Ekmeği Tuza Banıp Yer Gibi Sevmek


taraftar

Bursaspor Diyarbakırspor maçında olan olaylar en nihayetinde bir yerlere dokundular. Devlet Bahçeli’den, Bülent Arınç’a, Deniz Baykal’dan Hüsamettin Cindoruk’a kadar siyasi yelpazenin geniş bir kesiminde yer alanlar bu maçta olan olayları lanetledi. Görülen, bir kısmının bu durumu mevcut açılımın yarattığı toplumsal bir kamplaşmanın tezahürü olarak görmesi, diğer kısmının ise yerleşik ırkçı faşizan görüşlerin uç vermesi olarak değerlendirmesi. Ancak en nihayetinde “lanetlemeyi” ve “kınamayı” başarabildiler. Bu olaylar karşısındaysa gerçekten harekete geçmesi ve bir yaptırım uygulaması gereken tek bir kurum vardı, TFF, birkaç birliktelik - beraberlik, bu olayların bir daha kata affedilmeyeceği mesajı ile konudan sıyrılmayı tercih etti.

TFF bu problemle belirli bir yaptırım uygulayarak mücadele etmek zorunda olan kurum elbette. Fakat statlara gelerek o sloganları atan, o şekilde bir siyasi görüşü seslendiren ve o görüşün tabiatıyla uyumlu hal ve hareketleri icra edecek olan insanları üreten bir sistem var. Bu sistemin temel mekanizmaları, paranoid dünya görüşü ve izolasyonist diskürü dağıtılmadıkça bu tip insanlar da olacaklar ve bugün yaşadığımız türden belirli bir konjonktür kendilerinin statlara gidip bağırmasına müsait olduğunda da statlara gidip bağıracaklar.

Türkün Türkten başka hiçbir dostu olmadığına inanan ve Türklerle de pek iyi anlaşamayan, dünyadaki tüm ulusların bu toprakları fethetmek için emsalsiz bir inat ile mücadele ettiğine biat eden, büyük devletlerin yerli işbirlikçiler eliyle toplumu parçalayıp bölerek en nihayetinde nihai hedefi olan “Türkiye’yi yok etmek” ülküsüne ulaşabileceğini savlayan, en nihayetinde Yüzüklerin Efendisi’nde Orcların nasıl da Orta Dünya’yı yok ettiğini anlatan türden mitosları çocuklara inandıran, bütün ideolojik aygıtları ile bu görüşü ve türevlerini empoze edip meşrulaştıran koca bir heyhula yok olmadan, altı üstü birkaç sene eğitim görmüş, düşük gelir grubuna dolayısıyla olanaklara sahip, niteliksiz işlerde çalışan veya işsiz kitlelerin başka türlü davranmasını beklemek aşırı bir beklenti olur.

Bu olaylar oluyor, çünkü bu olayları mümkün kılacak bütün unsurlar bu ülkede bulunmaya devam ediyor. Örneğin bu çağda ve bu zaman diliminde, takımında Bask orjinli olmayan hiç kimseyi oynatmayan Athletic Bilbao’nun farzı misal Valladolid şehrine gittiğinde “Kahrolsun ETA”, “ETA Dışarı” sloganları ile anılması, “Şehitler ölmez İspanya Bölünmez” tezahüratlarıyla karşılanması hiç birimiz ihtimal vermeyeceği bir şeydir. İspanya daha az değerli, daha az cennet vatan olduğu veya İspanya’da Türkiye’deki gibi bir terör problemi olmadığı için değil, İspanya’nın bu terör problemini ve bu türden bir proto faşizan milliyetçiliği sisteminden atmak için yaptıkları yüzünden bu türden bir olay gözükmez. Tarihin bir döneminde ve bu da çok uzak bir zaman önce değil, İspanya’da insanlar ETA terörü ile o terör bölgesinde yaşayan ve aynı kimliği paylaşan farklı insanları sisteme katmayı, dışlamaktan daha manalı ve verimli buldular, o sebeple de bu olaylar bugün artık yaşanmıyorlar.

Bizimle benzer enlemleri paylaşan ülke ile paylaşmadığımız bir ortak nokta daha var, taraftarların yaptıkları şiddet eylemleri ve bunun merkezileşmiş dili orada marjinalleşirken burada merkezileşmek eğiliminde. Bu ülkede, futbol şiddet, futbol holiganlık ve futbol adam bıçaklamak değildir. Bizde hemen hemen böyledir. Taraftarlar büyük yalanlara inanmakta, büyük yalanları gerçekmiş gibi benimsemekte, spor olaylarında olanları komplo teorileri ile açıklamakta ve dolayısıyla bu komplo teorilerinin önerdiği gibi “düşman tarafından büyük adaletsizliklere” uğradığını hissetmektedir.

