Gel Güzel Kardeşim, Bırak Platini'yi de Gel Biz Baba Gündüz'e Soralım
("Çelebi bizde böyle olur futbol dediğin" - 1934'teki kavgalı maç sonrası Cemal Nadir'in karikatürü, ilk karenin altında: "Amca Bey: Topa sakın dokunma, Alimallah bacağını kırarım", son karenin altında: "Hakem: Amca Bey, bu nasıl futbol?")
1 Aralık 1963, bir Fenerbahçe-Galatasaray maçı öncesi Milliyet, rekabet için özel sayfa hazırlamış. Baba Gündüz'e "bize rekabetin anlamını anlat" demişler. Belki Türk futbol tarihinin en eğitimli, en entelektüel, en beyefendi sporcusu olan Gündüz Kılıç da şanına yakışır derecede güzel anlatmış rekabeti.
Fenerbahçe'ye karşı oynadığım ilk maçı hâlâ içim ezilerek hatırlarım... 6-1 yenilerek hezimete uğramıştık o gün... Her gol yiyişimizde bütün bunlar, benim gibi toy bir gencin oynatılmasından oluyor diyecekler diye kahroluyor ve birşeyler yapmak için didinip duruyordum. Fakat altıncı golü yediğimiz zaman artık bende koşacak hal ve şevk kalmadı. Ellerimi belime dayayıp sahanın ortasında kalakaldım... Ama çok geçmeden tok bir ses beni kendime getirdi: "Öyle kazık gibi ne duruyorsun koşsana". Bu kaptanımız Arslan Nihat'ın sesiydi. Kaptana "Bundan sonra koşsam ne olur ki?" gibilerinden bakmış olacağım ki o tekrar gürledi: "Bana bak! Biz tarihimizde Fenerbahçe'yi 7-0 yenmiştik. Bari o rekorumuzu kırdırmayalım." İşte ben o gün Galatasarayla Fenerbahçe arasındaki öyle günlük, bir maçlık geçici rekabetlerden olmadığını anlayıvermiştim. Onlar birbirlerine yenilmemeliydiler. Onlar birbirlerine yenilseler bile tarihlerindeki kadar açık farkla yenilmemeliydiler. Hatta onlar diğer takımları, bilhassa ecnebi takımları bile birbirlerinden daha iyi neticelerle yenmeliydiler... Bu yapıcı, ilerici asil rekabet önünde ilk defa o gün saygı ile eğilmiştim... Ve saygım gün geçtikçe kuvvetlendikçe kuvvetlendi...
Fakat bu koyu, fanatik rekabet çoklarının sandığı gibi kin, düşmanlık, çekememezlik hisleriyle bugüne kadar kirlenmedi çok şükür. Futbolumun ilk günlerinde Fenerbahçe maçları da dahil mühim maçlarımızdan evvel Fenerbahçeli bek Fazıl ağabeyin evinde yattığım çok oldu... O bana nasihatlar verir yiyeceğimle istirahatimle ilgilenir her bakımdan beni maça hazırlardı. Ertesi gün de karşı karşıya oynardık.
Fener stadında oynanacak Fenerbahçe maçlarımızdan evvel Kadıköy'ünde, gidip K. Fikret'i bulurdum. Onunla beraber dolaşır, beraber yemek yer, beraber maça giderdik... Fenerbahçe kaptanı Cihat, gece gündüz yanından ayrılmadığım bir arkadaşımdı... Milli takım seyahatlerinde oda arkadaşımı, sofra arkadaşımı, gezme arkadaşımı çok defa Fenerbahçeli futbolculardan seçerdim...
Asil Galatasaray-Fenerbahçe rekabeti önünde bir kere daha saygı ile eğilirim.
(Baba Gündüz)
Aynı sayfada Halit Kıvanç'ın da rekabete dair bir yazısı var. Kavgaları anlatıyor ama "bu maç oynanmasın" demeden, kavga da rekabetin bir parçası, istenmeyen bir parçası ama parçası işte, onu bilerek...
Evet "futbol" adlı taçsız kralın hükmettiği her ülkede, bütün maç tahminleri aynı yuvarlak deyimin gerisinde gizlenir "Top yuvarlaktır". Sanki top köşe olsa daha kolay konuşulacakmış gibi... O cilveli meşin parçası da nasıl yuvarlanacağını hiç belli etmez ya. Hele Fenerbahçe - Galatasaray maçlarında...
