Fenerbahçe'nin haybeye karnesi (3) - Orta Saha
- Gitme lan, onlar seni sevmiyo ki...
- Olsun abi, ben, "herkes benden nefret ettiği halde yeni doğmuş bir bebek gibi masum ve mutlu olan adam"ım
Sezon devam ederken başladığım bireysel sezon değerlendirmesine orta saha oyuncularıyla devam ederken Türk futbolunun en nüktedan başkanıyla, en bilge teknik direktörünün yönetiminde müthiş bir şampiyonluk yarışı veren Trabzonspor'u gönüllerin şampiyonu ilan ediyor, saha dışı vasıtaların yardımıyla kazandığımız bu şampiyonluğun beni hiç mutlu etmediğini de itiraf etmek istiyorum. Keşke daha net gollerle şampiyon olsaydık.- Olsun abi, ben, "herkes benden nefret ettiği halde yeni doğmuş bir bebek gibi masum ve mutlu olan adam"ım
Ahaha. Şaka lan şaka. "Fıkralarla Türkiye" ayarında bir rakiple şampiyonluk mücadelesi vermek ne zormuş arkadaş. Dünyadan soğuttunuz be insanı...
Mehmet Topuz:
Ligin 32 ya da 33. haftasıydı, bir gazetede Mehmet Topuz'un o ana kadarki tüm maçlarda doksan dakika oynamış olduğunu okuyunca rüyasında Rapaiç görmüş Mondragon gibi dehşete kapıldım, Daum'a atfedilen "Topuz futbolu bilmiyor" beyanatını hararetle savunduğum rakı sofraları geldi aklıma, sağda Stoch, solda Dia, yedek kulübesinde Mehmet Topuz'la rakip savunmaları allak bullak edeceğimize dair sezon başı hayallerimi düşünüp ürperdim. Mehmet Topuz'un saygı duyulması gereken sezon performansını elbette alkışlayacak, birkaç sezon önce Kayserispor'un her türlü hücum etkinliğinde baş rol oynamaya alışmış olan bir adamın, Aykut Kocaman yönetiminde Ömer Üründül'e bile parmak ısırtacak bir görev adamına dönüşmüş olmasını takdir edeceğiz. Şimdi, "ama Mehmet Topuz futbolu hâlâ bilmiyor" desem, "sen sanki çok mu biliyon" diye şarlarsınız haklı olarak; o zaman şöyle ifade edeyim. Mehmet Topuz çok çalışarak, çok koşarak, canını dişine takarak bu sezonun en istikrarlı oyuncusu ve şampiyonlukta pay sahibi olan bir futbolcu olmayı başarmış olabilir; ama hâlâ şut atmaktan imtina ediyor, hâlâ gereksiz top kayıpları yapıyor, hâlâ akıl almaz pas tercihlerinde bulunduğu oluyor ve pek de sevimli olmayan transfer hikâyesi hafızamın bir köşesinde Müjdat Yetkiner cüssesinde bir leke olarak nefasetini hâlâ muhafaza ediyor. Hasılı, Mourinho gibi adamsın Mehmet Topuz. Sevmesek bile kayıtsız kalamıyoruz.
Cristian Baroni:
Fenerbahçe orta sahasında varolan dertsiz-gamsız-nemelazımcı Latin sıkıntısını ilk fark eden Zico oldu ve bu boşluğu Maldonado'yla doldurarak gönlümüze su serpti. Tam da Maldonado-Josico ekseninde serpilen gelenek devam etmeyecek mi derken transfer edilen Cristian Baroni ise adeta bir güneş gibi doğdu Saracoğlu'na. Sezonun ilk yarısında soyadıyla müsemma bir performans sergileyen Cristian, arazilerinin yönetimini hınk deyicilerine bırakıp balolarla, şenliklerle, av partileriyle gününü gün eden bir baron gibiydi hakikaten. Ama ikinci yarıda bütün takımı etkisi altına alan 88-89 ruhu ona da sirayet etti. Oyunun iki yönünü de oynayan, çağdaş orta saha profili falan diye lafa girsem, işin içinden çıkamayacağız, o yüzden Baroni'nin elinden geldiğini yaptığını ama ŞL'de iş yapacak takım istiyorsak, ona ancak Genç Semih'in yanıbaşında bir yer bulabileceğimizi belirterek bitireyim.
