31 Temmuz 2009
Muhammed Ali & Pele Zamana Karşı
Yaşamları sırasında çalıştıkları alanları geriye dönülmemek üzere değiştiren insanlar vardır. Fizikte Newton, Boksta Muhammed Ali, Futbolda Pele ve Pidecilikte Rasim Usta böyle isimlerden sayılabilir. İlk resim "Once in a lifetime: The Extraordinary story of the New York Cosmos" filminden. İkinci fotoğraf 1999 yılında çekilmiş. Life koleksiyonundan. Maç sonucu tahmini: Zaman yaşlandırabilir ama yenemez, 1 olur.
Devamı ...
Bomba Transfer - Alex'in Yüzeni
Modern futbolda önce Alex ve Alex gibi oyuncuların devri bitmişti. Şimdi Alex'in koşanının da misyonu tamamlandı, zaten ala ala piyasada Alex'in koşanı da kalmadı. Biz de Alex'in yüzenini getirdik. Alex de bu arada Avrupa'daki 12. golünü atarak Tuncay'la birlikte Fenerbahçe'nin Avrupa'da en çok gol atan futbolcusu oldu, gelecek hafta Tuncay'ı geçerek tek başına bu sıfatı alacak. Eminim Alex'in yüzeni bu sayıyı 2 maçta rahat geçer, burnuyla bile atıyormuş...
Devamı ...
Acilen Bir Stoper Alınmalı
Futbol konuşurken soyut olarak ele aldığımız kavramların somut düzleme nasıl yansıdığını unutuyoruz. Örnek vermek gerekirse "oyunun iki yönünü oynamak" ya da "arkası dönük oynayabilen forvet" kavramları bir süre sonra çok kullanıldığı için çoğu insanın kafasındaki somut anlamlarını yitirebiliyorlar. Bu soyutlaştırma "Oyunun iki yönünü oynayan oyuncu Lamparttır" örneği verdikten sonra sahada onu izlerken tam olarak ne yapıp bu sıfatı hakettiğini anlatmaya çok yaramıyor. Geçen hafta Fenerbahçe'nin sistemini analiz ederken en zayıf bölgenin defansın ortası olduğunu ifade etmiştik ve "Önder'de ilk hamleyi yapma yeteneği yok, rakibini karşılıyor fakat onunla birlikte kaleye yaklaşıyor. Hamle zamanlamasını ayarlamakta sıkıntı çekiyor, ayrıca top ayağındayken de çok dengesiz." demiştik. Dünkü maçla bunu somutlaştıralım. Forveti yaklaşık 30 metrede karşılama, hamle yapmakta gecikip ceza alanına beraber girme ve hatalı bir hamle ile 5. sınıf bir forvetten yenilen çalım. Önder tecrübeli sayılan bir oyuncu ama yeteneği bu. Tek pozisyon üzerinden değerlendirmiyoruz, oyun tarzı bu. En başta hamleyi yapıp çalım yese kademesine girilir ama hamleyi en kötü yerde yapıyor, bu yaştan sonra antrenmanla öğrenilecek bir şey değil bu maalesef.
Devamı ...
Fenerbahçe 5 - Honved 1
EL 30/07/2009
NTVSPOR – Mert Aydın
Fenerbahçe, UEFA Avrupa Ligi 3. ön eleme turunda Macaristan'ın Honved takımını Güiza (3), Roberto Carlos ve Alex'in golleriyle yenip rövanşı formalite haline getirdi.
İSTANBUL - Başkan Aziz Yıldırım'ın 3 yıllık şampiyonluk garantisinin ardından Christoph Daum'un arz-ı endam etmesi tarihe meraklılara Charles De Gaulle'ün Cezayir sorununu çözmesi için 15 yıl sonra geri çağrılmasını hatırlattı. Bizden söylemesi De Gaulle, Cezayir'in Fransa'dan kopuşuna razı olmuştu. Daum ondan inatçı çıkar mı? Bunu göreceğiz.
Brezilya Milli Takımı'nı andıran kadrosuyla Honved önüne çıkıyordu Fenerbahçe. Maçtan önce Honved teknik direktörünün ve futbolcularının açıklamalarını okuduğumda, "Acaba ters totem mi yapıyorlar" diye düşünmedim değil. Koskoca Macar takımını oluşturanlar böyle mi konuşurdu? Bari yalandan bir şeyler söyleseydiniz. Tamam 16 takımlı Macar Ligi'ni 14'üncü bitirebilmişlerdi ama hemen de teslim olunmaz ki!
Karşılaşmanın ilk düdüğüyle beraber gerçek anlaşıldı. Adamlar boşuna böyle konuşmuyormuş. Fenerbahçe sanki bir Macar takımıyla değil de Malta lig sonuncusuyla oynar gibiydi. Hem tecrübe hem kalite hem de bilumum tür kumaş konusunda fersah fersah ilerideydi Fenerbahçe. Zavallı Honvedliler arada bir topu kapıyor,umutlanıyor ama sonrasında kaptırıp küsüyorlardı.
13'te Fenerbahçe frikik kazandı. Yeni gelen Brezilyalılar'la birlikte topun başında bulunma ihtiyacı hiiseden futbolcu sayısında fazlalık olmuştu. Tabii ki yaşına hürmeten Roberto Carlos'a bırakıldı top. O da çat diye yerden köşeye gönderdi topu: 1-0. Ama golü atmanın bedeli sakatlıktı. Roberto Carlos'un yerine Deivid girdi.
22'de Güiza'nın röveşatası üst direkten dışarı gittiğinde yine o kabusun dönüp dönmediği şüphesi beyinleri kemirmeye başladı. 29'da bu şüpheyi ortadan kaldıran gol geldi. Arada bir seyirciyi eğlendiren hareketler yapma görevinden yararlı olma işine terfi eden Kazım, Gökhan'ı topla buluşturdu. Uçan bekin ortasına Güiza kafayı uzattı: 2-0.
40'ta Honved savunması atağa çıkarken Emre ile karşılaştı. Onun soldan yerden ortasında Güiza akıllı vurdu: 3-0.
48'de Emre'nin uzaktan şutunu köşeden Nemeth çıkardı. 52'de Benjamin sağ çaprazdan geldi. Plasesini Volkan kornere çeldi. 61'de Kazım'dan Gökhan'a gelen top. Yine uçarak sıfırdan yapılan orta. Yerden gelen topa iyice coşan Güiza vuruyor: 4-0.
68'de Deivid'le ceza alanı içinde halı saha paslaşmaları yapan Alex klas bir plase gönderdi kaleye: 5-0.
78'de Zsolnai'nin kafa golü geldi: 5-1.
Fenerbahçe'de kötü yoktu. Ama tabii ki savunmanın durumunu daha ciddi bir rakiple ölçebilirsiniz. Seyircisiz oynanacak rövanşın artık bir değeri de yok zaten. Yalnız şu Gökhan Gönül'e ne diyeceğiz? Hangi övgü sözcükleri gidecek onun hünerlerine? Fatih Terim'in de Gökhan'ı izleyip keyiflendiğini hissediyorum.
FENERBAHÇE-HONVED: 5-1
Hakemler: Knut Kircher, Jan Hendrik Salver, Wolfgang Walz
Fenerbahçe: Volkan, Gökhan, Önder, Bilica, Roberto Carlos (17 Deivid), Kazım, Emre (85 Deniz), Alex, Cristian, Andre Santos, Güiza (71 Mehmet)
Honved: Nemeth, Benjamin, Botis, Hajdu (88 Rodrigues) , Macko, Hrepka (53 Zsolnai), Debreceni, Pastva, Abraham, Hidi (63 Horvath), Vukmir
Goller: Roberto Carlos (13), Güiza (29, 40, 61), Alex (68); Zsolnai (78)
Sarı Kart: Benjamin
Devamı ...
Eureka! Antu'ya Bakıp Sosyal Tespit Yaptım!
İki gündür bazı antulu Fenerbahçelilerin Elano transferi öncesinde yazdığı mesajları alıp çok yaratıcı espriler üreten bir internet tayfası türedi. Buraya kadar normal, bunu herkes yapıyordu da bu mesajları alıp önce antu şudur diye genelleyen, sonra da aha Fenerbahçe taraftarı budur diye genelleyen sosyologlar yine meydana çıktı. Bu şampanya sosyologları zaten arada bir ortaya çıkıp Fenerbahçe taraftarı kültürsüz, hazımsız, bencil, zekası düşüktür diye genellemeler yapar. Antu'nun topu topu 5000 üyesi vardır, aktif üye sayısı 1000 bilemedin 1500'dür ama "antu üzerinden nasıl genelleme yapıyorsunuz" sorusuna da bir bahane bulup cevap verirler. Bu cevabı verirken de "ben rakip takımları bu kadar destekleyen, Gs kazanınca sözünden dönüp o takımları küçümseyen bir dahaki rakipten medet uman başka taraftar bilmiyorum, bak alisamiyen.net ne kadar kaliteli" argümanını kullanırlar. Bak alisamiyen.net ne kadar kaliteli argümanını kullanmazlarsa o gün vereme tutulurlar. Allahtan kendi aramızda ehehe tiplere bak diye konuşurken özellikle Canarino abimizin arşivlediği yazılar var elimizde. Alın size çok seviyeli forumlardan, hatta tribünlerden, pankartlardan seçmeler (linkleri durmuyor çünkü Fener kazanınca siliyorlar efendim), şimdi genelleyin şampanya sosyologları. Sanırım konuları arada silip temizleyince çok seviyeli ve örnek alınacak hale geliyormuşsunuz, antu moderatörlerine söylemek lazım bunu.
Çarşaf gibi oldu, o yüzden bir kısmını seçtim bu rakibine saygılı, seviyeli forum ve taraftarlardan örnekleri
Yukarıdaki ühühüh hep yeniliyoruz dedikleri maçtan önce çok gazlar
En eğlencelisi bu, bir alisamiyen.net klasiği... Fenerbahçe - Chelsea maçı öncesi forum. Çarşaf gibi uzun olduğundan yazılı metnini koyuyorum. Dur anlayacağınız dilde yazayım (bkz. maç başında hoşşaf geçen chelsea nasıl laubali, ciddiyetsiz, kazma hocalı takım ve drogba kazma oldu)
MAÇTAN ÖNCE
Saat 12 oldu Sinderella, prenseslik bitti, hadi yine camekan arkasinda musteri beklemeye guzelim.
Sevilla'yı çok abartmışlardı, Chelsea'de çok küçümseniyor. Ezer geçer Chelsea....
2 Drogba 2 Anelka sonradan girerse 3 tane de Şevki sallasa etti 7.MAÇ ESNASINDA CHELSEA'NİN GOLÜ
1 Tane de Lampard atsa frikikten al sana 8.
heyyyyttt be eeeeeee gol
gollllllllllllllllllllllll. kendi kalesine daviddddddddddddd 0-1
GOOOOOOOOOOOOL David kendi kalesine çok güzel bir gol attı! Hahah beter ol beter!
Bu rekor olsa gerek dimi her maç kendi kalelerine gol atiyor adamlar. pardon "adam" dedim Smile
direkten dışarı çıktı,,güzel bir akşam olacak gibi,
Kuşlar savunmayı bile geçemedi daha, Kezman yapayalnız kaldı ilerde.
Aurelio vurdu out.
Iste ozledigimiz gercek Fenerbahce !
En hafif tabirle Chelsea Fenerle hoşşaf geçiyor.
Alex'in Hagi ile kıyaslama balonu da, muhteşem fenerbahçe temposu balonu da sönmüştür.
Daha maç bitmeden İlker Yasin şebeği başladı Chelsea'yi övmeye.Maçla alakası yok.Yani şunun yolunu yapıyorlar: "Elendik ama böyle bir takıma elendik" Lan daha geçen gün sıradaki kurban değil miydi bu Chelsea?
Eğlenceli salı ve çarşambaları bize geri döndürdüğü için sarı kuşuma sonsuz sevgiler.
Chelsea işi biraz sıkı tutarsa ikinci yarı 3-4 gol bulabilir.Drogba'nın yerine Anelka daha etkili olacaktır.Duran top dışında Fenerbahçe'nin gol atma şansı hemen hemen hiç yok.Bu sene balı paçalarından akan fenerin yolu buraya kadarmış ne yapalım.FENERBAHÇE'NİN GOLÜ VE SONRASI
Allah kahretsin yedik. Cudicini Allah seni top etsin. Kazım attı.
Avram Grant Kalli gibi aynı, izliyor sadece maçı.
Drogba'yı çıkarıp Anelka'yı alsana be adam. Tek kale oynuyoruz ama gol atamıyoruz.
Drogba-Anelka
Malouda-Kalou
yaparsa, 3 olur
Chelsea inanilmaz derecede laubali oynamaya baslamisti, biraz kendilerine gelip maci 3-1 falan alacaklarini dusunuyorum. Bu gol cok iyi oldu diyebilirim.
Not: Drogba bu aksam hem cok bencil hem de cok beceriksiz.
Keyifli maclar...
tribünde yusuf yusuf seslseri ah be bu gol olmalıydı
inanamıyorum.. deivid
2-1 oldu.
adamlar yabancilardan maksimum faydayi sagllarken biz carusca ve bouzidi 18 e dahi sokamiyoruz...
Bu maç böyle biterse fener yarı finale çıkar. Herkezle istediği iddaya girerim.
Drogba ve tayfasının bu ciddiyetsizliğini anlamak mümkün değil.
O kadar net pozisyonları o kadar [beep] şekilde harcıyorlarki insanın siniri bozuluyor gerçekten.
Çizgi üstünden frikik var Drogba amcam ölesine topu uzaklaştırır gibi curuyor topa.Karşı karşıya pozisyonda sanki antremanda paşam..
Fenere bok atıyoruz atıyoruz ama adamlar balla malla şunla bunla amma maç çevirdiler geirden gelip..
