15 Şubat 2012
Hakkını Helal Et, Cem Atabeyoğlu
Bir yerlerden "Spor Ansiklopedisi" lafını duyunca akla gelen isimdi, geçtiğimiz gün ebediyete intikal eden Cem Atabeyoğlu.
Daha da önemlisi ve her şeyin ötesinde, Fenerbahçe Basketbol Şubesi'nin kurucularından birisiydi o.
Tarih yazımı ve bilgisi "resmi" bir batakta sürüklenen Türkiye, spor tarihi alanında da elindekilerin kıymetini bilemedi hiçbir zaman.
Cem Atabeyoğlu, çağının çok ilerisinde bir insandı. Doldurmak için çabaladığı sayfaların ne kadarı bundan sonraki nesillere ulaşır, bilinmez.
Fenerbahçeli büyüklerimizden, "Forty" lakabıyla maruf Murat Yosmaoğlu ağabeyimiz, Cem Atabeyoğlu'ndan notlar almıştı. Aşağıda bunlardan birisi var. Cem Atabeyoğlu'nun yazılmasına katkıda bulunduğu Fenerbahçe basketbol tarihi sayfalarından bir bölüm.
Bir sürü nesile Fenerbahçe'yi öğrettin. Hakkını helal et, Cem Atabeyoğlu...
Bir sabah Cağaloğlu’ndaki evime gelen Muhtar Sencer o telaşlı haliyle,Devamı ...
“Mahvolduk... Mahvolduk...” diye içeri dalmıştı. Ve kendini holdeki koltuğun üzerine külçe gibi bırakırken “Altan’ın lisansını alamıyoruz. Mahvolduk” diye inlemişti.
Sevgili dostumun tarifsiz bir heyecan içinde anlattığına göre, Altan Dinçer, Teşvik Turnuvası’nın bir maçında Vefa takımında oynadığı için Beden Terbiyesi Bölgesi bu sporcunun transferine izin vermiyordu. Bir sporcunun, bir sezon içinde iki takımda yer alamayacağı yolundaki genel prensip, Altan Dinçer’in Vefa’dan Fenerbahçe’ye transferini engelliyordu.
Ben de şok olmuştum. Kafamı toparlamaya çalıştım zorlukla. Sonra çalışma odama geçip, oradaki yönetmeliklere sarıldım. Bildiğime inandığım bir hususu bir kez de gözlerimle görüp kendi kendime kanıtlamaya çalıştım. İncelediğim yönetmelikler beni rahatlatmıştı. Salonda döndüğümde Muhtar bir yandan kahvesini içiyor, bir yandan da karşısına oturttuğu rahmetli anneme olup bitenleri anlatmaya çalışıyordu.
“Kahveni iç, gidelim” diye konuştum.
Muhtar’cık şaşırmıştı. Fakat yine de iki yudumda kahvesini içti:
“Nereye gideceğiz?” diye sormaktan da kendini alamadı.
“Nereye olacak?” dedim sakin bir sesle “Bölge’ye, Altan’ın lisansını almaya gideceğiz”
Asla inanmamıştı, daha doğrusu inanamamıştı bir türlü. Nitekim yolda durmadan aynı konuyu tekrarlıyordu:
“Vefalılar, Teşvik Turnuvası’nın maç kağıdını getirip Bölge’ye vermişler. Altan oynamış bu maçta. Nasıl faka bastık yahu?” diyordu durmadan.
“Üzme kendiniii” diyordum ona “Bir de ben konuşayım bakalım”
“Konuşmasına konuş ama, bitti bu iş artık” diye söyleniyordu arkadaşım.
Muhtarcığım alabildiğine büyük bir karamsarlığın içindeydi. Onu gayet iyi tanırdım. Ne söylesem onu feraha çıkaramazdım. Bu konuda onu bu büyük karamsarlıktan ancak Altan’ın lisansını kurtarabilirdi.
