27 Mart 2009

Puskas


Erzsebet Puskas

Lefter'in heykeli dikilecekken aklıma meşhur hikaye geldi, efsanenin profesörlük tezi 1956'daki milli maçta "Sihirli Macarlar"ın resulu Puskas'a 3 çalım atıp, 2 golü de Macar ağlarına sallamasıdır. Puskas'ın maç hakkındaki hatırası kötü, maçtan sonra da "Türkler iyi oynadı" demekle yetinmiş. 5 La Liga Şampiyonluğu, Real Madrid ile 3 Avrupa Kupası Puskas'ın "Gelmiş Geçmiş En İyiler" listesine adını ekleyen çiviler. Puskas'ı 2006 yılında Alzheimer'dan kaybettik, eşi Erzsébet Puskás fotoğrafta bir başka futbol efsanesi Sir Alex Ferguson ile. Eintracht Frankfurt'u 7-3 yendikleri maçta 4 gol atan Puskas'ı izleyen Ferguson'un onun anısına sunduğu "Golden Ball"u kabul ediyor. Biz de bu vesileyle WAG's olayına boyut katmış olduk, bazen güzel kadınlardan daha iyidir güzel hikayeler.

(not: Zamanında Puskas'a adres soranlara, ustanın verdiği cevap "Puskas, Macaristan"dan ibaretti, "kralıyım" dercesine)

Devamı ...

26 Mart 2009

Aulas vs Yıldırım


jean michel aulas

1899 Yılında kurulmuş kulübün 1932 yılında kurulan Birinci Ligdeki ilk şampiyonluğu 2002 yılında. 77 yılda kazanılan 18 kupanın 14 tanesi 2000’li yılların tarihini taşıyor ve bu kulüp altı üstü 20 senedir birinci ligde. Olympique Lyonnais, 7 sene üstüste Fransa Şampiyonu oldu, Forbes’a göre Avrupa’nın en zengin 13. Kulübü, 41.000 kişilik stadlarında her maç ortalama 37.000 kişi maçlarını izliyor. Bütün bu başarıların mimarı ise Jean Michel Aulas, Azizsilin’i andığımız bu günlerde, Aulas neden efsane ona bakmak lazım.

Esas karşılaştırma noktası ortada, ilk şampiyonluğunu 2002 yılında elde eden bir kulüp nasıl olup da Fransız Ligini domine etti ve bütün rakiplerini sürklase etti de, Fenerbahçe elindeki bütün imkanlara rağmen bunu başaramadı? Soru burası çünkü iki takım arasındaki en önemli fark burada yatıyor. Aulas ekonomik açıdan çok daha iyi bir kulüp devralmadı, kulüp ikinci ligdeydi, elinde ürünlerini satabileceği milyonlarca taraftar bulunmuyordu, Fenerbahçe ise Türkiye’nin en çok taraftara sahip kulüplerinden biriydi. Aulas’ın elindeki kadro da umut verici değildi halbuki Yıldırım’ın devraldığı kadro şampiyondu. Aulas’ın başkanlığa geldiği gün ile Yıldırım’ın geldiği gün karşılaştırıldığında her şey Yıldırım lehineyken, neticede Aulas’ın daha başarılı olduğu görülüyorsa, o halde karşılaştırmayı başkanlar üzerinden yapmak lazım.

Şurasını inkar etmek mümkün değil, Aulas Fransa’nın en sevilen başkanı değil, hatta Aulas ile toplumsal sempatiyi aynı cümlede kullanmak bile abes olur ama biz de başkanımız Türkiye’nin en sempatik başkanıdır diyemeyiz. Yani “Aulas’ın yaptıklarını yapsaydı Türkiye’nin en sevilmeyen başkanı olurdu” diye rahatlamak da mümkün değil, Yıldırım Aulas kadar başarı elde etmeden de yeteri kadar antipati toplanabileceğini herkese gösterdi. (İşin bu noktasında hiçbir başarı elde etmeden de en çok nefretin toplanabileceğini gösteren Yıldırım Demirören’in kendine has bir başarısı olduğunu söylemek gerekir)

Aulas, önce bir endüstriyel futbolun bir parçası. Milyar dolar sahibi işadamlarının (kimi zaman şeyhlerin) futbol takımlarına sahip olarak onları sübvanse ettiği bir çağda, Aulas’ın ekonomik yaklaşımı takımın kendi kendine yetebirliği ilkesine dayanıyor. Aulas sürekli ve agresif bir şekilde kulüp gelirlerini arttırıyor ve işin şemasını çoktan öğrenmiş, daha çok gelir, daha iyi futbolcular, daha iyi futbolcular daha çok başarı, daha çok başarı daha çok gelir demek. Burada kritik faktör, Aulas’ın bir “yönetici” olarak bu döngünün sürekliliğini ve devamını sağlamaya yönelmesi, milyar dolarlık iş adamları ise bu döngüye dışarıdan para enjekte ederek esasında kulübün kendi kendine yetebilirliğini baltalamaktalar.

İkincisi, Aulas, akıllı bir yatırımcı. Son dönemlerde kulüpten bir çok yıldız gitmesine rağmen iyi yatırımlarla yeni yıldızlar ve ihtiyaçlara uygun futbolcular bulan bir mekanizma elinde bulunmakta. Dolayısıyla Aulas, Yıldırım’ın tersine, kendi başına, kendi karar verdiği futbolcuları, canı istediği gibi alacağına, bu işi çoğunlukla profesyonel mekanizmaya bırakmayı tercih ediyor. 87 sezonundan beri Aulas her sezon takımı genel olarak geliştiriyor. Beklentilere uygun futbolcular alınıyor, her sezon takımın ihtiyaçları ve hedefler belirlenip buna göre transfer politikaları geliştiriliyor ve her sezon bu tekrar ediyor.

Aulas’ın genel ilkeleri ve agresif stratejileri “burjuva ahlakı” içerisinde değerlendirilebilir, nihayetinde burada “burjuva”, “kar maksimizasyonu”na denk bir talep içerisinde kendi “kurumuna” yatırım yapmakta, elde ettiği gelirleri arttırmakta, elde ettiği gelirlerle ürününü geliştirmekte ve pazarda daha büyük pay elde etmektedir. Böyle bir burjuva ahlakından geçmiş şahsın ise, ürün üretim sürecinde süreç yönetimi dışında profesyonellere güveneceği, genel olarak amacına ulaşmak için “basiretli bir tacir” gibi davranacağı, “Pazar kayıplarına” denk gelen sorunlar karşısında açık ve şeffaf iş yönetim süreçlerinden istifade edeceği (iç eleştiri mekanizmaları, profesyonel değerlendirmeler, sorun tespiti ve kriz yönetimi gibi) dolayısıyla tanımıyla bir modernist, sanayi toplumu sonrası homo economicus filan olması ise bir öngereklilik, zaten endüstriyel futbol içerisinde varolmak ve bu varoluşu başarıyla devam ettirmek isteyen herhangi bir kulübün sahip olması gereken niteliklere dönüşüyor. Bu noktada kurumsallaşma, profesyonelleşme ve genel hatlarıyla modernizasyon bir takım romantik hayalleri, amatör istekleri yok etmiş ise de, nihayetinde zaten saha şartları estetize edilmiş romantik ideallere müsait değil, hakemler sürekli profesyonel düdükler çalıyor.

Yıldırım? Denizli maçından sonra aniden istifa edebiliyor, bir ay boyunca taraftarı da yalvartabiliyor, aniden ve gelişigüzel yapılmış transferler, birden verilen fevri kararlarla gönderilen teknik direktörler, planlama ve projelendirme eksiklikleri, yatırımdan yalnızca stadyum kapasitesinin anlaşılması, taraftar ilişkilerinin sürekli baltalanması, soyunma odasında yaşanan azizsilinler ve nicesi Aulas’ın başarmasına sebep olan hangi faktöre denklenebilir? Aulas tam da bu faktörler sebebiyle, bunlar varolduğu ve bunları sürekli bir şekilde uygulayabildiği için 7 sene üstüste şampiyon olan, Monaco, Marseille, Paris Saint German vesaire gibi takımları sürklase eden, liginin kralı bir takım kurabilirken, çok daha büyük potansiyellere sahip Yıldırım, Aulas’a yaklaşabilecek bir yönetici olmadığından, Galatasaray, Beşiktaş gibi takımlar ekonomik açıdan tarihlerinin en zor zamanlarını yaşarken dahi ligi domine edemiyor, kadro istikrarını sağlayamıyor, en iyi oyuncularını gönderirken onların yerine ancak yarı kalitede futbolcular monte ediyor. Üstelik Aulas’ın tersine, Yıldırım giden bu kaliteli oyuncularından para da kazanmıyor.

Farkındayım ki Aziz Yıldırım dönemi ve bizzatihi şahsı Fenerbahçe’lilerin gözlerinde eşi benzeri bulunmaz bir yere sahip. Yaptıkları vefa duygusu içerisinde övülüyor ve kazandırdıkları sebebiyle büyük bir dokunulmazlığa sahip, toz kondurulmuyor. Amma ve evvela, Türkiye’de muadilsiz olması tüm dünyada muadili olmadığı anlamına gelmediği gibi, muadilleri içerisinde imkanlarına göre başarılı olup olmadığı, başarılı ise ne derece başarılı olduğu sorusu da ortada duruyor. Yıldırım Aulas kadar başarılı mı? Hayır. O halde kendisinin önünde mükemmel bir şans var, bu başarıları elde edebilecek birine destek olma ve yol verme ferasetini göstermesi, şimdiden heykeli dikilecek adamdı, bu sayede tarihe hayal dahi edemeyeceği kadar iyi geçebilir.
Devamı ...

25 Mart 2009

Play-off'lar Başlarken


play off

Nisan ayı yaklaşıyor erik ve çağlanın marketlerde ve tezgahlarda görünmesi kadar insanı heyecanlandıran şeylerden bir tanesi de play- offlardır bu ayda. NCAA final fouru, ardından 15 Nisan’dan sonra NBA play-off ları, Euroleague sekizli final maçları ve final four ve yerel liglerdeki play-offların heyecanı hepsi Nisan’da bizi bekliyor.

İlk play off yolculuğumuz yarın bayan basketbol takımının maçıyla başlıyor. Normal sezonu yine yeniden 1. bitirdik. İlk turda Panküp Ted Kayseri Kolejiyle oynuyoruz. Seriye 1-0 önde başlıyoruz. Seçimler nedeniyle Caferağa’da oynayamadığımızdan Pamukspor’un ucube parkelerinde oynayacağız birinci maçı. İlk maçı kazanırız bir şekilde ve 2-0 a getiririz. Kayseri’de hemen kazanıp seriyi bitirmek lazım.Yarı finalde Beşiktaş-Galatasaray eşleşmesinin galibiyle oynayacağız. Bu seriye de Galatasaray’ın 1-0 önde başlayacağını belirtelim. Galatasaray da bu turu geçip yarı finalde bizim karşımıza gelecektir. Son iki yılki Galatasaray-Fenerbahçe finali bu sene olmayacak. 1-0 önde başlayacak olmamıza rağmen Galatasaray maçlarının hiç de kolay geçmeyeceğini özellikle yerli oyuncular konusunda Galatasaray’ın bizden daha derin bir kadroya sahip olduğunu düşünüyorum. Eğer şu iki üç maçtır Okan Çevik’in gelmesiyle yakalanan kimyayı sürekli kılabilir ve Caferağa’da sakin kalabilirlerse işimiz epey zorlaşır. Geçen sene Pondexter’in verdiği katkıyı ne Nicole ne Katie Smith verebiliyor umarım play-offlarda açılırlar. Hücumda zaman zaman kilitlenmemiz yarı finalde atmosferi yüksek bir Galatasaray maçında ve finaldeki Samsun deplasmanında(Samsun basket bu sene büyük ihtimalle final oynayacak)bize zor anlar yaşatabilir. Galatasaray maçları sırasında daha ayrıntılı bir bakış atarız seriye şunu da belirtelim eğer Galatasaray-Beşiktaş eşleşmesinde bir sürpriz olur ve Beşiktaş çıkarsa yarı finalde karşımıza seriye 1-0 geride başlayacağız ve o zaman ligdeki bu iki tuhaf Beşiktaş mağlubiyetinin şaka olmadığını acı bir şekilde kabul etmek zorunda kalacak oyuncularımız.

Gelelim voleybola bu sene istikrarsızlık konusunda futbol takımından bile daha üstünler hem bayan hem erkek takımımız. Bayanlar normal sezonu 4. bitirdi. Ligin ikinci yarısında kısmi bir düzelme var. Mamadova’sız Telekom u ve Eczacıbaşı’nı yenmeyi başardık arka arkaya. İlk turda Ereğli Belediyesi ile oynayacağız, iki galibiyete ulaşan yarı finale çıkacak. Ligin ilk yarısında kendi sahamızda Ereğli’ye yenildiğimizi hatırlatalım ki pek kolay olmadığını görelim bu serinin de. Yarı finalde yüzde 99 rakibimiz Vakıfbank olacak. Bayan voleybolunu maç maç değerlendirmek hatta bırakalım maçı set set değerlendirmek bile çok zor. Oyun içinde inanılmaz iniş çıkışlar oluyor. Normal şartlar altında cereyan edecek bir maçta eğer iki liberomuz standart bir maç oynayıp saçmalamazsa ve pasörümüz biraz iyi oynarsa her takımı yenebiliriz. Ama özellikle pasör konusunda Oksana’ya güvenmiyorum. Uzun boyu nedeniyle zaman zaman bloklara yardımcı olsa da asıl yapması gerekeni yani takım içi organizasyonu çok da iyi yaptığı söylenemez. Seda ve Eda bu kadar istekli ve formdayken onlara ayak uyduramayan Anna yerine daha kaliteli bir yabancımız olsa bu sene şampiyonluk için çok daha fazla ümitli olabilirdik. Vakıfbank karşısında herşeye rağmen pes etmeden gerekirse 5. maça uzatabilirsek seriyi(yarı final ve final kazanılmış 3 maç üzerinden) seyircinin de devreye girmesiyle finale uzanabiliriz.

Erkek voleybol takımı geçen sene çifte kupalı bir sezondan sonra bu sene normal sezonu 5. bitirdi. Ve daha ilk turda gayet güçlü bir Halkbank’a karşı oynayacağız. Bu takım ilk turda iki maçta da Halkbank.’a yenilip elenip gidebilir ama tüm maçlarını kazanıp şampiyon da olabilir.

İstanbul’da Arkas’ı 3-0 yenip 3 gün sonra SGK’ ya yenilen bir takımdan söz ediyoruz. Grbiç in kısa aralıklı maçlarda yaşından dolayı yaşayacağı sıkıntı Coskoviç’in henüz geçen seneki havasında olmaması Billings’ten katkı alamamak takımın ciddi sorunları. Emre’deki müthiş gelişim, Arslan’ın hırsı, organizasyonu ve servisleri bir yerlere taşıyabilir bizi. Voleybolda seyirci basketboldan bile önemli ve etkili, bizim hem bayan takımı hem erkek takımı kesinlikle seyirciyle havaya giren takımlar, eğer şu salonların dolacağını bilsem normal sezonu 5. bitirsek bile hem Halkbank’a hem Arkas’a karşı serileri geçebileceğimizi iddia edebilirm. . Ama maalesef salonlar boş olacak. Yeni yapılan TVF 50.yıl salonundaki maket seyircileri boşuna koymamış voleybol federasyonu.

Vira bismillah diyerek başlayalım, üzerinde sarı –lacivert forma bulunan hangi takım olursa olsun o maçta iddialıdır. Nisan ayı sonunda erik,çağla ve limonlu dondurma üçlüsünün eşliğinde play off finallerinde sarı-lacivert formalar görme dileğiyle.
Devamı ...