Emre Belözoğlu:
Bu sezon iyi bir performans gösterdi, şampiyonluk koşusunda kilit oyunculardan biriydi. Görünen o ki, ondan daha iyi orta saha oyuncuları transfer edilmedikçe kendisini çubukluyla görmeye, tolozyon başında ya da Saracoğlu tribününde "jeykıl mı olsam, hayd mı olsam" oyununu oynamaya devam edeceğiz. Kötücül olan hangisiydi lan, ben oyum işte.
Issiar Dia:
Kısa boylu, kıvrak, genç zenci; yıllardır seni bekliyormuşuz da haberimiz yokmuş be oğlum. Savunman zayıf olduğu için sezon boyu sana ısınamayan, hakkında ileri geri konuşan Medgallis ve onun gibileri boşver Issiar kardeşim. Bu kulaklar, söz konusu tatminsiz şaşkınların, sıcak yaz gecelerinde, Messi hakkında "topçu değil", David Villa hakkında "Barcelona'nın zayıf halkası", Müjdat Yetkiner hakkında da "topu oyuna sokmakta zayıf" dediğini de işitti. (Gerçi son dediklerinde haklılardı lan herhalde.) Messi demişken Issiarım, hani sen tivitır şeysinde Messi için, "bir Alex değil" yazdın ya, ondan sonra daha iyi anladık hepimiz seni ne kadar özlediğimizi. Tamam savruksun, istikrarın yok, savunman zayıf; ama o deplasmandaki Beşiktaş maçında sol kanattan yılan gibi aktın, siyah-beyazlılara feleğini şaşırttın ya, o gün yazdık adını gönlümüzün şeref defterlerine; daha da unutmadık. Bir bütün olarak bakıldığında bölük pörçüktü performansın, sürekli onbirde oynayarak bir tam sezonu kaldırıp kaldıramayacağından hâlâ şüpheliyiz. "Ama yaşım genç, olgunlaşıyorum," diyeceksin, haklısın. Süratin var, kıvraklığın var, tahmin edilemezliğin var. Bir de şu şutunu geliştirsen Dia, oyun görüşünü geliştirsen, Messi'yle kıyasladığın kaptanın kapısında yatıp "basit ve ekonomik" oynamayı öğrensen; bir beş yıl daha alkışlarız seni avuçlarımız patlayana kadar, sonra da davulla zurnayla Real Madrid'e uğurlarız, olmaz mı Issiar?
Miroslav Stoch:
Miroslav Stoch'un en çok sabrını ve küsmeyişini sevdim. Kolay değil, Chelsea kadrosunda mesai eskitmiş, yeteneği gani, istikbali Lazetic'in kafası gibi parlak bir futbolcusunuz ve Caner Erkin'in yedeği oluyorsunuz. Bu ızdıraba yürek dayanır mı, ne farkı var bunun katmerli bir Küçük Emrah filmi senaryosundan? Taş olsa çatlar, arabeskin Türkçe-Slovakça sözlükteki tarifi olarak dilbilimi literatürüne girer. Ama Stoch ne çatladı, ne patladı. Efendi gibi sırasını bekledi, sırası gelince de çiçek gibi performans sergiledi. Tam da Aykut Kocaman'ın aradığı kanat oyuncusuydu zaten. Ayağa pasa yatkın, Dia gibi topu aldığında başını öne eğip Afgan tazısı gibi seyirtenlerden familyasından değil; etrafına bakan, tarayan, seçenekleri değerlendiren ve en doğrusunu yapmaya çalışan, yeri geldiğinde içeriye kat ederek arkasındaki beke kulvar sağlayan, onu besleyen, dinamik bir takım oyuncusu. Biz Medgallis'le tolozyon başında "şut atın lan şut" diye nara atarken, feryadımızı bir o duydu. Orgamzik lezzet bakımından şampiyonluk maçını bile solda sıfır bırakan Gaziantepspor maçının kahramanı o oldu. Yakın tarihin tılsımlı Uche-Rapaiç-Van Hooijdonk-Alex zincirinde yeni halka olacağına dair umut verdi.
