Fenerbahçe'nin haybeye karnesi (2) - Savunma



Diyorum ki bizim başkana da, nüktedan başkana da, Mourinho muhibi öbür başkana ve hattâ bizim başkanın kankası devrik başkana da hiç bulaşmadan bir yazı yazayım. Bu yazının konusu Fenerbahçeli futbolcuların 2010-2011 sezonunda gösterdikleri performans olsun; şeklimiz serbest nesir, meşrebimiz ayarında bir fırlamalık, rehberimiz ise Müjdat Yetkiner olsun. Kalecilerle başlamıştık şurada, savunma oyuncularıyla devam edelim.



Joseph Yobo:

Alex de Souza'yla birlikte yılın transferi. Uche gideli beri, savunmanın göbeğinde soğukkanlı duruşuyla gönüllere su serpecek, cansiperane müdaheleleriyle takımı oyunda tutacak, topu gevelemeden en yakınındaki adama atarak hatadan gol yeme kahrına son verecek ve saha dışında duruşuyla da aklımızı alacak Nijeryalı bir cengaver bekliyormuşuz meğer de, haberimiz yokmuş. Sezon içinde birkaç maçlık bir düşüş yaşamasına rağmen Yobo, Türk savunma oyuncularında pek rastlanmayan pozisyon alma sezileri ve sakinliğiyle aklımızı aldı; Gerson Candido de Paula'dan ve Rüştü Reçber'den (tarihimizde Barcelona'dan kiraladığımız tek futbolcu) sonra en verimli kiralık futbolcumuz olarak şimdiden tarihe geçti. Yobo'nun adının geçtiği herhangi bir cümlede Uche'yi anmayan bir Fenerli tahayyül edebiliyor musunuz? Nijerya'ya yolu düşen elini öpsün sonradan olma adaşımın, Yobo'dan ve benden selam söylesin...

Diego Lugano:
Diego Lugano'yu o kadar çok seviyorum ki, onun geçtiğimiz Dünya Kupası'nda kırmızı kart görecek ilk futbolcu olacağına dair bir oyroluk bahis bile oynadım. Bahsim tutmamış olsa da, Lugano, meşhur Denizlispor maçından sonra Fenerbahçe taraftarlığını askıya alan şuursuz bir Fenerbahçe taraftarını bile hâlâ heyecanlandırabilen az sayıda futbolcudan biri. Ben Lugano'ya bayılmıyorum, yoğun taraftarlarlık hislerimle kendimden geçtiğim anlarda bile onun gereksiz kartlar va aşırı hırsı yüzünden takımı yaktığı maçlar aklıma geliyor. (Sezonun ilk yarısındaki Eskişehir maçının devre arasında gördüğü kırmızı kartı hatırlayın mesela.) Tüm bunlara rağmen Diego Alfredo Lugano, bu sezon takımın en iyi performanslarından birini sergiliyor. Zira Yobo'nun şahsında tam da aradığı partneri bulunca, Hierro'yla Sanchiz, Müjdat'la Nezihi, karpuzla peynir, Alex'le Samet ya da İzzet Altınmeşe'yle yüzündeki ben gibi şahane bir ikili oldular. Bu ikilinin iyi iş yapması birbirlerini çok iyi tamamlamalarından ileri geliyor. Lugano'nun hamlesi var, teke tekte rakibine aman vermiyor ama pozisyon alma sezileri kuvvetli değil. Yobo gibi geri dörtlünün hangi hatta duracağı, ne zaman öne çıkıp, ne zaman geri geleceği konusunda inisiyatif ortaya koyan bir oyuncuyla birlikte olunca o da 24 karat altın gibi parlıyor. (Lugano'nun seksi fotoğrafları için tıklayın.) (Lugano'nun bir kitabın önsözünü yazmış olabileceğine inanmıyorsanız, buna da tıklayın.)

Gökhan Gönül:
Artık üretilmeyen o zarif, beyaz ambalajlı tütün mamülünden sonra Bafra'dan çıkan en güzel şey. Bir önceki yazıda, kıdeminden ötürü geleceğin kaptanlığı için Volkan Demirel'in adını vermiş olabilirim ama; Alex bıraktığı anda "kaptanı sen seç Rehavet" deseler, pazubandı kendi ellerimle Gökhan Gönül'ün koluna takar, on yedi yıllık bir sözleşme teklifini de önüne koyup, kulübün anahtarlarını kendisine teslim ederim. Şu anda memleketin, Avrupa'nın üst düzey ligleri ayarında performans veren yegâne Türk pasaportlu futbolcusu. Bu sezon sakatlıklardan kaynaklanan kısa süreli bir düşüş yaşamasına rağmen, bir sağbekin performansıyla takıma tek başına maç kazandırabileceği gerçeğini bize hatırlatmış olması bile yeter. Öte yandan, ona Daniel Alves ve Maicon gibilerinin yırtıcılığını ve kıvraklığını veren Yaradan, orta kalitesine gelince neden İsmail Kartal-İlker Yağcıoğlu aksını seçmiş onu bilemiyorum.

