Özkan Hoca'yı Yazmak
Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi tarafından verilen 2008 yılı Fair Play ödülleri geçtiğimiz günlerde sahiplerini buldu. Olaylı derbiden sonra birer ahlak masası komiseri kesilen spor medyasının etikcanları “cümle aleme rezil olduk” ile başlayıp “bizdeki de derbi mi, alem futbolun hasını oynuyor” ile devam eden ve “sallandır bunların birkaçını bak bir daha..” ile nihayete eren havaleli sayıklamaları arasında bu haberi de es geçtiler.
Fair Play onların marizi futbol alemlerinde her olaylı maçtan sonra uğursuzluk kendilerinden uzak dursun diye en az 40 kere tekrarladıkları besmeleleri. Onlar bu kavramın içini boşaltmaya çalıştıkça doldurmaksa bizim boynumuzun borcu olsun.
Aslında spor medyasının hatrı sayılır çoğunluğunun bu hastalıklı duruşunun altında onların fair play’i tanımlayış şekilleri yatıyor. Çoğunluğun gözünde fair play sporcunun yazılı kuralları harfiyen yerine getirip dürüst oynaması ile vuku bulacak bir kavram. Yani bir sezonu en az kartla tamamlayan takım onların gözünde fair play ruhuna uygun davranmış demektir. Haklarını teslim edelim, bu söylediğimiz fair play için gereklidir ancak yeterli değildir. Fair play yazılı kurallara uymanın da ötesinde “etik üstü” bir davranış sergilemeyi, rakip ile eşit şartlara sahip olmak, onun kötü durumundan faydalanmamak için içten bir çaba göstermeyi gerektirir. Yani kırmızı kart görmekten kaçınmanız yetmiyor, rakibinizin gördüğü kırmızı kartın yanlış olduğunu hakeme söyleyebilecek kadar onurunuz varsa fair play ruhuna uygun davranmışsınız demektir.
Uluslarası Fair Play Komitesi davranış dalında verilen ödüle aday olabilmenin ilk şartını açık bir şekilde belirtmiş: “For an act of fair play, which cost or could have cost the victory to a contender who sacrificed or compromised his chances of winning by complying not only with the written rules of the sport, but also with the 'unwritten' ones.”
Yani söz konusu sporcunun yazılı ve yazılı olmayan kurallara riayet ederken musabakayı kazanması için gerekli şanslarından feragat ederek olası bir zaferden vazgeçmeye hazır olması lazım.
Peki bizde böyle olaylar oluyor mu? Oluyorsa şayet, bu davranışı sergileyenlere toplumun bakış açısı ne? Spor medyasının çoğunluğunun görmezden gelmeyi tercih ettiği 2008 yılı Fair Play ödülü sahibi Özkan Akpulat’ın deneyimleri belki bu sorulara ışık tutar. Özkan Akpulat, Armutalan Belediyespor’un antrenörü. Takımı ligde şampiyonluğa oynarken, deplasmanda Dalamanspor ile çıktıkları maçın 55. dakikasında kendi oyuncusu rakip takımın bir oyuncusuna faul yapıp sakatlanmasına sebep oluyor. Sakatlanan oyuncu yerde yatarken diğer oyuncular faul atışını çabuk kullanmak isterken hatalı pas kullanıyorlar. Top kendi oyuncularına geçince, yerde yatan oyuncu hala kalkmadığı için Özkan hoca oyuncularına topu taca atın diyor, ama sesini duyuramıyor. Atak gol ile sonuçlanınca tribünlerde haklı bir uğultu başlıyor. Özkan hoca kaptanı çağırıp, ondan kendi kalelerine gol atılmasına müsade etmelerini istiyor. Şampiyonluk mücadelesi veren oyuncular önce mırın kırın ediyor ama ikna oluyorlar ve skor 1-1 oluyor. Hikayenin buraya kadar olan kısmı Özkan hocaya 2008 yılı Fair Play ödülünü getirdi. Ama hikayenin devamı ikinci sorumuzun cevabına ışık tutuyor. Özkan hocanın anlattığına göre skor 1-1 olunca stadda bir alkış tufanı kopuyor, Dalamanspor taraftarı bu centilmenliği karşılıksız bırakmıyor. Ancak asıl film Armutalan maçı 2-1 almalarını sağlayan golü atınca kopuyor. Bütün stad kendi takımları gol atmışcasına seviniyor. Bence Özkan Hoca asıl ödülü orada, o anda aldı, şilt, plaket filan hikaye.
Özkan Hoca yalnız değil. 1982 yılında hakemin gol vermediği pozisyonun yanlış değerlendirildiğini söyleyerek, takımının küme düşmesi pahasına hakemi uyaran Konya’lı kaleci İsmet Karababa, en prestijli ödül olan "Baron Pierre de Coubertin" Fair Play Ödülüne layık görüldü. Dünya çapında verilen “fair play” ödüllerine layık görülmüş başka sporcularımız da var. “Bizden adam olmaz”cı spor medyasının her derbi öncesi savaş naraları atıp, ortamı gerim gerim gerdikten sonra, maçta kan gövdeyi götürünce aman ucu bana dokunmasın diye mezarlıkta ıslık çalar gibi “fair play” demesine bakmayın. Özkan Hoca’yı yazmak işlerine gelmiyor onların.
Spor, medyasıyla, yöneticisiyle, oyuncusuyla ve hatta şimdilerde bloglarıyla her alanında rekabetin olduğu bir alan. Biz üzerimize düşeni yapıp Mösyö Coubertin’in sözünü buraya not düşelim: Hayatta önemli olan zafer değil savaşın kendisidir ve aslolan dostum o savaşı kazanmak değil güzel mücadele etmektir.
23 Nisan 2009 21:07
Ne yalan soyleyeyim, blog okuyucusu olsam sirf Olgu yazi yazmis mi diye gelip bir bakardim buralara.
23 Nisan 2009 22:23
Özkan Akpulat'ı google'layınca bir şey bulamamak da üzücü.