Statler ve Waldorf Muhabbetleri -1-


swm

Aethe (A): Abi alex neden çıkartılır?

Olgu (O): Valla sorunun cevabı Alex’in hangi maçta, skor ne durumdayken ve kaçıncı dakikada oyundan alındığına göre çeşitlilik gösteriyor. Ancak Beşiktaş maçında oyundan alınış sebebi Alex’in Türkiye’deki futbol macerası kadar eski. Maçın son çeyreğine önde girmişsek, orta alanda pres gücünü arttırıp, takımın defansif anlamda direncini yükseltmenin en sık başvurulan yollarından biri Alex’i oyundan almak oluyor. Başvurulan yolun etkinliği ayrıca tartışılır ama yöntemin anonimliğine dikkat çekmek lazım. Dahası Beşiktaş maçında Alex kendi ortalamasının da çok altında oynadı. Bu ikisi bir araya geldiğinde 1-0 öndeyken 76. dakikada Alex’in oyundan alınmasının bu maçın kaderini olumsuz anlamda etkileyen bir hamle olduğunu düşünmedim ben. Bence asıl üzerinde düşünülmesi gereken, bu maçın ardından en çok kritiği yapılan meselenin bu olması.


A: E tabi futbol insan yaşamından daha değerli değil, Alex’in bacağı filan koptuysa çıkarmakta büyük fayda var. Ancak karşılaştığımız durum böyle bir şey değil. Bu sefer bahsettiğin anonim yöntemin tercih edilmesi şu sebeple tartışılıyor, “karşı takımın defansif direnç yükünü çeken adam oyundan çıktıktan sonra” Fenerbahçe’nin ofansif manada en verimli oyuncusu neden çıktı? Yani Alex gibi topa hakim, oyun zekası yüksek başka bir adam var mı? Onun yerine girenin Baroni olmasıysa Aykut’un pragmatik bir hamleden çok kafasında daha önceden tasarladığı bir hamleyi yaptığını düşündürüyor.

O: O zaman itiraz noktası Alex’in oyundan çıkması değil, yerine giren ismin Baroni olması. Zira skoru korumak için Alex’i oyundan almak Aykut Hocanın icat ettiği bir yöntem değil. Dahası Alex Beşiktaş maçında kesinlikle Fenerbahçe’nin “ofansif manada en verimli” oyuncusu değildi. Herkes gibi onun da kendi ortalamasının altında oynama kredisi var. Ancak onun sadece kötü gününde olduğu için oyundan alındığını söylemiyorum. Alex-Baroni değişikliğini zorunlu Emre-Özer değişikliği ile birlikte ele almak gerekiyor. Emre – Selçuk ikilisinin toplam defans gücünü Özer-Selçuk ikilisinin yakalaması bugün itibariyle mümkün değil. Hal böyle olunca, maçın son çeyreğinde skoru korumak temel mesele olunca, orta sahanın düşen savunma direncini Alex-Baroni değişikliği ile sağlamaya çalışmak doğruluğu yanlışlığı bir tarafa gayet pragmatik bir çözüm oluyor. Spekülatif konuşalım, mesela bu kadar erken bir Emre-Özer değişikliği olmasaydı, 76. dakikada bir Alex-Stoch değişikliğine çoğunluğun bir itirazı olmazdı gibime geliyor.

swm

"Esas sorun Aykut’un Alex’siz takım hazırlama gayretinin bazı durumlarda maç analizine bile sekte / damga vurabilmesi oluyor."


