" O Maç" (volume 2)


Basketbol takimi kadro
(Fotoğraf Flying Dutchman'den)

90'lı yılların ikinci yarısında pek çok Fenerbahçeli basketbolseverin unutamadığı bir maç var. 96'daki Efes Pilsen maçını yazdıktan sonra birkaç kişinin de o maçtan bahsetmesi aynı travmayı birlikte yaşadığımız pek çok kişinin olduğunu gösterdi bana. Söz konusu maç o günkü adıyla Avrupa Kulüpler Kupası 3. tur rövanş maçı. İsrail'de 91-78 kaybettiğimiz maçın rövanşında İstanbul'da, 18 Şubat 1997 akşamı Hapoel Jerusalem'i ağırlıyoruz.

Ülke yine kaynıyor. 28 Şubat süreci dediğimiz şeyin kanlı-canlı içindeyiz. Küçücük bir ilçede bile İmam Hatip Lisesi-Anadolu Lisesi arasındaki voleybol maçında "Türkiye laiktir laik kalacak" sloganı atılabilen bir dönem, Refah-Yol Hükümeti tüm hızıyla duvara toslamak üzere, hiç bir zaman apolitik bir lise öğrenicisi sayılmasam da gündemimiz yine irtica yeşilinden sarı-laciverte kaymış o hafta.

Aslında eşleşme öncesi beklenti turu rahatlıkla geçeceğimiz yönünde ama dengesiz bir ilk maç oynayıp 20'lere çıkan farkı önce üçe dörde indirip sonra tekrar açmalarına izin verip zor çevrilebilecek bir skorla İstanbula döndüğümüz için bir tedirginlik hasıl olmaya başlıyor ilk maçtan sonra. Bu maç öncesi ülkedeki irtica tartışmalarına inat bildiğim tüm duaları ettiğimi, hatta bu maç öncesindeki son Cuma namazında "Allahım geçelim şu turu" diye dua edip din işlerini spor işlerine karıştırdığımı da itiraf edeyim. Bir süre sonra maç için ettiğim hiç bir duanın kabul olmadığını farkedip oturup gayet laik maçımı izlemeye başlıyorum. Artık 28 Şubat etkisi midir, Tanrıdan umudu kesme midir bilinmez.

O dönem Salı günleri haftalık olarak yayınlanan Fanatik Basket gazetesinin sayfalarının en alt köşesinde bu maç için bir davetiye var ve sadece onu bilet görevlilerine gösterip maça girmek mümkün oluyor. Böyle bir uygulamayı da o gün bugündür bir daha herhangi bir yerde görmedim. Tabii ben İstanbul'dan kilometrelerce ötede Fanatik Basket'i alıp, bileti kesip bir köşeye koysam da doğal olarak maçı televizyondan izliyorum. TGRT'de Mehmet Baturalp-Cüneyt Şen ikilisi anlatıyor maçı. Batur Abi o aralar Fenerbahçe'nin bütün maçlarını yorumladığından Erdal Koşan yüzünden 20 yaş daha yaşlı gözüküyor. Bayan takımı maçlarını yorumlamaya başladı da Allahtan durumu toparladı, eski dinçliğine kavuştu.

Neyse geçelim maça salon yine ağzına kadar dolmuş, 12.000 kişi perdesiz Abdi İpekçi'de turun geçilebileceğini düşünüyor. Maça yine durgun başlıyoruz, farkı bir türlü açamıyoruz, maç başa baş geçiyor, ilk yarıda İbo'nun yanlış hatırlamıyorsam sayısı bile yok. İlk maç 5 üçlük atmış 20 küsür sayıyla bitirmiş İbo bu maçta sadece 1 tane üçlük atıyor. Pota altında Dallas'la etkili oluyoruz, savunmamız gayet iyi ama hücumda günümüzde değiliz. İlk yarıyı 5-6 sayı önde kapatıyoruz ama bize 14 sayı fark lazım. İkinci yarı sonlara doğru İbo açılıyor, fark çift hanelere çıkıyor, tam İbo açıldı artık maçı getirir derken bitime 2-3 dakika kala 5 faulle oyun dışı...

