Fenerbahçe Şampiyon. Merve Bodur İçin.



Sakarya'ya gittik, şampiyonluk gördük, döndük. Yolda bol bol makara yaptık. Şehri gezerken çok eğlendik. Maçta "rahat rahat kazanarak şampiyon olmanın" tadını çıkardık. Maçın sonunda kızlar Merve Bodur diye bağırırken duygulandık. İşbu yazı, Fenerbahçe Yıldız Kız Basketbol Takımı'nın 2011 Türkiye Şampiyonluğu'nu yerinde görmek için, bir pazar sabahı İstanbul'dan Sakarya'ya giden yedi kişinin hikayesidir.

Yıllar içinde amatör branşların A takımları kadar altyapılarını da izlemiş bir arkadaş grubumuz var. Aslında bu topluluğa aile demek daha doğru olur.

Sapanca'ya yapılan kürek çıkartması, Erdemir'e, Akyazı'ya ve Diyarbakır'a kadın basketbol deplasmanlarına giden bir minibüs insan, yine bir hafta içi Ankara'ya kadın voleybol play-off macerası, 2010'da Ziraat'ten alınan erkek voleybol şampiyonluğu ve nihayetinde küçük çaplı bir Sakarya seferi.


08:32 Bostancı hareketli Adapazarı Ekpresi, istasyona gelmeden otuz saniye önce, Haydarpaşa'dan binenler en arka vagonda olduklarını söylemek için aradılar. İçeri girdiğimizde vagonun köşesindeki masalarda yirmi tane gazete ve dergiden oluşan balyaya gömüldük. Kısa süre sonra matbuat alemi bir kenara bırakılıp, muhabbet başladığında vagonun diğer yolcuları olan, her yaştan bisiklet sporcuları da şamataya başlamıştı.

Bisikletçilerden bir tanesi olan 50'li yaşlardaki bey amcanın, simitçinin vagon rafına bıraktığı bir koli simitten bir kaç tanesini arkadaşlarına sattığı ve az sonra topluca Sapanca'da indikleri yolculuk, iki buçuk saate yakın sürdü ve Adapazarı son durakta inip, çay içecek bir yer aramaya başladık.


Aşırı dozda polene maruz kalan bünyeler, alerjik tepkimelerden dolayı telef olma noktasına gelince, Mado'nun bol ağaçlı bahçesine oturmamızla, çayları içip kalkmamız bir oldu. Pazar altılısını oynayacak ekip ile iddaa kuponu yapacak ekip için birer bayii aramak ve işlerimiz bittikten sonra kayıntı taam etmek için yola düştük.


Yukarıda, bayii arayışları sırasında önünden geçtiğimiz ve sevimli binası yüzünden durup, mahalle sakinlerinin "Napıyo lan bunlar?" bakışlarına maruz kalarak fotoğraf çektirdiğimiz Tığcılar Mahallesi Muhtarlığını görüyorsunuz. Bu fotoğrafı bastırıp, çerçeveletip, muhtara göndereceğiz.


Kuponları yatırdıktan sonra, "Sakarya'ya gelmişken ıslama köfte yemeden gitmek olmaz" fikrinden hareketle Meşhur Mustafa'ya gitmeye karar verdik. Hayli ilginç ara sokaklardan geçerek ana caddeye çıktıktan sonra, bir iki yere sorup mekanı bulduk. İnadına sanayileşmemiş, küçük kalmış ve bu yüzden de içtenliğinden ve kalitesinden hiç kaybetmemiş bir "Since 1912" bu lokanta.

Şıradan karabibere kadar her malzemeye nasıl özen gösterdiklerini uzun uzun anlatan emektar Yılmaz abi'nin yakın ilgisi ve tatlı sohbeti eşliğinde mükemmel bir yemek yerken, günün sürprizi çıktı karşımıza. Sabık İçişleri Bakanı ve "Galatasaray'ı sevmeyen ölsün" vecizesinin (!) sahibi Ali Tanrıyar, yanındakiler ile beraber karşı masaya kuruluverdi. Kendisi de artık Galatasaray'ı çok severmiş gibi durmuyordu açıkçası.


Havanın boğucu sıcaklığından ve son anda Yılmaz abi'nin ısrarına dayanamayarak yediğimiz tatlının etkisinden mütevellit "Reservoir Dogs" gibi karizmatik olmayan bir tempoda, elde kızlara şampiyonluk sonrası verilecek olan taç, t-shirt gibi malzemelerle salona yürümeye başladık.

Yarım saatlik sıkı bir yürüyüş sonrası, içeri girdiğimizde Beşiktaş - Botaş maçı oynanıyordu.


Sakarya'daki salon yapı olarak Caferağa'dan daha güzel. Hemen hiçbir büyük falso görülmüyor. Gerçi basketbol oynanan kısımla alakası yok ama söylemeden de geçmeyelim; erkekler tuvaletinin hali bir tuhaf. Tuvalet kabinlerinin pencerelerinden gökyüzü gözüküyor. Tuhaf olan bu değil tabii ki. Dışarıdan da içerisi gözüküyor. Orasını ne olarak düşündüler de sonradan tuvalet oldu, onu bilemedik.

