31 Aralık 2009
Yılbaşı Özel Program:
Üç Büyükler
Papazincayiri ElfYourself eCards
2009 yılı da öyle böyle bitti. İyi tarafından bakalım, Ertuğrul Özkök'ün genel yayın yönetmeni olmadığı, Jitem'in bulunmadığı değişik bir yıla gireceğiz. Umuyoruz 2010 herkes için daha güzel geçer, savaşsız, kavgasız, dövüşsüz, güzel yıllar dileriz. Ana ekipse görüyorsunuz, bir önceki sene gibi yine sahnede, hepinize iyi yıllar diliyor.
Devamı ...
30 Aralık 2009
"Jitem'le İlgilenmiyoruz"
Daha önce bir yazıda kulüplerin internet sitesindeki açıklamalarla Genelkurmay açıklamaları arasında bir üslup benzerliği olduğu konusuna değinmiştim. Genelkurmay’ın son Jitem açıklaması komuta kademesinin Fenerbahçe resmi sitesiyle epey bir etkileşim içerisinde olduğunu gösteriyor; demek ki etkilenme tek yönlü değil karşılıklıymış. Genelkurmayın ”Jitem diye bir birim yok” açıklaması bizim resmi sitedeki doğru ya da yanlış her haberin yalanlama üslubuna ne kadar da benziyor. “Jitem’le ilgilenmiyoruz” diye bir başlık atsalar daha bir şık dururdu sanki. Çok şükür yıllardır içimizi karartan bizi derin süphelere garkeden Jitem’in olmadığını öğrendik meğer yıllardır toplum olarak paranoyakmışız. 17.000 fail meçhul cinayeti de “maksadını aşan talihsiz bir olay” diye değerlendirelim. Güçlü Ordu Güçlü Türkiye ne de olsa. Arz ederim.
Devamı ...
"O Maç"
Malum yıl sonu itibariyle herkes bir geri sayım listesi yapıp son on senenin çetelesini tutuyor. Ben daha geriye gidip bir maçı hatırlatmak istiyorum sadece. Four Four Two'da Coşkun Çelik'in "O Maç" köşesi gibi bir yönüyle unutulmayan bir maçı arşivden çekip çıkarıp anımsatmak fena olmaz.Daha önce blogdaki arkadaşlarla da bu kişisel hatıralar ve toplumsal şartlarla birleşmiş "O Maç" hatıralarını yazmanın fena bir fikir olmadığını konuşmuştuk ben başlayayım belki onların da iştahını açmış olurum.
Tarih 17 Ocak 1996 Tansu Çiller'in Başkanlığında ülkenin gündeminin her gün değiştiği her gün garip bir skandalla tuhaf bir olayla şaşırdığımız günler. Orta ikiye giden bir çocuk olarak o sırada politik gündem birincil değil tabi ki benim için. Efes'le Koraç Çeyrek Finali oynuyoruz.Takımdan beklentim büyük o aralar özellikle Efes maçlarında müthiş mücadeleler veriyoruz, İbo'ya Dallas'a Turner' e güveniyoruz. Maç o zaman iki Türk takımının Avrupa'daki ilk eşleşmesi olduğu için epey gündem yaratıyor. Maçı Kanal 6 veriyor Prime Time'de. Büyük bir heyecanla seyrettiğim maç daha ilk yarıda kopuyor ve Efes farkı 25 sayılara kadar çıkarıyor. Maçı da 27 sayıyla kaybediyoruz. İlk maçtan tura havlu atıyoruz.
Bir hafta sonra formalite icabı rövanş maçı yine Abdi İpekçi'de. Ülke yine karışık Bir hafta önce Avrasya Feribotu kaçırılmışken bu sefer de Kardak krizi patlamış Yunanistan'la savaşın eşiğindeyiz.O da yetmiyormuş gibi İngiltere'yle Sarah -Musa yüzünden birbirimize girmişiz.Tabi benim tek gündem maddem yine Fenerbahçe ama bu sefer ilk maça göre heyecansız ve umutsuz televizyonun karşısındayım. Salonda ilk maça göre seyirci sayısı çok daha az. Maçı Cine 5 veriyor. Hafta boyunca Efes'e gücü yetmediği belirtilen ve ilk maçtaki skor için dalga geçilen takım müthiş başlıyor. Güray Kanan 7 de 7 saha içi isabetiyle başlıyor maça 6 sı üçlük bunların,Birdenbire ne oluyoruz diye irkiliyorum. Devre arasında oyuncular soyunma odasına gitmeyip çemberde ısınmaya devam ediyorlar. Bu o zamana kadar hiç görmediğimiz bir şey. İkinci yarı fark giderek açılıyor son dakikalara 20 sayı civarında önde giriyoruz. İnanılmazı başarmak üzereyiz. Maçın o zamana kadar ki yıldızı Güray Kanan 5 faul almasa ve İbo iyi bir gününde olsa (maçı 8 sayıyla tamamlıyor) Efes'i 30 sayıyla yenip turu geçmeye o kadar yakınız ki. Efes son dakikalarda tecrübesiyle krize giren maçta farkı biraz olsun kapatıyor. Sonuçta 74-56 kazanıyoruz ama turu kaybediyoruz. Koltukta sakin sakin oturarak umutsuzca izlemeye başladığım maç önce koltuğun ucunda, farkın 20 lere çıktığı dönemde koltukta ayakta ve sonunda televizyonun dibinde ayaktayken ve biraz da gözlerim dolarak son buluyor. Maçın sonunda sanki salonda bizzat maça tanıklık etmişim gibi televizyonun yanında kendi kendime alkışlıyorum takımı. O sıralar henüz 2 yaşındaki yeğenimle ilgilenen ev halkı ne olduğunu anlamadan garip garip bana bakıyor. Her an televizyondan gelebilecek bir savaş haberine hazırlıklılar ama benim savaş haberini alkışlı bir tepki veremeyeceğimi düşünüp yanıma gelip bu manyak neyi alkışlıyor diye de bakma gereği duyuyorlar.
O akşam benim için hala Fenerbahçe'yi en sevdiğim akşamdır. O sene Koraç Kupasını kazanan Naumoski'li Ufuk'lu Mc Rae'li Efes'i herkesin formalite gözüyle baktığı bir maçta darmadağın edebilmek taraftarın bile inanmadığı bir sonuca inanabilmek ve bunun için sonuna kadar savaşmanın ne demek olduğunu gösterdi o buz gibi soğuk Ocak akşamında bu takım bize. Bazıları 90'larda iddiasız bir Avrupa maçında bile Abdi İpekçi'nin nasıl dolabildiğini şimdiki hale bakıp anlamayabilirler ama mesele takımda bir ışık görmekle alakalı. Sonuçtan kapasiteden potansiyelden çok daha öte bir değer bu taraftar için. Bir kez daha orta ikili bir çocuğa şaşkınca bir sevinç yaşatıp mütebessim bir sömestr geçirmesini sağlayan takımın üyelerini saygıyla yad edelim.
Devamı ...
29 Aralık 2009
Son 10 Yılın En Önemli Spor Olayları
Son 10 yılın, milenyumun, yeni çağın, yüzyılın ilk 10 yılının en önemli olayları listeleri yapılıyor. Biz de eksik kalamazdık. Liste yapmak sorun değil fakat sürekli "on yıl" yazmak sorun. İngilizcede 10 yıl için tek kelime var, TDK yetkililerini göreve çağırıyorum. "dekat" 10 yıl demek olsun mesela. Son dekatta en önemli olaylar şunlar bunlardır diyelim, diyebilelim. İşte o olaylar:
Önem sırasına göre(en önemli 1 numarada)
10. Güiza'nın Sigara İçmesi: Bu fotoğraf bir devrimdir. Oyuncu yeni gelmişken bu fotoğrafı görüp "bu ne iş arkadaş, kovalayın şu adamı" diyenlere gülenler bugün neredeler acaba? Güiza sigara içtiği için o gün gerçekten kovulsa bugün Fabiano sağdan soldan gelen ortalara röveşata vuruyordu. 12. hafta itibariyle en çok röveşata golü atan takım rekoru elimizdeydi. Ah dinleyeydik zamanında o adamları.
9. Beyonce konserinin iptal edilmesi: Bu konser yapılmış olsa ilk şampiyon olamadığımız sene "konser şirketi mi spor kulübü mü belli değil" eleştirisi yapacaktık. Gelin itiraf edelim. Yapılmaması bu nedenle hayırlara vesile olmuştur. Bir bakıma tarihi yeniden çizmiştir. "Fener bize Beyonce getir" gibi sonradan üretilecek tonla angut tezahurattan kurtulmamızı saymıyorum bile.
8. Yumurtalı doğum günü kutlamalarının başlaması: Genç ve yetenekli futbolcu Kemal Aslan bu yumurtalar sayesinde 4 sene ekmek yedi. Yumurtalı doğum günü mevzusunu hafife almayalım. Her yumurtalı kutlama sonrası taraftar forumlarına konulan fotoğraflar ve ardından gelen "işte arkadaşlık en üst düzeyde" yorumları olmasa başarının sırrı da sonsuza kadar sır olarak kalacaktı. 2000 yıl sonra Dereağzı'nda kazı yapacak arkeologlar yumurta kabuklarını bulacak ve başarının sırrını çözecekler. Teşekkürler Brezilyalılar.
7. Resmi sitenin Henry haberini yalanlaması: 10 yılın dönüm noktalarından. Yalanlama 1 saat daha gecikse piyasaya sürülecek binlerce Henry forması kapış kapış satılacak, Türk spor tarihinin en büyük dolandırılığını on yıllarca sırtımızda taşıyacaktık. Olmadı. Resmi site zamanında yetişti ve olası bir kargaşayı önledi, zaten aksi de düşünülemezdi fakat o sırada bunu anlamayacak kadar heyecan yapmıştık.
6. Alex'in saç uzatması: Sporcunun performansı ve fiziksel görünüşü arasında korelasyon vardır tezini kanıtlayan en önemli bilimsel araştırmalardan. Alex'in saçı uzun olduğu süre içinde taraftarlar düzenli ağlama, yakınma ve şikayet seansları düzenlemiştir. Her gece uykusundan kabusla uyanan birkaç taraftar 155 Polis imdatı arayarak durumu rapor etmiştir. Bu süreçte Alex'in kötü oynadığına kani olunmuş, gereğinin yapılması arz edilmiştir.
5. Aziz Yıldırım'ın istifa etmesi: Bunu listeye aldık ama telefonlarımız kilitlendi. Halk "hangisi?" diye soruyor. Bunu kim neden almış listeye anlamak mümkün değil. "Fenerbahçe'nin maç yapması" maddesi de koyaydınız utanmadan.
4. Roberto Carlos'un fatura yatırması: Fenerbahçe dünyanın en önemli sol bekine fatura yatırtır intibası bırakan bu şok görüntüler önemli bir imaj çalışması olmuştur. Bu fatura olayını gören Lampart, Forlan, Lucio, Maldini, Romario, Sabri gibi yıldızlar kulübe "bizi transfer" edin faksları çekmiştir fakat gizlilik içinde yürütülen çalışmalar sonucu Güiza'da karar kılınmıştır. Bu görüntü Türkiye'deki spor kulüplerinin kurumsallık ve imaj çalışması alanında örnek aldığı şahane bir eser olmuş ve 4 dalda Grammy kazanmıştır.
3. Are you player ha?: Sporcu ve taraftar arasında kopmaya yüz tutan geleneksel bağları sağlamlaştıran bu cümle Kezman isimli player'a edilmişti. Eskiden maç biterdi, biz tünel çıkışı bekler, oyuncularla rakı, balık yapardık. Şimdi bakıyorum öyle değil. Biz sıcak suyla duş aldığımız gün şükrederdik. Sporcuların altında şimdi son derece modern tesisler ve iyi imkanlar var. Bunun yanında samimiyet gitmiş. Bakıyorsunuz futbolcu BMW'sine atlayıp eve gidiyor. Oysa bizim zamanımızda el ele kol kola çıkardık. İşte bu değerli arkadaşımız "Are you player" sorusunu sorarak o eski sıcak günleri bize yaşatmıştı.
2. 10 Ağustos 2003 Fenerbahçe - İstanbulspor maçında Erhan Albayrak'ın kırmızı kart görmesi: Son 10 yılın en önemli olayı olan bu kırmızı kart görme olayı birçok şeyi kökten değiştirmiştir. İlk olarak kırmızı kart görmek kötüdür bu anlaşılmıştır. 1 kişi çıkınca 9 futbolcu kalıyor, 10 futbolcuya karşı oynuyorsunuz o zaman da bir adam forvete geçiyor markajdan kaçıyor misal vermek gerekirse. Çok acı sonuçları olduğu öğrenilmiştir. Erhan Albayrak bir daha sol bek oynayamamıştır. Bu maçtan sonra oyunculara kırmızı kart görmemeleri konusunda uyarı yapılmıştır. Kırmızı karta rağmen "Biz hakem hakkında hiç konuşmuyoruz fakat bugün hakem bizi ince ince doğradı açıklaması" yapılmamıştır ve halk açıklamayı duymak için sabaha kadar televizyon başında beklemiştir. Bir devrin sonu olan bu kart çok önemlidir.
1. papazınçayırı blogunun kurulması: Fenerbahçe taraftarının kalesi, günde bir milyon ziyaretçinin uğrak noktası, Türkiye'nin en önemli spor portalı papazincayiri'nin kurulması muhakkak ki çok önemli bir olaydı. Papazincayiri kurulana kadar dünya üzerinde bir tane insan evladının bile aklına blog tutmak, tuttuğu takımla, izlediği oyunla, sevdiği fimlerle alakalı yazı yazmak gelmemiştir. Bunun yolunu tabii ki papazincayiri açmıştır. O yüzden çok mühim bir hadisedir. Efendiler, blogunuza yazdığınız her yazının altına "bu temiz sayfa için papazınçayırı'na da bir teşekkürü borç bilirim" notu ekleyiniz. Bu da böyle ünlü bir vecizedir.
Devamı ...
26 Aralık 2009
İlk Yarı Sonunda Fenerbahçe'nin Tüm İstatistikleri
Aşağıdaki yazıda bir arkadaş neden Avrupa Ligi istatistikleri olmadığını sormuş. Haklı. O yazıda sadece lig üzerine konuştuğumuz için ligi koymuştum fakat diğer yarışmaların da istatistiklerini saklıyoruz. Yalnız kendi aramızda yaptığımız oylamayı sadece lig için yapıyoruz. Aşağıda tüm istatistikleri bulabilirsiniz.
Avrupa Kupası ön elemelerinde seri başı olduğumuz için zayıf takımlarla oynuyoruz, o yüzden Avrupa Ligi istatistiklerinden ayırdım ön eleme istatistiklerini, Honved ve Sion maçları istatistikleri aşağıda.
Avrupa Ligi grubunda oynadığımız 6 maçın istatistikleri aşağıda.