Crisis In Burma



CRISIS IN BURMA from Scott Denton on Vimeo
.
15 Ağustos 2007 tarihinde Burma'da halk "Devlet Güvenlik ve Kalkınma Komitesi" adı altındaki Cunta'ya karşı ayaklandı. Öğrenciler, kadınlar, politik aktivistler ve Budist Rahipler tarafından örgütlenen isyan, aylarca sürdü. Cunta, binlerce kişiyi öldürdü, insanlık dışı muameleye tabi tuttu ve isyanı bastırdı. Safran Devrim, binlerce insan yaşamından olmasına rağmen başarısız oldu. Devlet Güvenlik ve Kalkınma Komitesi, hala görevde.

Devamı ...

24 Mart 2009

George Best Superstar


george best

Fotoğrafta George Best dünya güzellik kraliçesi Mary Stavin ile beraber. "I always had a reputation for go missing, Miss England, Miss UK and Miss world" diyor. Gazza yazısından sonra haftada bir George Best anektodu yayınlamayı düşünüyordum. Ancak bu anektodu bekletemedim.

Michael Parkinson soruyor, "Maçın başlamasına en yakın ne zaman biriyle seviştiniz?" el cevap "Eee.. Aslında.. Devre arasında.."

Büyüksün.

Devamı ...

TV'nin Kaçık Soytarıları


luis aragones

Bursaspor maçından sonra Aragones bir basın toplantısı düzenliyor. Görüntülerden anlaşıldığı kadarıyla da konuşurken arada bir kaşınıyor. Buraya kadar inanılmaz, akıl almaz bir durumla karşılaştığını iddia edebilecek biri herhalde bu diyarlarda yoktur, zaten olmaması da gerekir, o tip adamları hayatımızın sirki olan televizyonda yorumcu yapıyorlar. Ahmet Çakar, bu görüntüleri “incelemeye” tabi tutmuş, Kanaltürk’teki programdaki iki ileri bir geri oynatıp soruyor: “Aragones neresini kaşıyor?”

Rezillik de nihayetinde bir sınır belirtmektedir. Biz rezillik tabirini kullanırken esasında normal ve düzgün bulduğumuz bir noktayı referans alır, yapılanı o noktayla karşılaştırır nihayetinde o karşıtlıktan da bir sonuç elde ederiz. Bir futbol programı için düzgünlük kriterini futbol analizi noktası üstünden kabul edelim. Buna göre programa katılanlar sahadaki olayları, taktikleri, pozisyonları, stratejileri tartışacaklar, buradan bize duymadığımız, bilmediğimiz kamuoyu olarak da bilmemiz gereken bir takım şeyleri göstereceklerdir. Şimdi alacağımız sabit nokta buysa, Aragones’in neresini kaşıdığı tartışmasını bundan yola çıkıp bir şeyle tanımlamamız gerekiyor, yemin ederim rezillik de bunu karşılamıyor. Rezillik futbol dışında bir takım olayları tartışmak olabilir, rezillik futbol ile gene kesken alaka ama bir yerden rabıtalı bir durumu masaya yatırmak olabilir ama bir maçın tamamını esgeçmek, o maçla ilgili teknik taktik hiçbir şey tartışmamak, basın toplantısında söylenenleri tamamen konu dışına bırakmak ve “nereyi kaşındığına” odaklanmak rezillikten de başka bir şey, ondan da daha alçak bir seviye.

Ahmet Çakar diyor ki

Kahvelerde kurnazlar yapar, veya çorabının içine sigara taşıyan yancılar vardır. Üzülüyorum bu adam Fenerbahçe teknik direktörü. Benim gördüğüm şu cinsel uzvunu veya civarındaki bölgeyi kaşımak, okşamak görünür o. Siz bacak diyorsunuz ben cinsel uzvu diyorum. Kusura bakmayın oraları kaşıyan okşayan teknik direktör görmedim kardeşim.
Yahu Luis Aragones bu takımın başına geçtiğinden beri kendisine “dede” lakabı takılıp alenen alay edildi. Bu adam çattadıkapıspordan Fenerbahçe’ye gelmiş değil, İspanya Milli Takımı’nın Avrupa Kupasını kazanan teknik direktörü. Bu adam, kariyerinde Barcelona’yı çalıştırmış, Atletico Madrid’i çalıştırmış, Valencia’yı çalıştırmış. Bu adam teknik direktör olarak La Liga şampiyonu olmuş, İspanya kupasını 3 kere kaldırmış ve bizim kariyeri FIFA hakemi olmaktan mürekkep “futbol yorumcumuz” bir senedir süren “Aragones gönderilsin”den ibaret “analizine” Aragones’in cinsel uzvunu kaşıyıp kaşımadığı boyutunu ekliyor. Çünkü çapın bu. Çünkü biliyor ki, Aragones’in “teknik direktör” olmadığını iddia edemez. Mazallah o kaldırdığı kupa adamın gözleri önünde canlansa içinde patlar, la liga şampiyonluğu aklını alır, bunca başarı üstüne gidip Ahmet Çakar nasıl strateji tartışsın, hayatında yapmamış, yapamamış Aragones’e mi dil uzatacak?

O zaman işte soytarılık geliyor. Aragones Fenerbahçe teknik direktörü olmasa yanyana fotoğraf bile çektiremeyecek bu adam kalkmış, bir programda Aragones’in neresini kaşıdığını tartışıyor. Ben söyleyeyim, sizin içinizi kaşıyor kardeşim bu adam. İmzalı fotoğrafını alsanız çerçeveletip başucuna koyacağınız insanlarla bir vesile yanyana durabilmek, bir vesile onları “eleştiren” pozisyonunda olabilmek bahtını yaşadığınız için içinizi kaşıyor. Onun kalibresi, onun seviyesi o kadar yüksek ki, televizyonda görüntünüz yanyana geldiğinde bile artık uluslar arası bir değeriniz, bir ederiniz oluyor. Dünyanın neresine giderseniz gidin o görüntüyü gören biri sizi “Aragones’in yanındaki adam “diye anar ve bu da sizin hayattaki en büyük başarınız, tebrikler o kadraja sığdınız.

Del Basque’lar, Daum’lar, Zico’lar, Gerets’ler. Hakaret etmediğiniz adam bırakmadınız. Del Basque manav, Daum köylü, Zico stajyer oldu. Nasıl insanlarsınız ki size göre Real Madrid teknik direktöründen, dünyanın en büyük 10 futbolcusundan birine kadar kimse futboldan anlamıyor? Siz nasıl bir şeysiniz ki sizden başka futbol bilen yok, sizden başka futboldan anlayan yok ve herkese hakaret etme, alay etme hakkına da sahipsiniz. O kadar biliyorsunuz ki, futbol tartışma zahmetine bile girmiyorsunuz? Analiz yok, değerlendirme yok, bütün bir program süresi boyunca sadece hakaret, yalnızca alay, kavga nümayiş. Siz nasıl insanlarsınız ki, alenen bir futbol programında oturup bu görüntüleri yayınlıyor, geri ileri oynatıyor, hakemlerden federasyona, teknik direktörleredn futbolculara, başkanlardan masörlere kadar herkese saydırıyorsunuz? Yahu kendini kaybedip “Shaq adamsa Miami’yi şampiyon yapsın” diyen hallerinizi hiç düşünmeden, Aragones’i böyle eleştirmekten az biraz utanmıyor musunuz? Akıl baliğ olmanız bile kanuni bir karineden ibaretken, aksini kabul etmemiz için bu kadar çalışmanız normal mi yani?

Hanedanlık gibi. Şu rezaletler, şu kahvehanelerde yapılmayacak sohbetler yüzünden para kazanıyor, şu kendini bilmez, umursamaz, insanların manevi itibarlarına, yaptıklarına ve bütün olarak varlıklarına karşı saygısız lafları gayya kuyusunun dibinden çıkartıp sunduğunuz için gazetelerde, televizyonlarda çarşaf çarşaf resimleriniz çıkıyor. Mutlu musunuz yahu? “Ben bugün bunu tartıştım” , “Ben de bugün bunu söyledim” diye gururla evinizden çıkıyor, gazeteyi açıyor ve fotoğrafınız onun fotoğrafı yanında gözüktüğünde gülümsüyor musunuz? Onun yaptıklarının, onun futbola kattıklarının 500 de biri kadar bir değeri olmayan bu futbol kariyerinizi düşünükçe hiçbir eziklik hissetmiyor musunuz?

Nesiniz abicim siz, televizyon sirkinin kamuya açık delileri mi? Yeni şarlatanlar, kostümlü soytarılardan mı mürekkepsiniz? Arenadaki gerçek kahramanları aşağıladıkça, bir kahramanın olmadığını herkesin soytarı olduğunu gösteriyorsunuz belki ama, günün sonunda hep aynı sıfatla yatıyorsunuz yatağa, soytarı sizsiniz, gerçek ve hakiki soytarılardan ibaretsiniz.

Devamı ...

Daum - Zico - Aragones


daum

Antu bir zamanlar şimdikinden çok daha güzeldi. Futbolu çok iyi bilen insanlar vardı, futbolu okuyup yazıyorlardı. Ortam kalabalıklaştı, kalite vasatlaştı, eski iyi yazarların çoğu gitti, kalanlar da arada bir yazıyor fakat yazıları o kadar patırtı gürültü içinde kayboluyor. Bu kalan üç beş yazarın yazdıklarını kaçırmamak için girip yazılarını arıyorum. Şu aşağıdaki yazıya da o şekilde denk geldim. Daum'un mirasının yenip yenmediği üzerine bir tartışma. Yazı Daum ve Zico'nun sistemlerinin farklı olduğu tespitine cevaben yazılmış. Yazarı DraganStojkovic, yazının linki de burada, ikinci mesaj. Bugünlerde teknik konularda yazmayı düşünüyordum, bu yazı takımın geldiği noktayı çok iyi analiz ediyor. Bu yazılar için başlangıç noktası olsun.

Sablon aynidir. (Zico ve Daum'un oyun şablonları)

Anlayis farklidir. (Zico ve Daum'un oyun anlayışları)

Daum Rinus Michels´in yaninda yetismis biri olarak "modern total futbol" anlayisini benimsemisti.

Modern total futboldan kastim‚ total futboldaki gibi toplu savunma‚ toplu hucum anlayisi‚ bunu gerceklestirmek icin bir futbolcunun mac icinde rotasyonlarda bulunarak gerektiginde 2-3 mevkiden birinde oynayabilmesi ve bunu gunumuz futbol sartlarina uygun bir saha ici dizilisle gerceklestirmekten bahsediyorum. (Daum´un zamaninda Koln´u calistiran Michels´in yaninda yetismis olmasi da tesaduf degildir zaten)

Simdi adam ortada boyle bir sistem kurmak icin ugrasti. Ote yandan bunun farkinda olmayan yonetim‚ sisteme aykiri‚ sadece sov amacli bir Anelka transferi yapti ki tarihimizin en buyuk kirilma noktalarindan biridir bu. Daum´un en buyuk yanlisi da biraz idari maslahatguzar olmasiydi. Bu transfere karsi resti cekemedi‚ cekemedigi gibi kadroda Anelka´ya yer acmaya calisti ve o siralar tamamen sekillenmis ve kati bir yapiya kavusmus olan 4-2-3-1 sablonu yumusak‚ asimetrik bir 4-2-2-2´ye donustu. 2005-06 sezonundaki calinan sampiyonlukta hirsizin suclari haricindeki en buyuk problem de buydu zaten.

Neyse...

Oyle ya da boyle o sezon sonunda bu adam gitti.

Cok cok buyuk bir hata yonetim adina...

Ama yonetim bazi seylerin azicik farkinda olsaydi‚ o zaman Daum´un yerine o duzeni benzer sekilde devam ettirebilecek birini getirebilirdi en azindan. Onlar gidip Zico´da karar kildi oysa ki Zico Japonya mill takimini yer yer 3-4-1-2‚ yer yer 4-3-1-2 oynatan‚ total futbol anlayisina da uzak duran birisiydi.

Zaten Zico ilk geldiginde garip bir 4-1-2-1-2 uygulamasina kalkismisti ve o sezon da tipki bu sezon gibi ikramci rakipler olmasa daha Kasim ayinda lige havlu atabilirdik.

Neyse ki Zico ogrenmeye acik bir yapiya sahipti ve oyun anlayisi acisindan olmasa da en azindan sablon acisindan Daum´dan kalan yapiya dondu. Ondan sonra da belimiz dogrultu.

Gecen sene de 100. yilda yaptiklarinin ustune koymustur Zico. Bunu isin icine hic Avrupa´yi katmadan soyluyorum. Avrupa´da cunu her seye ragmen 10 yilda gelebilecek bir basari elde ettik ve bunda on elemede Liverpool veya Milan yerine Anderlecht´le eslesmekten tutun‚ 2. turda Man Utd veya Barcelona yerine Sevilla ile eslesmeye varana kadar bir kura kismeti dahi etkili olmustur. (Yani bugun bircok kisi oynanan oyundan ziyade direkt "ceyrek final" payesine bakip gecen seneyi ovuyor‚ kuralar bahsettigim yonde gerceklesmis olsa belki de Avrupa acisindan cok fazla uzerinde durulmayan bir sezon gecirmis olacaktik ayni kisilerin gozunde)

Ancak yonetim Zico´nun ilk senesine gore daha fazla ileri gittigini de goremeyip bir yanlis daha yapti. Onu da gonderdi.

Simdi bir parantez daha acmak lazim. Daum´un Avrupa´daki en buyuk basarisizliklarindan biri oyun sablonu degil‚ anlayisiyla alakaliydi. O gune kadar aralarinda dogru durust top yapamamis oyunculara toplu savunma toplu hucum gibi oturtmasi cok zaman alacak bir anlayisi hemen uygulatmaya kalkti (sirf oyun ici rotasyonlarin kusursuz hale getirilmesi bile aylar hatta yillar alir bu anlayista) ve uygulamadaki aksakliklar da ters sonuclari beraberinde getirdi. Ozellikle hucumda yuklenmeye calisirken kaptirdigimiz toplarla saskin gibi yakalanip yedigimiz goller buna bir isarettir. Zico ise takimi daha sakin‚ daha kontrollu‚ her seyden once top kontrolunu elinde tutmaya calisan‚ top rakipteyken de tempoyu dusurup alan daraltmaya calisan bir yapida oynatti ki ligde cogu macta tikanmamizin ama Avrupa´da da bircok macta eskiye gore daha iyi sonuc almamizin nedenlerinin basinda bu geliyordu. Zico ile devam edilseydi adam belki yavas yavas o modern total futbol anlayisini da uygulamaya baslayacakti‚ zira Daum gibi aceleci bir yapisi yoktu Zico´nun ama akilli adamdi. Takim bazi seyleri uygulamaya basladiktan sonra bu girisimde de bulunabilirdi Zico ile...

Yonetim teknik acidan hicbir seyi goremedigi gibi bunu da goremedi.

Sonra 4 senedir Ispanya milli takimina‚ bizim 5 senedir uyguladigimiz sablonun disinda bir sablon uygulatan ama biraz da eldeki oyuncularin ustun meziyetlerinden oturu modern total futbol anlayisini o takimda gayet iyi uygulayan bir Aragones getirildi.

Bastan beri bu noktadaki yanlis suydu: Aragones´in kafasindaki bu farkliliklari takima uygulatacak kadar zamani olamayabilirdi cunku adam 70 yasindaydi. Ayrica Zico ile zaten belli bir noktaya gelinmisken silbastan yapmaya gerek yoktu ki bunun en iyi ornegi de Daum ile belli bir noktaya geldikten sonra Zico ile silbastan yaparak kaybettigimiz zamandi. Yine bu dogrultuda Aragones ile israrla devam edersek daha iyiye gidebilecegimiz sonucunu cikarabiliriz ama az once de dedigim gibi bir kere adamin yasi musait degil buna. Aragones´i acik acik onun kuracagi sistemi ilerletecek bir halefle birlikte getirselerdi ve bu konudaki planlari herkesle paylasip sabir isteselerdi belki su ankinden cok daha sakin olabilirdi bir kesim‚ en azindan benim gibilerin icinde bulundugu bir kesim.