Beşiktaş - Botaş maçında tribünlerde yer alanlar ekseriyetle çocuklar ve ailelerdi.

Durumu tek bir cümleyle özetlemeye çalışacağım:
"Eğer federasyonlar, sporcuların ruh sağlığını korumak istiyorsa, altyapı maçlarına velilerin girişini yasaklasınlar."

Yıllardır izlediğimiz maçlarda, her geçen gün daha net olarak anladığım en büyük gerçek bu.

Sahada 12 - 17 yaş arasında bir oyuncu. Şut kaçırıyor, ribaunt alamıyor, yanlış pas atıyor, steps yapıyor. Hasılı gelişme çağındaki her sporcuda olduğu ve olacağı gibi "sadece" hata yapıyor. Buna karşılık, "sporcu velisi" denen ekseriyetle orta yaşlı ve spordan nasibini almamış olduğu her yerinden belli olan insanların demediği kalmıyor. Şunu yap, bunu et, salak, aptal mısın sen, vs. vs. "Çok biliyorsan in de sen oyna, bakalım kaç dakika tıkanmadan sahada durabileceksin?" demek istiyorsun, olmuyor. Çıngar çıkar, biliyorsun. Tek çare, "Ya sabır".

Gerçi, molalardan bir tanesinde, Sshada kimse yokken ayağa kalkıp etrafa bakan koskorcuk abi'ye "Oturur musun? Göremiyorum" diyen bir veli, "Saha boş kardeşim. Çıksınlar otururuz. Devamlı görmek istiyorsan, çık yukarıya otur" cevabından sonra biraz daha uzatsaydı, sabır taşı az kalsın çatlıyordu.


Botaş'ın maçı kazanmasının ardından, bizim maçın başlamasına yakın, tribünler dolmaya başladı. Sakarya Üniversitesi'nden gelen az sayıda ama gayretli kardeşimize teşekkür ederiz. Yüksek çaba göstererek salonu hareketlendirdiler, atmosfere büyük katkıları oldu. Bizler de elimizden geldiğince, karşı tribünden kendilerine eşlik ettik.

Yine bizim bulunduğumuz yerde, en ön sırada oturan ve maç boyunca her fırsatta tezahürat eden küçük Zekican ve arkadaşlarına da buradan teşekkürü borç biliyorum. Maçtan önce açmaya çalıştıkları Fenerbahçe bayrağını tutmaktan yorulup, su şişeleriyle duvara sabitlediklerini görünce, bir koşu bakkala gidip, koli bandı aldık, bayrağı tribün demirlerine astık. Gerçi öğretmenleri, kupa törenini beklemeden hepsini alıp, götürdüğü için kutlamaya katılamadılar ama şampiyonlukta o çocukların da payı var.


1. Çeyrek Sonucu : 29 - 7
2. Çeyrek Sonucu : 49 - 29


3. Çeyrek Sonucu : 67 - 41
4. Çeyrek Sonucu : 78 - 52


Sonuçlardan da anlaşılacağı üzere, maça dair fazlaca bir şey yazmaya gerek yok.

Fenerbahçe kadın basketbol organizasyonu, senelerden beri mükemmel bir altyapı üretim merkezi halinde. Tabii bu üretimin A takıma yansıması noktasında "Sıfıra sıfır, elde var sıfır" konumunda olmamızın muhtelif sebepleri var.

Nihayet bu sene Fenerbahçe Koleji adı altında Türkiye Kadınlar Basketbol İkinci Ligi'nde oynayacak olan genç oyuncularımızla başlamasını beklediğimiz süreç, doğru yönetildiği takdirde, inanılmaz faydalı olacak.

Kerameti kendinden menkul, basketbol üstadı, büyük feylesof Mahmut Uslu'nun "Ne lan o öyle, okul mu burası?" diye küçümsediği ve uygulanmasını reddettiği "Bir koç, küçük takımda aldığı oyuncuları genç takıma kadar götürsün. Hem böylelikle oyuncuların her yaş grubundaki hocaya uyum sorunu ortadan kalkar, hem de antrenörün Fenerbahçe'de çalışacak kapasitede olup olmadığı anlaşılır" modeli, bir senedir denemede. Erkan Hoca'nın yıldız takımda başardığı da bu sürecin bir parçası.

Neyse, Sakarya'ya dönelim.


Maç bitip de oyuncularımız formalarının üzerine t-shirtlerini giydiğinde salona adeta duygu yağdı. Hastalandığı için arkadaşlarının arasında olamayan Merve Bodur'un resmiyle yaptılar sevinç gösterilerini. Tribüne de böyle gittiler. "Merve Bodur... Merve Bodur..." sesleri, şampiyonluğun manevi sahibine uzandı. İyi ki de böyle oldu. Kızlar, rahmetli Halit Çapın'ın "Biz Fenerbahçeliyiz. Bizden çok adam çıkar" cümlesini 2011'in Mayıs ayı sonunda bir kez daha kanıtladılar.