Tüm istatistiklere lig, Avrupa Kupası ön elemeleri, gruplar, Beşiktaş'la oynadığımız Süper Kupa maçı ve Türkiye Ligi maçları (bir tane oynadık şu ana kadar) dahil.
(26 Aralık 2009'a kadar Fenerbahçe'nin 2009-2010 sezonu oyuncu istatistikleri)
Bu rakamlar toplam 28 karşılaşma üzerinden.
Devamı ...
25 Aralık 2009
İlk Yarıda Fenerbahçe
Sezon başından beri gol ve süre istatistiklerini tutuyoruz ve oyuncuların performanslarını kendi aramızda oyluyoruz biliyorsunuz. Bu rakamlar çok bir anlam ifade etmiyor tabii fakat bazı konuların daha iyi anlaşılması için faydalı olacakları da muhakkak. Sezona çok iyi bir seri ile başlayan takımın bir anda dibe vurmasının ardından "alışık olmadığımız biçimde" Avrupa'da moral bulup son iki maçını kazanması ve ilk devreyi lider bitirmesini değerlendirelim.
Öncelikle istatistiki veriler aşağıda
Rakamlara bakarak basitçe çıkaracağımız gerçekler:
1. İlk yarının en iyi oyuncuları: Bilica, Alex ve Emre. Onların ardından Gökhan, Cristian, Lugano geliyor. Bilica'nın farklı biçimde önde olmasının sebebi de takımın çöküşe geçtiği zaman dilimini cezalı geçirmesi, o açıdan biraz yapay olarak önde duruyor fakat ben şahsen bu rakamların dile getirdiğine katılıyorum; ilk yarının en iyileri Bilica, Alex ve Emre idi.
2. Cristian'ın kaleci Volkan dışında bütün maçlarda 90 dakika forma giymesi belli bir standartın altında oynamaması bize şunu söylüyor: Aurelio için sızlanmaya gerek kalmadı, yeni Aurelio'yu bulduk. Üstelik Emre ile uyumları da hiç fena değil şu ana kadar. Geçen sene bizi süründüren orta saha göbeği sorunu bu sene oyuncular sakatlanmadığı sürede olmadı.
3. 28 golün 13 tanesinde Alex imzası var, Alex hâlâ takımın en büyük hücum gücü. Diğer taraftan takımın forvetleri takımın düzenli oynayan oyuncuları arasında en kötü notlara sahip olanlar.
4. Kanat oyuncularının asist ve gol sayıları kanatlardan hücuma katkı sorununu hâlâ çözemediğimizin göstergesi.
Bunlar rakamların bize anlattıkları. Bir de bizim bildiklerimiz var. Güiza birçok maçta artık insanları çıldırtma noktası getirdi, kesinlikle ilk forvet olarak düşünülmemeli artık. Onun alternatifi olarak düşünülen Semih'in Trabzonspor maçında oyuna girdikten sonra ayağına hiç top değmeden 2 kez eline değmesi az çok ne durumda olduğunun fikrini verdi. Altay maçında da sahanın en kötüsü Semih'ti. Bu durumda yapılacak şey belli, transfer döneminde düşünülmesi gereken ilk bölge ileri uçtur. Bu sene birçok maçtan sonra da yazdık, Güiza yapamadıkları ile sadece gol atmamıza mani olmuyor, takımın moralini bozup direncini de düşürüyor. Özellikleri itibariyle iki forvet oynamaya da, bu sistemde tek forvet olmaya da uygun değil. Satılamıyorsa yedekte beklemeli ve yerine arkası dönük oynayabilen, hava toplarında etkili bir forvet alınmalı.
Kanatlarda bu sene de sıkıntı yaşıyoruz. Sağ kanada Kazım ile başladık fakat Kazım'ın sahada oynanan oyunla bir ilgisi olmadığını takım arkadaşları maç yaparken 90 dakika onları izlemeye bile tenezzül etmemesinden biliyoruz. Yaşı genç diye umut beslenecek bir oyuncu değil, sahada yaptıkları ve yapmadıklarıyla hayal kırıklığı olacağını defalarca kanıtladı. Onun yerine oynatılan Mehmet Topuz'a biraz daha süre verilirse sağ açık rolünü daha iyi yapabilir belki fakat futbolcu özellikleri nedeniyle ceza alanı önü ve çevresinde çok gezen, top isteyen ve pozisyon hazırlamaya çalışan bir oyuncu. Bize lazım olansa top ters kanattayken hücum koşuları yapacak, ceza alanını karıştıracak, arkadan gelenlere boş alan yaratacak bir kanat adamı. Mehmet'in kendi özelliklerini bu sisteme bir şekilde adapte edip o şekilde de fayda alabiliriz. Kazım yerine ısrarla oynatarak onu sisteme, sistemi ona adapte edeceğimize inanıyorum.
Sol kanatta ise büyük sıkıntı yaşadık. Roberto Carlos'un umursamaz futbolu yüzünden sol kanat savunmamız onun oynadığı maçlarda hep çok kötüydü. Yerine kullandığımız Vederson da birkaç maç dışında en iyi haliyle vasat bir oyuncu. Andre Santos'tan ilk maçlarında çok umutluyduk, Avrupa Kupası eleme maçlarında her maçta gol atmıştı fakat sonradan büyük bir fiziksel düşüş yaşadı. Sol kanatta sağ kanattakilerin yaptıklarını bile yapamadı. Hücuma da defansa da katkı vermeden birçok maç tamamladı ve son maçlarda kulübeye düştü. Şimdi solbek'te deniyoruz. Daha erken yorum yapmak için fakat böyle devam edecek gibi. Bu mevkide ne yapacağını görmek için zaman vermek gerek. Son maçlarda sonunda sol açıkta Özer oynatıldı. Oyun zekası ve yetenekleriyle solda oynasa da oraya adapte olabilecek bir oyuncu Özer. Yine de sol kanat için de bir transfer düşünülebilir. Bu durumda Deivid'in de takımdan ayrılması gerekecek. Sol kanat alınacaksa o bölge için de yukarıda sağ kanat için gereken özelliklere sahip bir oyuncu almak gerekiyor. 4-2-3-1 oynuyor olmamız ve 2 orta sahanın çok da golcü oyuncular olmaması nedeniyle kanatların hücum üretkenliğine katkı sağlaması şart.
Defansın göbeği ve orta sahanın ortası ilk devre itibariyle en uyumlu, en sağlam bölgelerdi. Lugano oynadıkça kendine geliyor. Bütün devreyi ceza almadan bitirmesi olumlu. Bilica takımın defansı önde kurmasında çok faydalı. İlk hamleleri genelde yerinde ve topla isabetli oynaması da Lugano'nun bu açığını kapatıyor. Emre ileride, Cristian geride kesici özelliklerini birbirlerini tamamlamak için kullanıyorlar ve iyi bir uyum sağladılar. Emre'nin sakatlıklar yaşaması dışında bir sıkıntımız olmaz.
Sağda Mehmet, solda Özer düzeni ikinci yarı Fenerbahçe'nin kaderini belirleyebilir. Bu iki oyuncunun gezen, arayan oyuncular olmasından eğer iyi bir forvet alınırsa faydalanabiliriz. Bu kadro düzeni ile alınacak ve takıma hızlı uyum sağlayacak bir forvet Nobre'nin ilk senesi gibi bir devrede ondan fazla gol atıp takımın en golcü oyuncularından olabilir. Takımın şu haline bakınca bir forvet şart.
Devamı ...
23 Aralık 2009
Fenerbahçe Avrupa'da Yükselişte
Daha önce Bu Grup Gelecek Seneye Yatırım Olmalı başlıklı yazıyı yazarken grupta ikinci maçımızı oynamıştık ve deplasmandaki diğer maçlarının tümünü kazanacağımıza ihtimal vermiyorduk. Grubu ilk maçtan sonra tam puanla kapatmak gelecek seneler için büyük şans oldu. Şu anda tırmanışa geçmiş durumdayız, sene başında 35. başlamıştık, aşağıda da görüldüğü gibi 4 sıra tırmandık.
Listeye baktığımızda büyük bir şans daha, hemen bir sıra üzerimizdeki Ajax ve iki sıra üzerimizdeki Juventus'un bibririyle eşleşmiş olması. Lille maçlarından birisinden alacağımız galibiyetle kupalarda olmayan Tottenham'ı da geçmiş olacağız. Lille'i elersek Juventus-Ajax eşleşmesinden elenen takımı ve 26. sıradaki Rangers'ı da geride bırakıyoruz. Yani en az 3 sıra daha yükselip en kötü 28. sıraya yerleşiyoruz.
Daha önce de yazdığımız gibi geçen sene CL ikinci torbasının son takımı 28. sıradaydı ve 56.575 puanı vardı. Eğer Fenerbahçe Lille'i elerse hemen hemen aynı puana ve en kötü aynı sıraya yükseliyor. Tabii bu gelecek sene Şampiyonlar Ligi'ne katılsak bile ikinci torbadan kuraya girmemizi garanti etmiyor. Gelecek sene CL'ye katılacak takımların hangileri olacağı da önemli, fakat en azından kendi şansını yaratmak Fenerbahçe'nin elinde.
Bu sene bu kadar puan toplayacağımızı hiç beklemiyordum. Bu noktaya kadar gelmişken Lille'i de elersek çok iyi olacak. Ardından Liverpool'a elenebiliriz fakat şanssız kura yüzünden elenmiş oluruz, en azından gelecek sene için yeteri kadar puan toplamış, iyi kuralar çekmek için yerimizi açmış oluruz.
Devamı ...
22 Aralık 2009
Trabzonspor 0 - Fenerbahçe 1
TSL 22/12/2009
NTVSPOR ve Ajanslar
Bizim millet değişik. Şenol Güneş ile Fenerbahçe isimleri yan yana geldiğinde hep 13 yıl öncesi akla geliyor. Yahu o maçtan bu yana bir sürü şey değişti. Şenol Güneş, dünya üçüncülüğü kazandı. Kore’de önemli işler yaptı. Şimdi hala o maçı hatırlatmanın ne anlamı var? Güneş’in artık o maçın intikamını alma gibi bir düşüncesi olabilir mi?
Fenerbahçe, ilk yarıyı lider kapatabilmek için kazanmak zorunda. Roberto Carlos gidince Andre Santos gerçek yerine, sol beke geçmiş. Özer, Alex, Emre ve Mehmet’i aynı 11’de görmek önemli. Trabzonspor ise Şenol Güneş havasıyla peş peşe galibiyetlerle geliyor maça. Kazanırlarsa zirveyi iyice takibe alacaklar.
5. dakikada Güiza ceza alanı dışından füze gönderiyor. Güneş’le kaleyi devralan Onur’un müdahalesi ve direk. 8’de Cristian’ın ara pasını Güiza kovalıyor. Onur çıkıyor kaleden. İspanyol iyi dönemiyor ve pozisyonunu kaybederken kaleciye nişanlıyor. 10 dakikalık bocalamanın ardından Trabzonspor oyunu dengeliyor. 24’te Gabric’in yaydan vuruşu az farkla dışarı gidiyor. 32’de Alex soldan iniyor. Ortaya çıkarıyor. Güiza’nın karşısında boş kale var. O da ne! Top Rize il sınırına gidiyor.
Haberin devamı ↓reklam
İkinci yarı pozisyonla başlıyor. Alanzinho, Şenol Güneş’le daha güvenli. 47’de topla hızlı geliyor. Umut’a aktarıyor topu. Onun kontrol edemediği top, savunmaya çarpıp sağda Colman’ın önüne düşüyor. Uygun fırsat auta gidiyor.
Bu maçta Güiza’nın gol atacağını tahmin etmek zor değil. Bu kadar pozisyon verilmez bir oyuncuya. 56’da Gökhan'ın tacını Alex kafayla Okçu'nun önüne indirdi. İspanyol, kaleciyle karşı karşıya bu kez affetmedi: 0-1.
Golden sonra kendi sahasına gömülen Fenerbahçe karşısında Şenol Güneş bütün riskleri aldı. Alanzinho ve Umut'la da çok yaklaştılar beraberliğe. Ancak özellikle son 10 dakika adeta teslim oldular. Ve büyük ihtimalle de ikinci yarıda öbür sezonun planlarını yapacak Şenol hoca.
Zor anlar yaşadı belki Fenerbahçe son bölümde ama liderliği geri aldı Trabzon'da. Herhalde Fenerbahçeliler o peş peşe 3 yenilgiden en az birini lehine çevirebilse neler kazanabileceklerini biliyorlardır.
Devamı ...
21 Aralık 2009
Rule Britannia
Canımız ciğerimiz Onur'umuzun doğum günüydü. Tam olarak 3 gün önce. Doğum gününü büyük hasret ve şevkle kutluyor vesileyle kendisine yakışan, royal kişiliğine uygun bir şarkı ile bunu hep beraber idrak edelim istiyorum. Bir de iş, güç ve aşırı sosyal medya kullanımından uzun zamandır yazmıyorduk bunun da sonuna geldiğimizi müjdeleyelim.
Devamı ...
Boru vs Düdük
- Bu düdük dedi bak. Bu düdük. Bunu üflersem. Üff diye dedi. Bu öter. Tello bunun borrru olduğunu gösteriyor.
Boru ne zaman düdük yahu?
Devamı ...
20 Aralık 2009
Teşekkürler Roberto Carlos
Roberto Carlos'un transferi ve Fenerbahçe günleri yönetimin hatalı vizyon algısının kanıtı gibiydi. Aynı süreçte kaybedilen Appiah, Tuncay, Aurelio yerine bu seneye kadar oyuncu alınmadı çünkü Roberto Carlos alınmıştı, parlak spotların altında Fenerbahçe olarak sunulan Roberto Carlos'un ismiydi. Bu dönemde Fenerbahçe -hiç şaşırtıcı değil- şampiyon da olamadı, çünkü sahada isimler değil cisimler oynuyordu ve isimlere bağlanan umutlar değil iyi oyuncular başarı getirirdi.
Roberto Carlos Fenerbahçe'ye gelmeden önce oynadığı son Dünya Kupasından dolayı şu linkteki haliyle anılıyordu. Dünyanın en büyük sol beki olması, çok ünlü bir marka olması, çok önemli bir insan olması durumu değiştirmiyor. Bize gelen Roberto Carlos 1998'deki değil şu yukarıdaki linkte Henry'i uzaktan eli belinde izleyen Carlos'tu. Böyle bir oyuncunun alınması yine de güzeldir ama Türkiye'nin en çok kazanan futbolcusu olması, form durumu ne olursa olsun oynaması ve taraftardan sınırsız kredi alması haksızlıktır. Yönetim bunları hep pazarlama yöntemi olarak kullandı. Carlos elinde taraftar kartı top sektirirken gelecek iki sezon bu transfere güvenilerek bir tane bile vasat üzeri oyuncu alınmayacağını tahmin bile etmiyorduk. Bize anlatılan Roberto Carlos'un Fenerbahçe'nin marka değerini arttıracağı ve çok daha iyi oyuncular transfer edeceğimizdi. Tam tersi oldu.