DraganStojkovic, (23.03.2009 23:18) - Antu
Devamı ...

23 Mart 2009

Gazza


paul gascoigne

"Bir gün Gazza'ya dönüp dedim ki "IQ'un forma numaran kadar bile yüksek değil." Sustu. Sonra sordu "Abi IQ ne ki?"
George Best


Devamı ...

22 Mart 2009

Crouch ve Abbey


abbey clancy

Abigail Clancy 1986 doğumlu, 23 yaşında, model. Tabi kendisini bu sebeplerle tanıyor değiliz. Abbey Petr Crouch’un sevgilisi. Geçen sene en seksi futbolcu sevgilisi olarak seçildi, uyuşturucu kullanırken çekilen fotoğrafları yayınlandı, “Crouch bana yüzde yüz destek oldu, birbirimizi seviyoruz, geçmiş günler, gençlik” filan gibi açıklamalar yaptı. Ben sadece Crouch’un bizim takımla anlaştığı haberini okuduktan sonra Petr’a saydırmanın verdiği rahatsızlıkla, Crouch cephesinde güzel şeyler de oluyor demek için kendisini buraya ekliyorum. Bir de futbolcu sevgilisi olarak anılmak istemiyormuş, Onur kendisini tam istediği gibi anacaktır, eminim.

Devamı ...

Arda Galatasaray'ın Kutsal Kasesi mi?


arda turan

Hamburg maçından çıkıyor, takım 2 – 0’dan 3-2 yenilmiş, üzüldüğünü, bunaldığını dermansız dertlere gark olduğunu kabul ediyoruz, bir basın mensubuna açıklamada bulunuyor. “1-1'in rövanşında 2 gol atıyoruz. Ve bunu koruyamıyoruz. Sonra bir gol yedik. Ve sanki turu vermiş gibi oynamaya başladık. Böyle durumlarda daha karakterli oyuncular olmamız lazım. “

Bunu dediği takım, geçen sene “ruh” kelimesiyle beraber kurulabilecek her cümlenin adıyla yanyana anıldığı takım. Bundan daha 10 ay önce fakru zaruret içerisindeki “iman” sahibi “türk” oyuncuların şampiyonluğu “güçlü, zengin, kudretli ve yabancı” Fenerbahçe’nin elinden imanlarıyla alışları desta gibi anlatılıyordu. “Ruh” üst başlıklarının yanına Aykut'un “Bugün bir tek G.Saray şampiyon olmadı, Türkiye de şampiyon oldu. Türk futbolcuların olduğunu gösterdi. Sadece G.Saray bayrağı için değil, Türk bayrağı için de mücadele vereceğiz” demeci ekleniyor, Hasan Şaş, soyunma odasında yaptığı “11 Fenerbahçeli futbolcu halimizden anlamaz” başlıklı manifestosunda “Galatasaray’ın çıkıp kazandığını” gazetelerden bildiriyordu.

Ne oldu da 10 ay önce taraftarı tarafından neredeyse Türkiye’nin tek ve yek “ruh sahibi” takımı ilan edilen bu takım karakterini kaybetti? Ne zaman az karakterli oyuncular olundu? Herhalde bunu Hamburg maçında yuhalanan Hasan Şaş’a veya yerini bir “yabancı”ya kaptıran Aykut’a da sormak lazım. Türk oyuncuların ne olduğunu kendi başkanına bile gösteremeyen Aykut’un söyleyecek çok şeyi olmalı.

Ancak diğer cümle daha ilginç, Arda diyor ki:
Taraftarlarımızdan özür diliyoruz. Söylenecek çok fazla şey yok. Keşke herkes bizi destekleseydi. Bölünmeseydik. Final Kadıköy’de diye bazı insanların yüreğine iniyordu. Keşke final Ali Sami Yen’de olsa da Fenerbahçe ya da Beşiktaş final oynasa. Çok fazla bir şey söyleyip bu üzüntüyle kimseyi kırmak istemiyorum


Bu demeç üzüntüden veya memleketin klasik özrü olan “o anın psikolojisi”nden kaynaklanıyor olabilir ancak bir zihin yapısını da ortaya koyuyor. Arda’ya göre Galatasaray’ı rakipleri desteklemedi, başarısızlığın sebebi de bu desteğin gelmemesi, oysa onlar destekleseler ve bu kadar “korkmasalar” Galatasaray başarılı olabilirdi. Ama ne oldu? Onlar Galatasaray’ın başarısından korktular, destek göstermediler. Arda, muhteşem hasletlere sahip bir insan olarak, rakiplerinin de başarısını isteyebilecek ali cenaplığa sahipken onlar bu alicenaplığa da sahip değiller. Yani Arda ve şahsında Galatasaray ile rakipleri arasında bir fark var, Galatasaray iyi hasletlerle donanmış ve herkesin iyiliğini isteyen, herkese de bu sebeple destek sunan ve (bölünmek sebebiyle başarısızlık geliyorsa desteklemek sebebiyle de başarı gelecektir) onların başarılarında da paydaş iken, rakipleri kötü hasletlerle donanmış, kendilerine köstek olan insanlar.

Ancak ortada çok temel ve göz ardı edilemez bir gerçek var, rakiplerin desteklememesi sebebiyle Galatasaray yenilmiş değil. Galatasaray üç dakikada 2 gol yediği, demoralize olduğu, sahada doğru düzgün bir tane bile stoperi olmadan maça çıktığı için yenilmiş. Ve eğer Arda takımlarının final oynayacağına inanmayan birilerini arıyorsa önce yönetime bakmalı. Bir yönetim böyle bir maçtan önce takımdaki sağlıklı tek stoperini satıyorsa bu ancak bir tek şeyi gösterir: takımlarının final oynayacaklarına inanmadıklarını! Takımının final oyayacağına inanırken hangi yönetim takımdaki bütün stoperler sakatken ve bunların sakatlıklarının Hamburg maçına kadar iyileşmeyeceği bilinirken stoperlerini satar, neden finale kadar çıkacak bir takımın elde edeceği milyonlarca dolara mani olur?

Ancak bu durumda bile Fenerbahçe’yi işaret etmek, suçu Fenerbahçe’ye yüklemek, desteklenseydik neler yapardık diye hadi ağlamak değilse de sızlanmak sağlıklı bir psikolojiye dalalet etmiyor. Adam gibi top oynayaydınız, kazansaydınız. Biz, takımımızın kaybettiği her maçtan sonra Fenerbahçe’nin hiçbir şart ve koşul altında kaybetmesini kabul edemediğimizden, kaybedecek bir kadroyu yapanlar olarak yönetimi de işin içine katarak derinlemesine eleştirirken, bu kadar basit, bu kadar çocukça bir suçlamanın bu kadar rahatça ileri sürülebilmesi camiada bu suçlamaların da genelleştiğini, normalleştiğini göstermiyor mu? Hadi bütün galatasaraylılar böyle şeyleri kanıksamış ve rasyonel eleştiri yapabilme gücünden muaf değilse de ortada gördüğümüz portre böyle bir algı sahasına işaret etmiyor mu? Mesela njoysoccer’da konu hakkında yazılan yazıya “saçmalamışsın” diye yorum geliyor, aklı başında diye kabul edilebilecek pek az Galatasaraylının blogunda da konu hakkında bir kelam ediliyor. Ancak doğrusu ortada, Arda deli gibi, çılgın gibi saçmalamış. O kadar kesin ve net saçmalamış ve bu o kadar içten bunun doğru olduğuna inanıyor ki, Fenerbahçelilerin Galatasarayı neden desteklemesi gerektiğini, bu maçla bunun ne alakası olduğunu, kendi yönetimi “Kadıköy’de Final” sloganını bayrağa çevirmiş sallarken karşı takım taraftarına esasında ne demek istediğini bile görmezden gelebiliyor, bütün bunları hak görüyor. O kadar derin saçmalamış ki, saçmalığından asla tereddüte düşmüyor.

Ve sonra, tek bir eleştiri gelmiyor.

Arda Galatasaray’ın kutsal kasesi mi sorusu da burada anlam buluyor, Galatasaraylılar için Arda’nın özel anlamlar ifade ettiğini anlayabiliyorum, kulüpte yetişmiş bir oyuncu, lider özellikleri var, yetenekli ve seyircilerin seyretmekten zevk alacağı tipte bir futbolcu. Ama bu artık bir fenomene dönüştü, Arda dokunulmaz, Arda övgüler üstünde yükselen bir hayal kahramanı gibi. Arsenal, Bayern Münih, Juventus, Milan hepsi Arda’yı istiyor, dünyanın en büyük genç yeteneği! Hatta şu haber oluyor:[1] Arda, IFFHS’nin sitesinde yaptığı yılın futbolcusu anketinde David Beckham’ın 7 sıra üstünde 32. Sıradaymış. Listenin birincisi Oscar David Souza, ikinci Al Ahly takımında oynayan Mohammed Aboutreika. Arda Gerarrd, İbrahimoviç, Eto’o, Drogba ve tabi Semih’in önünde. IFFHS sitesine bakıyoruz (http://www.iffhs.de/) bizim site daha ciddi, daha kurumsal. Arda’nın bu başarıyı elde etmesini sağlayan oy da çarpıcı, toplam aldığı oy “454”. Kim oylamış? İnternet sitesine girip oy veren herkes. Yani ne nicelik, ne nitelik ne de oylamayı yapan kurum böyle bir haberi hak etmiyor, ama dünyanın yüzüne kurban olduğu Arda’yı övmenin bir sınırı yok.

Üstelik Arda’nın takıma katkısı, istatistiki olarak öyle insanı çılgına çevirecek bir seviyede de değil, geçen sene süper ligde 7 gol atmış 14 asist yapmış, Tuncay da 2005/2006 sezonunda 15 gol atmış 6 asist yapmış. Takımlarına oyun içi katkıları da en kötü ihtimalle denktir. Bu durumda Arda’nın eriştiği bu eleştirilemezlik, herkesin sevgilisi durumunu anlamakta zorlanıyorum, Fenerbahçe tribünlerine son derece Sabri bir hareketle hakaretler ederken, yüzünde tek bir sempati duyulacak yön de göremiyorum. Eğer gol, asist ve “mücadeleci” ruh ise bunca övgünün sebebi, Galatasaray taraftarının kulüpten apar topar bir jübile bile yapmadan gönderilen Bülent, Hakan, Arif ve hatta Hasan Şaş için birer heykel dikmesi gerekir, enerjilerini Arda için çok erken harcıyorlar.

Bu kutsal kase durumu, Arda’ya verilen ölçüsüz haklarla da kendini gösteriyor, eleştirilemez, sorgulanamaz, zorunlu olarak ve herkes tarafından sevilmesi gereken biri değil Arda. Galatasaraylılar seviyorlarsa da, gerçekçi bir zeminde, bunu kabul edip Arda’yı sevmeyenin akıl sağlığını kaybettiği gibi bir düşünceden veya bu durumun mutlaka hasetten olduğu sanrısından kendilerini kurtarmaları lazım. Hasan Şaş’ı da sevmedik, Sabri’yi de sevmiyoruz. Arda onlardan bir ton farkıyla önde diye de ona hayran olacak değiliz. Sürekli kramponla delinmiş bacak fotoğraflarını göstermek de sevgimizi arttırmıyor, saha içinde bacağı kırılan futbolcular gördük, Türkiye’ye gelmiş en büyük yeteneklerden ve dünyanın en zarif adamlarından Rıdvan’ın kasten, bile isteye bacağına tekme atılıp futbol yaşamının bitirildiğini gördük, Alex’e her maç yapılan ve geçiştirilen faulleri ve bunun gibi onlarca olayı gördük, bacaktaki krampon izleri ne sanıldığı kadar epik, ne eşsiz, ne de Rıdvan’ın dahi sahip olmadığı bir benzersiz eleştirilemezlik ile herkesin mutlaka sevmesi gereken bir insan figürü ortaya çıkarıyor.

Kutsal Kaseyi Polat satmadan önce müridlerin bunu düşünmesinde fayda var, şeyhleri uçamıyor.


[1] http://www.tumgazeteler.com/?a=4401335
Devamı ...

21 Mart 2009

2006'dan Bugüne


aziz yildirim

2006 senesinden Aziz Yıldırım'la yapılan bir röportaj buldum. İşte burada. Tam da Nisan ayının sonuna denk geliyor. Bunun anlamı şu, röportaj Denizli maçından birkaç hafta önce yayımlanmış. O maç takımın kaderini değiştirdi, o günden beri sallanıyoruz demek asıl meseleyi ıskalamak oluyor, bugün takım sıkıntıdaysa o maçtan sonra yapılanlar sebebiyle. Röportajın kilit cümlelerini okuyup bugün içinde bulunduğumuz durumu yorumlayalım...

“Federasyonun yabancı konusundaki kararı Türk futboluna ihanettir. 18 takımın 9 tanesi ‘Serbest kalsın’ derse, sen de bunu uygulamazsan o zaman keyfi davranıyorsun demektir. Bu yapılan Türk futboluna ihanettir. Aziz Yıldırım ve F.Bahçe’ye değil”

“Yabancıda sınırlama kalksaydı Kore veya Japonya’dan da bir tane iyi bir futbolcu getirecektim. Kafayı kumdan çıkaralım, görsün herkes. İngiltere, Fransa, Almanya gibi ülkelerin federasyon yöneticileri aptal, biz çok bilgiliyiz öyle mi?! ”

”Arnavutluk hariç dünyanın hiçbir yerinde yabancı insanlara kapısını kapatan ülke kalmadı. Bir de Küba var… Yabancı transfere sınır konması konusunda çok şeyler konuşacağım, hele şu maçlar bir bitsin”
Şu anda 8 yabancımız var. Guiza yedek, Maldonado kadroya bile giremiyor, Gürhan oyuna giriyor o giremiyor, Josico olmayan orta sahanın bile 4. tercihi durumunda. Kore veya Japonya'dan alınacak ünlü futbolcu neden Maldonado yerine alınmadı? Yabancı sınırsız olsa kadroya giremeyen kaç yabancı daha alınacak?

“Çünkü bizim Türk oyuncusunun eğitimi yok. Çünkü eğitici yok. Adam alkolik, sigara içiyor, her haltı yiyor, sonra futbolu bıraktığında alıyorsun onu ve hoca yapıyorsun. O da geleceğin Türk futbolcusunu yetiştiriyor!

“Bizim futbolcularımız topa vurmayı biliyor, kafa vurmayı biliyor ama nerede duracağını bilmiyor, yani eğitimi eksik”.
Türkiye'nin en büyük imkanlarına sahip kulübünün başkanı bundan şikayet ediyorsa bu sorunu kim çözecek? Diğer kulüplerin ahlaklı, iyi eğitimli, vefalı, yetenekli, sapına kadar Fenerbahçeli oyuncular yetiştirip bize göndermesini mi bekliyoruz? Bundan mı şikayetçiyiz? 10 senelik periyotta altyapıda ne gibi gelişmeler oldu? Bu sorun biliniyorsa çözülmesi için hangi adımlar atıldı?

“Fenerbahçe’de muhalefet yok. Muhalefeti ne yapacaklar? Var mı yapacak şey, gösterin. Muhalefet yapılması için bazı şeyleri kötü yapman lazım. Neyi kötü yaptık ki neye muhalefet olacak?”
Bugün geldiğimiz noktanın en güzel özeti bu sanırım. Bir insan "ben yanlış yapmam" diyorsa acaba doğru yaptığı bir şey var mı diye iki kere düşüneceksin.

“G.Saray sportif olarak Milan’ı yenmiş, bunu inkâr edebilir miyiz; tarih yazıyor. Eğer G.Saray hazırlıklı olsaydı bu durumlara düşer miydi? Ama onlar hazırlıksızdı. Benim tesadüfi dediğim bu.”

