınaklarından polis baskısıyla kovulmuşlardı. Olimpiyat organizasyonları şehirdeki bütün parklarını aktiviteler için kapatmıştı ve bu bölgelerde kredi kartınız VISA değilse kullanamıyordunuz çünkü sponsor onlardı. Daha da kötüsü Güney Afrika gibi çok daha fakir ülkelerde yaşamını stat çevresinde bir şeyler kazanan insanlara sponsorlar zarara uğramasın diye polis şiddeti uygulamak, mallarını yağmalamak ve gerek görüldüğünde para veya hapis cezası vermek.
Eğlenmek için, görselliği için, keyif için düzenlediğimiz spor müsabakaları sebebiyle insanların, ailelerin hayatlarını karartmaktan imtina etmiyorlar. Spor şöleni olarak bildiğimiz olimpiyatlar, Dünya Kupası milyar dolarlık bir takım firmaların gösteri standına çevriliyor ve bunun uğruna zaten fakir olan, bir sonraki günü nasıl çıkaracağını düşünen insanlar işkenceye uğruyor, yerlerinden ediliyor, 3 kuruş kazançlarına göz dikiliyor.
Spor kapitalizminin vahşeti sadece yerel halkı vurmuyor tabii. Karşılaşmaları hâlâ şifresiz kanallardan izleyebilme şansına sahip olsak da orada da karteller kurulmuş, büyük adamların büyük cepleri düşünülüyor. Kaçırdığınız bir maçın geniş özetini bulmanız imkansız, ancak 3 dakikayı bile bulmayan görüntüler var turnuvanın sitesinde. Olimpiyatlarda 2 dakikalık görüntü bile bulmak imkansızdı, bulduğunuz bütün sitelerde de "Bu video sizin bölgenizde gösterime uygun değildir" uyarısı alıyorduk. İnsanlar evlerine 100 metre ileride yapılan ve bilet fiyatları yüzlerce dolar olduğu için gidemedikleri yarışmanın özetini bile izleyemiyordu bilgisayar başına oturup. Böyle bir durumda sağlık örgütlerinin "sağlıklı sponsor" istekleri fazla idealist oluyor galiba. Amaç kâr etmek çünkü, çok da önemli değil sponsorun niteliği.
FIFA, 2010 Dünya Kupasının, şu ana kadar düzenlediği en kârlı turnuva olduğunu açıkladı. İvmelenerek artan futbolcu maaşları, her yıl rekor kıran bonservisler, kendini katlayan televizyon gelirleri ile çok normal. Peki ne pahasına? Artık daha az insan maçları evinde izleyebiliyor, daha az insan statlara gidebiliyor, daha az insan çocuğunu stada götürebiliyor, daha az insan sevdiği formayı giyebiliyor. Spor, kendi elitini oluşturmaya başlıyor ve o elitin zenginliklerini kullanmaktan memnun. Yüzlerce yıllık bir kültür ve gelenek olan sporların amacı artık bu elite hitap etmek. Şifreli kanala para ödeyemeyen adamın maç izleme hakkı yok, ona 4 dakikalık özet veriyoruz. Dondurma satarak ailesine para gönderen Güney Afrikalının da halkın ortak birikiminin bu ürününden pay alması hoş görülebilir bir şey değil. Sponsor dondurmacının satacağı 1000 adet daha az dondurma sponsorluk gelirlerinin düşmesi demek. Bu durumda kâr azalacak, zaten sporu kâr etmek için yapıyor ve seyrediyoruz.
Bizim mahallede durum farklı mı? Değil. Aslında çok yazdık bunları bizim mahalle için ama yarın onları yukarıdakilerle bağlayalım ve sporun öz kaynağı olan taraftar ne yapabilir onu anlatalım.
Devamı ...
24 Ağustos 2010
Cristian Tarzı Savunma Anlayışı: Hacı ben böyle iyiyim.