İşin kötü yanıda yaklaşık 231312 yıl anlatılacak bi hikaye çıktı başımıza..
Cok kotu oldu ama 2-1 galibiyet sonrasi rovansta
sanslari yok.
SEN SARI ILE KIRMIZI KALBIMIZIN YILDIZI
0-2 den 3-2 alan bizdik R Madrid...
Şu an olmuş birşey yok.. Ben İngiltere'de Chelsea'nin rahat kazanacağını düşünüyorum ( artık ciddiye alacaklardır )
Bu nasıl İngiliz takımı ya!Şampiyonlar ligi çeyrek finalinde 10 tane gol kaçır rakibine 1 pozisyon verip 2-1 yenil bu kadar mı lakayıt ciddiyetsiz dangalak olunur.
Drogba denen gevşek herife ne desem az gerçekten.
Chelsea laubalilğinin faturasını çok acı ödeyebilir.
Ayrıca Deivid denen kazma başımıza topçu kesildi ya,ne diyim ki..
Valla ne diyim..
Adamlarada bişey diyemiyoruzki, biz UEFA'da rezil olurken adamlar baya baya avrupa'nın baba takımlarını yendiler hatta daha babalarını geriden gelip falan yendiler.
Bende bal mal diyordum ama tarihte bal falan yazmicak..Skor yazacak.
Bu adamlarda bunu yaklaşık 12312 yüzyıl söyleyecek.
Zevzekliklerinide biz çekecez.
Adamlar göstere göstere bi plan program içerisinde buraya geldi.
Bizde bizim halimize bakın...
OOFFFFF!!!
MARMARİS ÇAM BALI bunlardaki..
Sen tek kale oyna, hıyar Cudicini 2 tane top alsın başka bir hıyar Drogba cömertçe golleri harcasın, Karl Heinz Avram Grant maçı aynı benim tvden izlediğim gibi seyretsin. Yahu bu nasıl bir baldır biri açıklasın bana.
Cidden çok sinir oldum, Leverkusen'den 5 yedik bu kadar sinir olmadım
Adamlar bu turu gecerse bir kaset yapip, "Abi bak, bu adamlar mac zora girdi mi 65 gibi Kazim'i sokar 75 gibi Semih'i sokar, Zico'nun yaptigi tek sey budur" deyip gondermek lazim Fener'in rakibinin teknik direktorune.
eğer fener yarı finale çıkarsa bizim uefa kupası'na eşit başarı elde ederBak Roberto Carlos gelsin veririmcileri, Alex gelsin atlarımcıları yazmadık bile. Çakma sosyal tespitçilerden sosyal bir tespit bekliyoruz efendim... Sabırsızlanıyoruz.
bu benim ölçülerime göre böyle
bir yandan da seviniyorum bu duruma
böylece çıta yükselir
ve bizim silkinmemiz için bir mihenk olur diye umuyorum
çünkü artık bizim camianın uefa kupası'nın mirasını yemesinden bıktım
yürü fener
yoksa bizimkilerin kendine geleceği falan yok
Devamı ...
Lynn Greer'i Aldık
Sonunda basketboldaki ürkütücü sessizlik bozuldu, Green gönderildi, Lynn Greer'in geldiği duyuruldu resmi sitede. Başka bir haber de Kinsey'in de büyük ihtimalle tekrar takıma döneceği. Sıkıntılı geçen bir transfer dönemi iyi sonuçlanacak gibi. Greer, Green'e göre Euroleague ve üst düzey maçlar için çok daha iyi bir oyuncu. Solomon kaldığına göre maçların bazı bölümlerinde iki guard ile oynarız gibi görünüyor. Bir de 2 veya 4 numaralardan birine kaliteli, en azından benchten gelip katkı verebilecek bir yerli alırsak dengeli ve iyi bir kadromuz olur.
Devamı ...
30 Temmuz 2009
George Best Superstar
Bu sefer bir George Best anektodundan çok daha fazlası var. 1970 yılında oynanan Manchester Utd. - Coventry City maçında Helmuth Costard deneysel bir çalışma yaparak 16 mm'lik 8 kamera ile tüm maç boyunca boyunca yalnızca George Best'i çekmişti. Bundan önce blogda aynı yöntemle Zidane için yapılan Zidane, Un portrait du 21e siècle isimli filme yer vermiştik. Bu sefer George Best'li ilk versiyonun 9 dakikalık bir kısmını koyuyoruz. Video 3.04'e geldiğinde mükemmel bir çalım ve arkasından harika bir plase ile güzel bir gol göreceksiniz. Hiç görmediğiniz gibi.
Devamı ...
29 Temmuz 2009
İnsaf Yahu!
Üniversitede bir gün arkadaşlarla futbol üzerine konuşuyorduk. Bir şekilde konu "neden biz takım tutuyoruz"a geldi, herkes yapmıştır zaten bunun üzerine münazara. O gün bir arkadaş "ben başka takımları tutan arkadaşlarla dalga geçmek için takım tutuyorum" demişti. O arkadaş benimle aynı takımı tutmadığı ve hayata da futbola baktığı gözle baktığı için sonra yavaş yavaş mesafe girdi aramıza, dört senedir de görmüyorum. Şimdi bu ne kadar absürt görünse de ve bunu itiraf etmek bize ne kadar garip gelse de böyle birçok insan var. Takım tutmayanların bile beni görünce sürekli gerzek Fenerbahçe şakaları yapmalarına alıştım.
Dün ve bugün okuduklarım da benzer zihniyetin bir ürünü bence. Bloglarda, forumlarda, sözlüklerde futbol üzerine konuşmak hoşumuza gidiyor çünkü futbolu seviyoruz, hayatımızda önemli bir yer kaplıyor. Bir insan dinlediği müzik, izlediği film, okuduğu kitap üzerine nasıl ki insanlarla konuşup tartışmak istiyorsa, izlediği oyun için de fikirlerini aktarıyor ve başkalarının fikirlerini önemsiyor. Yalnız bloglara, forumlara, internete yazmak düzenli bir hâl aldıktan sonra bazen doz kaçıyor. Kimseyi eleştirmek için söylemiyorum, sadece dün gece ve bugün oluşan genel havanın bana verdiği rahatsızlıktan bahsediyorum. Hani bunu ben de yapıyorumdur arada, ben bambaşkayım demek değil derdim.
Uzun zamandır futbol yok ortada, Galatasaray geçen haftalar bir Kazak takımıyla eleme turu oynadı da Kazak takımı işte, kim ne kadar ciddiye aldı maçı? Dün Sivas'ın maçı vardı. Uzun süre sonra resmi bir maç olunca ana malzeme olarak o görülüyor sanırım. Her gün bir şey üretmem lazım, hatta iki, üç şey üretmem lazım baskısının mı yoksa her maç izlenirken duyulan taraf tutma ihtiyacının mı sonucu bilmiyorum ama bu maç insanlara dert oluyor. Forumlarda, sözlüklerde sayfalarca, bloglarda akın akın aynı minvalde yazılar...
Bir röportaj varmış biz 5 yeriz 6 yemeyiz diye, en az 30 farklı kişi farklı yerlerde onu kopyalamış, Bülent fotoğrafı koyup altına "ah işte böyle alırsın" yazan bir düzine, bizi rezil ettiler diyen sayısız. Ne oluyor yahu, cidden anlamıyorum. Neden herkes her şeyden bir vazife, bir mesaj çıkarmak zorunda? Küçükken her gün izlediğimiz He-man'deki Orko psikolojimizi bozdu da her olaydan, her maçtan, her sözden mesaj mı çıkarmaya çalışıyoruz. Maç Şampiyonlar Ligi öneleme maçı, Türk takımı oynuyor, TRT yayımlıyor, oturup Salı günü maçımızı izleriz, pek güzel. İzlediğimiz maç üzerine de konuşuruz, Sivas futbol adına her şeyi yanlış yaptı, Anderlecht'in hızlı pas trafiği, orta sahada adı daha önce Fenerbahçe ile anılan ikilisi üzerine bolca yazılar yazılır, konuşulur. Futbol sonuçta bu, izleyip üzerine konuşuyoruz, blog tutuyorsak bu işten keyif aldığımızdan.
Yok efendim, maça dair tek kelime yok, Sivas'ın rezilliği, Bülent'in kepazeliği havada uçuşuyor. Yahu kendi takımınız lig dördüncüsü, beşincisi olmuş, adamlar hayatlarında ilk kez Şampiyonlar Ligi elemesi oynuyor, bununla mı dalga geçiyorsunuz? Topu topu ederi 10 belki 15 milyon dolar olan takım, senin 100 milyon dolarlık takımını geçmiş, tek geliri tv geliri, 300 bine aldığı adamı 3 milyona tabii satacak, senin gibi Josicolara, Zapolara, Carruscalara milyonlar verip parayı çöpe de atmamış, Metalistlere, Kievlere, Tromsolere elenen senin takımın ama nasıl bir vazife çıkarma aşkıysa bu Sivas'ı izlerken utancından yerin dibine giriyorsun. Antu'da "bir daha Sivas Avrupa'ya gitmesin" diyen bir ton adam var, yahu insan hiç mi düşünmez yazarken?
Bahane de mükemmel. Sabah akşam şuursuz ve komik açıklamalar yapan Bülent çok antipatikmiş (gerçekten yapıyor ve gerçekten antipatik ama bu sadece bahane) o yüzden dalga geçilip aşağılanıyormuş Sivasspor. Ben ders almam veririm diyenlerin yönettiği takım yenilsin diye dualar edin, maç kaybettikten sonra dalga geçin o zaman bakalım. 5 sene önce ikinci ligde oynayan takım her sene ligdeki derecesi artmış, sonunda senin takımından 30 kat az bütçeyle seni geçmiş, senin oynayamadığın seviyede eleme maçına çıkıyor ve İntertoto hariç çıktıkları ilk Avrupa maçında yenildiler diye mükemmel espriler üretip dalga geçiyorsun. İki sebebi var bunun; 1. Sivassporun başarısının geçen sene verdiği ciddi sıkıntı ve rahatsızlık duygusu, 2. Objektiflik adına asıl rakiplere karşı içinde tutulan kin ve nefretin ortalıkta Sivasspor adına konuşacak, tepki gösterecek birisi olmadığı için Sivasspor'a boşalması.
Her maçtan, her izlenilenden, her okunandan mesaj çıkarmak, malzeme üretmek, ders almak gerekmiyor. Gerektiğini düşünüp zorlayınca böyle oluyor. Dün izlediğiniz futbolu konuşun, Bülent'in taktiğini hatta ettiği lafların anlamsızlığını, Sivas'ın çekingenliğini eleştirin sonra isterseniz aslında bu sonuca şahsen sevindim diyip bitirin yazınızı. Birbirinizle derbiler öncesi didişin, ezeli rakiplerin Avrupa maçlarından sonra birbirinize takılın da bu yapılanlar ne yahu? Şu Sivas'ın 3 senede yaptıklarını yapan takım İtalya liginde olsa fan clubları türerdi memlekette. Sivas dün kazansa aşağılayanların %80'i "Hiç hazzetmem türbülentten ama helal olsun lan" yazıları döşerdi bugün. Biraz insaf yahu...
Devamı ...
28 Temmuz 2009
Fenerbahçe Taraftarısınız Galiba?
Açıldığımız günden beri bir miktar övgü ve yergi aldık. Geçen hafta "galiba Fenerbahçe taraftarısınız" şeklinde bir yergi geldi ve arkadaş nirvana'ya ulaştı, çıta çok yüksekte, bir sonraki hamleyi merakla bekliyoruz. Bugüne kadar hakkımızda söylenen şeylerden en etkililerini seçtik. Bazıları internette kopyalanan yazılarımız üzerine yazılanlar, bazıları bizzat bloga gelip bırakılan yorumlar, bazıları şaka gibi gelecek ama hepsi %100 gerçek.
10. her türlü kepazeligi yapan blog
Silvio Berlusconi
[Blog içip içip kenarda sızmışken]
9. hep derler ya "futbol enteresan şey abi adam profesör olmuş ama maça gidince ana avrat bırakmıyor" gibi laflar.. aha işte futbol söz konusu olunca ha rambo okan ha siz.
Sabri Sarıoğlu
[Okuyucu maçtan sonra okudukları karşısında samimi hissini yansıtırken]
8. seviyenizin hastasıyız, hep böyle devam edin..
Borat
[irc.raksnet.com #ayva kanalı yöneticisi "seviyeli sohbet" şiarının zedelendiğine kanaat getirirken]
7. fanatizmin gözleri kör etmesi bu olsa gerek.
Edison Arantes do Nascimento (Pele)
[Lugano'nun pek de fena bir futbolcu olmayabileceği ifade edilince buna dayanılamaz]
6. ne kadar gereksiz işlerle uğraşıyorsunuz, zamanınızı bunlarla harcayacağınıza biraz topluma ve çevrenize faydalı olun.
Görgü Tanığı T.K.
[2 Nobel ödüllü bilim adamının sitemizi ziyaretinden sonra yaptığı tespit]
5. Bir yazı ancak bu kadar‚ düzeysiz‚ mesnetsiz‚ komik‚ saçma‚ uyduruk‚ mantıksız ve sallama olabilir.
Oscar Wilde
[Kaç özdeş sıfatı yanyana kullanabileceğini merak eden okur bunu denemek için Reis'inin eleştirilmesini bekleyişi son bulunca]
4. Her kim ki herhangi bir yerde adıma veya rumuzuma benzer bir ad veya rumuzla Aziz başkana "sen Hitler´sin" tadında bir yazı döşerse bilinsin ki o ben değilim...
The Real Slim Shady
[Maçka Parkı, Gençler kimlik diyen polis memuruna cevaben]
3. sen ve senin gibilerle aynı davayı paylaştığım için utanıyorum kendimden..