Andre Santos:
Andre güzel çocuktu da onu çevresi bozdu. Talipleri çoğalan genç kızın bulaşığı çamaşırı anasına yıkıvermesi gibi, Santos da ligin ilk yarısını pencerenin önünde beyaz çek defterli prensleri bekleyerek geçirdi. Aykut Kocaman'ın, kendisine şarladıktan sonra defterini dürüp göndermek yerine krizi adabıyla çözmesi ne denli takdire şayansa, Andre Santos'un ikinci yarıdaki performansı da aynı oranda etkileyiciydi. Bu sezon geleneksel hale getirdiği slalom gollerinden birini atamadı tamam ama, önündeki adamlar sürekli değişmesine rağmen hep ayakta kalmayı başararak başka türlü bir başarıya imza attı. Şimdi hem Aykut Kocaman'ın, hem de Fenerbahçe taraftarının cevap bulmak istediği soru şu: Kim oynamalı bu yavrukurdun önünde? Dia, Stoch, Niang, Özer, Caner, Uğur, Müjdat...?

Caner Erkin:
Son Eskişehir maçı bir kez daha gösterdi ki Caner aslında bir orta saha oyuncusu. Ama bu sezon ilk 11'de yer bulduğu 13 lig maçının 12 tanesinde solbek olarak görev yaptığı için onun savunmacı performansına bakmak icap ediyor. Açıkçası ona bakınca da iç açıcı bir manzara görmek mümkün değil. Benim açımdan kahır defteri doldurduğumuz ilk yarının günah keçisiydi Caner Erkin. Oyun kuramayan, üç pasından ikisini rakibe atan, orta kalitesi bakımından eski takım arkadaşı Sarbi'yi bile aratan ve sol kanatta verdiği boşluklarla birçok vasat sağ kanat oyuncusunun yıldızlaşmasını sağlayan Caner Erkin, ilk yarının en kötülerinden biriydi. Belki ileride orta saha için alternatif olabilir ama Andre Santos'un gidişine hazırlanan yönetim ve hocanın, solbeke oyuncu transfer etmeyip Caner'i oranın devamlı personeli yapma ihtimalini düşündükçe; Kadıköy'de kaleyi koruyan Mondragon gibi mahzun, Aykut Kocaman'ı marke etmek zorunda kalan Stumpf gibi derbeder oluyorum.

Bekir İrtegün:
Hayatta mucizelere inanmalıyız. Belki bir gün başka bir galaksi keşfedilecek, Türkiye dünyanın en müreffeh ülkesi olacak, Müjdat Yetkiner pilates yaparak 27 kilo verecek, Hagi'nin tercümanı Türkçe öğrenecek, Alex yeniden saçlarını uzatacak, Mehmet Topuz frikikten gol atacak ve belki, belki bir gün kardeşlerim, Bekir İrtegün ilk 11'de oynadığı bir karşılaşmayı sarı kart görmeden tamamlamayı başaracak. Bekir İrtegün'ün futbolunu beğeniyorum desem yalan, ama seviyorum yine de bu çocuğu. Muhabbetimiz geçen sezon 76 dakika boyunca kurdeşen döktükten sonra Bekir İrtegün'ün kafa golüyle 1-0 kazandığımız Kasımpaşa maçında başlamıştı. Bütün yeteneksizliğine, kazmalığına ve kasaplığına rağmen Bekir İrtegün'de, Fenerbahçe'ye yakışan bir güleryüzlülük, bir adanmışlık, çocukçasına bir heyecan görüyor ve kötü performansını rağmen, kanaât notu kullanarak iyi bir karneyle onu eve gönderiyorum. Öte yandan, 9 maçta ilk 11 oynayıp 6 tanesinde sarı kart görmek de Lugano'yu bile kıskandıracak bir başarı olsa gerek. (Bu cümleyi yazdıktan sonra açtığım istatistikler suratıma tokat gibi çarpıyor ve Lugano'yu, Bekir gibi bir çömezle kart yarışına soktuğum için utanıyorum.
Yüzdeye vurunca 22 maçta 10 sarı kartla the winner is Diego Alfredo.)