Yediğimiz ikinci golde Lugano, Mert, Santos'un büyük suçu var da kaleci çıkmasa bile Cristian sayesinde golü yiyecekmişiz. O sırada ne düşünüyor pek emin olamıyorum. "Yahu ayağındaki topu rakibe attı, şimdi işim yok ben mi kovalayım bunları?" diye düşünmüş olabilir. Aşağıdaki resimlerde kırmızı ok topun yerini, altında sarı çizgi olan oyuncu Cristian'ı, mavi de önündeki Trabzonlu oyuncuyu gösteriyor. Gol olacak, git topu kaleden çıkar desen bu hızla devam eder, oyunu yavaşlattığı için sarı kart görür.
Devamı ...
Trabzonspor 3 - Fenerbahçe 2
STSL 23/08/2010
Fenerbahçe sezonun ikinci haftasında zorlu Trabzon deplasmanında Mehmet Topuz (k.k), Yattara, Glowacki’ ye Lugano ve Mehmet Topuz’ la yanıt verdi ve sahadan 3-2 mağlup ayrıldı.
PAPAZIN ÇAYIRI: Herkes biliyor; 5 Mayıs 1996’ dan bu yana her Fenerbahçe – Trabzonspor eşlesmesi bir rövanş. Bu maçlar klasik söylemin dışında ‘final havası’ nda değil ‘rövanş tadı’ nda geçiyor. Ama bu defa biraz daha farklıydı; o gecenin kahramanlarından ikisi kulübelerde teknik direktör sıfatıyla yer alıyordu.
Bu iki teknik adamdan Aykut Kocaman takımını Trabzonspor’ un formda oluşunu göz önünde bulundurarak defansif anlayışla sahaya sürerken, Şenol Güneş Fenerbahçe’ ye görev aldığı her maçta bela olmuş Umut yerine Yattara’ ya görev verdi.
2’ de açtı oyunu Trabzonspor; Colman' ın ara pasında Teofilo kaleci Mert ile karşı karşıya kaldı fakat genç kaleci kalesini tam zamanında terk etmişti.
14’ te o ana kadar kilitlenen oyun Trabzonspor’ un üç ay önce kaldığı yerden devam eden şansıyla açılıverdi: Selçuk' un kullandığı serbest vuruşta Mehmet Topuz’ dan seken top kalenin ulaşılması imkansız bir noktasında ağlarla buluştu: 1-0
16’ da iki oluverdi skor. Yattara defansın arkasına sarkıp Mert’ in üzerinden aşırttı. Ve bütün bunları yaparken Andre Santos’ tan çok daha hızlıydı: 2-0
23’ te Niang bir vücut çalımı ile rakibinden kurtuldu ve Semih' i gördü. Semih düzeltip vuruşunu yapsa da son anda araya giren Egemen topu kornere gönderdi.
28' de Fenerbahçe’ nin bir kaç dakikalık baskısı sonuç verdi: Semih' in ortasında Lugano' nun kafa vuruşunda Onur’ un yapabileceği bir şey yoktu: 2-1.
29’ da futbolda iyi oyun kadar iyi şansa da ihtiyaç olduğu bir defa daha tescillendi: Yattara’ nın sağdan ortasına Glowacki kafayı iyi vurdu: 3-1.
39' da sakatlanan Semih'in yerine Stoch oyuna girdiğinde, Özer sol kanadı Stoch’ a bırakırken veliahtı olduğu adamın pozisyonuna geçti.
42’ de Niang’ ın orta yuvarlakta indirdiği topun ardından Stoch Mehmet Topuz' a nefis bir ara pas verdi. Mehmet Topuz da bu pasın yüzü suyu hürmetine vurdu: 3-2.
45’ te beraberlik kaçtı: Emre' nin kullandığı serbest vuruşta Andre Santos 'un kafa vuruşunu Onur zorlukla kornere çeldi.
45+2’ de Stoch ikinci golde attığı pasın tesadüf olmadığını gösterdi. Ama tesadüf olan Mehmet Topuz’ un gol vuruşuymuş.
Hemen sonrasında Trabzonspor’ u soyunma odasına galip gönderen ilk yarının bitiş düdüğü geldi.
47' de Yattara sağdan ortaladı Teofilo zor olanı yapıp golü kaçırdı.