Amaç iyi futbolcu transferi değil, isim almak ve pazarlama yapmak olunca Roberto Carlos'u aldıktan sonra oyuncu almanıza gerek kalmıyor. Fenerbahçe yönetiminin büyüklük anlayışı da aynen böyle olunca Roberto Carlos sürekli büyütülerek sunuldu ve ardından ne transfer gördük ne iyi oyuncu. Roberto Carlos'un oynadığı yıllardaki katkısı Ümit Özat'tan fazla değil, ne hücumda ne defansta. Ümit Özat'ın çok daha az maliyetle, çok büyük tepkiler altında oynadığı oyunun yarısını bile oynamadı. Geldiğinde Fenerbahçe'de görev alacağını defalarca tekrarlayan Carlos geçen sene Real Madrid'e gitmeye çalıştı, beceremedi. Bu sene defalarca, her hafta gitmek istediğini yineleyerek sonunda Brezilya'ya döndü. Sanırım bahsettiği görev Brezilya'da yakın arkadaşlarına "Fenerbahçe var Türkiye'de, büyük takım" demek olacak. Aldığı yaklaşık 10 milyon euro'ya bakınca çok değerli bir görev gibi görünüyor. En büyük rezaletse Carlos'un alınması değil geçen sezon sonunda sözleşmesinin uzatılmasıydı.
Batistuta da Arap takımının birisinde oynadı, Dünyanın en büyük golcülerinden Romario'nun Amerika'da, Arabistan'da gezmediği kulüp kalmadı. O kulüplerin marka değerinde artış falan olmadı. Roberto Carlos gelişiyle de gidişiyle de Fenerbahçe'ye bir şey kazandırmamıştır. Aldığı para ve verdiği katkıya bakarak bunu rahatça iddia edebiliriz. Kendisine teşekkür ediyorum, çünkü Fenerbahçe'yi zengin Arap şeyhlerinin kulübü sanan ve 5 kuruşluk futbol oynamayan emekli tayfasına milyonlarca dolar veren insanlar eminim bu sene sonunda sözleşmesini 3 sene daha uzatırdı. Onlar için büyüklük isimlerde. Suçları da yok. Roberto Carlos'a övgü yağdırmak için Tuncay'a, İbrahim Kutluay'a hakaret edebilen insanlar onları destekliyor, onların her söylediğine inanıyor ve her söylediklerini yapıyorlar. Onlar için Fenerbahçe Roberto Carlos'un ismi kadar büyük. Bu sene şampiyon olursak Roberto Carlos'a muhakkak plaket ve madalya gönderilsin çünkü gitme kararını almasa böyle bir şansımız olmayacaktı.
Devamı ...
19 Aralık 2009
Bir Takım İnternet Faaliyetleri
Biraz aksattık işleri, herkesin yoğun dönemi aynı zamana denk gelince böyle oldu. Aslında halka hizmet hakka hizmettir prensibiyle gece gündüz değerli halkımız için çalışıyoruz. Örneğin internette ne kadar sosyal iletişim aracı varsa hepsini etkili biçimde kullanıyoruz. Sağ tarafta twitter ve friendfeed linklerimiz var. twitter'ı uzun zamandır kullanıyorduk zaten, blog yazılarını listelemek ve bloga yazı olmayan diğer kısa mesajları da araya eklemek için kullanışlı oluyordu. friendfeed de henüz twitter kadar popüler olmasa da daha interaktif bir iletişim imkanı sağlıyor, onda bir topluluk ruhu var.
Geçtiğimiz aylarda da tumblr adında bir servis keşfetmiştik ve sadeliğiyle gönlümüzü çelmişti. tumblr adresimiz de http://papazincayiri.tumblr.com oldu. Burayı da yazısız fotoğrafları arşivlemek için, yazı olamayacak kadar kısa mesajları göndermek için kullanacağız. İlk yazımızı yazarak onun da açılışını yaptık. Buraya gönderdiğimiz postlar da sağ üstteki twitter kutumuzda görünecek, yani blog içinden orayı da takip edebilirsiniz. Servislere bu şekilde görev dağılımı yapmamız iyi mi oldu emin değilim. Her servisi kendi amacına uygun kullanıyoruz, böylece örneğin blogda içeriği olmayan bir fotoğraf görünmüyor, onun yerine tarifi daha net, açıklayıcı, fotoğraflı, uzun yazılar blogda oluyor, kalan kısa yazılar, fotoğraflar başka servislerde sunuluyor. Dezavantajı da gönderdiklerimizin dağılmış olması ve takibinin biraz daha zorlaşması. Gerçi her gönderdiğimizi twitter'dan takip edebiliyorsunuz, o açıdan bir sorun yok.
Bizim dışımızda da gelişmeler var internette. Birkaç ay önce Fenerbahçeli bir voleybolsever tarafından attack line adında bir voleybol blogu açıldı. Sadece Fenerbahçe Acıbadem değil bütün takımlarla ilgili haberler var. Fenerbasket birkaç aydır aktif biliyorsunuz. Attackline blogunun yazarı alde aynı zamanda fenerbasket'in voleybol kısmına da önemli katkılar vermeye başladı. Özellikle Fenerbahçe Acıbadem'in ayrıntılı istatistiklerini merak edenler oradan takip edebilirler. Voleybolla ilgili genel bilgilerin ve istatistiklerin ayrıntılı açıklamalarının bulunduğu bir bölümde var. Voleybolu takip edenler veya etmek isteyenler için attackline ve fenerbasket resmi siteden çok daha başarılı. Fenerbaskette ayrıca eğlenceli bir tahmin ligi var. Senede birkaç adet lig düzenlenecek ve ilk ligin sonlarına gelindi. Her ligin sonunda Fenerbahçe forması, basketbolla alakalı kitaplar gibi hediyeler verilecek. Daha önce haberiniz olmadıysa siz de ikinci lig başladığında ona katılabilirsiniz.
Bir de artık Tanjeviç'e tahammülü kalmayan basketbolseverler bir blog açmışlar http://tanjevicistifa.blogspot.com Girip Tanjeviç'e sayıp sövün, yol verdim.
Devamı ...
18 Aralık 2009
Portekizce "Ahde Vefa"
Fenerbahçe yönetimi ahde vefa sözünü galiba Portekizce'den dilimize geçmiş bir söz sanıyor. Bunca insana teşekkürü çok gören Fenerbahçe Spor Kulübü resmi sitesi aracılığıyla Roberto Carlos'un hizmetleri önünde saygıyla eğilmiş.
Kulübe bir nebze olsa da emeği geçen herkese bir teşekkür borcumuz vardır ve bunun resmi site aracılığıyla yapılması da şık bir hareket olarak nitelendirilebilir. Ama söz konusu şıklık hiç kimseye yapılmayıp Roberto Carlos için yapılıyorsa birisinin ne oluyoruz diye sorması lazım.
Roberto Carlos geldiği yıl sakatlandığı Şampiyonlar Ligi ikinci turundaki Sevilla maçına kadar gayet iyi bir sezon geçirdi. O maçtaki sakatlığı sonrası önce öngörülerinin yanlışlığıyla tıp camiasında bir ekol olan Fenerbahçe sağlık ekibince rövanşa yetiştirileceği söylendi. 15 günlük sakatlık önce bir aya sonra iki aya çıktı ve R. Carlos sezonu kapattı. Takım şampiyonluk mücadelesinde en kritik haftalara girdiğinde Roberto Carlos İstanbul'da değil Brezilya'daydı. Şampiyonluğu kaybettiğimiz Ali Sami Yen'deki Galatasaray maçının sonucunu bile merak ettiğini zannetmiyorum o sırada. Ertesi sezon ve bu sezon performans olarak hiç de iç açıcı bir performans sergilemedi Carlos. Onun hataları yüzünden yediğimiz gollerin haddi hesabı yok son iki sezondur.
Saha içindeki sıradanlığı yetmiyormuş gibi her hafta gitmek istediğini söylemesi,ayrılacağını her gün bir Brezilya gazatesine fısıldamaları da kabak tadı vermeye başlamıştı. Fenerbahçe kendisinin marka değerini yükselttiğini düşündüğü aslında kulübü çok da sallamayan bir adama resmi sitesi aracılığıyla daha önce hiç bir sporcusu için kullanmadığı bir dille veda ediyor. Peki kulübe yıllarını eren Ümit Özat'ın geçirdiği rahatsızlıktan sonra tepkiler üzerine geçmiş olsun mesajı yayınlayan, gidişinden sonra Fenerbahçe Televizyonu'ndaki şampiyonluk klibinden Tuncay'ı çıkaran, tarihinin en büyük Avrupa başarısını yaşatmış Zico'ya evinin anahtarını bırakabileceği bir muhatap bile göndermeyen, Aydın Örs'ün gönderilmesinin ardından tepkiler üzerine çalakalem bir teşekkür ancak yayınlayan kulüp niye sadece Roberto Carlos'a karşı ahde vefa gösteriyor.
Roberto Carlos'un bir an önce gönderilmesi gerektiğini düşünüyordum ayrıldığına da sevindim, gidişi sonrası normal bir teşekkür mesajı yayınlanmasına da bir şey demem ama kulübün öz evlatlarına, renkleri içselleştirmiş insanlara yapılan vefasızlıkların üstüne takım falan umurunda olmayan bir futbolcuya böyle övgü dolu dizelerle veda edilmesini sindiremiyorum.
Diğerlerinin günahı neydi arkadaş Fenerbahçeli olmak mı ?
Devamı ...
Kimseye Ders Olmasınlar
Yanlış anlaşılmaya müsait bir konu olduğu için hemen başta derdimin ne olduğunu anlatayım. Kimseye ayar vermek, laf sokmak, ders vermek, gününü göstermek niyetinde değilim. Sadece yapılan bir tezahuratın amacından sapabileceğini düşünüyorum, derdimi de anlatacağım. Zamanında aynı şeyi ben de yapıyordum, bir gün yaptığımın çok da şık durmadığına karar vermiştim.
Fenerbahçe Bayan Voleybol takımı son 3-4 senedir yükselişteydi. Birileri "Fenerbahçe değil Fenerbahçe Acıbadem başarılı" yazıyorsa da ciddiye almayın, onlara soda ısmarlayın. Acıbadem sponsor olmadan da Eczacıbaşı'nın rakipliği seviyesine yükselen, Vakıfbank'ı aşağı indiren, taraftarı salona çekmeye başlayan ve Ankara'daki o tek maçla lig şampiyonluğunu kaçıran takım da bu takımdı. Bu başarı ve taraftar ilgisi sponsor getirdi, ilgi devam etti, sponsorla ve iyi hocayla birlikte yükselişe geçildi. Bu başarı "al sana para, takım kur bu sene kupaları götür" başarısı değil, yaklaşık 5 senelik bir organizasyonun ürünü. Yoksa geçen sene Vakıfbank Fenerbahçe'den fazla para harcamıştır. O yüzden Fenerbahçe çok başarılı olduğunda veya çok başarısız olduğunda birden ortaya çıkıp mükemmel fikirlerle çamur atanlara fazla güvenmeyin, önce yorum yaptıkları konunun özünü bilsinler, sonra saçmalarlar.
Bu sene dünyaca ünlü voleybolcular da transfer edildi ve takım hızlı biçimde uyum sürecini atlattı. Sadece aldıkları sonuçlar değil, oynadıkları oyun ve yaptıkları mücadele ile keyif veren bir takım oldular. Başarı da gelince takıma olan ilgi ve destek de artıyor. Zaman sorunu yüzünden çok az maçı canlı izleyebilsem de maçların ardından yazılanları okuyor, gönderilen videoları takip ediyorum. Geçenlerde kazanılan bir maçtan sonra taraftar takımı tebrik etmek için tribüne çağırıyordu. Destek tezahuratları ve kazanılan başarıyı alkışlamak güzel, oyunculara da moral veriyor. Yalnız tezahuratların sonunda "futbolcular gelsin sizi izlesin" tezahuratı da yapıldı. Bunu eskiden gerek yazı yazarken gerek tribüne gittiğimde ben de yapıyordum. Oyuncular muhtemelen çok umursamıyor hatta belki seviyorlardır bu türde verilen desteği fakat ben sevemiyorum.
Fenerbahçe'nin en popüler branşı ve göz bebeği tabii ki futbol takımı. Taraftarı da önce futbol takımını severek taraftarlığa başlıyor ve futbolun yeri ayrı. Fakat voleybol da başka bir spor, bazı ülkelerde futboldan daha popüler. Fenerbahçe bayan voleybol takımı da ayrı bir takım. Futbol takımına destek, moral olmaları için veya örnek gösterilmek için kurulmamışlar. Futbol takımından tamamen bağımsızlar. Oyuncular para kazanmak için oynuyorlar, birçoğu çok başarılı sporcular ve belki futbola hiç ilgi duymuyorlar. Bu durum biraz anne-babanın iki kardeşten birisi başarılı olduğunda "aferin, bak öbür haylaza da örnek ol" demesine benziyor. Psikolog değilim fakat çocuğu başarıdan dolayı takdir etmek, sürekli bir rekabetin içine sokup referansla yüceltmekten daha iyi bir motivasyon yöntemi olmalı. Zaten futbolun voleybolla, futbolcuların voleybolcularla bağı iki kardeş arasındaki bağa göre çok daha zayıf.
Türk insanının motivasyon ve destek algısında eleştiri de var. İyi hatırlıyorum, geçen seneydi sanırım, blogda medgallis Galatasaray'ın bir maçından sonra sadece Arda'nın çağırılıp alkışlanmasını ve onun karşılık vermesine kızmıştı. Orada amaç bir oyuncuyu alkışlamak veya ona destek vermek değil, takımın kalanına hakaret etmek. Alkışın bu şekilde ders verme amaçlı kullanmak da çok sık görüyoruz. Hâlâ örnek verilen 4-3'lük Fenerbahçe maçında maçtan sonraki alkış takdir veya tebrikten çok kızgınlık alkışıydı. Kadıköy'de gerçekten Beşiktaş'ı alkışlayanlar olmuştu fakat rakibi tebrikten çok kendi oyuncusunu protesto amaçlıydı o alkış. Böyle durumlarda küfürden, hakaretten daha büyük rahatlama sağladığı oluyor.
Voleybol takımına sürekli "futbolcular sizi örnek alsın" denmesinin de benzer bir yönü var. Salt başarıyı alkışlamaktan çok başka bir takıma olan kızgınlık dile getiriliyor. Bence voleybolcular bunu hak etmiyor. Böyle bir misyonları yok, olmamalı, bu misyonu da onlara taraftar yüklememeli. Sadece başarıları alkışlanmalı, yaptıkları takdir toplamalı. Sınıftaki tüm öğrencilerin sınıfın haylaz ama sevilen çocuğuna örnek olmak için değil kendisi de bir şeyler öğrenip başarmaya çalıştığı için orada bulunduğu unutulmamalı. Bunun kötü niyetler içermediğine ve belki çok ciddiye alınması gereken bir konu olmadığına eminim fakat biraz rahatsız oluyorum. Mücadele eden herkesi çabalarından dolayı alkışlayıp tebrik edelim, alkışlarımızı kızgınlık için değil takdir için kullanalım. Çok zor olmasa gerek.
