30 Haziran 2011

2010-11 Sezonu Fenerbahçe'nin En Güzel Golleri



Liste yapmak riskli iş, özellikle Türkiye'de. Her cümlenin başına "bence" yazmanız lazım. Yoksa gelip "şu şu listede yok arkadaş, bu nasıl iş?" diyebilirler. Sıralamayı beğenmeyen de çıkabilir tabii, "bu mu 1 numara birader?" Daha önce liste yapmışlığımız var, sırf keyfim istedi diye bu riski almaya karar verdim, liste yaptım. Gerçi bu listeden ben bile tam emin olamadım ya, ileride gelip soran olursa "insanlar büyüdükçe olgunlaşır, o aralar öyle düşünüyormuşum" derim. Haftaya gelip sorsanız bile yaparım. 2010-11 sezonunda Fenerbahçe'nin ligde attığı en güzel golleri sıraladım. Bu arada biraz önce geyik yapıyordum, hazır konuşacak transfer de yokken yorumlara kendi listeye alacağınız golü yazsanız, hatta kendi listesini yapsanız şahane olur.

10) 17. Hafta Fenerbahçe - Sivasspor ('77 Alex)
Muazzam falsolu frikik, kaleci topun gittiği yeri görüp atlıyor vaktinde ama yapacak bir şeyi yok. Barajın üstünden geçtikten sonra kıvrılıp ağları vuruyor.


9) 34. Hafta Sivasspor - Fenerbahçe ('51 Alex)
Yine Sivas'a frikik golü. Bu sefer top resmen 90'a gidiyor. Kaleci biraz acemi ama topun gittiği yer mükemmel. Ağları temizliyor.


8) 13. Hafta Fenerbahçe - Bucaspor ('1 Alex)
Gol asisti Cristian'a ait olsa da bu gole "hazırlanışı da atılışı da" geyiği iyi gider. Yalnız Alex'in topa vuruşu muhteşem, gelişine yakalarsa affetmiyor Alex başkan.


7) 6. Hafta Kasımpaşa - Fenerbahçe ('21 Emre)
Alex'lerin arasından sıyrılan Emre ceza alanı önünden kaleyi görüyor ve kendisine göre sol üst köşeye eliyle koymuş gibi bırakıyor topu. Böyle bir gol atabilen bir oyuncu neden sezonu 4 golle kapatır arkadaş?


6) 12. Hafta Gaziantepspor - Fenerbahçe ('18 Alex)
Yine Alex, yine gelişine. Top biraz arkasına düşüyor ama Alex için fark etmiyor, ayağını ayarlayıp kurtarması imkansız vuruşu yapıyor yine.

5) 26. Hafta Galatasaray - Fenerbahçe ('87 Alex)
Liste Alex'in golleri listesine dönüştü. Bu sezon Alex'in en fazla kafa golü attığı sezon oldu, hepsi de güzel. Galatasaray'a attığı ayrı güzeldi yalnız. Golü izlerken havada birkaç saniye asılı kaldığını düşünüyorsunuz, belki kalıyor. Top kafasına temas ettiği an kaleci dahil herkes biliyor nereye gideceğini ama öyle bir vuruyor ki bilgisayar oyununda topun gidişini mouse ile yönlendiriyormuş gibi, yan filenin içine oturuyor. Sezonun en güzel kafa golü.


4) 30. Hafta Bucaspor - Fenerbahçe ('74 Güiza)
Bu sezon attığı tek golle listeye giren Güiza kalitesini konuşturmuş. Golün önemi falan değil de orta sahada atılan uzun top ve top yere düşmeden yapılan vuruş mükemmel. Bu golü daha da güzelleştiren sevinç sırasında tribünden uçarak sahaya inen taraftar.


3) 19. Hafta Fenerbahçe - Trabzonspor ('23 Niang)
Bu golün gelişimi, ortası falan güzel de gol vuruşunu ayrı bir yere koymak lazım. Kalecinin hiç şansı yok, hiçbir kaleci topun oraya gideceğini hesap etmez. Bilardocu gibi topun açısını 20 derece değiştiriyor, arka direğin içine bırakıyor. Muhtemeşem gol vuruşu, bu sezon ceza alanı içi gollerinin en güzeli.


2) 30. Hafta Bucaspor - Fenerbahçe ('17 Emre)
Listede aynı maçtan 2. gol, hatta bu maçtan Alex'in kafa golü de listeye girmeye adaydı. Bunu diğerlerinin üzerine koymamın sebebi vuruşun Tsubasa'nın ünlü kartal vuruşu olması. Çizgi filmde izlediğimiz bu stil burada görüldüğü üzere gerçek hayatta da olabiliyormuş, top sert gidip kaleciyi aşınca birden inişe geçiyor, hızından da bir şey kaybetmiyor. Gidip köşeden gol oluyor.



1) 18. Hafta Antalyaspor - Fenerbahçe ('41 Gökhan)
En güzel goller listesi başlığını görünce bir numarayı tahmin etmiştir zaten herkes. Böyle orta sahadan alıp yardırıp gidilerek atılan gollere zaafımız var en güzel goller listelerinde Maradona'nın golünü izlediğimizden beri. Hani orta sahada alıp yardırmasa, iki üç oyuncuyu birbirine tokuşturmasa bile aşırtma vuruş listeye sokmaya yeter ama başından sonuna her hareketiyle 1 numaralı gol sağ bekimizin golü oluyor. Alex'in gollerini bile solluyor.


Devamı ...

29 Haziran 2011

2011 UEFA Sıralamasında Fenerbahçe



2009-10 sezonunda 2 puan daha toplasak 5 sıra yükseleceğimizi düşünüp kahroluyorduk, bu sezonu yaşayacağımızı bilsek hiç ses etmezdik. Fenerbahçe 2010-11 sezonunu Avrupa'da sadece 2.42 puan toplayarak kapatabildi. Son sezonlarda aldığımız ortalama puandan düşük bir puan alsak bile 32. sırada bitireceğimiz Avrupa kupaları sıralamasında 41. sıraya geriledik. İstikrarla ikinci torbaya doğru ilerlerken yine üçüncü torbanın alt sınırına geldik. Bu sezon CL'de çeyrek final oynadığımız performansı gösterebilirsek ancak toparlayacağız puanı.

Sıralamadaki yerimiz şöyle:


Yani Avrupa Liginde gruplara kalıp geçen senekine benzer bir performansla gruptan çıksaydık yaklaşık 10.5 puan daha alacaktık. Bu da bizi 29. sıraya taşıyacaktı. Bu sene CL torbalarında 2. torbanın son takımı Marsilya. 24. sıradalar ve 68.8 puanları var. Yani bu sene için bir farkı olmayacaktı ve yine 3. torbaya girecektik. Geçen yılki Young Boys ve PAOK maçlarının acısını ise orta vadede (önümüzdeki 4 yıl) çekeceğiz.

Birinci tehlike CL'de çok zor bir gruba düşmek. Eğer Aragones dönemindeki gibi grubu sonuncu bitirirsek 7 civarı puan alacağız. Bu durumda 5 sene önceki 10.2 puan silinince puanımız düşmüş olacak. Şu anda CL'de 3. torbanın sonuncu takımının 47 puanı var, bizim puanımız 50. Yani düşmeye devam edersek 4. torbaya gidiyoruz. 2 sene sonra çeyrek final yılında alınan 18 puan da silinince bu tehlike çok ciddi olarak ortaya çıkıyor. Yani bu sezon ve önümüzdeki sezonu Avrupa'da düşük puanla kapatma kredimiz yok.

Diğer senaryoya bakıp bu sezon CL'de müthiş bir yıl geçirdiğimizi düşünelim ve çeyrek final oynadığımız sezondaki gibi 18 puan aldığımızı kabul edelim. Bu durumda gelecek seneye 61 puanla başlıyoruz. Yani 30. sıraya çıkıyoruz. Avrupa liglerinde çok büyük sürprizler olmazsa 3. torbada kalmak demek bu. Ondan sonraki sezon yine aynı performansı gösterip 18 puan alsak bile puanımız sabit kalıyor yani yine 2. torbaya çıkamıyoruz. Oysa geçen sezon Avrupa Ligine devam edip 12 puan alsaydık bu sezon CL'de göstereceğimiz iyi puanın ödülünü hemen gelecek sezon alabilecektik. Puanımız 70'in üzerine çıkacaktı ve 2011-12 sezonunda CL'ye katılırsak 2. torba şansımız olacaktı.

Şu andaki duruma bakınca 2. torbaya girmemiz için 3 sezon üst üste çok iyi performans göstermemiz gerektiği ortaya çıkıyor. Yani 3 sezon üst üste CL'ye katılırsak gruptan çıkmamız gerekiyor. Pek gerçekçi bir hedef olmadı ama aynı puanları gruplarda 3. olup Avrupa Liginde devam ederek de toplayabiliriz. Zaten artık Avrupa'da istikrarlı başarıya sadece puan için ihtiyacımız yok, en büyük beklenti bu.

Young Boys gibi takımlara elenmek görüldüğü gibi sadece olmayan isimlerinden dolayı ciddi bir problem değil. Fenerbahçe'nin Avrupa kupalarındaki şansı orta vadede çok büyük zarara uğradı. Bunu belki başka bir yazıyla anlatmak gerek ama Fenerbahçe'ye lazım olan destansı seriler, mucize şampiyonluklar değil. Young Boys'a elenmeyen, her zaman 2. torba potansiyeli olan, ligin iki devresinde 40 puan barajını istikrarla yakalayan bir takım gerekiyor. Gelen şampiyonluğun sevinciyle efsanevi ilan edilen sezon, 7 sezon sonra Avrupa'da en düşük puan alınan, galibiyet görülmeden kapatılan bir sezondu.
Devamı ...

26 Haziran 2011

Transfer Yapmazsak Çocuğumu Keserim



Bir ara Rehavet sezon öncesi kadro yapıp scanleyip buraya koymuştu. Taraftar olup defter arkasına kadro yapmayan yoktur şimdi, kimse birbirini kandırmasın. Hele bir de sıkıcı bir toplantıya falan girdiyseniz ve hafta sonunda takımın bir ası cezalı, bir ası sakatsa gollük orta, ilk ele geçen kalem kağıtla kadro yap. Hemen Volkan'ın yaz kaleye, ben "takımda Alex varsa ilk Alex yazılır" kafasında olduğumdan Volkan'dan sonra Alex yazarım, defansı falan değil. İlk kaleciyi yazma sebebi de sahanın nerede başlayacağını belirlemek için zaten.

Bence taraftarlar joker oyuncuyu rahat rahat kadro kurdurduğu için seviyor, bakmayın "her oyuncunun yeri belli olsun" geyiği yaptıklarına. Adamın canı Stoch ve Dia'yı bir arada oynatacak mesela, hemen çek joker Topuz'u orta sahaya, hem 1 yabancıdan kurtar hem sağda yer açılsın. O yüzden hala "Gökhan Gönül orta sahada denenebilir" önerisiyle gelen çakallar var. Hazır adamı joker yapıp defter kadrolarına opsiyon kazandıracaklar bolca. Bu deftere kadro işi süper keyifli iş de asıl keyfi 1 Eylül'den sonra çıkıyor galiba.

Bu transfer dönemlerinde de kadrolar havalarda uçuşuyor. Bazen heyecandan kadroya 8 yabancı koyan da, 12 kişiyle sahaya çıkan da var. Şuraya şuraya transfer isteriz diye *** koyduğumuz yerlere geçen seneye kadar Eto'o, Xabi Alonso yazan vardı bu sezon Hazard, Diarra oldu. Bir de FMcilerin kafayı taktığı adamlar oluyor, kişiye özel adam uygulamasıyla onlar yazılıyor "Hacı Santos'un bir sağ kanadı var, yeni Cafu olacak, Gökhan'ın önüne koyarız sağ açık da oynar." Bu sene basketbola da bulaştı, geçenlerde Kirilenko yazmaya başlanmıştı kadrolara.

Kadro yapıp bozma keyifli iş de kafayı bununla bozunca keyfi kalmıyor. Forumlarda transfer başlıkları 12930423 dolduruluyor artık. Beşiktaş gibi futbol oynamaktan çok transfer işine konsantre olan kulüpler de var. Ligde 10. sıraya düştükleri ara "dünya kulübü olduk diye kıskanıyorlar :-(" açıklaması yapmaları ondandı. Transfer haberi falan beklemek de güzel iş ama 3 ay boyunca bilgisayar başında F5 ile ömür geçirmek vallahi günah. Ben en son bizim Kemal Aslan transferinde yapmıştım onu. CM 2000-01'de alıp forvet arkasına koyuyorsun Kaka oluyor adam. Bir iki de frikik golünü falan görmüşüz Ümit Milli Takım'da, al sana transfer hedefi. Berbat sezon geçirmesek neyse de yine devre arası transfer sezonunda alınsın diye sabah akşam haberleri kontrol ediyorduk. Neyse, iyi ders oldu sonra. O günlerden beri transfer manyaklığı yapmıyorum.

Bir de bir oyuncuyu alınca bayram ilan edip rakip bir oyuncu alınca iguanası ölmüş gibi üzülenler var ki 100 senelik derslerden sonra onları hiç anlamayacağım. Ortega'yı bile aldık patladı, Nobre'den bile gol makinesi çıkarttık, daha ötesi ne olacak anlamadım. Hâlâ Elano, Ricardinho geldi diye karalar bağlayan, Özer geldi diye tura çıkanlar var. Yahu bırakın şu transfer işini, bu kadar kafanıza takmayın. Bir başlasınlar oynamaya, o zaman defterlerin arkasında kadro yaparız yine. *** koyduğumuz sezon öncesi kadrolarını yazarız defterimize bekleriz, gelen olursa doldururuz, olmazsa Selçuk Şahin yazarız öyle konuşuruz.