“Avrupa’da başarı için kadro, teknik ekip, yönetim ve başkanda istikrar lâzım. Milan, Barcelona, Real Madrid, Arsenal, M.United hep var. Böyle yapmazsan, ‘Ben bir defa başarılı olayım’ dersen, Steaua Bükreş gibi olursun.”
Bu doğru da, bir sezon Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek final oynayıp ertesinde 2 puan almak istikrar göstergesi mi? Kadro, teknik ekip, yönetim ve başkanda olması gereken istikrar bizde neden sadece başkanda var? Önce Daum, sonra Zico neden gönderildi? Neden 2 sezon üst üste şampiyon olan ve sonra son anda kaçıran takım dağıtılıp transferin son günü yeni takım kuruldu?

“Eto’o’yu elimizden kaçırmadık. Çünkü Türkiye Eto’o’yu bilmiyorken biz biliyorduk. Real Madrid’in malı olduğu dönemde istedik ama gözlerinin önünde olması gerektiğini söyleyip Malaga’ya kiraladılar. Daha sonraki pazarlıkta 10 milyon dolara kadar çıktık ama yine vermediler.”
Neden hâlâ Eto'o o zaman? 4 sene önce ismi gündeme gelmiş? Neden bu ısrar? Neden enerjinizi başka bir oyuncu için harcamıyorsunuz artık? Neden alternatifleriniz yok? Sezon başında Alonso olayı da bunun bir kopyasıydı. Olmayacak hedef için bütün enerjiyi harcayıp neden başka bir alternatif bulmadınız?

“İki yıla kalmadan bitecek bir projem var. Bu proje 2010’a kalmadan F.Bahçe’yi Avrupa’nın bir numaralı kulübü yapacak. Yani her yıl kasasına 400 milyon dolar giren bir kulüp olabiliriz, şimdiden söylüyorum.”
Sene oldu 2009. Bu vaatlerden artık bıkmadınız mı? 2000'lerin başında 100. yılda Avrupa'da final sözü verilmişti. Şimdi kimse hatırlamıyor. 2005'e gelindiğinde olmayacağı anlaşılmış 2010 için aynı söz verilmişti. 2010'a az kaldı ve biz Avrupa Şampiyonluğu hedeflediğimiz seneye yepyeni bir takım ve yepyeni bir hocayla gireceğiz. 2004'e geri sardık. Şimdi hedefi 6 sene daha öteleyip 2015 koyabiliriz. Bu arada basketbol takımı da 2010'da Avrupa'yı sallayacaktı. Onlar da gün geçtikçe erimeye devam ediyor. Orada da hedefi 2015'e çekebiliriz.

Bu röportaj bugün gelinen noktayı çok güzel özetliyor. Bu röportajdan 1 ay sonra Aziz Yıldırım istifa etti. Yaklaşık 1-1.5 ay genel kurul yapılmadı. Bu dönemde takım hocasız ve kulüp yönetimsiz kaldı. Tekrar seçildiklerinde 1 ay daha beklediler ve Zico öyle geldi. Fenerbahçe CL eleme maçına 2 gün kala hocasına kavuşabildi. Dinamo Kiev'e elendik, CL'ye gidemedik, tüm oyuncular Ağustos'un son haftası transfer edildi. Avrupa ve kulüp tecrübesi çok az olan Zico öğrenmeye başlamıştı ki o da kovuldu. En baştan getirilmesi hataydı fakat 2 sene boyunca takımı yönetti. Sonra sil baştan bir daha başlandı. Roberto Carlos, Guiza gibi oyuncular alındı, çok paralar verildi, fakat takımın 2004 senesinden beri sağ kanadı olmadı. Serhat Akın'la başlayan kanadı idare etmeler şimdi Deivid'le devam ediyor. Alınan forvetler sisteme uygun değil, gelen hocaların transferlerden haberi yok. İşte Fenerbahçe'yi yöneten zihniyet bu. Tabii ki yanlış yaptıkları bir şey hâlâ yok.
Devamı ...

Bursaspor 2 - Fenerbahçe 1
TSL 20/03/2009


bursaspor fenerbahçe

NTVSPOR – Mert Aydın
Fenerbahçe geçen hafta olduğu gibi Bursa'da da maçın başında öne geçti. Bunun üzerine yatmaya kalkınca yine son dakikalarda kabus yaşadılar. Tuna ve Ivankov'un golleri 3 puanı Bursa'ya getirdi

Bursaspor, bu sezon çekmedi kimseden Fenerbahçe'den çektiği kadar. Bu sezon 4 kez oyna 4'ünde de yenil. İşte şimdi 5'inci maç! Yen yenebiliyorsan. Ligdeki yenilgide Samet Aybaba vardı. Sonrasında kupadaki 3 yenilgide Ertuğrul Sağlam. İkisinin yaş toplamını ikiye bölün 20 ekleyin Aragones'in yaşına ulaşırsınız. Hem de çocuğunuza OKS sınavı alıştırması yaptırırsınız.
Fenerbahçe geçen hafta Kocaelispor karşısında atıp yatmaya kalktığı için pişman oldu. Ama pişmanlık fayda vermez. Gitti 2 puan. Bursaspor önünde bir galibiyet daha almaları gerekiyor. Tabii şampiyonluk görevini kabul ediyorlarsa. Hem de Alex olmadan.
Maç sabahı Güiza'nın milli takıma seçildiği haberi geldi. Del Bosque belki ciddi anlamda dövizimizi kaptı ama Fenerbahçe'nin moral motivasyonuna katkıda bulunuyor. 4. dakikada Uğur'un pasında bir bacak boyu ofsayt durumunda bulunan Güiza soldan ceza alanına girdi. Daha önce yapmadığı kadar ince bir ayak üstüyle golü buldu: 0-1. En son Bursa kupa maçında gol atmıştı! Ne tesadüf ama!

Tabii Bursaspor pes etmeye niyetli değildi. Hele de Deivid, sakatlığın etkisinden kurtulamamışken. Buna bir de Selçuk'u ekleyin. Geçen hafta taraftarın alkışladığı tek isim olan Deniz ise Aragones'in yanındaydı. 9'da Bekir Ozan'ın uzun pasına Sercan dokunamadı. 18'de Semih'in pasında Güiza çok iyi vurdu. Ama top direğin yanından dışarı gitti.
Bursaspor 26'da Shin'le pozisyon buldu. Ama Volkan ayaklarıyla pozisyonu uzaklaştırdı. 34'te Uğur soldan geldi. Ortasına altı pasın önünde Semih vurdu. Mustafa Keçeli, Allah'a emanet topun önüne atladı ve olası bir golü çıkardı.
49'da Sercan orta saha yuvarlağında topu aldı. Birkaç yıl önce Milano'da Kaka'nın Fenerbahçeli savunmacılara yaptığını yapıp kendisini Volkan'la karşı karşıya buldu. Ama ona çalım atarken ayağından fazla açtı topu. 52'de Volkan kontraya hızlı çıktı. Sağdaki Bekir Ozan'a uzattı topu. Onun şutu dışarı gitti.

58'de soldan geldi Fenerbahçe. Günün adamlarından Uğur soldan fırtına gibi geldi. Ortasına Gökhan Gönül'ün zor vuruşu doğru yere gitmedi. 73'te Volkan Şen sağdan ortaladı. Tigana tarafından Fenerbahçe'ye attığı bir topuk golünden sonra keşfedilen Gökhan Güleç kafayı dışarı attı.
75'te Roberto Carlos frikiği köşeye gönderdi. Bulgar Milli Takımı'na çağırılan Ivankov, bunu hakettiğini gösterdi. 83'te Brezilyalı sol bek çaprazda boş kaldı. Ama bayağı bir yandan auta yollandı top. 84'te Emreciksin sağdan denedi, kaleciye takıldı.
86'da Fenerbahçe'nin intihar planı resmiyet kazandı. Bursaspor serbest atışında Gökhan Gönül'ün kafasından seken top, yakan top oldu. Tuna sert vurdu: 1-1. 90+4'te Sercan seri hareketlerle ceza alanına girdi. Vederson'un rüzgarı hakemin penaltı vermesine yetti. Penaltıcı kaleci, bu ikramı kaçırmadı: 2-1.
Fenerbahçe iki hafta üst üste atıp yatmaya çalışırken yakalandı. İki maçta yapılan 5 puanlık kayıbın anlamı açık gibi duruyor. Mayıs ayında kimin istikrarlı olacağını gören medya mensupları olacak galiba.

BURSASPOR-FENERBAHÇE: 2-1
Hakemler: Halis Özkahya, Adil Sinem, Muhittin Gürses
Bursaspor: Ivankov, Tuna, Ömer, İbrahim, Mustafa Keçeli, Veli (64 Romaschenko), Mustafa Sarp, Bekir Ozan, Volkan Şen, Sercan, Shin (64 Gökhan)
Fenerbahçe: Volkan, Gökhan, Lugano, Edu, Roberto Carlos, Deivid (61 Gökhan Emreciksin), Selçuk, Emre, Uğur (74 Vederson), Güiza, Semih (84 Gürhan)
Goller: Tuna (86), Ivankov (90+4, pen); Güiza (4)
Sarı Kartlar: Bekir Ozan, Volkan Şen, Veli; Emre, Lugano, Selçuk, Volkan
Devamı ...

20 Mart 2009

Gerarrdcan


gerrard

29 Aralık’ta Gerarrd efradıyla beraber Southport’taki Lounge Inn diye bir yere gidiyor. İçkiler içiliyor yemekler yeniliyor felekten bir gece. Adana 01 ocak başı kebap atmosferi Gerarrd'ın Coldplay’den bir şarkı isteyip efkar dağıtmak istemesiyle tamamlanıyor. DJ tutuyor şarkıyı çalmıyor. Baba Coldplay çalmayan bir DJ bulmuşsun elini sıkman gerekir, Gerarrd gidiyor adamı dövüyor. Sedat Peker’in efradı mısın, pavyona olay çıkaran tüccar mısın? Gece 2.30 da yakalanıyorlar, sorgu sual, dava açılıyor, suçsuz bulunuyorlar. Fotoğraf bugün çekilmiş. Fenerbahçe Gerarrd ile anlaşsa adam adaptasyon sorunu çekmeyecek belli. “Seviyorum Ulan! Bizim şarkımızı çalacaksın!” Kadir Gerarrd.
(Bu arada Gerarrd ismi, cermence "mızrak" anlamına gelen "Ger" ve "güçlü, cesur" anlamındaki "hard"ın birleşmesinden oluşuyormuş. Anlamı: Mızrağı olan cesur kişi. İsmiyle müsemma)

Devamı ...

Yine Kötü Adam Biz Olduk


gel bakalim

Kovulan hocaları, şimdiki hocaları, futbolcuları, başkanları, yöneticileri, eski yöneticileri, taraftarları... Hiçbirinin ağzından Kadıköy iki aydır düşmüyor. "Biz geliyoruz siz neredesiniz", "Final oynarsak stadı yıkarlar", "Kupayı alıp bayrağı dikeriz"ler havada uçuşuyor. Daha çeyrek final bile göremeden elenince suçlu yine Fenerbahçe yönetimi, ezik yine Fenerbahçe taraftarı, ayıplanan yine antu oluyor. Aşağıdaki haberlerden sonra bu yapılanlar az bile...

Galatasaray Teknik Direktörü Michael Skibbe çarpıcı açıklamalarda bulundu. Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu Stadı'nda oynanacak UEFA Kupası'nı kazanmaları durumunda sürprizleri olacağını belirterek, "Souness’dan o efsane bayrağı isteyebilirim! Hatta o bayrağı stadın tam ortasına dikebilirim" dedi.
G.Saray yöneticisi Harun Üstünel, "Hedefimiz, büyük transferler yapıp 2009 yılında Kadıköy'de UEFA Kupası'nı kazanmak ya da Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek finalin üstüne çıkmak" dedi. Sarı kırmızı yönetici "Yeni bir takım yaratmaya çalışıyoruz. Amacımız bu sezon takımı hazır hale getirmek. 2009 yılında Kadıköy'de UEFA Kupası'nı kazanmak ya da Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek final oynadığımız derecenin üstüne çıkmak istiyoruz. Bütün hazırlıklarımız bu yönde gerçekleştiriyoruz. Yaptığımız transferler, genç futbolcularımız ve yapılanmamız bu hesaplar üstüne kurulu. Kadıköy'de kupa kaldırmak taraftarımıza verilebilecek en büyük armağan olacak" şeklinde konuştu.
Sarı-Kırmızılı kulüpte uzun yıllar yöneticilik yapan Ergun Gürsoy’dan, Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş hakkında çarpıcı açıklamalar... Kanal A’ya konuşan Gürsoy, Cim Bom’un Avrupa kupasındaki yürüyüşünü gururla seyrettiğini belirterek, “Galatasaray işi gücü bıraksın, UEFA Kupası’na odaklansın demekle iş olmuyor elbette. Ama takım UEFA’da finale kalırsa, ikinci bir Souness vakası yaşanır ve Galatasaray bayrağı, Şükrü Saracoğlu Stadı’na dikilir” ifadesini kullandı.
Galatasaray Başkanı Adnan Polat, Şampiyonlar Ligi Ön Eleme turundan dönmelerinin Galatasaray'a yakışan bir sonuç olmadığını belirtti ve UEFA Kupası'ndaki hedefi gösterdi: "Hedef artık Kadıköy'de final oynamak. Kadıköy'de final oynamak bizim için çok anlamlı olur"

UEFA kupasının adını Kadıköy'de final yap, ne amaçla olduğu belli onlarca açıklama yap, şimdi de sana yapılanlara kız, hadi ordan.

Kaynaklar

1. Skibbe
2. Ergun Gürsoy
3. Haldun Üstünel
4. Adnan Polat
Devamı ...

19 Mart 2009

Fotomaçta Kafalar İyi


fotomaç

Bugün Fotomaç’ta iki adet haber vardı. Biri, artık hepimizin kanıksadığı ve hiçbir heyecan duymadığımız Eto’o’nun Fenerbahçe ile anlaştığı yönünde. Fotomaç’a göre bizim yönetim senede 12 kere Eto’o ile görüşüp, el sıkışıyor, iş imzaya kalıyor. Geçiyoruz, diğeri daha heyecan verici. Guiza demiş ki “F. Bahçe’de kafayı yiyorum.” Manşeti okuyunca diyorum ki Guiza delirdi, Guiza manyak oldu, Fenerbahçe onu bunalttı, La Liga’yı özlüyor, yuvasına koşmak istiyor. Haberi okumaya başlıyorum,şöyle

Güiza, "Uzun zamandır İspanya Milli Takımı'na çağrılıp çağrılmayacağımı düşündüğüm için kafayı yiyorum" dedi. Marca gazetesine konuşan Güiza, "Del Bosque çağırırsa çok mutlu olacağım" diye konuştu.

Haberin devamı da şu:
F.Bahçe ile 4 yıllık sözleşmesi olduğunu belirten İspanyol oyuncu şunları söyledi: "Ülkemi özlüyorum ama F.Bahçe'de mutluyum. Çünkü bana değer veriyorlar.

Guiza Fenerbahçe’de mutluyum diyor. Manşet: F.Bahçe’de kafayı yiyorum.

Bir iş yeri politikası belirleser, ayık kafayla işe gelseler bari. Şerefe diye gazete okuyoruz.

[Kaynak] http://www.fotomac.com.tr/fen105.html
Devamı ...

Twitterlanasıca


twitter

1 saat öncesine kadar twitter nedir en ufak bir fikrim yoktu. Jon Stewart "Twitter Frenzy" diye program yapmış, Facebook 500 milyon dolar teklif etmiş alamamış, 2007 yılının web uygulaması ve bunun gibi bir ton övücü sıfat, sadece "ne yapıyorsun" sorusuna 140 karakter ile cevap vermenizi sağlayan bir site için. Ancak bu küçük uygulama ve fikir, insanların katılımıyla büyüyerek yepyeni, öngörülemez ve kendi kuralları içerisinde son derece eğlenceli bir şey haline dönüşüyor. Papazincayiri artık twitter da, Chuck Palahniuk, Barack Obama ile Stoya'yı aynı anda takip ediyoruz. (Bir de çakma Jose Mourinho var)

Devamı ...