49’ da Teofilo kaleciyle karşı karşıya kaldığı pozisyonda sol çaprazdan vurdu ama kaleci Mert başarılıydı.
54' te bir kaç dakika önce pasını heba ettiği için Teofili’ ye sitem eden Yattara, Umut’ un soldan ortasında daha kolayını kaçırdı.
56’ da ‘atamayana atarlar’ pozisyonunda Kara Yılan rakip defans oyuncularından sıyrılıp vuruş açısını düzeltti ve vurdu. Ama Onur gole izin vermedi.
68' de Niang' ın nefis pasında Onur’ la karşı karşıya kalan Andre Santos o kadar kötü vurdu ki top taca çıkabilirdi.
69’ da Colman’ la tartışmalı bir penaltı kazanan Trabzonspor, yine Colman’ ın ayağından bu fırsattan faydalanamadı. Bu Colman’ ın kaçırdığı değil, Mert’ in kurtardığı bir penaltı.
76’ da Özer' in pasında Niang ceza sahasında topla oynamasına Giray faülle karışık izin vermeyince Onur araya girip ve topu kontrol etti.
88’ de Alex' in kullandığı serbest vuruşta seken top arka direkte Gökhan Gönül’ önünde kaldı. Fakat onun vuruşu üstten auta gitti.
Oyuna 75. dakikada dahil olsan Alex’ in çabaları da Fenerbahçe adına skoru değiştirmeye yetmeyince maç ilk yarıda atılan gollerle 3-2 Trabzonspor lehine sonuçlandı.
Belki Fenerbahçe ligde daha ikinci haftada yenilgiyle tanıştı, belki takımın hala eksik yanları var, belki Alex’ siz on birlere alışmak zor ama yine de Aykut Kocaman biraz sabrı hak etmiyor mu?
TRABZONSPOR: 3 - FENERBAHÇE: 2
Stat: Hüseyin Avni Aker
Hakemler: Bünyamin Gezer, Erdinç Sezertam, Asım Yusuf Öz
Trabzonspor: Onur, Cale, Glowacki (64 Giray), Ceyhun, Selçuk, Serkan, Egemen, Colman, Alanzinho (46 Umut), Teofilo, Yattara (85 Barış Ataş)
Fenerbahçe: Mert, Gökhan Gönül, Lugano, Bilica, Andre Santos, Cristian (75 Alex), Emre, Mehmet Topuz (67 Selçuk), Özer, Niang, Semih (39 Stoch)
Goller: Mehmet Topuz (k.k), Yattara, Glowacki / Lugano, Mehmet Topuz
Sarı Kartlar: Egemen, Ceyhun, Onur, Barış Ataş / Cristian
Devamı ...
22 Ağustos 2010
İlk 11'de Kimler Olur?
Dünkü Fenerbahçe analizi ve şu ana kadar oynanan 4 maçın ardından bir Fenerbahçe şablonu çıkarmak gerekiyor galiba. Şu ana kadar oynanan maçlarda yeni oyuncuları izleme şansımız pek olmadı, yine de az çok nasıl oynayacaklarını, dizilişin hangi kısmında yer alacaklarını anladık. Bir de yabancı sınırı nedeniyle elimizdeki en iyi 5 yerliyi ilk 11'de kullanmak zorundayız. Bu parametreler yan yana gelince aşağıdaki gibi bir diziliş çıkıyor.
Dün takımın hücum yapısından bahsederken kanatların artık hücumcularla kurulması gerektiğinden, forvetin de hareketli ve boş alanlar yaratacak bir oyun zekasına sahip olması gerektiğinden bahsetmiştik. Bu açıdan bakıldığında Dia, Stoch ve Niang isabetli transferler. Nasıl bir performans göstereceklerini daha bilmiyoruz fakat teoride bu transferlerin hatalı olduğunu söylemek haksızlık olur. Dün bahsettiğimiz oyun yapısında en büyük eksiklik orta sahanın ortasında duruyor hâlâ.