O zamanlar Beden Terbiyesi İstanbul Bölge Müdürlüğü’nün Sicil ve Lisans Servisi Şefi, Sorbon Üniversitesi’nin Yüksek Matematik bölümünden mezun olmuş rahmetli Raşit Bey’di. Cin gibi zeki, yönetmelikleri ezbere bilen, son derece dürüst, fakat asık suratlı bir insandı rahmetli. Hayli de sertti. Muhtar’ı koridorda bıraktım, odasına tek başıma girdim. Reşit bey, beni karşısında görünce, gözlüklerinin üzerinden baktı her zamanki gibi donuk sesiyle;
“Hoş geldin.” Dedi ve hemen arkasından sordu “Hayrola bir şey mi var?”
“Altan’ın lisansını almaya geldim Reşit Bey” diyiverdim.
Gözlüklerinin üzerinden attığı bakışları birden sertleşiverdi:
“Muhtar’a söyledim.” Diye homurdandı. “Altan, Teşvik Turnuvası’nda Vefa’da oynamış. Resmi maçta oynamış bir oyuncunun aynı sene içinde başka bir kulübe transferi yapılamaz. Bilmiyor musun? Seneye alabilirsin ancak”
Sakince sordum kendisine:
“Teşvik Turnuvası resmi maç mıdır Raşit Bey?”
Bakışları alabildiğine alevlenmişti o anda:
“Bölge tarafından düzenlenen Teşvik Turnuvası’nın resmi maç olduğunu bilmiyor musun sen?” diye homurdandı.
Yine masum bir tavır takınmaya çalıştım:
“Kabul Reşit bey. Fakat hangi kitabın hangi maddesine göre?” diye konuştum. “Bunu bana gösterirseniz, bir daha böyle hataya düşmem”
Rahmetli Reşit Bey, bana bir şey öğretmek hevesiyle işin üzerine eğildi. Çekmecesinden “Basketbol Müsabaka Yönetmeliği”ni çıkardı. Sayfalarını birkaç kez baştan sona karıştırdıktan sonra:
“Buraya alınmamış ama resmi maçtır Teşvik Turnuvası” diye söylendi.
Cüretimi birden arttırıverdim:
“Fakat bu söylediğiniz, Basketbol Müsabaka Yönetmeliğinin son maddesine biraz ters düşmüyor mu Reşit Bey?” diyiverdim.
Adamakıllı öfkelenmişti. Bu öfkeyle yönetmeliğin son sayfasını açtı ve son maddeye baktı. Bu son maddede “Bu yönetmelikte yer almayan hususlar için Futbol Müsabaka Yönetmeliği esas alınır” diyordu. O bu maddeyi okurken, cebimden çıkardığım Futbol Müsabaka Yönetmeliği’ni usulca masası üzerine bıraktım. Bu yönetmelikte “Resmi Müsabakalar”ın ne olduğu açıkça izah eden bir madde vardı. Onu gösterdim. Okudu. Bu maddede Teşvik Müsabakaları diye bir kayıt yoktu. Olamazdı da zaten Teşvik Turnuvaları yalnız basketbol ve voleybolda vardı. Ve takımları liglere hazırlamak amacıyla düzenlenirdi. Reşit Bey fena halde öfkelenmiş, yüzü kıpkırmızı olmuştu. Üst üste belki üç dört defa okudu maddeleri. Sonra yine gözlükleri üzerinden baktı bana yine:
“Sen de biliyorsun ya Teşvik Turnuvaları’nın resmi maç olduğunu” diye homurdandı.
Boynumu büküp öfkeli gözlerine baktım:
“Kara kaplı kitabın söyledikleri yanında benim bildiklerimin ne değeri olabilir ki Raşit Bey?” diye konuştum.
Durdu, uzun uzun düşündü. Kara kaplı kitap, onun pek büyük bir sadakatle bağlı olduğu şeydi. Birden çekmecesini çekti., bir lisans çıkardı. Bana uzatırken yüzünde ve bakışlarında hafif bir tebessümün bir an için belirip uçtuğunu fark ettim.
“Maddelerdeki açıklardan faydalandın” diye söylendi.
“Vazifemiz de bu Reşat Bey” diyiverdim gayriihtiyari.