18 Mart 2009

Haldun Evden Aldırır


haldun üstünel

Aralık günlerini hatırlıyoruz. Demirören “Türkiye’de bilinçli bir şekilde iki büyük kulüp bırakılmak isteniyor” diyince Adnan Polat, Galatasaray camiasında görmeye pek de alışık olmadığımız bir şekilde: “Bizim, ligin ilk 6 sırasındaki takımların maçlarını izleyen profesyonel bir heyetimiz var. Bizim ve diğer takımların maçlarındaki hakem yönetimi hakkında bu heyetten rapor alıyorum. Yapılan lehte ve aleyhte hataları gördüğümüz vakit, bir birine denk hatalar yapıldığını görüyoruz. Onun için hiç kimsenin başka sebepler aramamasını ve herkesin biraz hatayı kendinde aramasını istiyorum” demişti. Aynı açıklamada manşete geçen söz ise hafızamızda: (veya unuttuysanız internet bu tipte şeyleri bulmak için harika bir yer [1]) “Futbol Federasyonu`na, MHK`ya ve komitelerine güveniyoruz. Hatalar oluyor ve olmaya da devam edecek. Bunun bilincindeyiz. Maç neticesine göre adam yargılamayı Galatasaray olarak yapmayacağız. Bu ligi, bu hakemlerle oynayacağız. Hatalarına karşı biraz daha insaflı eleştirilerle gitmek lazım. Sadece kabahati hakemde buluyoruz. Biraz kendimizde de hata aramamız lazım.”

Adnan Polat’ın bundan sonra yaptığı açıklamaları takip eden biri kendisinin çoklu kişilik bozukluğu rahatsızlığından [2] muzdarip olduğuna kanaat getirebilir. Ancak tabi biz bu ülkede yaşayanlar olarak durumun böyle olmadığını çok iyi biliyoruz. Burası söylediğinin tam tersini bir ay sonra büyük bir inançla söylemek için harika bir ülke. Kamuoyu söylediğinizi asla hatırlamıyor, zaten aradan o kadar çok şey geçmiş oluyor ki hatırlayabilecek hali de kalmıyor ve medyanın toplumsal hafıza görevi üstlenmek gibi bir görevi de yok, onlar kesinlikle başka işler için elindeki olanakları kullanıyorlar.


Örneğin Sinan Engin’in önce “Hakemlere yardımcı olmalıyız. Haluk Ulusoy Federasyonuna da bu hakemlere de sonuna kadar güveniyoruz” (23/09/2007) diyip bundan 1 hafta sonra “Hakemler bir mafya! En güçlü onlar! İstediklerini şampiyon yaparlar istediklerini küme düşürürler. Dereli lokum gibi bir maçı yönetemedi. Peki hangi maçı yönetecek” (01/10/2007) diye sorması, makul bir yerlerde çoklu kişilik bozukluğunun bir göstergesi olarak kabul edilebilirdi, oysa biz bunu kayışını koparttığını çoktan bildiğimiz birinin hezeyanı olarak hatırlıyoruz.

Adnan Polat’ın Aralık ayında yaptığı konuşmadan beri epi topu 2,5 ay geçti. Bu ay sonunda geldiğimiz noktada Galatasaray Yöneticisi Haldun Üstünel’in son yaptığı açıklama şöyle: “MHK, ceza kurulları, gözlemci ve temsilciler kurulları inandırıcılığını ve güvenilirliğini yitirmiş durumda. Bugün Türk futbolunun Avrupa’daki tek temsilcisi Galatasaray. Ama Futbol Federasyonu gurur duyacağına köstek oluyor. Yoldan çekilip, yolu açacaklara yol versinler artık. Fikrimiz değişmedi, bu ortama güvenmiyoruz.“ [3]

Esasında Üstünel yanılıyor, fikirleri değişti, bu ortama güveniyor ve bu ortama yardımcı olmak gerektiğini söylüyorlardı, daha sonra bir ara bu ortama güvenmemek ve yardımcı olmamak fikrinin esasında kendilerinin gerçek fikri olduğuna karar verdiler ve sonra da bu ortama güvenmeyerek, köstek olmanın bir takım avantajları olduğunu, en azından yenildikten sonra konuşulacak konu yarattığını, idrak ettiler. Tabi stad yapımında çalışan işçilerinin parası ödenmediği için stadı basılan, futbolcularına para ödemekte zorlanan, Türkiye’nin en borçlu kulübünün yönetiminin uğraşacak çok fazla şeyi de olmadığı için (en azından Haldun Üstünel işçilerin emekleri karşılığında hak ettikleri ücreti ödemeyen bir kulübün yöneticisi olarak buna dair bir açıklama yapabilirdi, ancak neden bu tatsızlıkla uğraşsın ki?) bu tipte konularda konuşacak bol bol vakte de sahip.

“Ortama güvenmiyoruz” Neden? Çünkü MHK Yunus Yıldırım’ı Trabzon maçına atamış. Galatasaray yönetimi Sivas maçının tekrarı için başvuruda bulunmuş, bu başvuru reddedilmiş bundan sonra da hakem ataması ile ilgili karar gönderilmiş. Haldun Üstünel bunu “şaka gibi” diye tanımlıyor. Ne yapacaktı MHK? Uygulamaları doğru bulunan, genel olarak kamuoyunda da bu spesifik maçtaki yönetimi beğenilen bir hakeme karşı yapılan haksız müracaat sebebiyle bu hakemi, haksız müracaatta bulunan, yenildiği maçtan sonra maçın tekrarını isteyen ve hakeme saldırmaktan hiç çekinmeyen bir yönetimin yönettiği takımın maçına atamayacak mıydı? Basitçe bundan sonra MHK Galatasaray yönetimine maçtan önce menü sunup hangi hakemleri, hangi koşullar altında ve yanında ne ile istediklerini sormalı mı? Polat’ın deyişiyle, “Biraz kendinizde de hatayı arasanız?”

Bu arada lafın arasına o meşum “Avrupa Kupalarındaki tek Türk” etiketinin nasıl girdiğini fark etmemek de imkansız, Üstünel “Galatasaray’ın Avrupa Kupalarında mücadele eden tek Türk” olarak esasında biraz da olsa kayrılması gerektiğini ima etmiyor mu? Yani bir yandan “Avrupa Kupalarında yer alan tek Türk takım biziz” derken ve “Futbol Federasyonu gurur duyacağına köstek oluyor. Yoldan çekilip, yolu açacaklara yol versinler artık” diye devam ederken esasında kendisini “Türkün temsilcisi” olarak konumlandırıp, bu temsilcinin temsil edemeyenlere göre biraz daha farklı, sırf Avrupa da mücadeleye devam etmekle biraz daha özel ve desteklenmesi gereken olduğunu ifade etmiyor mu? Sitemi, “Avrupa kupalarında Türkiyeyi temsil eden tek takıma karşı "bir takım maniler”" çıkarılması ise dileği de bu manilerin ortadan kaldırılıp desteklenmesi olacaktır. Dolayısıyla MHK moral bozmamalı, Galatasaray’ın istediği atamaları yapmalı, onları memnun etmeli, "yol vermeli"dir ki “temsilcimiz” “küffarla mücadelesinde” ecdadımıza yaraşır bir başarı bize nasip eylesin ya rabbi.

Haldun Üstünel adamı evinden aldıran ve sonra dövdüren, hadi bunu yapmasa da bunu rahatlıkla söyleyip önerebilecek biri olduğundan[4], MHK’nın da elbette kendi kendine çeki düzen vermesinde fayda görüyorum. Kimse Haldun Üstünel gibi bir beyefendi sırf kendisine dayak atsın diye onu evine kadar yormamalı, onun istediği günde, onun istediği şeyleri yapmalıdır. Açın Haldun'un Yolunu!

Sene 2009, Galatasaray yönetici seviyesi bu.

(Üzüntüm yazık ki ortalama Fenerbahçe yöneticisi seviyesi de bu, Beşiktaş'ta da Sinan Engin vardı, cehenneme düşüldüğü zaman zebani seçmeye gerek olmazmış.)

[1] http://www.tumgazeteler.com/?a=4485761
[2] http://en.wikipedia.org/wiki/Dissociative_identity_disorder
[3] http://fanatik.ekolay.net/fanatik/GALATASARAY-Şaka-gibi_4_HDetail_32_128215_17.htm
[4] http://www.milliyet.com.tr/default.aspx?aType=SonDakika&ArticleID=1014563
Devamı ...

Müjdat


müjdat yetkiner

“Ankaragücü ile oynuyorduk. 5-0 galipken onlar penaltı kazandı. Ben de Toni’ye dönerek. Bak şimdi sana da gol atacaklar diye el şakası yaptım. Onla aramız iyiydi o zamanlar. O bu şakayı ciddiye aldı. Maç içinde bana saldırmaya başladı. Ben soyunma odasında konuşalım dedim. Maçtan sonra soyunma odasında duşa giriyordum. Bu geldi boğazımı sıktı. Sen misin bunu yapan? Bende teller koptu. Allah ne verdiyse vurmaya başladım. Sonra özür dilettiler bize. Haklı olduğumuz davada haksız gösterdiler. Biz de F.Bahçeli Müjdat olarak kalmak için sineye çektik. Ne yapalım”
Müjdat Yetkiner

Devamı ...

17 Mart 2009

Euro 2008


slyvia van der vaart

Euro2008girls diye bir site açılmış, bayağı bayağı Euro2008'e katılan kızları tanıtıyorlar. Fotoğraftaki de Sylvie Van Der Vaart. Bohemya düşesi, Burgundi Kontesi gibi bir ismi var. Ondan resmini koydum. (FM'de aldım ben bunun kocasını 4,5 milyon €'ya, güzel oynuyor. 2009 sezonu bitmeden kaçırmayın)

Devamı ...

Rio


cristiano ronaldo

Fotoğraf Rio Karnavalından. Seveni bol Cristiano’nun, kendisine yakışır bir heykelini dikmişler. Beckham ile birlikte uzak bir adaya gidip tangalarıyla denize girsinler istiyorum, sahalar onlara uygun yerler değil.

Devamı ...

Türk Futbolunun Darth Sidious'u: Hıncal Uluç


hıncal uluç

“Ben Fenerbahçe'nin şampiyon olduğunu geçen hafta söyledim. Bu iş bitmiştir. Bundan sonraki mücadele Şampiyonlar Ligi ve UEFA'ya gidecek takımın belirlenmesi için olacak. Bu iki yer için de 3 aday var. Galatasaray, Sivas ve Beşiktaş. "Fenerbahçe bu işi bitirdi" derken iki tesbitim vardı. 1- Fenerbahçe özellikle netice alma bakımından Beşiktaş'tan da Galatasaray'dan da çok önde…. 2- Bu fiziksel durum. Bunun arkasında bir de kimyasal durum var. Hasan Doğan, Beşiktaşlı olmasına rağmen aynen Turgay Demirel'in başında olduğu basketbol federasyonu gibi Fenerbahçe'nin ve Aziz Yıldırım'ın kontrolündeki bir federasyondur. Ve bu federasyon bir takım yanlışlar olursa, bunları daima Fenerbahçe lehine yapacaktır. Bunlar da herhangi bir sürprizin Fenerbahçe'nin şampiyonluğunu engellemesinin önüne geçecektir. “ [1]

1 Nisan 2008’de Hıncal Uluç buyuruyor, Fenerbahçe şampiyon olmuş, Galatasaray ancak UEFA mücadelesi yapar çünkü Federasyon yalnızca ve tamamen Fenerbahçe’yi destekliyor. Bir ay sonra sonuç? Galatasaray şampiyon.

Darth Sidious Star Wars evreninde kötülerin en kötüsü, mutlak ve vücuda gelmiş hile ve desise olarak yer alır. Ancak derininde Sidious kötülük yapmak için kötülük yapan ve “yaşasın kötülük” diyerek bağıran bir deli değildir, Sidious Sith düşüncesinin somutlaşmış halidir. Sith kodu der ki “Huzur bir yalandır, sadece tutku vardır. Tutkuyla, kuvvet elde ederim, kuvvetle güç elde ederim, güçle zafer kazanırım, zaferle zincirlerimden kurtulurum. Güç beni özgürleştirsin”

O halde Sidious aksiyomunda huzur, dinginlik ve iyilik gibi ideal / metafizik sıfatlar yer almaz, duyguları reddetmek yerine içindeki öfke, nefret, hırs gibi duyguları manipule ederek keskinleştirecek, bu keskin duygular da onun zaferleri, zaferleri ise onun bizzatihi özgürlüğü olacaktır. Öfke amaca odaklanmayı sağlayabilir, nefret merhameti yok edebilir, hırs zayıflıklardan kurtaracaktır. Canlılar birbirleriyle beraber yaşayan varlıklar değil, birbirleriyle sürekli bir mücadele içerisinde varolmak içn savaşan ve bu savaşta da mutlak olarak diğerini yok edebilme gücünün tek geçer akçe olduğu bir evrende bulunmaktadır. Bu sebeple ahlak ancak ahlakı olmayanın diğeri üstünde avantaj sağladığı bir zayıflık, doğru ancak doğru söylemeyenin diğerini yanıltmak için kullanabileceği bir silah, sevgi ise ancak nefret edenin diğerini yok etmesinde kullanacağı bir araç haline gelir. Dolayısıyla kötülük bir perspektif meselesidir (Good is a point of view, Anakin) Zira en başta iyilik yoktur, birbirleriyle mücadele eden varlıklar içerisinde güçsüzlerin varolmak için güçlülere karşı kullandıkları bir yalan vardır.

Hıncal elbette Sidious tipi derin bir felsefe çerçevesinde hareket etmiyor. Yaptıklarının iyi olduğuna inanıyor, söylediklerinin doğru olduğu konusunda tereddüt etmiyor ve hayatın onu yalanlaması karşısında da pek utanç duymuyor. Ancak Sidious ile kesiştikleri nokta yalnızca korkunç kahkahaları da değil, Hıncal da Sidious gibi bitmez tükenmez bir öfkeye sahip, o da öfkeyi sürekli canlı tutarak hayata sarılıyor ve öfkesiyle bir “iktidar” elde ediyor. Bu iktidar sürekli tekrarladığı eleştirilerine ve kontrolsüz bir heyecanla yaptğı nutuklara bağlı olsa da başka insanların yaşamlarını ve akıllarını etkiliyor. Onun eleştirileri, örneğin futbol konusunda, somut durumun futbol bakımından analizi üstünden de gitmiyor, herkesin ve her şeyin temelde kötü olmaya meyyal olduğu bir düzende kişiler arasındaki ilişkilerden çıkan komplo teorileri ile sahadaki oyunu, saha dışı faktörlerin belirlediği yanılsamasını yaratıyor. O da Sidious gibi yalnızlık içerisinde ve o da bu yalnızlığı bir açıdan kutsallaştırıyor. Yalnızlık onu "özgür" kılmaktadır çünkü rahatça “eleştiri yapabilmektedir.”

O halde Türk Spor Medyası bir Star Wars evreni olsaydı, Darth Sidious’a en yakın şey Hıncal Uluç olacaktı. Medyanın en güçlü isimlerinden biri, fiziksel olarak andırması bir yana, onun da kendi çapında mind trickleri ve elbette forsu var.