Devamı ...
13 Aralık 2009
Fenerbahçe 3 - Ankaragücü 2
TSL 12/12/2009
Fenerbahçe'nin gollerini 26 ve 59. dakikalarda Alex ve 87. dakikada Daniel Güiza atarken konuk ekibin gollerini 38. dakikada Vassell ve 49. dakikada Aydın kaydetti. Bu skorla Fenerbahçe puanını 34 yaparak liderlik koltuğuna oturdu. Ankaragücü ise 17 puanla 12. sırada kaldı.
Fenerbahçe, en son galbiyetini 10. haftada ezeli rakibi Galatasaray'a karşı 3-0'lık skorla almıştı.
Ankaragücü maçında sarı kart gören Roberto Carlos cezalı duruma düştü. Ligde bundan önce 3 sarı kartı bulunan Brezilyalı yıldız, bu akşam gördüğü kartla 4. sarı kartına ulaşarak cezalı oldu. Brezilyalı futbolcu, Fenerbahçe'nin ligde ilk yarının son haftasında deplasmanda Trabzonspor ile yapacağı mücadelede forma giyemeyecek.
FENERBAHÇE: 3 - ANKARAGÜCÜ: 2
Stat: FB Şükrü Saracoğlu
Hakemler: Halis Özkahya, Volkan Narinç, Ekrem Kan
Fenerbahçe: Volkan Demirel, Gökhan, Lugano, Bilica, Roberto Carlos, Mehmet Topuz (Dk. 87 Uğur), Selçuk (Dk. 75 Semih), Cristian, Özer, Alex, Güiza (Dk. 90 Deniz)
Ankaragücü: Senecky, El Yasa, Brabec, Baki, Broggi, Cihan (Dk. 90 3 Volkan), Adem, Hürriyet, Aydın, Metin (Dk. 61 Meye), Vassell (Dk. 77 Konate)
Goller: Dk. 27 ve 60 Alex, Dk. 87 Güiza (Fenerbahçe), Dk. 38 Vassell, Dk. 49 Aydın (Ankaragücü)
Sarı kartlar: Dk. 3 El Yasa, Dk. 60 Hürriyet (Ankaragücü), Dk. 50 Roberto Carlos, Dk. 90 1 Deniz (Fenerbahçe)
Devamı ...
10 Aralık 2009
Mücadele
Devamı ...
9 Aralık 2009
Moskova'yı Fethettik 3-0
Birisi 3-4 sene önce Fenerbahçe voleybol takımının Dinamo Moskova deplasmanından 3-0 galip döneceğini söylese gülerdik herhalde. Bugün 3-4 sene önce insanlara hayal gelebilecek bir şeyi başardı takım. İlk sette biraz afallasak da pasör değişikliği sonrası Gamova'yı devreye soktuk, 22-17 gerideyken Seda servise geldi arka arkaya yedi sayı alarak mucize bir geri dönüşle aldık ilk seti. Dinamo Moskova ilk setin şokunu yaşarken ikinci seti de Seda'nın yine müthiş oyunu, bloklarımız,Gamova ve Nati'den gelen sayılarla sürekli önde götürdük. Setin sonlarını rahat oynayıp 25-20 ikinci setide aldık. 3. set Moskova'nın biraz tepki verip geri geleceğini düşünüyordum ama sete yine çok iyi başlayıp 4 sayı arka arkaya aldık. Dinamo 3 sayı üstüsete alıp dirilir gibi olsa da ikinci teknik moladan sonra arka arkaya sayılarla 25-14 gibi bu seviyelerde pek görülemeyecek bir sonuçla seti ve maçı aldık. Gioli'li Godina'lı Goncarova'lı son 3 senenin ikisinde final oynamış takımı kendi evinde dağıttık. Şampiyonluğu telaffuz etmek için çok erken ama bu takım o seviyelerde olduğunu herkese gösterdi.Şampiyonlar Liginde Rus takımlarını ve İtalyan takımlarını geçmek gerekiyor en tepede yer almak için bugün ilk sınavı başarıyla verdik. Bu takımın hepsi yıldız oyuncu ama bugün sanırım 2. setteki 3-4 oyuncumuzun çıkması imkansız bir topu yerlerde sürünerek çıkarıp ardından müthiş bir blokla sayı alması bu takımın karakterini en iyi yansıtan sahne. Yıldızların kendilerini yere atabildiği takımlar büyük takım oluyor zaten. Askeri okul öğrencilerinin izlediği maçta Moskova'yı fetheden sarı meleklere sonsuz teşekkürler.
Devamı ...
8 Aralık 2009
Çarşamba Mesaisi
Zor bir Çarşamba akşamı bekliyor bizi. 3 takımımız Avrupa mesaisinde ve bunlardan ikisi kulübün şu an en çok heyecan veren iki branşında. Bayan voleybol takımı şmdye kadarki en ciddi sınavını Moskova'da Dinamo Moskova karşısında verecek. Geçen senelere oranla biraz güç kaybetsede geçen yılın Şampyonlar Ligi finalisti Dinamo'yu Moskova'da yenmek bir hayli zor. Zaman zaman manşet alma konusunda girdiğimiz kriz uzun bir periyoda yayılırsa çok zorlanacağımız kesin. Ama servislerdeki istikrarımızı sürdürüp rakibi bozan servisleri yine tutturursak Moskova'dan bir galibiyetle dönebiliriz. Gruptan zaten bir şekilde çıkacağız ama grup birinciliği için burda alacağımız bir galibiyet çok büyük avantaj sağlayacak. Pasör konusunda bakalım hoca kimi tercih edecek geçen hafta Prostejov maçında Naz hiç oynamadı. Dricx oynadı tüm maç,rakibin çok da direnç gösteremediği bir maçta performansını sağlıklı değerlendirmek güç tabi ama Moskova deplasmanı onun için de bir ölçü olabilir.Maç saat 18:00 de ve TRT 2 den naklen yayınlanacak. FSI diye bir kısaltma kullanıyorlar Fenerbahçe Acıbadem için hangi akla hizmetse. TRT'nin bu maçları TRT3' e alıp Meclis TV yüzünden de maçları banttan yayınlama gibi bir durumu olabilirdi ama çok şükür öyle bir rezaleti göze alamamışlar.
Gecenin ikinci önemli maçında Caferağa'da deplasmanda yenildiğimiz Brno'yu konuk ediyoruz bayan basketbolda. Geçen haftaki deplasman galibiyetiyle ilk üçteki yerimizi pekiştirdik bu haftaki olası bir galibiyetle ikincilik için de büyük bir avantaj yakalayacağız. Ne kadar galibiyet alırsak kurada hem eşleşeceğimiz rakip hem saha avantajı açısından o kadar önemli olacağı için her maçı çok ciddi ve sürprize yer bırakmayacak şekilde oynamak lazım. Takım bu aralar ritmini tutturdu. Penny'nin katkısı çok önemli takımın lideri rolünü pekiştirdi. Guardlarımızın delici özelliğini kaybetmeden yapacağı katkılar çok önemli Birsel ve Esmeral zaman zaman sorumluluk almayı unutabiliyorlar ve bu da işimizi özellikle hücumda zorlaştırıyor. En büyük probelm çok sınırlı bir rotasyonla ligi ve kupayı götürmemiz. Bu sene de rotasyona girmesini beklediğimiz genç oyunculardan bir katkı alamıyoruz. Melike üç sene önce ceza şutlarını sokabilen 3-4 pozisyonunu idare edip Linda ve Nevriye'yi dinlendirebilir pozisyonda bir oyuncuyken 3 senede ilerleyeceği yerde geriye gitti. Bu sene oynadığı dilimlerde neredeyse hiç katkısı yok. Beğüm ve Tuğçe'nin de 3 yıldır ilerlemesini bekliyoruz ama onlarda da gelişme yok. Devran uzun bir oyuncu olduğu için geç olgunlaşacak belki ama ondan da en ufak bir katkı alamıyoruz.Bütün bu dar rotasyona rağmen Brno'yu yeneceğimizi düşüyorum. Maç saat 19:30 ve FB TV'den canlı verilecek yine her zamanki gibi.
Son maçımız basketbol şevkimizi kıran erkek basketbol takımızın. Ayhan Şahenk'te ilk kez bir Euroleague maçı oynayacağız. Bu takım hakkında bir şey yazmak da konuşmak da istemiyorum. 20 sayıyla kazanadabiliriz 20 sayıyla kaybededebiliriz.Her türlü dengesizliğe açık bir takımız. Ömer Aşık'ın son Daçka maçındaki 6/6 da faulünden sonra bu maçta belalı Ayhan Şahenk potalarına yüzde kaçla serbest atış atacağını ve Serhat'ın bu maçta ne kadar süre alacağını merak ediyorum. Asvel çok kötü bir yıl geçiriyor Euroleague'in en kötü takımı konusunda Orleans ve Cibona'yla yarışıyorlar ama sağı solu belli olmayan bir takıma karşıda şanslarını sonuna kadar zorlayacaklardır. Bu maçta 20:15 de Spormax'den verilecek. Üçte üç yapacağımız bir akşam olur umarım.
Devamı ...
6 Aralık 2009
Eskişehirspor 2 - Fenerbahçe 1
TSL 06/12/2009
Hürriyet - Eskişehirspor'a galibiyeti getiren golleri 62. ve 79. dakikalarda Adem Sarı atarken Fenerbahçe'nin tek golünü 93. dakikada Lugano kaydetti. Bu maç sonrasında Fenerbahçe'nin puanı 31'de kaldı. Sarı-laciverli takım 1 averaj ile zirvede. Eskişehirspor ise 24 puan oldu ve 6. sıraya yükseldi.
Fenerbahçe, Eskişehirspor yenilgisi ile arka arkaya 3. mağlubiyetini almış oldu. Sarı-lacivertli takım en son 1992 yılında üst üste 3 kez maç kaybetti.
Sarı-lacivertli takım bu sezon kaybettiği maçların hepsini 2. yarıda yediği gollerle yitirdi.
Hafta içerisinde UEFA Avrupa Ligi'nde oynanan ve Fenerbahçe'nin 1-0 kazandığı Twente maçında sarı-lacivertli takımın golünü atan Diego Lugano bu maçta da golünü attı.
ESKİŞEHİRSPOR: 2 - FENERBAHÇE: 1
Hakemler: Mustafa Kamil Abitoğlu, Mustafa Emre Eyisoy, Adil Sinem
Eskişehirspor: Ivesa, Koray, Nadareviç, El Saka, Volkan, Burak, Bülent Ertuğrul (Dk. 68 Ragıp), Alper (Dk. 77 Veysel), Bülent Kocabey (Dk. 55 Sezgin), Adem, Youla
Fenerbahçe: Volkan, Gökhan, Lugano, Bilica, Vederson, Mehmet(Dk. 66 Guiza), Baroni, Selçuk (Dk. 67 Emre), Dos Santos (Dk. 66 Uğur), Ale, Semih
Goller: Dk. 62 ve 79 Adem (Eskişehirspor), Dk. 90 4 Lugano (Fenerbahçe)
Sarı kartlar: Dk. 36 Bülent Ertuğrul, Dk. 81 Ragıp, Dk. 89 Veysel, Dk. 90+4 El Saka (Eskişehirspor), Dk. 45 Vederson, Dk. 45 Selçuk (Fenerbahçe)
Devamı ...
3 Aralık 2009
Kompakt futbola dönüş
Sezon başından bu yana Daum’un her basın toplantısında üzerine basa basa vurguladığı bir oyun tarzı var; Kompakt futbol.Yaptığı çevirinin hedef diline çok az hakim olabildiği için Ayhan Tumani’nin Daum’un basın toplantılarında anlattıklarını, tam ve gerçek anlamlarıyla bizlere sunabilmesi çok güç olabiliyor ama onun ağzından ‘’bugün kompakt futbol oynayabildik’’ cümlesi döküldüğü zaman Daum’un takımına ne oynatmak istediğini anlayabiliyoruz.
Takımın son haftalarda aldığı kötü sonuçlar bir yana, oynanan dağınık futbol ve maçların temposu arttığında takımın kolayca oyundan düşüp, teslim olması çok can sıkıcıydı. Kasımpaşa maçındaki paralize olma durumu ise hayli endişe vericiydi.
Takımın oynadığı futbolun verdiği heyecan ve yaratılan pozisyonlarının bolluğu açısından tatmin edici olmaması bir kenara ama Kasımpaşa maçının neredeyse tümünde, Beşiktaş, Kayserispor ve G.Antep maçlarının bir kısmında gördüğümüz dağılma ve bilnçsizleşme durumu sezon başındaki rakibe fazla pozisyon vermeyen, derli toplu oynayıp maçların genelinde topa ve oyuna hakim olan takımın yaşadığı değişimi açıklamak hayli zordu.
Twente maçında alınan galibiyetin kazanımı sadece Avrupa liginde 3 puan daha kazanıp bir üst tura birinci torba takımı olarak çıkmayı garantilemesi değildi. Takımın bir süredir ara verdiği oyun anlayışına, Daum’un kafasındaki tarza yani kompakt futbola geri dönüşü en az dün alınan 3 puan kadar mühimdir.
Tabii buradan çıkacak sonuç dünkü maçta, bir çoğumuzun hayallerini süsleyen sahanın heryerinde basan, tempoyu sürekli arttıran, geniş alanlara yayılıp gözlere bayram yaptıracak heyecan düzeyi yüksek maçlar oynayacak bir takımın izlerini gördüğümüz olmamalı.
Aksine, Daum’un kafasında yer alan ve takımına uygulatmaya çalıştığı oyun tarzı, sahanın her yerinde basan ve tempoyu sürekli arttıran değil sahanın çok küçük bir alanında birbirine çok yakın oynayıp, sürekli olarak hem hücum hem de savunma aksiyonlarında birbirleriyle yardımlaşarak oynayan oyuncuların oyunu kendi kontrol ettikleri ve kalabalık biçimde, yüksek konsantrasyonla ve bol yardımlaşma ve pasla oynadıkları bölgede oynadıkları bir oyundur.
Takımın, Galatasaray maçı gibi bazı ekstra maçlarda veya skor olarak geriye düşüldüğü durumlarda rakip savunmaya hatta kaleciye en ileride 2 hatta 3 oyuncuyla bastığına tanık olabiliriz ama oyunu bu kadar geniş alanda aktif biçimde oynamak Daum’un kafasındaki şablona pek uygun değil.
O, daha çok dünkü maçtaki gibi birbirine sıkı sıkıya bağlı ve çok yakın oynayan oyuncuların geniş alana yayılmadan ve dağılmadan oynayacakları bir kontrol oyununu tercih ediyor. Misal Kasımpaşa maçındaki gibi topun 70-80 metrelik mesafeden sürekli olarak gidip geldiği, oyunun merkezinin oyun alanında sürekli yer değiştirdiği, oyuncuların birbirinden koparak ve sürekli geniş alanlarda yalnız kalarak oynadıkları bir oyun ona göre değil.