Kürşat Tamgaç
[Reisin çıplak fotoğraflarını medyaya sızdıran ülküdaşa hitaben]
2. Bana yararı olmayan kilisenin papazını...........
John Milton
[Vatikan'a doğru yola çıkmaktayken]
1. Yazani oldugu gibi yazinin kendisi de irin akitiyor
Cemil Çiçek
[Başbakan yardımcısı farklı fikirlere karşı her zamanki duruşunu sergiliyor]
Yaşam boyu başarı ödülü:
fazla subjektif olmuş. Fenerbahçe taraftarısınız galiba.
İsmini vermek istemeyen bir izleyici
Devamı ...
Daum ve Fenerbahçe'nin Sistemi - Bölüm 4: Avrupa Birliği'ne Girdiğimiz Şu Günlerde...
Fenerbahçe nasıl oynar, kiminle oynar sorularından sonra serinin son yazısında birinci gün yazısına geri döndük, cevaplanmayan soruya cevap arayalım dedik. Daum'a itiraz edilirken en fazla kullanılan argüman "vizyonu Avrupa için dar, sadece ligde başarılı oluruz". Bunun doğru olup olmadığını, doğruysa bile tam olarak sebebinin ne olduğunu uzunca zamandır düşünüyorum. İddia sahipleri genelde çok ayrıntılı bir neden sunmuyorlar bu iddia için. Uğur Meleke de geçen ay aynı iddiayı yazmıştı ve istatistiklerle desteklemişti fakat o da sebep-sonuç analizine girmemişti. O yüzden böyle düşünen ve sebebini irdeleyen varsa rica edelim yorumlarla anlatsın bize.
Benim vardığım en ileri nokta şu oldu: Daum oyunculara sisteminin içinde sınırları belirli görevler yüklüyordu ve buna disiplinle bağlıydı. Zico'nun oyuncuya kaba bir taslak olarak verdiği ve oyuncunun kendi yeteneğiyle evrilen saha içi görevi Brezilyalı ağırlıklı kadroya öz güven aşıladı. Bu öz güven de elemeli turnuvalarda başarılı olmak için elzem. Bunun sonucunda başarı geldi.
Fakat kendimi bu açıklama ile bile ikna edemiyorum. Bu öz güven sahada futbolculara tam olarak nasıl yansıdı, oyuncular Daum zamanında yapılamayan neyi -somut olarak- yaptılar da bu başarı geldi. Bu somut şey her neyse Daum da bunu takıma kazandıramaz mı? Görevlerin daha net belirlendiği bu sistem neden öz güven ve hatta yetenek kaybına yok açıyor? Bunların cevabını ben de bilmiyorum, o yüzden Daum vizyonu nedeniyle Avrupa'da başarılı olamaz iddiası temelleri olan bir iddia gibi gelmiyor bana, üstelik istatistiklere rağmen...
Bu iddiayı desteklemek için Daum'un geçen gün yaptığı "hedefimiz Avrupa değil" açıklaması da bolca kullanılacak. Bu açıklama kızılacak bir açıklamadan çok gerçekçi bir açıklama. Dün Fenerbahçe'nin nasıl oynayabileceğini yazarken anahtar görevlere değinmiştim. Bilica'nın orta sahaya kadar çıkıp hücum oyununa direkt katkıda bulunması, Cristian'ın kesiciliği ve yakın savunması, Andre Santos'un sürati, kanatların hücuma girmesinin öneminden bahsetmiştik. Cristian hakkında konuşmak için çok erken ama Bilica veya Cristian'ın savunmanın en kritik görevlerini yaptıkları, Bilica'nın topu kaptırmadan orta sahaya üçüncü olarak girdiği bir sistemin Avrupa'da başarılı olacağını iddia etmek hayalcilik olur. Daum tabii ki elinden gelenin en iyisini yapacak ama Bilica'nın Lucio, Cristian'ın Pirlo, Mehmet Topuz'un Schweinsteiger olmadığının o da farkında.
Zico Avrupa'da büyük bir başarı elde etti fakat o sene gönderildi. O başarının tekrarı gelecek miydi bunu görme şansımız olmadı. O başarının nasıl geldiğini anlama şansımız da olmadı aslında. O seneye kadar UEFA kupasında bile çeyrek final görememiş takım Daum döneminde 2 kez Şampiyonlar Ligi oynadı. Sistem ve takım yavaş yavaş oturmaya başlamışken ve oyuncular Avrupa kupaları kültürüne alışmaya başlamışken Daum gönderildi. Daum döneminde Milan deplasmanında oynanan oyun çeyrek finale çıktığımız Zicolu dönemin alan daraltmalı, topa yüksek oranda sahip olmalı sistemin erken habercisiydi. Milan deplasmanında 1-1 berabere giden maçta ön liberonuzun 85'te rakip ceza alanı önünde kaptırdığı top dönüp gol oluyorsa ve maçı böyle kaybediyorsanız işler iyiye gidiyor fakat oyuncuların tecrübe olarak öğreneceği çok şey var demektir.
Daum'la Avrupa'da başarı gelecektir, fakat Avrupa'da "istikrarlı" başarı için sabır gerekmektedir. Bu sezon UEFA kupasını alırız, gelecek sene CL'de yarı finaldeyiz gibi hayali hedefler koyup bunlar olmayınca hocayı suçlamak ve sonra kovmak bizi sürekli 3-5 sene öncesine götürüyor. Eleme usüllü turnuvalarda sonucu belirleyen çok faktör var. Her futbol konuşmasında adı geçen ve insanların ağızları sulanarak anlattığı Barcelona geçen sene Chelsea'nin son dakika penaltısı verilse(bence penaltıydı) final bile oynayamayacaktı. 3 senelik çalışmanın ürünü olan sabır, sistem ve tecrübe bir günde dağıtılıyor. Daum Avrupa'da başarısız olmakla suçlanacaksa 4 sene daha beklensin, 4 sene sonra ilk turda eleniyor olursak o zaman eleştirilsin. Şimdiden ben böyle eleştirmek istiyorum diyen varsa da açsın Fenerbahçe'nin Avrupa Kupaları sonuçlarına bir baksın.
-SON-
Daum ve Fenerbahçe'nin Sistemi - Bölüm 1: O Son Oyuncuyu Almayacaktın
Daum ve Fenerbahçe'nin Sistemi - Bölüm 2: If it ain't broke, don't fix it
Daum ve Fenerbahçe'nin Sistemi - Bölüm 3: Önder'i 11'de Görünce Dehşete Kapılıyorum
Devamı ...
27 Temmuz 2009
Daum ve Fenerbahçe'nin Sistemi - Bölüm 3: Önder'i 11'de Görünce Dehşete Kapılıyorum
Yabancı sınırı nedeniyle kadro yapmakta zorlanıyoruz. Önce defanstan başlayalım. Sanırım Bilica ilk 11 oyuncusu olacak, daha önce söylediğim gibi Daum onun topla oynama yeteneğine güveniyor. Genelde rakibe ileride basıyor, takım oyun kurarken de defansif orta saha gibi orta sahaya kadar çıkıp pas trafiğine giriyor. Geçen seneye göre defansta en belirgin fark bu. Bilica'nın yanında Önder oynayacak gibi görünüyor. Daha önce konuşurken hem aethewulf hem Fatih Önder'in oynayabileceğini söylediler. Şaşırdım çünkü Önder'in kötü bir oyuncu olduğunu düşünüyorum. Bilica, Lugano tarzı topa ilk hamleyi yapan, top rakipteyse rakibin geçmesine fiziğiyle izin vermeyen sağlam bir oyuncu. Önder'de ilk hamleyi yapma yeteneği yok, rakibini karşılıyor fakat onunla birlikte kaleye yaklaşıyor. Hamle zamanlamasını ayarlamakta sıkıntı çekiyor, ayrıca top ayağındayken de çok dengesiz. Önder yerine yabancı bir stoper alınacağı veya Edu'nun ya da Lugano'nun kalacağı söyleniyor. Edu, Önder gibi ilk hamleyi yapmayan ama hamle zamanlamasını daha iyi ayarlayabilen bir oyuncu. Önder'in yapacağı hataları Edu da yapıyor fakat Edu daha az yapıyor. Edu veya Lugano kalırsa geçen sene defansımızın en büyük sıkıntısı olan hızlı oyuncu eksikliği bu sene de canımızı sıkar. Yerlerine yabancı alınacaksa süratli bir oyuncu alınmasını tercih ederim.
Geçen sene rakip forvetlerin adını "kaleciyle karşı karşıya" söz öbeğinin yanında cümle oluştururken sıklıkla duyduk. Bunun üç sebebi vardı, defansın göbeğinin yavaş oyunculardan oluşması, sol bekin genelde biraz arkada kalması ve orta saha oyuncularının rakibi rahatsız etmeyen ve rakibe istediği şekilde ilerleme ve pas verme fırsatı veren oyunculardan oluşması. Gördüğümüz kadarıyla bu sene defansın göbeğinde yine yavaş oyuncular olacak ve sol bekimiz bir yaş daha yaşlanmış Carlos olacak. Bu durumda orta saha oyuncularının (kanatlar da dahil) rakip hücumdayken rakibi önden, yakın savunan, hemen geçilmeyecek ve birbirlerinin kademesine girecek oyuncular olması gerekiyor. Bunları yapmaları için de 90 dakika enerjileri tükenmeden koşmaları, tüm takım arkadaşlarından ve rakipten daha fazla yorulmaları gerekiyor. Bu orta saha baskısı sadece savunmamız yavaş olduğu için değil Bilica sık sık oyun kurucu orta saha gibi ileri çıktığı için de şart. Yavaş ve eksik defansın sürprizlerle karşılaşmaması için bu şekilde canlı bir orta saha gerekiyor ve yeni aldığımız Cristian'ın özellikleri bu sene çok belirleyici olacak.
Saydığım sebeplerden ötürü defansif orta sahamız çok önemliydi. Sadece orta saha savunmasında değil, oyun yapımız nedeniyle savunma eksik kaldığında da geriye koşup ikinci bir libero gibi oynayacak bir orta saha gerekiyor bize. Bu yüzden alınacak orta sahanın paslaşma yeteneği ve hücuma desteği tabii ki önemliydi ama savunma özellikleri bence daha önemliydi. Cristian'ın çektiği şert şutlar takım için mutlaka pozitif katkı sağlar fakat rakip oyun kurucuları nasıl savunduğu, savunmanın içine girip libero gibi oynayabilme sezgisi ve top çalma yeteneğinde eksiklik varsa Juninho gibi şutör olsa da bize fayda sağlamayaz. Bu açıdan Brezilya'dan ön libero almak büyük riskti.
Daha önce hep verilen bir örneği tekrarlamaktan haz duymuyorum fakat Maldonado da Türkiye'ye gelirken Brezilya'dan çok iyi referanslarla gelmişti. Sadece Brezilya futbolunu takip edenler oyuncuların Türkiye'de neler yapabileceğini pek kestiremiyor. Bu konularda hem Türkiye hem Brezilya ligini çok iyi bilenlerin referansına bakınca da çok umut dolu olamıyorum. Antu'da futbol bilgisine çok güvendiğim böyle bir abimiz var, o "çok iyi oynar" veya "tutunamaz" demedi ama Cristian'ın özelliklerini anlattı. Yorumladığım kadarıyla kesicilik özelliği Aurelio kadar üst düzeyde değil, bu bizim için sıkıntı yaratabilir. Bu noktada bizi umutlandırması gereken şey kanatlarda bu sene Uğur ve Deivid yerine M. Topuz ve Andre Santos'un oynayacak olması. Bu oyuncuların orta saha savunmasındaki eksikleri kapatma yetenekleri daha yüksek, bu yüzden Cristian'ın aksayan noktaları olsa bile sistem içinde bunlar minimize edilebilir. Yine de risk alınması yerine Avrupa'dan savunmacı, sert, top kesici olan ve bu tür futbolun içinde büyüyen bir oyuncu alınmasını tercih ederdim, keşke Poulsen ikna edilebilseydi.
Yine de oyuncuları tek tek ele almaktan ziyade sistemde nasıl oynayacakları ve ne görev yapacakları önemli. Nobre, Aurelio gibi oyuncuların yeteneklerini maksimize edip beceremediklerini unutturan da zaten oturan sistemdi. Bu yüzden Cristian'ın görevini anlatırken kanatlar ve savunmanın zaaflarını kullanarak anlattım. Aynı şey Andre Santos için de geçerli. Geçen sene orta sahada kaptırılan toplar orta sahadaki en büyük sıkıntıydı. Andre Santos bu açıdan ümit veriyor. Konfederasyon kupasında oyuncuların başarılı müdahaleleri/top kaybı/isabetli pas sayıları ve oyuna katkıları hesaba katılarak ayrıntılı bir puanlama yapıldı. Şuradan görüleceği gibi Andre Santos 5. sırada, yani oyun içinde çok verimli bir oyuncu. Ayrıca çok süratli ve ceza alanı içinde etkili olabilen bir oyuncu. aethewulf geçen gün attığı başlıkla tam isabet ettirdi, "artık bir kanadımız olacak". Andre Santos hızıyla ve bitirici yeteneğiyle 2 sezondur sıkıntısını yaşadığımız Tuncay eksiğini kapatacak gibi görünüyor.
Emre çok kritik başka bir oyuncu. Sakatlıkları atlatıp oynamaya başladığı geçen sezon sonunda takımın en etkili oyuncularındandı. Fakat geçen sene sadece 25 lig maçına çıkmış ve sadece 14'ünde ilk 11'de. Aynı sakatlıklar devam edecekse yine istikrar sağlayamayacak, çok faydalı olamayacak. Geçen seneye göre avantajımız yerine Mehmet Topuz'u çekebilecek olmamız, ya da Daum'un kafayı Deniz'e takmadığı için ona da fırsat verecek olması (Deniz Selçuk'tan daha iyi bir oyuncu). Emre sezon başındaki kadar fazla ve kritik top kaybı yapmaya devam ederse maç başına ancak 2 tane atak yapabiliriz. Emre'nin sakatlanmaması ve en az 25 maça sağlam şekilde 11 çıkması için dua edelim.