A: En azından benim olmazdı. Çünkü bu hareketin arkasında şunu görürdüm, en nihayetinde karşı takımın defansif direncini taşıyan adam çıktıktan sonra rakibin açıklarından istifade eden (“Exploit”) bir hamle olurdu. Şu doğru, Emre –bir sebeple- çıkıp yerine Özer girince sahada hala 6 yabancı vardı, dolayısıyla Emre – Baroni değişikliği mümkün değildi. Emre’nin yerini tutabilecek bir önlibero alternatifimiz de olmadığı için, denebilir ki kadro Alex’in çıkarılmasını dikte ediyordu. Andre Santos’u çıkartıp yerine Caner’i sokmak, Bilica – Lugano ikilisinden birini çıkarmak iyi seçenekler değil. Öte yandan orta sahada Aurelio varken bile bariz bir Beşiktaş üstünlüğü yoktu, o çıktıktan sonra Fenerbahçe’nin orta sahasının daha etkin olması kuvvetle muhtemel. Resme böyle bakınca da şu söylenebilir, zorunlu mudur Alex’i çıkarmak? Tam daha da rahat edebileceği bir anda çıkarmamak bir seçenek değil mi? Dolayısıyla esas sorun Aykut’un Alex’siz takım hazırlama gayretinin bazı durumlarda maç analizine bile sekte / damga vurabilmesi oluyor. Aykut kafasındaki şablonu uygulamak için elindeki kadrodan yeteri kadar verim alabileceği bir formasyonu tercih etmiyor gibi. Bu Beşiktaş maçı için geçerli olmasa da üst üste gelen maçlarda ortaya çıkan netice.

O: Lafın buraya geleceği belli. Aslında Beşiktaş maçındaki Alex değişikliğini tartışanların bu maç özelinde çok itiraz edecekleri birşey olmamalı. Alex her ne kadar iyi gününde olmasa da en nihayetinde Aykut Hoca’yı maçın bitimine 14 dakika kala çok temkinli bir değişiklik yapmakla eleştirebiliriz. Ben bu eleştiriyi anlamlı buluyorum. Ancak Alex’in ilk 11 başlamadığı ya da oyundan alındığı her maçın analizinin merkezine bu tercihi koymak tercihin kendisini açmaza sokuyor. Bir taraf Alex’i bir kangren gibi gösterip bir an önce kesilmesi gerektiğini savunuyor, diğer tarafsa Aykut Hoca’nın Alex’i takım kurgusunun merkezine oturtup kendisine her maçta 90 dakika görev vermemesini teknik direktörlükten anlamamasına ya da artniyetine bağlıyor. Öncelikle her iki tarafında kabul etmesi gereken eğilip bükülemeyecek gerçeklikler var:

1- 2010-2011 sezonu Alex’in bu takımdaki son senesi. Önümüzdeki sezon üzerine takımı kurabileceğimiz bir sihirbazımız yok. (Keşke olsa)

2- Aykut hocanın teknik direktörlük kariyeri boyunca sadık kaldığı bir oyun dizilişi var ve bu diziliş Alex’le oynamaya müsait değil. (Bu ne Alex’in ne de Aykut Hocanın suçu)

İkinci gerçeklik yoruma açık. Diyebilirsin ki Fenerbahçe mevcut kadrosu Aykut hocanın futbol anlayışına uygun değil. Bunu tartışırız. Yine diyebilirsin ki varsayalım bu kadro uygun, Aykut hoca bu kadroya kafasındaki oyunu oynatabilmeye muktedir değil. Bunu da tartışırız. Ya da hem kadro hem de Aykut hoca bu amaca uygun olsa bile Parreira zamanından beri belli bir oyun anlayışını benimsemiş takımı dönüştürmenin hangi hızda olacağı bir soru işareti olabilir. Bunu da tartışırız. Ancak Aykut hoca oyun kurgusunu, kadroyu, maç içindeki değişiklikleri Alex’i bitirmek gibi bir gizli gündemle planlıyor demek haksızlık olur. Böyle bir argümanın “Alex Aykut hocayla anlaşamadığı için inadına oynamıyor” diyenlerle tek ortak noktası şuursuzluk. Bence bu akılsızlığa bilerek ya da bilmeyerek malzeme sunmadan, bu gerçeklikler ışığında tartışmak lazım.