Bu kez yüzünde, bir an için de olsa açık ve seçik bir tebessüm belirmişti:
“Hak ettin” diye söylendi “Al Altan’ın lisansını, git”
Lisansı kapmamla teşekkürü basıp odasından fırlamam bir oldu. Kapının önünde tarifsiz heyecanlar içinde, piposunu kemire kemire volta atmakta olan Muhtar’a elimdeki lisansı uzattım.
“Al bakalım Altan’ın lisansını” diye söylendim.
Muhtarcık, elinde tuttuğu lisansa hayretler içinde bakıyor, gözlerine inanamıyordu sanki. Sonra birden boynuna sarılıp “Allah Allah” nidalarını atmaya başlamıştı.
İşte koca Altan Dinçer, yönetmeliklerdeki küçücük bir madde açıklığı sayesinde resmen Fenerbahçeli oluvermişti böylece.
Elbette ki Fenerbahçeli milli futbolcu Yaşar Alpaslan’ın özbeöz yeğeni olan Altan Dinçer de “Oğlan çocuk dayıya çeker” sözünü boşa çıkarmayıp Fenerbahçeli olacaktı. Seneler sonra Altan, yine Fenerbahçeli bir kadın voleybolcu olan Seçkin ile evlenecek ve yıllar sonra da bu Fenerbahçeli çiftin çocukları Kemal Dinçer, Sarı-Lacivert’li forma altında basketbol oynayacak, takım kaptanlığı yapacak ve sonunda takımın menajeri olarak başa geçecekti.
Bunları yaşamak, görmek dahi bana nasıl büyük bir haz ve mutluluk veriyor.
Hey gidi yıllar hey.
12 Temmuz 2011
Fenerbahçe Halktır. Halkın Karşısında Durulmaz.
Bu yazının devamında okuyacağınız satırlar, üstad Cem Atabeyoğlu'nun Fenerbahçe basketboluna dair hatıralarından alındı. Fenerbahçe'nin hangi kitlesel temellerden bugüne yükseldiğini ve neden bu sevginin karşısında kimsenin duramayacağını anlatan ufak bir pasaj. Ve belki de bir ders. Kime mi? Fenerbahçe adına bir şeyler yapmak için, birilerinden icazet isteyenlere. Korkunun beklediği dağların arkasından haksızlığa baş kaldırırken "karşıda kim var acaba?" diye tereddüt edip, ona göre hareket eden sözüm ona liderlere ve onların hempalarına. Kimse aklından çıkartmasın. Fenerbahçe halktır. Halkın karşısında durulmaz.
Söz Cem Atabeyoğlu'nun...
Basketbol lig maçları İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Gümüşsuyu’ndaki salonunda oynanıyordu. Ve ilk seyircilerimiz de bu salonda boy gösterdiler. Onlar sadece iki kişi de olsalar, bizim ilk vefakar seyircilerimizdiler. Biri İETT idaresinde tramvay vatmanlığı yapan Vatman Hasan, diğeri de aynı zamanda kulüp üyemiz bulunan Mevlüt. Biri Fenerbahçe uğruna tramvay idaresindeki işini, diğeri ise sağlığını kaybetmiş iki büyük Fenerbahçe aşığı.
Sonra onlara bir üçüncüsü eklenmişti Mustafa Kevkep... Galatasaraylı bir babanın Fenerbahçe hastası oğlu.
Vatman Hasan, 1958 yılında idaresindeki tramvayla Beyazıt’tan geçerken, kendisi gibi hasta Fenerbahçeli olan bir taksi şoförü arabasıyla tramvaya yaklaşıyor. Bizimki nispet verircesine sesleniyor:
“Bizim takım İngiltere’den dönüyor, onları karşılamaya Yeşilköy’e gidiyorum”
Fenerbahçe futbol takımı turneye çıktığı İngiltere’den dönüyor. Vatman Hasan hiç durur mu? Ani bir frenle tramvayı durduruyor ve bağlıyor:
“Bekle ben de geliyorum” diye sesleniyor. Ve tramvaydan atlayıp arkadaşının taksisine biniyor hemen. Ver elini Yeşilköy.