Yukarıdaki kadroda stoperlerin bir tanesi, orta sahanın bir tanesi ve sağ açık boş. Kadroda Andre Santos, Lugano, Stoch, Alex, Niang olmak üzere 5 yabancı var, yani bir yabancı hakkımız daha var. Volkan, Gökhan Gönül ve Emre'yi kadroya yazınca elimizde kadroya yazabileceğimiz kalitede tek yerli kalıyor o da Mehmet Topuz. Onu sağ açığa veya orta sahaya yazsak bile bir yerliyi daha takıma koymamız gerekiyor.
Çeşitli ihtimaller var:
1. Defansta Bilica (veya yerine yabancı transfer) oynayacak ve orta sahada Selçuk + Emre ile sağ açıkta Mehmet Topuz oynayacak.
2. Defansta Bilica (veya yerine yabancı transfer) oynayacak ve orta sahada Emre + M. Topuz ile sağ açıkta Özer oynayacak.
3. Defansta Bekir oynayacak, orta sahaya yeni bir yabancı transfer edilecek ve M. Topuz sağ açıkta oynayacak.
4. Defansta Bekir oynayacak, orta sahada Emre + M. Topuz ile sağ açıkta Dia oynayacak.
Tabii kaliteli bir yerli stoper veya orta saha transferi ihtimalleri arttırır ve daha dengeli bir kadro yaratırdı fakat gündemde öyle bir oyuncu yok sanırım. Ben şahsen 3 numaradaki alternatifi tercih ederdim. En büyük sebebi de dün bahsettiğim orta saha dağınıklığının 4-2-3-1'in tüm potansiyelini yerle bir etmesi. Lugano'nun varlığı defansı tek başına bir seviye yükselttiği gibi Appiah tarzı güçlü bir orta saha da o bölgenin direncini arttıracaktır. Defansta Lugano'nun varlığı yanında kim oynarsa oynasın iyi görünmesini sağlıyor. Bekir veya başka bir yerli stoperde inat edersek Lugano ile birlikte iyi bir uyum yakalayabilirler.
Mehmet Topuz'un sağ açıkta oynayacak olması yine orayı bir orta saha oyuncusuna emanet etmek anlamına geliyor. Dunga'nın Brezilya 4-2-3-1'i de buna benzer bir özellik taşıyordu. Üçlünün solundaki Robinho neredeyse ikinci forvet gibiyken sağındaki Elano klasik orta saha oyuncusu gibiydi. Sağ bekte Maicon'un hücum gücüyle bu asimetriyi lehlerine kullanmayı başardıkları maçlar oldu (Brezilya elemelerde çok iyi maçlar oynayıp rahatça çıkarak gelmişti). Böyle bir kadroyla oynamaya karar verirsek Gökhan'ın benzer özelliklerinden faydalanırız. Bu durumda Mehmet Topuz'dan da biraz daha defansif görevler yaptığı bir oyun beklememiz gerekir.
Şu ana kadar yapılan yabancı transferlerini isabetli buluyorum. Yalnız hâlâ eleştirilecek çok şey var. Özellikle forvetin bu kadar geç gelmiş olması (Şampiyonlar Ligini kaçırdık) ve Kazım, Önder, Deivid gibi oyuncuların senelerdir oynadıkları verimsiz oyuna rağmen üst üste mağlubiyetler alındıktan sonra gönderilmesi kabul edilebilecek bir durum değil. Üstelik Aykut Hoca bu oyuncularla bir seneden fazla bir zamandır çalışıyorken daha da anlaşılmaz bir durum oluyor. Yukarıda kadroyu düşünürken yerli sıkıntısı nedeniyle elimiz kolumuz bağlı alternatif aradık. Buna rağmen Fenerbahçe'ye geçen sene yapılan Mehmet Topuz dışında kaliteli yerli oyuncu transferi yapılmıyor. Bu yıl yine aynısı oldu ve kadroya Selçuk'u yazmak zorunda kalıyoruz. Yerli alternatifsizlik bu sene yine büyük sıkıntı yaratabilir. Umudum orta sahaya yerli veya yabancı bir transfer yapılması ve bu transferin Emre ile bir an önce uyum sağlayıp Appiah-Aurelio ikilisine benzer bir orta saha gücü oluşturması. Bu durumda ciddi olarak şampiyonluk için yarışabiliriz.