-1- Mind Trick: Federasyonu Aziz Yıldırım Yönetmektedir

Yukarıdaki alıntıdan 10 ay sonra, 17 Şubat 2008 de yine Hıncal Uluç bu sefer Özgener Federasyonu’nun Fenerbahçeli olduğunu iddia ediyor. “Hayır, federasyonla başlayalım. Çünkü derbilerin, maçların bir önemi kalmadı benim için. Türkiye Futbol Federasyonu taraf olduğunu geçen hafta ilan etti. Resmen ve alenen Galatasaray'a cephe alıp, 'yok etmeye' karar verdi. Federasyonun bir numaralı adamı Mahmut Özgener, benim 40 yıllık arkadaşım; iki numaralı adamı Lütfi Arıboğan da benim 40 yıllık arkadaşım; ikisi de çok sevdiğim, çok inandığım insanlar. Ama artık onlara da inanmıyorum. Onlar da benim için artık Sayın Özgener, Sayın Arıboğan değil, Aziz Özgener ve Aziz Arıboğan oldu. Bu federasyonun yaptıklarını Galatasaray'a Aziz Yıldırım yapmaz” [2]

27 Kasım 2008 Tarihinde bu sefer başlık “Fenerasyon hakemleri Federasyonu Yıkar” Hıncal diyor ki “İki hafta üst üste Fenerbahçe'nin ve rakiplerinin maçlarında hakemlerin doğrudan sonuca etki eden yanlış kararları (Verilen ve verilmeyen penaltılar, gösterilen ve gösterilmeyen kartlar) hep Fener'in lehine ve rakiplerinin aleyhine oluyor. Bütün bunlara tesadüf demek biraz saf dillik olur, hele de etrafta her türlü şaibe kol gezerken.. Eskiler ısrarla "Şuyuu, vukuundan beterdir" diye yüzlerce yıldır altını çizmişken..” [3]

Ancak 2006 da da durum değişmiyor "Türkiye Futbol Federasyonu, Fenerbahçe'nin kuklası durumuna düşüyor. Bütün hakem atamalarında Fenerbahçe'ye yaranmak için elinden geleni yapıyor. Selçuk Dereli, Fenerbahçe'nin istediğini ilan ettiği hakemlerden birisi. 'Bizim maçlarımızı Selçuk Dereli yönetsin' diye açıkladılar. Sen de bu kadar kritik maça Selçuk Dereli'yi veriyorsun. Fenerbahçe'yi susturmak, Fenerbahçe'ye hoş görünmek için. Haluk Ulusoy federasyonundan, Merkez Hakem Komitesi'nden daha Fenerli bir kuruluş bulamaz Aziz Yıldırım" [4]

Dolayısıyla Hıncal Uluç için Haluk Ulusoy, Hasan Doğan ve Özgener Federasyonlarının tamamı Fenerbahçe’li. Fenerbahçe bu federasyonların yönetiminde Şampiyonluk kaybediyor, bu federasyonların döneminde Türkiye Kupası kaybediyor bunlar önemli değil. Aziz Yıldırım kukla gibi bu federasyonları yönetmesine, hakem atamalarını belirlemesine, Galatasaray ve Beşiktaş aleyhine her türlü saha dışı oyunu yapmasına rağmen, her ne hikmetse, bu takımlar şampiyon olabiliyor. Fenerbahçe ise 5 sene üstüste kendi yönettiği federasyonla, kendi atadığı hakemlerle şampiyon olamıyor.

Elimizdeki sonuç şu, eğer Fenerbahçe Hıncal’ın öne sürdüğü gibiyse bu halde her sene şampiyon olması gerekirdi, yok eğer her sene şampiyon olamıyorsa da o halde durum Hıncal’ın anlattığı gibi değil. O halde Hıncal’ın bu iddiayı her sene tekrarlamasının nedeni de muhtemelen halkı uyarmak, kamuoyunu bilgilendirmek filan olamaz, öyle olaydı her sene somut olaylarla haksız çıkan bir iddiayı tekrar tekrar kamuoyu gündemine taşımaktan “hicap” duyardı, bir yazardan beklenen budur, ancak Hıncal’ın bu konuda hareketi zaten bu tipte bir yazarlık koduna yaslanmıyor. Hıncal bu sayede hem gündeme “bomba gibi düşüp” yazar kitlesinin kendisinden beklediği gündem oluşturma görevini ifa ediyor hem de Federasyonu gerçekten etki altına alıyor. Federasyon sürekli olarak Fenerbahçe ile özdeşleşme tehlikesi nedeniyle Fenerbahçe’ye ister istemez ayrımcılık yaparken, zan altında kaldığı için bu zanı yok etmek adına da çeşitli uygulamalara gidebiliyor. Hıncal’ın bu iddiası temelde başarısız ve başarısızlığı da kendi politikalarından kaynaklanan diğer büyüklerin yönetimlerine de kolay, basit ve kabul edilebilir bir “bahane” veriyor. Öyle ya Demirören yönetimi ne yaparsa yapsın şampiyon olamaz çünkü “federasyon Fenerbahçe tarafından yönetilmektedir” Galatasaray yönetimi istikrarlı bir şekilde kötü yönetilmiş değildir, “hakemler Galatasaray üstünde oyun oynamaktadır” Bu durum taraftarı da etkiliyor, bu sayede somut başarısızlık takımın kötü oynaması veya yönetim zaafiyetinden değil, “büyük, yüce, kutsal ve ulvi” kulüp üzerinde “oynanan oyunlar” gibi bir “adalet” konusu oluyor. Dış güçlere karşı mücadele eden kahramanlar başardıkları zaman “zafer” katmerlenerek büyürken, yenilgi de hiçbir zaman yenilgi olmuyor, “şerefsizlik” olarak adlandırılıyor.

Yani Hıncal hem herkes için bir özür yaratıyor, hem federasyonu bu şayialar ile zan altında bırakıp Fenerbahçe’ye karşı bir ayrımcılık yapılmasına zemin hazırlıyor hem de mercek sürekli Fenerbahçe – Federasyon ilişkisinde olduğu için futbolun diğer yönleri hiç tartışılmıyor. Manipulasyon, bir perspektif meselesidir ve belirli bir fayda yarattığı için üretilir yalnızca bir fayda yarattığı için üretilmiş ve kamuoyuna dağıtılmış yarı doğru olduğu için ahlaki değildir.

2- Mind Trick: Kutsal İttifak

Çok uzun bir zamandır Hıncal Uluç bir kutsal ittifak medyasından bahsediyor.

Sene 2005, “Genelde bir "kutsal ittifak" dediğim bir Fenerbahçelilik var ama Akşam ve Milliyet artık bunun sınırlarını aştılar. Utandım yani. “ [5]

Yine 2005, “Kanım dondu dinlerken.. İki defa.. Bir, duyduklarıma.. İki, Kutsal İttifak medyasının bu olayı görmezden gelip yok saymasına.. Spor gazeteciliğinin fanatik kulüpçülük adına geldiği yerin bu doruklara ulaştığını, ben, onlara "Kutsal İttifak" adını takan ben bile tahmin edemezdim... Ya- pa- ma- dı- lar!.. Siz hâlâ, Fener aleyhine verilmeyen, ama Galatasaray aleyhine verilen penaltıların tesadüfi hakem hataları olduğuna nasıl inanırsınız, bu tabloya bakarak?..” [6]

20 Nisan 2006’da ise Kutsal İttifak devam ediyor, “Kutsal İttifak medyası, olay anından başlayarak işizavallı bir anonsçunun üzerine yıkmak için tümtezgâhı kurdu. İşin başında da çok sevdiğim, aylarcabirlikte çalıştığım Melih Şendil olarak..“ [7]

Yani federasyonu kontrol eden, hakemleri atayan Fenerbahçe aynı zamanda medyayı da kontrol ediyor. Hiç kimse Fenerbahçe aleyhine yazı yazamıyor, o kadar ki şampiyonluğa giden maçta, Fenerbahçe yenildikten sonra “İbne Fenerbahçe Olamazsın Şampiyon” diye bağıran Manisalı anonsçular bu kadar suçsuz [8], bu kadar masum iken tutup bu adamcağızlara saldırıyor, o sahada isyan edip polisten dayak yiyen Fenerbahçe taraftarının yaptıkları da yanına kar kalıyor. Halbuki kendilerine “İbne Fenerbahçe” diye anons yapıldıktan sonra taraftar Manisa’da isyan ettiği için Fenerbahçe stadı kapatılmalıydı. Kutsal İttifak Medyasının yanlı yayıncılığı sayesinde Fenerbahçe’nin sahası kapatılmıyor ki, Fenerbahçe şampiyon olabilsin. O sene sonunda da şampiyon Galatasaray oluyor. Hıncal yansız, Hıncal tarafsız.

Kutsal İttifak terimi de elbette stratejik. Hıncal bu sayede bütün bir yazılı basını zan altında bırakırken kendisi “dürüst”, “tarafsız” oluyor. Bunun tek sebebi Aziz Yıldırım tarafından kontrol edilmemesi, o kesinlikle Galatasaray’ın çıkarlarını korumaya çalışan bir Galatasaraylı değil de, objektif olguları oldukları gibi anlatan bir Galatasaray’lı. Kutsal İttifak da elbette başarısız yönetimler ve taraftar nezdinde kabul görüyor, Türkiye’de medyaya güvenen, inanan, bir kişi bile yok, toplumsal güven araştırmalarında medya listenin sonunda, üstelik, medyanın olayları manipüle ettiği, çarpıttığı, esasında takımın başarısının da yeteri kadar yansıtılmadığı, gösterilmediği manasına geliyor. Medya Fenerbahçeli olduğu için Beşiktaş ve Galatasaray’ın sorunlarını (Federasyonun yanlı ve Fenerbahçeli olduğu) göstermiyor, onların başarılarını da küçümsüyor, dolayısıyla esasında göründüklerinden daha başarılılar, mutlu olmak için güzel bir sebep. Gerçekte olan ise, bu sayede yönetimlerin milyonlarca dolar kendilerine borçlandırdıkları ve kötü yönettikleri kulüpleri yönetmeye devam ettikleri. Nasılsa başarısızlıkların bir “deruni” sebebi ve başarıların “kahramanca” yönleri var.

3 – Force Push: Korkak Teknik Direktör

10 Mart 2009, “İtiraf ediyorum; ben hayatımda bu kadar ağır yanıldığımı hatırlamıyorum. Korkmaz ile ilgili ettiğim olumlu lafların hepsinden utandım. Bursa maçı bittiğinde kıpkırmızıydım. Futbolun f'sinden anlamıyor. G.Saray'ın başında bir saniye daha kalmaması lazım. Böyle korkak bir G.Saray hocası olur mu? Ali Sami Yen'de oynuyorsun takımda 8 tane savunma oyuncusu var. Bülent soyadını değiştirmeli “ [9]

6 Mayıs 2008, Galatasaray Sivas maçından sonra “Bana telefon ediyorsun: 'Hıncal ağabey maç kaç kaç?' diye. Maç da Sivas'ta olduğu için ben 'Sivas 3...' dedikten sonra devamında ne söyleyeceğimi bekler misin? Hasta bir Galatasaraylıysan telefonu fırlatır atarsın, sövmeye başlarsın. Sivas'ın Sivas'ta 3 atttığı maçı kaybetmesini aklın alır mı? Peki tersini söylesem... 'Galatasaray 5' desem 3 yemiş olacağını düşünebilir misin? İki tarafın attığı goller anormal. Çünkü maç anormal. Çünkü maçta normal bir şey yok. İki korkak hoca, rakibin zaaflarının üstüne gitmek yerine tabelaya bakıp ona göre oyun oynadı.” [10]

10 Haziran 2008, “Fatih Terim'in Portekiz'den korkacağını hiç tahmin etmiyordum. Sahaya futbol oynayacak değil oynatmayacak bir takım çıkardı 26 kişilik kadro yanlış, gönderilen 3 kişi yanlış, o 23'ten seçilen ilk 11 yanlış, taktik yanlış, takımı kenardan izlemesi yanlış Bu Fatih Terim felsefesinin, imajının iflasıdır. Rakibe göre seçim yapıyorsan bu işi bırak. Takıma güvenen birisi gelsin” [11]

7 Kasım 2007 “Galatasaray eğer bu sene şampiyon olmak istiyorsa Kalli'nin işine derhal son vermeli. Geçen sene devre arasında Gerets'i göndermeyi başarsaydı Galatasaray şampiyon olurdu. Yapmadılar. Şimdi dövünüyorlar. Adnan Sezgin söylüyor, "Gerets'i gönderemedik" diye. Gelecek sene bu zamanlarda 'Kalli'yi gönderemedik' diyecekler. Kalli doğru düşünme yeteneğini kaybetmiş. Kalli maçı okuma yeteneğini kaybetmiş.” [12]

11 Şubat 2009, “Türkiye'ye hücum futbolunu getiren Denizli, şimdi Beşiktaş'a hücum futbolu oynatmaktan korkuyor. Sivas çoktan arayı açardı ama Bülent Uygun'un korkaklığı yüzünden alakasız puanlar kaybettiler “ [13]

23 Kasım 2008, “Kötü futbol falan yok! Skibbe'yi yürekten kutluyorum. Art arda 3 deplasman mağlubiyetinden sonra 1 puan alarak iyi yolda olduğunu gösterdi. Bu girişi de, bu futbolun "F"sinden anlamayan korkak adamı Galatasaray'ın başında tutmakta ısrar eden iki Adnan'a ithaf ediyorum.” [14]

29 kasım 2005, “G.Saray veya F.Bahçe maçı 5-0 kazansaydı şaşırmazdım Gerets, F.Bahçe'den korktu. 1-0 öne geçtikten sonra da Daum korktu. Daum, oyunu okuyabilse, biraz yürekli olabilse 6 hikaye olurdu” [15]

Sanırım durum anlaşılmıştır, herkes korkak. Daum korkak, Gerets korkak, Denizli korkak, Fatih Terim korkak, Feldkamp gitsin, Skibbe korkak, Bülent Korkmaz? O da korkak.

Dolayısıyla Türk futbolundaki durum şu, federasyonu Fenerbahçe yönetiyor, hakemleri Fenerbahçe atıyor, medya Fenerbahçe kuklası ve tüm teknik direktörler bila istisna korkak. Doğruları gören Hıncal, bunları söyleyen Hıncal, cesur olan Hıncal, iş bilen Hıncal. Buna karşın korkak Bülent Uygun tarafından yönetilen Sivas lig lideri, korkak Denizli’nin takımı ikinci, Fenerbahçe her şeyi yönetmesine rağmen şampiyon olamıyor, medya da Fenerbahçe şampiyon olsun diye her şeyi yapmasına rağmen buna bir etkisi bulunmuyor. Teknik direktörler, böyle bir düzende şampiyonluk elde etme, birinci olma başarılarına rağmen hemen istifa etmeli, bunca mucizeyi yapmalarına rağmen takımları her maç 30 – 40 pozisyona girmediği için korkak olduklarını kabul ederek kulüpleri bırakmalı. Bunun adı da “futbol analizi”.

Hıncal Zincirinden Kurtuluş

Hıncal’ın ufak bir arşiv taraması ve aksi hemen ispatlanabilir söyledikleri bu kadar geniş bir kitleye intibak etmese ve her hafta tekrarlanarak bir inandırıcılık kazanmasa önemsiz olabilirdi, ancak bu konumdaki biri elbette insanları etkiliyor.