A: Türkiye’de yaygın bir zihinsel bozukluğa işaret ediyor bu durum. 2002 yılından önce de böyle miydi veya bu derece merkezileşmiydi hatırlamıyorum ancak o tarihten itibaren olay ve olguları komplo teorileri ile izah etmek yaygınlaştı. Temel bir zihinsel refleks haline dönüştü. Öyle ki bunun dizisi bile var. Bugün hem STV’de hem ATV’de komplo teorilerini dercedip “Türkiye gerçeklerini” izah ettiğini iddia eden üstelik de çok izlenen programlar yayınlanıyor. Böyle hakim bir zihinsel atmosferin Fenerbahçe’de de bir yansımasını bulmasında şaşılacak bir taraf yok. Yani bereketli bir konu en nihayetinde. Fenerbahçe’nin efsane kaptanı, taraftarın sevgilisi, bir başka efsane futbolcuyla, gene taraftarın gönlünde yer tutmuş bir insanla “kişisel” bir kavga yapıyor, bu kişisel kavgayı da bizim pusu geleneğine uygun yöntemlerle, tuzaklar kurarak, entrikalar çevirerek yürütüyor. Herkesin bayılacağı türden bir hikaye.

Aykutçular ve Alexçiler diye Fenerbahçe taraftarı karpuz gibi ikiye yarılırken biz 2 tane argümanın bu kadar etkin olmayı başarmasına şaşırabiliriz. Yani “Alex koşmuyor” argümanı nasıl oldu da bu kadar temel bir şey haline dönüştü, Alex’in eksik yönlerini eleştirmek nasıl olup da onun takıma benzersiz / alternatifsiz şekilde yaptığı katkıyı görmemize engel oldu? Bir argüman için bu derece yaygınlaşmak büyük başarı. İkincisi de “Aykut’un Alex’e husumeti var.” Görünen gerçeklerle izah edebileceğimiz şeyleri bu kadar zorlamaya gerek var mı? Ben basitçe durumu şöyle görüyorum: Aykut’un uzun yıllardır oynattığı bir sistem var. Alex hem bu sisteme uygun değil hem de zaten gelecek sene olmayacak. O sebeple Aykut bu seneden bu formasyona takımı adapte etmeye, hazırlamaya çalışıyor. Ancak bir başka eleştiri noktası da tam burada kendini buluyor. Bu takım, Aykut’un kafasındaki şablonu oynayabilecek bir takım değil. Elimizdeki bu kadro gelişkin bir 4-3-3’ü kaldırmaya uygun değil. Dolayısıyla çift açıklı, orta saha göbeğinde iki oyunculu tek önliberolu bir orta saha yükünü kaldırabilecek orta saha elinde yokken bu formasyonda ısrar etmek sonuç aldırmıyor. Ancak arkadaş bizim sonsuza kadar da vaktimiz yok. Burası Fenerbahçe. Burada netice önemli. Yani eğer böyle bir devrim bu kulüpte gerçekleşecekse de bu yolun sonuna başarılı sonuçlarla varılacak. Aykut’un şansızlığı / hatası da bu noktada değil mi? Yani başkanın otorite ve kredibilite olarak en güçsüz olduğu zaman diliminde, kendi formasyonuna çok uymayan ve eski sisteme bayağı alışmış bir kadroyla “hızlı” bir şekilde mevcudu değiştirmeye çalışıyor. Bu değişimin gerçekleşmesini de riske ediyor denilirse herhalde kolay kolay kimse itiraz edemez.


O: Tamam birader, gel o zaman sıradan gidelim. Sen en azından “Aykut hoca bunu yapar yapmasına da az sabretsin, zamana yaysın” diyenlerdensin. Öylesi başım gözüm üstüne. Şimdi daha buraya gelemeden “zaten Aykut’un kariyeri belli, bu işi kıvıramaz”cılar var. Onları nereye koyacağız hiç bilemiyorum. Aykut hocanın buna muktedir olup olamadığını neye göre ölçüyorlar? Malatyaspor’u şampiyon mu yapması bekleniyordu rüştünü ispatlaması için? Hiç uzağa gitmeye gerek yok. Aynı sebepten ötürü Ertuğrul Sağlam Beşiktaş’tan gönderilsin diye ayaklananların futbol aklının kenarından köşesinden geçemezdi Bursaspor’un şampiyonluğu. Bu arkadaşlar hala Bursasporlu Marksist Ivan Ergiç’ten “Diyalektik Materyalizm 101” dersi alıyorlar, büyük ihtimalle de yaz okuluna kalacaklar. Fenerbahçe’nin en büyük sorunu uzun vadeli plan yapmaya müsaade etmeyen, günü kurtarmaya zorlayan sabır eksikliği değil mi? “Burası Fenerbahçe, şampiyon yapamayan gider” mantığı değil mi Zico’nun da Daum’um da başını yiyen? Daha ligin 3. haftasından Aykut Hoca için papatya falına başlayanların, “Aykut istifa!” diye böğürenlerin, iş ahkam kesmeye gelince “yönetimde sabır, takımda istikrar yok” demesinin akılla mantıkla açıklanabilecek tarafı yok. Aziz Yıldırım’a ilk taşı en sabırlınız atsın demek lazım.