Çöpe atılan paralar nedeniyle yöneticileri suçlayan taraftarlar transfer dönemlerinde dönüp bir kendilerine bakıyorlar mı acaba. Neredeyse futbol oyununun kendisinden daha rekabetçi, daha fazla ilgi çeken, daha duygusal yaşanan bir dönem haline geldi bu transfer dönemi. Basketbol takımı kadroyu tamamladı hâlâ ateşli şekilde milyon dolarlık yıldız isteyen, takım tatile bile çıkmamışken takımı balon ilan edenler görüyorum. Bir şey değil, kendinize yazık.
Devamı ...

25 Haziran 2011

Alex de Souza'nın Fenerbahçe İstatistikleri



Alex istatistiklerinin şimdilik sonuncusunu paylaştık. Burada tüm istatistiklere topluca linkler olacak ve yeni istatistikler geldikçe güncelleyeceğiz. Tüm istatistikleri de sezon sonlarında güncelleyeceğiz. Bu yazıya bir link kolay erişim için sağ sütundaki ANDAÇ köşesinde bulunacak.

2010-11 Sezonu Sonunda Alex İstatistikleri (Son Güncelleme: 25 Haziran 2011)

1) Sezon İstatistikleri (ve toplam istatistikleri)
2) Turnuva İstatistikleri
3) Oyuna Etki İstatistikleri
4) "Büyük Maç" İstatistikleri
5) Sezonluk İç ve Dış Saha İstatistikleri
6) Rakiplere Gol İstatistikleri

Devamı ...

Alex de Souza Fenerbahçe İstatistikleri - 6) Rakiplere Gol İstatistikleri



Bu sezonun en gözde istatistik bilgilerindendi bu. Özellikle Beşiktaş'a üç gol attıktan sonra bol bol bahsedildi hangi takıma kaç gol attığından. Aşağıdaki tabloların ilkinde ligde hangi rakibe kaç gol attığı, ikincisinde tüm resmî maçlarda hangi rakibe kaç gol attığı gösteriliyor. Ligde uzun süredir lider durumda olan Gençlerbirliği son haftalarda Ankaragücü'nün atağına karşı koyamadı ve ikinci sıraya geriledi. Beşiktaş istikrarı ile artık ligde olmayan Ankaraspor'un üçüncülüğüne ortak oldu. Tüm resmî maçlar tablosunda ise Beşiktaş ilk sırada, Ankaragücü'nün 5 gollük atağı ancak liderliği paylaştırmaya yetti. Genel tablodan Alex'in gol atmadığı takımlar çıkarıldı, özellikle Türkiye Kupası'nda forma giymediği çok maç var. Ligde ise tabloda görüldüğü gibi son 7 sezonda birinci ligde oynayan iki takıma karşı golü yok, Sakaryaspor ve Kocaelispor.


Alex'in 2010-11 sezonu sonunda ligde oynadığı rakiplere gol istatistikleri


Alex'in 2010-11 sezonu sonunda tüm resmî maçlarda oynadığı rakiplere gol istatistikleri


Son Güncelleme: 25 Haziran 2011
Devamı ...

24 Haziran 2011

Fenerbahçe'nin haybeye karnesi (4) - Hücum



Yeni sezon başlamadan eski sezonun değerlendirmesini bitirmek gerekir. Sırada hücum oyuncuları var.


Beni Yak Kendini Yak Mamadou Niang:

Ömer Üründül tipi çağdaş yorumcular olsun, Erkan tipi çağdaş taraftarlar olsun, Claudio Maldonado tipi çağdaş takım arkadaşları olsun; hepimiz yıllardır Hakan Şükür tipi çağdaş forveti bekliyorduk bu takımda. Son yirmi yılın neredeyse her sezonuna yeni bir yabancı forvetle giren Fenerbahçe, aradığı Hakan Şükür tipi çağdaş forveti, daha Hakan Şükür parlamamışken bulmuştu aslında Frank Pingel'in şahsında ama talihsiz takımız birader. Adam daha sezon başlamadan sakatlanınca, yine elimiz kursağımızda kaldı, yine Fadıl Vokri tipi arkaik, Aygün Taşkıran tipi pırpır forvetlerle gönül indirmek, Müjdat Yetkiner'den bile daha hareketsiz golcülerden mucize beklemek zorunda kaldık.

Neyse ki bu sezonun başında Senegal çöllerinden gelip, Saracoğlu'nda bir serap gibi arz-ı endam eden aslan parçası hasretimizi dindirdi. Mamadou tam da özlediğimiz forvet özelliklerini taşıyordu, sakatlanana kadarki performansıyla da ben dahil birçok taraftarın aklını aldı ama sakatlık dönüşü bir haller oldu çağdaş forvetimize. Hakan Şükür'ün çağdaş forvetlikten, sığ yorumculuğa, oradan da haybeye milletvekilliğine geçiş yapması gibi; bizim Mamadou da içinde çağdaşlık nâmına ne varsa o korkutucu MR cihazında bırakıp, halı saha maçında aldığı her topu ezen, götünü kaldırıp geriye koşmaya erinen, halı saha ücreti kişi başına 6 lira ise cebinde her nedense bir beşlik, bir de ellilik banknot bulunduğundan her seferinde bir lira eksik ödemesine göz yumulan esnaf forvete dönüştü. Her maç en az bir kere, kimsenin akıl erdiremeyeceği numaralarla rakibi kuru bamya gibi ipe dizecekmişçesine burnunun dikine gitmese olmuyor, her maç en az on kere Alex'in koşusunu görmeyip topu ezmese içi rahat etmiyordu.

Haksızlık, vefasızlık, kadirbilmezlik sızıyor mu bu satırlardan? Eh biraz! Ama Mamadou son düzlükte kendisini "çağdaş" kılan o özelliklerine yeniden kavuşup, kıyak bir takım oyuncusu olarak performansını yeniden yükseltmeyi başardı mı? Ona da evet. O vakit hep beraber: Beni yak / Kendini yak / Mamadou Niang...

(Yeni sezona ilişkin yakası açılmadık teorim de şu: Emenike, Niang'ı kesecek.)

Semih Şentürk:

Takımın en eski oyuncusunun yarattığı çağrışımlara bakar mısınız sevgili Erfurtlular: Yedek kulübesi, nöbet, öpe öpe aşınan yüzük, genç Semih, artık yaşlı Semih. Öyle talihsiz bir adamdan bahsediyoruz ki, sezon içinde anlaştığı rivayet edilen Deportivo sezon sonunda küme düşüyor. Öyle tevekkül dolu bir adamdan bahsediyoruz ki, Niang yetmiyormuş gibi bir de Emenike'nin alındığı sezonda üç yıllık sözleşmeye imza atıyor. Öte yandan öyle kıymetli bir adamdan bahsediyoruz ki, bu takımın altyapısından yetişip, hem Van Hooijdonk'un, hem de Mamadou Niang'ın yedeği olmayı başarabiliyor.

Semih Şentürk'ün Fenerbahçe macerası bir eşik hikâyesi aslında. Ne zaman ki Semih'in bu takımın birinci forveti ol(a)mayacağını ve ömrübillah iyi bir yedek olarak kalacağını idrak ettik, işte o zaman hem biz, hem de Semih rahata erdi. Zira taraftar onunla ilgili beklentisini makûl bir düzeye çekti, o da muhtemelen makus talihini kabullenerek rahat bir nefes aldı. Bu sezon böyle rahat bir Semih Şentürk'ü, böyle rahat bir ruh haliyle izledik ve Semih her sezon olduğu gibi beklentileri karşıladı, üzerine düşeni yaptı ve aslanlar gibi yeni sözleşmesini de yapıp kenara çekildi.

Semih Şentürk yedek kulübesindeki varlığıyla bile bu takımın en önemli oyuncularından biri ve emin olun, elli yıl sonra torunlarımıza anlatacağımız futbolculardan biri olacak. "Bir Semih vardı," diyeceğiz ateş başında etrafımızda toplanmış sarı-lacivert çubuklu formalı veletlere, "maç zora girince oyuna girer imzasını atardı her daim, tilki gibi golcüydü. 35 yaşında Messi'nin yerine oyuna girip golünü yazarken bile spikerler ondan 'Genç Semih' diye bahsediyorlardı. Ruhu gençti zahir..."

Daniel Güiza:

Söz konusu Güiza ise; Masumiyet'in Bekir'i oluyor, canımızı acıttıkça daha çok seviyoruz onu. Ya da Büyük Umutlar'ın Pip'i oluyor, ne yapsak unutamıyoruz kara kaşlı İspanyol'umuzu. Bize verdiği onca ezaya rağmen, evimize gelse misafir eder, kuş tüyü döşeklerde yatırırız onu, sokakta görsek boynuna sarılır, öperiz yanaklarından, müdavimi olduğumuz meyhaneye adım atsa, ahtapotuydu, beyiniydi, börülcesiydi en güzel mezelerden bir tabak yaptırıp gönderirirz masasına, olmaz ya boş kaleye gol kaçırsa, "Olsun be Güiza," deriz, "canın sağolsun, bir dahakini atarsın." (Gerçi bu sonuncuyu dedik lan herhalde.)

Güiza belki farkında değil ama, bütün olan bitene rağmen bu kadar çok sevilmesinin nedeni, tam da Fenerli'nin ruh haline denk düşen bir adam hüviyeti taşıması. Ortası yok Güiza'nın. Topu aldığında ya mucizevî bir gol atar ya da dünyanın en basit top kaybını yapar. Sahaya çıktığında ya son yılların en iyi forvet performansını sergiler ya da "Demir Hotiç'li yıllardan esintiler" filminin baş oyuncusu olur. Aynı anda hem büyük bir umut, parlak bir cevherdir Güiza; hem de dehşetli bir facia, korkunç bir kâbus. Biz de Güiza'yı işte bu yüzden severiz, aileden biri gibi görürüz. Ayrıca bu sezon şahane bir performans sergilediğini de unutmamak gerekir. Bu sezon tüm gol rekorlarını kıran Cristiano Ronaldo, 70 dakikada bir gol atarken; Güiza her 46 dakikaya bir gol sığdırmış. Gerçekten bak...

Gökhan Ünal:

Kendisi hakkındaki düşüncelerimi transfer olduğunda yazmıştım, ne yazık ki haklı çıktım. Yerli malı haftası şerefine yapılmış bir transfer gibiydi: Yerli Güiza! Yersen...

Serinin diğer yazıları:

Fenerbahçe'nin haybeye karnesi (1) - Kaleciler
Fenerbahçe'nin haybeye karnesi (2) - Savunma
Fenerbahçe'nin haybeye karnesi (3) - Orta Saha
Devamı ...

20 Haziran 2011

Aslan Fenerbahçe



Zaman ilerleyip, yıllar geçtikçe hassasiyetler de gelip geçiyor, değişiyor. Şimdilerde Fenerbahçe formasının önünde, kocaman ve kırmızı bir reklam düşünebiliyor muyuz? Hayır. Ama bir zamanlar, sarı zemin üzerine kırmızı Tamek reklamımız vardı.

Aşağıda Erkan'ın yazdığı, Urfalı Babi'nin "Fenerim Yenerim" şarkısına dair yazıya yorum bırakan arkadaşlardan birisi Fenerbahçe'ye "Aslan" denmesini garip karşılamış. İşte bu da yeni hassasiyet algılarından bir tanesi. Ya eskiden nasıldı? Hatırlayalım.

Yukarıdaki fotoğraf 1964 senesinden... Kadın Ajda Pekkan, adam Ayhan Işık. Hızır Dede filminden bir sahneyi görüyoruz. Esas oğlan ve kızımızın arkasında bir duvar yazısı var; "Aslan Fenerbahçe".

Fenerbahçe Müzesi'ne yolunuz düşerse, müzenin en sonlarında, sol tarafta yer alan 1960'lı yıllar bölümüne bir uğrayın. Oradaki fotoğrafların arasında "Aslan Fenerbahçe"ye başarı dileyen bir pankart göreceksiniz.

Ve çok daha uzun yıllar önce, 17 Kasım 1952 tarihli Milliyet gazetesinden bir haber ile fotoğrafı.

Haberin içeriği şöyle:

"İstanbul dün müstesna bir spor günü yaşadı. Fenerbahçe güzel bir oyunla Beşiktaş'ı 3-1 mağlup etti. Maçı müteakip on bini aşan Fenerbahçeli ellerinde elliye yakın Fenerbahçe bayrağı olduğu halde Taksimde galibiyeti tes'it ettiler"

Fotoğrafa gelince... Benim bir şey yazmama gerek yok sanırım...


Devamı ...

Alex de Souza Fenerbahçe İstatistikleri - 5) Sezonluk İç ve Dış Saha İstatistikleri



İç saha ve deplasman istatistiklerinde takımların ceza alıp başka bir şehirde veya seyircisiz oynadıkları maçlar dikkate alınmadı. Tarafsız sahada oynanan kupa finalleri ise yine deplasman maçı olarak yazıldı. Aşağıdaki tabloların ilk ikinsinde lig istatistikleri, son ikisinde tüm maçlardaki istatistikleri var. Resimlerin üzerine tıklayarak daha net görebilirsiniz.


İlk tablo ligde iç saha maçları, ikincisi ligde dış saha maçları performansı.

Alex'in 2010-11 sezonu sonunda ligdeki sezonluk iç saha istatistikleri


Alex'in 2010-11 sezonu sonunda ligdeki sezonluk dış saha istatistikleri


Üçüncü tablo tüm resmi maçlarda iç sahadaki, sonuncu tablo da tüm resmi maçlarda dış saha performansını gösteriyor.

Alex'in 2010-11 sezonu sonunda tüm resmi maçlardaki iç saha istatistikleri (Lig, Türkiye Kupası, Avrupa Kupaları maçları)


Alex'in 2010-11 sezonu sonunda tüm resmi maçlardaki dış saha istatistikleri (Lig, Türkiye Kupası, Süper Kupa, Avrupa Kupaları maçları)



Son Güncelleme: 20 Haziran 2011

As: As başladığı maç sayısı.
Yedek: Sonradan girdiği maç sayısı.
Oynamadığı: Hiç süre almadığı maç sayısı.
Süre: Dakika cinsinden forma giydiği toplam süre.
Asist: Asist sayısı.
Toplam Gol: Gol sayısı.
Penaltı: Penaltıdan attığı gol sayısı.
Gol (Kafa): Kafa golü sayısı.
Sarı Kart: Gördüğü sarı kart sayısı.
Kırmızı Kart: Gördüğü kırmızı kart sayısı.
Devamı ...