"Öyle olmasa 1959'da ağlar delen golle kazanan Galatasaray üç gün sonra aynı Fenerbahçe'ye dört golle yenilir miydi?" diyorsunuz galiba. Çok yakın o... Daha eskilerde nice örnekleri görülmüş ama asla tahmine sığmamış iki ezeli rakibin çarpışmaları... Mesela ilk 1935'te, ilk hafta Galatasaray 1-0 kazanmış şampiyonun belli olduğu sanılmış. Ertesi hafta ise uzatmalı maçta evet tam iki saatlik mücadelede golsüz yenişememişler. Bir hafta sonra yeniden karşı karşıya gelmişler ve gene gol çıkmamış. Gene uzatılmış maç sonunda golü atıp maçı ve şampiyonluğu kazanan Fenerbahçe olmuş.
Çok yenmişler birbirlerini... Ama unutulmazlar listesinin başında Galatasaray 7 kişilik takımıyla 7 gol atmış Fenerbahçe'ye. Ezeli rekabetin rekoru bu... Tarihi de 1911'e dayanıyor.
Ve o yıllara dayanan bir gerçek... İleri gelenleri Fenerbahçe ile Galatasaray'ı birleştirmeye teşebbüs etmişler. Adını bile bulmuşlar "Türk Futbol Kulübü". Evet öylesine rekabetin böylesine yakınlaşması da görülmüş. Hatta bir yabancı takımla oynayacağı sırada bir ası sakatlanan Fenerbahçe'ye Galatasaraylılar oyuncu vermeyi teklif etmiş "Türk futbolu yenilmesin" demişler.
Ya 1932 Şubatındaki Fenerbahçe - Galatasaray maçı için iki ezeli rakip de azimle hazırlanırken Galatasaray hazırlık maçını kiminle oynamış dersiniz? Fenerbahçe'nin B takımıyla... Büyük rekabetin büyük dostluk yanını aksettiren bir tablo bu...
Başka tablolar da var. Mesela gece yarısından ertesi günkü Galatasaray Fenerbahçe maçı için stad kapısında sabahlayanlar. Tribünlerde tek ayak üstünde saatlerce bekleşenler. Seyirci hasılat rekorları hep onların maçlarında... 1935'de stada beş bin kişi gelip de 2842 lira hasılat sağlanınca "Rekor" diye ayağa fırlamış bütün spor çevreleri. Gülmeyin, bir başka Fenerbahçe - Galatasaray şampiyonluk maçındaki 896 lira bile o günün idarecilerinin yüzünü güldürmüş.
Hep gülmemişler ama... Somurttukları da olmuş. Hakem Emin Fuad seyirciler fazla bağırıyor diye maçı tam ortasında tatil ediverince halk parasını istemek için gişelere hücum etmiş. O günün hakemini bugünün maçlarında düşünebiliyor musunuz?
Yarım kalan maç dedim de... "Yarım dakikalık" maçı duydunuz mu? 1924'de 2-2 bitmek üzere olan bir maç bir futbolcunun rakibini top sanmasıyla kavgaya dönmüş ve tamamlanamımış. Hakem penaltı verdiği anda saha karışmış. Futbol heyeti (o günün federasyonu) kararıyla eksik kalan yarım dakika dört gün sonra oynanmış. Yedi kişilik takımla çıkan Fenerbahçeliler, kalelerini de boş bırakmışlar. Penaltıyı atan Galatasaray 3-2 galip gelmiş. Ama asıl kavga, iki takımın şanına yakışır çaptaki 23 Şubat 1934 maçına aittir. Boks ve güreşi futbola tercih eden oyuncular öylesine kapışmışlar ki, maçtan sonra Fenerbahçe'den 9, Galatasaray'dan 8 futbolcu ceza almış.