Son 30 saniye civarında 14 sayı öndeyiz. Top Hapoel'de. Hücumu iyi savunursak -ki o gün muazzam savunma yaptığımız için gayet de umutluyuz- maçı kazanacağız. Avi Gordon kendi sahasından ağır adımlarla bizim alana geçiyor, o sırada Mehmet Baturalp "Erdal bir topu çalsa şahane olur hadi be Erdal" gibi bir dilekte bulunuyor ama o gün zaten 10 sayı atıp career-high yapmış Erdal Koşan'ı aşan bir istek bu. Erdal daha köşede top sektiren ve süreyi kullanmaya çalışan Gordon'a 4 saniye kala gidip faul yapıyor. Taktik faulse niye bu kadar az süre kala, yok bilinçliyse henüz boyalı alana girme teşebbüsünü yapmamış adama niye faul yapılırın düşüncesi içerisindeyim. Murat Özgül de Erdal Koşan da şaşkın şaşkın duruyorlar.

Gordon 12.000 kişinin ıslıkları arasında gayet rahat 2 serbest atışı da sokuyor, kalan 4 saniyede o yıllarda yarı sahadan başlama gibi bir seçenek de olmadığı için doğru düzgün bir şut atma şansımız olmuyor ve 12 sayıyla maçı kazanıp 1 sayıyla eleniyoruz. 69-57.

Salondaki 12.000 kişi ve ekran başındaki binlerce insan gibi kahroluyorum. Bu maçtan sonra herhalde bu kadar çok da üzüldüğüm bir maç olmaz diye düşünürken çok değil 2 yıl sonra Gilmore'in atamadığı serbest atışlarla kaybedilen Tofaş maçıyla hüzün hiyerarşisindeki en tepedeki yerini kaybediyor bu maç. Demokrasiye balans ayarı yapıldığı seneden sarı lacivert bir hüzün hikayesi bize kalan.

Daha önce Son 20 yılın 20 trajedisi yazısında bu maçı 17. sıraya koymuşum. Sanki daha önlerde olmayı hakediyormuş, neyse hepsi aynı renkte trajedi nasıl olsa.


5 comments:

  1. Sosyal_FB dedi ki...

    Caferağa'da oynadığımız bir maç sonrası dışarıda Batur abi'ye rastlıyoruz. "Ağabey ne yapacağız bu Erdal ile. Ömrümüzden çalıyor, hayattan soğuduk" diyoruz. Cevap olarak "Erdal'a zaman lazım çocuklar" diyor Batur abi. Ondan da soğuyoruz.

  2. Sekhranikos dedi ki...

    formalar harika ama:) -sığım ben-

  3. Murat YILMAZ dedi ki...

    İbo ile Altar'ın arasındaki şu anda BJK koçu Burak Bıyıktay. Hüsnü ile takas yapmıştık. Bize karşı 30 sayı ortalamasıyla oynardı, bizde birşey yapmadan çekip gitti!

  4. kenz dedi ki...

    İbo'nun 5 faulünün tamamı hücum fauldü.O derece iştahlı oynuyordu.

    Erdal bitime 6 saniye kala faulü yaptığında fark 14 değil 13'tü.Birini atıp birini kaçırmışlardı serbest atışların.

    "Lan oğlum Erdal ya erken faul yap ya hiç yapma" demeyen yoktu.

    Rakipte Turgeman(yazım da hata olabilir)diye bir üçlükçü vardı.Özellikle ilk maçta canımızı fena yakmıştı, 27 sayı atmıştı yanılmıyorsam.

    11 Ocak 2010 21:56

  5. ıslak hamburger dedi ki...

    İnanılmaz mutlu oldum. O yıllar unutulmaz yıllardır benim için. Henry Turner'ın smaçlarını yeniden anlatmak için neler vermezdim.

    Cüneyt Şen

Yorum Gönder