19 Haziran 2011

Fenerim yenerim, Fenerim yenerim, Şampiyon Fenerim



Urfalı Babi'nin yukarıdaki Fenerbahçe Oyun Havası ne ara yapılmış, hikayesi neymiş diye bakınırken güzel bir yazıya denk geldim. Şarkı 1973-1974 sezonunda tüm kupaların toplandığı şampiyonluğun ardından yapılmış. Urfalı Babi türküyü tribünlerle birlikte söylemiş deniyor, tribün sesleri mi kullanılmış yoksa kayıt için taraftarlar stüdyoya mı alınmış bilmiyorum. O zaman 45'lik olarak çıkan oyun havasının ilk yüzünde de dönemin ünlü eseri "Haydi Bastır"ın kaydı varmış. Bu oyun havası ve Fenerbahçe tarihindeki diğer marşlarla ilgili Mehmet Ö. ALKAN'ın Bianet'teki 2004 tarihli yazısı burada.

Yazının tümünü bir gün sayfa uçarsa sonsuza kadar kaybolmasın diye aşağıya da kopyalıyorum.


Yaşa Fenerbahçe...

1973-1974 sezonunda 4 kupa kazanan Fenerbahçe çok parlak bir dönem geçirmişti. Bu başarı da plağa ilginç bir biçimde yansıdı. Fenerbahçe takımı stüdyoya girerek, Nesrin Sipahinin okuduğu Yaşa Fenerbahçe adlı marşa eşlik etti...
Mehmet Ö. ALKAN

İstanbul - Toplumsal tarih
05 Haziran 2004, Cumartesi

Türkiye'nin en eski kulüplerinden Fenerbahçe, 1907 yılının Mayıs ayında kuruldu. Kuruluşundan itibaren, Türkiye futbol tarihinin baş rolü oynayan takımlardan biri oldu. Fenerbahçe birçok alanda olduğu gibi plaklar açısından da ilklerin takımıydı. Hem ilk futbol plağı Fenerbahçe için çıktı, hem de en çok plak Fenerbahçe için yapıldı. 1907'de kurulan Fenerbahçe'nin plaklı tarihi 1931 yılında başlıyordu.

İlk futbol plağı: "Fenerbahçe Şampiyonluk Hatırası"-1931

Belirleyebildiğimiz kadarıyla Türkiye'de ilk futbol plağı Fenerbahçe için çıkarılmıştır. Fenerbahçe 1929-1930 sezonunda altıncı kez İstanbul lig şampiyonu olmuştu. Hiç mağlup olmadan 8 galibiyet ve 2 beraberlikle bu sonuca ulaşmıştı. Ayrıca aynı yıl Cumhuriyet Halk Fırkası'nın icadı olan İstanbul şildi şampiyonluğunun ilkini de kazanmış, dolayısıyla iki şampiyonluk birden elde etmişti.

Fenerbahçe'nin 1930 yılındaki bu iki başarısı bestekar Muallim Kâzım Bey'i çok etkilemiş, 1931 yılında "Fenerbahçe Şampiyonluk Hatırası" adlı bir şarkı bestelemiş ve 78 devirli plak olarak piyasaya çıkmıştı. (Odeon:202850)

Şu ana kadar dinleyemediğimiz bu plakla ilgili 26 Mayıs 1931 tarihli Cumhuriyet gazetesindeki ilanda, "Şampiyon takımın büyük muvaffakiyeti şerefine maruf bestekârlarımızdan Muallim Kâzım Beyin bestelediği methiye bir hatıra olmak üzere Odeon plaklarına okunmuştur" bilgisi bulunmaktadır.

"Fenerbahçe'nin Şampiyonluk Hatırası" adlı şarkıyla Fenerbahçe'nin plaklı tarihi de başlamıştı.

Macar galibiyeti ve Fenerbahçe Galatasaray beraberliği

1950'li yıllarda iki 78 devirli taşplak piyasaya çıkmıştı. Bunlardan ilki, varlığından haberdar olduğumuz, ancak henüz görmediğimiz Türkiye ile Macaristan arasında oynanan milli maça aittir.

Uzun yıllar tek galibiyet olarak hafızalarda yer edecek olan mili takımın Macar milli takımı ile yaptığı maç 78 devirli plağa yansımıştır. Dönemin en güçlü milli takımı olan Macar milli takımı yine dönemin namağlup İngiliz milli takımını İngiltere'de 6-3, Budapeşte'de 7-2 yenmişti. Efsaneleşen Macar milli takımında Puskas, Hidegkuti, Lantoş gibi etkili oyuncular vardır.

Türk milli takımı, 19 Şubat 1956'da Türkiye oynanan maçta Lefter'in attığı 2 ve Metin'in attığı 1 golle Macar takımını 3-1 yenmiş ve bu maçın önemli anları 78 devirli taşplağa konu olmuştu.

1950'li yıllarda piyasaya çıkan ikinci taşplak, iki ezeli rakibin, Fenerbahçe ile Galatasaray'ın 1-1 berabere kaldığı maçın gollerini içeren taş plaktır. Columbia firmasının çıkardığı bu plağın birinci yüzünde Fenerbahçe'yi öne geçiren gol, ikinci yüzünde de Galatasaray'ın beraberlik golü anlatılmaktadır.

Plağın birinci yüzündeki etikette "Galatasaray - Fener Maçı, birinci haftaym Galatasaray re re re ra ra ra Galatasaray Galatasaray Cim bom bom bom Galatasaray: O - Fenerbahçe 0" kaydı vardır. Plağın ikinci yüzündeki etikette ise "Galatasaray - Fener Maçı, ikinci haftaym Fenerbahçe ya ya ya şa şa şa Fenerbahçe çok yaşa Galatasaray 1-Fenerbahçe 1" (Columbia: 18553) kaydı bulunmaktadır.

İlk 45'lik spor plakları: "Şampiyonların 15 Golü" - 1965

1960'lı yıllarda 45 devirli plaklar dönemi başlar, ilk 45'lik spor plağı da 1965 yılında Fenerbahçe için hazırlanmış ve piyasaya çıkmıştı.

İngiliz Oscar Hold'un antrenörlüğünde çalışan Fenerbahçe, 1964-1965 sezonunda yaptığı 30 maçın 18'ini kazanmış, 11'inde berabere kalmış ve bir maçı da kaybetmişti. Toplam 52 gol atan Fenerbahçe, Türkiye lig şampiyonu olmuştu.

Bu birincilik ilk spor plağının yapılmasına vesile olmuştu. Ezgi Plak şirketinin öncülük ettiği bu yeni tür plağın ön yüzünde lig şampiyonluğu anısına bestelenen "Şampiyonlar Şarkısı" yer almıştı. (1)

Arka yüzünde ise futbol maçlarının efsane anlatıcısı Halit Kıvanç tarafından, Fenerbahçe'nin 1964-1965 sezonunda çeşitli takımlarla yaptığı 15 maçın golleri anlatıyordu. (2)

"Fenerbahçe golleri bütün kalelerde. Şampiyonluk golleri bütün filelerde..." cümleleriyle başlayan plakta Beykoz, İstanbul Spor, Feriköy, İzmir Spor, Demirspor, PTT, Altınordu, Ankaragücü, Altay, Gençlerbirliği, Göztepe, Galatasaray, Beşiktaş, Şekerspor maçları anlatılıyordu.

Plak Fenerbahçe'nin şampiyonluğunu ilan ettiği Hacettepe maçındaki golün anlatımı ile son buluyordu.

Balkan Kupası-30 Mayıs 1968

Fenerbahçe için 1967-1968 sezonu da çok başarılı bir yıl olmuştu. Macar antrenör Ignace Molnar'ın çalıştırdığı Fenerbahçe lig şampiyonu olmuş, Türkiye, Türk Spor Yazarları Derneği (TSYD) ve Spor Toto Kupasını kazanmıştı.

Aynı yıl Fenerbahçe Balkan şampiyonluğu için Yunan AEK takımı ile 9 Kasım 1967'de İstanbul'da karşılaşacaktı. Ancak maç Kıbrıs gerginliği nedeniyle aylarca ertelendi.

Nihayet 30 Mayıs 1968 tarihinde İnönü Stadı'nda iki takım karşı karşıya geldi. Karşılaşma bir milli maç havasında oynanıyordu. Fenerbahçe ilk yarıyı 2. dakikada Ogün'ün (Altıparmak) ve 33. dakikada Yılmaz'ın (Şen) golleriyle 2-0 önde kapadı. İkinci yarı ise yine Ogün'ün 69. dakikada attığı golle Fenerbahçe 3-0 öne geçmişti. AEK'in şeref golü ile maçı 3-1 galip bitiren Fenerbahçe, Balkan Kupasını kazanan ilk Türk takımı oluyordu.

Uluslararası bir kupa olan Balkan Kupası da "Şampiyon Fenerbahçe" (3) adıyla hemen plağa yansıdı. Plakta Fenerbahçe'nin Ogün ve Yılmaz'ın ayağından attığı goller anlatılmakta, aralarda ise bir kısım sözleri aşağıda yer alan şarkılar yer almaktaydı.

"Nedim, Selim gol atıyor, Hülya bayram yapıyor, Şampiyon Fenerbahçe, Gönüllerde yatıyor."

"Tatlıdır çalımları, Molnar'dır hocaları, Şampiyon Fenerbahçe, Topladı kupaları."

Manchester City Maçı -1968

1968-1969 sezonunda oynanan Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası'nın ilk turunda, Türkiye temsilcisi Fenerbahçe, Manchester City ile İngiltere'de yaptığı birinci maçta 0-0 berabere kalmıştı. İkinci maç Türkiye'de, İnönü Stadı'nda, 2 Ekim 1968'de oynandı.

Maçın başında Fenerbahçe bir gol yemiş, birinci devre böyle kapanmıştı. Birinci devrenin başında kolay bir gol yiyen Fenerbahçe'nin maçı vereceği düşünülüyordu. Oysa ikinci devrede Abdullah ve Ogün'ün attığı goller ile Fenerbahçe maçı 2-1 galip bitirmiş ve ikinci tura çıkmıştı.

Bir İngiliz takımını devirerek tur atlayan Fenerbahçe'nin başarısı iki ayrı plağa konu olmuştu. Bunlardan biri Halit Kıvanç'ın anlatımıyla plağa yansımıştı. Plak "Fenerbahçe Manchester City Maçı-2 Ekim 1968"(4) adını taşıyordu.

Aynı maçın şarkılı türkülü bir başka anlatımı Pertev Tunaselli tarafından "Şampiyon Fenerbahçe Manchester'in Maçı"(5) adıyla hazırlanmıştı.

Halit Kıvanç'ın anlattığı birinci plak; "Maalesef değerli dinleyiciler, maalesef, çok büyük ümitlerle geldik Mithatpaşa Stadı'na, şu anda hemen söyleyeyim, henüz ümitlerimizin zamanı kaybolmuş değil ama, hiç de beklenmez bir gol, hatta gol pozisyonu olmayan bir anda kalemize kaydedilen bir gol, Türk şampiyonunu, İngiliz şampiyon karşısında, birinci yarıda yenik düşürdü. Evet, burası Mithatpaşa Stadı, karşınızda Halit Kıvanç" diye başlıyor ve şu cümlelerle bitiyordu:

"Evet, evet, evet maç bitti, Türk şampiyonu galip. Fenerbahçe 2. turda değerli dinleyiciler. Fenerbahçe, İngiliz şampiyonu Manchester City'i, Mithatpaşa'da, 2 Ekim 1968 gecesi yendi, hem de eze eze yendi Fenerbahçe. Hayır, Türk Şampiyonu, Avrupa kupasında sesini yükseltti. İngiliz şampiyonu Manchester City yok sahada. İngiliz futbolu yok sahada. Türk futbolu var Avrupa'da... Evet Fenerbahçe, Manchester City'yi Mithatpaşa'da 2-1 yendi. Hem de 1-0 yenik bitirdiği bir yarıdan sonra. İkinci devrede, Fenerbahçe attığı iki golle, Türk futbolunu Avrupa Kupasında şerefiyle temsil etti, ikinci tura yükseldi."

Girgin firmasından çıkan ve Pertev Tunaselli tarafından hazırlanan ikinci plakta maç anlatımının aralarına şarkılar yerleştirilmişti. Bir kısmının sözleri şöyledir:

"Nedim, Ogün oyun açtı,

Hey Allah'ım o ne maçtı,

Aptallaşan Manchester'in

Her vuruşu faul, taçtı."

"İngilizleri eliyorsun,

Barajları aşıyorsun,

Tam dört kupa taşıyorsun,

Yaşa varol Fenerbahçe,

Altın devri yaşıyorsun."

1973/1974 Lig Şampiyonluğu: Takımın ve Tribünlerin Okuduğu Marş ve Şarkılar

Ünlü Brezilyalı teknik adam Didi'nin (Waldir Pereira) antrenörlüğündeki Fenerbahçe 1973-1974 sezonunda lig şampiyonu olmuştu.

Bu sezon 4 kupa kazanan Fenerbahçe, yalnızca Türkiye ligi birincisi değil, yanı sıra 1973 Cumhurbaşkanlığı kupası, 1973 Başbakanlık kupası 1973-1974 Türkiye kupalarının da sahibi olmuş, çok parlak bir dönem geçirmişti.

Bu başarı da plağa ilginç bir biçimde yansıdı. Fenerbahçe takımı stüdyoya girerek, Nesrin Sipahi'nin okuduğu "Yaşa Fenerbahçe" (6) adlı ünlü marşa eşlik etmişti. Plağın arkasında aynı marş enstrümantal olarak yer almıştı.