Selçuk Şahin:
İsmet İnönü'nün dediği gibi, yeni bir dünya kurulsa ve Türkiye o dünyanın içinde yerini alsa bile; bazı şeyler değişmeyecek. Yılmaz Vural, tam da "kariyeri bitti" dendiği anda Süper Lig'te bir takımın başına geçecek, Galatasaray yönetimi bir kriz anında Fatih Terim'i otuz üçüncü kere göreve çağıracak, ntv'de seslendirme yapan ağabeyimiz, "Fuat Akdağ'la" değil "Fuat Akdağı'yla" demeye devam edecek, Hıncal Uluç 127. kez daha sezon ortasında Fenerbahçe'nin şampiyon olacağını açıklayacak, Rıza Çalımbay 2-1 kaybettikleri bir maçın ardından yedikleri şanssız gollerden yakınacak ve Selçuk Şahin, modern bir Müjdat Yetkiner reenkarnasyonu olarak Fenerbahçe orta sahasında forma bulmaya devam edecek. Selçuk'tan nefret eden, maç boyu onu ıslıklamak için fırsat kollayan, "ben-bu-kombineye-kaç-para-saydım-sen biliyon mu"cu Fenerbahçe taraftarı ağzıyla konuştuğuma bakmayın, ben Selçuk Şahin'i severim aslında. Bu sezon da, aptalca yabancı kısıtlaması yüzünden kadro kurmanın güçleştiği maçlarda yetenekleri ölçüsünde üzerine düşeni yaptığı gibi, geçen sezon Galatasaray'a attığından bir tane de Sivasspor'a atarak nüktedan başkanla kafası güzel uşaklarına oyalanacak malzeme verdi, misyonunu yerine getirdi. Öte yandan, yeni bir dünya kurulunca, Xavi gelecek Fener'e, Gerrard gelecek, Essien ve Mascherano'nun transferleri tamamlanacak ve bu yiğidoların hepsi hücum ve savunmada oynayan yabancılara yer açmak için yedek kulübesine mahkûm olurken, Selçuk Şahin, yüzündeki o "hepiniz benden nefret ettiğiniz halde ben yeni doğmuş bir bebek gibi masum ve mutluyum" sırıtışıyla Fenerbahçe orta sahasında arz-ı endam etmeye devam edecek. Çok yaşa Selçuk.
Özer Hurmacı:
Fener'e özgü bu ızdırap diyeceğim; diğer takımların taraftarları da çok bekledi Anadolu'dan taze gelen genconun birdenbire kabak çiçeği gibi açılmasını, takımın gediklisi olan Brezilyalı'yı bile kesecek denli etkileyici bir performans sergilemesini, her maç öncesi teknik direktöre "tatlı bir sıkıntı" yaşatmasını. Bizim takımın söz konusu kontenjanı hep doludur zaten, umut Fenerli'nin ekmeğidir, denizden çıkıp hayatımızı değiştirecek bir kadın gibi görürüz Anadolu takımından gelen parlak genci. Özer Hurmacı'da da öyle oldu, ama bu sezon itibarıyla benim sabrım taştı. Bağrıma taş basarak da olsa Özer'in künyesini dolabımda duran Tarık Daşgün klasörüne yerleştirip, Alex'in tahtını devralacak yeni çocuğu beklemeye başladım. Evet Özer şanssızdı, iyi oynadığı bir dönemde ayak bacak kırmak için maça çıkan Konyasporlu yiğidolardan birinin zalim tekmesine hedef olarak uzun bir sakatlık yaşadı. Ama ne sakatlık öncesi, ne de sonrasında; o "yetenekli ama ne yapacağını bilmeyen şaşkın orta saha oyuncusu" kimliğinden sıyrılamadı. Hep telaşlıydı, hep kararsızdı, hep mucizevi pasların peşinden koştu ve neticeye hiçbir zaman varamadı.