Örneğin, Beşiktaş seyircisi bu ülkede en fazla kendine aşık seyirci grubu olmuş gibi gözüküyor. Narsistik bir durum var, takımın durumu ne olursa olsun, kulüp hangi hal ve şart altında bulunursa bulunsun taraftar kendisinin gerçekten de dünyanın en iyisi –lerinden biri olduğuna inanıyor. Bu taraftarın inancına göre, bu taraftar kitlesi iyi günde de kötü günde de takımın yanında olmaktadır, her daim kulübe aşıktır ve destekleyicidir, elinden gelenin fazlasını yapmaktadır, özel bir şeydir ve diğer taraftar gruplarından büsbütün farklıdır. Halbuki, hakkını vermemiz gereken birkaç farklılık dışında öyle temelde bir farklılık veya değişiklik gözükmüyor. Şiddet bu taraftar kitlesinde de herhangi bir taraftar kitlesi kadar yaygın, üstelik Beşiktaş tribünlerinin tahammül sınırları ile diğer takım taraftarlarının tahammül sınırları da çok değişmiyor. 7 sene üst üste şampiyon olunamayan zamanları hatırlayan bir Fenerbahçeli olarak rahatlıkla Fenerbahçe taraftarının da zamanında büyük bir sebatla beklediğini, daha sonra isyan ettiğini söyleyebilirim. Galatasaray taraftarının Özhan Canaydın’a karşı koymuş olduğu tepki ile bugün Yıldırım Demirören’e karşı koyulan tepki arasında ne nitelik, ne biçim ne de lisan bakımından bir farklılık bulunamaz, şayet Beşiktaş'ta gördüğümüz daha kötü değilse. Ancak her taraftar kitlesi gibi, bu taraftar grubu da gerçekle pek bağdaşmayan bu mitolojik hikayede kendi rolünü çok seviyor. Sahnede eşsiz benzersiz olmak, bugün Beşiktaş taraftarında desibel hikayeleri, Galatasaray taraftarında Avrupa’nın Fethi, Fenerbahçe taraftarında ise “Hep destek tam destek” felsefesi ile ölçülebilir, değerlendirilebilir.

Ankaragücü – Galatasaray, Beşiktaş – Denizlispor ve Bursaspor – Diyarbakırspor maçlarında gördüğümüz türden bir şiddet istisnai değil. Bu temel gerçek ve bu gerçeği üretenler de birbirlerinden nitelik olarak farklı değil. Aynı türden bir mitolojik hikayeye kendini inandırmış, gerçekleri kabul etmeyen ve komplo senaryoları üzerinden olan olayları izah ederek “dış güçler”e konuyu bağlayan ezberlenmiş bir şablonu duruma uygulayan insanlar yekünü. Sevrin veya parçalanmanın yerine şampiyonluğun kaçışını, AB – ABD isimlerinin yerine medya, TFF ve diğer kurumsal organları, Türkün Türkten başka dostu yoktur veya Türklük, Birlik ve Beraberlik gibi şablonların yerine ise takımın ismini koyalım, büyük Türk anlatısı ile karşılaşacağız. Üst yapıda önerilen böyle bir durumda “hainleri yok etmek”, “düşmanlarla mücadele etmek”, “savaşmak” olduğu için de mikro ölçekte sahada gözlemlediğimiz bu oluyor. Büyük anlatı takımın anlatısı ile kesiştiği yerde ise gördüğümüz Bursa – Diyarbakır maçı.

“Biz seni ekmeği tuza banıp yer gibi sevdik”. Ekmek tuzla birlikte yalnızca yavan bir tat verir. Birkaç lokmadan fazlasını mideniz kaldırmaz. Açlığınızı belki bastırır ama bir güzelliğin vermesi gereken zevki asla alamazsınız. Nitekim hiç kimse çok sevdiği insanlarla, karısıyla, sevgilisiyle oturup da masaya hadi ekmeği tuza banalım da biraz keyfimiz yerine gelsin demez. Bu özgün bir manyaklık gösterisi gibi olur, bunu söylediğimiz herkes duruma gerçekten güler. Ancak bunun bir milletin sevgisini ifade ederken ortaya koyduğu temel metafor olmasını neyle izah edeceğiz? Tatsız tuzsuz bir basitliği, acziyeti, sevgisinin ana keyif göstergesi ve çokluğunu ölçecek bir çapa noktası olarak alan bir toplumsal zeka en nihayetinde dediğini de kastediyordur, gerçekte hiç sevmediği gibi, nefret ede ede, acziyetinden seven ve bu sevgide de özenilecek hiçbir şey olmadığını bilen bir insan güruhu. Takımları taraftar ekmeği tuza banıp yer gibi seviyor, öyle lezzetsiz, öyle bayat ve öyle sefilcene seviyor ki, hiçbir takımın taraftarı bir güzellik üretmeye muktedir olamıyor. O kadar keyifsiz, o kadar gerçekten kopuk bir aşk ki bu kendi yarattığı hikayelere inanıyor, o hikayelerle başı dönüyor, aslında yapmaktan zevk almadığı her şeyi yapıyor ve bunun karşılığında olan olaylar karşısında cinnet geçirmiş gibi bir manzara ile şaşırıp kalıyor.