Devamı ...
21 Ağustos 2010
Fenerbahçe'de 4-2-3-1
Fenerbahçe'nin kadro yapısına en uygun sistemin 4-2-3-1 olduğunu geçen sene de birkaç defa yazmıştık. Sebeplerin başında Alex'in varlığı geliyor. Çok geriye geldiğinde de çok ileri çekildiğinde de verimli bölgesinden uzaklaşıyor ve oyun içinde kayboluyor. Tipik bir 10 numara oyuncusu ve tam olarak klasik bir oyun kurucunun durduğu yerde duruyor. Bu durum ondan başka iki forvetle oynamamızı imkansız kılıyor, tek forvet ve gerisinde bir oyun kurucu orta saha ile Fenerbahçe'ye en uygun sistem de 4-2-3-1 haline geliyor.
Dün Dünya kupalarında başarılı olan 4-2-3-1'lerden bahsederken İspanya'yı Barcelona iskeleti ve oyun yapısı nedeniyle ayrı bir yere koyduk. Fenerbahçe'nin kadrosu nedeniyle İspanya tarzında bir oyun oynaması pek mümkün görünmüyor. Bunun en temel sebebini şu ana kadar Avrupa Kupası elemerinde oynanan 3 maçta gördük; pres karşısında direnebilen oyuncularımız yok. İspanya tarzı bol paslı ve sabırlı oyun içinse hem sürekli pres yapan hem prese karşı koyabilecek teknik yeterliliğe sahip "yeterince" oyuncunuz olması gerekiyor. Fenerbahçe'de bu sayı zorlasak ikiyi buluyor, o yüzden çok mümkün görünmüyor.
Final oynayan Hollanda ve turnuvaya damgasını vuran Almanya'nın 4-2-3-1'lerini şablon olarak kullanmak daha mantıklı görünüyor. Almanya'nın uçtaki 3-1'i Fenerbahçe'nin çok uzun zamandır eksikliğini yaşadığı hücumcu kanat sıkıntısını görmek için iyi bir örnek. Aşağıdaki diziliş Fenerbahçe'nin geçen sezonun ikinci yarısındaki ideal dizilişi oldu
Sezonun son haftalarına kadar Mehmet Topuz ve tüm sezon boyunca Özer orta sahanın kenar oyuncuları gibi oynamaktan fazlasını yapamadılar. Oysa Almanya'nın kadrosu ile benzerliğimiz oyun kurucuların oyunu okuma zekası ve boşlukları değerlendirme kapasiteleri. Almanya'nın kanatlarında çalışkan iki forvet oynarken Fenerbahçe'nin kanatlarında hücum yönlerini göremediğimiz, çalışan ama düz iki orta saha oyuncusu vardı. Fenerbahçe hem hücumda çoğalma sıkıntısı hem de gol bulamama sıkıntısı yaşadı. Mehmet Topuz'un geçen seneki lig performansı 2 asist 1 gol, Özer'in ise 2 asist 2 gol. 4-2-3-1 takımlarında açıkların bazen tek maçta yaptığı katkı bunlar (Mehmet Topuz'un geçen sezon sonu performansının artması ve bu sezona 2 asistle başlaması ümit verici).
Diğer temel sorun ileri uçtaki tek forvet. Fenerbahçe'de verimsiz Güiza oynarken, Almanya'nın forveti bitiriciliği zayıf olarak bilinen (biraz da ön yargıyla) fakat pozisyon ve taktik bilgisi sayesinde sistemin olmazsa olmazı Klose. Güiza'nın en büyük yeteneği çizgi defansın arkasına ofsayttan kaçarak koşu yapabilmekken Klose ortaya ve kanatlara çıkarak kanat hücumcularına ve Mesut'a pozisyon yarattı. Bunları yapabilecek bir forvet Alex'in markajdan kurtulması veya boş alan bulmasına yardım ederse Fenerbahçe'nin oyun kalitesi bir anda seviye atlayacaktır. Bunun sebebi de tıpkı Mesut gibi Alex'in ceza yayı önünde boş alan bulduğunda durdurulamaz bir silah olması. Burada tabii ki kanat hücumcuları yine çok önemli çünkü sürekli ileri uçta beklemeyen bir forvetin yerini onların doldurması gerekiyor.