Gökay İravul:
Okan Alkan'ı Manisa karşısında seyredince Kaptan bile heyecanlandı, "kaç senedir şu takımdayım, ilk kez altyapıdan gelen bir çocuk forma giydi" diye mesajlar döşedi tivitır şeysinde. Okan sonra devamını getiremedi ama Aykut Kocaman sezon içinde ikinci bir sürpriz yaparak, bu kızıl saçlı çocukla tanıştırdı bizi. Görünüş itibarıyla bir Guy Ritchie filminden fırlamış ya da İngilitere ikinci liginden taze transfer edilmiş gibi duran İngiliz Gökay, top rakipteyken sakindi, soğukkanlıydı, durduğu yerin farkındaydı. Ama top bize geçtiğinde, ürkekleşiyor, inisiyatif almaktan kaçıyordu. Yine de işlerin kötü gittiği, personel sıkıntısının had safhaya çıktığı bir dönemde ortaya çıkıp, aslanlar gibi oynadı, Emre'yi yerinden edecek kahramanı bekleyen benim gibi deve kinlilere umut aşıladı.
Uğur Boral:
Ahımız tuttu herhalde, çocuk bu sene sırtını yerden kaldıramadı. Caner'le Santos'un "kim daha kötü batıracak" oynadığı ilk yarı öyle kederliydi ki, onu bile özlediğimizi hissettik. Sezonu resmî maçlarda toplam 28 dakika süre alarak tamamladı.
Kazım Kazım:
Adıyla soyadı aynı olan insanı sevemedim kara gözlüm, bu doğrultuda seni de hiçbir zaman sevemedim zaten Kazımım. Devre arasında sepetlenene kadar herhangi bir icraâtını görmedik. Meğer sen icraâtlarını Ali Sami Yen Spor Kompleksi Kodak Tiyatrosu Meysu Düğün Salonu Türk Telekom Arena'ya saklıyormuşsun, bilemedik. Sevgili hocana da kavuştun artık, enginlere sığmayıp taşarsınız beraberce. Bir de, sana zahmet Google'da, "el", "lavabo" ve "İslam Çupi" sözcüklerini birlikte aratır mısın?
Serinin diğer yazıları:
Fenerbahçe'nin haybeye karnesi (1) - Kaleciler
Fenerbahçe'nin haybeye karnesi (2) - Savunma
8 Haziran 2011 06:29
Daha yazinin basindayim hemen yorum yapayim. Mehmet Topuz'un 34 macta 90 dakika oynadigini Mehmet Demirkol da soyleyip duruyor ama yanlis bilgi. Tam da su anda Mehmet Topuz yazisi yazarken denk geldi. 34 maca da ilk 11 basladigi dogru da yanilmiyorsam 6 macta oyundan cikti, 90 dakika degil yani.
8 Haziran 2011 07:03
abi haklısın, kontrol etmeden yazmışım.. oyundan aldığı altı maçın beşinin sezonun ilk beş maçı olduğunun da altını çizeyim bu arada.. daha sonra yalnızca bir kez, 2-0 aldığımız kayseri maçının 87. dakikasında oyundan çıkmış..
8 Haziran 2011 07:18
Mehmet Topuz kisminin ana fikri degismiyor tabii, bu sezon ligde en fazla sure forma giyen futbolcu, lig toplam 80 dakika oynamamis. Kaleci bile yok sure olarak gecen.