Ne zaman ki hikaye bitiyor veya yanlış olduğu çıkıyor o zaman da işte gördüğümüz türden bir şiddet cenderesinden boşanıp üstümüze salınıyor. Şu Rıdvan’ın çektiğine bakın, “Arda Elano’dan iyi bir futbolcudur” cümlesini bir edebi dil oyunuyla –mübalağ- anlattığı ve Elano’yu izlemediğini söylediği için neredeyse vodoo bebekleri çıkacak, öfkeden kudurmuş gibi bağırıyor insanlar. Galatasaray’ın bir B planı olması gerektiğini, yani A Planının geçerli olduğu şartların değişmesi halinde takımın da bu şartlara uygun olarak değişerek maçı kazanmak için gerekenleri yapabilecek bir esneklik sahibi olmasını öne sürdüğü için ne cehaleti kaldı ne bilgisizliği. Barcelona’yı yöneten bir teknik adamın takımdaki oyuncular gereği böyle varyasyonlara ihtiyacı olmayabileceğini ama Rotterdam’ı yöneten bir teknik adamın aktif müdahale etmesinin normal olduğunu söylediği için terbiyesiz, ahlaksız dahi ilan edildi. Büyük anlatı, hayali senaryolar çöktüğü zaman sözlü veya fiziki şiddet uygulamaktan başka türlü çalışmaya alışmamış bir zihni kütlenin daha somut ispatı olabilir mi?

Buradan çıkışımız elbette mümkün. Güzellik ve hakikat mutlaka galip gelir. Büyük örneklere gerek yok, geçen sene de Yıldırım Demirören kötü bir yöneticiydi bu sene de öyle, geçen sene şans ile Beşiktaş bir başarı elde etti, bu sene bunu tekrarlayabilecek nefese sahip değildi. Geçen sene Beşiktaşlılar bunu duyduklarında küplere biniyordu, şimdi hepsi kendi söylüyor. Galatasaray taraftarı takımının hiçbir eksiği olmadığına ve bir uzay takımı olduğuna inanmak istedi, gerçek öyle değildi. Ankaragücü acı bir ders oldu. Aziz Yıldırım dün de bir tirandı bugün de bir tiran, bugün yalnızca geçen sene yaptığı yanlışları yapmayan bir tiran ve gelecekte başka yanlışları mutlaka yapacak.

O sebeple, zamanla gerçeği duyacak ve bu şiddet örüntüsünden çıkmak isteyenler artacaktır. Bir gün insanların gerçeğe tahammül edebildiği ve saygı duyabildiği bir atmosferin hepimiz için yaratacağı büyük verimlilik ve zenginleşme sebebiyle bilinçli olarak bu toplum buraya doğru yönelecek, yöneliyor da. Bugünkü mitler ve putlar ise elbet kırılacak, ekmeği tuza banar yer gibi değil, adam gibi seveceğiz her şeyi ve Diyarbakır bir stadda “PKK Dışarı” gibi bir sloganla karşılaştığında bunun küçük, ufak ve marjinal bir grubun basiretsiz çığırışından başka bir şey olmadığını görerek rahatlayacağız, olması gerektiği gibi.


1 comments:

  1. Serkan Sağlam dedi ki...

    Bu rezaleti yaratanlar cezasını çekmeli. O kadar.

    D.Bakır başkanı bilmem ne kanalına çıkıp, biz devletin değil, kürt milletinin takımıyız demeyecek, seyirci PKK dışarı demeyecek. İnsanlar bu olaylarda taraf seçmeyecek.
    Eğer tespiti iyi yapmazsan dostum, çözümü asla bulamazsın.

    Çok tehlikeli çok... Darbe şizofrenikleri, bu ülkeyi yok edecekler paranoyakları, şeriat gelecek psikolojik delileri... Çıkın işin içinden şimdi bakalım.

Yorum Gönder