Bizim dizilişimizde sol ve sağ kanatların hücumcu özellikleri çok önemli. Kanatların sezon başına en az 10-15 gole katkıda bulunmaları gerekiyor. Solda Andre Santos hücum gücü yüksek bir oyuncu gibi görünüyor, asist ve golleriyle bu katkıyı sağlaması olası. Sağ kanatda da Mehmet Topuz oynarsa aynı katkıyı verebilir. Kayserispor gol açısından sıkıntılı bir sezon geçirse de geçen sene 9 gol 4 asistle oynamış, ondan önceki sezon da 9 gol 9 asisti var. Mehmet Topuz'un yaşayabileceği sıkıntı onun 4-2-3-1'in sağında tam olarak hücumcu bir sağ açık gibi ceza alanına da girerek hücum edememesi olabilir. M. Topuz pozisyon olarak tipik bir orta saha oyuncusuna daha yakın fakat bu sorunu da Daum'un çözeceğini düşünüyorum. Üstelik sağ açıktan daha fazla hücum beklediğimiz maçlarda Özer'i de oynatabileceğiz. Dizilişimiz maçtan maça veya maç içinde 4-4-1-1 veya 4-2-3-1 şeklini alabilir, o zaman sağda Mehmet Topuz, Deivid, Özer hatta Kazım arasında tercih yapar Daum, bu sene oluşturulan alternatifli kadro sayesinde taktisel varyasyonlar artacak.
Savunma hariç her bölgede daha alternatifli bir kadromuz var bu sene. Bu gözle görülen en büyük avantaj. Böyle olunca kimlerin dışarıda kalacağı da başka bir soru işareti oluyor. Benim ideal kadrom şu olurdu
-----------------Semih------------------
-----------------Alex-------------------
Andre------Emre----Cristian------M.Topuz
Carlos-------Bilica------xxxx------Gökhan
----------------Volkan------------------
Defansın göbeğinde yabancı (mümkünse Lugano veya yerine hızlı bir stoper) oynattığım için Guiza dışarıda kaldı. Bu sistemde Deivid mükemmel bir kurtarıcı golcü olur. Sıkıştığımız maçlarda muhtemelen Cristian veya Andre Santos yerine girer ve ceza alanı önünden veya karambolden bolca gol atar. Yalnız Guiza - Semih meselesi yine başımızı ağrıtır bu kadroyla.
Bu durumda yedekleri seçmek de zor. 18 kişilik kadroya 7 kişi kalıyor.
Volkan Babacan
Önder(sağ bek, stoper)
Deniz(sol bek, stoper, orta saha)
Özer(sağ, sol açık, forvet arkası)
Guiza(forvet)
Deivid(sağ açık, forvet)
Uğur(sol bek, sol açık)
Görüldüğü gibi Vederson, Selçuk, Kazım gibi geçen sene ilk 11'de oynayan oyuncular 18'e bile giremiyor, hatta yeni transfer Bekir de giremedi. Bu durum tabii tartışma yaratıp baş da ağrıtır. En büyük korkum Daum'un Guiza'yı oynatmak için yabancı stoper almayıp Önder'i oynatması veya Cristian yerine Selçuk'u 11'de başlatması veya Andre Santos yerine Uğur'la başlaması olur. O zaman kadrolar açıklanır, İstiklal Marşı'na kadar ağlarım, gözyaşlarım sel olur, şiirler yazarım. Benim tercihim bu sorunun veya Guiza'nın yedek kalması sorununun ortaya çıkmaması için Guiza'nın hazır piyasası varken ne kadar ediyorsa o kadara satılması ve Semih'le rotasyon yapacak bir Türk forvet alınması olur. Ayrıca Volkan'ın yedeği olacak iyi bir Türk kaleci de şart, buna en uygun isim de Ufuk Ceylan fakat nedense hâlâ bir girişim olmadı onun için.
Yukarıdaki kısmı Boluspor maçı öncesi yazmıştım. Boluspor maçı bize gösterdi ki savunma gerçekten zayıf, eğer bir takviye yapılmazsa tüm yatırım çöpe gidebilir. Andre Santos sadece hücumculuğuyla değil orta sahada alan daraltması ve topa sahip rakibi rahatsız etmesiyle de faydalı olacak gibi. Mehmet Topuz Emre sakatken orta sahada iyi bir alternatif olacak ve Cristian'ı tam anlamaya elverişli bir maç olmasa da ben ondan pek ümitli değilim, umarım yanılırım. Ayrıca Deivid alternatifli kadroda Daum tarafından ne kadar etkili kullanılabilir bunu da görmüş olduk, tek forvet çıktı maça ama tipik bir tek santrfor gibi değildi, Daum bu taktiği Alex'i kilitleyen takımlara karşı sürpriz olarak kullanabilir. Bence bu sene Deivid'in girip kurtardığı bolca maç olacak.
Yine hepsini okumaya üşenenlere belki son cümlelere bakar diye özetleyelim o zaman. Bu sene Fenerbahçe'nin ligdeki yerini defansta Bilica'nın yanında kimin oynayacağı, Emre'nin kaç kere sakatlanacağı ve Cristian'ın nasıl bir futbolcu çıkacağı belirleyecek, bir de geçen senelere göre daha alternatifli bir kadromuz var ve Daum bunu etkili olarak kullanacak, bazen bizi bile şaşırtacak.
devamı var...
Yarın: Daum'un uçakta uyuklarken ağzından kaçırdığı oyuncu ismi ne? Daum "ya Alex ya ben" dedi mi? Brezilyalılar çete kurup tesislerdeki şaraplı konseri ne zaman protesto etti?
Daum ve Fenerbahçe'nin Sistemi - Bölüm 1: O Son Oyuncuyu Almayacaktın
Daum ve Fenerbahçe'nin Sistemi - Bölüm 2: If it ain't broke, don't fix it
Daum ve Fenerbahçe'nin Sistemi - Bölüm 4: Avrupa Birliği'ne Girdiğimiz Şu Günlerde...
Devamı ...
26 Temmuz 2009
Daum ve Fenerbahçe'nin Sistemi - Bölüm 2: If it ain't broke, don't fix it
Daum'un doğru yaptıklarını ve yanlışlarını özetledik, daha doğrusu eleştiriyi biz yapıp övgüyü başka bir yazıyı alıntılayarak yaptık. Peki Daum bu sene ne yapar? Bunun için elimizdeki kadroyu da göz önünde bulundurmak gerek. Sezon öncesinin en heyecan verici aktivitesi olan kadrolar şimdiden yapılmaya başlandı. Bunu işler yabancı sınırı nedeniyle biraz karışsa da yapacağız, fakat başkalarının yaptığı kadroda anlamadığım nokta Alex'in hep dışarıda kalması. Rehavet'in geçen hafta yazdığı gibi yeni transferin heyecanı mı yaptırıyor bunu yoksa insanlar Alex'in gerçekten kötü oynayacağını ve kadroda yer bulamayacağını mı düşünüyor bilmiyorum. Bildiğim şey Daum'un Alex'i mutlaka oynatacağı, hatta Alex kötü oynasa bile en azından sezon ortasına kadar kendisine sürekli yer bulacağı. Kaldı ki Alex'in ilk 11'e giremeyecek kadar kötü oynayacağına ihtimal vermiyorum. Kadronuzda Alex varsa da her şeyi ona göre planlamanız gerekiyor.
Uzun uzun yazdık Alex'le birlikte sahaya çıkacak olan iki hücumcunun takımın başına ne işler açacağını. Rıdvan'ı severim ama 3 senedir Kadıköy'de kaybedilen her puan sonrası önerdiği "koy işte kendi sahanda 2 forveti" çözümüne destek veremiyorum. O forvetlerden birisi -zamanında Anelka'ya yapıldığı gibi- öndeki üçlünün sağ veya soluna yerleştirilse de orta saha direnci zayıflayacak, iç veya dış sahada oynamak fark etmiyor, orta sahada pas yapma üstünlüğü rakibe verilecek ve çok daha kolay gol yenilecek. Ayrıca defans ve defans önündeki ikili orta sahanın pas trafiği de sekteye uğrayacak, hücumcu fazla olsa bile hücumda da verimsizlik yaşanacak. Daum'un son senesi, Zico'nun ilk ayları ve geçen sene Aragones'in ilk aylarında Alex + 2 forvet sistemini tekrar tekrar denedik ve hepsinde başarısız olduk, üstelik iç saha maçları da dahil bunlara. Hatta Aragones'in Alex'i orta saha gerisine çekip Alex'i de harap etmesinin sebebi Guiza ve Semih'i Alex'le birlikte sahaya sürmesiydi. Bu sisteme ancak son dakikalarında gol aranan maçlarda ya da top hakimiyetine tamamen sahip olunan ve rakibin sindiği maçlarda maç içinde geçilebilir, fakat artık kimse Alex oynuyorken iki forveti koymamalı takıma, ve daha önce söylediğim gibi Alex de oynatılacak.
Gelecek hafta başlayacak resmi maçlarla daha net görürüz ama Daum'un oynatacağı sistem belli oldu şimdiden. Hazırlık maçlarında ve hemen hemen tam kadro olan antrenmanlarda aynı dizilişi denedi. Şu anda oynattığı kadro şöyle.
----------------Guiza-----------------
----------------Alex------------------
Andre------Emre----Cristian------Kazım
Carlos-------Bilica---Önder-----Gökhan
---------------Volkan-----------------
Hazırlık maçlarından çıkardığım şey şu; Daum özellikle orta saha ve defansın hazırlık paslarına çok önem veriyor. Volkan topu hep kısa oynuyor, orta saha oyuncularının boşa çıkıp top istiyor ve defans oyuncuları, özellikle Bilica topla çıkarak hücumu başlatmaya çalışan oyuncu rolüne giriyorlar. Bu sayede orta saha baskısına bir kişiyi daha ekleyip oyun kurucuların işini rahatlatmak istiyor Daum. Hazırlık maçlarında gördüğümüz en büyük sıkıntı takımın tıpkı geçen seneki gibi hücumda çok sıkıntı çekmesi, kanatların ceza alanına girmemeleri, orta sahada yapılan top kayıplarının fazlalığı ve çok zayıf takımların bile rahatlıkla ceza alanımıza girmesi ve hatta ellerini kollarını sallayarak gol atmaları. Hazırlık maçlarında yenilen gollerle tabii ki takımı suçlayamayız, fakat oynanan sistemin zaaflarını geçen seneden bildiğimiz için bu hazırlık maçlarının bu sene nasıl olacağımız hakkında ipucu vermesi olasılıksız değil.
Tabii ki yukarıdaki kadroda sadece 3 yeni transfer var ve onlardan sadece Bilica'yı izledik hazırlık maçlarında. Yani kadro Lugano ve Edusuz geçen seneye göre bile zayıf durumdaydı. Deivid sağ kanatta, Uğur solda, Emre-Selçuk ortada olunca orta sahada yapılan çok fazla top kaybı, kanatların hücuma katılmaması ve ceza alanı önünde gezmeleri, atağa çıkarken kaptırılan toplarla verilen pozisyonlar sürpriz olmadı. Geçen senelerden beri söylediğimiz gibi Alex varken Fenerbahçe'nin oynayacağı sistem bu ve Uğur, Deivid, Selçuk gibi oyuncular bu sisteme uygun oyuncular değiller. Burada bir yanlış anlaşılmak istemem, Deivid hücuma katkı veren bir oyuncu değil demiyorum. Deivid hücuma katkı veriyor fakat oyun yapısı itibariyle ceza alanı önünde ve karambollerde etkili bir hücumcu. Oyun orta sahaya yığılıp rakibin defansı ve defansif orta sahası burada baskıyla hakimiyet kurunca oyunu kanatlara açıp rahatlatamıyoruz. Bunun sebebi de Deivid'in kalabalıkta çok top kaybeden bir oyuncu olması ve gerektiğinde tipik bir kanat gibi süratini kullanıp çizgiye inememesi ve etkili ortalar yapamaması. Solda Uğur zaten aldığı çoğu topu kaybediyor, Deivid kadar bile etkili değil.
Bu diziliş kanatların da hücumda devreye girmesine bağlı olarak 4-5-1 veya 4-2-3-1 şeklinde şekillenen diziliş. Daum'un Fenerbahçe'yi ayağa kaldıran, istikrar yakalatan dizilişi buydu. Zico, Deivid-Tuncay-Tümer-Kezman-Alex'li sahaya çıktığı çılgın günlerden dönüp dolaşıp yine bu sisteme döndü. Avrupa'da başarı gelirken benzer bir dizilişle oynadık. Aragones de Semih'i orta saha, Alex'i defansif orta saha yapıp sonra bu sisteme dönmek zorunda kaldı. Sadece Fenerbahçe veya Türkiye ligi ile ilgili değil bu durum. Dünya'da futbolun çok daha fazla fiziksel güç kullanması ve oyuncuların hızlanmasıyla doğal olarak ortaya çıkan bir süreç. Benzer sistemlere uyum sağlayan takımlar başarılı oluyor, bu da tesadüf değil. Hâlâ Alex'le birlikte iki forvet oynatacak olan varsa dünkü yazıyı bir daha baksın, o sistemin yürümesi Alex varken imkansız. Dün Daum konusunda karamsarlığa kapılan varsa da aşağıdaki tabloya baksın.
Yeni alınan oyuncular sisteme uyar mı, kim kadroya girer, kim dışarıda kalır, forvet kim oynamalı sorularının cevabı da yarın verelim.
Yazıların son cümlelerine bakıp geçenler için özet: Zico ve Aragones gibi 2 forvetli maceralara gerek yok, Alexli 4-4-1-1 veya 4-2-3-1 bu takımın oynaması gereken diziliştir ve Daum da hazırlık döneminde takımı böyle oynattı. Yeni maceralara gerek yok...
devamı var...