Bu dönemde bir başka plak daha piyasaya çıktı. Bu kez plakta Fenerbahçe tribünlerindeki taraftarların sesi duyuluyordu. Fenerbahçe tribünleri Urfalı Babi adıyla da tanınan Amigo Babi (Yılmaz Kayral) ile birlikte "Haydi Bastır"(7) adlı şarkıyı plağa okumuşlardı. Plağın arka yüzünde ise "Fenerbahçe Oyun Havası"(8) yer alıyordu.

İcabında Fenerbostan: Fenerbahçe, Yenerbahçe

Fenerbahçe'nin galibiyetleri yalnızca şampiyonluk maçları anlatımına, şarkı ve marşlara değil mizahi türde plaklara da konu oluyordu. Ali Poyrazoğlu'nun 1970'lerdeki ünlü tiplemesi Ali Uyanık da Fenerbahçeliydi.

Ali Poyrazoğlu'nun "Ali Uyanık" tiplemesiyle hazırladığı "İcabında Fenerbostan" Fenerbahçeliliği konu alan futbol mizah plağıydı. (9) Bu mizah plağının aralarında söylenen şu nakarat dikkat çeker:

"Fenerbahçe, Fenerbahçe,

Döner, döner, Yenerbahçe,

Atar yemez icabında,

Sekiz tane Çekerbahçe."

* Mehmet Ö. Alkan, Yrd. Doç. Dr., İstanbul Üniversitesi (İÜ) Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi

Kaynakça

Altan Tanrıkulu (Haz.); Fenerbahçe Tarihi Efsaneleri Kahramanları ve Rakamlarıyla, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2002.

Rüştü Dağlaroğlu; Fenerbahçe Spor Kulübü Tarihi 1907-1957, İstanbul: İstanbul Matbaası, 1957.

* (1) Söyleyen: Selâhattin Tansel; "Şampiyonlar Şarkısı" (H. Kıvanç-T. Dalar; Vasfi Uçaroğlu Orkestrası, Prodüktör: Aytaç Kot) (Ezgi Plakları:45-104, Ez-007).

* (2) Anlatan: Halit Kıvanç; "Şampiyonların 15 Golü" (Prodüktör: Aytaç Kot) (Ezgi Plakları:45-104, Ez-008).

* (3) Maçı Anlatan: Necati Karakaya; "Şampiyon Fenerbahçe" (Müzik: Rüştü Demirci, Söz: Zeki Tükel) (Tükel Plak).

* (4) Anlatan: Halit Kıvanç; "Fenerbahçe Manchester City Maçı 2 Ekim 1968" (Prodüksiyon:Aykut Sporel) (Ezgi Plakları:45-129, Ez-0008).

* (5) Maçı Anlatan: P. Tunaselli; "Şampiyon Fenerbahçe Manchester'in Maçı-A-B" (Söz: V. Uygun, Müzik: N. Girgin) (Girgin Plak: NG 91, 90-A-B).

* (6) 1973-1974 Takımı Eşliği ile Nesrin Sipahi; "Yaşa Fenerbahçe" (Şerif Yüzbaşıoğlu-Fecri Ebcioğlu) (Diskotür: DT-1002 DM-276-277).

* (7) Sarı Kanaryalar ve Amigo Babi; Fenerbahçe Tribünü ile Birlikte; "Haydi Bastır" (Y. Kayral, Prodüksiyon: Aykut Sporel) (S&S: MS-6002/A).

* (8) Sarı Kanaryalar ve Amigo Babi; "Fenerbahçe Oyun Havası"(Y. Kayral, Prodüksiyon: Aykut Sporel) (S&S: MS-6002/B).

* (9) Ali Uyanık (Poyrazoğlu); "İcabında Fener Bostan" [Şanar-Ç. Ener; Düz: Huşit Yenigün, Dün-Bugün-Yarın)(Hop: 509/B).

Şampiyonlar Şarkısı [1965]

(H. Kıvanç-T. Dalar); Vasfi Uçaroğlu Orkestrası, Söyleyen: Selâhattin Tansel, Prodüktör: Aytaç Kot (Ezgi Plakları:45-104, Ez-007-A)

Ya-ya-ya, şa-şa-şa

Fenerbahçe çok yaşa,

Hop, hop, hop,

Top, top, top,

As, as, as,

Pas, pas, pas,

Tut, tut, tut,

Şut, şut, şut,

Gooooooool.

Engelleri aşıyor,

Zaferleri taşıyor,

Dört bir yandan yükselen hey,

Tempolarla coşuyor.

Paslar yerini buldu,

Ağlar gollerle doldu,

Bu yıl da Fenerbahçe hey,

Yine şampiyon oldu.

Ya-ya-ya, şa-şa-şa

Fenerbahçe çok yaşa,

Yaşa Fenerbahçe

1973-1974 Takımı Eşliği ile Nesrin Sipahi (Şerif Yüzbaşıoğlu-Fecri Ebcioğlu) (Diskotür: DT-1002 DM-276-277-A)

Kalpleri fetheden renkler,

Yaşa Fenerbahçe,

Türkün kalbi sende atar,

Yaşa Fenerbahçe,

Mazinde bir tarih yatar,

Yaşa Fenerbahçe,

Ne mutlu seni sevene,

Yaşa Fenerbahçe.

Cihatlar, Lefterler, Canlar, Fikretler,

Hala sevilen birer abidedirler,

Hiç bir kulüpte olmayan bu dostluk,

Yıllar yılı hep şampiyon olduk,

Maç yaparken sahada

Sarı Kanaryalar,

Rakip takıma krampon toplatırlar,

Sıkı dur karşı defans Fener geliyor,

Şut ve gol ağları deliyor.

Fenerbahçe Oyun Havası

(Y. Kayral, Prodüksiyon: Aykut Sporel) Sarı Kanaryalar ve Amigo Babi (S&S:MS-6002/B)

Yaşasın Fenerbahçe

bu maçı da aldı,

Göztepe, Altay, Kayseri

nerede kaldı?

Her maçında en azından

5 tane çeker,

Karşı takım seyircisi

kahrından biter.

Fenerim, Fenerim, Fenerim

aslan Fenerim,

Fenerim yenerim, Fenerim yenerim,

Şampiyon Fenerim.

Avrupa'da söylenir

şöhretimiz, şanımız,

Fenerbahçe için feda olsun canımız.

Cim bom bomlar, Karakartallar

bize vız gelir,

Karşımıza kim çıkarsa

hemen elenir.
Devamı ...

18 Haziran 2011

Şampiyonluk Kutlu Olsun



O sıralar hâlâ kendisinden usanmadığım facebook hesabımda, yurttan ayrılmamın üzerinden 8 ay geçmesine rağmen yeni dünyamdaki yeni şeyleri yazıp çiziyordum. Maksat arkadaşlara dert yanayım. Yeni dünyamdaki yeniliklerden birisi de Fenerbahçe maçlarını sabahın köründe kalkıp kahvaltı eşliğinde izlemekti. O sene Şampiyonlar Ligi'ndeki ilk maçımızda, Alex'in bel kırdığı İnter maçında, internette bulduğum yavurca link yüzünden istemsiz bir totemim olmuştu. Şampiyonlar Ligi maçlarını izlerken Türk spiker bulsam da kapatıp yavurca maç anlatılan link arıyordum. Sonuna kadar işe yaradı. Sevilla maçında son penaltının ardından hayatımda ilk kez sevinçten ağlamıştım. Evimizdeki Chelsea galibiyetinden sonra da ne yapacağımı bilemedim.

Bizde daha öğlen saatleriydi. Dün gibi hatırlıyorum, hava açıktı. Sokağa attım kendimi, muhtemelen suratımda anlamsız bir sırıtmayla her gördüğüm insana sarılasım var. Öyle aptal bir sırıtışla okula gittim. Her önüme gelene penaltı atışlarını izletiyordum. Çoğu ne yaptığımı anlamasa da kibarlıktan çok ilginç bir şey görmüş gibi kafa sallıyorlardı. Türkiye'de vakit geç olmuş, insanlar yatmıştı da benim günüm de sevincim de devam ediyordu. Sonunda futboldan anlamayanlara penaltı izletmekten usandım, 12 saatlik şenliğimi arkadaşlar okusun diye yazayım dedim. Arkadaşlar da okuyordu zaten yazdıklarımı.

aethewulf bir gün sonra dedi ki "abi bunlar burada kalmasın, bir blog yapalım, Fatih'le, Onur'la, Olgu'yla birlikte yazarız, muhabbetimize bahane olur." aethewulf zaten genelde güzel fikirlerle gelen bir adamdır. Benim kafama yattı, olur yahu yazalım dedim. Blogun ismi için öneri de Fatih'ten geldi. Öylece başladık Papazın Çayırı'na yazmaya. Derdimiz kendimizi kendimize anlatmaktı yani biraz. Chelsea galibiyetinin, çeyrek finalin hemen ardından başladığımız için ben o dönemi, şahitlik ettiğim Fenerbahçe tarihinin zirve noktası olarak görüyorum hâlâ.


Biz öyle kendi halimizde blogun orasını burasını düzeltip blogculuğa alışırken lig de devam ediyordu. "Ligde maç seçiyorlar ağa" geyikleri dönse de ligi kazanacağımıza % 100 emindik. Çok bir zaman geçmedi aradan, şampiyonluğu kaybettik. Neyse zararı yok, bu sene yaşadıklarımız bize yeterdi. Bize yeterdi ama birilerine yetmemiş olacak ki Zico'yu kovup Aragones'i getirdiler. Neyse, hoca hocadır, işimize bakalım dedik. Dedik demesine de Lorant zamanından beri hep kafaya oynuyorken aradaki tek berbat sezonumuzu yaşadık. Aragones gitti, Daum yine geldi, yine son hafta faciası yaşadık.

Fenerbahçe zirvedeyken başladığımız blog şampiyonluk göremiyordu. Kadercilik de taraftarın kaderinde var. En aklı başında adama sorsan ya bir uğuru vardır, ya bir uğursuzluğa inanıyordur. Ciddi ciddi düşünmeye başladım bizim yüzümüzden mi diye. Bu sene lig son haftaya kalınca iyice sıkıntı bastı beni. Ligi yine son hafta verirsek belli artık, resmen bizim yüzümüzden. Ee bu kadar yazan uğraşan arkadaşıma, her gün uğrayan insanlara "bizim yüzümüzden oluyor hep, ben kapatıyorum" mu diyeyim? "Birader sen aklını mı kaçırdın" demezler mi?

Bu beşte beş onun için çok özel arkadaş. Başarısızlığın sorumluluğunu alıyorsam başarıdan da pay çıkarıyorum. Zaten genelde pay çıkarıcı bir insanım. Mesela ben İstanbul'a taşınmadan önceki 11 sezonda tek şampiyonluğu olan Fenerbahçe, İstanbul'da yaşadığım 7 senede 4 kere şampiyon oldu. Ben pay çıkarmayacağım da siz mi çıkaracaksınız? (Aslında blogu kapatmak yerine tekrar İstanbul'a da taşınabilirmişim bak, şimdi fark ettim.)

Şimdi "vay arkadaş beş beş diyip duruyorsunuz da sırf iş olsun diye, amatörler kıymete mi bindi" diyenleriniz varsa ilk Fatih döver. Adam amatör branşlarla yatıp kalkıyor. Ben zaten İbo sayesinde sağlam Fenerli olmuş bir adamım, İstanbul'daki son 3 senemde gittiğim kadın ve erkek basketbol maçı sayısı futbol maçından fazlaydı. Bloga yeni katılan Canarino abilerin sayesinde şampiyon olamayacağımızı bildiğimiz senede bile futbol maçıyla aynı saatte oynanan voleybol maçına gidiyorduk. Tozlu Parkeler de zaten her hafta 3-5 kere parkede, tozlu dediğine bakmayın, alıyor her hafta tozlarını. Bu kadar amatör branş tribüncüsü olan bloga, komple amatör branş takipçisi adamlara bunu sormaz herhalde kimse. İnkar edecek değilim tabii, futbol şampiyonluğu hepsinden ayrı, hepsini daha anlamlı kılıyor da beşine de ayrı ayrı sevinip sağda solda sarılacak kimseyi bulamayınca duvarları tekmeledim. Beşinin aynı anda gelmesi, bir de uğursuz mu lan acaba dediğimiz Papazın Çayırı'na denk gelmesi beş kat fazla sevindirdi beni. Uğursuz falan değilmişiz, Fenerbahçe tarihine altın kupalarla kazınacak bir yılı yaşadık, yazdık.

Ben de kendi derdine yanan, yanmakla kalmayıp yakılan şehirde kimsenin ne olduğunu bilmediği bir bayrağı penceremden sallayıp vazifemi yapıyorum. İster 10.000 km uzakta, ister kutuplarda, ister çölde ol, şampiyon takım bayrakla selamlanır.
Devamı ...

Beş Branş Tek Şampiyon



2010 - 2011 Sezonu BEKO Basketbol Ligi Şampiyonu: Fenerbahçe



2010 - 2011 Sezonu Spor Toto Süper Lig Şampiyonu: Fenerbahçe

Şampiyon Fenerbahçe! Sivasspor 3 - Fenerbahçe 4. STSL 22/05/2011



2010 - 2011 Sezonu Aroma Voleybol Bayanlar Birinci Lig Şampiyonu: Fenerbahçe

Meleklerin Saltanatı Sürüyor



2010 - 2011 Sezonu Aroma Voleybol Erkekler Birinci Lig Şampiyonu: Fenerbahçe

Küllerinden Doğan Şampiyon



2010 - 2011 Sezonu Türkiye Kadınlar Basketbol Ligi Şampiyonu: Fenerbahçe

Her Şeye Rağmen Kraliçeler Şampiyon

Devamı ...