Onun kelimeleri ve iddiaları insanlar tarafından dinleniyor, forumlarda tekrarlanıyor, internette dolaşıyor, insanlar birbirlerine bu sözleri yayıyorlar. Hıncal görüşünde federasyonlar işlevsiz ve güvenilmez, medya yalancı ve taraflı, teknik direktörler iş bilmez ve korkak, yönetimler ise hep başarısız, hep kötücül, hep beceriksiz. Bu durum Türkiye’de futbolun algılanmasına zarar veriyor. Oyun kendi dinamikleri ile değerlendirileceği ve bu tip şayialar, komplolar ve usulsüzlükler istisna olacağı yerde bunun tam tersi oluyor. Komplolar istisna olmaktan çıkıp genelleşiyor, dolayısıyla ayrıksı ve infial uyandırıcı olması gereken suç bu kadar tekrarlanıp genelleştiği zannı sebebiyle de normalleşiyor. Norm bu olunca da bu tipte olaylar varsa dahi onlara karşı yükselmesi gereken toplumsal muhalefet etkisizleşiyor, zira insanlar yeterli ve güçlü bir tepki koyamayacak kadar bunu kanıksıyor veya verilen tepkiler de bu tipte bir “oyun” şemasında taraftarlar tarafından taraflı olarak yapılan ve kendilerine yönelik bir ayrımcılık isteyen hareketlere indirgeniyor. Diğer yönden taraftar psikolojisi de sürekli bozuluyor, şövenistleşiyor. Dış mihrakların takım üstünde oyunlar oynadığı iç mihrakların korkak olduğu bir atmosferde takımlarının bilinçli ve istikrarlı olarak büyük haksızlıklara uğradığı zannındaki taraftar öfkesini yöneltebileceği bir yer de olmadığından haksızlıkların kaynağı olan kurumlara (üç büyükler için fenerbahçe ve federasyon, anadolu kulüpleri için istanbul takımları ve federasyon) yöneliyor, diğer taraftarlar mutlak kötülüğün temsilcisi olarak şehirlerine geldiği için de futbolda şiddet eksik olmuyor. Rasyonel bir şekilde analiz ve eleştiri ortadan kalkıp, irrasyonel süreçler ve komplolarla olanlar açıklandığı için takımların gelişimi de sağlanamıyor. Sağlıklı bir eleştiri ortamının yaratacağı faydalar bütünüyle konu dışına çıkıyor. Bu şekilde bir eleştiriden sonra sorumluların belirlenmesi (kötü yönetim, kötü transfer politikaları vs) ve daha iyinin gösterilmesi yerine herkesin herkesi tam ve mutlak olarak kötü olmakla suçladığı, suçun hep ötekilerde olduğu ve başarısızlıkların hep dış kaynaklı olduğu bir atmosfer ortaya çıkıyor, bu tipte bir atmosfer ise elbette yöneticiler, futbolcular ve teknik direktörler için sorumsuz bir ortam yaratıyor. Öyle ya, federasyon bilinçli olarak kimin şampiyon olacağını belirliyorsa bu halde kadroların ne suçu olabilir?

Hıncal Uluç öfke yayıyor. Hıncal Uluç nefret yayıyor. Hıncal Uluç insanları sağlıklı bir eleştiri yapmaktan alıkoyup, onları kötülerle daha kötülerin arasındaki bir mücadele atmosferinde birbirlerine düşürüyor. Dolayısıyla Hıncal Uluç kötüniyetli olmasa ve amacı buna yönelmese de futboldaki şiddet atmosferini arttırıyor. Bu sebeple ondan somut bir eleştiri ve analiz ile kurtulmamız lazım, hesap vermesi için değil bu aşamayı çoktan geçtik yalnızca daha fazla zarar vermemesi için.

------------------------------
Kaynakça:
[1] http://arsiv.fotomac.com.tr/2008/04/01/yaz1290-50160-106.html
[2] http://www.fotomac.com.tr/2009/02/17/yaz1290-50160-105.html
[3] http://www.sabah.com.tr/2008/11/27/haber,81D5264FDAE64B4F85BA2A0B688BFDD6.html
[4] http://arsiv.fotomac.com.tr/2006/12/05/yaz1290-50160-109.html
[5] http://arsiv.fotomac.com.tr/2005/08/16/yaz1290-50160-111.html
[6] http://arsiv.sabah.com.tr/2005/12/08/yaz02-10-123.html
[7] http://arsiv.sabah.com.tr/2006/04/20/uluc.html
[8] http://www.milliyet.com.tr/2006/04/18/son/sonspo34.asp
[9] http://www.fotomac.com.tr/2009/03/10/yaz1290-50160-101.html
[10] http://arsiv.fotomac.com.tr/2008/05/06/yaz1290-50160-105.html
[11] http://arsiv.fotomac.com.tr/2008/06/10/yaz1290-50160-101.html
[12] http://arsiv.fotomac.com.tr/2007/11/07/uluc.html
[13] http://www.fotomac.com.tr/2009/02/11/yaz1290-50160-115.html
[14] http://www.porttakal.com/haber-korkak-adam-180538.html
[15] http://arsiv.fotomac.com.tr/2005/11/29/yaz1290-50160-108.html
Devamı ...

15 Mart 2009

Onların Doğrusu


fenerbahce dusmanlarini yenecegiz

Of war and peace/The truth just twists diye başlıyor hayatı anlatan şarkıların en güzeli. Mutlak doğru olmadığını biliyoruz da doğrunun eğilip bükülebileceğini de geçen hafta öğrenmiş olduk. Karşımızda ahlaksızlığı ve ikiyüzlülüğü erdem olarak bellemiş bir rakip var, bir de sinir bozucu şekilde bize ahlak dersi verme sevdaları var. Onlar için ahlak doğru ve yanlışı belirleyen değer yargıları değil, onlar için ahlak kazanmalarını sağlayan başka bir araç.

Geçen hafta Emre'nin hareketine tepki gösterdik. Bu blogda da gösterdik, antu gibi başka taraftar platformları da gösterdi. "İşte o hareketler" diye boy boy resimleri basıldı. "Rakip" taraftarlar bu olayı kınadı, hatta "rakibin" eski başkanlarından bir tanesi çıkıp Emre hakkında fikirlerini açıkladı. Buraya kadar her şey normaldi, fakat yıllarca alıştığımız adalet sistemleri yine devreye girdi. Rakibe orta parmak gösteren adamların cezalarının kaldırıldığı ülkede, şımarık topçuların ellerindeki kanı hakeme sürüp konuşulmadığı ülkede Emre disiplin kuruluna gönderildi. Üstelik her maç birbirine sert giren rakipler arasında bu tartışmalar, bu tehditler oluyorken, Fenerbahçe camiası bu harekete tepki göstermişken, Emre özür dilemişken birileri yine devreye girdi. Emre'ye ceza verdiler. Bu pozisyonu bir Galatasaraylı futbolcu yapsa disiplin kuruluna bile gitmeyecekti, bunu herkes biliyor, kendileri de biliyor. Antu taraftardan büyük tepki gördü. Bu cezadan sonra Antu'ya tepki gösterenlere kızamıyorum. Doğruyu senelerdir kendi amaçları için eğip büken Türk futbolu mafyasının ekmeğine yağ sürdünüz diyenlere "haksızsınız" diyemiyorum. Emre'ye tepki gösterdiğim için bana kızacak Fenerbahçeli varsa ona kalkıp verecek bir cevabım yok.

Geçen hafta bu yapılanlardan cesaret alanlar Roberto Carlos'u konuştu bütün hafta. Hakemin gözü önünde yaptığı bir harekete kendi anlamlarını yükleyip onun da ceza almasını istediler. Şu anda teknik direktörleri olan insana "cesur yürek" derken, Fenerbahçe ile alakasız kendi maçlarından sonra bile Lugano'yu dillerinden düşürmüyorlar, Lugano'nun her maçtan sonra ceza almasını talep ediyorlar. Saha içinde şiddete, sertliğe tepki göstermeleri tabii ki spor ahlakları olduğu için veya prensipleri bu olduğu için değil. Bu talepleri dile getirenlerin yandaki avatarlarında Nouma'nın eli çükünde resmi, takımlarında hakemin formasına kan süren futbolcuları var. Arda'nın Kadıköy'de taraftara hareket çekmesi "50.000 kişi küfür ediyor, o anlık sinirle olur" şeklinde açıklanırken Emre'nin hareketi nedense sadece Emre'nin tek kare fotoğrafına soyutlanıp bu hareketleri yapan sadece oymuş gibi sadece ona ceza veriliyor. Bazıları için futbol bir savaş alanı ve kendileri için ve rakip için doğru değişebiliyor. Emre'nin hareketine ceza verilmesi yanlış değil, fakat bu hafta Baros'un Trabzonspor taraftarına dönüp formasını öpmesine de ceza verilecek mi? Antu'da yayınlanan Tugay'ın kafa kesme hareketine ceza verilmiş mi? Hasan Şaş iki sene önce Sami Yen'de maç öncesi Edu'ya saldırdı, o harekete ceza verildi mi?

Siz bizim ahlakımızı doğruları eğip büğüp kendi çarpık adalet anlayışınızı uygulamak için kullanacaksanız biz neden ahlaklı olalım? Neden biz de sadece rakibin hatalarını konuşup onlara tepki göstermeyelim? Antu'daki insanlar haklı mı? Biz de tüm futbolcularımıza her ne yaparlarsa yapsınlar sahip mi çıkalım? Yarattığınız adalet sistemi ve sahip olduğunuz ahlakla bizim bunu mu yapmamızı istiyorsunuz? Daha mı güzel futbolumuz olacak, takımlarımız daha mı iyi duruma gelecek, başarı bu yoldan mı geçecek? Haydi durmayın başlayın bakalım, "Yaser'in hareketi kırmızıysa Lugano her hafta atılır"lara, "Ne var canım Baros gol atmış onu kutluyordu çıkarken"lere, "Bu fenerasyon hakemleriyle lig bitmez"lere. Sonra da gelin bize ahlak dersi verin, ortak taraftar platformu adını verdiğiniz "ortak Fenerbahçe'ye hakaret alanları"nızda Fenerbahçe ve taraftarını konu alan "hep bu Fenerliler" başlıklı yazılarınızı yazın. Ahlakınız da adalet anlayışınız da bunları yapmaya çok müsait.

Devamı ...

Son 20 Yılın 20 Trajedisi


dev bayrak

Kulüplerin tarihlerinde kara günleri unutturma isteklerini bir türlü anlamıyorum. Üç büyüklerin 100. yıl CD'lerinde sürekli zaferlerden söz edilirken o kulübün trajedilerinden hiç bahsedilmemesinin anlam veremiyorum. Oysa taraftar dediğimiz "hayali cemaat"i cemaat yapan şey zaferler olduğu kadar trajedilerdir aynı zamanda. Kendi tarihini zaferlerden ibaret gören ve mağlubiyetleri hatırlatmamaya çalışan bir eğitim sisteminden gelsek de, Ermenilere "kardeşim siz de bunları niye hatırlayıp duruyorsunuz" diye çemkirilen bir ülkede trajedileri de hatırlamak gerektiğini düşünerek kişisel bir trajedi tarihi çıkarmak istedim. Özne Fenerbahçe olunca ve 90'lı yıllarda çocukluğunu geçirmiş birisi söz konusuysa trajediden bol bir şey yok zaten; zaferlerin bir parçası olmak ancak hüzünlerin de hakkını verebilmekle olan bir şeydir. Bu liste tamamen kişisel bir liste, bazı maçların tarihlerini bulamadım. Ayrıca listeyi de sadece futbol maçlarıyla sınırlı tutmadım. Maç tarihleri konusunda Ekşisözlük ve Maçanıları siteleri bana epey kaynaklık ettiler. Bu tarihleri bulan arkadaşlara ayrıca teşekkürler. Şimdi bakalım bu 20 "siyah güne", nelermiş...

20. 30 Nisan 2007 Fenerbahçe - Eczacıbaşı Bayan Voleybol Maçı
Voleybol federasyonun icat ettiği abuk iki turlu play off serisinin Ankara'daki ayağı. Bir gün önce Vakıfbank'ı yenmişiz Eczacı'yı yenersek Dalaman'daki son üç maça lider girip büyük ihtimalle de tarhimizdeki ilk bayan voleybol şampiyonluğunu kazanacağız. İlk seti gayet iyi oynayıp kazanıyoruz, set sayısı attığımız ikinci seti veriyoruz. Üçüncü set yine oyundan düşüp veriyoruz. Dördüncü sette durum 24-23 ken Özlem servis kaçırıyor maçı 3-1 kaybediyoruz. Eczacıbaşı yine şampiyon oluyor bu kadar yaklaşmışken kaybediyoruz şampiyonluğu.

19. 22 Şubat 1995 Galatasaray - Fenerbahçe Maçı
Türkiye Kupası lanetinin devam ettiği maçlardan biri.Kadıköy'deki ilk maç 1-1 bitmiş, ikinci maç Aygün'ün golüyle öne geçiyoruz, ama bir türlü ikinicisini bulamıyoruz, Galatasaray beraberliği yakalıyor, maçın sonlarına doğru Stauche kendisine verilen geri pası ayağın altından kaçırıyor top tıngır mıngır kaleye doğru yuvarlanıyor ve kaleye bir karış yandan gidip korner oluyor. Uzatma da da sonuç değişmedikten sonra penaltılarda maçın tek golünü atan Aygün penaltıyı atamıyor ve Çarşamba gecesi kabusa dönüşüyor. O gün bugündür ne Aygün 'den haber var ne Türkiye Kupası'ndan.

18. 6 Nisan 1997 Trabzonspor - Fenerbahçe Maçı
3. Veselinoviç dönemi, Trabzon'un da bizim de şampiyonluk iddiamız çok da fazla değil , Trabzon maça fırtına gibi başlıyor ne oluyoruz demeden ilk yarıyı 4-0 yenik kapatıyoruz. Ali Şen devre arasında taktik tahtasına bir şeyler yazan Veselinoviç'in elinden tebeşiri alıyor ve 4-0'ın taktiği olmaz diyor. İkinci yarı Fenerbahçe kendine geliyor. Boliç'in golü bir umut ışığı yakıyor ardından önce 4-2'yi sonra 4-3'ü buluyoruz. Son dakikada Kemalettin karşı karşıya golü kaçırıyor. Bir mucizeye çok yaklaşmışken başaramıyoruz.

17. 1997 Koraç Kupası Fenerbahçe - Hapoel Tel Aviv Maçı
Bir hafta önceki maçta Hapoel'de berbat oynayıp 12 sayıyla kaybettiğimiz maç sonrası bu maçı 13 sayıyla kazanmamız lazım tur atlamak için. Abdi İpekçi tamamen dolu. Takım bir türlü öne geçemiyor, İbo'nun şutları girmiyor, ikinci yarının sonlarına doğru İbo açılıyor farkı 12 ye kadar çıkarıyoruz. Son hücum Hapoel'in. O sırada maçı yorumlayan Mehmet Baturalp Erdal bir top çalabilir mi acaba diyor (Ömrümüzü çürüten Erdal Koşan'dan bahsediyoruz). Erdal doğal olarak top falan çalamadığı gibi gidip orta sahada top sektiren rakibin en iyi faul atan adamına 4 saniye kala faul yapıyor. Avi Gordon iki serbest atışı da atıyor ve eleniyoruz.

16. 16 Aralık 1989 Galatasaray - Fenerbahçe Maçı
3-0 dan 4-3 lük efsane Galatasaray maçından sonra 80'lerin meşhur futbolcu kaçırma hadisesiyle Galatasaray'a giden Hasan Vezir'in ilk Fenerbahçe maçı. Maç son dakikaya kadar 0-0 gidiyor. Son dakikada ofsayt mı değil mi tartışmaları arsında Hasan topu ağlarımıza gönderiyor. 1-0 kaybediyoruz. Henüz 9 yaşındayım ve maç için ağlamayı gururuma yediremiyorum ablamın oturduğum yerden kalkmamı istemesini bahane ederek ağlıyorum. Ağladığım ilk maç olarak da futbol hafızamdaki yerini alıyor bu maç.

15. 17 Nisan 2005 Fenerbahçe - Beşiktaş Maçı
Belki de en iyi oynadığımız Beşiktaş maçı Anelka'nın Beşiktaş sağ kanadını felç ettiği bir sür pozisyonu atamadığımız ve Rüştü'nün rezalet ötesi performansıyla kaleyi bulan bütün şutları yediğimiz maç. Beşiktaş'a epik bir zafer armağan ediyoruz Kadıköy'de. Puan farkı azalıyor, çok şükür o sene şampiyonluğu kaptırmıyoruz da bu maçın travma derecesi nispeten daha kolay atalatılabiliyor.

14. 26 Kasım 1989 Trabzonspor - Fenerbahçe Maçı
103 gollü şampiyonluktan bir sene sonra. Maçtan önceki hafta Trabzon kalecisi Pfaff "Rıdvan'la Oğuz'dan çekiniyorum arkadaşlarımı uyardım" diyor. Pfaff arkadaşlarını etkili bir şekilde uyarmış olacak ki henüz ilk yarıda hem Oğuz hem Rıdvan sakatlanarak oyun dışı kalıyorlar. Trabzon 3-0 öne geçiyor. İkinci yarı Aykut'un iki golü yeterli değil. Rıdvan'ın Ortadoğu meselesinden bile daha çetrefil sakatlıkları başlıyor Yesiç'in tekmesiyle. Skoruyla değil Rıdvan'ın kaybıyla nakşediyoruz bu maçı hafızalarımıza. Ve uğursuz Pazar öğleden sonrasına karamsarlık çöküyor radyo başında.