Her maçları sinirli geçmiş iki ezeli rakibin... Fakat ne hikmetse eski günlerde "hakem"den pek şikayet etmezlermiş. Hatta üç hafta üst üste aynı hakem (rahmetli Sazi Tezcan) idaresinde karşılaştıkları bile olmuş. Yenilen "hakem" diye haykırmamış. "Onlar bizden iyi oynadı" diyebilmiş. Mesela 0-0 bitecekken son dakikalarda topu kaptırıp takımını yenilgiye sürükleyen futbolcu (Galatasaray sol beki Mehmet Nazif) maçtan sonra "kalecime pas verecektim" demiş. "Ama yerde gölge gördüm, Zeki'nin gölgesini tanıdım. Gölgesine göre hesap ederken de Zeki topu ağlara vuruverdi."
Yenerler, yenilirler ve sonra hep birbirlerini ararlarmış. Bir bakımda bugün de öyle... Ve galiba büyük şair Abdülhak Hamid'in eşine söylediği meşhur sözü Fenerbahçe Galatasaray'a, Galatasaray da Fenerbahçe'ye her an tekrarlamak zorunda: "Seninle olmuyor ama sensiz de olmuyor"
(Türk futbolunun efsaneleri Cihat Arman ve Gündüz Kılıç karşı karşıya, diğer futbolcu da Fenerbahçeli bek Şevket)
Şimdi bırak hakemin kafası kanıyor diye maçı tatil etmemesine laf etmeyi, o hakemi alkışla "yok ben çıkarım, bu rekabet de oynanır" dediği için. Kafasını kanatana lanet et ama rekabetin büyüklüğüne toz kondurmayan hakeme etme, alkışla onu, takdir et.
Bırak şimdi geçen seneki maçın sonunda çıkan kavgayı, geçen gün oynanan maçtan önce çıkan kavgayı örnek gösterip "olmaz olsun böyle rekabet" demeyi. Bir tanesi ömür boyu men olmak üzere tam 17 futbolcunun ceza aldığı maçtan doğan rekabetin kavga yüzünden büyüsünün bozulduğunu söyleme bize. "Futbol oynayın, oynarak kazanın" de futbolcuna, ama kavga gürültüyü bahane edip "böyle rekabet olmaz" deme. Bu rekabet öyle olmuş zaten.
Bırak şimdi Dünya'da maçı yayınlayan televizyonu. Zeki Rıza'yı, Lefter'i, Baba Gündüz'ü, Aslan Nihat'ı ecnebi gazetecileri mi yazıyormuş? Yerin dibine girsin televizyon yayını, cehaletine doymasın bu rekabeti bilmeyen futbol taraftarı. Dünya'da çok kişi izlediği için büyük, büyülü değil bu rekabet, 100 senedir bir gün bile eksilmediğinden büyük... Dünya'da 2 ülke yayınlıyor diye aşağılayabiliyorsan bırak bu rekabeti, işin yok senin buralarda, kalk git Boca - River maçında coş, kalp krizleri geçir.
Bırak şimdi büyük takım küçük takımı. Platini halt etmiş. Sen bırak Platini'yi. Gel rekabeti Basri Dirimlili'ye soralım, Fikret Arıcan'a soralım; Metin Oktay'a, Aslan Nihat'a soralım. Ne sen küçüksün ne de rakibin, ne de bu rekabet küçük. Gel rekabeti Baba Gündüz'e soralım. Sil şimdi o yazdığını şununla değiştir
"Onlar birbirlerine yenilmemeliydiler. Onlar birbirlerine yenilseler bile tarihlerindeki kadar açık farkla yenilmemeliydiler... Asil Galatasaray-Fenerbahçe rekabeti önünde bir kere daha saygı ile eğilirim."
Daum ilk geldiği günden beri galibiyetlere 24 saat sevinç, puan kayıplarına 24 saat üzüntü der, derbilerde 48'e çıkar. 48 saat çoktan doldu. Asil Galatasaray-Fenerbahçe rekabeti önünde bir kere daha saygı ile eğilip bu derbi mesaisini kendi adıma kapatıyorum. Sürçülisan ettikse affola.
Haber ve fotoğraflar: Milliyet Gazete Arşivi
28 Ekim 2009 19:06
Öncelike eline sağlık diyorum. Hakem muhabbetleri ve Gündüz Kılıç ile ilgili olarak
http://jesusalmeyda.blogspot.com/2009/10/derbilerin-degismezi-vurun-hakeme-1963.html
29 Ekim 2009 16:11
Onun gibisi zor gelir.