Şiddet ve Suskunluk



Abdi İpekçi'de kazandığımız ilk final serisi maçından sonra özellikle bekledim, şiddete büsbütün karşı çıkan, şiddet uygulayanları da hayvan, barbar, ezik diye nitelemekten asla geri durmayacak objektif yazarlarımız, medyamız ne diyecek? Tıs yok. İlk maçın sonunda Oğuz Savaş'ın smacından sonra yaşanan olaylar, şampiyonluğumuz ile tekrarlandı, etrafa bakıyorum, sanki bunlar hiç olmamış. Sanki Fenerbahçeli Basketbolcular'ın üstüne bir ton madde atılmamış, Galatasaray taraftarı hiç saldırmamış. "Tatsız olaylar" parantezinde ciklet gibi çiğnenen boktan kelimelerle geçiştirilip gidiliyor. Öyle değil. Fenerbahçeli Basketbolculara Galatasaray taraftarı saldırdı, bugün Galatasaray yönetimi sahada yaşanan olaylar sebebiyle hala özür dilemiş değil, Galatasaray'ın bu olaylar sebebiyle bir ceza alıp almayacağını hala bilmiyoruz ve hiç kimsede de bir nedamet göremiyoruz.

Ünal Aysal'ı eleştirmek istemiyorum. Adnan Polat yönetimi yalnızca sportif alanda değil, bizzatihi kültürel alanda da bir dejenerasyonun mahfiliğini yaptı. Aysal yönetimine kalan miras en nihayetinde tek bir kadının hareketinden bütün takıma, Kinsey'e ve kadına saldıran bir taraftar güruhuna kol kanat gerip, Fenerbahçe'nin Efes maçındaki olaylarından bahseden, özür dilemekten de sonuna kadar imtina eden bir yönetim ahlakıydı. Böyle bir mirastan bir anda Aysal'ın özlemini çektiği medeni ilişkilere geçiş mümkün değil. Bunu da gördük, taraftarını azıcık medeni olmaya çağırdığında makaraya alınması karşısında yaşadığı çaresizlik kimsenin gözünde kaçabilecek gibi değil.

Ancak yeter. Karşı karşıya kaldığımız her branşta şiddetin dozajını bir kuple daha attırıp, fiili taarruza kadar giden, sahaya rakı şişesi atan, 17 yaş altı takımına tekme tokat saldıran, Basketbolcularımıza kaybettikleri her maçtan sonra bir takım maddeler atan bir taraftar güruhunun savunulması, kollanması, eylemlerinin sessizlikle karşılanması ve bahsedilmemesi iki yüzlülüğü mide bulandırıcı bir noktaya geldi.

Fenerbahçelilere uygulanan her türden şiddeti sükut ile karşılayıp meşrulaştıran bu anlayışın neyi ve kimi eleştirmeye hakkı var? Galatasaray ideolojisinin büyük ötekisi olarak ilan edilip, her türden nefret söylemi ve eyleminin bu söylemde meşrulaştığı bir ortamda, aklını kaybetmiş "ezeli rakip" ve onun taraftarlarının kendilerine bir çeki düzen vermeleri gerekmiyor mu? Şu olaylar Fenerbahçe - Efes maçından sonra olsa, Efesliler sahayı böyle terketse hayvandan başlayıp, barbara uzanan bir çizgide kelimelerini sayfalara döktürecek olanların kalplerinde gizli saklı olanın, şiddet değil Fenerbahçe karşıtlığı olduğunu anlamayacak kadar salak değiliz hiç birimiz.

Fenerbahçe ile karşılaştığı her branş ve mekanda yenilmekten kurtulamayan, karşısına çıkan çubuklu forma olduğunda umutlarını önce "yenilmez armada", "2000 ruhu" gibi hamasete bulayıp, beklentisi gerçekleşmeyince çirkef bir çocuk gibi ancak fiili şiddetle yaşadığı buhranı gösterebilen bir taraftar güruhunun psikolojisinin sağlıklı olduğunu söylemek kimse için kolay değil. Ancak aşağıdaki resimlere bakıldığında, "artık yeter" demek de zorunlu hale geliyor. Bunun sonu ne zaman gelecek? Bir Fenerbahçeli sporcu ölünce veya bizzatihi darp edilince mi "sınırı aştılar" diyeceğiz? Kendi takımının ve kendisini ait hissettiği taraftar güruhunun şiddet eylemleri karşısında istikrarlı bir şekilde suskunluğu, konuşmamayı seçenlerin "bu da fazla oldu" diyeceği sınır neresi?

Bizim bu sınırın aşılmasını bekleyecek sabrımız yok. Basketbol Federasyonu ağır, çok ağır bir ceza vermek zorunda. Galatasaray yönetimi acilen bir özür mesajı yayınlamalı. Kendi evlerinde, kendi taraftarları, sadece Galatasaray yenildiği için o anın psikolojisiyle saldırabiliyorsa, bu eşik bu kadar kolay aşılıyorsa bunun da bir karşılığı olmalı. Biz sporcularımızı sokaktan toplamadık.

Ünal Aysal, "Galatasaray ve Fenerbahçe taraftarının birlikte maç izlemesini istiyorum" diyordu. Bu medeni isteğe katılmamak mümkün değil. Ancak taraftar yapısı ve davranışları bu dileğin çok uzağında olduğumuzu gösteriyor. O kadarına gerek yok, Galatasaray taraftarı her yenilgisinde saldırmayacak kadar medeni olsun kafi, biz idare ederiz.







Devamı ...

Gönüllerin Şampiyonu, Hakemler ve Medya Üstüne



Geçen yıl kıyısından döndüğümüz 5’te 5’i bu yıl yaptık. Futbol dışı branşları da futbol kadar büyük bir heyecan ve stresle takip eden taraftarlar için müthiş bir haz bütün branşlarda şampiyonluğu kutlamak. En az iki ay herhangi bir Fenerbahçe maçının stresini, heyecanını yorgunluğunu yaşamayacağım için omuzlarımdan bir ton yük kalkmış gibi hissediyorum.

Sonunda şampiyon olduğumuz bir maçtan sonra hakemler hakkında bir şeyler söylemek pek doğru karşılanmayabilir ama dün maçtan sonra bile sinirim geçmedi. Hakemler tam anlamıyla rezil bir maç yönettiler. Recep Ankaralı, Alper Özgök, Erşan Kartal üçlüsü muhtemelen seriyi yedinci maça götürmek için yüksek yerlerden aldığı talimatları sonuna kadar uyguladılar. Zaten basketbol federasyonu başkanının kupa töreninde olmaması da herhalde serinin yedinci maça gideceği konusunda içinin rahat olmasından kaynaklanıyordur.

Oktay Mahmudi’ye teknik faul verdikten sonra gözlerinin içine baka baka ettiği küfüre yarabbi şükür dediler, ilk yarı sonunda Caner topa ayakla müdahale etmesine rağmen Oğuz’a ayakla müdahale çalıp topu Galatasaray’a verdiler. Shipp’in yarım metre dışarıdan girip attığı sayıya basket verdi gözünün önünde olmasına rağmen Recep Ankaralı. Son periyot Emir’in içeriye Ukiç’e verdiği pasta Ukiç şut atarken Haluk’un yaptığı faulü çalamayıp ribaunt mücadelesinde Lavrinoviç’e son derece ucuz bir faul çaldılar ve Galatasaray iki atış kullandı. Emir’in iki turnikesinde de basket faul var, hakemlerden ses yok ve maçın en kritik yerinde Tutku’dan dışarı çıkan topu görmeyip topu Galatasaray’a verdiler. Alper Özgök topu Galatasaray’a verdikten sonra açısı daha iyi olan ve aslında topun Tutku’dan çıktığını gören Recep Ankaralı’ya doğru koşuyor Fenerbahçeli oyuncular ama Recep Ankaralı ben gördüm deyip kararı değiştirebilecek yüreğe sahip değil. Şampiyon olduk diye bu hakem rezaletinin hiç dile getirilmemesi tuhaf. Kaybettiğin maçtan sonra ağlama zırlama olarak görülebilecek bir şeyi asıl en güçlü anında yapacaksın ki inandırıcılığın olabilsin.

Galatasaray için de bir şeyler söylemek lazım, benim anlamadığım bir şey var, birileri Galatasaray’a Fenerbahçe’nin dörtte biri kadar bütçe kullanacaksınız, sponsorunuz şu olacak aksi takdirde ligde yer alamazsınız diye bir kural mı koydu? Eğer Galatasaray kendimizden çok büyük bütçeli bir takıma karşı oynadık diye ikincilik kutlayacak duruma gelmişse taraftarı basketbola yatırımın neden Fenerbahçe seviyesinde yapılmadığını sorgulamayı seçmeyip, bizden daha bütçeli takıma karşı elimizden geleni budur havasına geldiyse ezeli rekabet bitmiş demektir. Sizi tutan mı var kardeşim, yapın yatırımınızı, daha iyi sponsor bulun eşit şartlarda yarışın, sanki eşit şartlarda yarışmamanın suçu Fenerbahçe’nin yatırımıymış gibi fakir fukara edebiyatı yapmaktan bıkmadınız mı hal?

Medya için de bir parantez açalım, maçları yayınlayan Spormax rezalet bir yayın performnasına imza attı. Özellikle daha önce de dalga geçtiğimiz, ikinci maç sonrası Ömer’e “biz bundan sonraki iki maçı Galatasaray’ın kazanacağını düşünüyoruz” sorusu soran hanım kızımız dün de Ermal’e “bize göre play-off serisinin iki şampiyonu var” diyor. Sen kimsin diye soramıyoruz maalesef kendine. Zaten medyadaki gönüllerin şampiyonu güzelleme törenleri böyle devam ederse FİBA seneye final serilerini oynatmadan iki şampiyon çıkması yönünde tavsiye kararı alabilir. Biz 1995’te Ülker’den çok daha az bir bütçeyle ve rezalet hakem performansına karşı finali kaybettiğimizde kimse gönüllerin şampiyonu falan dememişti. Bizim üç katımız yatırım yapan Eczacı’ya iki sene son anda şampiyonluk kaybedince yine gönüllerin şampiyonu olamadık, erkek voleybol takımımız ligin 5. bütçesine sahipken Arkas’a yarım puanla şampiyonluğu kaptırdığında da gönüllerin şampiyonu olamadık. Bu sene kaybedenler kulübünün üyelerinden bir ricamız var: Gönüllerin şampiyonu olma konusunda usul ve esasları düzenleyen gizli bir yönetmelik falan varsa bize de söylesinler. Niye biz kazanınca zuhur ediyor bu gönüllerin şampiyonu da biz kaybedince ortadan kalkıyor acaba?

Maç bitmiş şampiyon belli olmuş iki büyük takım 26 sene sonra play-off finali oynamış Türkiye’nin spor kanalı olduğunu iddia eden Ntvspor'da yayın yok. Gün boyunca 150 defa La Liga programı yapan İspanyol Muhipleri Cemiyeti doğal üyesi Ntvspor, Figo ve arkadaşlarının gösteri maçını yayınlamakla meşgul. Tabii Ntvspor’u bu yüzden eleştirince kimsenin umurunda değil, "abi adamlar Fenerli" diye eleştirince ancak taraftar bulanabiliyor.

Seri öncesi Polyanacı Galatasaray taraftarının vecizesine atfen bitirelim yazıyı, Galatasaray isminin olduğu her yerde umut vardır belki doğrudur da Fenerbahçe isminin olduğu her yerde de o umut itinayla çöpe atılır.
Devamı ...

Kaybedenler Kulübü Yıl Sonu Programı



Her yıl geleneksel olarak yapılan Kaybedenler Kulübü yıl sonu programı bu yıl iki branşta gönüllerin şampiyonu olan Galatasaray’ın evsahipliğinde gerçekleştirildi. Çırağan Sarayında yapılması planlanan program Kaybedenler Kulübünün kurucu üyesi Yıldırım Demirören’in "amatör şubelere çok masraf yapıyoruz karşılığı yok" ricası üzerine Ümraniye 57 Nolu Sınırlı Sorumlu Kamyoncular Lokalinde düzenlendi.

Geceye erkek voleybolda gönüllerin şampiyonu olan Arkas, kadınlar voleybolunda gönüllerin şampiyonu olan VGSTT, erkek basketbol ve kadın basketbolda gönüllerin şampiyonu olan Galatasaray ve futbolda gönüllerin şampiyonu olan Trabzonspor oyuncu ve yöneticileri katıldı.

Milli takım kampında bulunduğu için geceye katılamayan Galatasaray Medical Park kadın basketbol takım kaptanı Işıl Alben gönderdiği mesajda ”gönüllerin şampiyonu olacağımızı ilk kez Abdi İpekçi’de son topta yaptığım steps sırasında fark ettim, benim hatamla gönüllerin şampiyonu olmamız kariyerim açısından çok önemliydi" dedi.

Gecede tüm gönüllerin şampiyonları adına konuşan Trabzonspor başkanı Sadri Şener 61. Hükümetin 06 plakalı Ankara’da kurulmasının kafaları karıştıracağını, hükümetin Trabzon’da kurulmasının daha uygun olacağını belirtirken, gece sonunda gelen faturaya da gerekli mercilerde itiraz edeceklerini belirtti. Kamyoncular Derneği’nin Aziz Yıldırım’ın etkisinde kaldığını dile getiren Şener, böyle bir gecede sahneye çıkan grubu da beğenmediğini belirterek keşke daha net notalarla söyleselerdi o zaman biz de alkışlardık diye sözlerini noktaladı.

Gecede Arkas’ın Brezilyalı smaçörü Agamez’i Portekizce konuşurken gören Yıldrım Demirören’in futbol takımı için tam aradığım uzun boylu forvet hem de Portekizliymiş diyerek Brezilya’lı voleybolcuya 2+1 yıllık sözleşme imzalatmaya kalkması davetliler tarafından son anda önlenirken VGSTT koçu Giovanni’nin siparişini geç getiren garsona orta parmak işareti yapması sonrası yaşanan kısa süreli gerginlik kulübün en yeni üyesi Ünal Aysal’ın konuşmasıyla giderildi.