Kısacası Fenerbahçe'nin hücum sorununu çözmesi için hücumcu forvetlerden oluşan kanatlar ve hareketli, boş alan yaratacak bir santrforla oynaması gerekiyor.
Orta sahanın göbeğindeki ikilide daha ciddi bir problem var. Bu bölge sistemin temeli ve oyunun her yerinde takımın kalitesini belirliyorlar. Sadece pres yapmak, top dağıtmak gibi görevleri yok, aynı zamanda top kesmeleri, markaj yapmaları gerekiyor. İspanya - Hollanda final maçında Busquets, Sneijder'i bir saniye bile rahat bırakmayıp etkisizleştirdi ve İspanya topa hakimken de hep pas opsiyonuydu. Arjantin - Almanya maçında Schweinsteiger sahanın her yerindeydi ve orta sahada Almanya'nın bir tane oyuncunusun sürekli boşa çıkmasından sonuna kadar faydalandı ve oyuna hükmetti.
Bu kalitede oyuncularla oynamamız tabii ki mümkün değil o yüzden oyuna tek başına hükmedecek bu kalitede bir oyuncu beklemek de gerçekçi değil fakat en azından bunların bir kısmını yapabilen iki orta saha ile oynamamız gerekiyor. Birincisi, defansif görevlerini eksiksiz yerine getirmeleri gerekiyor. Özellikle Emre'nin fazla basit top kaybı yapması ve bazı maçlarda yaptığı dağınık presle pozisyonunu kaybetmesi ciddi bir sorun. Orta ikilinin bir presçi, bir kesici diye ikiye ayrılması ve ayrı ayrı bu görevlere atanmaları orta sahanın ip gibi dizilmesine ve rakibin kolayca üçgenler kurarak orta sahamızı geçmesine yarar. Emre ve yanında oynayacak oyuncunun rakip oyun kurucuyu etkisiz hale getirecek, defans önde kurulduğunda birlikte pres yapacak ve ileri dörtlünün hareketleriyle bulunacak boş alanları etkili kullanacak oyuncular olmaları gerekiyor.
Sürekli çizgi gerisinde kalan ve her hafta sorumluluktan daha da kaçarak oynayan Cristian veya pozisyon bilgisi çok zayıf olan ve en ufak pres karşısında pes eden Selçuk'la bunların ne kadarını yapabiliriz bilmiyorum. Emre'nin de yukarıda bahsettiğim sorunu düşünülürse orta sahanın tam olarak istenileni yapabilmesi için ciddi bir çalışma ve zamana ihtiyaç var. Yalnız bu ikili uyumlu oynamadığı ve oyunun her alanında en azından averaj bir performans göstermediği sürece Fenerbahçe'nin oyun kalitesini arttırma olasılığı çok az.
Şu yazıda bahsettiğimiz gibi Fenerbahçe çok gol yemesiyle sonuçlanan haftalar sonrası beklerinin hücumculuğu keserek önlem aldı. Bu önlem orta ve uzun vadede başarıyı getirmesi mümkün olmayan bir önlem. Dün Dünya Kupasında 4-2-3-1 oynayan takımların da beklerinden bahsettik. Bu sistem beklere büyük koridorlar açıyor ve Lahm, Ramos, Maicon gibi bekler oyunda büyük bir fark yaratabiliyor. Fenerbahçe'nin sağında Türkiye'nin en iyi hücumcu beki ve solunda Brezilya Milli Takımında oynayan, 3-5-2 geleneğinden gelme teknik bir beki varken bu gücü elinin tersiyle itmesi akılcı bir hamle değil.