Bilica’nın geri dönüşü Daum’un dilinden düşürmediği kompakt oyunun oynanabilmesi açısından kilit önemdeydi. Zira o sahada değilse geride top kazanılmıyor sadece top tehlikeli bölgeden uzaklaştırılıyor. Topa sahip olmak ve kısa ama rahat kontrol edilebilir paslarla topu hücum alanına taşımak çok önemli. Önder ve çok zaman Lugano’nun yaptığı gibi 40-50 metrelik uzun topları ileriye attığınız zaman hem topu kalabalık biçimde bulunmadığınız ve yardımlaşmalı bir hücum setini organize etme şansınızın bulunmadığı bir alana göndermiş oluyorsunuz hem de zaten güçsüz ve moralsiz santraforunuzu kontrol edemeyeceği topların peşinde koşturup iyice tüketiyorsunuz.
Bunun yerine top hakimiyeti yüksek, dar alanda çabuk hareket edebilen ve teknik becerileri yüksek oyuncularınızın birbirlerine yakın oynayarak yardımlaşmalı oyunla ve seri paslarla oyunun merkezini ileriye taşımaları Daum’un kafasındaki oyunun temellerini oluşturuyor.
Burada sezon başından bu yana her boşluğu doldurma becerisi ve çok koşmasıyla takdir edilen Cristian’ın önemi de artıyor. O sadece topu kaybedenin veya bire birde geçilen takım arkadaşının kademesine girmiyor aynı zamanda hücumda topu ayağında tutan takım arkadaşına kendisini ilk gösteren ve oyun sıkıştığı anda pası alıp hücum düzeninde şuursuzlaşmayı engelleyende o oluyor.
Dünkü maçtada gördük ki, Daum’un kafasındaki takım geniş alanda tempo yaparak oynayacak ve rakibe birinci bölgede basarak oynayacak bir takım değil.
Kasımpaşa maçından sonra, takım içerisinde kendisine duyulan güveni, takım birliğini sarsacak şekilde; bildiğimiz kötü günde oyuncusunu medyanın önüne atan Daum tarzında yaptığı açıklamada da aslında bunu söylemek istiyordu.
‘’Çift santraforla oynamayı oyuncular istedi’’ derken, yenilginin sorumluluğunu omuzlarından atıp, oyuncularını ateşe atmanın dışında kendi kafasındaki oyunu, dünkü Twente maçındaki gibi takımın birbirine yakın biçimde durarak ve hem hücüm hem de savunma aksiyonlarında sürekli olarak yardımlaşarak oynadıkları, geniş alanlara yayılmak yerine oyunun merkezini dar ve kontrol edilebilir bir alanda belirlemenin Fenerbahçe için tek yol olduğunu kanıtlamaya çalışıyordu.
Tabii, santraforda topu ayağında tutamayan, önüne atılan toplara dahi koşacak hevesi ve hali olmayan, topu dürtecek motivasyonu dahi yaratamayan koca bir kara delikle bu oyunu oynadığınızda sahada harcadığınız enerjinin verimliliğe dönüşü gayet zor oluyor.
Devamı ...
2 Aralık 2009
Taraftar Yavaş Yavaş Fenerbahçe'den Koparılıyor
Kasımpaşa maçında taraftarı selamlayan takımların numaralı tarafında bulup selamladıkları insanlar bir avuç yönetici ve sporcu yakınıydı. Diğer tarafa döndüklerinde anlamsız iki pankart selamladırlar. Belki farkında değildiler ama selamladıkları sadece boş iki tane pankart değildi, geçen seneden beri o tribünlere yerleştirilen ajanlar gibi Fenerbahçe'nin gidişatını duymayanlara haykıran elçilerdi.
Takım tutup bu karşılıksız sevgiyi sunmanın rasyonel tarafı çok az. Buna rağmen taraftarın yaşadığı tutku en üst seviyede. John R. Mitrano'nun Amerika'daki bir hokey takımının başka bir şehre taşınmasının taraftar üzerinde bıraktığı etkiyi ölüm alegorisiyle anlatması boşa değil. Aslında alegoriyi kendisi bile kurgulamıyor, sadece gözlem yapıyor. Takımını kaybeden insanların neler yaşadığını tahayyül etmek bizim için zor değil, fakat bu analiz bize değerli bir şey gösteriyor. Taraftarlar takımlarının ölmesine tıpkı sevdikleri bir insan ölmüş gibi tepki gösteriyor. İnsanların kayıplarını inkârla başlayıp kabul edene kadar geçtikleri aşamalar bile benzerlikler gösteriyor. Bu da boşuna değil, çünkü taraftar takımına da sevdiği insanlara beslediği gibi ayrı ve özel duygular besliyor.
İnsanların başka insanlara ve takımlara duyguğu sevgi ve bağlılık duygularının gelişmesinde de benzerlikler var. Hiçbir sosyal ilişkimiz karşılıksız değil. Sevip, tutku duyduğumuz insanlardan beklentilerimiz olduğu gibi bizden bir şeyler talep etmelerini de bekliyoruz. Karşı taraftan sadece fayda görmek bizi seven insan gibi değil, sürekli talep eden bir efendi yapıyor çünkü. Sevgi ve tutkuyu doğuran iki taraflı fayda ve talep. İnsanlara faydamız olduğunu bilmek bize iyi duygular yaşatıyor, ruhumuzu okşuyor, sevgimizi derinleştiriyor.
Takım sevgisinde de bir benzerlik var. Futbolun sağladığı görsel güzellik belki sadece futbolu sevmemize yarıyor, beynin kendisine en uzak yere hakimiyet şölenini sevmek hiç zor olmuyor. Sonra babamızla birlikte maçına gittiğimiz, televizyon başında izlerken sinirlendiğimiz, formasını alıp giydiğimiz, sesimiz kısılana kadar bağırdığımız takıma verdiklerimiz geliyor. Sadece güzelliklerini izleyerek değil, fedakarlık yaparak tutku biriktiriyoruz. Aldığımız galibiyet sevinçleri değil, verdiğimiz biletler, harcadığımız paralar, akıttığımız gözyaşları taraftar yapıyor bizi.
Sevginin temelinde karşılıklı özgecillik var fakat her zaman bunu suistimal eden insanlar da var, ilişkilerimiz ona göre ayarlıyor, ona göre arkadaş seçiyoruz. Şu anda Fenerbahçe yönetimi seven insanın fedakarlığını suistimal eder konumda. Sene başından beri yazdığımız, isyan ettiğimiz bilet fiyatları, tribünlere geçen yıldan beri uygulanan anlamsız baskı, taraftarlığın tanımını yapmaya çalışan bir reklam kampanyası... Hepsi suistimalin bir parçası. Peki bunların zararı nedir? Uzun yıllardır sürekli vurgulanarak dillendirilen "orijinal ürün" kullanılması gerekliliği başkanın ilkokul çocuğuyla orijinal forma giymediği için fotoğraf çektirmeyi reddetmesine yol açıyor. Sürekli artan bilet ve kombine fiyatları sebebiyle öğrenciler, çocuklar daha az maça gidiyor. Resmi rakamlara göre % 18'i yoksul olan, aylık milli hasılası 1000 $ olan Türkiye'nin bilete, kombineye, formaya hep daha fazla para harcaması isteniyor.
İstekler bununla bitmiyor. Maddi durumu bilet ve orijinal forma alacak kadar iyi olan taraftardan bile daha fazlası isteniyor. Sürekli yeni ürünler çıkarılıyor. Taraftar kart, kredi kartı, cep telefonu hattı... Taraftarsız maçlarda taraftarın takıma selam gönderdiği pankartlar yerine bu ürünlerin reklamı koyuluyor. Üstelik bunları pazarlama taktiği daha rahatsız edici. İlk çıktığında büyük reklamlarla pazarlanan taraftar kartı şimdi sadece derbilerde öncelikli bilet için bir "zorunluluk" ve yönetimin yöneticilik başarısını sergilemek için yaptığı propagandanın ana öznesi. Onun dışında taraftara gerçek bir avantajı, faydası yok. Taraftarın sevgisinin en önemli nedeni olan Fenerbahçe ile bağına hiçbir direkt katkısı yok. Bu açıdan, pahalı biletten veya formadan daha da rahatsız edici bir pazarlama unsuru olmuş durumdalar. Taraftardan istenilen fedakarlık karşılığında taraftara psikolojik olarak bile bir rahatlama sağlamıyor. Bu durumda fedakarlık, tanımını inkâr edip zorunluluğa dönüşüyor.
Diğer yandan takıma duyulan sevgiyle direkt bağ sağlamayan bu "geçici moda" ürünler sürekli taraftardan talep ister hale geliyor. Bir süre sonra bu talepleri karşılayamayan taraftarlardan sadece maça gidemeyenler değil, maça düzenli gidebilenleri bile ruhsal bir tatminsizlik yaşıyor. Üstelik kulüp de bizzat başkanının ağzından sürekli tekrarlayarak ve Kasımpaşa maçında yaptığı göze batan reklamları yaparak taraftar-takım arasındaki bağı bu ürünlerin alınması indirmekten rahatsız olmadığını belli ediyor.
Fenerbahçe taraftarı Fenerbahçe'den sadece başarı alarak mutlu olan ve sevgisini o şekilde büyüten bir taraftar değil. Taraftarlığının özünde takıma faydalı olma hissi ve o faydadan aldığı keyif de var. Fakat bu faydayı ürün satmaya indirgeyen ve bunu suistimal etmeye çalışan yönetim taraftarın takımla olan bağını yeniden tanımlıyor. Böyle giderse maddi durumu da belli olan halk, Fenerbahçe'den gittikçe kopacak. Her bilet zammının kaybettirdiği taraftara şimdi de gözümüze sokulan ürün pazarlamalarının yarattığı algı ile soğuyan taraftarlar eklenecek. Yaratılmaya çalışılan kültür, taraftarlığın en temel ihtiyacını, alınan sonuç ne olursa olsun tatmini, yok ediyor. Bu kültür baskın çıkarsa uzun vadede bildiğimizden çok daha farklı bir Fenerbahçe olacak ve o vade çok da uzun sürmezse çocuklarımızı Fenerbahçeli yapmak bile çok zor olacak.
Devamı ...
28 Kasım 2009
Kafan mı İyi?
Şu maçta Fenerbahçe'nin gol atması bile mucizeydi. Zaten golü Güiza'nın atması da mucize olduğunun kanıtı. Daum ne yapıyor, anlamak imkansız. Şaka gibi. Zico'nun 5 hücumlu takımları, 3-5-2 denemeleri de dahil gördüğüm en skandal teknik adam performansı. Maç satılsa ancak böyle bir kadroyla, böyle bir sistemle sahaya çıkılır. Taraftarsızlık, eksikler, Galatasaray'ın mağlubiyetini falan kimse bahane etmesin. Ayıptır, bu kadar skandal yönetim, bu kadar rezillik olmaz.
Takım sahaya 4-3-1-2 ile çıkıyor. Bu Güiza normalde de bir işe yaramıyor ama 2 forvetli sistemde hiçbir işe yaramaz, daha 2 hafta önce yazdık. Geçiyorum bunları. Alex'i rakip takım durdurmak isterse ne yapar? Markajcı verir. Kendi teknik adamı durdurmak için ne yapar? 4-3-1-2 oynar, 3'lünün iki tanesi kesinlikle orta sahayı geçmeyen 2 tane kesici olur, bir tanesi orta saha önünde çok gezen, koşan bir oyuncu olur. İşte Fenerbahçe'nin oynadığı bu... Aslında Fenerbahçe kadrodaki oyuncular nedeniyle 4-3-1-2 oynamadı 4-2-2-2 oynadı. Selçuk ve Cristian geride, kesinlikle ileri oynamıyorlar, orta alanı geçen yok. Mehmet Topuz topu arayan, gezen, koşan oyuncu, doğal olarak öne çıktı, Alex'in yanına geçti. İlk devre boyu Alex'in sürekli yanında. İkinci yarı aynı rolde Özer var. Alex'in dibine oyuncu dikerseniz ne futbol zekasını gösterir, ne boş alanda pas verecek takım arkadaşı bulur ne de dripling yapacak alan bulur. Alex bunları bulamazsa da hiçbir işe yaramaz zaten. Daum bugün Mehmet ve Özer'le Alex'e markaj yaptırdı, Alex de bitti.
Selçuk ilk yarı bir kere, ikinci yarı bir kere topa vurdu ve 70 dakika oynayıp çıktı. Çıkınca duş almamıştır muhtemelen. Onun da suçu yok, bu maç Selçuk yüzünden kaybedildi demiyorum. Daum Selçuk'u yeni mi gördü geçen hafta? İleriye dikine oynayabilen, top çıkarabilecek genç yetenek mi sanıyor? Geçen hafta Bilica'nın yokluğunda defansın top çıkarma konusundaki büyük sıkıntısını yazdık. Bu belli, yapacak bir şey yok, bir haftada beyinlerine çip takıp pas vermeyi öğretecek değiliz. Geçen hafta Emre çıkana kadar top taşıma ve çıkarma işini Emre yapıyordu, o çıktı takım orta çizgiyi geçemedi. Bu hafta Emre yok. O zaman ne yapılır, takım içinde başka bir çözüm aranır bu soruna. Çözüme bakın, Önder ve Lugano'nun önüne Selçuk koyuluyor. Şaka mı bu? Nasıl bir tercih, nasıl bir mantığı var? Daum dalga mı geçiyor, bu tercihin saçmalığını bilmek için teknik direktör lisansına gerek var mı?
Şimdi dizilişi çizelim
Gökhan-----Önder-----Lugano-----Carlos
----Cristian-----Selçuk-----Mehmet----
----------------Alex-----------------
---------Güzia-----Semih-------------
Diziliş bu, fakat sahaya yerleşim şöyle
Oyunun iki yönünü oynayan iki tane oyuncu var, onların da gezdiği alanları oklarla gösterdim. Daum, Selçuk ve Güiza tercihi sebebiyle takımı tek yönlü oyuncularla doldurdu. Yukarıdaki fotoğrafta orta saha çizgisinin gerisindekiler hücum yaparken hiçbir etkinliği olmayan oyuncular. Orta sahanın ilerisi içinde de Mehmet hariç defansif özelliği olan oyuncu yok. İlk yarının bence en iyisi Mehmet, ikinci yarı bakıyoruz oyundan alınıyor ve Selçuk hâlâ oyunda. İnanılmaz gerçekten, akıl alacak gibi değil.
Çözüm nedir? Bu tek yönlülüğü yenebileceğin ne kadar oyuncun varsa oynatacaksın. Mehmet ve Özer aynı anda sahada olacak, yaratıcılık sorununu çözmek için ne kadar zayıf da olsalar Deivid ya da Andre Santos'u oynatacaksın, onların iki yönlü alternatifi yok çünkü ve Alex'i oynatıyorsan takımı ona göre oynatacaksın. Yanı başına adam dikmeyeceksin, önüne iki forvet koymayacaksın, onun alanını daraltan sen olmayacaksın. Emre daha önce de ceza alarak yoktu, yerine Mehmet'i koydun ve o takım çok da kötü değildi. Şimdi neden Selçuk? Neden takımı orta saha gerisindekiler ve ilerisindekiler diye ikiye ayırıp bir tarafa topa vurmayı bilmeyen, diğer tarafa eli belinde gezen oyuncuları dolduruyorsun?