Aysal Fenerbahçe yenilgilerine uyum sağlamak için belli bir zamana ihtiyaçları olduklarını ama kısa sürede bunu başarmak için tüm yönetim kurulu olarak çalışacaklarını belirtirken çeşitli branşlarda temsili Fenerbahçe galibiyetleri ve Fenerbahçe formasının yakılmasıyla tören sona erdi.
Devamı ...

16 Haziran 2011

Bu Dünyayı Yıkarız Şampiyonluk Gidince


Vancouver Riots

Perşembenin gelişi çarşambadan belliydi aslında. Vancouver Canucks 7 maçlık seride önce 2-0 öne geçip 2-2 yaptırdı, sonra 3-2 öne geçip 7. maça 3-3 çıkıldı. 7. maç Vancouver'daydı ve 3-3 olan seride iki takım da hep kendi sahasında kazanıyordu. Vancouver'da bunun rahatlığı vardı ama kazandıkları 3 maçı da tek farklı kazanıp, diğerlerinde en az 5 gol yiyerek kaybetmişlerdi. Seride son maça kadar 11 averaj yapmıştı Boston Bruins. Sonunda 7. maçı da 4-0 net skorla alıp kupayı aldılar.

Buz hokeyi Vancouver'da açık ara bir numaralı spor. Basketbol takımı yok, futbol takımı hafta sonu eğlencesi, Amerikan futbolu takımının stada giden taraftar ortalaması yüksek ama şehirde spordan haberi olanlar sadece oraya gidenler, beyzbol takımının da varlığından bile haberdar olan pek kimse yok. Buz hokeyi tek tutku. 4 yıl önce play-off'a bile giremeyen takımın bilet fiyatları NHL'in en yükseği. Takım son iki senedir konferans finali göremeden Chicago'ya eleniyordu. Bu yıl maceralı bir serinin ardından ilk turda Chicago'yu 4-3'le eleyip konferans finalini kazandılar. Canucks 17 yıl aradan sonra NHL finalindeydi.

1994'teki final ne zaman akla gelse ne seriyi 4-3 kazanan rakip, ne Vancouver'ın efsane oyuncuları akla geliyordu. İlk akla gelen kupa kaybedildikten sonra şehirde başlayan isyan. Kalabalık bir grup yenilgi sonrası isyan edip bankaların, dükkanların camını indiriyor, sokak lambası, çöp kovası, trafik işareti, ne bulursa yıkıyor. O isyanlar hâlâ insanların aklındayken dün oynanan 7. maç öncesi de akla farklı bir şey gelmiyor. Herkes seri kaybedilirse benzer şeyler olacağını biliyordu. 2 maçtan sonraki gidişata bakınca serinin kaybedilmesi de dünkü olaylar da sürpriz olmadı.

17 yıl önceki isyana da tanıklık eden gazetecilerin anlattığına göre bu sene olanlar iyice çığrından çıkmış. Sadece sokakta önüne geleni yakıp yıkmak değil, 4-5 tane araç yakılmış, 3-4 tane de mağaza yağmalanmış. Avrupa'da ve Türkiye'de futbol şiddetine aşina bizler için bile şirazesinden çıkmış işler.


Aslında bizim coğrafya için iyice garip bir isyan şekli. Maçın oynandığı yerden kilometrelerce uzak, takımla, oyuncularla, maçla alakası olmayan yerlerde, maçla hiçbir alakası olmayan insanların arabalarını yakıp mağazalarını yağmalamak Kuzey Amerika tarzı isyan çıkarma şekli. Olanları anlamdırmak o yüzden biraz zor. Hayal kırıklığının mağaza yağmalamaya dönüşmesi çok kolay açıklanabilecek bir süreç değil.

Şurada taraftar isyanları ile alakalı bir makale var. Burada akla yatan birkaç nokta anlatılmış. Makale, oyunun içindeki şiddetin taraftara doğru orantılı etki yaptığını söylüyor. Buz hokeyindeki legal şiddet de kendisini sporla ilişkilendirenler için seviyeyi arttırma bahanesi oluyor. İkincisi daha önceki play-off maçlarını herkes evinde izlerken bu final serisi için herkesin sokaklarda dev ekranların başına toplanması. Topluluk psikolojisi ile istediklerini yapacaklarını düşünüyor insanlar ve topluca bir yerde bulunmak isyan fikrine cesaret veriyor.

Bence olayların bu seviyede yaşanmasının en mantıklı açıklaması da takımla kendini ilişkilendirme. Kuzey Amerika'daki sporların Avrupa futbolundan ayrıldığı nokta da bu. Daha önce söylediğim gibi hokey Vancouver'da bir numaraları, hatta tek sporken şehirde yaşayanlar için bir kimlik nesnesi haline gelmiş durumda. Buna rağmen salona gidip takımı izleyebilen çok az insan var çünkü bilet fiyatları inanılmaz pahalı ve takımı canlı izlemek zengin bir zümrenin eğlencesi haline gelmiş. Türkiye ve Avrupa'da ne kadar sporun endüstrileşmesinden şikayet etsek de insanların takımlarını canlı izleme şansı çok daha olası ve tutkulu taraftar da bir şekilde takımının maçlarına gidiyor. O yüzden şehrin alakasız yerlerinde araçlar yakılırken salonda taraftar sahaya şapka bile fırlatmadan Boston'ın kupa kaldırmasını seyrediyordu. Kimliği haline gelmiş takımı sadece televizyonda görebilen insanların biraz da alkol takviyesiyle verecekler bağlılık mesajı böyle oluyor. Büyük olaylar çıkarıp mesaj gönderiyorlar, bütün dünya onları konuşuyor, şimdi de takım bize baksın diyorlar.

Sonuçta Canuks'ın tarihinde hâlâ Stanley Cup yok ve son 20 senede oynadıkları iki final de maç sonrası yağmalanan şehirle hatırlanacak. Bir dahaki finalde sokağa çıkma yasağı koymaktan başka çare yok galiba, çünkü şu dakikadan sonra kazansalar da kaybetseler de aynı şeyler yaşanacak.
Devamı ...

15 Haziran 2011

Aklını Kaybeden Takım



Dün akşamki maça dair teknik taktik bir şeyler yazmak gelmiyor içimden. Sonuca dair bir hayal kırıklığından ziyade maçta yaşananlara dair bir hayal kırıklığı hissediyorum. Sene içinde de birkaç kez yaşadığımız akıl tutulmasını neredeyse tüm maça yayıp bizi yenmeye hiç niyeti olmayan bir takıma bile yenilmeyi becerebildik. Maça zerre kadar motive olmamış, düğün evine gelmiş uzak akraba gibi sıkkın, bıkkın, bitse de gitsek havasındaki seyirciden parkedeki son oyuncu ve koça kadar maçın içine neredeyse 40 dakika boyunca giremedik.

Dün maçın iyilerinden biri olarak gösterebileceğimiz Emir’in yaptığı faullere bir bakalım. Birbirinden lüzumsuz saçma sapan üç faul aldı, koç onu 3 faullü olduğu için kenara alırken de kenara el kol işaretleri yaptı. Tomas yine çok erken iki faul aldı, Kaya zaten Allah’a havale 15 dakikada 4 faul yaptı , Ukiç köşede sıkışmış Caner’in dirseğine vurup en kritik yerde 3 atış şansı verdi. Maçta olmamanın en önemli göstergesi bence serbest atış falan değil bu anlamsız fauller.

Spahija için daha önce de yazmıştım, takım kurma ve yaratma konusunda mahir ama maça müdahale açısından çok da etkin olmayan bir koç. Dün bir kez daha takımın psikolojisine o da ayak uydurdu tıpkı sene başındaki Cumhurbaşkanlığı Kupası (Efes Pilsen) ve sene ortasındaki Olympiakos maçları gibi. İkinci yarı Fenerbahçe hücumlarının akılla mantıkla alakası yok. Ortaokul takımı bir devre boyunca zone savunma yapan bir rakibe karşı bu kadar kötü hücum etmez. Hentbolda rakip sahaya geçince takım sol köşeden sağ köşeye doğru yanlamasına 3 -4 tane pas yapar, dün bizim yaptığımız tüm hücum süresince oydu. Tepede Ukiç sağda Tomas’a veriyor, Tomas tekrar Ukiç’e, Ukiç sağında duran Emir’e Emir de köşede duran Ömer’e pas verip 24 saniye dolarken top elinde kalan şut atıyor. 4 kısalı oynadığımız dönemdeki neredeyse bütün hücumlar bu şekilde, ne drive eden var ne alan savunmasına karşı post bölgesine adam sokma ne de topu hızlı çevirme.

Bununla birlikte savunmada Tutku-Andriç ikili oyunlarından 586 kez aynı sayıyı yeme başarısını da gösteriyoruz; Andriç’i Nowitzki, Tutku’yu Nash seviyesine çıkardık. Üstelik bu senenin sorunu da değil bu. İki sene önceki Efes serisinde Ender-Kaya pick and roll'ünden de dünyanın sayısını yemiştik. Bu kadar zor mu bu pick and roll'ü savunmak kardeşim? Topa baskı yap, alan savunması yap, tam saha pres yap ama adamları düzenlerinden çıkar. En ufak bir hamle yapmayıp tüm maç boyu en etkili olduğu pick and roll'leri oynamalarına karşı en ufak bir müdahale nasıl yapmazsın?

Maç son topa kaldı ama Galatasaray biraz düzgün faul atsa maçı çok önce koparabilirdi, 16 top kaybı yapmaları, düşük yüzdelerle üçlük atmaları bile kazanmalarına engel olamadı. Maçın birinci dakikasından son saniyesine kadar kazanmayı hak etmedik, üç çeyrek boyunca sahadaki maçın basketbol ligi finali olduğuna dışarıdan birini inandırmak çok zor olurdu büyük ihtimalle. U-19 gençler finali falan diye düşünebilirdi dışarıdan izleyen biri bu atmosferi ve oynanan oyunu görüp. Seride hala ipler bizim elimizde açıkçası şampiyonluğu kaybedeceğimize takıma pek güvenemesem de ihtimal vermiyorum ama seri bittikten sonra da bazı şeylerin artık yüksek sesle konuşulması gerektiğini düşünüyorum.

Seyirciye dair bir şeyler mutlaka söylemek lazım. Fenerbahçe bundan önceki final serilerinde kazanırsa şampiyon olacağı maçların hepsinde çok iyi bir atmosfer desteğiyle ikinci çeyreğin ortasında maçı bitiriyordu. 100. yıldaki 4-0'lık Efes serisinin son maçı, ondan sonraki yıl Telekom’la oynanan son maç, yine geçen yıl ki Efes maçı neredeyse maçın 15. dakikasında bitmiş maçlardı. O maçlardaki taraftar coşkusunun onda biri yoktu dün salonda. Maçın başında vurulacak yumruğun öneminin idrakinde olmadan kutlama öncesi mahmurluğunda bir taraftara takım da uyunca Fenerbahçe ilk çeyrekte bitirmesi gereken maçı kaybetti.

Dün sahada olan takım nasıl maçı ve şampiyonluğu hak eden bir performans göstermediyse taraftar da şampiyonluğu hak eden bir performans göstermedi. Seri yedinci maça kalırsa aynı atmosferde Fenerbahçe’nin kazanma şansı çok azalır, Euroleague’de 3'te 3 yapıp bir maç kazanmak yeterli haldeyken sonraki 3 maçı da kaybetmeyi becerdik, şimdi aynı şeyi final serisinde de deneyeceğiz anlaşılan. Ne kadar yetenekli potansiyelli olursanız olun zihinsel kararlılık sergileyemiyorsanız bir maçta ayakta kalma şansınız yok.

Aklını askıya almış bir takım halinden Cuma gününe kadar çıkmak gerek, gidişat hiç hayra alamet değil.
Devamı ...

Voleybol Federasyonu için Enfes Öneriler



Voleybol federasyonu başkanından fantastik öneriler gelmeye devam ediyor. Yabancı sayısını sınırlamak için inat eden ve tepkilere aldırmayıp 2+1 sınırı getiren Erol Ünal Karabıyık, sonrasında muhteşem önerilerle kararından dönmeyip orta yolu bulmaya çalışıyor. Önce şuradaki müthiş fikirle geldiler. Diyor ki, yabancı sayısı aslında sınırsız ama Türkiye Ligi'nde 2+1 var, fakat siz ligde oynayacağınız takımla önceden anlaşıp istediğiniz kadar yabancı oynatabilirsiniz. Bu dahice fikirden sonra bugün de şuradaki fikri sunmuş:

Buna göre de takımlar sınırsız yabancı oynatacak ama her oyuncuya bir puan verilecek ve takımlar bu toplam puanı geçemeyecek. Teklifte en yüksek puan 9 ile yabancıların, sonrasında ise Türk Milli Takımı oyuncuları var 6-8 puan ile. Yani takımınızda milli oyuncu varsa cezalandırılıyorsunuz. O yıl oyuncularınızın tümü iyi oynayıp Milli Takım'a çağırılırsa gelecek sene kadroyu dağıtmak zorunda kalıyorsunuz. Sayın federasyon başkanı daha fazla yorulmasın diye birkaç fikir de biz bulduk, bunları da mutlaka değerlendirsinler.

- Takımların 6 yabancı hakkı bulunsun. Bir maç öncesi kaç yabancı oynatılacağı zar atışıyla belirlensin. Zarı federasyon başkanı atsın.

- Bir takımın daha önce milli forma giymemiş bir oyuncusu milli takıma çağırılıp maç başına 18 sayı ortalamasıyla oynarsa o takıma bir yabancı hakkı verilsin. Ortalaması 18'in altına düştüğü an yabancı dövülsün.

- Sezon öncesinde takım başkanları tavla turnuvası yapsın, turnuvanın sonucuna göre takımlara yabancı hakkı tanınsın.