Bilica:
Bilica'nın bu sezonki performansıyla ilgili konuşacak bir şey yok. Her zaman olduğu gibi transferde geç kalarak Şampiyonlar Ligi şansımızı heba eden yönetim sağolsun, Yobo gelene kadar elinden geleni yaptı Bilica.
(Deplasmandaki Young Boys maçının ilk 11'ini şuraya yazayım da gelecek kuşaklara kalsın bir ibret vesikası olarak: Volkan - Bekir, Önder, Bilica, A.Santos - Kazım, Emre, Cristian, Stoch - Alex, Gökhan Ünal) Yobo geldikten sonra da, kaybettiği yerini ve gençliğini, kadehlerindeki dudak izlerinde aradı zahir. Ben Bilica'nın geçen sezon arkeoloji bilimine yaptığı katkıdan sonra gönderilmesinden yanaydım. Ama bunun ardından aç bir akbaba sürüsü gibi üstüne çöken medyanın, onun cahilliğinden tutun da eşcinselliğine ("not that there's anything wrong with that") kadar deşelemedik yerini bırakmamış olması, yeniden bir sempati kırıntısı oluşmasına neden oldu içimde. Futbolculuğuyla ya da kişiliğiyle Fenerbahçe'de yeri olmayan bir oyuncu ama yine de, dip çizgide kıçını rakibe dayayarak attığı röveşataları şimdiden özlediğimi saklayacak değilim. Medgallis'le bütün maç Bilica'nın röveşatasını bekler, görünce bir rutinin daha gerçekleştiğini görüp rahatlayan emekli amcalar gibi kıs kıs güler ve çaylarımızdan okkalı bir yudum daha alıp gönül rahatlığıyla maçın geri kalanını seyrederdik. Hem Şevçenko'nun penaltısını kurtarmış bir adamdan söz ediyoruz sevgili Erfurtlular. Buyrun bakın.

Okan Alkan:
Oysa Büyük Kaptan, ne güzel yazmıştı tivitır şeysinden: "Mutluyum… Çünkü 6 yıldır ilk defa altyapıdan gelişen bir genç gerçek bir şans bularak kariyerine başladı." O akşam Kaptan gibi biz de çok mutluyduk. Hep umutla yolunu gözlediğimiz, bir gün patlayacak diye rakı masalarında uğruna zar attığımız nice Can Aratlar, Olcan Adınlar, Gürhan Gürsoylar, Özgür Çekler, Bilal Kısalar sahada değil elimizde patlarken; biz de hep altyapıdan çıkıp hayatımızı değiştirecek, Müjdat Yetkiner'i bile bize unutturacak o futbolcuyu bekliyorduk. İşte bu uzun bekleyişin orta yerinde, Manisaspor karşısında sağ kanadı Tem otoyoluna çeviren o çocuk çıkınca Kaptan gibi biz de heyecanlandık. Ama bir sonraki hafta Kayseri deplasmanında da forma giyen Okan Alkan'ı bir daha ne duyan oldu ne gören. Aykut Kocaman, Gökhan'ın sakat olduğu maçlarda bile Okan Alkan yerine Bekir İrtegün'e görev verdi ve o Mardinli çocukla ilgili akılda kalan yegane şey Şubat ayında eski menajer Volkan Ballı'nın söyledikleri oldu. Ballı, Aykut Hoca'nın Okan Alkan'a haklı olarak çok kızgın olduğunu söyleyerek, "Türkiye´de genç oyuncularda sık rastladığımız davranış bozuklukları"ndan dem vuruyordu ne yazık ki. Ama umut Fenerli'nin ekmeğidir, ben en azından 2018 yılına kadar Okan Alkan'ın patlama yapmasını bekleyeceğime dair söz veriyorum.

İlhan Eken:
Fenerbahçe formasıyla ilk 11'de yer aldığı ilk iki maçın Young Boys ve PAOK maçları olması, onun değil transfer planlaması yapmayı beceremeyen yönetimin suçuydu. Herhangi bir çiğliğini görmedik, kalan futbol hayatında başarılar dileriz.

Hasan Erbey:
Türkiye Kupası'ndaki anlamsız Gençlerbirliği maçında toplam bir dakika forma giyen 1991 doğumlu bu kardeşimiz, artık 1991 doğumlu kardeşlerimizin de Fenerbahçe'de ve diğer takımlarda forma giymekte olduğunu bana hatırlattığı için kendisine kızgınım. 2000'li yıllarda doğmuş olan çocukların da Fenerbahçe forması giymeye başladığı günlerde, bu klavyeyi duvarda parçalayıp düzenli bir işe girmeyi, bir lokalin müdavimi olmayı, akşamları düzenli olarak bir duble rakı içmeyi, TRT 4'ü favori kanallarım arasına dahil etmeyi ve geceleri döşeğe gitmeden önce müthiş bir dikkatle hava durumunu seyretmeyi planlıyorum.

Müjdat Yetkiner: Bu sezon hiçbir maçta forma giymemesine rağmen hafızalardaki performansıyla yine göz kamaştırdı ve taraftarın gönlündeki yerini perçinlemiş oldu.



2 comments:

  1. Rambo Okan dedi ki...

    Ulan(sevgi anlamında) yazıyı okumadan ne kadar uzunmuş diye bakarken altta Müjdat Yetkiner'i gördüm.Güne gülerek başlıyorum büyüksün reho!

  2. ege dedi ki...

    Yazilarinin hastayiz ailecek severek okuyoruz.

Yorum Gönder