Gol yeme sorunu orta ikilinin sahaya etkili dağılması, kanatların oyuna girmesi ve sürekli hücum pres ve defansı önde kurarak uzun vadede çözülebilecek bir sorun. Tek bahsetmediğimiz bölge defansın ortası oldu. Bilica'ya rağmen en sağlam bölgemiz şimdilik orası. Bunda Güney Afrika'da da en iyilerden olan Lugano'nun katkısı büyük. Bilica'nın kontrolsüzlüğü bir sorun fakat hava toplarındaki zaafiyeti daha büyük sorun. Onu yeni versiyonuyla değiştireceksek yine ayağında topla iyi ve hava toplarında etkili veya daha hızlı bir oyuncuyla değiştirmek mantıklı olacaktır. Lugano'nun yanında ayağında topla iyi bir stoper oynaması neredeyse şart gibi.
Özetlersek; Fenerbahçe'nin hücumcu kanatlarla, hareketli ve alan yaratacak bir forvetle, uyumlu ve görevlerini aksatmayan bir orta saha ikilisiyle, beklerinin de hücumculuğunu kullanarak iyi işleyen 4-2-3-1 yaratma şansı var. Sezona çok iyi başlamamış olsak da daha ideal kadroyu tam olarak izleyemedik. İdeal kadroyu bir süre izledikten sonra bunların ne kadarını yapabiliyoruz görmüş oluruz.
Devamı ...
20 Ağustos 2010
Dünya Kupasında 4-2-3-1
Yazı neredeyse bitirdik, yaz aylarında biraz düzenden kopup uzaklara gidip gelince blogu da savsakladık. Sezon başladığına, Fenerbahçe'yi izlemek işkence şeklinde devam ettiğine ve yerimize, yurdumuza dönüp uyku saatlerini düzelttiğimize göre aktif dinlenmeye son verip biraz gecikmeli olsa da yazalım aklımızdakileri. Bu yazı Dünya Kupasındaki taktiksel dizilişler üzerine. Biraz geç geliyor fakat Fenerbahçe'den yeni sezonda ne beklediğimi anlatmak açısından uygun olacaktı.
Jonathan Wilson'ın haklı olarak iddiası şu: Modern futbol kulüpler bazında 4-3-3'e evriliyor, ulusal takımlar ise kulüp takımlarını biraz daha geriden takip ediyorlar (sebebi de oyuncularının sürekli bir arada bulunmamaları ve ihtiyaca göre transfer imkanları olmaması) ve 4-2-3-1 ulusal takımların ulaştığı son nokta. Dünya Kupasında yarı final oynayan 3 takımın 4-2-3-1 oynaması bunun bir göstergesi. Almanya, İspanya ve Hollanda 4-2-3-1 varyasyonları oynayarak Dünya Kupasında ulaştıkları seviyeye eriştiler. Buna rağmen üç takımın taktiksel anlayışlarında ciddi farklar vardı.
İspanya'nın final maçında iki farklı dizilişi yukarıdaki fotoğrafta. Tepedeki diziliş ilk yarıda Pedro oyundayken ve alttaki ikinci yarıda onun yerine Navas girdikten sonraki diziliş. Oyunun kanatlara açılması ve derinlik kazanması için yapılan bu değişiklikle ikinci yarı dizilişi 4-2-3-1'e daha yakın duruyor. İspanya'nın turnuva boyunca farklılık gösteren sisteminde en büyük farkı ileri uçta Torres'in mi, Villa'nın mı oynadığı belirledi. Villa ileri uçta tek forvet oynadığı zaman orta sahada 5 tane gerçek anlamda orta sahayla topa daha hakim, sabırla pas yapan ve opsiyon arayan, rakibine top vermeyen bir İspanya varken Torres ileri uçta, Villa sol açıkta başladığı zaman hücum opsiyonları daha zengin bir İspanya vardı. Villa'nın geriden top alıp boş alanları çok iyi kullanma ve kanattan bindirme yetenekleri İspanya'nın turnuva boyunca en büyük hücum zenginliği oldu.