- 0 + 4 + 8 kuralına geçilsin. Buna göre kulüplere sahada 0, kulübede 4, tribünde 8 yabancı bulundurma hakkı verilsin.

- Sınırsız yabancıya geçilsin, fakat yabancıların bir maçta 10'dan fazla sayı alması yasaklansın. Buna göre 10 sayı alan yabancı tribüne gönderilsin.

- 2 + 5 kuralı getirilsin. Buna göre takımların 2 yabancıyı koşulsuz oynatma hakkı bulunsun. Ayrıca bulunduracakları diğer 5 yabancı oyuncu Tufan Ersöz forması giyerek bir basketbol takımında oynarsa, oynadıkları süre kadar voleybol oynamaya hak kazansın.

- Yabancı sınırı serbest bırakılsın fakat takımlar aldıkları yabancı kadar yabancıyı federasyonun oluşturacağı havuza bağışlamak zorunda kalsın. Maçlardan önce takımlara federasyon havuzundan kurayla çekilen oyuncular dağıtılsın.

- Yabancı sınırı serbest bırakılsın fakat 20'den fazla milli formayı giyen oyuncu çok güçlü olduğu ve takımlar arası dengeyi bozduğu için lisansı iptal edilsin, sadece milli takımda oynasın, milli takımda kulüp havası oluşssun. Adeta her gün birlikte çalışıyorlarmış gibi bir ortam yaratılsın.

- Yabancılık yasaklansın. Dünya Türk olsun.
Devamı ...

14 Haziran 2011

İlk Şampiyonun Selamı Var



Günün mana ve ehemmiyetine binaen bir kez daha. Erkek basketbolda kazandığımız ilk Türkiye Ligi Şampiyonluğu. Güzel zamanlar. Güzel kadro. Güzel tribünler. Güzel insanlar. Sağ alt köşede pirimiz Paşalı Birol. Onun meşhur pankartıyla bitirelim. Şampiyonluk Güzel Şey Be Arkadaş... Ha bu arada, Nisan 1991 tarihli Fenerbahçe dergisinden 19 sayfa tekmili birden şampiyonluk hikayesini okumak isteyenleri DEVAMI'na alalım.  

Sayfa - 1

Sayfa - 2

Sayfa - 3

Sayfa - 4

Sayfa - 5

Sayfa - 6

Sayfa - 7

Sayfa - 8

Sayfa - 9

Sayfa - 10

Sayfa - 11

Sayfa - 12

Sayfa - 13

Sayfa - 14

Sayfa - 15

Sayfa - 16

Sayfa - 17

Sayfa - 18

Sayfa - 19


Devamı ...

13 Haziran 2011

Şampiyonluğa doğru



Seri öncesi Fenerbahçe cenahında sıklıkla duyduğumuz tahminler serinin 4-1 bitmesi üzerineydi. Abdi İpekçi'de 1 mağlubiyet, sert deplasman atmosferlerinde kendini kaybetme potansiyeline sahip takım için olasıydı, öyle de oldu...

Neyse ki, final serisinin boyunca yazdığımız gibi iki takım arasındaki kalite farkı Galatasaray açısından daha fazlasını yapmasına müsade etmeyecek ölçüde derin.

Galatasaray'ın takım olarak alışık olmadığı bir düzeye; final serisine ne mental ne de teknik olarak yeteri kadar hazırlanamadan çıkmadığını gördük. Seri boyunca hep en kısır oldukları alanda, hücumda yenilikler denediler, en iyi yapabildikleri şeyin, rakibe baskı yaparak ve çok sert oynayarak rakibin hücumda seti kurmadan önce topu elinde çok fazla tutmasını dolayısıyla kötü top kullanmasını sağlamanın Fenerbahçe gibi önemli bir Euroleague tedrisatından geçmiş bir takım karşısında üst üste bir kaç maçta işe yaramayacağı belliydi. Buna rağmen 3. maçta hem Fenerbahçe'yi bozabildiler hem de kendileri için sıradışı bir şekilde yüksek tempoda oynayarak ve çok atarak kazanmayı başardılar. Aslında seri öncesi Galatasaray cephesinde, 50-60 yıl öncesinin kadrosuna referansla yaratılan "yenilmez armada" temalı motivasyon bugünkü takımın final serisi için yetersiz olan kalite ve deneyim açığını kapatabilecek bir moral etki yaratamazdı. Yine de, Galatasaray'ın Oktay Mahmudi klasiğiyle yaratılan kolay kolay teslim olmayan karakteri Fenerbahçe tarafının dikkat etmesi gerekli en önemli meseleydi.

Galatasaray cephesinin artıları eksileri bi yana serinin kaderini Fenerbahçe tarafı belirliyor. 3. maçtaki dağınıklık, rakibe öldürücü darbenin vurulabileceği anlardaki ürkeklik 4. maçta yaşanmadı. Bu kez oyuncular kader anlarını hem soğukkanlı biçimde hem de yeteneklerine güvenerek oynadılar. 5. maçta bu kez maçı kazandıran soğukkanlılık değil, tamamen kendine güven ve rakibine üstünlüğünü hem tempoyu yükselterek hem her pozisyonda fiziksel temaslarda sertliğe sertlikle karşılık vermekten kaçınmadan hissettiren bir oyun olacaktır. Yüksek tempoda yetenekleri, oyun zekası ve saha görüşü daha iyi olan, daha çabuk düşünüp, rakibin dengesini bozup pozisyon yaratma becerisi daha yüksek olan takım kazanacaktır.

Seri öncesinde ve seri boyunca bazen maçlar sırasında da bol bol Spahija'yı ve özellikle de Ukiç'i eleştirdik ama tüm takımın hakkını da verelim, sezon başından bu yana yaşanan sakatlıklara rağmen verdikleri mücadeleye saygı duyalım. Önce Spahija'dan başlamalı. O elinde taktik tahtasıyla her pozisyonda adeta takımın oyun kurucusu gibi eli sahada olan bir hoca değil ondan bir Pini Gershon veya Pesiç performansı beklemek anlamsız. Takım 2 pozisyonda istediklerini yapamadığında takıma müdahale edip, tüm insiyatifi eline alarak istediği seti takıma mutlaka oynatacak bir hoca değil. Klasik Yugoslav disiplinine sahip ama çok kez sert olmasına rağmen her an müdahaleci değil. Molalarının bir çoğunda taktik tahtasını eline bile almaz, özellikle savunmada gevşemeye ya da rakip savunmanın dengesi bozulmadan atılan şutlara kızar ama kriz anlarında çok kez oyuncularına güvenir, takıma krize siz soktunuz siz çıkarın gibi bir tavırla yaklaşır takıma. Sezon başından bu yana takıma aşıladığı kendine güven önemli, bu takım Barcelona, Olimpiakos deplasmanlarında hiç paniklemeden kazanırken Spahija'nın takım üzerinde yarattığı pozitif etkilerin rolü büyüktü. Ama bizler maçları seyrederken eğer işler kötüye gidiyorsa örneğin bir Pini Gershon görmek istiyoruz. Örneğin takım üst üste 5 hücumdan boş döndüğünde koç molayı aldığında sazı eline alsın, öyle bir hücum çizsinki mola sonrası ilk hücum sayıya dönsün, rahat bir nefes alalım diye düşünüyor oysa Spahija'nın tarzı bu değil onun müdahalesi daha çok oyuncularını kendine getirip, yenilemek ve maçı çevirecek iradeyi onların göstermesini beklemek oluyor. Koçun tarzı bu, alışmak lazım.

Takımın koçuyla birlikte beklentilerin en fazla yoğunlaştığı elemanı kuşkusuz 1. guardıdır. Transferiyle ilgili girişimi duyduğumuzda "doğru iş" yapılıyor demiştik. Hala da öyle düşünüyoruz. EL seviyesinde TOP 8'ler de oynayacak guard sayısı çok fazla değil, olanları da kadroya katabilmek eğer oyuncunun hocasıyla, takımla bir sorunu yoksa veya takımı bütçe kısıtlamasına gitmezse pek olanaklı olmuyor. Ukiç'ten daha yeteneklisini bulabilmek zor ama Ukiç'in bu seviyede bir takımın 1. guardı olmak konusundaki sıkıntıları yetenekleri değil. Onun en belirgin defosu, takım kötü giderken moralini, inancını yitiriyor oluşu. Ellerini iki yana açıp Spahija'ya dert yanmaya, sahada olup biteni şikayet etmeye başlıyorsa eğer tehlike var demektir. Oysa çok kez gördük ki, en zor maçlarda bile hem kendini hem de takımını tamir etme yeteneğine sahip, yeter ki iradesini sahaya koyabilsin. Haksızlık etmek istemem guard biraz da kışlada asker için söylendiği gibi olmalıdır, hani asker üşümez, yorulmaz, acıkmaz falan denir ya point guard için maç içerisinde bozulmaz, başı öne eğilmez, morali düşmez demek istemiyorum ama Ukiç çok kez zor zamanlarda, takım dağılmışken gözlerinden ateş fışkıran bir guard dolayısıyla bir lider olamıyor. Oysa, sezon boyunca bazı maçlarda bileğindeki sakatlık yüzünden maç boyunca acıdan dişlerini sıkarak oynamak zorunda kalışına şahitlik ettik, savaşçı ve fedakar ruhunu biliyoruz. Belki de ne geçen sezon ne de bu sezon arkasında onu gerçek anlamda dinlendirecek bir yedeğinin olmaması da Roko'yu olumsuz yönde etkiliyor. Kader anlarında fiziksel anlamda yorgun ve tükenmiş halde sahada oluyor.

Şimdi 1. guarda laflar söyleyip Saras'ı es geçmek olmaz. Olmuyor, ne yapsa olmuyor, kariyeri boyunca hep en zor işleri yaptı ama artık yorulan vücut kafasındaki delice işleri yapmasına izin vermiyor. Neyse ki hem Ukiç hem de Saras kötüyken sahada takımın aklı olabilen ve takım arkadaşlarının bir kaç salise sonra yapacağı hareketi önceden sezip topu rakip savunmanın ölü bölgesine indirme becerisine sahip Emir git gide gelişiyor, o sahadayken takım sete set hücumda boş yere paslaşmak yerine rakip savunmanın dengesini bozacak penetreleri, ikili oyunları oynayabiliyor.

Toplu değerlendirmeyi şampiyonluk sonrası yaparız ama takım savunması açısından bir noktayı es geçmemek lazım. Galatasaray'ın Fenerbahçe'yi yenebilmesi ancak sıradışı işlerin olduğu bir maçta gerçekleşebiliyor, 3. maçta böyle oldu. Galatasaray bu sezon ilk kez 80 küsür sayı yemesine rağmen galip geldi. Oysa 4. maçta Galatasaray'ın 48. sayısını bulduktan sonra ki 5 dakikaya bakın, rakip sadece faul çzigisinden 1 sayı buluyor. 3. maçın aksine Galatasaray kısaları bire birde rakibini geçince boş pozisyon bulamıyor, Fenerbahçe takım savunmasının farkına varmış halde. Uzunlar ortayı kapatabiliyor, bire bir değil takım olarak hücum etmek zorunda kalan Galatasaray alışık olmadığı zorlukta bir savunma yardımlaşması karşısında hiç bir şey üretemiyor.

Fenerbahçe'yi bu sezon başarılı kılan en önemli taktik etken devreye giriyor, savunmada yardımlaşma üst düzeye çıkıyor ve savunmada sinir bozucu sayılar yemeyen Fenerbahçe hücumda saçmalamadan, doğru şutu yaratarak oynayıp kazanıyor. Sezon boyunca bu takımın dengesi defalarca bozuldu, sakatlıklar sezon boyunca hocanın kafasındaki planları alt üst etti. Sezonun belki de en kritik dönemi olan, EL TOP 16'sındaki son 3 maçın oynandığı dönemde takım kadrosundaki 3-4 oyuncu kadrodaki gençler ve altyapı oyuncularıyla antrenman yaparak maçlara hazırlandı. Sezonun önemli bölümünde takımın yarıya yakını sakatlıklar sebebiyle doğru dürüst antrenman yapamadı. Tüm bunlara rağmen bu takım yarın lig şampiyonluğunu kazanmak üzere sahada olacak.
Devamı ...

12 Haziran 2011

Tsubasa Stayla



MLS kalitesindeki ligde bile böyle goller atılabiliyor sonuçta.
Devamı ...

11 Haziran 2011

Uzunlar Başladı Kısalar Bitirdi: 85-74



Geçen maçın tam aksine dışarıdan değil içeriden bulduğumuz sayılarla başladık maça. Lavrinoviç geçen maçta Ömer Onan'ın ilk çeyrek performansına benzer bir performans gösterdi ilk beş dakika. Arka arkaya hücum ribauntlarından bulduğu sayılara bir de soldan üçlük ekledi. Jerry Johnson'a yapılan iyi savunma ve Ermal karşısında Oğuz'un nihayet faul problemine girmemesiyle skorda üstünlüğü yakaladık. Schumpert in iki üçlüğüyle farkı azaltmaya başlayan Galatasaray'a karşı hücum ribauntlarında üstün kalıp ilk çeyreği önde kapadık. 17-23.

Oğuz ve Lavrinoviç'in kenara gelmesiyle Sean May ve Kaya oyuna girince hücumda topu içeriye geçirme durumu sona erdi. Tutku'nun içeriyi delmeye başlaması ve Andriç'le oynadığı pick and rollerle Galatasaray kolay pozisyon üretmeye başladı. Ribauntları dengeleyip bir iki hücum ribauntundan kolay sayı bulmaya devam ettiler. Fenerbahçe ikinci periyotun ilk 7 dakikasında sadece bir saha içi isabet bulabildi. Hakemlerin çok ucuz çaldığı fauller, ardından Ukiç'e çalınan sportmenlik dışı faul ve Ömer'e çalınan teknik faulle bir anda dağılma belirtileri gösterdik. Fark 9 sayıya kadar çıktı Galatasaray lehine 19-4'lük bir seri söz konusuydu. Son üç dakika Oğuz ve Lavrinoviç'in tekrar oyuna dönmesi ve Emir'in hücumda sorumluluk olmasıyla 10-0'lık bir seriyle ayağa kalkmayı başardık. Emir'in girmeyen şutunu Lavrinoviç'în tiplemesiyle soyunma odasına 37-36 önde gitmeyi başardık.