13. 26 Nisan 2007 Fenerbahçe - Beşiktaş Maçı
İlk maçı 1-0 kaybedip Kadıköy'de Selçuk Dereli takviyeli Beşiktaş önündeyiz. Tek kale oynuyoruz Selçuk Dereli iki üç tane pozisyon kesiyor ofsayt diye. Baki,Tuncay'a tekme atmaktan yoruluyor ve oyunu kırmızı kart görmeden tamamlıyor, Mehmet Sedef'e kart göster diye uyarıyor yardımcı hakem ama Dereli gösteremiyor. Tümer'le öne geçiyoruz ama ikinciyi bir türlü atamıyoruz. Uzatmada Nobre'nin kafasıyla Seçuk Dereli finalde. Finalde de İsmet Arzuman'lı Beşiktaş Erciyes'i iki verilmeyen penaltıyla geçerek kupaya uzanıyor. Türkiye kupasından geriye yine hüzünlü bir son kalıyor. İyi tarafı Selçuk Dereli'yi üç sezondur Kadıköy'de görmememiz.

12. 16 Kasım 1991 Fenerbahçe - Beşiktaş Maçı
Yine bir Beşiktaş maçı. 32. saniye de saçma sapan bir gol yiyoruz, herkes bu maçta çizgiyi geçip geçmediği tartışılmış pozisyonu hatırladığı için bu gol güme bitmiştir. Santradan sonra en geride bulunan Soczyinski gelişi güzel bir vuruş yapıyor top Mehmet'in (Şifo) sırtına çarpıp bir anda önüne düşüyor Mehmet ne olduğunu anlamadan Engin'le karşı karşıya kalıp golü atıyor. Aykut'un iki golüyle öne geçiyoruz, üçüncüyü bir türlü atamıyoruz ve o meşum golle 90 'lı yılların başındaki Beşiktaş uğursuzluğumuza berdevam. Maçtan bir gün sonra ablamın düğünü için salona giderken elimde Fotospor var. Maçın hakeminin ismini asla unutmayacağımı ve bir gün intikam alacağımı düşünüyorum haksızlığa uğramış çocuk psikolojisiyle. Golü veren hakemi yani Çetin Oytuner'i hala hatırlıyorum ama intikam duygusu 2000 yılında Bursa'da tesadüfen karşılaştığım Semih sayesinde ortadan kalkıyor. Bursa'da caddede yürürken yanına gidip "afedersiniz Semih'siniz değil mi siz, bir soru sorabilir miyim? 90-91 sezonundaki o pozisyon gol müydü?" diyorum. Gülümseyerek "goldü" diyor. O zamana kadar gıyabında kin beslediğimiz hakeme üzülüyorum.

11. 4 Kasım 1992 Sigma Olomouc - Fenerbahçe Maçı
Okuldan koşarak geliyorum Galatasaray Eintracht Frankfurt'u elemiş sıra bizde diyorum. Eve gelip Öztürk Pekin'in Kanal 6 'dan anlatacağı golleri hayal ederken televizyonu açar açmaz yağmur gibi gol yiyoruz. 3-0 dan sonra Aykut'un golüyle bir nebze umutlansak ta arka arkaya gelen kırmızı kartlar (ki o hakemin yıllar sonra para karşılığı pek çok maç sattığı açıklandı diye hatırlıyorum)takımı dağıtıyor. Yıllarca ne zaman Avrupa bahsi açılsa bize hatırlatılan 7 gollük Sigma yenilgisini, okul üniformasını bile çıkarmaya fırsat bulmadan yediğimiz golleri derin bir çaresizlikle kabullenmeye çalışıyorum.

10. 1999 Euroleague Cibona Zagrep - Fenerbahçe Maçı
Bu sefer biraz daha büyümüş bir versiyonum koşa koşa dershaneden geliyor. Avni Küpeli İbo'nun her sayısında "dile kolay 30. sayı", "dile kolay 32. sayı" diyerek yine beni deli ediyor. Cibona deplasmanından galibiyetle dönmek üzereyiz iki sayı önde giriyoruz son saniyelere Cibona hücumunda top potadan dönüyor artık maçı almak üzereyiz. Zan Tabak potadan seken topu tutmak yerine tuhaf bir şekilde dışarıya doğru tokatlıyor, top tam da üçlük çizgisinin dışında artık maç bitti edasıyla bekleyen Chucky Atkins'in ellerine geliyor. Atkins'in elinden çıkar çıkmaz süre doluyor ancak Atkins'in attığı şut basket oluyor. İbo'nun 41 sayı attığı maçı son salisede kaybediyoruz. Bu maçtan iki sene sonra Robert Horry'nin Sacremento'ya attığı ve Lakers'a Batı Konferansı finalini getirdiği pozsiyonla bu pozisyon birbirinin kopyasıydı sanki.

9. 28 Şubat 2007 Fenerbahçe - Ros Casares Maçı
Sonuna kadar getirip sürekli çeyrek finalde elendiğimiz Euroleague'de Bayanlar çeyrek final son maçı. İlk maç kazanıp, İspanya da kaybetmişiz ve saha avantajı bizde olduğu için final foura kalma maçını Caferağa'da oynuyoruz. Son 8 saniyeye iki sayı önde giriyoruz. Sabık koç Zafer Kalaycıoğlu ne akla hizmetse tam saha pres yaptırıyor takıma sanki top çalmaya ihtiyacımız varmış gibi Casares presi cezalandırıyor ve köşede bomboş bir üçlük pozisyonu buluyorlar. Şans o sırada yanımızda, bomboş üçlüğü kaçırıyorlar ama pres yüzünden box out yapamayınca ribauntu Delisha Milton'in tiplemesini seyrediyoruz. Süre doldu mı dolmadı mı tartışmaları içinde hakem basketi veriyor ve maç uzatmaya gidiyor. Uzatmada maçı kaybediyoruz final-four bir kez daha ellerimizden uçuyor.

8. 24 Nisan 1996 Fenerbahçe - Galatasaray Maçı
1-0 kaybettiğimiz Ali Sami Yen deki Türkiye Kupası final maçının rövanşı. Maçtan önce bizim okul takımının liselerarası turnuvadaki final maçını izliyor ve şampiyonluğa seviniyoruz. Yıllar sonra gelecek Türkiye Kupası için televizyon başında hazırım. Aykut Van Gobbel'in neredeyse gözüne kadar kalkan ayağına rağmen kafayla Friedel'i avlıyor ve 1-0 öne geçiyoruz. Son derece üstün oynuyoruz ama Friedel kalede devleşiyor. Aykut'un Erol'un Tayfun'un yüzde yüz gol pozisyonlarında kaleyi kapatıyor. Uzatmada Saunders'in çatala doğru vurduğu topla 116. dakikada kupayı Galatasaray'a teslim ediyoruz. Souness sahaya Galatasaray bayrağı dikerken kupa vermek için sahaya inen Cumhurbaşkanı Demirel Bülent'e atılan pet bardaklardan nasibini alıyor. Okul duvarına yazı yazdığı için aylarca işkence gören gençlerin gündemde olduğu dönemde statta Demirel'e pet şişe atıp elini kollunu sallayarak dolaşan insanlar olması da tuhaf bir "yas dokunulmazlığı" olarak meşrulaştırılıyor adeta. Türkiye Kupası laneti devam ediyor.

7. 22 Şubat 2007 Az Alkmaar - Fenerbahçe Maçı
3-3 ün rövanşında 2-0 öne geçiyoruz. Makus Avrupa talihinin döneceğine inancımız tam. İkinci yarı Tümer-Alex ikilisinden bir tanesinin yerine daha defansif bir oyuncu almasını bekliyoruz Zico'nun ama kenarda oyunu seyretmeyi tercih ediyor Zico. Alkmaar 2-1 i buluyor. Skor 2-1 ken en az üç tane yüzde yüz gol kaçırıyoruz, içimde pis bir huzursuzluk atamayana atarların tecelli edeceğini muştuluyor. 86'da yiyoruz golü. O kadar iyi oynadığımız rahatlıkla geçebileceğimiz turu geçemiyoruz. Avrupa'da elenmeye bağışıklık kazanmış olsam bile bu maçı halen hazmedemiyorum. Çocukken olsa şu maç oturup üç gün üç gece ağlardım herhalde.

6. 11 Nisan 1999 Tofaş - Fenerbahçe Maçı
Yine dershane dönüşü bir basketbol maçı. Türkiye Kupası finalinde Tofaş'la Samsun'da oynuyoruz. Maça iyi başlayamıyoruz, Tofaş Rivers'in önderliğinde bir anda öne fırlıyor. Farkı 20 sayıya kadar çıkarıyorlar. İkinci yarı Fenerbahçe geri dönüyor yakalanan müthiş seriyle farkı kapatıp 2 sayıda öne geçiyoruz. O aralar Televole'lerde Bursa'da Zeki Müren'in mezarı başında "Şimdi Uzaklardasın'ı mırıldanan Rashard Griffith devreye giriyor ve son anda 2 sayıyla kaybediyoruz maçı. Efsane bir geri dönüşle kazanmak üzere olduğumuz bir maçı kaybediyoruz 25 gün sonra daha çok kahrolacağımız bir maçın gelebileceğini düşünmeden berbat bir Pazar gününe dönüşüyor o gün.

5. 26 Ağustos 1990 Fenerbahçe - Aydınspor Maçı
Hiddink'li sezonun ilk maçı. Maç televizyondan verilmiyor O sıralar radyodan maç dinlemeyi kuzenlerimle bir ritüele çevirdiğimiz için radyo başındaki yerimizi alıyoruz. Mikrofonlar ne zaman Kadıköy'e çevrilse gol umuduya radyoya yaklaşıyoruz ve her seferinde golü yiyen biz oluyoruz. Oyuncularının adını bile duymadığımız, ikinci ligden yeni gelmiş Aydınspor'dan yarım düzine gol yiyoruz. Maç bittikten sonra bile skora inanmıyorum, akşam Spor Sütdyosu'nda yediğimiz goller radyo kurgusu olmaktan çıkıp ete kemiğe bürünüyor. İkinci yarı Aydın'da oynanan maç da Aydınspor'u 5-1 yeniyoruz ve Jakolsewicz bir de penaltı kaçırıyor. O penaltıyı atsa 6-1 in rövanşını 6-1 le alacağız. İkinci maçtaki kaçan o penaltı da ayrı bir hayalkırıklığı olarak kalıyor anılarımızda. Aydınspor ertesi sezonun açılış maçında yine bizi İstanbul'da yenmeyi başarıp belalı iki seneden sonra ligden düşüyor da rahat ediyoruz.

4. 27 Nisan 2008 Galatasaray - Fenerbahçe Maçı
Ligin final maçı 32. hafta da Galatasaray'ı yensek şampiyonuz berabere kalsak da avantaj bizde. Sanki jübile maçına çıkmışız gibi ruhsuz oynuyoruz. Volkan-Edu işbirliğiyle yediğimiz aptalca golle Galatasaray öne geçiyor. Son dakikada bile topu ileriye vurmayıp yan pas veren Maldanado'yla birlikte hatırlıyoruz bu maçı. Şampiyonluğu kendi ellerimizle Galatasaray'a veriyoruz bu sefer son haftayı beklemeden. Dünyanın en gamsız takımı gibi şampiyonluk maçı oynayan bir takımı, o maçtaki oyuncuların ruhsuzluğunu hala anlayamıyorum.

3. 5 Mayıs 1999 Fenerbahçe - Tofaş Maçı
Herşeyin ters gittiği bir sene. 3 gün önce Ö.S.S. iptal edilmiş. Yarı final serisine ligdeki iki maçı da kazandığı için Tofaş 1-0 önde başlamış, Bursa'daki ilk maçı İbo'nun müthiş perfermonsıyla kazanmışız. Abdi İpekçi dolu. İkinci maçı da kazanıp skoru 2-1 e getirip saha avantajıyla play-off finaline çıkmamız hiç zor değil. Maç müthiş bir atmosferde geçiyor son anlara başa baş giriliyor. Tofaş öndeyken önce bizim benche havlu attığı için Rimaç'a teknik faul veriyor hakemler ortalık birbirine giriyor maç bize göz kırpıyor tekrar eşitliği yakalıyoruz, Tofaş tekrar öne geçiyor son hücum bizim ve 3 sayılık atış sırasında Gilmore' a yapılan harekete faul çalıyor hakemler. Süre bitmiş futboldaki temdit penaltısı gibi faul atışları için Gilmore potayla başbaşa. 3 serbest atışı da atsa maçı kazanacağız 2 sini atsa uzatma olacak. Gilmore üçünü de kaçırıyor. Abdi İpekçi o maçtan sonra aynı kalabalıktaki seyirciyi Beşiktaş la 2006'daki Avrupa Kupası maçına kadar bir daha görmüyor. Halil Üner ve Gilmor'e rağmen final yükselme şansını kaybediyoruz. Arka arkaya iki Tofaş faciasını 20 güne sığdırıyoruz. O kadar güçlü bir beddua etmişiz ki ertesi sene Tofaş basketboldan çekiliyor :)

2. 1 Aralık 1990 Galatasaray - Fenerbahçe Maçı
İnönü'de bir Cumartesi maçı. Hayatımıza yeni giren Magic Box Star veriyor maçı Ümit Aktan'ın anlatımıyla. 1-0 geriye düşüyoruz Tanju'nun golüyle,penaltı golüyle 1-1'i buluyoruz. Maçın sonlarına doğru Tanju, Schumacher'i bir kez daha mağlup ediyor. Maç sonrasında maça o kadar üzülüyorum ki o gece doğru düzgün uyuyamıyorum. Ertesi gün de içimde bir sıkıntıyla uyanıp nefes alamıyorum bahanesiyle ağlamaya başlıyorum. Doktora gidiyoruz apar topar, tabii doktora maç yüzünden canımın sıkıldığını söyleyemiyorum. Bir şeyi yok diyip postalıyor bizi doktor. Hala bu maça niye bu kadar anlam yüklemişim anlamıyorum ama çocukluğuma dair en büyük travmalardan birine neden oldu bu maç öneminden bağımsız olarak.

1. 14 Mayıs 2006 Denizlispor - Fenerbahçe Maçı
Pek çok Fenerbahçeli'nin bir numaralı hayalkırıklığı maçı olduğunu tahmin etmek zor değil. Pek çok kişi o sene Kadıköy'de 4-0'lık Galatasaray maçı sonrası şampiyon olduğumuzu düşünüyordu ama ben bir hafta daha bekleyip Trabzon maçını beklemeyi tercih etmiştim. Trabzon'da 3-2 kazandığımız maçtan sonra da çok temkinli birisi olsam da artık bu işin bittiğini ve şampiyon olduğumuzu düşünüyordum. Erciyes maçının bitiş düdüğü sonrası yan televizyonda berabere giden Beşiktaş-Galatasaray maçına bakıp Denizli'de beraberlik bile bizi şampiyon yapacak diye düşünürken Hasan Kabze'nin son dakika golüyle içimde oluşmaya başlayan "acaba" soruları bir hafta sonra gerçeğe dönüştü. Maç sonrası sarı-lacivert kalabalıkların içine karışmayı düşünürken sarı-kırmızılı kalabalığın arasından sıyrılmaya çalışmak, maça dair bir sene boyunca hiç bir şey okumamak, görünütülerini izlememek, uzun süreli bir inkar dönemini ancak yüzüncü yıldaki şampiyonluk sonrası kabullenmeye cesaret edebilmek. Antik Yunan trajedilerinde bile "bu kadarı da biraz abartı olmuş ya" diye burum kıvırılacak bir trajediye canlı canlı şahit olmak.

Devamı ...