Tabii İspanya'nın asıl öldürücü noktası orta sahasındaki iki defansif orta saha da dahil orta saha oyuncularının ısrarla topu tutması ve sabırla yüksek isabetli paslar yapmalarıydı. Gelen baskıyı da hızlı pas yapma yetenekleriyle dağıtabildiler. Herkesin söylediği gibi bunu her takımın uygulaması pratikte mümkün değil çünkü bu sistemi uzun yıllar Barcelona'da birlikte oynamış bir grup oyuncuyu aynen milli takıma koyarak yapıyorlar ve uzun süren bir çalışmanın ürünü.
Hollanda'nın finaldeki dizilişi de bu fotoğrafta. Hollanda'nın 4-2-3-1'i İspanya'nınkine göre daha belirgin hatlarla ayrılıyor. Hollanda'nın bloklarının oyuncuların özellikleri nedeniyle de daha belirgin hatları var. Ortadaki ikili, Van Bommel ve De Jong kirli işleri yapmak için sahadalar (uçan tekme atmayı kastetmiyor, onu da yaptılar fakat futbolun top kesme, markaj, defans kademesine girmek gibi kirli işleri). Defansa çok sık yardım eden çalışkan bir sol orta saha, Kuyt; hücum organizasyonun beynine yerleştirilen bir oyun kurucu, Sneijder; ve sağda ters ayaklı bir hücumcu Robben. Robben'in hızından ve tıpkı Villa gibi faydalanıyorlar ve ceza yayına yaptığı koşularla gol arıyorlar. Ayrıca özellikle final maçında orta saha yoğunluğunda kaybolan oyun kurucu yerine ikinci forvet gibi defansın arkasına koşularla gol atmaya çalışan da Robben oldu.
Almanya'nın Arjantin maçında oynadığı diziliş yukarıda. İspanya-Hollanda hibriti diyebileceğimiz özellikleri var. Orta ikili hem İspanyol orta sahaları gibi topla iyi ve gerekiğinde yaratıcı hem Hollanda'nın orta sahaları gibi defansif ve güçlüler. Kanatlardaki hücum yükü önceki iki takımın aksine daha simetrik dağılmış durumda, hem Podolski hem Müller hücumcu oyuncular ve hocaları driplinglerinden faydalanıyor. Üstelik bu iki oyuncu da merkez forvet olarak da oynamış oyuncular. Ortada klasik bir 10 numara, Mesut ve ileri uçta çok da klasik olmayan bir forvet Klose. Almanya'nın oyun yapısını belirleyen en önemli isimlerden birisi Klose. Statik kalmayı sevmeyen, çoğu zaman Podolski-Müller ikilisinin oluşturduğu çizginin gerisinde kalan bir forvet. Bu sayede ya defansın göbeğinden bir markajcı çekerek Mesut veya kanatlardan bir oyuncuya boş koridor yaratıyor, ya da defansif orta sahalardan birisini meşgul ederek orta sahasından bir oyuncuyu boşa çıkarıyor. Takımın kanatları da sürekli ceza alanına hareketlenen hücumcular olunca takım, hücumda eksik kalma sıkıntısı yaşamıyor.
Bütün takımların ortak özelliği defans beklerinin hücum katkısı. Almanya'da Lahm, İspanya'da Sergio Ramos, Hollanda'da Van Bronckhorst sürekli boş kalan koridorda ilerleyen ve hücuma giren bekler. Dünya Kupası boyunca da çok etkili oldular.
Dünya futbolunda 4-5-1 türevleri son dönemlerde dominant oluyor. Dünya Kupası bunu bir kere daha kanıtladı. Kanat oyuncularının derinlik katmasını ve etkisiz koridorda sıkışmamasını sağlayan, orta sahaların iki yönlü oyuna katılımını üst düzeye çıkaran ve beklerin oyuna katılımını verimli hale getiren 4-2-3-1 de Dünya Kupasının neredeyse resmi dizilişi oldu. Uzun zamandır 4-2-3-1 oynayan fakat oyun kalitesini bir üst seviyeye taşıyamayan Fenerbahçe bu fotoğraflardan nasıl bir ders çıkarırı da bir dahaki yazıda yazalım.
Devamı ...