Üçüncü periyota ilk yarı ortalarda gözükmeyen Ukiç'in basketiyle başladık. Schumpert'in rotasyondan eksilmesi ve dört numarada Haluk'un boş şutlar bulmasına rağmen kötü bir yüzdeyle oynaması hücumda Galatasaray'ın işlerini çok zorlaştırdı. İlk yarıdaki uzunların dominasyonun tam tersi üçüncü periyot Ukiç ve Emir'in hücumda etkinliği almasıyla farkı Emir'in üçlüğüyle çift hanelere çıkardık Kaya'nın maçtaki ilk basketi ve son saniye de Ukiç'in faul çizgisinden bulduğu sayılarla 15'i buldu fark. 49-64.

Son periyota Ukiç'in basketiyla başlayıp farkı 17'ye kadar çıkardıktan sonra Galatasaray'ın tam saha baskısı karşısında saçmalamaya başladık. Emir'in iki üst üste top kaybıyla fark önce 11'e indi. Spahija'nın molasından sonra da değişen bir şey olmadı. Öndeyiz diye hücum düzeninin dışına çıkıp süreye oynamaya başlayınca ritim kayboldu. Üst üste iki Johnson biri Tutku'dan olmak üzere üç üçlükle Galatasaray farkı 4'e kadar düşürmeyi başardı. Emir'in sol dipten bulduğu çok zor basketle nefes alıp, Ömer'in üçlüğüyle ters dönen rüzgarı tekrar çevirdik. Son üç dört dakikaya sekiz sayı önde girip iyice yorulan Galatasaray'ın top kayıpları sonrası Ukiç'in ve Oğuz'un faul çizgisinden bulduğu sayılarla farkı açıp maçı da 85-74 kazandık.

Geçen maç sınıfta kalan uzunlarımız bu sefer iyi iş çıkardılar. Oğuz ve Lavrinoviç ikilisinden 34 sayı bulduk. Üçlük yüzdemiz yine %50'nin üstüne çıktı. Doğru seçilmiş şutlarla 6/11 yani %55'le üçlük kullandık. Geçen maç çok üçlük kullanıp düşük yüzdeyle oynamıştık. Bu maç sadece 11 kez üçlük girişiminde bulunmamız hücumda doğru tercihler yaptığımızın göstergesi. İlk yarı hiç ortalarda gözükmeyen Ukiç ikinci yarı müthiş oynadı. 17 sayı, 8 ribaunt, 5 asist ve 0 top kaybıyle, krize girdiğimiz anlarda bulduğu kritik isabetlerle maçın en değerli oyuncusu oldu. Emir de yine ikinci periyotta düşmek üzereyken inisayitif alıp çok iyi performans gösterdi. Çok basit iki top kaybına rağmen 18 sayı, 5 ribaunt, 4 asistle anahtar rol üstlendi bir kez daha. Ömer de çok kötü bir maç oynamasına rağmen bulduğu çok kritik üçlükle farkı açıp kritik bir katkı yaptı.

Maç içinde çok iniş çıkış yaşıyoruz bugün ikinci periyottaki halimiz çok ilginç. 7 dakika boyunca öyle çok sert bir savunma falan da olmadan sayı bulamamamız enteresandı. Seride 3-1'i yakalayıp psikolojik olarak çok ciddi bir avantajı yakaladık ama tabii bir maç daha kazanılmadan hiç bir şeyin bitmediğini unutmamak gerek. Salı günü Sinan Erdem'de çekirdek yiyip kutlama havasında olmayan 15.000 seyirciyle maçın başında kararlılığımızı koyarak kazanmamız lazım. Marko Tomas'ın sakatlığında (eli kırılmış) kısa rotasyonumuz iyice daraldı. Kinsey'in oynayacağı konuşuluyor ama bu kadar uzun zamandır oynamayan bir oyuncunun final serisinde ne kadar verimli olabileceği de tartışılır. Sakatlarla başladığımız yıla sakatlarla nokta koyuyoruz, böyle şanssız bir sezonu iki kupayla kapatmak da ciddi bir başarı olacak.
Devamı ...

Alex de Souza Fenerbahçe İstatistikleri - 4) "Büyük Maç" İstatistikleri



"Büyük maç" istatistiklerine Galatasaray, Beşiktaş, Trabzonspor ve ön elemeler hariç Şampiyonlar Ligi maçları dahil. İç saha ve deplasman istatistiklerinde takımların ceza alıp başka bir şehirde veya seyircisiz oynadıkları maçlar dikkate alınmadı. Tarafsız sahada oynanan kupa finalleri ise deplasman maçı olarak yazıldı.

Alex'in 2010-11 sezonu sonunda Galatasaray, Beşiktaş, Trabzonspor ve Şampiyonlar Ligi maçlarındaki performansı


As: As başladığı maç sayısı.
Yedek: Sonradan girdiği maç sayısı.
Oynamadığı: Hiç süre almadığı maç sayısı.
Süre: Dakika cinsinden forma giydiği toplam süre.
Asist: Asist sayısı.
Gol: Gol sayısı.
Devamı ...

10 Haziran 2011

Uzunlar Denize Dökülünce 97-93



Deplasman maçları öncesi en önemli şeyin sakin kalmak olduğunu yazmıştık ikinci maç sonrası. Maçın başlangıcındaki 4-0 dan sonra arka arkaya 11 sayı yiyip skorda geriye düştük. Lavrinoviç-Schumpert eşleşmesini kullanacağız diye her topu sağ köşede sırtı dönük Lavrinoviç'e verince hücum düzeni bozuldu. Oğuz'un rezalet savunması ve ribauntlardaki etkisizliği ile Galatasaray'ın kolay sayı bulmasına ve Fenerbahçe'nin sahadaki beşinden dördünün kontrolünü kaybetmesine rağmen Ömer tek başına direnip hücumda attığı sayılarla maçı skor olarak başa baş götürmemizi sağladı. İlk krizi atlatıp 8-9 sayılık farkı eritip 23-21 geride kapattık ilk periyotu

İkinci çeyrek yine felaket pota altı savunmamız devam etti, Oğuz'un yarattığı basket faullere Kaya'nın yaptırdığı basket fauller de eklenince Galatasaray kolay sayı bulmaya devam etti. 15. dakikada ilk kez topu pota altına sokmayı becerebildik. May'in basketiyle de ilk pota altı sayımızı bulduk. Top kayıpları sonrası kolay basketler yiyip Oğuz'un teknik faulüyle çift hanelere çıktı fark. İkinci çeyreğin son üç dakikasında Ukiç ipleri ele alıp hücumda bire bir zorlamalarla sayı buldu. Son hücum Lavrinoviç'in basket faulden bulduğu üç sayıyla Galatasaray'ın ikinci hamlesine karşı da bir yanıt vermiş aldık ve ilk devre 50-45 sona erdi. Rezalet savunma yaptığımız, özellikle ilk çeyrek ribaunt bile almakta zorlandığımız bir bölümde önce Ömer'in sonra Ukiç'in ekstra gayretleriyle maçta kalabildik.

Üçüncü çeyreğin başında farkı kapatık beraberliği sağlamamıza rağmen bu bölümde hiç öne geçemeyişimiz maçın kırılma anlarından biriydi. Schumpert'in sakatlığı sonrası hücumda opsiyonları iyice sınırlı olan Galatasaray bu bölümde Caner ve Haluk'un üçlükleriyle maçta skor üstünlüğünü korudu. Emir'in asistleri üzerinden bulduğumuz sayılar ve faul çizgisini sık ziyaretimiz skorun açılmamasını sağladı. Tutku'nun son hücumdaki üçlüğüyle Galatasaray iyi oynamadığı üçüncü periyotu da 5 sayı üstünlükle geçmiş oldu. 72-67

Son periyot da özellikle Ermal'in de yorulmasıyla Galatasaray hücumları tamamen Jerry Johnson üzerine kaldı. Fenerbahçe'nin Ukiç-Saras'ın birlikte parkede olması hamlesine Galatasaray'da Tutku-Johnson'ı bir arada sahada tutarak yanıt verdi. Saras'ın ikili oyunlarda vatandaşını bulmasıyla kolay sayılar bulsak da maç boyunca yerlerde sürünen potayı savunma konusunda bu periyotta da kritik yerlerde çok kolay basketler yedik. Maçın son üç dört dakikası savunmada Galatasaray'ı durdurduğumuz bölümde faul hakkı dolan rakibin üzerine penetre etmek yerine şut atmayı tercih ederek öne geçme şansını bir kez daha kullanamadık. Özellikle maç başa baş giderken hücumda tamamen kontrolden çıkıp, içeriyi zorlamamamız maçın elimizden kaymasına yol açtı. Galatasaray dört sayılık bir avantajla son 1.30 dakikaya girse de Saras'ın faul çizgisinden bulduğu sayıların sonrasında Ukiç'in gözyaşı damlasıyla skorda eşitliği sağladık. Galatasaray son hücumu Ermal'le değerlendiremeyince maç uzatmaya gitti 84-84

Uzatmaya iki turnike yiyerek başladık yine. Hücumda aklını kaybetmiş halimiz uzatmada da devam etti. Ömer'in özellikle sakatlık sonrası tamamen ritimini kaybetmesi, Tomas'ın üçlük çizgisi gerisinden felaket yüzdesi ve Lavrinoviç'in göstere göstere yaptığı top kaybı sonrası bir kez daha ipler Galatasaray'ın eline geçti. Saras'ın faul çizgisinden çıkardığı sayıya Emir'in şahane asisti eklenince bir kez daha skorda dengeyi buduk. Andriç'in faul çizgisinden bulduğu sayıların ardından hücumda kaçırdığımız boş atışlar sonucunda Shipp'in ikide sıfır faulünün ardından gelen Saras üçlüğüyle bir kez daha umutlansak da Andriç faulleri sokup Emir kaçırınca maçın yönü de belli olmuş oldu. 97-93

İlk iki maç çok iyi olduğumuz üçlük yüzdesinde bugün Galatasaray'ın çok gerisinde kaldık. Tomas ve Ukiç 0/7 üçlük kullanmışlar. Ömer muazzam ilk periyot performansından sonra ikinci yarı tamamen durdu. 7/23 le yani %30 la üçlük sokmuşuz Galatasaray ise 8/15.

Düşük üçlük yüzdesine rağmen deplasmanda 93 sayı attığınız bir maçı kaybediyorsanız sorun girmeyen şutlarda değil savunmadadır. Maçı kaybetmemize yol açan şey potayı savunamamaktı. Oğuz'un yaptığı bütün fauller basket-faulle sonuçlandı,en ufak bir sertlik göstermedi, Kaya'da ilk yarı sonunda faul problemine girip sertlik gösteremeyince pota altında tamamen dağıldık. Ermal yorulmasa herhalde 30 sayıyı bulurdu. Özellikle Johnson ne zaman adamını geçse potaya gitti, en ufak bir yardım girişimi bile yoktu. Maçta en sert olmamız gereken yerde yani uzatmada bile yerleşik hücumda boş turnike yedik. Savunma yapmazsan ne kadar kaliteli kadro olursan ol maçı kazanamıyorsun, geçen maç 25 dakika savunma yapmamıştık ama 15 dakika savunma yapmamız maçı kazanmamıza yetmişti. Bugün 1 dakika bile iyi savunma yapmadık. Dördüncü periyot sadece 12 sayı yemişiz gerçi ama bunu Schumpert'in sakatlanması ve Ermal'in yorulması sonrası neredeyse hücum opsiyonları bitmiş bir takımın kısırlığına bağlamamız lazım bizim savunma becerimizden ziyade.

Sonuçta bir maç kaybettik seri devam ediyor, bu atmosferde deplasmanda maç kazanmak kolay değil, hele böyle savunma yaparak hiç mümkün değil, Salon atmosferi olarak Sinan Erdem'den çok daha iyi Abdi İpekçi'deki tribün ortamı. Seyircinin saha üzerindeki etkisi çok daha fazla. Bizde skorda ilk periyottan sonra hiç öne geçemeyerek seyircinin kendi takımı aleyhine bir baskı unsuru olabilmesini beceremedik. Dördüncü maçta en az bu kadar zor olacak, savunma yapmayı hatırlarsak kazanırız, uzunlar böyle rezil oynamaya devam ederlerse kaybederiz.

Bir parantez de iki oyun kurucuya Jerry Johnson''ın çok sayı attığı skora katkıda bulunduğu maçlar olmuştu bundan öncede ama takımın sisteminin dışına çıkarak buluyordu genelde bu sayıları. Bugün takım krize girdiği anlarda eli titremeden, sistemin dışına çıkmadan 18 sayı 6 asist 3 ribauntla çok ciddi katkı verdi. Diğer tarafta Ukiç ise ikinci periyotun sonunda giden maça tutunmamızı sağlayan hamleyi,Johnson'la aynı skor katkısını yapsa da kritik yerlerde yine tuhaf tercihler yaptı. Özellikle şu topu kimseye vermeden post up yapıp saçmalama huyunu bırakması lazım. Kaçırdığı son turnike de maça noktayı koyan pozisyondu. Kriz anında bir kez daha güvenilirliği konusunda şüphe yarattı Ukiç. Maç krize girdiğinde takımı oynatmayı değil kendisi bir şeyler yapmayı deniyor. Bugün ilk yarı sonunda bu tercihi başarılı oldu, son periyotsa tutmadı.

İlk iki maç Ülker'i kaybettikten sonra bugün Fenerbahçe'yi yenen şizofren Galatasaray taraftarını da Türk psikologlarına emanet ediyoruz.
Devamı ...