Roberto Carlos'u neden oynatıyorsun? Defans yapmıyor, ileri çıkamıyor, top kaptırıyor, koşmuyor, isabetli pas oranı çok düşük. Neyin peşindesin? SSK'den emekli olması için gün doldurmasını mı bekliyorsun. Vederson vasat bir oyuncu, fakat üst üste oynayarak ritm kazamışken kesildi ve yerine Carlos kondu. Takıma ihanet ediliyor, bu kadar olmaz, olmamalı.
Daum'un ne yaptığı belli değil. Özer'in suçu, günahı nedir? Tamam Andre Santos zayıf ama Güiza bugüne kadar ne yapmış da Andre Santos'u kesmek uğruna sistemi bu kadar değiştiriyorsun? Andre Santos'tan memnun değilsen Uğur bile, Vederson bile oynar, neden bu takımın sistemiyle bu kadar oynanıyor? Daha geçen gün "bize haksızlık yapıyor" açıklaması yaptı Yılmaz Vural ve dalga geçildi. Haksız değil. İki takımın bütçesi de, kadrosu da ortada işte. Asıl dalga geçilmesi gereken de Daum'dur. Bugüne kadar hep savundum Daum'u ama bu maça çıkan kadronun da sistemin de savunulacak bir yanı yok. Dalga mı geçiyorsun, adam mı seçiyorsun?
Devamı ...
Fenerbahçe 1 - Kasımpaşaspor 3
TSL 28/11/2009
Sezona fırtına gibi başlayan, kendi rekorunu kırarak ilk sekiz haftayı galibiyetle kapattıktan sonra geleneksel Galatasaray galibiyetini sayılmazsa düşüşe geçen Fenerbahçenin irtifa kaybı önlenemez bir boyuta ulaştı.
Fenerbahçe sahasında seyircisiz oynanan maçta Kasımpaşaspor’ a 3-1 yenildi.
PAPAZIN ÇAYIRI: Bizim şampiyonluk görmüş takımlar arasındaki maçları isimlendirmekte kulllandığımız, aslında aynı şehrin takımları arasında oynanan müsabakalara verilen isimle; haftanın ‘derby’ sinde Kasımpaşaspor seyircisiz yakaladığı Fenerbahçeye dünyayı dar etti.
Aslında iki şey daha vardı Fenerbahçeli futbolcuların kulaklarına fısıldadıkları: Bizden iki fazlanız var, kontratınızdaki yüksek rakamlar ve seyirciniz. Hele ki ikincisini çıkartın bir ‘hiç’ siniz...
Son cümle oldukça sesli söylenmiş olmalı ki, herkes duydu.
Maç golle başladı. Ki daha dakika dolmamıştı.
1’ de Cenk çok kötü vurdu. Dışarıya giden topu tutmak isteyen Volkan, bunu başaramadığı yetmezmiş gibi bir de topu Gökhan Güleç’ in önüne bırakıverdi. Bayram günü böylesi ikram geriye çevrilmezdi. Gökhan da öyle yaptı: 0-1
3’ te Fenerbahçe ikinci bir golden kurtuldu: Cenk sağ kanattan taşıdığı topla son çizgiye kadar indi ve ortasını yaptı ama kimse dokunamadı.
5’ te sol tarafta topla buluşan Mehmet Topuz Guiza’ yı gördü. Savunmanın arkasına sarkan Güiza başından bu yana kendisinden bekleneni yaptı ve yerden bir vuruşla topu ağlarla buluşturdu: 1-1
11’ de ender iyi gelişlerinden biriyle Fenerbahçe vardı sahnede. Mehmet Topuz' un soldan ortasında arka direğe gelen topa Semih' ten önce Ergün dokundu ve Semih’ in topla birlikte ‘gol’ olmasına engel oldu. Semih' in kafasından seken top auta çıktı.
12’ de Fenerbahçe atağında Güiza yine gole yaklaştı ama açısını kaybedince iyi vuramadı, Koray' a çarpan top kornere çıktı. Ardından köşe vuruşunu Alex kullandı, Lugano bomboş pozisyonda topu çok kötü yere vurdu.
15’ te Kasımpaşasporda Murat soldan getirdi ve içerideki Cenk' e bıraktı. Cenk önünden geçen topa dokunamadı.
16’ da bu kez Fenerbahçe atak geliştirdi. Cristian' ın şutu defanstan dönüp Mehmet Topuz' un önünde kaldı. Mehmet Topuz sert vurdu, kalecide kaldı.
17’ de Mehmet Topuz’ un şutundan sonra Kasımpaşa hızlı çıktı. Gökhan Güleç defansın arkasına sarktı ve topu aldı. Gökhan Volkan ile karşı karşıya kaldı. Volkan'ı da geçti ama açısını kaybedince vuruşu yan ağlarda kaldı.
19’ da Kasımpaşaspor atağında Murat Erdoğan savunmasının arkasına çok hızlı sarktı, topu Volkan' dan kurtardı ama öncesinde yan hakemin ofsayt bayrağı havadaydı.
(Maçın ardından yazılan bu maç yazısında bundan sonraki ofsayt pozisyonları yazılmayacaktır. Zira bir kaç metrelik ofsaytı kaçıran hakemlerin olduğu bir yerde ofsaytı değil tartışmanın konuşmanın dahi manası kalmıyor çünkü.)
20’ de Keller, sağdan taşıdığı topu içeri doğru ortaladı. Cenk kale çizgisi önünde yine dokunamadı ve top auta çıktı
24’ te bu kez de Fenerbahçe tehlikeli geldi. Gelişen atakta kaleye doğru atılan dört şut da defanstan geri döndü.
35’ te Moritz' in sağdan ortasında Gökhan Güleç vurdu, Volkan' dan dönen topa Gökhan Güleç bir kez daha vurdu, bu defa da çizgi üzerinde duvar olan Önder’ e çarpan top kornere gitti.
43’ te Fenerbahçe soyunma odasına üstün gidebilmek için geldi: Roberto Carlos soldan sert ortaladı, defans son anda uzaklaştırdı.
İlk yarı bir dakikalık uzatmanın ardından 1-1 beraberlikle sona erdi.
İkinci yarıya Fenerbahçe Mehmet Topuz’ un yerine Özer Hurmacı’ yı oyuna alarak başladı. Özer Hurmacı’ nın oyuna alınması ne kadar doğru olsa da eğer bir sakatlığı yoksa Mehmet Topuz’ un oyundan alınması o kadar yanlış. İlk yarıda Fenerbahçeyi iten tek oyuncu belki de oydu.
47’ de Kasımpaşa ikinci yarıya da golle başladı. Cenk İşler soldan aldığı topla ceza sahasına kadar sokuldu ve plase bir vuruşla topu Volkan'ın altından ağlara yolladı: 1-2
50’ de Semih soldan aldığı topu kale önündeki Güiza' ya yerden ortaladı, Güiza dokunamayınca mutlak bir gol kaçtı.
54’ te defansın arkasına sarkan Güiza topu önünde buldu ama defans hızlı davranarak Güiza' dan önce müdahale etti ve tehlike sona erdi. Hatta bütün defans Güiza’ dan daha hızlı hareket etti.
55’ te Kasımpaşa bu kez sağ kanattan geldi. Murat Erdoğan ceza sahasına girer girmez sert vurdu, Volkan son anda çıkardı.
56’ da kornere giden bir top için hakeme itiraz eden Gökhan Güleç sarı kart gördü.
57’ de Cenk' in ceza sahasına attığı ara pasa Gökhan Güleç hareketlendi ama Önder zamanında müdahale ederek topun Gökhan' a gelmesine engel oldu.
63’ te Fenerbahçe kaleyi karşıdan gören bir noktadan serbest vuruş kazandı. Serbest vuruşu Alex kullandı, Tolga' nın müdahalesiyle top kornere çıktı.
Kelimenin tam anlamıyla 'sessiz sedasız' geçmeye başlayan maça Daum’ un müdahalesi geç de olsa geldi.
71’ de Roberto Carlos’ un yerine Deivid, Selçuk’ un yerine Vederson oyuna girdi.
74’ te başının üzerinden giden topa yetişemeyeceğini anlayınca elle müdahale eden Keller sarı kart gördü.
Daum’ un yaptığı hamleye Yılmaz Vural cevabını gecikmeden verdi.
74’ te Murat Erdoğan’ ın yerine Ertan, hemen ardından Gökhan Güleç’ in yerine Özgür oyuna girdi.
76’ da Alex kullandığı serbest vuruşta Tolga boşa çıktı ama hakemin düdüğü ‘faul yüzünden oldu’ dedi. Tolga bu pozisyonda kısa süreli bir sakatlık geçirdi.
80’ de Moritz' in uzaktan vuruşu üstten auta gitti.
81’ de Moritz oyundan çıkarken, yerine Şahin girdi.
82’de defansın arkasına atılan topa oyuna yeni giren Şahin hareketlendi. Kaleci Volkan' ın çıkmakta geç kaldığı pozisyonda topu elinden kaçırınca Şahin önünde kalan topu boş kaleye yuvarladı: 1-3
83’ te Fenerbahçenin ikinci yarıda duran toplar dışında kaleye gelebildiği ilk pozisyona şahit olduk: Alex' in indirdiği topa Deivid çok sert vurdu, üzerine gelen topu Tolga son anda çeldi. Ardından kullanılan köşe vuruşunu defans uzaklaştırdı.
84’ te Kasımpaşa' da Koray sarı kart gördü.
86’ da Güiza ceza sahasında topla buluştu ve vuruşunu yaptı, Tolga yatarak kontrol etti.
89’ da defansın arkasına sarkan Semih kaleciyi de geçtikten sonra vurdu ama vuruşu yan ağlarda kaldı.
90+2’ de Deivid kafa ile ceza sahasına indirdi ama o noktada Fenerbahçe' den kimse yoktu.
90+3’ te Cenk yine defansın arkasında Volkan' ı bir kez daha geçti ama açısını kaybedince takımı dördüncü golden oldu.
90+4’ te Semih kaleci ile karşı karşıya kaldı ama Kasımpaşaspor defansı faulle karışık vurmasına engel olunca vuruşu üstten auta gitti.
Hakemin son düdüğü Yılmaz Vural’ ın Fenerbahçeye karşı aldığı on altıncı galibiyeti ilan ederken, Kasımpaşaspor 3-1’ le haklı bir üç puanı hanesine yazdırdı.
FENERBAHÇE – KASIMPAŞASPOR: 1-3
Stad: Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu
Hakemler: Hüseyin Göçek, Erhan Sönmez, Cemal Bingül
Fenerbahçe: Volkan Demirel, Lugano, Roberto Carlos (71 Deivid), Güiza, Alex, Cristian, Önder, Selçuk (71 Vederson), Semih, Mehmet Topuz (46 Özer Hurmacı), Gökhan
Kasımpaşaspor: Tolga, Moritz (81 Şahin), Ergün, Sedat, Barış, Gökhan Güleç (76 Özgür), Koray, Murat Erdoğan (74 Ertan), Yekta, Cenk, Keller
Goller: Güiza (5) / Gökhan Güleç (1), Cenk (47), Şahin (82)
Sarı Kartlar: Gökhan Güleç, Keller, Koray
Devamı ...
27 Kasım 2009
Türk Hakemlerine Kamp İçin Şehir Önerisi
Fucking, Austria burada toplansınlar, eğitim videoları izletilsin kendilerine, boş vakitlerinde de South Park izlesinler. Ben de kendilerine şu videoyu armağan ediyorum
Devamı ...
26 Kasım 2009
Ana Dilde Küfür Açılımı
Pfdk, Beşiktaş maçınca Kazım'ın yaptığı hareketler nedeniyle verdiği cezaları açıklamış. Aynen şu cümleler kullanılıyor; ''...FENERBAHÇE SPOR Kulübü sporcusu KAZIM KAZIM'ın, müsabaka hakemine yönelik hakareti ve ihraç sonrası sportmenliğe aykırı eylemleri nedeniyle takdiren 4 RESMİ MÜSABAKADAN MEN CEZASI ile cezalandırılmasına...''
İnsan ister istemez cezaların adilliği konusunda kıyaslama yöntemine başvuruyor. Başvururken de hafızaların en tazesinden, Keita'nın Carlos'u yumrukladığı sahneye dönüyor. Elma ile armut kıyası mı bilemem ama benim için güzel bir kıyas.
Rakip futbolcuya, yumrukla saldırmanın cezasının 3 maç olduğu bir ceza sisteminde, alenen belli olmayan bir küfürün 4 maç olması bende ister istemez bu cezaların profesyonel bir kurum tarafından verilmediğine kanaat getirtiyor.
Pfdk'nın cezaları bu linkte yayınlanmış. İçeriğinde şöyle bir cümle de yer alıyor;
''...ESKİŞEHİRSPOR Kulübü sporcusu DOĞA KAYA'nın, 22.11.2009 tarihinde oynanan ESKİŞEHİRSPOR - MKE ANKARAGÜCÜ Turkcell Süper Lig futbol müsabakasında, müsabaka hakemine yönelik hakareti ve müsabaka sonrası sportmenliğe aykırı hareketi nedeniyle takdiren 3 RESMİ MÜSABAKADAN MEN CEZASI ile cezalandırılmasına...''
Düşünüyorum. Önceki kıyasım diyelim yersiz... Kazım'ın ağzını okuyabilecek derecede İngilizce bilen her insan ağır küfürler içermediğine kanaat getirebilir. Doğa ile Kazım arasındaki 7 fark nedir bana izah etsinler. Türkçe küfürler ile İngilizce küfürler yüzünden mi kaynaklanıyor bu farklar? Yoksa Kazım'ın cezasında, ilk yarıyı kapatması için yuvarlak bir hesaplama yöntemi mi kullandılar?
Kırmızı kart sonrası, sportmenlik dışı hareketten neyi kast ettiler lütfen bunu da güzel bir izah etsinler. Benim bildiğim çirkefçe hareketler yerine Kazım, efendice sahayı terk etti. Bizim göremediğimiz, bilemediğimiz bir sportmenlik dışı tavır nedir bunu da ayrıca incelemek gerekli.
Fuck Off'u ağzından düşürmeyen parçalı takımın forvet hattındaki zat kaç defa ceza aldı da Kazım'a patlayıverdi bu ağız okuma seansları. Madem parçalı taraftan yürüyoruz, geçtiğimiz sene Sivasspor deplasmanında yan hakeme küfür eden Ümit Karan'a verilen 2 maç ceza ile bu yan hakeme edilen küfürlerin farkı nedir? Küfürler ana dil ve yabancı dil şeklinde mi standardize ediliyor? Sinkaf ediliş biçimine göre mi cezalar ağırlaştırılıyor?