Yarın: Aziz Yıldırım Daum'la ilk karşılaştığı gün ne dedi? Ümit Özat'ı yanımda getiririm diyen Daum'un arabasını kim çizdi? Daum Aykut'a "gol kralı olabilirsin ama antrenmanların kralı benim" dedi mi?
Daum ve Fenerbahçe'nin Sistemi - Bölüm 1: O Son Oyuncuyu Almayacaktın
Daum ve Fenerbahçe'nin Sistemi - Bölüm 3: Önder'i 11'de Görünce Dehşete Kapılıyorum
Daum ve Fenerbahçe'nin Sistemi - Bölüm 4: Avrupa Birliği'ne Girdiğimiz Şu Günlerde...
Devamı ...
25 Temmuz 2009
Newcastle Deplasman Forması Satış Rekoru Kırdı
Newcastle taraftarı olmak da ne çileymiş. Tarihinin en kötü sezonlarından birini yaşa, takımın sahibi kulübü satmaya çalışsın ve bir tane bile düzgün alıcı bulamasın, ciddiymiş gibi duran tek alıcı ise bütünüyle "şaka" çıksın, bütün bu aşağılamaların sonucunda ise kulüp yönetimi forma diye bu şeyi satışa çıkarsın. Newcastle taraftarı bu olaya rekor sayılacak bir tepki göstermiş, çıktığı gün %20 indirimle satışa sunulan formayı almak için sadece 3 kişi başvurmuş. Formayı almak için ilk başvuran 18 yaşındaki Stephan Watson da ne düşünüldüğü sorulduğunda şöyle demiş: "Formayı hiç sevmedim ama ben bir Newcastle taraftarıyım ve bu formayı aldığım için yine de mutluyum. Şimdi gerçekten formayı elime aldım ve düşünüyorum da belki üstüne bir şeyler giyerim"
Abi "üstüne bir şeyler giyerim mi?" yahu kendi başına bile giyilemeyen bir formayı almış olmak, gerçekten korkunç.
Devamı ...
Daum ve Fenerbahçe'nin Sistemi - Bölüm 1: O Son Oyuncuyu Almayacaktın
Bu yazıyı yazmak için transferin bitmesini bekliyordum, başkanımız 15 Haziran demişti ama ufak bir sarkma oldu yine. Belki bundan sonra da birkaç oyuncu alırız ama takımın iskeleti belli oldu artık. O yüzden artık yazabilirim diye düşündüm, hem gelecek hafta ilk resmi maçımızı yaparak da sezonu açıyoruz zaten. Aslında tek bir yazı yazmak istiyordum fakat hem uzun hem de dağınık olacaktı, o yüzden parçalara ayırıp birer gün arayla koymaya karar verdim. Yazı transfer, taktik ve takımın yapısıyla ilgili olsa da kehanet arayanları hayal kırıklığına uğratabilir, fakat kendi kehanetini kendin yap felsefeni benimseyen gönül dostlarına da yardımcı olacaktır.
Ana temamız Daum olacak. Onun taktik anlayışı üzerinden Fenerbahçe'yi değerlendireceğiz. Daum'la anlaşıldığı duyurulduktan sonra bundan memnunsuz olan çokça Fenerbahçeli vardı. Bu anlaşılabilir bir şey fakat memnuniyetsizliğe neden olan argümanları dinleyince aralarında ikna edici olan yok, hatta bazıları basbayağı yanlış. Şimdi daha önce alıntı yaptığımız şu yazıya bir referans koyalım, hatta önce onu okuyun, çünkü o yazıya sık sık referans verilecek. Genel olarak Daum'un neleri iyi yaptığını özetleyen bir yazı. Şimdi Daum'u istememek için ve hatta eleştirmek için yazılanlara gelelim (Bunları uydurmuyorum, antu'dan anti-daum toplama albümü yaptım).
- Gençleri şans vermiyordu: Hatalı hatta yanlış. Semih çok yetersiz ve yavaş bir oyuncu iken süre vermeye başlayan ve onu kurtarıcı golcü yapan Daum'du. Daum döneminde genç olan Selçuk, Kemal, Serkan Balcı hatta Mahmut Hanefi bile yeteri kadar şans buldu. Bu oyuncuların başka hocalarla ve rekabetin daha az olduğu takımlarla gösterdikleri performans Daum'u haklı kılıyor, bu oyuncular teknik adam sebebiyle değil kendileri yetersiz olduğu için oyun teknikleri gelişmedi.
- Nobre'yi Anelka'ya tercih ediyordu: Çünkü sisteminde Nobre daha verimliydi. Bu argüman yönetimin hatalı transfer zihniyetinin taraftara yansıyan kısmını temsil ediyor.
- Elindeki kadro çok daha iyiydi haleflerine göre: İlk geldiğinde alıp toparladığı takımın kadrosu şöyle; Pierre Van Hooijdonk, Fabio Luciano, Ümit Özat, Tuncay Şanlı, Aurelio, Tomas, Selçuk Şahin, Ali Güneş, Serhat Akın, Volkan Demirel, Fatih Akyel, Nobre, Recep Biler, Petkov, Kemal Aslan, Rebrov, Mahmut Hanefi, Mehmet Yozgatlı... En fazla süre alanlar bunlar. İlk 5 oyuncu dışında o günkü kaliteleriyle bile Daum'a itiraz edenlerin beğenmeyeceği oyuncular. Hatta o ilk beşten Ümit Özat da çıkarılırdı. Bu kadroyu kalite olarak Zico'nun kadrosuyla karşılaştırınca fark yok, zaten Ümit Özat-Selçuk ikilisinden birinin orta sahada oynadığı, kanatsız bu kadro gerçekten kaliteli bir kadro değil.
-Vizyonu geniş değil, Avrupa'da başarısızdı: Bunu daha sonra uzun uzun tartışalım.
Şimdi beyni binary düzeninde çalışanlar şaşıp kalmıştır, kendisine PVH diye nick seçmiş ama Daum'u övdükçe övüyor diye. Biraz da Daum'u eleştirelim o zaman, üstelik yukarıdaki hatalı ve eksik argümanlara tekrar tekrar sarılanlara da yol göstermiş olalım, sürekli aynı -hatalı- cümleleri tekrar edip durmasınlar.
2005-2006 sezonunda şampiyonluğu kaybetmemizin bir sorumlusu da Daum'du. 3 sene boyunca gelişen sistem Anelka transferi ve ona açılan yerle çökmüştü. Tabii ki 81 puan alan takımın tamamen çalışamaz hale geldiğini ve sezon boyu çok kötü oynadığını iddia edemeyiz fakat bu sezon girilen krizler aşılamıyor, takım toparlanmakta zorluk çekiyordu. Anelka takıma girdikten sonra 4-2-3-1 bozulmuş, Anelka sağ kanatta oynatılsa bile kanat oyuncusu özelliklerinin birçoğunu taşımadığı için sistem sol kanatlı, sağ kanatsız balansı bozuk 4-2-2-2 şeklini almıştı. Bu sezon gelen puan kayıpları Anelka - Tuncay - Alex - Nobre dörtlüsünün sahaya sürüldüğü maçlarda gelmişti. Hatta o sezon yaşanan şu seri durumu özetliyor.
15.Hafta Fenerbahçe 2-2 Trabzonspor
...
20.Hafta Fenerbahçe 1-1 Çaykur Rizespor
21.Hafta Samsunspor 0-5 Fenerbahçe
22.Hafta Ankaraspor 2-1 Fenerbahçe
23.Hafta Fenerbahçe 2-2 Beşiktaş
24.Hafta Kayserispor 1-0 Fenerbahçe
---------------------------------
25.Hafta Fenerbahçe 5-0 Konyaspor
26.Hafta Ankaragücü 1-4 Fenerbahçe
27.Hafta Fenerbahçe 2-0 Malatyaspor
28.Hafta Gaziantepspor 0-2 Fenerbahçe
29.Hafta Fenerbahçe 3-0 Sivasspor
---------------------------------
30.Hafta Vestel Manisaspor 5-3 Fenerbahçe
15. hafta evimizde Trabzonspor'la oynuyoruz, işlerin kötüye gidebileceğine dair sinyaller bu maçta geliyor çünkü kötü oynuyoruz ve 85. dakika golüyle beraberliği kurtarıyoruz. Nobre, Alex, Tuncay, Anelka birlikte ilk 11'de. Sezonun ilk yarısını galibiyetlerle kapatıyoruz, ikinci devre başlıyor. 20. hafta başlayacak bir seriye giriyoruz, 25. haftaya kadar sadece kaleci Kerem'in 20. dakikada kırmızı kart gördüğü Samsunspor maçını kazanıyoruz. Bu 5 haftalık süreçte bahsettiğim dörtlü 11'de başlıyor. Sonunda Daum ısrarından vazgeçiyor, 25. hafta Konyaspor maçına Nobre'yi yedeğe çekip yerine Deniz'i orta sahaya yerleştirerek başlıyor, 4-3-3 oynuyoruz, benim hayatımda izlediğim en iyi maçlarından birisini oynuyor Fenerbahçe, o maçta Nobre 48. dakikada golü atınca 5 atarız diyorum ve atıyoruz, ikinci yarının ilk 3 dakikası bile bunu haber vermeye yetiyordu. O hafta Tanrı bize bir kıyak geçiyor, Anelka 1 ay boyunca sahalardan uzak kalıyor. Fenerbahçe Anelka'sız bütün maçlarını kazanıyor. 30. hafta Anelka dönüyor, Daum yine Alex, Anelka, Tuncay, Nobre dörtlüsünü sahaya sürüyor, 3 gol attığımız maçı kaybediyoruz. O sezon şampiyonluğu Denizli'de değil aslında Manisa'da kaybediyoruz.
Bahsettiğim dörtlü sahaya 3-1 şeklinde yayılmaya çalışıyor. Solda Tuncay artık o mevkinin gediklisi olmuş durumda, fakat Anelka sağ haflık içini beceremiyor, Fenerbahçe sahaya asimetrik yayılıyor. Bu işleyen sistemin diğer çarklarını da etkiliyor. Kaybedilen maç serisinin hemen hemen hepsinde son yılların en iyi yerlisi Tuncay kötü oynuyor ve 75-80 gibi yerini Semih'e bırakıyor.
Daum'un yönetim ve taraftar baskısıyla da olsa ısrarla yaptığı bir yanlış varsa o da buydu. O sezon federasyonun verdiği komik cezalar, anlamsız saha kapatmaları unutturmak için yazmıyorum bunları tabii ki fakat makine gibi işleyen takımın sistemi bozulmasa Fenerbahçe her şeye rağmen şampiyon olacaktı. Bu yaşananlar Daum'a mutlaka ders olmuştur, Daum sürekli takımından bir şeyler öğrenen ve kendisini geliştiren bir hocaydı. Diğer yandan bundan ders çıkarması gereken sadece Daum değil. Yönetim anlamsız yıldız transferleri yapmaması gerektiğini ve takıma ve teknik direktöre karışmaması gerektiğini, taraftar da çok boyutlu bir takım oyununu "bu adam kenarda oturur mu"ya veya Semih-Kezman tartışmasına çevirmemesi gerektiğini bir türlü anlayamadı.
Uzun lafın kısası; o son oyuncuyu almayacaktın Daum.
devamı var...
Yarın: Daum'la Pierre birbirlerine hangi dilde küfür etti? Daum hangi futbolcunun kafasına Almanya'dan getirtiği ünlü botları fırlattı? Daum'un getirdiği 45 bavuldan kaybolanında hangi futbolcuların ismi vardı? Daum aslında bülbül gibi Türkçe konuşabiliyor ama çakallık yapıp bilmiyormuş numarası mı yapıyor?
Daum ve Fenerbahçe'nin Sistemi - Bölüm 2: If it ain't broke, don't fix it
Daum ve Fenerbahçe'nin Sistemi - Bölüm 3: Önder'i 11'de Görünce Dehşete Kapılıyorum
Daum ve Fenerbahçe'nin Sistemi - Bölüm 4: Avrupa Birliği'ne Girdiğimiz Şu Günlerde...
Devamı ...
24 Temmuz 2009
Beşiktaş'ın Cristiano Ronaldo Transferini Gölgede Bırakacak Futbolcusu
Bilindiği gibi Beşiktaş Futbol Şubesi Sorumlusu Şeref Yalçın dün bir açıklama yaparak “Başkanımız, Real Madrid'in Ronaldo transferini bile gölgede bırakacak bir ismi kadromuza katacak” demişti. 93 milyon €’luk değeriyle dünya gündemini sarsan bu transferi gölgede bırakacak transferi ve Beşiktaş’ın kimlerle görüştüğünü papazınçayırı araştırdı. İşte Beşiktaş yönetiminin Ronaldo transferini bile gölgede bırakmak için temasa geçtiği o isimler:
1- Superman
Clark Kent ismiyle de bilinen Superman’in en büyük avantajı bonservisinin elinde olması. Her mevkide oynayabilen Kripton doğumlu oyuncu ayrıca uçabilmesi ile de tanınıyor. Bu özelliği sebebiyle özellikle hava toplarında mutlak bir hakimiyet kuracağı düşünülen oyuncunun en önemli dezevantajı bu zamana kadar hiç bir takımda oynamamış olması. Ancak otoritelerin tamamı Superman’in sahaya çıkması halinde bu sorunu kolaylıkla aşarak dünyanın en iyi futbolcusu olabileceğini söylüyor. Kurşundan hızlı gidebilen, gözlerinden ateş çıkartabilen, nefesiyle nehirleri dondurabilen oyuncunun lakabı “Çelik Adam”. Yıldırım Demirören’e yakın kaynaklar büyük bir kararlılıkla oyuncuyla temasa geçilmeye çalışıldığını belirtirken Superman’in Kuzey Kutbundaki Yalnızlık Kalesi’nde geçirdiği yaz tatili biter bitmez bu transferin kesinleşeceğini bildirmekteler.