Ödül töreninde iki ödül birden alıp, en değerli oyuncu seçilen Hülya kupa tesliminden önce bir gurur peşrevi oldu Fenerbahçe için.

Basketbol oynamak, Fenerbahçe'de kalıcı olmak, hatta bayrak sporcular olmak için çok çalışmaları gerektiğini asla unutmamalarını temenni ederek izledik bu töreni de.


Ve bir kupa daha, bir kez daha, Fenerbahçeli sporcuların ellerinde havaya kalktı. Paşalı Birol'un "Şampiyonluk güzel şey be arkadaş" pankartında bihakkın anlattığı hislerle dolduk.


Sakat olduğu için koltuk değnekleriyle maçı izleyen oyuncumuz Fahriye'nin de katıldığı kutlamaların sonunda yapılan toplu fotoğraf çekimleri şampiyonluğun Merve'ye hediye edildiği anların zirvesi oldu.


Sahada oyuncular, tribünde bizler, kupa ve yaşanan güzellikler sayesinde mutlu mesut bir pazar gününü Sakarya'daki tribünlerde bitirmiş olduk.


18:55 Haydarpaşa Ekspresine binmek için dışarı çıktığımızda Sakarya'da yağmur atıştırmaya başlamıştı. Salonun karşısındaki bir yerde, harareti alması için birer çay içtikten sonra, yürüyerek istasyona geldik. Nevaleyi alıp, masaları müsait bir vagon aramaya başladık. Neşe-i muhabbet ve pazar dönüşü muazzam bir vagon kalabalığı eşliğinde Bostancı'ya geldiğimizde saat 21:15'di. Şampiyonluk bizim, kupa bizimdi.


Şimdi gelelim asıl en önemli mevzuya...

Bu şampiyonluğun manevi sahibi Merve Bodur'un bir maçı daha var. Kazanırsa alacağı kupa, onun sağlığı.

Yukarıda "Biz Fenerbahçeliyiz. Bizden çok adam çıkar" sözünün doğruluğundan bahsetmiştik. Şimdi bunu kanıtlama sırası bizlerde. Fenerbahçe'nin ve Fenerbahçeliliğin ne kadar sağlam bağlar oluşturduğunu hatırlayalım ve hatırlatalım.

Bu genç kardeşimizi savaşında yalnız bırakmayalım. Bu maçı birlikte alacağız, Merve. Başka yolu yok!


9 comments:

  1. birsela dedi ki...

    Tesekkurler...
    Hem orada oldugunuz icin, hem hissettikleriniz, hem de bize hissettirdikleriniz icin...
    Herkes Merve'nin yaninda, bunu bildigine eminim... Seninleyiz guzel kiz:)

  2. Chemedya dedi ki...

    Giden ekip mükemmel. Büyük Fenerbahçeliler. Merve'ye de tüm kalbimizle destek veriyoruz.

  3. yunus bilge dedi ki...

    gülen yüzlerinizdeki mutluluğu ne düğün, ne mezuniyet ne bir başka etkinlikte çekilen bir başka fotoğraf yansıtabilir. bu gözlerin içini güldüren mutluluk başka; objektife bakılırken yapılan cinsten değil. gitmez kalır bu güzellik insanda fenerbahçe var oldukça hayatta.
    şampiyon fener. çok yaşa merve.

  4. fatih dedi ki...

    merve spora da hayata da sıkı sıkı tutunacak inşallah hiç şüphemiz yok ondan. biz şezlong taraftarlarına inat canorino icraatın içinden bildiriyor yine, helal olsun taraftar dediğin budur arkadaş biz de taraftarız diye geçiniyoruz.

  5. alperensaylar dedi ki...

    yazı çok güzel. ama hani yazının içine etmeden bi noktaya takıldım onu belirteyim. bu spor dallarına amatör diyince pek hoş durmuyor. yani onlar da gayet profesyonel sporlar:) futbol dışı deseniz daha hoş durmaz mı?

  6. Sosyal_FB dedi ki...

    @alperensaylar

    Yıldız kız basketbol takımı ile profesyonelliğin nasıl bir alakası var acaba?

  7. PVH dedi ki...

    Profesyonel branslara amator branslar denmesinin sebebi de tarihten kalma bir aliskanlik zaten. Cok da onemli bir konu degil, basketbol yazilarini amator olarak etiketleyince kimse Ukic'in aylik akbil ve her ay 3 kilo domates icin oynadigini dusunmuyor.

  8. alperensaylar dedi ki...

    @Canarino

    yıldız kız basketbol takımı için demedim. genel olarak basketbol, voleybol gibi spor dallarının amatör branşlar diye geçmesini söyledim.

  9. admin dedi ki...

    giden ayaklarınıza, yazan ellerinize sağlık. sizin gibi taraftarları çok seviyorum.

Yorum Gönder