Gelelim senin itiraz noktana. Elimizdeki kadro gelişkin bir 4-3-3 oynamaya müsait değil diyorsun. Bugün için bu söylediğine hak vermemek elde değil. Ama meseleyi basit bir diziliş sorunu olarak görmemek lazım. “Beyler ön tarafı üçleyelim” deyince olsa bu işler, Galatasaray bu halde olmazdı herhalde. Tamam, topa sahip olacaksın, pas trafiğin yüksek olacak, oyunu kanatlara yayabileceksin, küçük üçgenlerle topu devamlı ileri taşıyacaksın vs. İdeal kurguda kale/kaleci hariç sahanın hiçbir yeri hiçbir oyuncunun babasının malı değil. Herkes en yakınındaki adamın boşalttığı yeri doldurur, kademesine girer. Bu da beraberinde takıma hem sonsuz oyun çeşitliliği sunuyor elbette. Bu durumda hem tek tek oyuncularının kumaş olarak buna uygun olması lazım hem de takım olarak bu anlayışın sindirilmiş olması lazım.

Halihazırda olan oyuncuları ayrı tartışırız, ancak yapılan transferlerin bu yönde çok doğru tercihler olduğunu düşünüyorum. Niang sadece fizik gücü yüksek, savaşçı bir forvet değil, aynı zamanda hem sağ açık hem de forvet arkası oynayabilen bir oyuncu. Stoch ve Dia her iki kanadına kullanabilen, kanat organizasyonlarında pas trafiğini sağlayabilecek, oyun içinde kanat değiştirebilecek adamlar. Yobo, ağır ve tek hamleli Bilica’ya inat hareketli, topla çıkabilen, pas yüzdesi yüksek ve hatta gerekirse ön libero oynayabilen bir oyuncu. Bu sene transfer edilen her oyuncu hızlı, pas yüzdesi yüksek ve birden fazla mevkide oynayabilen oyuncular. Elimizdeki kadro hemen yarın bu oyunu oynamaya yetmiyor olabilir ama bu hedefe uygun transfer yapıldığını kabul edip zaman içinde taşların yerine oturabileceğine dair umut besleyebiliriz pekala.

swm

"Aziz Yıldırım’ın göbeğinin Aykut Kocaman’a bağlı olması kadar trajikomik bir futbol enstantanesi olabilir mi?"


A: Paşa o zaman şu çıkıyor, elimizdeki kadronun yetersizliğini, uygunsuzluğu kabul ediyoruz, bu uygunsuzluğun neyle ilgili olduğunda da bir kuşkumuz yok. Fenerbahçe’nin elinde hali hazırda Aykut’un kafasındaki futbolu oynatacağı bir kadro bulunmuyor, bu tam da “hadi beyler 4-3-3 oynayalım” diyince oynanabilen bir sistemden bahsetmemizden ileri geli geliyor. Bu biraz uçak yapmak gibi, bir ülkede uçak parçalarını montajlayabilirsin ancak gerçek bir uçak yapmak bütün bir ülkenin kalitesini, donanımını ve gelişmişliğini gerektirir. Elinde teorik fizikçiler yoksa, matematikçiler yoksa, aerodinamik çalışmalarında bir katkın yoksa, toplu üretim yapabilecek bir sanayileşme sürecinden geçmediysen, contasından vidasına, motorundan tekerleğine kadar bir çok teknik alanda üretim yapabilecek kapasitelerin bulunmuyorsa bir uçağın da bulunmuyor. Fenerbahçe’nin de elinde öyle bir göbeği yok. Öyleyse Aykut’un bu kadrodan azami verim alabileceği bir oyunu oynatması gerekiyor. Hani telefonda “Çünkü Burası Fenerbahçe” demiştim ya, o da hayattaki keskin gerçekliklerden bir tanesi. Burası Fenerbahçe ve bizler yenilmeye alışık da, bunu sessiz karşılayacak da bir halet-i ruhiyeye sahip değiliz. Fenerbahçeli olma haletlerinden en bilineni zaten bu: yenilmekten nefret etmek.