2- Alien
Alien 4,5 metre boyunda ve bir kaç yüz kilo ağırlığında olmasına rağmen çevikliği ve atikliği ile tanınıyor. Özellikle boyu ve hızı ile forvette çok tehlikeli olabileceği düşünülen futbolcunun da Superman gibi bonservis bedeli bulunmuyor. Buna karşın oyuncunun zekası büyük tartışma konusu. Asansör düğmesine basmayı bile zar zor öğrenen oyuncunun daha önce hiç futbol oynamaması, bu spora alışıp alışmayacağı sorusunu doğurmakta. Diğer yandan kimi otoritelerin Alien’in Beşiktaşlı oyuncuları ve karşı takımı, hatta bütün şehri yiyebileceğini söylemesi de futbol şubesinde tedirginlik yarattı. Bunun takımda disiplin sorunu yaratabileceğini düşünen yönetim Alien’ı son tercih olarak değerlendiriyor.
3- Gandalf
Istariler arasında sayılan Gandalf; Yüzük Kardeşliği’nin Lideri, Batı Ordusunun Komutanı, Yarı Tanrı (Maiar), Olorin, Mithrandir, Ak Gandalf olarak da biliniyor. Ölümsüz oluşu ile tanınan oyuncu ayrıca yaptığı büyüler ile dikkatleri üstüne çekmekte. Oyuncunun en büyük avantajı takıma kazandıracağı lider karakter. Kaybetmeyi asla sevmeyen Gandalf en zor şartlar altında bile birlikte çalıştığı arkadaşlarını motive ederek onları ortak amaca yönlendirebiliyor. Özellikle maçın sıkıştığı dakikalarda takıma büyük katkı getireceği düşünülen oyuncunun bu özelliği Moria Madenlerinde Balrog’la yaptığı savaş ile sembolleşmiş durumda. Kulübe yakın kaynaklar Mustafa Denizli’nin bu savaştan çok etkilendiğini ve arkadaşları için kendisini feda eden oyuncunun takım karakterini takdir ettiğini söylüyor. Oyuncunun en büyük dezavantajı ise fiziksel özellikleri. 70 yaşındaki bir insan fiziğine sahip olan Gandalf’ın yoğun fiziksel mücadele gerektiren modern futbola ne kadar uyum sağlayabileceği herkesi düşündürüyor. Bir başka dezavantaj ise oyuncunun sürekli pipo içmesi. Bu durumun sporcu karakteriyle bağdaşmadığını düşünen yönetim şayet transfer gerçekleşecek ise Gandalf’ın pipoyu bırakmasını isteyecek.
4- Michael Jordan
Michael Jordan’ın rakiplerine göre en büyük avantajı ulaşılabilir olması. Yaşadığı yer belli olan Amerikalı oyuncu ile yönetim çok rahat temas kurabilir. Gerek Superman gerek Gandalf gerekse Alien olsun bu oyuncularla temasa geçmenin zorlukları yönetimi düşündürüyor. Yönetimden bazı isimlere göre "Beşiktaşlı duruşuna sahip olmayan bu oyuncuların nerede durdukları bile belli değil." Bu bakımdan Jordan açık ikametgahı ve bonservisinin elinde olmasıyla yönetiminin gözdelerinden. Buna karşın Jordan’ın artık yaşlanması ve daha önce hiç futbol oynamaması kulüpte sıkıntı yaratıyor. Çok yükseğe sıçrayabilen, lider karakterli oyuncu maçın sıkıştığı dakikalarda insiyatif alarak oyunu yönlendirmesi ile tanınıyor. Daha önce faaliyet gösterdiği branşın efsaneleri arasına giren Jordan, 23 numaralı formayla özdeş. Kulübe yakın kaynaklar Jordan transferinin en büyük artısının ticari olacağını ifade etmekteler. ABD’de çok iyi tanınan ve sevilen oyuncu takıma katılırsa forma satışlarında patlama yaşanabilir. Mustafa Denizli’nin forvet bölgesinde çok istediği oyuncunun en büyük dezavantajı ise takıma katılmak için isteyebileceği meblağ. Forbes’a göre 300 milyon $’lık bir değeri olan oyuncunun çok yüksek bir transfer bedeli isteyebilecek olması yönetimi korkutuyor.
Bilindiği kadarıyla Beşiktaş yönetim kurulu bu oyuncuların hepsiyle temasa geçmeye çalışıyor. Edinilen bilgilere göre bu oyunculardan herhangi biri önümüzdeki hafta bitirilerek İstanbul’a gelecek. İnönü stadında yapılacak imza töreninde Oyuncuya “Herkes Beşiktaşlı olmasın o ayrıcalık bize kalsın” şapkası ve “Forza Çarşı” atkısı takılacakken, törene Türkiye’den ve dünyadan binlerce kişinin katılması bekleniyor.
Devamı ...
23 Temmuz 2009
Araştırma: Cristian Oliveira Baroni & Andre Dos Santos
Görünen o ki yeni transferler Andre Dos Santos ve Cristian Oliveira, internetteki muhtelif görüntüleri ve kulaktan dolma birkaç bilgi dışında hepimiz için kapalı kutu. Cristian’ın defansif ortasaha olması ve Andre Santos’un sol açıkta oynuyor olması dışında pek birşey bilmiyoruz. Sanki şimdi Brezilya ligini takip eden ve her detayını bilen biriymiş gibi ahkam keseceğim sanılmasın, ancak elimizden geldiğince, öğrenebildiğimiz kadarıyla buraya not düşelim ki takımın gidişatı hakkında sohbet etmeye vesile olsun istedim; elbette profesyonel destek alarak. Brezilya futbolu hakkında kafaya takılan bir şey olduğunda ilk akla gelen adres olan TV Globo in São Paulo’nun yorumcusu Jon Cotterill’e masraftan kaçınmadık ve “papazın çayırı” olarak biz de sorduk Fenerbahçe’nin yeni transferleri Andre Santos’u ve Cristian Oliveira’yı. Kendisi sağolsun ilgilendi ve bildiklerini aktardı.
Öncelikle Cristian Oliveira’ya bir bakalim. Ahit uzunluğunda bir ismi vardır muhakkak kendisinin ama bize yetecek kadarıyla ismi “Cristian Oliveira Baroni”. Kaşını, gözünü, boyunu, kilosunu merak etmiyorsunuzdur diye tahmin ediyorum zira Radikal gazetesi spor servisi kinayeli bir yazıyla beraber bu konuyu açıklığa kavuşturmuş, takip etmişsinizdir(http://tinyurl.com/loujut). Kinaye kısmıyla ilgili daha sonra konuşulur elbet, şimdi o kısma girmiyorum. Kendisi officially bir defansif ortasaha oyuncusu ancak ileriye çıkmayı seven, güçlü bir oyuncu ve geçtiğimiz sezon mükerrer kereler ileriye çıkarak skora katkıda bulunmuş. Aşağıdaki videolarda da görüleceği gibi kendisi Aziz Yıldırım’ın tabiriyle “öpen futbolcu” statüsünde değerlendirilebilecek derece de azimli ve güçlü bir oyuncu.
Takıma katıldıktan sonra, Daum’un bu aralar dilinden düşmeyen “Yeni Fenerbahçe Zihniyeti” içerisinde Cristian Oliveira’nın nereye tekabül edeceği muamma ancak görünen o ki Selçuk ve Deniz’in genellikle oyna(yama)dığı ve eskiden Aurellio’nun ve Appiah’ın (sağ kanatta değerlendirildiği zamanlar dışında) bulunduğu mevkide yer alması kuvvetle muhtemel. Selçuk ve Deniz’den farklı olarak bileklerine hakim ve sahada geniş alanı idare edebilen biri. Yani, özlediğimiz, beklediğimiz “basan, koşan, pres yapan, ve hatta neden bilmiyorum ama ısıran/öpen” defansif ortasaha özelliklerine sahip biri. Defansın hemen önünde topu alıp ileriye taşıması ve ofansı rahatlatması, özellikle de bunu Alex ve Emre’nin geriden topu alıp taşımasına engel olarak, oyunu ileriye kolaylıkla ve süratle taşıyarak yapması sanırım bizim için en önemli faydası olacak. Misal bu özelliklerini kullanarak, Paulista Eyalet Şampiyonası'nda Corinthians'ın Sao Paulo'yu 2–1 mağlup ettiği yarı final maçında attığı golle takımına galibiyeti getirmişti.
Bunlara ilave olarak, Aurelio ve Appiah kadar defansif özelliklerinin de üst düzey olduğu söylenebilir zira sahada geniş alanları idare edebiliyor ve koşan, hırslı bir futbolcu. Yani sonuç olarak uzun zamandır bahsi geçen iki yönlü (hem defansif hem ofansif yönü kuvvetli) ortasaha arayışımız, Cristian Oliveira ile son bulmuş olabilir. Son olarak da bu sezon 51 maçta 8 gol atmış, onu da belirtelim.
http://tinyurl.com/d3qmod
http://tinyurl.com/mnwkm2
“Andre Clarindo dos Santos” ise Brezilya da defansın solunda oynayan bir futbolcu ancak bir defans oyuncusu değil. Siz okurken fark etmeyebilirsiniz ancak yazarken fevkalade mantıksız görünen bu cümle, düşünmeye biraz daha şans tanıyınca giderek mantıklı hale geliyor, bence siz de deneyin.
Şöyle ki bu cümleden sonra akla ilk gelen isim Ümit Özat oluyor, sonra Andre Santos’un topla yaptıklarını, kanat ortalarını (düşünün bir de sol ayakla orta açıyor) ve genelde bulunduğu mevkiyi görünce aradaki farkı anlamak kolaylaşıyor. Öyle görünüyor ki Fenerbahçe’de defansın solunda değil, Uğur Boral’ın oynadığı (ve hatta bence Özer’in oynayacağı) sol açıkta değerlendirilecek.
Andre Santos’u farklı yapan, kendisinin iyi orta yapmakla kalmayıp, iyi orta yapabilecek noktaya kadar topa hakim olabilmesi ve dribbling yapabilmesi. Arkasında Carlos’a daha az iş bırakıp adamı çok yormadığı gibi ve onunla birlikte hızla kanattan çizgi boyunca atağa çıkabilir. Dahası Sağda Topuz’un solda Andre Santos’un olduğu bir takımda oyunu kanatlara yığmak artık çok daha kolay olacaktır ve oyuna zenginlik kazandıracaktır. Uğur Boral’ın ilerlemeye korkup Carlos’la paslaşıp hızlı kanat ataklarını bitirdiği, Ümit Özat’ın Himalayalar’a orta açtığı günleri umarım bu sayede geride bırakacağız. Şimdi haksızlık yapmayalım, elbette Ümit Özat da mücadele ve azim konusunda istatistiklere bakıldığında başarılı bir futbolcuydu ancak şunu demek de abes kaçmaz sanırım; artık sağ kanattan taca çıkan sol kanat ortalarını daha az göreceğiz gibi.
Andre Santos’un iyi bir frikikçi olduğunu da sanırım yazmama gerek yok, onu da muhtelif yerlerden okumuşsunuzdur ancak bi de görelim be hacı diyenler için link aşağıda. Son olarak Andre Santos 98 maçta 25 gol atmış, bu da bi kenarda dursun..
http://tinyurl.com/ldt69b
Verdiğim bilgiler elbette başta da söylediğim gibi Jon Cotterill’in değerlendirmeleri ışığında yazılmıştır zira Brezilya ligi konusunda ahkam kesebilecek haddimin olmadığını baştan belirtmiştim. Ve yine bu bilgiler “Yeni Fenerbahçe Zihniyeti” içerisinde nasıl şekillenecek bunu zaman gösterecek, ancak performans/ihtiyaç düzleminde görünen o ki Aykut hoca başarılı iki transferin altına imzasını atmış.
Eğer kağıt üzerindekiler sahaya da yansırsa ve kısa sürede uyum içinde oynayan bir takıma ulaşılırsa; defanstan hızlı çıkabilen, teknik kapasitesi yüksek bir ön libero sayesinde özellikle Alex ve Emre’nin ofansif özelliklerini daha ön plana çıkartan, hem ortadan hem kanatlardan etkili ataklar yapmaya müsait, bu sayede oyunun yönünü sıklıkla değiştirebilen, kanat oyuncularının golcü vasıfları sayesinde pozisyon zenginliğine sahip bir Fenerbahçe izleyebiliriz gibi görünüyor.
Devamı ...
21 Temmuz 2009
Sanırım Bir Kanadımız Var
Bu blogta 2008 Temmuz ayında o kadar çok "kanatlar" yazısı yazdık ki bir ara "kanat tarifi" googlelayarak blogumuza giren ev hanımları bile oldu. Ancak o dönem Fenerbahçe yönetimi bu bariz açığı görememişti. Önlibero ve kanat almak yerine Burak Yılmaz, Emre, Guiza gibi mükemmel transferlerle "takımı güçlendirdiler." Neyse 2009 senesinde bu mantık ne kadar hatalı olduğunu ayan beyan gösterince yönetim bu mevkiler için arayışa girişti. Andre Dos Santos (Tam adı da Andre Dos Santos Oliveira, her Brezilyalı gibi 15 ismi var) ve Cristian bu arayışın sonucu. Biri sol kanat diğeri de önlibero. Cristian'ı bilemiyorum. Hakkında okuduklarım Brezilyalı Selçuk intibağı bırakıyor ve fakat Dos Santos? Adam resmen kanat lan. Çalım filan atıyor. Orta açıyor. Kademe yapıyor. Pas atıyor, gol atıyor, oyunun merkez alanını geliştiriyor. Olacak gibi değil. Ben Fenerbahçe'de en son sol kanat Nielsen'i görmüştüm tarihi bir olayla karşı karşıyaymış hissiyatına kapıldım. Abi bildiğin solak yani. Ümit veya Tuncay gibi sağ ayağıyla sol kanatlık da yapmıyor. Sanırım bu sene sırf bu yüzden bile tarihe geçecek, beyler ve bayanlar Fenerbahçe'nin en sonunda bir sol kanadı var!