8 Haziran 2011 15:12
emre hakkında göz ardı edilmemesi gerektiğini düşündüğüm birkaç şey var. öncelikle kendisinden pek de hazzetmediğimi belirteyim. isviçre maçında yaptıkları, basın tribününe hareket çekme, boğazını keserim tehdidi ve aşağı yukarı herkesin bildiği pek çok şey elbette beni de rahatsız ediyor.
ancak şu an ergenlik dönemini fatih terim, hakan şükür, bülent korkmaz ve hagi gibi adamların yanında geçirmiş bir insandan bahsediyoruz. leeds deplasmanında kırmızı kart gördüğü için az çok babası sayılabilecek teknik direktörü tarafından tartaklandığında bu adam daha 17-18 yaşlarındaydı. kazanmak için her türlü kabadayılığı yapabilecek bülent korkmaz takımının kaptanıydı. saha ortasında hakemi de takım arkadaşlarını da dövmekten beter eden, hakemin suratına tüküren ustası hagi takımının efsane 10 numarasıydı. cemaatçi kafasıyla takım abileri muhabbetinin en güçlü temsilcisi, ersun yanal'ın ayağını kaydırmak için elinden geleni ardına koymayan ve sonunda başarılı olup imparatorunu yeniden takımın başına geçirttiren hakan şükür de takımının süper golcüsüydü.
çocukluğunu ve ergenliğini bu adamların dibinde geçiren bir insandan ne bekliyoruz ki? kurban durumunda olması yaptığı şeyleri meşrulaştırmıyor elbette. psikolojik travmalar iyileştirilmediğinde öfke kontrolü problemi olarak ortaya çıkar. öfke kontrolü konusunda zorluk yaşayan insanların pek çoğunun geçmişinde yukarıda saydığım karakterlerle benzer yapıda ebeveynler ya da eğitimciler ya da komutanlar ya da birileri vardır işte.
şimdi aykut kocaman gibi bir teknik direktör, alex gibi bir usta ve kaptan, niang gibi bir golcüyle beraber oynuyor. umarım bu fırsatı kendini tedavi etmek için de kullanır ve daha iyi bir insana olur.
8 Haziran 2011 15:28
yazının orta yerindeyim, abi yeter diyerek kahkahalarla mesaj yerine koştum, mideme ağrı girdi, gözümden yaş geldi, ne zalim adammışın be rehavet.
8 Haziran 2011 15:34
abi hazır sezon bitiyor, umarım erkek basketbol takımının şampiyonluğu ile blog tarihimizde ilk kez 5 kupada şampiyonluk yaşadığımız bir sezonu geride bırakacağız.
senden bir "papazınçayırı'nın haybeye karnesi" bekliyorum.
9 Haziran 2011 01:13
Stoch bence vakti geldiginde Alex'in yerini alabilecek yeteneklere sahip. insallah Alex'i dikkatli izleyip biseyler ogreniyordur. tabii gelisimine bagli olarak elimizde tutma ihtimali de dusecek ama olsun, dunya futboluna bi hizmetimiz olmus olur :)
9 Haziran 2011 05:00
Tolga,
Umarım dediğin gibi olur. Ama ben senin kadar iyimser değilim bu konuda.
Aethewulf,
Hacı sağolasın övgüler için. Papaz'ın karnesini yazmaksa bana düşmez bence. Hani o ruh hastası olduğumuzu iddia eden bi yiğido varmış ya, ona yazdıralım.
9 Haziran 2011 05:07
ahaha o ruh hastasından ötesini yazabilse zaten ona tevessül etmezdi.
gene iş sana düşüyor rehavet.
9 Haziran 2011 08:08
Rehavet'in ilk "Fenerbahçe'nin haybeye karnesi (1) - Kaleciler" yazisini okuduktan sonra tamamen geyigine "Papazincayiri'nin haybeye karnesi (versiyonsuz)" yazmaya baslamistim da o aralar hem sampiyonluk stresinden hem kendi stresimden yaziyi bitirememistim.