Aykut’un şanssızlıklarından bir tanesi de takımın patronunun kredibilitesinin en düşük olduğu zamanda, bir kaç sene şampiyon olamadıktan sonra, büyük bir travma üstüne gelmiş olması. Aykut normal şartlar altında, diyelim bir Fenerbahçe şampiyonluğundan sonra, çok daha uzun süre “istifa” istenmeden görevinin başında kalabilir, daha az travma geçirmiş bir taraftar kitlesi önünde, daha çok destek gören bir başkanın desteği ile süreci yürütebilirdi. Bugün bu etmenlerin hiç biri Aykut’un lehine değil. Üstelik bu Alex – Aykut çatışması da taraftarı biledi. Belki bu iki kişi arasında hiç böyle bir husumet yok ama kamuoyunun algısı böyle bir kutuplaşma yaratıyor ve herkes de bir saf seçiyor. Neticede biz de Türkiye’nin kötü özelliklerinden payımıza düşeni alıyoruz. Öyle olunca da bu zeminde kaybedilen her puan, yapılan her hata büyük tartışmanın argümanına ve istifa seslerinin dozajına etki ediyor. Bizim şansızlığımız ise Aziz Yıldırım yönetiminden kurtulmak isterken onun ipini çekecek olanın da Aykut olduğunu hatırda tutmak.


O: Evet, eldeki kadro bugün itibariyle Aykut Hocanın benimsediği oyun anlayışını sahaya yansıtmak için uygunsuz değise de henüz yetersiz. Ancak bu yetersizliği sadece transfer ile aşacağız diye bir şart yok. Çok uzun süredir devam eden bir anlayışı en azından oyuncunun zihninde değiştirmek zaman istiyor. Aykut hoca daha önce çalıştığı takımlarda kafasındaki oyunu temel hatlarıyla sahaya yansıtmayı başardı bana göre. Onun en büyük kısıtı elindeki malzemenin yaratıcı kapasitesisinin sınırlı olmasıydı. Şimdi sahip olduğu kadro bugüne dek birlikte çalıştığı en iyi kadro. Bu kadronun hocanın kafasındaki oyunu sahaya yansıtması için en çok ihtiyaç duyulan ise sabır ve zaman. Ancak maalesef senin de dediğin gibi Fenerbahçe’nin en kısıtlı kaynağı da sabır ve zaman.

Aslında işin garip tarafı da burada yatıyor. Aziz Yıldırım otoriter, sert mizaçlı, sportif başarı vizyonu senelik, şampiyonluk dışındaki her sonucu başarısızlık olarak gören bir başkan figürü. Böyle bir adam kendi iktidarının sonunda artan muhalefet ve başarı baskısı sebebiyle şampiyonluğa en çok ihtiyaç duyduğu sezonda Aykut Kocaman’ı niye teknik direktör yapar? Aykut Kocaman otoriter, sert mizaçlı bir baba figürü olmadı hiç. O hep oyunculara bir arkadaş, bir abi gibi davranan bir adamdır. Aragones’e benzemez yani. Başarı anlayışında galibiyetten önce göze hoş gelen, iyi oyunu öne koyar. Daum gibi cebinde “bu sezon şampiyonluk” reçetesiyle gezen bir adam da değildir yani. E be kardeşim, bu hal ve şartlar altında Aziz Yıldırım’ın göbeğinin Aykut Kocaman’a bağlı olması kadar trajikomik bir futbol enstantanesi olabilir mi? İtiraf et, tabelayı değil de futbolu seven adam için bundan gizli bir keyif almamak mümkün değil. Tarihte öncesi ile sonrası arasında bir nedensellik bulamayacağın, tesadüflere borçlu olduğu varlığıyla çığır açan “critical juncture” noktaları vardır, bilirsin. Ne yönetimin futbol anlayışı, görgüsü, ne Fenerbahçe kamuoyunun ruh hali ne de diğer çevresel faktörler Aykut hocayı göreve davet ediyordu geçen sezon sonunda. Sabredilir ve sonu iyi biterse ben Aykut hocanın Fenerbahçe’ye teknik direktör olmayı kabul ettiği günün de Fenerbahçe tarihinde böyle bir nokta olarak hatırlanacağına inanıyorum. En azından bu inaçtan vazgeçmek için sezonun 5. haftası henüz çok erken bir tarih. Geç bulduk erken kaybetmeyelim derim.