Devamı ...
18 Temmuz 2009
Reklam
Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi, güzel bir animasyon. "Bütün insanlar özgürlük, haysiyet ve hakları bakımından eşit doğarlar" diye geçip gidiyor kolayca, hayata da böyle bir fade in çekseler, bir rahatlasak.
Devamı ...
16 Temmuz 2009
Bahçemizi Yeşertmek Gerek
...something is happening here. But you don't know what it is. Do you, Mister Jones?..
Mr. Jones'u bilmem de ben biliyorum. Yakında söylerim. Duyumcu oldum, bizzat kendimden duydum, % 87 doğruymuş, evi bile hazır.
PVH, A.K.A. Hakkı Uzun
Devamı ...
Yalan Rüzgarı
Yukarıdaki görüntüler bütünüyle gerçek. Iberia havayolları ile Madrid’ten İstanbul’a dönüş uçağında darbuka ve klarnet eşliğinde roman müziği dinledik. Koridorda ayakta duranlar veya yerlerinde oturanlar alkışlarla tempo tutarken, uçaktaki yabancılar yüzlerinde aptalca bir sırıtışla etraflarına bakıyorlardı. Hostesler ise dehşet verici bir şekilde şaşırmış olmalılar ki ortaya bile çıkmadılar. Bütün bunları anlatacağım ama önce şu “Yalan Rüzgarı” konusunu bir hatmedelim.
Küçüklüğümüzde yayınlanan Yalan Rüzgarı dizisi malum. Herhalde TRT-2’de olacak, o zamanlar bugünkü Star TV’nin atası Magic Box dahi ya açılmamış ya da eli kulağında açılacak bizler TRT harflerinden dünyayı söktürmeye çalışıyoruz, bu Yalan Rüzgarı ortalığı kasıp kavuruyor. Ben küçükken de şimdi olduğu gibi bu olaylara karşı felaket ilgisizdim. Aile efradının diziye müthiş ilgisini, komşularla birlikte icra edilen dizi izleme ritüellerini yaşayınca bir iki izlemeye çalıştım fakat kar etmedi. Bana uygun değil. Richard mı vardı, John mu vardı hala hatırlamam. Ancak bu isimler üstünde nasıl teoriler geliştirildiğini, uzun uzadıya dizideki karakterlerin nasıl analiz edildiğini, kimisinin büyük bir öfkeyle kimisinin sonsuz bir sevgiyle nasıl zikredildiğini hala hatırlarım. İzleme teşebbüsüm de şöyle oluyor: Olay bütün konu komşuyu da saran müthiş bir hale gelince elbet ilgileniyorum. Bir bölüm izledim, söktürmeye çalışıyorum, şu kim bu kim şu neyin nesi herkesi de soruyorum. Fakat arkadaş bunların aralarındaki çapraz bağlar bitmek bilmiyor! O onunla olmuş ama bununla ilgileniyormuş da bu berikinin bilmemnesiymiş de bu bilmemne de haris bir insanmış da onunla böyle bir şey yapmış da şu da buna karşı bilmem ne olmuş. Bir ton şey. O yaşta tabi “Ulan Mendel’in çaprazlamasıyla bu kadar ilgilenseydiniz şimdi biolojiye bilime bir hayrınız olurdu” da diyemiyorsunuz. Böyle bir izledim. Yok dedim bununla vakit harcanmaz. Ancak bu dizinin muhabbeti de bitmiyor. 1 hafta sonra mıydı neydi bismillah dedik bir daha izledik. Yahu sanki o bir hafta hiç yaşanmamış! Ben diziyi nerede bıraktıysam hala orada. O onluğuna bu bunluğuna Richard da Richardlığına berdavam. Yahu bu bir hafta boyunca eşrafta konuşulanlara baksan yer gök yerinden oynamış olması lazım, dizi de hareket yok. Yıllar sonra bizim Immanuel Tolstoyevski ile sohbetlerimizde de bu Yalan Rüzgarı konusuna değinip haftalar aylar geçmesine rağmen aynı kalan ancak insanların o zaman dilimi boyunca hararetle birbirlerini yedikleri meseleler için “yalan rüzgarı gibi” der geçerdik.
Tam ona döndü arkadaş. Gittiğimde de Fener Poulsen’in peşindeydi, geldiğimde de. Gittiğimde de Juventus Poulsen’i iknaya çalışıyor Poulsen zinhar gelmem diyordu bugün de tastamam öyle demekte. Giderken Aziz Yıldırım’ın Arda’yı transfer teklifi manşetti, geldim bir gazeteyi açtım hala aynı konu. Fener hala sol kanat arıyor, Hamit transferi hala sakız gibi uzatıla uzatıla önümüze sürülüyor, Daum’un ne kadar disiplinli olduğunu anlatan haberler de aynı şekilde devam ediyor. Durumumuz vallahi “Yalan Rüzgarı.” Hababam kendini tekrar eden transfer haberlerinden miden şişmediyse, Cem Garipoğlu’nun hala bulunamayışını mı ararsın, Alp Eren Ocakları’nın İdil Biret konserini basışını mı yoksa daha büyük hoşluk olarak her sene tekrarlanan bir başka haberi mi, Bodrum’un sit alanı ilan edilen, “çivi bile çakılamayacak” bir koyunun daha “Turistik tesis” olarak değerlendirilmek üzere bir adama tahsis edilişi mi? Vallahi memleketin gündemi bitmek bilmez bir dizi gibi. Yabancı kanallar prodüksiyonla çok uğraşmasınlar, Türk TV’lerinin haber bültenlerini aynen yayınlasınlar dizi gibi izler yeminle alem.
Doğrusunu da söyleyeyim. Tüm bunları yazmadan önce bayağı bayağı hepsine giydirmeyi planlıyordum. Ama kardeşim memlekete daha yeni inmişim. İçim de zaten açtığım ilk sayfada şişmiş. Şimdi kısa kesmeye karar verdim. Şu Iberia yolculuğumuza dönelim.
Uçağa bindik. Yerlerimize yerleştik. Ortalık gayet düzenli. Uçak havalandı ben de elimdeki kitaba yumuldum. Yolun yarısında bitti. Sıkıldım etrafa bakıyorum. Yahu bir baktım herkes ayakta. Koridorda küçük sohbetler, birbirine laf atmalar, şakalaşmalar. Hatta bu tip yolculukların olmazsa olmazı bir “yabancıya memleketimizin gerçeklerini anlatan genç” adam da var. Bu da şöyle oluyor. Şimdi bir genç beyaz türkümüzle bir yabancı es kaza yanyana düşmüş oluyorlar. Adam muhtemelen bir soru soruyor. Oradan muhabbet başlıyor. Bizim gencimiz tabi işte “İstanbul’a daha önce geldiniz mi” diye soruyor. Adam “İstanbuldan Kapadokya’ya geçeceğim” gibi bir şeyler diyor. Orada boku yiyor. O saatten sonra soruların ardı arkası kesilmez. Bizim genç başlar nereli olduğunu sormaktan, adam bir cevap verir, genç devam eder konu en nihayetinde tarihe gelir. İstanbul’a mı gidiyor İstanbul’da Topkapı sarayı vardır, Osmanlı Padişahlarınındır ve Osmanlılar’ı acaba bu adam duymuş mudur? Adam Bizans’tan Roma’dan bahsedecek olur, çocuk Konstantiniye’nin nasıl İstanbul olduğundan yabancıların nasıl özellikle Konstantinopolis dediklerinden ve memleketimiz üstündeki gözlerinden bahsi açar. Bunu duydun mu artık o muhabbetin kulağına değmemesi için canını dişine takacaksın. Arkanı dönüp diyemezsin ki “Yahu 19. Yüzyıl başına kadar Osmanlılar da İstanbul’a İstanbul değil Der-Saadet veya Konstantinniye derlerdi bu İstanbul adı 19.yüzyıldan sonrasına denk düşer o da artan milliyetçilik akımının etkisidir zira İmparatorluk algılaması ile nükleik ulus devletçi bir zihniyetin farkını yansıtır” Susacaksın. Ben de öyle yaptım. Bir iki. Adam aynıyle ingilizce “American Indians are Turk too, they pass from Bering District” diyince kafamı nereye vuracağımı hesap etmeye çalışmaktan kendimi alamadım. Herhalde oltaya yakalanmış olan ve çırpınmaktan başka şansı bulunmayan yabancı da aynı şeyi hissetti ki bir şaşkınlık narası attı. Çocuk hırsla kızılderililerin nasıl da Türk olduklarını iknaya çalışıyordu.
O sırada işte olan oldu. Mevki itibariyle yanımızda oturması gereken ancak koridorda ayakta durup bağıra çağıra konuşmakta olan bir adam “Hadi ya yaparız ya hadi olm vallahi yaparız” gibilerinden bir şeyler söyledi. Ne yapılıyor ne ediliyor ona bakıyorum. Bu yukarı uzandı bir yandan da gaz veriyor “Oğlum bir deneyelim tepkiye bakalım iyi olacak bak” diyor. Allah allah. Açtılar üstteki kapakları. İçinden bir darbuka ile klarnet çıkardılar. Bir de temiz yüzlü menejerleri gibi biri var. Yahu ne yapacaksınız ne çalacaksınız filan dedi. Burnumun dibinde. Lafa atladım. Bir taraftanda içimde şu arkadaki manyakça muhabbet kapanacağı için inanılmaz bir heyecan var dedim ki “oldu olacak oynak bir şey çalın” Vallahi de çaldılar. Herkes önce bir afalladı, sonra durur mu Türk milleti onlar da başladılar alkışa, oynamaya. Şimdi soracaksınız sen alkış tutmadın mı? Vallahi de tuttum billahi de tuttum.
Çocuklar felaket iyi. Tekno-Punk festivalinden geliyorlarmış. Tekno Roman adları. Harika bir ikili. Bir de bu felaket anarşist bir şey. Bildiğin norm gözün önünde ayaklar altında. Uçaktaki o sert ve katı davranış normları bir anda oynamalı, darbukalı bir atmosferde kendini kahkahaya rahatlamaya bırakıyor. Her sefere roman ekibi iyi gider mi bilmem ama tam da bu yolculuğun bu noktasında beni inanılmaz rahatlattığını söyleyebilirim. Bir de kardeşim, zaten kalkmışlar madem kalktılar ve madem olacak bari güzeli olsun, onu da teşvik ederim. Bunlar iki şarkı çaldılar, içerisi yıkılıyor. Alkış kıyamet. İşin raconu da kendini buldu, hemen darbuka ters çevrildi, ilk bozukluğu da ben attım. En sonunda hostes de çıktı meydana yüzünde kocaman bir tebessüm, elinde küçük bir kırmızı şarap şişesi çocuklara şirketten hediye. Biraz önce kızılderililerin Türk olduğundan bahseden yabancıya tarih okumasını filan salık verirken –çünkü yabancıların memlekette gözü varmış- benim Roman kardeşim darbukasıyla gavuru fethedip çeşitliliği kutladı bile.
Birader sıkıcı bir sonla bitirmeyeyim bayık politik söylemler yerine güzel bir şey üretmenin insanlığa bakış açısını nasıl değiştirdiğinden filan da bahsedecek değilim, o kısacık anda bu arkadaki herifin bed sesinden beni kurtarıp yüzümü güldürdünüz ya sağolun. Bizim yalan rüzgarı transfer muhabbetine bu yazı darbuka sesi olsun, biraz es verelim. Belki daha sonra Lizbon’daki Fado barından, Argentina Santos’tan ve bir de şu Sagres mi Super Bock’mu daha iyidir gibi önemli hususlardan da bahsederim.
Devamı ...
15 Temmuz 2009
Vay vay vay
O nedir yahu?
Devamı ...
14 Temmuz 2009
2000-2010, Fenerbahçe'nin En İyi 11'i
Boş boş siteden siteye atlarken üç tane haber gördüm. Real Madrid 2000-2010, Manchester United 2000-2010 ve Juventus 2000-2010 yapmışlar. Daha 2010'a var, bu ne heyecan diye kınadım önce fakat sonra adamların da tıpkı bizim gibi bu transfer söylentilerinden sıkıldıklarına yordum ve böyle işlerle vakit harcamalarına sempatiyle yaklaştım. Transfer beklemekten beynini yiyen bir kitle varsa o da Fenerbahçelilerdir, böyle boş işlerle uğraşmak en çok bizim hakkımızdır diyerek ben de aynı listeden yapmaya karar verdim. Peki 1999-2000 sezonu kadrosu dahil mi sorusu belki Manchester United kadrosunu yaparken önem arz edebilir ama bizim 99-00 kadrosu Preko, Boliç, Moldovan, Alpay olduğu için bizi etkilemiyor ve bu soruyu "farketmez" yanıtıyla kolayca geçiştirebiliyoruz. Önce ne var ki bundan 5 dakikada yaparım diye yaklaşsam da, olayın hiç öyle kolay olmadığını gördüm. Bizim yorum kutusu ne zamandır boş duruyordu, bu olmamış diyenler de oraya 10 senelik dönemin kendi en iyi 11'ini yazsa çok şık olurdu, hatta evet bu olmuş diyenler de yazsın, hiç itiraz etmeyiz, neden edelim ki?
----------------------Volkan------------------------
Gökhan Gönül-----Luciano------Lugano-----Ümit Özat
Serhat----------Appiah----------Aurelio------Tuncay
-------------------PVH----------Alex---------------
Volkan: 2000 yılından itibaren değerlendirmeyi yaptığımızda Rüştü'ye tercih ediliyorsa bile ufak bir farkla tercih ediliyordur. 4 şampiyonluktan ikisinde kalede Rüştü varken ikisinde Volkan var. 2000 yılından beri oynadıkları maç sayısı hemen hemen eşit ve kalecilik özellikleri de benziyor. Volkan'ı bir adım öne çıkaran Rüştü'nün artık emekliliğe yaklaşıyor olması ve son 3-4 senelik süreçte ve bundan sonraki seneler Volkan'ın Rüştü'ye tercih edilmesinin daha mantıklı olması.