Koca tramvay Beyazıt meydanında bağlı kalıyor, yol tıkanıyor, ortalık birbirine giriyor. Ve neticede Vatman Hasan da işinden oluyor tabii.
Mevlüt, Fenerbahçe basketbol takımının hiçbir maçını kaçırmamıştı. Bunlarında arasında elbette Galatasaray ile oynanan maçlar da vardı. Fakat sevimli insan hiçbir Fenerbahçe-Galatasaray maçını seyretmemiş, seyredememişti. Ya koridorlarda sigara üzerine sigara içerek volta atmış, ya da soyunma odasına kendini hapsetmişti. Ancak Fenerbahçe’nin galibiyeti garantilediği maçların son bir iki dakikasında salona girebilmişti Mevlüt.
Fenerbahçe aşkıyla dopdolu yüreği, ezeli rekabetin potalar altındaki mücadelesinin heyecanını kaldıramamıştı bir türlü. Sonunda kalbinden hastalanmasında ve önemli bir açık kalp ameliyatı geçirmesinde bu heyecanın etkisinin olduğu da muhakkaktı herhalde. Ameliyattan sonra da basketbol maçlarındaydı Mevlüt.
Bir maçta onu rengi kireç gibi bembeyaz halde ve her yanı titrer halde görünce hem üzülmüş hem de telaşlanmıştım. “Gelme artık şu maçlara ve Mevlüt” diyecek olmuştum. Acı acı gülümsemişti.
“Fenerbahçesiz yaşamaya, yaşama der misin hoca?” diye söylenmişti.
Fenerbahçe basketbolunun ilk seyircileri, Vatman Hasan, Mevlüt ve Mustafa Kevkep bugün aramızda yoklar. İlk sevinçlerimizi, üzüntülerimizi ve heyecanlarımızı paylaştığımız bu üç insanı da sevgiyle, saygıyla ve rahmetle anıyorum. Devamı ...
20 Haziran 2011
Aslan Fenerbahçe
Zaman ilerleyip, yıllar geçtikçe hassasiyetler de gelip geçiyor, değişiyor. Şimdilerde Fenerbahçe formasının önünde, kocaman ve kırmızı bir reklam düşünebiliyor muyuz? Hayır. Ama bir zamanlar, sarı zemin üzerine kırmızı Tamek reklamımız vardı.
Aşağıda Erkan'ın yazdığı, Urfalı Babi'nin "Fenerim Yenerim" şarkısına dair yazıya yorum bırakan arkadaşlardan birisi Fenerbahçe'ye "Aslan" denmesini garip karşılamış. İşte bu da yeni hassasiyet algılarından bir tanesi. Ya eskiden nasıldı? Hatırlayalım.
Yukarıdaki fotoğraf 1964 senesinden... Kadın Ajda Pekkan, adam Ayhan Işık. Hızır Dede filminden bir sahneyi görüyoruz. Esas oğlan ve kızımızın arkasında bir duvar yazısı var; "Aslan Fenerbahçe".
Fenerbahçe Müzesi'ne yolunuz düşerse, müzenin en sonlarında, sol tarafta yer alan 1960'lı yıllar bölümüne bir uğrayın. Oradaki fotoğrafların arasında "Aslan Fenerbahçe"ye başarı dileyen bir pankart göreceksiniz.
Ve çok daha uzun yıllar önce, 17 Kasım 1952 tarihli Milliyet gazetesinden bir haber ile fotoğrafı.
Haberin içeriği şöyle:
"İstanbul dün müstesna bir spor günü yaşadı. Fenerbahçe güzel bir oyunla Beşiktaş'ı 3-1 mağlup etti. Maçı müteakip on bini aşan Fenerbahçeli ellerinde elliye yakın Fenerbahçe bayrağı olduğu halde Taksimde galibiyeti tes'it ettiler"
Fotoğrafa gelince... Benim bir şey yazmama gerek yok sanırım...
Devamı ...