A: Beşinci hafta istifa için erken ancak artık bizim de sonuç görmeye ihtiyacımız var. Fenerbahçe mutluluk bileşenlerimizden bir tanesiydi. Fenerbahçe maçlarını heyecanla bekleyerek haftasonu onun üzerinden elde ettiğimiz keyifleri depolomak da herhalde taraftar olarak haklı taleplerimizden biridir. Bitirelim mi lan uzun oldu? Daha Van Gaal’ler var, Mourinho’lar var, bir de şu stadlardaki yaygınlaşan şövenizm ve Fenerbahçeli taraftarların Yunan taraftarlarla ettiği kavgadan espri üreten zihinleri de tartışabilirdik ama o ekmekler de gelecek haftaya kalsın.

O: Bayağı uzun oldu ve içinde çok az Alex geçiyor. En azından bunca şey merkezine Aykut hoca - Alex ikilemini koymadan konuşulabiliyor, konuşulabilmeli. Alex’e güzel bir veda tertip etmenin, onu geçmiş efsanelerin arasına koyabilmenin yolu son sezonunda bu yapay sürtüşmenin malzemesi yapmamaktan, bu kavgayı şiddet retoriğimiz ile körüklememekten geçiyor. Öte yandan sonu nasıl biterse bitsin, teknik direktörü Aykut Kocaman olan bir Fenerbahçe’nin sevincini de hüznünü de tadını çıkara çıkara yaşamak istiyorum. Zira Aziz Yıldırım’ın Aykut Kocaman’a teknik direktörlük teklif etmesinin Juan Peron’un Hugo Chavez’e “gel kabinemde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı ol” demesinden pek bir farkı yok. Hiç değilse bıraksınlar, şu absürd anın tadını çıkaralım birader.

A: Tamam o zaman bunu böyle yayınlıyorum gelecek hafta devam ederiz.



2 comments:

  1. sayerlack dedi ki...

    Anma uzun olmuş:)

    Benim için varsa yoksa Alex.
    Gözlerim o adama hala doymadı.

  2. Okan Akan dedi ki...

    "Aziz Yıldırım’ın Aykut Kocaman’a teknik direktörlük teklif etmesinin Juan Peron’un Hugo Chavez’e “gel kabinemde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı ol” demesinden pek bir farkı yok. Hiç değilse bıraksınlar, şu absürd anın tadını çıkaralım birader."

    Bu yıl geçen yıldan daha büyük heyecanla takip ediyorum Fenerbahçe'yi, sebebi bu alıntıda vurguladığınız çelişki.

    Futboldan keyif alan, üzerine taktiksel dizilim ve kazanma baskısı ötesinde düşünen bir teknik direktöre sahibiz. Makyevelist bir yönetim ve göbeklerinin bağlı olduğu ilkeli teknik direktör aslında sezonluk bir heyecanı sahanın ötesine taşıyor.

    Kendi adıma Fenerbahçe'nin bu yıl başarılı olmasının, önümüzdeki yıllarda futbol atmosferimizi değiştirebileceğini düşünerek ve aynı kavramlarla yoğrula yoğrula değişimi reddeden bir kabuğa sahip olmuş futbol dünyamız -ülkemizde tüm performans (entertainment )dallarının da benzer sığlıklarla işgal edildiği bir vaka- kendini yenileyebilmesini mümkün görüyorum.

    Bu arada yazı konsepti çok şık. Devamını iple çekeceğim :)

Yorum Gönder