En önemlisi de, PFDK pazarlık payıyla ceza verip, hukuka göre tahkimin düzeltmesini mi bekliyor?
Devamı ...
23 Kasım 2009
Yapaylıkları Açığa Çıkaran Yapay Sonuç
Yapayın da ne yapay bir kelime olduğu aynı cümlede iki kez kullanılınca ortaya çıkıyor, kendi yazdığım başlığı okuyunca dişim kamaştı. Beşiktaş'a kaybettiğimiz maçtan da her mağlubiyet sonrası olduğu gibi ders çıkarmak gerek. Hep aynı dersi çıkarabiliriz gerçi, "bize transfer lazım". Bir de taraftarın bir ders çıkarması lazım "Oluşan yapay sonuçlara kanıp büyük beklentilere girmeyin".
Nedir yapay sonuçlar? Birincisi Fenerbahçe'nin son 5 yıldaki derbi karnesi, son 4 yılda İnönü deplasmanında aldığı sonuçlar. Her derbide konumu, durumu, sıkıntısı ne olursa olsun favori ev sahibidir. Konuk takımın kaybetmesi normal olandır, beklememiz gerekendir. Özellikle uzun bir seride bunun olmaması doğal değildir. Bu suni sonuca bel bağlanması iki sene önce "ne de olsa derbi kaybetmiyoruz" diye gittiğimiz Sami Yen'deki sonucu ortaya çıkarır, hayal kırıklığı büyük olur. O yüzden seri kaç maç olursa olsun artık kimse özellikle deplasman derbilerine "en az 1" yazıp puan hesabı yapmasın, kaybedilen derbiler sonrası da başı kesik tavuk gibi suçlanacak futbolcu, teknik adam kovalamasın.
İkincisi, Fenerbahçe'nin bu sezon başında 8'de 8'i yapmasıydı. Aslında Fenerbahçe o maçların hepsini (Manisaspor maçı hariç) hak ederek ve üstün oynayarak kazandı, fakat futbolun, kadronun sıkıntılarını göstermesi gerekiyordu. İlk 6 haftada yalnızca 2 gol yiyen ve 4 maçı gol yemeden tamamlayan Fenerbahçe son 6 haftada 8 gol yedi ve 5 maçta kalesinde gol gördü. Sıkıntılar belli. Takımda alternatifsizler; Volkan, Lugano, Bilica, Gökhan, Emre, Alex. Bu oyunculardan bir tanesinin yokluğunu idare edebiliriz, iki tanesinin yokluğunda sıkıntı yaşarız, üçüncüsünün yokluğunda sıradan takım haline geliriz.
Takımın forvetsiz olması çok büyük bir dert. Güiza sakatlanınca yerine sonradan olma forvetimiz Kazım oynuyor. Forvet oynadığı maçlarda ne bir asist yaptı ne bir gol atabildi. Semih çok güçsüz ve isteksiz. Acıdır ki forvette ideal oyuncumuz şu anda Güiza. Onu anlatmaya gerek yok, çok anlattık. Yapılması gereken belli o zaman. İlk olarak bir forvet alınacak. Sol kanatta da sıkıntı var fakat onu elimizdeki kadrodan üretilen çözümlerle atlatabiliriz. İkinci yapılması gereken alternatifsiz oyunculara alternatif kazandırmak olmalı. Özellikle Bilica'nın yokluğunda Önder-Lugano ikilisinin isabetli pas oranı sokakta körebe oynayan adamın, ayağına gelen topu tepmesiyle eşit. Defansın ortasına bir alternatif şart, iyi bir alternatif hem de. Önder Fenerbahçe seviyesinde olmadığını defalarca kanıtladı.
Diğer taraftan Beşiktaş maçında alınan 3-0'lık sonuç da yapay bir sonuç. Kimse skora bakıp takımın yıkıma sürüklendiğini, berbat oynadığını düşünmesin. İlk yarının son 30 dakikası istediğini yapan fakat Alex'in kötü gününde olması yüzünden maçı tek kaleye çeviremeyen Fenerbahçe vardı. Mehmet Topuz'un sağ kanatta bir türlü istenilenleri yapamaması ve Andre Santos'un bıktırıcı zayıflığı da kanatları işler kılamayınca sadece Alex'e kaldık. Onun da her hafta alıp tek başına takım sürüklemesini beklemek haksızlık olur. Üstelik yanında kendi takımı hücumdayken bile kendisini marke eden birisi dikildiğinde. Adam markajı işimize bile yarardı fakat kanatlardan istediğimizi yapamadık, bir de defans göbeğinin top oynama zaafı yüzünden takımca orta saha çizgisine gömüldük. Öyle olunca Alex de, takımda üretken olamadı.
Bütün bunlara rağmen Fenerbahçe oyunun temposunu ayarlamayı becerebildi, tabii Emre'nin gereksiz kahramanlık denemesi yüzünden golü yiyene kadar. Sanırım bu maçla ilgili en büyük sıkıntı taktik, teknik sıkıntılardan çok bir golün Emresiz ve Bilicasız da olsa Fenerbahçe'yi bu kadar çabuk dağıtabilmesidir. Yoksa Fenerbahçe golü yiyene kadar istediği gibi oynuyordu. Bu da sanırım sahada kalan oyuncuların oyun karakterleriyle ilgiliydi. Kazım zaten takımdan bağımsız kendi şovunu yapan bir oyuncu sahada, takımın düştüğü durum onun için önemli değil. Andre Santos zaten fiziksel olarak bir direnç koyabilecek bir oyuncu değil, takımı direndiren isim olması imkansız. Cristian da ne kadar faydalı bir oyuncu olsa da takımı şahlandıracak, peşinden sürükleyecek oyun zekasına sahip değil. Bu işleri yapanlar Emre, Lugano, Gökhan gibi oyunculardan da Emre çıkınca, Lugano uzun yolculuğun yorgunu olunca, Gökhan da maç başından beri gidip gelmenin yorgunluğuna yenilince, bir gol Fenerbahçe'yi dağıttı.
Bu yüzden böyle bir durumda sessiz, sakin, rızkının peşinde koşan Vederson değil Özer'i almak ve ondan bir direnç koymasını beklemek daha makul olurdu. Mehmet Topuz da hiç beklenmeyecek kadar pasif ve isteksiz gibi. Derdi istediği yerde oynayamamak mı, takıma uyum sorunu mu neyse çözülsün. Takıma istekli, hırslı oyuncular gerekiyor şu anda.
[Bilica bu hafta da yokmuş]. Emre'nin sakatlığının uzun olacağını da düşünürsek Mehmet Topuz onun yerine oynayabilir. Kazım zaten oynayamayacak. Benim haftaya Kasımpaşa maçında görmek isteyeceğim kadro da şu olur
--------------Volkan-------------
Gökhan---Önder--Lugano--Vederson
Özer---Cristian--Mehmet---Santos
-------------Alex--------------
-------------Semih-------------
Devamı ...
Merhaba Cemaat
Merhabalar.
Ekibe ben de dahil oldum. İşin esası bu kadar. Yine de okuyuculara bir kaç detay bildirmek isterim.
3 Puan blogunda yaklaşık 2 yıldır yazıyorum. Futbloglar dünyasındaki bazı projelerde de aktif olarak yer aldım. En azından birçoğunda emeğim olduğunu rahat rahat söyleyebilirim. Peki bunları neden paylaşıyorum diyorsanız, gerek blog tutma hadisesinde, gerekse futbloglar konusunda ahkam kesecek kadar bilgi ve birikime sahibim.
3 Puan'a yeterli zaman ayıramadığımdan mütevellit, kişisel blog yerine ekip halinde tutulan bloglarda yazmayı düşünüyordum. Bu hem okuyana, hem de yazana çift yönlü olumlu etki sağlıyor.
Esasında daha önce kaleme aldıklarımı bir kez de burada paylaşmak istiyorum. İyi bir blog yazarı, iyi bir futblog nasıl olmalı derken Thomas Friedman'ı referans alıp aktarmak istiyorum;
1 - Vay be bunu bilmiyordum dedirtmek gerek.
2 - Biliyor musun bu meseleye ben bugüne kadar hiç böyle bakmamıştım demeli okuyucu.
3 - Budur abi. Ben kendimi nasıl ifade edeceğimi bilmezken, tam da benim duygularıma tercüman olmuş diye düşünmeli.
4 - Senden de, yazdıklarından da bakış açından da nefret ediyorum demeli.
Yuvarlamadan, agresif, keskin ve somut yazılarla karşınızda olmak istiyorum. Fenerbahçe'nin hakkını, Fenerbahçe'nin gündemini ve Fenerbahçe'nin görülmeyenleri olmalı...
İçi boş ''Fenerbahçe'li taraftarların buluşma noktası'' yerine içi dolu ''Fenerbahçe gündemi'' sloganlı olmalı...
Papazın Çayırı da açıldığı günden beri keyifle takip ettiğim ender bloglardandı. Evvela Aethewulf'a, ardına da ekibe merhaba demek istiyorum. Okuyuculara da sevgi ve selamlarımı iletiyorum.
Bol bol karşılaşmak ve tartışmak üzere...
Devamı ...
22 Kasım 2009
Esir Şehrin İnsanları
Dün gece derbi mağlubiyetinden sonra saf saf internette gezinirken bir kaç blogda ve forumda Tanjeviç'in gittiği haberlerini okuyup bir an için şu ahir ömrümüzdeki bütün dertleri unutup mutlu oldum ama bir yandan da gece yarısı da olsa kulubün resmi sitesinden bir an önce doğrulanmasını bekledim. Gece 2 ye kadar ses seda gelmedi kesin gönderildiği yolundaki haberler bir kaç sitede daha gözükmeye başlandı. Kutlamaları Pazar günü yapacağımızı düşünüp uyudum öğlene doğru kalkıp şu iş resmileşsin diye kalbim çarparak bilgisayarı açtım, resmi siteye uğramadan önce Salsa'ya baktım gönderildiği haberini orda da gördüm. Kulüpten hala ses seda çıkmamıştı ama nihayet öğleden sonra kulüpten bir yalanlama geldi. Takriben 12-14 saatlik bir heyecanın ardından Tanjeviç'in gönderilmediği haberini gördüm. Yani bir süreliğine de daha düşman işgalinden kurtulmayı bekleyip cepheden işaret almaya çalışan sivil halk gibi hissetmeye devam edeceğiz. Ne ÖSS ne KPSS sonuçlarını bu kadar heyecanla beklememiştim. Sözlüğü ne zaman açsan sol frame de Bogdan Tanjeviç başlığı görmeyi dileyerek, Fenerbahçe forumlarında Tanjeviç Gönderildi başlığını okuyabilmeyi umarak yaşıyorum son bir haftadır.
Kemal Tahir'in "Esir Şehrin İnsanları" ruh halimizi anlatmak için daha teferruatlı ama itiraf edeyim ki Necip Fazıl'ın şu dörtlüğünü bile artık Tanjeviç' in gönderilmesini düşünerek seviyorum.
ne hasta bekler sabahı,
ne taze oluyu mezar,
ne de seytan bir gunahi,
seni bekledigim kadar.
şair bu dizelerde koçun istifasını beklediğini anlatmak istiyor öğretmenim.
otur sıfır! Devamı ...
Beşiktaş 3 - Fenerbahçe 0
TSL 21/11/2009
Düşünün bir hafta sonu ülkenin büyük takımlarından ikisi maç yapacak ama hafta içi konuşulanlar ve yazılanlar; tahrik vardı, iki hafta önce bu vahşet diyenlerden onurlu olmalarını bekliyoruz ki bir kadın üzerinden kendilerini aklamasınlar, tufan da cemal de bize bir, milli duyguları yüksek bir oyuncuydu, yetenekli oyuncuları uzun süreli cezalarla basketboldan soğutmayın hem futbol takımı kaptanımız Arda da domuz gribi, Daum yapmıştır abi, ahlaksızlar...
Sebep tek başına bir türlü kırmızı çizginin üzerine çıkamayan basın ahlakımız değildi elbette bu maçta keçiboynuzundan daha çok tat beklemeyenler de çoğunluktaydı.
PAPAZIN ÇAYIRI – Fenerbahçe son dört yıldır mağlup olmadığı rakibine iki tarafın da ‘yarım gol’ le alınacak bir galibiyete razı olduğu maçta sadece kendi taraftarını değil, en iyimser, en fanatik Beşiktaşlıları bile şaşırtan bir skorla 3-0 yenildi.
Beşiktaş maça hiç kimsenin çalışmadığı yerden başladı. İki hafta önce sadece Tabata ile ileriye giden Beşiktaşta bu işi yapan oyuncu sayısı bu defa üçtü ve Yusuf, Serdar Özkan, Bobo başlangıçta bu işi olduça iyi yapıyorlar. İlk on dakikada Beşiktaşın bariz üstünlüğü var.
5’ te Bobo aldığı pasla Fenerbahçe ceza sahasına girdi karşısından sadece Önder vardı ve Önder' in yerinde müdahalesiyle top kornere gitti
7’ de Beşiktaş orta sahada topu Ernst' le kaptı, Yusuf’ la ver kaç yaptılar ama top Ernst için çok hızlıydı.
8’ de Beşiktaş ilk gol kokan atak için geldi, Yusuf' un soldan getirdiği top diğer oyunculardan sekip en sonunda ceza alanı içinde Serdar Özkan’ ın önünde kaldı. Karşısında sadece Volkan ve kale vardı ama Serdar topa çok kötü vurdu: Aut...
11’ de İbrahim Toraman sağ kanattan taşıdığı topu ceza sahasına ortaladı uzak köşedeki Ekrem topla buluştu, Ekrem' in ortasını Önder uzaklaştırdı
Bu dakikalarda Fenerbahçe rakibinin ilk baskısını kırmış ve oyunu dengelemiş durumda. Oyuncular top dolaştırıp Beşiktaş defansının zaaf göstermesini bekliyorlar.
16’ da bu defa Fenerbahçe ‘gol olsun’ diye geldi: Alex pasını Andre Santos' a verdi. Andre Santos ceza sahasına yaklaşırken pasını tekrar Alex' e verdi ve Alex Mehmet Topuz' u gördü. Mehmet çaprazdan müsait durumda topa sert vurdu top az farkla auta gitti.
17’ de Andre Santos' un pasında Gökhan Gönül, mevkisinden uzakta sol çaprazda İbrahim Toraman' ı yatırdıktan sonra, boş pozisyonda kötü vurdu oysa ‘gol’ diye çoktan ayağa kalkmıştık.
18’ de Baroni sağ kanattan yarı sahayı hızlıca geçip ceza sahasına doğru ilerlemek istedi defansın müdahalesinde top kornere gitti. Alex korneri uzak köşedeki Roberto Carlos' a doğru kullandı. Brezilyalı yıldız sol çaprazdan sert vurdu ama top az farkla auta çıktı
19’ da Gökhan Gönül aldığı pasla hızlı bir şekilde Beşiktaş yarı sahasına geçti İbrahim Üzülmez' i geçen Gökhan Gönül ceza sahasına girdi ve kendini yerde buldu ama hakemin penaltı vermeye niyeti olmadığını gördük. Oysa penaltıydı. Hem de çok açık.