Gökhan Gönül: Sadece 2 sezondur Fenerbahçe'de oynayan bir oyuncunun son 10 senenin en iyileri kadrosuna girmesi acaba birilerine mesaj olabilir mi? Fatih Akyel gibi son derece vasat, Ali Güneş ve Serkan Balcı gibi yeteneksiz oyuncuların idare ettiği bir mevkide oynuyor olması Gökhan'ın şansı. Ali Güneş 4 sezonda 8 asist, Serkan Balcı 3 sezonda 6 asist yapmış, Gökhan sadece ilk senesinde 5 asist yaparak neden daha iyi bir sağ bek olduğunu gösteriyor.
Luciano: Son 10 senede Alex'le verkaçlar yaparak ceza alanına girip gol atan bir defans oyuncumuz olduysa o da Luciano'ydu. İstikrarlı şekilde ilk 11'de oynadı, belki Lucio kadar iyi kademe anlayışı olan bir savunmacı değildi ama Lucio gibi çekinmeden topla oynayıp, hücumlara gittiği zaman nerede duracağını biliyordu. Partneri önce Tomas, sonra Servet, sonra Önder oldu ama Luciano sakatlanana kadar formayı kaptırmadı.
Lugano: Yavaş bir oyuncu olmasına rağmen sertliğiyle ve inatçılığıyla defansa ilk yazılan isim oldu. Drogba'yı bile sahadan sildi. Luciano'dan boş kalan "gol atan defans" kontenjanını fazlasıyla doldurdu. Son üç senedir mücadele gücü gittikçe düşen takımın mücadelesiyle alkış alan ilk ismi oldu. Hırçınlığı başına bela olsa da kafası, gözü kan içindeyken bile sahaya koşup taraftarın favorilerinden oldu. Sanırım bu mevkide yer almayı hak ediyor.
Ümit Özat: Dünyada sol bek denince akla gelen ilk isim Carlos kusura bakmasın ama geldiğinden beri yaptığı kademe hataları ve bozduğu ofsaytlar Ümit Özat'ın eli belinde gezerek bitirdiği maçları bile unutturdu bize. Ümit ters ayakla dağa taşa orta yapan adam olarak yanlış bilgiyle oluşturulan esprilerin bir numaralı malzemesi olsa da 3 sezonda sol bekte oynamış ve 19 asist yapmış bir oyuncu. Ondan önceki 3 sene de defansın göbeğinde ve defansif orta saha olarak 6 sezonda 12 gol, 34 asistle oynamış. Defansif olarak da yaptığı hataların pahalıya mâl olduğu maçlar bir elin parmaklarından biraz fazla olsa da Carlos'tan daha güven veren bir sol bekti.
Serhat: Sağ açıkta Serhat'ın olması içler acısı bir durum aslında. Fenerbahçe'nin 10 sezondur sağ kanadı yok ve sağ kanat devşirmelerinden en istikrarlısı Serhat'tı. Üstelik Serhat, istikrarsızlığı en büyük dezavantajı olan bir oyuncuyken... Lazetiç, Rebrov, Yozgatlı, Appiah, Deivid'den hiçbirisi sağ kanat oyuncusu olarak Serhat'ın Fenerbahçe'ye yaptığı katkıyı yapabilmiş değiller. Oynadığı 3 sezonun sadece bir tanesinde faydalı olan Deivid'i Serhat'a tercih etmek isteyen olabilir fakat istikrarsızlık Serhat için dezavantajsa Deivid için kadroya alınmama sebebi olur.
Aurelio: 2 orta saha oyuncusu seçilirken herkesin yazacağı oyuncu. Bir oyuncu değerlendirirken hep eksikleri akla gelir, o yüzden Aurelio dediğinizde topla yaratıcı olamaması ve oyunu hızlıca ileriye taşıyamamasını söyleyecek birçok insan olabilir. Diğer taraftan Aurelio Fenerbahçe'nin son 10 senedeki en istikrarlı oyuncusu olmuştur. Oynadığı dönemde takımın en fazla top kapan oyuncusu, çok başarılı bir kesici, çok az top kaybıyla oynayan bir orta saha ve hemen hemen kötü oynayarak maç bitirmemiş bir oyuncu. Aurelio orta ikili kontenjanından birisini sonuna kadar hak ediyor.
Appiah: Sadece 2 sezon oynasa da Appiah Ogün, Johnson, Steviç, Selçuk, Deniz'den daha öne çıkıyor. O gelene kadar hep bahsedilen fakat Appiah'la birlikte billurlaşan "oyunun iki yönünü oynayan orta saha" tanımını yapmak ondan sonra çok kolay oldu. "Appiah gibi orta saha" artık istenilen orta sahayı uzun uzun tanımlamak yerine kullanılan bir tanımsa ve Fenerbahçeli hâlâ böyle bir oyuncu istiyorsa Appiah o orta sahaya imzasını atıp gitmiş demektir. Geldiği takımda çok az gol atmış olsa da Fenerbahçe'de aldığı görevle son derece tehlikeli bir gol silahı olan defansif orta saha haline gelen Appiah oynadığı dönemde orta sahadaki top akışı sağlayıp, yaratıcı olmayan partnerinin yaratıcılık zaafiyetini kapatıyordu. Önce sağ kanada kapatıldı, sonra da sakatlandı ve Appiah dönemi kapandı fakat kısa sürede yaptıkları onun adını yazmam için ikna edici oldu.
Tuncay: Kimileri ısrarla inkar etse de taraftarın mücadelesini özlediği bir oyuncu. Tuncay sahada kendini paralarken kimse onun ezdiği topları ya da kaleciyle karşı karşıya kaçırdığı golleri önemsemiyordu. Tuncay Fenerbahçe'de mücadele etmenin sembolü olmuş bir oyuncu oldu. Hâlâ sistemimizin en büyük eksiği olan top ters kanattayken forvet oyuncusuna dönüşen ve bolca gol atıp asist yapan kanat oyuncusu onunla birlikte gitti. Her sene en az 15 gole katkı yapan ve sahada bu kadar çok koşup mücadele eden bir oyuncu her takımı bir seviye yukarı taşır.
Alex: Kendisi yüzünden Fenerbahçe için önemli işler yapan Revivo ve Rapaiç kadroda yok. Sürekli tartışılan, futbol sistemlerinin düşmanı denilen, koşmadığı söylenen Alex istatistikleri ile Fenerbahçe tarihinin en iyi yabancılarından değil, en iyi futbolcularından. Gününde olduğunda birkaç tane gol atmadan ya da attırmadan rahat etmeyen Alex'in maç başına gol veya asist ortalaması bir. Geldiğinden beri futbolcu ölçmede para sistemi olarak kullanıldı, karşılaştırıldığı bütün oyuncular bavullarını toplayıp gitti, Alex istikrarlı biçimde bütün hocaların vazgeçilmezi oldu. O olmasa Revivo'yu koyardım yerine ama Alex bu listeye yazılacak ilk isim.
Pierre Van Hooijdonk: Böyle listelerde forvet pozisyonu en fazla adayın olduğu pozisyon olur fakat Pierre Van Hooijdonk'u rakiplerinden öne çıkaran şey Fenerbahçe'de uzun zamandır Türk oyuncularda bile bulamadığımız liderlik vasıflarıydı. 2 sezonda 53 lig maçında 32 gol, 14 asistle oynadı. İlk sezonunda kimsenin şampiyonluk umudu olmayan takımı ayakta tutan adamdı. Genç oyuncuların elinin ayağının titrediği anlarda topun başına geçen, golü atan, çizgiden top çıkaran oydu. 20 hafta boyunca cezalı duruma düşmemek için sarı kart görmeyen profesyonel de oydu. 34 yaşında Fenerbahçe'ye gelmesine rağmen sahada tüm gücüyle çalışan, kısır maçlarda attığı inanılmaz gollerle takıma can veren Van Hooijdonk 2003-2004 şampiyonluğunun ve o sezon değişen ve artık eskisi gibi olmayacak olan futbol anlayışının Daum'la birlikte en büyük mimarıydı.
Tabii Rapaiçli, Revivolu, Nobreli 2-2-6 sisteminde bir kadro da yapmak mümkündü ama gerçekçi olmak lazım. Takımın sistemi senelerdir 4-4-1-1 ya da 4-4-2. Yok hayır 4-3-3 var derseniz o da kağıda yazınca 4-4-1-1'in aynısı zaten, yine Nobre ve Revivo'ya yer açmaz.
* İstatistiklerinin kaynağı turkfutbolu.net
Devamı ...
Olmayan Transfer Listemiz ve Tanjeviç
Malum gazetelerin kadrolu haberlerindendir yeni sezon öncesi hoca yönetime transfer listesi verir. Tanjeviç bu sene bizim yönetime kalbi kadar temiz bomboş bir A4 kağıt vermiş olacak ki bu sene basketbol şubemiz kepenkleri indirmiş durumda. Allah ne verdiyse oynuyoruz işte niye transfer yapalım ki düşüncesiyle bırakın transferi transfer dedikodusu bile yapılmıyor bayan ve erkek takımı için de. Yurtiçinde takımlar yavaş yavaş kadrolarını oluştururken Euroleague takımları uçanı kaçanı toplarken bizde ses seda yok.
Takıma dair aldığımız tek hayırlı haber Gricek 'in ameliyat olması, kulüp resmi sitesinde ameliyat olduğunun belirtilip 2 ay sonra antrenmanlara başlayabileceği açıklandığına göre Gricek seneye de kalıcı gözüküyor.İki şüphe parantez açalım burada ; bu adam neredeyse 3 aydır zaten maç oynamıyordu niye bu ameliyat üç ay önce yapılmadı, ikinci soru Gricek'in sakatlığının nüksedip etmeyeceği. Gricek konusunda zerre kadar umudum yok seneye de hiç bir faydasını görmeden bol bol sakatlık haberlerini okuyacağız kendisinin. Gricek şu maçta şu kadar sayı şu kadar asistle oynadı yerine, bu senenin tümünde olduğu gibi Gricek bu maçta riske edilmedi haberleri okuyacağız. Nasıl bir transferse hiç bir maç risk edilmeyerek sezonu tamamlamak herkese nasip olmasa gerek.
Takımın eksiklerini sokakta bir çocuğu çevirsek zaten sayar, Solomon'la zamanı paylaşabilecek, onun tutkulu oyununa akıl boyutu katabilecek bir guard, rakip dört numaraları iyi savunabilecek ayakları çabuk bir uzun bir de skor potansiyeli fazla olan 2 ve 3 numara oynayabilen bir oyuncu. Şimdi elimizde böyle bir eksik tablosu varken her şey dört dörtlükmüş gibi, oyun kurucularımızın saçma tercihleri yüzünden şampiyonluk kaybedilmemiş gibi, Schumpert'i Semih'le muazzam savunabilmişiz gibi ve Marcus Green zaten dünyanın en akıllı guardıymış gibi eylemsiz kalınması anlaşılabilir gibi bir şey değil.
Ülker'in salon maliyeti arttığı için bu sene transfere pek para harcamayacağı konuşuluyor ama pek para yerine hiç para harcamayacağı anlaşılıyor. Taraftar da çoktan tesisleşme fetişizmine teslim olmuş salon olacaksa transfer de olmayıversin bu sene ne yapalım kalenderliğine bürünmüş durumda. Hem salonu inşa edip hem anlamlı bir iki takviye ile iddialı bir Euroleague takımı olmak sanki çok zormuş gibi bizden ikisinden birini tercih etmemiz isteniyor. İkisini de istiyoruz biz obur taraftarlar olarak iki senedir doğru düzgün başabaş bile oynayamadığımız Barcelena, Siena ayarındaki takımlarla kafa kafaya oynayabilen bir takım görmek istemek çok da hayalci bir şey olmasa gerek.
Aslında hiç bir transfer olmasa bile eğer dedikodular doğru çıksa ve Tanjeviç bavullarını toplayıp her yolun Roma'ya çıktığını gösterseydi müthiş bir sinerji yakalanacaktı yeni sezon öncesinde. Koç olarak kim gelirse gelsin (Halil Üner hariç) bu takımın gösterdiği performansın üzerine çıkacağından eminim. Oyuncular kişisel olarak Tanjeviç'i seviyor mu sevmiyor mu bilemem ama Tanjeviç'in basketbol zekasına özellikle final serisinden sonra hiç bir oyuncunun inandığını düşünmüyorum. Avrupa Şampiyonasında olası bir hüsrandan sonra Tanjeviçe zaten sıfır olan güven eksilere inecektir büyük ihtimalle. Eğer Tanjeviç maçlara Fatih Solak'la başlar, Ersan'ı verimli olduğu dört numarada değil üç numaraya çekmeye devam eder ve her top hücumda Hidayet'in elinde patlarsa Oğuz'u yine havlu sallayan bir pozisyonda kullanmaya devam ederse ve tüm bunların doğal sonucu olarak Milli Takım berbat bir sonuçla Polonya'dan dönerse kimse Tanjeviç'in otoritesini artık ciddiye almayacaktır. Basketbol federasyonu en yetenekli kuşağı Tanjeviç'in eline verip nasıl bir basketbol katliamının müsebbibi olmuşsa bizde 50 yılda bir gelebilecek uzun rotasyonumuzu Tanjeviç'e havale ederek başımıza taşlara vurmaya bir sene daha devam edeceğiz.
Transfer yok teknik ekip aynı ve bizi yine 1000 kişiye oynanan Euroleague maçları bekliyor.
Devamı ...