26’ da Emre Roberto Carlos' a mükemmel bir pas attı: Defansı geçen Roberto Carlos' u Rüştü karşılamak istedi o da boşa çıkınca kale boş kaldı ama Roberto Carlos topun kontrolünü kaybetmişti.
29’ da Mehmet Topuz Alex' i kaçırdı, Alex ceza sahasının hemen dışında topla buluştu hiç bekletmeden şutunu çekti ama vuruşu o kadar etkili değildi: Rüştü bu pozisyonda topu iki hamlede kontrol etti
32’ de Roberto Carlos ceza sahasının çok uzağından kaleye müthiş bir şut çekti Rüştü zorlukla şutu önledi, dönen top Andre Santos’ un önünde kaldı ama şutu oldukça zayıftı. Top Rüştü' de kaldı.
38’ de Serdar Özkan aldığı pasla zamanlama hatası yapan Lugano' yu geçti. Zamanlama hatası böyle yerlerde faul demek. Karşılaşmanın ilk sarı kartı Lugano'ya...
45’ te Alex aldığı pasla ceza sahasına girmek istedi ama kendini yerde buldu. Kullanılan serbest vuruşta Alex topa çok güzel vurdu ama üst direğin maça dair bir mesajı vardı. Direkten dönen topu Fenerbahçeli oyuncular tekrar kaleye yollamak istediler. Vuruş etkisiz olunca Rüştü rahatlıkla topa sahip oldu.
Hakem soyunma odasına giden Serdar Özkan ve Kazım' ı çağırdı ve ikisinide uyardı
İkinci yarıya iki takım da çok hızlı başladı.
46’ da Bobo soldan hızla ileri çıkan Ekrem' i gördü. Ekrem savunmanın arkasına sarktı ve ceza sahasına girer girmez kaleye şutunu çekti. Volkan güçlükle şutu önledi.
48’ de Kazım aldığı pasla ceza sahasına yaklaşır yaklaşmaz uzaktan sert bir şut çekti kaleye doğru ama şutu farklı bir şekilde auta gitti
53’ te hakemin düdüğünden sonra topa vuran Emre sarı kart gördü ve yüzündeki acı dolu ifade ile yedek kulübesine beni çıkarın diye işaret yaptı. Sanki Emre topa protesto amacıyla değil de can acısı sonrasında doğan bir refleks gibi. Beni bağışla yüce tanrı; biliyorum Emre’ nin tarafını tutmuş gibi oldum.
54’ te İnönü de gol zamanı: İbrahim Üzülmez' in sol kanattan sağ ayağıyla yaptığı ortaya Fenerbahçeli oyuncular müdahale edemedi. Belki de bu güzel gol olsun diyedir. Ceza alanı çizgisi üstünde Fink tam da Rıdvan’ ın anlattığı gibi vurdu. Yapılabilecek bir şey yoktu: 1- 0
56’ da sakatlanan Emre’ nin yerine Vederson oyunda.
57’ de Alex’ in vuruşuna izin vermeyen direkler bu defa Bobo’ nun yanındaydı. Ceza alanı içinde topla buluşan Bobo kimse ne olduğunu anlamadan topa vurdu ve en iyi yaptığı işi bir daha yaptı: Fenerbahçeye gol atmak: 2-0
66’ da Mehmet Topuz' un yerine Semih oyuna girdi.
69’ da Yusuf' un yerine Uğur İnceman oyuna dahil oldu.
70’ te Bobo pasını İbrahim Üzülmez' e verdi, İbrahim Üzülmez ceza sahası içindeki Uğur' a nefis bir pas verdi ama bomboş pozisyonda olan Uğur topa vuramadı.
71’ de Andre Santos uzun bir pasla topu Alex ile buluşturdu ama defansın müdahalesi istediği vuruşu yapmasına engel oldu.
73’ te Andre Santos' un yerine oyuna Özer Hurmacı girdi.
75’ te taca çıkan topu kontrol edemeyen Kazım suçu taç veren yan hakeme bulunca maçın hakemi yardımcısı ile konuştuktan sonra Kazım' a kırmızı kart gösterdi. Burada Kazım’ ın bu kartı haketmediğini söylemek yanlış olur. Zaten gördü ve bunun cezasını da umarım hem kulüp hem de federasyon nezdinde görecek. Ama yan hakemin o denli öfke dolu bir yüzle ve jestle ‘at şunu’ demesine neden olacak ne dediğini gerçekten merak ettim..
Oyun zaten bitmişti.
78’ de Bobo yerini Nobre' ye bıraktı.
83’ te İbrahim Üzülmez aldığı pasla yarı sahayı geçip ceza sahasına sokulmakta olan Uğur İnceman' a pasını verdi ve artık sadece golü atmak kalmıştı, o da attı: 3-0
Bu denli açık bir ofsaytı göremeyen bir yan hakemin neredeyse aynı çizgi üzerindeki oyuncular için verdiği kararları tartışmayalım artık.
Bu dakikalarda Beşiktaşlı futbolcular tek paslarla orta sahada top gezdiriyor ve taraftar ‘oley’ diyor.
90+3’ te Lugano' dan dönen top Ernst' in önünde kaldı, Ernst pasını Nobre' ye verdi Volkan ile karşı karşıya kalan Nobre' nin pozisyonu ofsayt.
Bu pozisyonun ardından hakemin çalan düdüğü beşiktaşın 3-0 lık galibiyetini ilan etti.
Bir özür: ‘Beşiktaş hep tek golle kazanıyor. Bu maçta fazla gol atabilir. Fenerbahçe derbisi Beşiktaş’ın patlama maçı olabilir. Camianın ihtiyacı da var. Derbi galibiyeti camiayı bütünleştirici bir tutkal işlevi görebilir.’ diyen Beşiktaş Yönetim Kurulu Üyesi Nedim Sarsmaz ve ‘Fenerbahçe’ yi farklı bir şekilde yeneceğimize inanıyorum. Gol yollarında biraz sıkıntı yaşıyoruz, ama bu durum Fenerbahçe maçında son bulacak.’diyen Beşiktaş Yöneticisi Bülent Deriş’ den herkesin önünde özür dilerim. Çünkü Beşiktaşın oynadığı oyuna ve attığı gole, Fenerbahçenin yediği gol sayısına bakarak ve bir sıfır olsun bizim olsun yerine bu lafları edebildikleri için kendileriyle kendi içimde ve halka açık bir çok yerde dalga geçmiştim. Bağışlasınların beni.
Ve bir selam: Beşiktaşlıların en güzeline ve gözlerinin göğünde saklı bulutlara selam olsun.
BEŞİKTAŞ-FENERBAHÇE: 3-0
Hakemler: Fırat Aydınus, Bülent Gökçü, Bahattin Duran
Beşiktaş: Rüştü, İbrahim Toraman, Sivok, Ferrari, İbrahim Üzülmez, Fink, Ernst, Yusuf (69 Uğur), Ekrem, Bobo (78 Nobre), Serdar Özkan (46 Tello)
Fenerbahçe: Volkan, Gökhan Gönül, Lugano, Önder, Roberto Carlos, Mehmet Topuz (66 Semih), Emre (56 Vederson), Cristian, Andre Santos (73 Özer), Alex, Kazım
Goller: Fink (54), Bobo (57), Uğur (83)
Sarı Kartlar: Ferrari/ Lugano, Emre
Kırmızı Kart: Kazım (75)
Devamı ...
19 Kasım 2009
Etik Nedir Neyle Gösterilir?
Cemal’in beş maçlık cezasını hazırlık maçlarında çekmesi zaten yeterince tuhaf bir durumdu, demek ki doping için yıl olarak değil maç adeti olarak ceza verilse Kerem Gönlüm’de 10 günde 50 tane hazırlık maçında oynayarak cezasını çekebilecekmiş. Bu basketbol federasyonun A’dan Z’ye bütün uygulamaları fiyasko.Bu olaydan sonra Galatasaray yönetiminden ziyade olaya el koyması gereken Federasyon zaten. Oyak Renault’nun itirazını yeterince araştırmayan tüm birimler ve kurumlardaki insanların görevden alınması lazım. Bu federasyonun kurulları kendi disiplin yönetmeliklerini inkar ederek Kerem’in cezasını 1 sene olarak açıkladı. İki yıl önceki Daçka-Beşiktaş maçının tekrarına neredeyse 6 ayda karar verdi,kendi hakemlerini bir takıma karşı objektif hislerini yitirdikleri için cezalandırdı, idari fiyaskoları zaten biliyoruz eğer Fiba’da en az Türkiye Basketbol Federasyonu kadar kirli bir kurum olmasa çoktan 2010 ev sahipliği Türkiye’den alınmıştı bu federasyonun iş bilmezliğinden dolayı.
Turgay Demirel federasyonu herkese mavi boncuk dağıtıp bütün olaylarda eyyamcı davranarak skandal üstüne skandala imza atıyor. Ergin Ataman’la kişisel problemi nedeniyle Efes’e kupa veremeyen bir basketbol federasyonu başkanı olur mu.Şimdi bu Cemal olayında Galatasaray’ın bu sahtecilik olayını federasyondan birileriyle görüşmeden örtülü destek görmeden yaptığını kimse anlatmasın. Yoksa göz göre göre bu riski göze alamazdı hiçbir Galatasaraylı idareci. Eğer bir temizlik yapılacaksa Galatasaray’dan önce Federasyon’da yapılmalı.
Gelelim Galatasaray’a. Kulübün tüm teknik ekibi görevden almalarını “yakışanı yaptı” “Galatasaraylılık duruşu” diye lanse edenler var. Tüm teknik ekibi görevden alıp basketboldan sorumlu yöneticiye herhangi bir yaptırım uygulamamak neden peki. TBF’nin disiplin yönetmeliğinin sahteciliği düzenleyen 23. maddesinin 3. fıkrası şöyle diyor
23.3. Kuruluşun sahtecilik ve kandırma suçlarına katılması halinde, olayın durumunagöre ligden ihraç edilme ve 10.000.YTL’ sına kadar para cezası verilir.
Şimdi söz konusu maddeye göre kuruluşun yani Galatasaray’ın sahtecilik ve kandırma suçlarına katılması demek Galatasaray Kulübünün yönetim kurulu üyelerinden birisinin bile olsa bu olaydan haberdar olması ya da sorumlu olması demek.. Ahmet Dedehayır ya da Yiğit Şardan’a yönelik böyle bir yaptırım uygulandığında Galatasaray zaten otamatikman 23/3 ün kendisine uygulanmasını fiilen kabul ediyor demek oluyor. O yüzden bu yöneticilere herhangi bir suç isnat etmeyip teknik kadroyu gözden çıkaracaklar. Federasyon da büyük ihtimalle daha önceden de alıştığımız üzere kendi yönetmeliğini çiğneyip 23/3 ü uygulayamayacak.
Oysa sahte belge göndermek ve resmi evrakta sahtecilik gibi iki tane suç var ortada ve Galatasaray teknik ekibinin suçu değil bu suçlar. O resmi belgenin altında Galatasaray koçu Okan Çevik’in kişisel imzası yok Galatasaray Spor Kulübünün antetli kağıtlarıyla ve Galatasaray Spor Kulübü adına gönderilen bir evraktan öncelikle kulüp sorumludur.
Üstelik Galatasaray yönetimi bu konuyu ya da böyle bir itirazı dün gece öğrenmiş falan da olamaz. Bir ay önce Oyak Renault’nun yaptığı itirazdan herhalde haberleri vardır ve basketbolla ilgili bir yönetici herhalde bu işin iç yüzü nedir diye bir araştırma yapmıştır. Kaldı ki bu meselenin dallanıp budaklanacağı ve bir takım görüntülerin de olduğunu herhalde derin kulislerin efendisi olan bir kulübün duymaması da beklenemez. Olay ispatlanıncaya kadar hiçbir şey yapmayıp kaçacak yer kalmayınca koçu göndermek yakışanı yapmak falan değildir.Ceza indirimi talep edecek bir iyi niyet göstergesi de değildir. Federasyona yalan söyleyip yalan ortaya çıkınca, gerekeni yaptık diyerek etik abidesi bir duruş sergilediğini iddia edenler Kant’ı mezarında ters döndürecek bir etikten bahsediyorar herhalde.
Galatasaray ligden ihraç edilir edilmez, ceza alır almaz bunlar beni ilgilendiren şeyler değil. Pek çok Galatasaraylı’nın iddia edebileceği gibi Galatasaray’ın ligden düşürülmesine kına falan da yakmayacağız.
Lafa gelince bin bir türlü cambazlıkla Batı’ya açılan pencere,dünya markası falan deyip icraat de her türlü pisliği yapıyorsan bunun bir cezası olmalı artık.
Kendilerine 4 farklı galibiyetin yettiği bir maçta ilk yarıdan 4-0 öne geçtikleri Trabzon maçını hiç düşünmeyip aynı anda oynanan Samsun maçında Fener’in şike yaptığını iddia edenler bir aynaya baksınlar artık bizim derdimiz bu.
Fenerbahçe olarak bu olaydan bir utanç payı çıkarmak gerekiyorsa baştan aşağı pisliğe batmış bu iğrenç Federasyonla hala el ele kol kola görünmenin bu kulübe yakışmadığı gerçeğidir.
Bir parantez de Salsabasket için açmamız lazım. Cemal Nalga olayını başından beri gündemde tutan ve artık unuttuğumuz bir fikr-i takip örneği sergileyen arkadaşa helal olsun. Plaza basının nasıl utanç verici bir durumda olduğunu kendi halinde bir blog yazarı gösterdi bize. Gazetecilik kamera arkasında sürekli duyduklarını yutup suya sabuna dokunmadan “oyunu seviyorum” geyiği yapmamaktadır. Le Bron’un 8 yaşındayken gittiği ilkokuldaki müzik öğretmenini bilip Cemal’in bu cezaları hangi maçlarda çektiği konusunda tek satır etmiyorsan kendine gazeteci demeyeceksin.
Türk basınının Genelkurmay sözcüsü çarşı iznindeki gazeteci Mehmet Ali Kışlalı örneğinde olduğu üzere Ergenekon olayına adları karışmış kişiler ya da Lockheed ‘den rüşvet aldığı iddiaları ayyuka çıkmış T.S.K mensupları konusuna söz gelince “bunları hiç merak etmiyorum “ deme yüzsüzlüğüyle konuşmaya devam etmesi ne kadar etikse Efes Pilsen’e ya da Federasyona “embedded” gazetecilik yapan adamların da “ben bunları hiç merak etmiyorum sahi Wade ortaokuldayken biyolojisi çok kötüymüş, Nowitzki sevgilisini takip etmek için F.B.I’yla anlaşmış tadında haberler yapmaya devam etmesi o kadar etiktir.
Devamı ...